Rumeli Yöresel Türküleri Söz ve Hikayeleri

Celik

Emekli Admin
Katılım
8 Nisan 2013
"Çalın davulları çaydan aşağıya" (Selanik) türküsünün sözleri


Çalın davulları çaydan aşağıya (Amman)
Mezarımı kazın dostlar belden aşağıya
Koyun sularımı kazan dolunca (Amman)

Aman ölüm zalim ölüm
Üç gün ara ver
Al başımdan bu sevdayı
Götür yare ver

Selanik içinde selam okunur (Amman)
Selamin sedası dostlar cana dokunur
Gelin olanlara kına yakılır (Amman)

Aman ölüm zalim ölüm
Üç gün ara ver
Al başımdan bu sevdayı
Götür yare ver


"Çalın davulları çaydan aşağıya türküsünün" hikayesi

Süleyman Ağa Cami, Selanik’in eski merkezinde etrafı asırlık ağaçlarla çevrili bir hazirenin içinde bulunudu ve avlusunda güzel bir şadırvanı vardı. Caminin az ilerisinde asmalı bir sokak kahvesi ve çeşit çeşit ürünlerin bulunduğu dükkanlar vardı. Bu dükkanların biri de Rendalı Rüstem Ağa’ya ait kumaş dükkanıydı. Birkaç yardımcısıyla beraber çalışırdı Rüstem ağa. Selanik güzel feraceli Türk hanımları kumaşlarını hep ondan alırlardı. Etrafta sevilirdi Rüstem ağa… Dürüst, sözüne güvenilir olmasıyla bilinirdi.

Rüstem ağanın dükkanına bir gün bir delikanlı girdi. Kumaşlara baktı, biraz kumaş aldı. Adı Mehmet’ti delikanlının. Selanik yakınlarında Mazganlı adında bir Türk köyünden gelmişti. Önce birkaç arkadaşıyla Selanik pazarına uğramış, koyunlarını satmış, sonra da Rüstem ağanın dükkanına gelmişti. Aslında Mehmet’in niyeti Selanik’ bir iş bulup çalışmaktı, köyde geçim zordu, yaşlı anne babasıyla yaşıyordu. Kumaşlara bakarken Rüstem ağayla sohbet etmeye başladılar. Mehmet nerden geldiğini, ailesini, dört erkek kardeş olduklarını, pazarda koyunlarını sattığını, iş aradığını, hesap kitap bildiğini anlattı. Rüstem ağa dört erkek çocuk lafını duyunca iç geçirdi, demek dört erkek evlada sahip babalarda varmış diye ama asla isyan etmedi. Rüstem ağanın gözü delikanlıyı tuttu, kendisi de bir süredir dükkana iyi, güvenilir, dürüst bir kişi arıyordu. İşte aradığı kişi ayağına gelmişti. Mehmet’e dükkanda işe başlamasını, kalacak yerini, yiyeceğini, giyeceğini karşılacağını ve bir miktar para vereceğini söyledi. Mehmet bu teklif karşısında önce şaşırdı ama sonra kabul etti ve hemen o gün işe başladı. Mehmet işi çabuk benimsedi, çok çalışıyor, her işe koşuyordu. Rüstem ağa Mehmet’ten çok memnundu, işe aldığına hiç pişman değildi, çok çalışıyor, müşteriye çok iyi davranıyordu. Zamanla daha da çok beğendi Rüstem ağa Mehmet’in çalışmasını, hatta beğenmekle kalmayıp sevdi de bu delikanlıyı.

Mehmet artık Rüstem ağanın eli kolu olmuştu, her işe o koşuyordu. Rüstem ağa bazen Mehmet’i konağa yollar, ya unuttuğu bir şeyi aldırır ya da eve bir şey gönderirdi. Kapıyı hep Fitnat açardı. Zamanla bu iki gencin içine sevda ateşi düştü. Bir gece ikisi de konağın bahçesinde gizlice görüştüler ve birbirlerini sevdiklerini itiraf ettiler. Fitnat bu gence gönül vermişti, Mehmet’te Fitnat’a. Mehmetle Fitnat fırsat buldukça gizli gizli buluşuyorlardı. Sevdaları günden güne büyüyordu ama Fitnat gün geçtikçe durgunlaşıyordu. Bir gün annesi durumu anladı ve Rüstem ağaya açtı. Rüstem ağa hoşgörüyle karşıladı ve olur verdi. Mehmet’i kaç aydır tanıyordu, ondan daha iyisini mi bulacaktı. Babasının olur verdiğini duyan Fitnat çok mutlu oldu hemen Mehmet’e haber verdi. Mehmet hemen ertesi gün Rüstem ağadan izin alıp Mazganlı’ya annesini ve babasını almaya gitti. Mehmet ana babasına durumu anlattı, onlarda olumlu karşıladılar. Mehmet biraz Mazganlı’da kaldı ve sonra yola çıktılar. Annesi babası Rüstem ağanın konağında çok iyi karşılandılar, iyi bir şekilde ağırlandılar, kahvelerini içtiler ve Fitnat’ı Mehmet’ istediler. Rüstem ağanın tek bir şartı vardı:Mehmet’in iç güveysi gelmesi… Mehmet’in ana babası bunu kabul ettiler. Düğün zamanı görüşmek üzere izin isteyen Mehmet’in ana babası Mazganlı’ya geri döndüler. Rüstem ağa düğünün en kısa sürede yapılmasını istiyordu. Düğünü Selanik yakınlarındaki Nasiriç’teki çiftlikte yapacaklardı. Son kızıydı bu Rüstem ağanın, o yüzden düğünde ona göre olmalıydı. Dillerden düşmeyecek yıllarca konuşulacak bir düğün olmalıydı, günlerce davullar çalmalıydı. Hemen düğün hazırlıklarına başladılar.



Fitnat ve Mehmet artık düğün için gün saymaya başlamışlardı. Fakat Fitnat’ın da kaderi bu ya, düğün zaman çok kötü bir döneme denk gelmişti. Selanik çok kötü günler yaşıyordu. Bir süredir Selanik’te kolera salgını başlamıştı ve her tarafa yayılıyordu. Sadece Selanik değil Serez, Gümülcine, İskeçe bu salgınla boğuşuyordu. İstanbul’dan ve bir çok şehirden Selanik’ akın akın doktorlar geliyor, seyyar hastaneler kuruyor ve hastalığı engelemeye çalışıyorlardı. Artık her sabah Selanik sala sesleriyle uyanıyor, kadınlar evlerin cumbalarından her gün sokaklardan geçen cenazelere bakıyor ve bu felaketin ailelerinden uzak durması için dua ediyorlardı. Her gün bir evden cenaze çıkıyor, ağıtlar göklere yükseliyordu. Fakat düğünü de yapmak lazımdı. Herkes Fitnat’ın Mehmetle evleneceğini biliyordu, işi uzatılırsa laf olur, hoş karşılanmazdı. Temmuz sonunda Nasiriç’teki çiftlikte düğünü yapmaya karar verdiler.


Düğün gününe bir hafta kala Fitnat yataklara düştü, soldu, sarardı, yemeden içmeden kesildi. Babası hemen doktorları çağırdı, doktorlar hastalığı tespit ettiler. Tüm Selanik’i kavuran kolera illeti en sonunda Fitnat’ı da bulmuştu. Doktorlar durumunun umutsuz olduğunu söylediler anne babasına. Rüstem ağanın dünyası başına yıkıldı. Kızına bir şey olursa nasıl dayanacaktı bu acıya? Ya Mehmet’ nasıl söyleyeceklerdi durumu, kim nasıl söyleyecekti? Düğününü bekleyen delikanlı sevdiğinin cenazesini mi kaldıracaktı? Hangi yürek dayanırdı buna? Nasıl kaderdi bu, sevdalıları ayırıyordu. Daha düne kadar içinde düğün hazırlıkları yapılan konakta ağıtlar yükselmeye başladı. Annesi, akrabaları Fitnat’ın çeyizleri başında ağıtlar yakıyorlardı. Fitnat’ı durumu ağır olan hastaların bulunduğu Alaca İmaret’e taşıdılar. Artık herkes biliyordu Fitnat’ın öleceğini. Çünkü tüm şehirdeki durumu ağır olup yakında ölmesi beklenen hastalar Alaca İmaret’e taşınırdı. Fitnat da anlamıştı yakında öleceğini… Duygularını söylemeye başladı, türküye döktü:

"Çalın davulları çaydan aşağıya
Mezarımı kazın bre dostlar belden aşağıya
Suyumu kaynatın kazan doluncaya…
Aman ölüm zalim ölüm üç gün ara ver.
Al başımdan bu sevdayı götür yare ver".



Fitnat’ın türküsü yarım kaldı. Düğüne üç gün kala Fitnat’ın nefesi bir gece kesiliverdi. Konağa haber verdiler, komşular uykularından ağıtlarla uyandılar, herkes anlamıştı Fitnat’ın öldüğünü… Sabah kazanlarda suyunu ısıttılar, Fitnat’ yıkadılar, kefenlediler. Kimsenin yüreği dayanmadı buna. Ağıtlar, çığlıklar Selanik’i inletti. Koleradan yüzlerce insan ölüyordu ama Fitnat farklıydı. Üç gün sonra gelinliğini giyip at üstünde Selanik sokaklarında gezdirilecekti. Oysa şimdi tabutu omuzlarda Selanik’in cumbalı evleriyle dolu sokaklardan doğru geçerek Horatacı Süleyman Efendi camine götürülüyordü. Oysa üç gün sonra bu sokaklardan davullu zurnalı düğün alayı geçecekti. Şimdi ise ağıtlar yükselen bir cenaze alayı geçiyordu. Tanıyan tanımayan herkes üzüldü Fitnat’a, Rumu, Yahudisi, Ermenisi; kaderini duyan herkes üzüldü… Mehmet kendi kazdı Fitnat’ının mezarını. Fitnat’ın yarım kalan türküsünü de o tamamladı:

"Selanik içinde sala okunur,
Salanın sedası cana dokunur.
Gelin olan kıza kına yakılır.
Aman ölüm zalim ölüm üç gün ara ver.
Al başımdan bu sevdayı, götür yare ver.
Selanik Selanik… Issız kalasın.
Taşına toprağına bre dostlar, diken dolası
Sen de benim gibi yarsız kalasın.
Aman ölüm zalim ölüm üç gün ara ver.
Al başımdan bu sevdayı, götür yare ver".


Gerçekten de bir süre sonra Selanik ıssız kaldı. Kara bulutlar çöktü güzelim şehrin üzerine. Önce Balkan Harbinde Yunanlıların eline geçti şehir… Hemen güzelim şehrin simgesi olan kuleyi beyaza boyadılar… O kuleyi beyaza boyamakla şehri vaftiz ettiklerini düşündüler, şehirdeki Türk izlerini sildiklerini varsaydılar. Yunanlılara göre şehir artık bir Hristiyan şehriydi ve kulenin adı da artık Beyaz Kule idi. Horatacı camini kiliseye çevirdiler… Bugün ise Horatacı caminden sadece geriye cami ve minaresi kaldı. Asırlık ağaçlar kesildi, haziresi yerle bir oldu, şadırvanı yıkıldı… Bir süre daha geçti, bu seferde mübadele başladı. Feraceli kadınlar, yağız delikanlılar, çocuklar, yaşlı dedeler nineler ellerinde denkler, sırtlarında heybelerle, çantalar, bohçalarla yollara düştüler. Camilerden ezan sesleri kesildi, kapılarına kilit vuruldu, cemaatleri dört bir yana dağıldı. Hanlar, hamamlar, tekkeler boşaltıldı. Cumbalı konaklar ıssız kaldı. Fitnat’ın ana babası, kardeşleri de konaklarını boşalttılar, gözyaşları içinde arkalarında Fitnat’ın mezarını bırakmanın acısıyla yollara düştüler. Göç etmenin acısı o kadar büyük geldi ki insanlara Fitnat’ın hikayesini unuttular, sadece türküsü kaldı dillerde, nesilden nesile aktarılan… Rüstem ağanın dileği olmadı, kızına dilden dile söylenecek bir düğün yapamadı, davulları çaldıramadı ama Fitnatla Mehmet’in türküsü dilden dile yayıldı.
 
"Drama köprüsü-Debreli Hasan"


Drama köprüsü Hasan dardır geçilmez
Soğuktur suları Hasan bir tas içilmez
At martinini Debreli Hasan dağlar inlesin
Drama mahpusunda Hasan Kara kedi dinlesin

Mezar taşlarını Hasan koyun mu sandın
Adam öldürmeyi Hasan oyun mu sandın
At martinini Debreli Hasan dağlar inlesin
Drama mahpusunda Hasan dostlar dinlesin

Drama köprüsü Hasan dardır daracık
Çok istemem Yanko Corbaci bin beş yüz liracık
At martinini Debreli Hasan dağlar inlesin
Drama mahpusunda Hasan Kara kedi dinlesin

Drama köprüsünü Hasan gece mi geçtin
Ecel şerbetini Hasan ölmeden mi içtin
At martinini Debreli Hasan dağlar inlesin
Drama mahpusunda Hasan dostlar dinlesin.

"Debreli Hasan - Drama köprüsü" türküsünün hikayesi

Debreli Hasan, Drama'da yetişmiş. Debreli namıyla mübadele öncesi donemde Drama-Serez-Sarisaban bölgelerinde faaliyet göstermiş bir halk kahramanı eşkıyadır.

Drama köprüsünü,o devrin haksızlıkla para kazanan halkı ezen zenginlerinden aldığı haraçla yaptırmıştır. Debreli Hasan'ın yaşadığı,donem kesinlikle bilinmemekle beraber Cakircali Efe ile çağdaş olduğu görüşleri,hatta atıştıklarına dair hikayeler onun 1870-1920 yılları arasında Makedonya dağlarında egemen olduğunu göstermektedir. Bu konuda halk arasında söylenen menkıbeye göre;Selanikli Yahudi bir tüccar ticaret için İzmir'e gidecektir."Eğer bu civar dağlarda hükümran olan Debreli'den geçsen, Ege dağlarında Cakircali'dan geçemezsin. "denir, kendisine. Nitekim de öyle olur.

Debreli'nin çetesinde pek çok kişi yoktur. Bilinen Kara kedi namıyla bir tek kızanı olduğudur. Halka onu sevdiren eşkıya kişiliğinin en ustun tarafı ise fakirlere yardim etmesi,bilhassa birbirini seven yoksul gençleri evlendirmesidir. Bu konuda şöyle bir menkıbe de vardır. "Evlenmek niyetinde olan dağlı bir genç,tek danasını almış, İskece pazarına inmektedir. Yolu, Debreli Hasan tarafından kesilir. Delikanlının evlenmek için parası olmadığını anlayanca Debreli kendisine düğün için yetecek parayı verir ve ayrıca danasını satmamasını salık verip uğurlar."

Makedonya dağlarının Debreli'si sonunda padişah affına uğrar, veya diğer bir söylentiye göre mübadelede güvenlik güçlerinin elinden kaçmayı başarır ve Türkiye'ye göç eder.

İşte böyledir efsanesiyle Rumeli Türklerinin gönlüne yerleşmiş Debreli Hasan.
 
Yüksek Yüksek Tepelere


Yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar
Aşrı aşrı memlekete kız vermesinler
Annesinin bir tanesini hor görmesinler
Uçan da kuşlara malum olsun

Ben annemi özledim
Hem annemi hem babamı
Ben köyümü özledim
Babamın bir atı olsa bise de gelse

Annemin yelkeni olsa uçsa da gelse
Kardeşlerim yolları bilse de gelse...


Malkara köylerinden alındığı belirtilen türkünün filmlere konu olacak hikayesi şöyledir

Eski zamanlarda Malkara’da 15 yaşlarında Zeynep isimli güzel bir kız vardır. Bir gün köyde Ağa’nı bir düğünü olur. Düğünde eğlenceler ve at yarışları yapılır. At yarışlarına uzaklardan gelen Ali adında bir genç te katılır. Ali gönlünü düğünde gördüğü Zeynep’e kaptırır. Köyüne dönünce babasına Zeynep’i istetir. Ali’nin Köy’ü uzak olduğundan Zeynep’in ailesinin pek gönlü olmaz ama gönüllü gönülsüz verirler. Düğün yapılır, Zeynep Aili’ni köyü’ne gelin gider. Ancak ailesinden ayrı olmaya alışık olmayan Zeynep tam yedi yıl ailesini göremez. İçindeki hasret büyüdükçe türküler yakmaya başlar, düğünlerde söyler. Zeynep’in kocası Ali’de bu duruma aldırış etmez, yeri geldilçe Zeynep’i döver, O’nu hor görür. Zeynep üzüntüsünden hastalanıp yataklara düşer. Çevredekiler en sonunda dayanamayıp Zeynep’in anasını, babasını çağırırlar. Annesi bası geldiğinde Zeynep onlara bu türküyü mırıldanır ve bir daha da iyileşemez. Bu duruma çok üzülen çevresindeki halk bu türküyü dilden dile günümüze kadar aktarmıştır.
 
Cho Rexho (Kalk Reco)



Her türkünün bir hikayesi vardır ya,Cho Rexho (Kalk Reco) Türküsününde çok acıklı bir hikayesi var.Arnavutça bir türkü olan Cho Rexho'nun hikayesi kısaca şöyle:

Arnavut genç Reco evin tek erkek evladı ve düğünü var evlenecektir.Arnavut kültüründe bilirsinizki kız alınırken damat ve anne evde bekler. Tüm akrabalar, misafirler kızı almaya gider.Annesi heryerde Reco'yu arar. Evde telaş varken Reco çok sevdiği beyaz atının yanına gider. Kız alınıp gelinmiştir. Herkes Recoyu sorar, fakat Reco ortalıkta yoktur. Annesi ahırda Recoyu çok sevdiği o atının yanına uzanmış bir şekilde bulur. At huysuzlanıp Recoyu düğün gününde, en mutlu ve en önemli gününde öldürmüştür.. Annesi kahrından ağlar ağlar ağlar.. Recoyu yattığı yerden kaldırmaya çalışır. Uyandırmaya çalışır. Fakat Reco çoktan ölmüştür..


Çeviri:

Kalk reco çık samanlığa
Büyük düğün yapıyor annnen sana
kalk reco kalk ey çocuk
Kalk ey annesinin delisi
Bugün daha güzel gözüküyorsun

Gelin alayı geliyor ormanın ortasında
Annesinin reco'su Atın graştında
Kalk reco kalk ey çocuk
çünkü ocağımı söndürdün
Bugün daha güzel gözüküyorsun

Yelelerin kopsun ey at
Nasıl öldürdün Reco'mu tekmeyle
Kalk reco kalk ey çocuk
Ey kalk annem çünkü başka yok
 
Kırcali'yle Arda Arası (Aman Bre Deryalar)


Kırcaliyle Arda Arası
Saat Sekiz Sırası(Yusuf Um Saat Sekiz Sırası)
Ardalılar Ağlıyor (Yusufum)
Yoktur Çaresi

Aman Bre Deryalar Kanlıca Deryalar
Biz Nişanlıyız
İkimizde Bir Boydayız
Biz Delikanlıyız

Çıkar Aba Poturunu
Dalgalar Artacak
Demedim Mi Ben Sana
Kayığımız Batacak

Nakarat

Kırcaliyle Arda Boylarında
Kimler Gidecek
Garip Yusuf’un Annesine
Kim Haber Verecek


Kırcaali'yle Arda Arası "Aman Bre Deryalar" türküsünün acıklı hikâyesi;

"Yusuf ile Feride birbirlerini çok severler ancak aileleri bir türlü evlenmelerine razı gelmez. Yusuf bir gün kafasında bir plan yapar Arda Nehrini sevdiğiyle geçerek izlerini kaybettirip yeni bir hayat kurmayı düşler.

Bu durumu Feride’ye anlatır. Feride, Arda'ya bizim kayıklar dayanmaz gitmeyelim der ama nafiledir. Feride Yusuf’un ısrarlarına dayanamaz ve Arda’yı aşmayı kabul eder. Ancak şans yüzlerine gülmez ve daldalar kayığı devirir. Yusuf da boğularak ölür. Feride bir şekilde kurtulmayı başarır ancak Yusuf’un ölümü O'nu çok yaralar ve bu türküyü söyleyerek bir ağıt yakar...
 
Vardar Ovası



Mayadağ'dan kalkan kazlar
Al topuklu beyaz kızlar
Yarimin yüreği sızlar
Eğlenemem aldanamam
Ben bu yerlerde duramam

Vardar ovası, vardar ovası
Kazanamadım sıla parası
Vardar ovası, Vardar ovası
Kazanamadım rakı parası

Mayadağ'ın yıldızıyım
Ben annemin bir kızıyım
Efendimin sağ gözüyüm
Eğlenemem aldanamam
Ben bu yerlerde duramam


Vardar ovası, vardar ovası
Kazanamadım sıla parası
Vardar ovası, Vardar ovası
Kazanamadım rakı parası...




Vardar Ovası Türküsünün Hikayesi

Yıl 1371. Osmanlı devletinin büyüme ve genişleme süreci. İstanbul henüz fethedilmemiş,Anadolu'nun fethi tamamlanmamıştır. Osmanlı bir yandan Anadolu'da bir yandan Rumeli'de fetih harekâtını sürdürüyor. Alperen dervişler, Rumeli'de karargâh kurmuş,fethin altyapısını hazırlıyorlar. Önce gönülleri fethediyorlar,sonra fiili fetih başlıyor.

I.Murat devrinde, Osmanlı orduları Üsküp'ü kuşatıyor. Saray erbabı içinde bulunan Vezir Çandarlı Ali Bey’in otağı da buradadır. Kuşatma sürerken civar köylerden ve kasabalardan halk Osmanlıya sığınmak için ovaya akın eder.

İşte türkümüzün kahramanı genç kız da bu kalabalığın içinde aç sefil sığınacak yer aramaktadır. Genç kızın yolu Vezir Çandarlı Ali Beyin oğlu Çandarlı Halil Paşa (Daha sonra babasının ölümü ile vezir-i azam olmuştur) ile kesişir. Halil Paşa kızı sahiplenir,onu otağına alır ve el üstünde tutar. Savaş kazanılmış, bütün Balkanlar 500 senelik Türk hâkimiyetine girmiş fakat savaş alanında 1. Murat ölmüştür. Sonuçta ordu geri döner. Yanlarında Rumelili bir yığın insan vardır. Fakat bir kısmı kendi rızası, bir kısmı zorla yurtlarından koparılan bu insanların sıla özlemi hiç bitmez. Çandarlı Halil Paşanın yanına sığınan kahramanımız da Halil Paşa’yı çok sever, ona bağlanır ama memleket özlemi hiç bitmez. Böylece çok bilinen bu türküyü yakar.
 
Bülbülüm Altın Kafeste



Bülbülüm altın kafeste
Öter aheste aheste
Ötme bülbül yârim hasta
Ah neyleyim şu gönlüme
Hasret kaldım sevdiğime

Ben sana dayanamam yârim ben sana katlanamam
Ben sana katlanamam yârim ben sana dayanamam

Bülbülleri hâr ağlatır
Âşıkları yâr ağlatır
Ben feleğe neylemişim
Beni her bahar ağlatır

Ben sana dayanamam yârim ben sana katlanamam
Ben sana katlanamam yârim ben sana dayanamam

Yöre:RUMELİ


Bülbülüm Altın Kafeste Türküsünün Hikayesi

Melike, teyzesi Songül’ün arabası ile köy çesmesinin oradan geçerken su içmek ister.Su içmeye indiğinde çiçeklerden yapılmış olan tacı görür. Tacı başına taktığı anda Yusuf’la karşı karşıya kalır ve çok utanır. O tacı sevdiği kıza yaptığını düşünür ama gerçekte Yusuf da ondan etkilenmiştir ve tacı Melike’ye vermek ister. Bu bakışmalar sırasında Melike’nin babasının isteğiyle sözlü olduğu Hüseyin oradan geçmektedir ve bu yakınlaşmayı görür. Tepkisini Yusuf’a yumruk atarak verir ve kavga etmeye başlarlar. Songül Melike’yi alıp oradan uzaklaştırır. Hüseyin bu olaydan sonra vakit kaybetmeden evlenmek ister ve babası Rıza ağayı alıp Şevket beylerin (Melikelerin) evine ziyarete gider.

Melike’ye hediye olarak altından ayna götürürler ama Melike’nin gözü çiçekten yapılmış tacından başka bir şey görmemektedir. Melike bir gün Yusuf’la dere kenarında konuşurken Hüseyin’in arkadaşlarından biri onları görür ve Hüseyin’e söyler. Hüseyin çılgına dönmüştür ve bu olanların hesabını Şevket beyden sorar. Melike yıllardır gördüğü rüyadaki delikanlının Hüseyin değil Yusuf olduğunu anlamıştır. Hüseyin ise Melike’nin kalbini kazanmak için onu hediyelere boğar. Melike’ye en son altın kafeste bir bülbül getirir ama Melike’nin yine de umurunda olmaz. Kendini de o bülbül gibi kafese kapatacaklarını bilir. Nitekim Hüseyin Melike’yi kendi evlerine götürme zamanının geldiğini düşünerek genç kızı alır ve kendi evlerine götürür. Melike burada hastalanır. Günden güne eriyen genç kızın haline Hüseyin’in babası da artık dur demek ister ama oğluyla başa çıkamaz.
 
Arda Boylarında Kırmızı Erik


Arda boylarında kırmızı erik
Halime'nin ardında on yedi belik

Ah anneciğim ah anneciğim yaktın ya beni
Şu genç yaşta denizlere attın ya beni

Alıverin feracemi anneciğim diksin
O gıymatlı İsmail’ e kendisi gitsin

Ah anneciğim ah anneciğim yaktın ya beni
Şu genç yaşta denizlere attın ya beni

Uy uyan Recebim senin olayım
Ardalar aldı ya nerde bulayım

Arda boylarına ben kendim gittim
Dalgalar vurdukça can teslim ettim

Ah anneciğim ah anneciğim yaktın ya beni
Şu genç yaşta denizlere attın ya beni


Türkünün Hikayesi

Tekirdağ'ın Kayı köyünden genç bir kız ve bu kızın bir sevgilisi vardır. Fakat kızın ailesi istemeye geldiklerinde kızlarını bu gence vermezler. Aynı köyden bir başka genç ile kızlarını evlendirmeye karar verirler. Düğün günü gelip çatar ve kına gecesi geline kına yakılır. Gelin bu evliliğe karşı olduğu için ertesi gün sabaha karşı herkes uykuda iken kendini denize atar. Halk arasında genç kızın arkasından sevgilisinin de kendisini öldürdüğü söylenmektedir.
 
Estergon Kal'ası unutulmamalı :)

Estergon Kâl’ası bre dilber aman
Su başı durak aman
Kemirir gönlümü bre dilber aman
Bir sinsi firak.

Gönül yar peşinde bre dilber aman
Yar ondan ırak aman
Akam Tuna akma bre şahin aman
Ben bir dertliyim.

Yar peşinden amanda gezer
Koşar yandım kara bahtlıyım.

 
Estergon Kal'ası unutulmamalı :)

Unuturmuyum Hiç :)

Estergon Kalesi'nin Hikayesi


Kanuni Sultan Süleyman'ın Padişahlığı döneminde ve 1543 yılında elimize geçen Estergon Kalesi Sancakbeyli haline getirilerek Budin Beylerbeyliği'ne bağlanmıştı. Ancak kale, bundan yaklaşık elli yıl sonra Alman, Leh, Çek ve İtalyanlardan oluşan 80 bin kişilik bir haçlı ordusu tarafından kuşatıldı. Bu sırada Estergon Kalesi'nde yalnızca beş bin Türk askeri bulunuyordu.

Durum gerçekten çok kötüydü ve yardım alma ihtimali de yoktu. Düşmanın teslim olma teklifi Estergon muhafızı Kara Ali Bey tarafından kabul edilmedi. Kara Ali Bey ve yanındakiler, "Biz Rumeli gazileriyiz; kelle verir, kale vermeyiz!" diyorlardı.

Bu inancı taşıyan er kişilerin savunduğu kaleyi düşürmek elbette kolay olamazdı. Nitekim kuşatmanın uzaması, düşman askerlerini yöneten kumandanları çılgına çevirdi ve askerlerini kırbaçlatmaya başladılar, Bu durumu gören Kara Ali Bey yüksek bir sesle bağırdı:

- "Şu mel'un kumandan yere düşürülürse, kafir askerlerinin hepsi geri dönecektir. Kim onu vurursa, kendisine dilediği verilecektir!"

Bunun üzerine Osman isimli bir yiğit "Ya Allah" diyerek tetiği çekti ve düşman kumandanını yere serdi. Ancak ne var ki bu arada kale kumandanı Kara Ali Bey de şehid oldu. O'nun yerine kumandayı, o sırada kalede bulunan Anadolu Beylerbeyi Lala Mehmed Paşa aldı. Ancak, kalede kıtlık ve susuzluk başladığı için yapılacak fazla bir şey yoktu.

Kalede bulunan tarihçi Peçevi İbrahim Efendi durumu şöyle özetliyordu:

- "Sanıç etrafında hararetinin şiddetinden ıslak mermerleri yalayan ve bir damla su için can veren elsiz - ayaksız yaralıların inlemeleri yürekleri sızlatıyordu."

İçerdeki durum gerçekten elem vericiydi. Bu arada Yeniçeri askerinin ayaklanması herşeyi alt - üst etti. Artık teslim olmaktan başka çare yoktu. Aralarında, Anadolu Beylerbeyi Lala Mehmed Paşa'nın da bulunduğu esirler Tuna nehrindeki gemilere bindirilerek Vişegrad'a götürüldüler.

Estergon Kalesi'nin elden çıkması ve orada verilen şehidler bütün milleti yürekten yaraladı ve işte, nesilden nesile söylene gelen Estergon türküsü o günlerin hatırasını hâlâ canlı tutuyor:

Estergon Kalesi subaşı durak
Kemirir içimi bir sinsi firak
Gönül yâr peşinde yâr ondan ırak

Akma Tuna akma ben bir dertliyim
Yâr peşinde koşar kara bahtlıyım

Estergon Kalesi subaşı hisar
Baykuşlar çağırışır, bülbüller susar
Kâfir bayrağını burcuna asar

Akma Tuna akma ben bir dertliyim
Bu ateşle yanar kara bahtlıyım

Estergon Kalesi subaşı kale
Göklere ser çekmiş burçları hele
Biz böyle kaleyi vermezdik ele

Akma Tuna akma ben bir dertliyim
Estergon'u vermiş kara bahtlıyım.



Evet... "Kara bahtlılar" Estergon'u gözyaşları içinde düşmana vermişlerdi ama onu geri almaya da ahd etmişlerdi.

Başvezirlik ve kumandanlık görevine tayin edilen Lala Mehmed Paşa, kalenin elden çıkışından on yıl sonra bu defa fetih için Estergon önlerindeydi. 29 Ağustos 1605 yılı günü başlayan kuşatma bir ay sürdü ve kale 29 Eylül ele geçirildi. Artık yaralar sarılmış, kaybedilen dosta kavuşulmuştu.

Estergon Kalesi bundan sonra 78 yıl daha Osmanlı hudut boylarının müdafaasını yapan bir mücahid gibi görev yaptı. Kale, üstümüzde kara bulutların dolaşmaya başladığı günlerde, 1683 yılında içimizde silinmez hatıralar bırakarak elimizden çıktı ve bizleri boynu bükük bıraktı. Onun için biz hâlâ o türküyü söylüyor, Estergon'u unutmuyoruz, unutamıyoruz:

Estergon Kalesi subaşı durak
Kemirir içimi bir sinsi firak
Gönül yâr peşinde yâr ondan ırak

Akma Tuna akma ben bir dertliyim
Yâr peşinde koşar kara bahtlıyım...
 
Bunlar da ilginizi çekebilir...
Rumeli Hisarı'nın Yapılışı - Can Atilla
  • Ugur
  • Ugur,
  • Müzik
  • 0    929
Süleyman Paşa - Rumeli Fatihi
  • Ugur
  • Ugur,
  • Biyografiler
  • 0    2K
Rumeli Hisarı'nın yapılış öyküsü!
  • MURATS44
  • MURATS44,
  • Tarih
  • 0    4K
Muezzinoglu tek rumeli tv
  • A
  • avci,
  • Güncel
  • 0    5K
Rumeli Ekrem - Uzun Kavak Ne Gidersin Engine
  • Ugur
  • Ugur,
  • Video Galerisi
  • 0    4K
Geri