Ansiklopedi Tekke ve Zaviyelerin kapatılması

30 Kasım 1925 tarihinde kabul edilip 13 Aralık 1925 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren 677 sayılı kanun ile uygulamaya konmuş bir Atatürk Devrimi’dir.

Konya milletvekili Refik Bey (Koraltan) ve beş arkadaşının önerisiyle meclise sunulup kabul edilen Tekke ve Zaviyeler ile Türbelerin Seddine ve Türbedarlar ile Bazı Unvanların Men ve İlgasına Dair Kanun; bütün tarikatlarla birlikte şeyhlik, dervişlik, müritlik, dedelik seyitlik, çelebilik, babalık, emirlik, halifelik, falcılık, büyücülük, üfürükçülük, gaipten haber vermek ve murada kavuşturmak amacıyla muskacılık gibi, eylem, unvan ve sıfatların kullanılmasını, bunlara ait hizmetlerin yapılmasını ve bu unvanlarla ilgili elbise giyilmesini de yasaklamıştır. Ayrıca yasa ile Türkiye Cumhuriyeti içinde padişahlara ait ya da bir tarikata çıkar sağlamaya yönelik tüm türbeler kapatılmış, türbedarlıklar kaldırılmıştır. Yasaya aykırı davrananlara para ve hapis cezası getirilmiştir.
Yasa, 1982 anayasasında "inkılap kanunları" (anayasanın 174. maddesine göre anayasaya aykırılığı iddia edilip iptal edilemeyecek kanun) arasında kabul edilerek koruma altına alınmıştır.

Yasanın çıkma süreci​


Yasanın çıkmasında, Doğu Anadolu bölgesinde gerçekleşen Şeyh Sait İsyanı'nın hızlandırıcı rolü oldu.

Bir Nakşbendiyye şeyhi olan ve 1925 yılında Mustafa Kemal ve arkadaşlarının İslâm dininin temelini yıkmaya çalıştıklarını iddia eden bir fetva yayınlayarak Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne karşı ayaklanan Şeyh Said, başlattığı isyanda gücünü tekke, zaviye ve dergâhlara yerleşmiş tarikatçılardan alıyordu. İsyancıları yargılayan Diyarbakır İstiklal Mahkemesi, 28 Haziran’da okunan karar metninde “şeyhlerin tekke ve zaviyelerde kendilerine Allah süsü vererek halkı kendilerine taptırmak gibi fiiller işlediğinin anlaşıldığını" bildirmiş ve yargı bölgesi içindeki tekke ve zaviyeleri kapatmıştı. Bu gelişme, tekke ve zaviyelerin kapatılmasına dair kanunun çıkışı hızlandırdı. Ankara İstiklal mahkemesi de tekke ve zaviyelerin kapatılması için hükûmete başvuru yaptığı gibi Konya milletvekili Refik Bey ve arkadaşları bu konuda bir yasa önergesi hazırlayıp Meclise verdiler.

Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal, 30 Ağustos 1925'teki Kastamonu söylevinde "Ölülerden medet ummak, medeni bir cemiyet için, şindir(lekedir). Efendiler ve ey millet, biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler ve meczuplar memleketi olamaz. En doğru en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır." sözleriyle tüm yurtta tekke ve zaviyelerin kapatılacağının işaretini verdi. Cumhurbaşkaı Ankara’ya döner dönmez bu konuda bir hükûmet kararnamesi yayımlandı. 2 Eylül 1925 tarihli kararname ile tekke ve zaviyelerin kapatılması kararı alındı.

Ceza yaptırımı içeren yasanın çıkması, Refik Bey ve arkadaşlarının hazırladığı 677 sayılı yasa önerisinin 30 Kasım 1925 günü mecliste tartışılması sonucu yürürlüğe girdi.

Yasada Değişiklikler​


677 sayılı yasa, önce 1950 yılında çıkan 5566/1 numaralı yasa daha sonra 1990 yılında çıkan 3612/5 sayılı yasa ile değişikliğe uğradı[5].
Yasa değişikliği konusu, ilk defa 1947'de CHP'nin VII. Kurultayı'nda gündeme geldi. Kurultayda programın milliyetçilik maddesine ilişkin söz alan Hamdullah Suphi Tanrıöver, gençlere milliyet duygusunun verilmesi için türbelerin tamir edilmesini, açılmasını önerdi[6]. Kanun değişikliği içeren yasa tasarısı, 21 Ocak 1950'de başbakan Şemsettin Günaltay tarafından meclise sunuldu; geniş bir mutabakatla 5 Mart 1950'de yasalaştı. Yeni yasa, türbelerin bir bölümünün Milli Eğitim Bakanlığı onayı ile açılmasına olanak sağladı. İlk olarak İstanbul'da Koca Mustafa Reşit Paşa türbesi, ardından Gazi Osman Paşa türbesi açıldı. Bunu Barbaros Hayrettin Paşa türbesi, Osmanlı sultanlarından Kanuni ve`Yavuz'un, Bursa'da Osman Gazi ve Orhan Gazi'nin türbelerinin ve Yeşil Türbe'nin açılışı izledi. Mimar Sinan'ın, Fatihin türbesi, içinde Abdülaziz ve II.Abdülhamit'inde yatmakta oldukları II. Mahmut Türbesi, Bolayır’da Şehzade Gazi Süleyman Paşa, Kırşehir’de Âşık Paşa, Konya’da Selçuklu sultanları, Akşehir’de Nasreddin Hoca türbeleri ilk partide açılan türbelerdendir.

1990’da çıkan yasa ise türbelerin açılması için Bakanlar Kurulu onayının alınması şartını ortadan kaldırdı; Kültür Bakanlığı’nın onayı yeterli görüldü.
Siyasilerin tarikat mensupları ile ilişki kurması sonucu tarikatların itibar kazanması ile yasa uygulanmaz duruma geldi. Tarikatlar, yasaklı olmalarına rağmen etkinliklerini sürdürebilmektedirler.

Tekke ve Zaviyeler neden kapandı?​


Gelişmeleri takip edememiş, kendisini yenileyememiş, gelişmemiş bir bilgi yığını vardı. Asırlar öncesinin malûmatları tekrar ediliyordu. Dört-beş asır boyunca geçmişin birikimleriyle idâre edilmiş, şerh ve bir takım açıklamalardan öteye gidilememişti.
Elbette kendisini yenileyememiş, gelişmelere paralel bir eğitim seyri takip edememiş medrese, tekke ve zâviye; “fen, felsefe ve ilmin” sacayaklarına oturmuş bir şekilde Deccalizmin saldırılarına cevap veremezdi. Kur’ân etrafındaki surlar Osmanlı devletinin çöküş sürecine girmesiyle, medreselerden fen ilimlerinin kaldırılmasıyla, tekke ve zaviyelerin de kendilerini yenileyememiş olmasıyla yıkılmaya yüz tutmuştu. Askerî sahadaki gerileme, ilmiye sahasında da görülmeye başlanmış, eğitim müessesesi skolastikleşmiş; fen ve felsefeden gelen hücumlar durdurulamamıştı.
Yükselme Devri’nde, Fâtih Sultan Mehmed zamanında, Sahn-ı Seman medreselerinde (üniversitelerinde), din ilimleri ile fen ilimleri yan yana okutuluyordu. Ebussuûd’un, “Medreselerde tabiî ilimleri okutmaya gerek yoktur” meâlindeki fetvasıyla; fen ilimleri kaldırılmıştı. Artık, salâbet değil; taassup hüküm sürmeye başlamıştı. Oysa, İslâmiyet “taassubu” (bir şeye körü körüne yapışmayı) değil, “salâbeti”, hakkı, gerçeği, akıl ve bürhanlarla bulduktan sonra ona sımsıkı sarılmayı gerektiriyor. Medrese, tekye ve zâviye bundan mahrum kalmıştı.
20. asrın başlarında, II. Abdülhamid tarafından İslâm ülkelerinin durumunu tesbit için vazifelendirilenlerden birisi olan Abdürreşid İbrahim, medreselerinde yetiştirdiği ilim adamlarıyla meşhur olan Buhara’daki eğitim sistemi hakkında şunları söylemektedir:
“Öğretim usûlü berbat. Bir kitabın mukaddimesini beş senede okurlar. Yirmi-otuz sene bir medrese odasında oturur; bütün ömrünü alât, lisân tahsilinde geçirir; sonunda iki kelimeyi konuşamadığı gibi, bir satır da Arapça ibâre yazamaz. Tahsil, çok acınacak bir haldedir.”
 
Tekkelerin kapanması kimseye fayda sağlamaz,,,Bilakis oralar ilim kapısıdır,onada kimse engel olmaz,eskiden çok karışıkmış
fakat şimdi öyle zihniyetler yok elhamdulillah...
 
Tekke ve zaviyeler kapatılırken , devletin başındaki zihniyette;
Önce bu milleti dinden uzaklaştırmamız lazım"
düşüncesi vardı. Herşeylerini bunun üzerine yaptılar. Üstüne de ne olduğu belli olmayan, şu gün bile milletin " İSLAM KARŞITI" olarak algıladığı bu düşünceler milletin temel direklerini zedeledi.

İlim yuvalarının kapatılmasının ne mantıklı bir tarafı ne de geçerli bir nedeni var. Önce savaşıp milyonlarca şehit verdik , ülke onlarca sene geriye gitti .. sonra da savaştığımız devletlerin yaşam tarzlarını , düşüncelerini aldık getirdik , millete zorla dayayıp kabul etmeyenleri astık.

Madem onlar gibi olacaktık, milyonlarca şehide ne gerek vardı?
 
Bence herkes diledigi ortamda yasamali toplanmali bu baglamda Tekke ve zaviyelerin kapanip acilmasi zerre kadar umurumda degil.F tipi sohpetlere giden,cuppelilere takilan ve bazi diger yerlere takilan insanlardan tanidiklarimdan insanlar onlardan gordugum ornek su birisi kuranin kerimin k sini bilmiyor digeri agbisinin kizinin elini sıkmıyor digeri ise cubbelinin yuzunden nur aktigini soyluyor.Sonucta 2014 okuma yazmasi yuzdesi 90 larin cok ustunde,geriye donunce okuma yazmasi yuzde 10 larin altinda (ki yuzde 4 oldugu soyleniyor cumhuriyet oncesi)olan bir ortamdaki tekke ve zaviyelrinin faydasi ve zarari bilgisi cok esrarengiz.
 
Üstat ne güzel demiş "Medeniyet dediğin tek dişi kalmış Canavar".
 
Geri