Ansiklopedi İnsülin Nedir?

İnsülin, moleküler ağırlığı 5,8 kilodalton (kDa) olan, polipeptit yapılı ve vücuttaki karbonhidrat özüştürmesinin düzenlenmesinde glukagon ile birlikte rol alan bir hormondur. Kan şekerini düşürücü etki yapar. Pankreasın hormonal salgı birimleri olan Langerhans adacıklarından salgılanan insülinin adı da Latince'de "ada" anlamına gelen "insula" sözcüğünden türetilmiştir.

insulin.jpg insulin.jpg
İnsülinin, karbonhidrat özüştürmesinin birincil dengeleyicisi olmanın yanında, karbonhidrat metabolizması ile ilişki içinde bulunan yağ ve protein metabolizmaları üzerinde de önemi vardır ve kandaki insülin derişimi değişikliklerinin tüm bedende yaygın etkileri bulunur. Bu hormonun tam yokluğu, şeker hastalığının 1. tipine (yüksek şeker); görece azlığı ya da insüline karşı direnç ya da her ikisinin birlikte olması ise 2. tip şeker hastalığına (düşük şeker) yol açar. Bu doğrultuda, endüstriyel olarak üretilmiş olan insülin, tip-1 şeker hastalığında ve başka ilaçların yetersiz kaldığı tip-2 şeker hastalığı vakalarında ilaç olarak kullanılır.

İnsülinin yapısı hayvanlar arasında görece küçük farklara bağlı bir çeşitlilik gösterir ve insan insülinine en benzer yapıdaki insülin, arada tek bir aminoasit biriminin faklı oluşuyla, domuz insülinidir. İnsülinin karbonhidrat metabolizması üzerindeki düzenleyici işlevinin etkinliği de insandan insana değişkenlik gösterebilmektedir.

İnsülin Nedir?​

İnsülinin görevini anlayabilmek için öncelikle, vücudumuzun fonksiyonlarını yerine getirirken gerekli olan enerjiyi nasıl sağladığını kısaca bilmemiz gerekir.

Yediğimiz besinler sindirime uğradıktan sonra vücudumuzda bulunan enzimler sayesinde şekere parçalanır. Şeker (glikoz) kan akımı ile vücudun tüm bölümlerine taşınır. Vücudumuzun ana besin kaynağı olan şeker, enerji sağlayabilmek için kandan vücut hücrelerinin (kas hücreleri, yağ hücreleri ve karaciğer hücreleri) içine girmelidir.

İnsülin, vücudumuzda midenin arka tarafında bulunan bir organ olan pankreastaki beta hücrelerinde salgılanan birhormondur. Kandaki şekerini kandan ayrılarak hücre içine girmesini sağlar. Böylelikle kandaki şeker düzeyi de azalmış olur.

Diyabetli olmayan bir insanda her gıda alımı sonrası pankreas alınan besinlerin enerji haline dönüşmesini sağlamak için insülin üretir. Bu demektir ki tüm insanlar insüline bağımlıdır. Diyabetlilerde ise, pankreas yeterli miktarda insülini üretmez veya üretilen insülin hedef hücreler (kas, yağ ve karaciğer hücreleri) tarafından kullanılmaz. Bu durumda vücudumuz için hayati öneme sahip olan insülini dışarıdan vücudumuza sağlamamız gerekmektedir.

İnsülin şu an için, hap ya da tablet şeklinde kullanılamamaktadır. İnsülin bir enjektörle cilt altına enjekte edilmek üzere sıvı halde bulunmaktadır.

İnsülin enjeksiyonu, halk arasında bilinen aksine, sigara ve alkol gibi bağımlılık ve alışkanlık yapmaz. İnsülinin hayat kurtaran bir ilaç olduğunu ve aslında kendimize enjeksiyon yapmakla daha sağlıklı bir yaşam sürmek için gerekli olanı yaptığımızı hatırlamamız bu fikre alışmamızı kolaylaştırabilir.

İnsülin, diyabet tedavisindeki en önemli araçlardan biridir. Fakat, insülin tek başına kan şekeri düzeyini kontrol etmez. Eğer verilen diyet programlarına uymaz ve düzenli egzersiz yapmazsanız dünyadaki hiçbir insülin diyabetinizi kontrol altına alamaz.

Insulin Nasıl Üretilir?​

Üretilen ilk insülin preparatları hayvan pankreasından (sığır, domuz ya da sığır/domuz karışımı) elde edilirken son 10 yıl içinde yarı sentetik yolla insan insülini elde edilmiştir.

Hayvanlardan elde edilen insülin, biyolojik ve kimyasal reaksiyonlarla insanın ürettiği insülinle aynı hale getirilmiş) ve daha sonra genetik mühendisliği ile bakteriler ve mayalara insan insülin geni aşılanarak insan insülini üretmeleri sağlanmıştır. Günümüzde biyosentetik insan insülinleri rekombinant DNA teknolojisi ile üretilmekte ve şeker hastalarınca yaygın olarak kullanılmaktadır.

İnsülinin Keşfedilmesi​

1869 yılında Berlin'de bir tıp öğrencisi olan Paul Langerhans, mikroskopla pankreasın yapısını incelerken, pankreasın dış salgı (ekzokrin) dokusunun içinde yayılmış ve daha önce belirlenememiş hücre kümelerine rastlamıştır. Bir süre sonra Eduard Laguesse, daha sonraları "Langerhans adacıkları" diye adlandırılacak olan ve o dönemde işlevleri bilinmeyen bu hücreler için, sindirimde rolü olan bir salgı üretiyor olabilecekleri fikrini öne sürmüştür.

1889'da Polonya asıllı Alman tıp doktoru Oscar Minkowski, Joseph von Mehring ile birlikte yürüttükleri bir çalışmada, pankreasın sindirim üzerindeki bu öngörülmüş rolünü gösterebilmek için sağlıklı bir köpeğin pankreasını çıkarmıştır. Bundan birkaç gün sonra, Minkowski'nin hayvan bakıcısı tarafından köpeğin idrarının üzerinde sineklerin uçuştuğunu farkedilmiş ve köpeğin idrarı test edildiğinde de içinde şeker olduğu ortaya çıkmıştır. Bu, pankreas ve şeker hastalığı arasındaki ilişkiyi ortaya koyan ilk bulgu olmuştur. 1901 yılında ise, Eugene Opie'nin Langerhans adacıkları ile şeker hastalığı arasındaki ilişkiyi "Şeker hastalığının nedeni, Langerhans adacıklarındaki harabiyettir ve yalnızca bu adacıkların kısmen ya da tamamen harabolmasıyla gelişir" cümlesi ile açıkça ortaya koymasıyla, bir başka önemli adım atılmıştır.

Ondan sonraki 20 yıl boyunca, adacıkların salgılarını toplayıp, ilaç olarak kullanmak için birçok çalışma yapılmıştır. 1906 yılında, George Ludwig Zuelzer köpeklerin pankreas özütüyle iyileştirilmesinde kısmen başarı sağlamış, fakat çalışmalarını sürdürememiştir.

1911'le 1912 yılları arasında, Şikago Üniversitesi'nden E. L. Scott sulandırılmış pankreas özütlerini kullanmış ve glikozüride hafif bir azalma gözlediğini not etmiştir ama şefini ikna edememiş ve araştırması da durdurulmuştur.

1919'da ise Rockefeller Üniversitesi'nden Israel Kleiner benzer etkileri göstermiştir ama o da I. Dünya Savaşı nedeni ile kesilen çalışmalarına bir daha dönememiştir.

Romen Tıp Okulu'nda fizyoloji profesörü olan Nicolae Paulescu, Fransa'da sürdürülüp Romanya'da da patenti alınmış benzer bir çalışmayı 1921'de yayımlamıştır ve o zamandan beri de Romenler, insülini keşfeden kişi olma unvanının Nicolae Paulescu'ya ait olduğunu savunagelmişlerdir.

Ancak, 1923'de Nobel ödülleri komitesi, insülinin elde edilmesine yönelik kullanışlı bir yöntem buldukları için Toronto Üniversitesi'nden bir ekibi ödüllendirmeyi uygun bulmuştur. Bu ödülü getiren gelişmelerin oluşu şöyledir:

  • Kasım 1920'de, Minkowski'nin makalelerinden birini gözden geçirmekte olan Frederick Banting, Minkowski'nin üzerinde çalıştığı sindirim salgılarının kendi kendini yıktığı ve bunun sonucunda da başarılı bir özüt elde etmenin imkânsız hale geliği sonucuna varır, kendisine de bir not yazar: "Köpeğin pankreas kanallarını bağla. Salgı bezleri dejenere olana ve adacıklar kalana dek köpeği yaşat. Elde ettiğin adacıkların salgılarını ayırmaya çalış ve glikozüriyi tedavi et."
  • Banting Toronto'ya, J. J. R. Macleod ile görüşmeye gider ama Macleod Banting'in fikrinden pek etkilenmez. Yine de Banting'e üniversitede bir laboratuvar, bir asistan, Charles Best adlı bir tıp öğrencisi ve 10 da köpek sağlar ve kendisi de 1921 yazı boyunca tatile çıkar. Banting ve ekibinin uygun salgı eldesi için kullandığı yöntem şöyledir:
  1. Köpeklerin pankreas kanalını bağlar ve birkaç hafta beklerler.
  2. Bu süreç içerisinde, pankreasın dış salgı bezlerinden salgılanan ve bağırsağa akamayıp, pankreas içinde hapsolan sindirim salgısı bezlerin kendisini yıkar, artıklar bağışıklık sistemi tarafından temizlenir ve geriye binlerce adacık kalır.
  3. Sonra, bu adacıkların salgısından "isletin" adını verdikleri proteini ayrıştırırlar ve bu salgıyı kullanan Banting ve Best, pankreası çıkartılmış bir köpeği yaz boyunca yaşatmayı başarırlar.
  • Yolculuğundan dönen Macleod bu araştırmanın değerini görür ama yöntemin kesinlikle çalıştığının kanıtlanması için çalışmanın tekrar edilmesini ister. Haftalar sonra bir kez daha yöntemin başarılı olduğu görüldüğünde de ekibin sonuçlarını Kasım ayında ve Toronto'da yayınlamalarına özel olarak yardım eder. Ancak, bu yöntem ile isletin eldesi için 6 haftaya gerek duymaları ve bunun da deneyleri büyük oranda yavaşlatıyor olması nedeniyle Banting, fetal dönemde henüz sindirim bezleri gelişmemiş olan dana pankreası kullanmayı önerir ve bu metodun iyi çalıştığı görülür.
  • Gerekli salgının bolca eldesi sorunu ortadan kalkınca, sıra bir sonraki önemli adım olan protein saflaştırılmasına gelir. Bunun için, Aralık 1921'de Macleod, biyokimyacı James Collip'i yardıma çağırır ve o da bir ay içinde deney yapmak için hazır duruma gelir.
  • 11 Ocak 1922'de, 14 yaşında bir şeker hastası olan Leonard Thompson'a ilk enjeksiyon yapılır. Ancak, elde edilen özütün yeterince saf olmaması nedeniyle, hastada ciddi bir allerjik reaksiyon gelişir ve sonraki enjeksiyonlar ertelenir. Ondan sonraki 12 gün boyunca gece gündüz çalışan Collip, özütü daha saf hale getirmeyi başarır ve 23 Ocak'da ikinci doz enjekte edilir. Bu enjeksiyon, yalnız belirgin yan etkilerin görülmemesi açısından değil, şeker hastalığının belirtilerini tamamen gidermesi ile de çok başarılı olur. Ancak, Collip'i araya giren biri olarak değerlendiren Banting ve Best, onunla başından beri iyi çalışamazlar ve Collip de kısa süre sonra ayrılır.
  • Best, 1922 yılı ilkbaharı boyunca, tekniklerini istenildiğinde büyük miktarlarda insülinin ayrıştırılabileceği hale geliştirir ama elde edilen özüt hala yeterince saf değildir. Ancak, 1921'deki ilk yayınları üzerine kendilerine yardım önerisi ile gelmiş olan Eli Lilly'nin bu önerisini Nisan 1922'de kabul ederler ve Kasım 1922'de büyük bir adım atan Eli Lilly, büyük miktarlarda insülini saflaştırmayı başarır. Bundan kısa bir süre sonra da insülinin satışına geçilmesi önerilir.
  • Tüm bu büyük buluş için, Macleod ve Banting'e 1923 yılının Fizyoloji ya da Tıp'da Nobel Ödülü verilir. Best'in ödüle dahil edilmemesini eleştiren Banting, ödülünü Best ile paylaşır; Macleod da geçikmez ve kendi ödülüne Collip'i dahil eder. İnsülinin patenti ise 1 dolar karşılığında Toronto Üniversitesi'ne satılır.
İnsülin molekülünü oluşturan aminoasitlerin tam dizilimi (birincil yapı) ise İngiliz moleküler biyolog Frederick Sanger tarafından belirlenmiştir ve yapısı tamamen çözümlenebilen ilk protein insülin olmuş, Sanger de bunun için 1958 yılının Kimya'da Nobel Ödülü'ne layık görülmüştür. Dorothy Crowfoot Hodgkin ise, yıllar süren uğraşlardan sonra 1967'de, molekülün 3 boyutlu yapısını X ışını saçılımı çalışmaları ile belirlemiş ve o da Nobel Ödülü'ne layık görülmüştür.

Kaynak:
Diyabet Vakfı
www.diyabetikkedi.com
Vikipedi
 

Karışım İnsulin Ne Demektir?​

İnsülinler Nasıl Karıştırılır : Bazı hastalarda regüler veya NPH insulinler tek başlarına kullanılarak kan şekerleri kontrol altına alınamamaktadır. Belli miktarda regüler insulin ile NPH insülin karıştırılarak uygulama yapılmaktadır. İnsülin üreten firmalar hastaların bu tür karışım kullanımlarını kolaylaştırmak için belli oranlarda regüler insülin ile NPH insülini (10/90,20/80,30/70,40/60,50/50) aynı flakonda karışım olarak kullanıma hazır şekilde üretmektedir.

İnsülinler karıştırılırken enjektöre önce kısa etkili insülin daha sonra orta veya uzun etkili insülin çekilmelidir. Böylece kısa etkili insülin şişesinin orta etkili insülin ile kontamine olması ve kısa etkili özelliğini kaybetmesi önlenmiş olur. Kısa etkili insülin ile orta etkili insülin gerek enjektörde gerekse aynı şişede karıştırılabilir. Bununla birlikte Lente insülinin enjeksiyondan hemen önce, kısa etkili insülin ile karıştırılması gereklidir. Kısa etkili insülin hiç bir zaman Lente insülin ile aynı şişede saklanamaz. Aksi taktirde kısa etkili insülin orta etkili hale dönüşür.NPH ve Lente İnsülin aynı enjektörde veya şişede karıştırılmamalıdır.

İnsülin Enjeksiyonu Hangi Yolla Yapılır?​

Acil durumlarda insülin enjeksiyonu cilt altı (subkutan) yolla yapılır. Kısa etkili insulinler damar yoluyla, kas içi ve cilt altı yolla verilir. Bunların dışında günümüzde ağızdan (oral), burun yoluyla (nazal), solunum yoluyla (inhalasyonla) ve transdermal yolla insulin uygulamıs için çalışmalar yapılmaktadır.

İnsülin Enjeksiyonu Nasıl Yapılır?​

Enjeksiyonlar derin subkutan dokuya yapılmalıdır. Bunun için deri altı dokusu genişçe kavlanır ve iğne 45 derece açı ile batırılır. Deri altı dokusu iğne uzunluğundan kalınsa enjeksiyon 90 derece açı ile yapılabilir. İnsülin çok hızlı emileceği ve ağrılı olacağı için kas içine enjeksiyondan sakınılmalıdır. Standart insülin enjektörleri 12,7 mm'lik iğneye sahiptir. Günümüzde kısa (8mm) iğneler de mevcuttur. Kısa iğneler ile enjeksiyon yapılıyorsa edolesan çocuklarda her bölgeye 90 derece açı ile enjeksiyon yapılabilir. Bununla birlikte daha küçük çocuklara ve zayıf kişilere 45 dere açı ile enjeksiyon yapılmalıdır. İnsülin kalemleri 8mm'lik iğneler içermektedir.

İnsülin Preparatları Nasıl Saklanmalıdır?​

İnsülin aşırı sıcak yoksa oda ısısında bir kaç hafta stabil kalabilir. Kullanılmayan insülinler buzdolabında (2-8 derecede) saklanmalı fakat asla dondurulmamalıdır. İnsülin, şişe açıldıktan sonra veya yüksek ısıya maruz kalınca etkisini kaybedebilir. İnsülin şişeleri açıldıktan sonra buzdolabında üç ay oda ısısında bir ay saklanabilir. Kalem İnsülinler (Penfill) kalemin içinde olarak buzdolabında üç ay, oda ısısında üç hafta saklanabilir. Bütün bunların yanında şişe üzerinde yazan son kullanma tarihine dikkat edilmelidir. İnsülin direkt güneş ışığında bırakılmamalı, flakon çok sert ve hızlı sallanmamalıdır. Yolculukta, küçük bir el çantası içerisinde kendi muhafaza kutusunda taşınabilir. Park edilmiş araba içerisinde bırakılmamalıdır. ( Bu durumda arabanın iç ısısı 30 derecenin çok üzerine çıkabilmektedir). İnsülin asla bagaja verilmemelidir.
 
Bunlar da ilginizi çekebilir...
İnsülin direnci nedir? İnsülin değeri kaç olmalıdır?
  • MURATS44
  • MURATS44,
  • Sağlık
  • 0    2K
Mobbing (Yıldırma) nedir?
  • MURATS44
  • MURATS44,
  • Ansiklopedi
  • 0    1K
Cushing Sendromu Nedir?
  • MURATS44
  • MURATS44,
  • Sağlık
  • 0    59
Heimlich Manevrası Nedir? Nasıl Yapılır?
  • Ugur
  • Ugur,
  • Ansiklopedi
  • 0    9K
Yakuza Nedir?
  • Ugur
  • Ugur,
  • Ansiklopedi
  • 2    88
Geri