İmtihanlarımızın Aşamaları

deniz feneri

Aktif Üye
Katılım
13 Ocak 2017
Yaş
44
Dönerken neler döndürüyor üzerinde neler. Gündüzü gece, geceyi gündüz yapıyor. O döndükçe zengin fakir, fakir zengin oluyor. Dipdiri insanlar yataklara düşüyor, iyileşmez zannedilenler iyileşiyor.

Genç ihtiyarlıyor, ihtiyar ölüyor. İhtiyar yaşıyor, genç ölüyor. Kimi yiyecek bulamıyor, açlıktan kıvranıyor; kimi de gıda fazlalığından şişiyor. Kimi güler, kimi ağlar. Kimi şımarır, kimi ezilir. Dünya bu, dönüyor. Döndükçe de renkler değişiyor.

Ağlamakla gülmek, açlıkla tokluk, hayatla ölüm, sıcakla soğuk, iyi ile kötü ikiz gibidirler.
Herkes imtihan halindedir. Ne gülenin güldüğü kalıcı, ne ağlayanın ağlaması! Zenginlik de sabit değil, fakirlik de. Çocuklar da kalıcı değil, analar babalar da. Hep dönüyoruz. Her döndüğümüz yönde başka bir imtihan çeşidine muhatabız.

Aslında fakirlikle imtihan, zenginlikle imtihandan zor değildir. Tersi de böyle. Hastalık imtihan olduğu gibi sıhhat de hesabı sorulacak bir imtihandır. Biz kulluk sınavındayız: Her halükârda kazanmak durumundayız. Bazen sabrederek bazen de şükrederek; ama imtihanda olduğumuzun bilinci ile hareket etmekle mükellefiz. Yapamayan için şükür sabırdan zordur.

Çocuk bir imtihandır. Olmaz, o bir imtihandır. Olur, o başka bir imtihandır. Gelişir, dertleri kabarır o bir imtihandır.

Erkek olur, erkekliği; kız olur, kızlığı zor görülür. Aslı ise öyle değildir. Ne tür olursa olsun o bir imtihandır.

Eş sahibi olmak da böyle, bekârlık evliliği, evlilik bekârlığı aratır zannedilir. Asla değil!

Mal bir imtihandır; yokluğu bir dert varlığı bin dert!

Gözümüzü nereye çevirsek orada bir imtihanın içinde buluruz kendimizi. Ta gözlerimizi kapatana kadar. Gözlerimizi kapatınca da imtihanın hesabı ile açarız onları.

Dünyanın varlığı kadar kesin bir hakikat şudur: Burada imtihan için varız. İmtihanımız da en hassas yerlerimizden, belki göz bebeğimizden olacaktır. Evladımızdan, eşimizden, malımızdan, dostlarımızdan ve canımızdan…

Bir kesin hakikat daha: Mızmızlansak da, ağlasak da, gülsek de kader muhakkaktır. Yazı yazıldı, kalem kırıldı. En muazzam sonuç, başımızdaki dertleri nimete dönüştürmektir.

Çünkü bizim Rabbimiz her şeyi bilen ve yaratandır. Başımıza gelenleri heba etmeyen, acımıza, sıkıntımıza ecir yazandır.

O, bizi yaratan;

Kaderimizi yazan;

Ne yapacağımızı gözetip bize cennetler hazırlayandır.
O, hiçbir şeyi zayi etmiyor. Asla!

Ahiret beklentisi olmayan kâfirin başına gelen dertler onlar için bir musibettir. Hem dünyada sıkıntı çekecekler hem de ahirette çektiklerinin karşılığında bir ecir bulamayacaklardır. Mü’min için ise böyle değildir. Günahkâr bile olsa çektikleri pek çok açıdan onun lehinedir:

a- Belalar kâfirlerin cezalarının bir bölümünün dünyada verilmesidir. Mü’minin sıkıntıları ise, seviyesinin ve sabrının ölçüldüğü imtihanlardır. Biri yavrusunu kaybedince belasını bulmuş olur, diğeri de yavrusunu kaybettiğinde sabredip, Rabbine sığındığı için imtihanı kazanmış ve ecre dönüştürmüş olur.

b- Belalar Hak’tan sapmanın sonucudur. İmtihan olan sıkıntılar ise, istikamet üzere olmanın gereğidir ve derecelerin artması içindir. İnsanın Allah katındaki yakınlığı güçlendikçe sıkıntıları da çoğalır. Bunun için en büyük dertlere peygamberler düşmüştür. Kulun seviyesi yükseldikçe, takvası arttıkça imtihanın ağırlığı da artar.

c- Mü’minlerin başına gelen hadiseler imanlarının artması ve derecelerinin yükselmesi ile sonuçlanır. Kâfirlerin başlarına gelen belalar ise onları daha derinlere sürükler. İnatlarını artırır. Karanlıkları çoğalır.
d- İmtihanlar sabır ve takva ile aşılır. Belalar ise tövbe ve istiğfarla kaldırılır.

Mü’minin en büyük silahı sabırdır. Hatta sabır olmadan hiçbir imtihanı kazanmak mümkün bile değildir. Zaten mü’minin hayatı üç kelimenin etrafında döner durur: Sabır, şükür ve istiğfar.

Bulamaz, edemez sabreder; sabrından kazanır.

Bulur, kazanır şükreder; şükründen kazanır.

Hata eder, yanlış yapar; istiğfar eder ondan kazanır.

Her durumda kazançlıdır. Rabbi, hiçbir emeğini boşa çıkarmaz. Yeter ki samimi olsun.

Güldüğü de kâr, ağladığı da kâr.

Sabır mükemmel bir silahtır.

Emirlere;
Yasaklara ve;

Kadere sabrederek kazanırız.

İmtihanlarımız üç aşamalıdır

1- Eleme aşaması:
Kur’an’ımız diyor ki:
“Andolsun ki içinizden cihat edenlerle sabredenleri belirleyinceye kadar ve söylediğiniz sözlerin doğru olup olmadığını açıklayıncaya kadar sizi imtihan edeceğiz.” (Muhammed Suresi, 31)
Peygamberlerin yoludur bu yol. Allah kimin ne olduğunu, kimin verdiği söze ne kadar sadık kaldığını görmek ister. Eler eler. Malında azalma verir, tuttuğu elinde kalır, çocuğunda, eşinde, akrabasında sıkıntılar verir. Sadakatini, teslimiyetini görmek ister. Ne diyordu, ne yapıyor onu bilmek diler. Bu imtihanda iman sahibi olmak, imtihandan kurtulmak değildir.

Tam aksine iman sahibi olduğun için imtihana tabi tutulmak vardır.
“İnsanlar sırf ‘inandık’ demekle; hiçbir sınavdan geçirilmeksizin bırakılıvereceklerini mi sanıyorlar? Biz onlardan önceki kuşakları sınavdan geçirdik. Bu sınav sonucunda Allah, doğru sözlüler ile yalancıları kesinlikle belirleyecektir.” (Ankebut Suresi, 3-4)

“İnsanlar arasında öylesi de var ki, yamacın kenarından Allah’a kulluk eder. Eğer işleri iyi giderse hoşnut olur. Fakat eğer sınav amaçlı bir sıkıntı ile karşılaşırsa yüzgeri eder, sırt çevirir. Böylesi hem dünyayı hem de ahireti kaybeder ki, işte apaçık hüsran budur.” (Hac Suresi,11)

2- Arındırma Aşaması:
Dertsiz zamanlarda kazanılamayanlar, imtihan anında kazanılabilir. Resulûllah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdular ki:

“Müslüman’ın başına gelen her dert, keder, üzüntü, eziyet, sıkıntı, hatta (bedenine) batan bir dikenle Allah (o kulun) bir hatasını siler.” (Buhari, Merda, 1/5641; Müslim, 6568)

“İnsanların en çok dert göreni peygamberlerdir. Sonra salihler. Sonra da derece derece insanlar; kişi dindeki durumuna göre sınanır. Eğer dindeki hali güçlü ise belası artırılır. Dini bağı zayıfsa belası da hafif olur. Kişi belalara o kadar uğrar ki sonunda yeryüzünde günahsız biri olarak yürümeye başlar.” (Tirmizi, Zühd, 48/2561 İbni Mace, 4023)

3- Derece yükseltme aşaması:
Sıkıntılar Allah katında yükselmeye vesile olur. Namazla elde edilmeyen seviyeler, mala, cana ve evlada gelen ziyanla elde edilir. Resulûllah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdular ki:

“Dünyada sıkıntı çekmeyenler, kıyamet gününde dünyada iken belalara sabredenlerin kazandıklarını gördüklerinde isteyecekler ki, keşke dünyada derilerimiz parçalanmış olsaydı da onlar gibi sevap kazanmış olsaydık!” (Tirmizi, Zühd, 59/2402)

“Allah kuluna iyilik dilediğinde, dünyada iken belasını verir. Allah kuluna iyilik dilemediğinde de, kıyamet günü cezasını vermek üzere dünyada onu rahat bırakır.” (Tirmizi, Zühd, 57/2396)
Bir de bu yüzüne bak

Eğer başımıza gelen dertler, çocuklarımızdan çektiklerimiz, bir türlü iyi gitmeyen işimiz, tuttuğumuzun elimizde kalması bizi yaratıcımıza, Allah’a yöneltiyor ve bunaldıkça ‘Ya Rabbi!’ diyebiliyorsak ne âlâ! Derinden bir ‘Ya Rabbi!’ demek nelere değmez ki? Şeytanın, ‘Sıkışınca desen ne olur? Zamanında neredeydin?’ gibi saptırmalarına aldırmadan O’na yönelebilmek ne güzel. Elbette bunalınca, dara düşünce O’na döneceğiz. O, çaresizlerin, bunalmışların, dertlilerin Rabbidir.

O, ‘Dün neredeydin?’ demeden, bugün geleni kabul eder. Kabul etti. Niceleri geç geldiler; ama O, gecikmelerini yüzlerine vurmadı, onları kabul etti.

Başı dertten kurtulamayanlar dertlilere derman olan Rablerini hatırlamalıdırlar. İstiğfarla, tövbe ile O’na yönelmelidirler. Hiç kapanmayan ve herkese açık olan yegâne kapının o kapı olduğunu bilmelidirler. O’nun kapısında boyun bükmek yücelmektir. Belki de başa gelen sıkıntıların nedeni, kulun yöneleceği kapıyı bulup bulamayacağının denenmesidir.

İçinde yüzdüğümüz için görmezden geldiğimiz nice nimetler, imkânlar da sıkıntılar sayesinde hissedilir. Hastalık ve hastalar sıhhatin kıymetini öğretir. Fakirler ve fakirlik mal nimetinin kıymetini öğretir. Yetimler ebeveyn kıymeti öğretir.

Dertler, imtihanlar iyi bir öğretmendir.

Sıkıntılar gerçek dostlarla geçici dostları ortaya çıkardığı için de nimettir. Körü körüne tutulduklarımızdan kurtarırlar bizi.

Belki de dertlerin en önemli yönü, Allah ile konuşmak gibi olan Kur’an okumaya sebep olmasıdır. Sıkıldıkça Kur’an okuyabilmiş olsaydık ne büyük kazancımız olurdu? Kur’an’la haşir neşir olan bir mü’mine hangi dert çekilmez olabilir? Ah bir becerebilsek! Dertlendikçe, işler tıkandıkça, bütün yollar kapandıkça Allah’ın elimizdeki ipi Kur’an’a sarılabilsek. Onu doya doya okuyabilsek. İçindekilerden ibret alabilsek! Ateşe atılıp da yanmayan İbrahim’i, küçücük kuşların taşlarıyla helak olan filli orduyu, Nemrud’u, Firavun’u, Karun’u anlayabilsek! Allah’ın azametini idrak edebilsek!
 
Geri