Dünyada yaşanmış olaylardan çıkarılacak dersler

[KRSAG=https://www.topragizbiz.com/blog/wp-content/uploads/2019/05/yasanm-s-hikayeler.jpg].[/KRSAG]1. Nokia, Android’i reddetti
2. Yahoo, Google’ı reddetti
[B]* Öğrenilen Dersler[/B]
1. Risk al
2. Değişiklikleri kabul et
3. Zamanla değişmeyi reddederseniz, yokolabilirsiniz

Hikayelere devam ;
1. Facebook WhatsApp ve Instagram’ı devralır
2. Flipkart, Myntra’yı devralır ve Flipkart’ın sahibi olduğu Myntra, Jabong’u alır
[B]* Öğrenilen Dersler[/B]
1. Rakiplerinizin, müttefikleriniz olabilmesi için çok güçlü olunuz
2. En üst konuma gelin ve sonra rekabeti ortadan kaldırın
3. Yeniliklere devam edin

Hikayelere devam ;
1. Albay Sanders 65 yaşında KFC’yi kurdu.
2. KFC’de iş bulamayan Jack Ma, Ali Baba’yı kurdu.
[B]* Öğrenilen Dersler[/B]
1. Yaş sadece bir sayıdır
2. Sadece denemeye devam edenler kazanır

Son ama Sonuncu olmayacak Hikaye;
1. Lamborghini, Ferrari’nin kurucusu Enzo Ferrari tarafından hakaret edilen traktör sahibinin intikamının sonucu olarak kuruldu.
[B]* Öğrenilen Dersler;[/B]
1. Asla kimseyi hafife almayın!
2. Başarı en iyi intikamdır

[B]Özetle;[/B]
Sadece çok çalışmaya devam et!
Zamanınızı akıllıca harcayın!
Hoşunuza gideni yapın!
Başarısız olmaktan korkmayın!

Beğen
Beğen Muhteşem Haha İnanılmaz Üzgün Kızgın

Gelincik Hikayesi

Gelincik Hikayesi

Çocukları olmayan evli bir çift, hergün olduğu gibi yine tarlaya çalışmaya gitmişler.

Çalışırlarken bir yılan ile gelinciğin kavgasını izlerler. Anne gelincik yavrusunu yemesin diye kendini yılana yem eder, ve yılan çekip gider. Yavru gelincik orada tek başına kalır. Kadın;
-"Bey yazıktır evimize götürelim besleyelim" der ve eve götürürler.

Aradan zaman geçer, bu çiftin çocukları olur ve tabi gelincikte büyümüştür evin bir parçası olmuştur.

Birgün çiftin acil tarlaya gitmesi gerekir ama bebek evde uyuyor. Adam;
-"Birşey olmaz 5 dk’ya geliriz" der ve sırtlanırlar küreklerini tarlaya giderler.

Geldiklerinde kapıyı açınca ne görsünler ? Gelincik ağzı kan revan içinde evin içinde dolaşıyor. !

Bunu gören adam kan beynine sıçrar ve elindeki kürekle vura vura gelinciği öldürür. Sonra bütün odalara bakarak çocuğunu arar ve bi bakarlar ki çocuk odasında mışıl mışıl uyuyor, bebeğin diğer yanına baktıklarında ise ölü bir yılan görürler ve anlaşılırki gelincik bebeği korumak için yılanı öldürmüştür.

Adam dizleri üzerine çöker; Aman Yarabbi ben ne yaptım nasıl böyle bir yanlış yaparım diye yıllarca kendini yer bitirir.

Beğen
Beğen Muhteşem Haha İnanılmaz Üzgün Kızgın

Kıyıdaki Balıkçının Hikayesi

Kıyıdaki Balıkçının Hikayesi

Küçük bir sahil kasabasında tatil yapan bir adam, kumsalda yürüyüşe çıkmış. Kıyıda mutlu bir yüzle balık avlayan bir adam görmüş ve ona doğru yürümüş. Adamın kovasında birkaç tane balık varmış. Gülümseyerek sormuş adama;

-Ne yapacaksın bu balıkları? Yemek için mi avlıyorsun, yoksa satmak için mi? demiş.

Adam da ona gülümsemiş ve demiş ki;
-Biz bu kasabada yaşıyoruz. Sık sık bu kıyıya gelip balık avlarım. Eve gitme zamanım yaklaşınca eşim masayı hazırlar, salatayı yapar ve çocuklarımla birlikte benim dönüşümü beklerler. Sonra da balıkları kızartır, neşe içinde yeriz.

Sonrasında aralarında şu konuşmalar geçmiş;
-Peki, daha çok balık tutsan, yiyeceğiniz balıkları ayırdıktan sonra fazlaları satsan nasıl olur?

-Neden fazla balık tutup da satayım ki? Karnımızı rahatça doyurabiliyoruz.

-Fazlalarını sattığında kazandığın parayla kendine küçük bir tekne alırsın, böylelikle denize açılıp daha çok balık tutma şansın olur.

-İyi de o kadar çok balığı ne yapacağım?

-Çok balık tuttuğun zaman balık pazarında bir tezgâh edinip satma şansın olur. Hem o zaman daha da büyük bir tekne alırsın, kasabanın en çok satan balıkçısı sen olursun.

-Daha büyük tekne, daha çok balık, en çok satan balıkçı…Bunların bana ne faydası olacak ki?

-Minik bir balıkçı filosu kurabilirsin böylece. Kasabayı bırak, şehirde de tanınmış olursun o zaman.

-Filom olduğu zaman ne olacak peki?

-Daha da geliştirdiğini düşün işlerini; şöyle uluslararası bir balıkçı filosunun sahibi olduğunu. Holding bile kurabilirsin o zaman.

-Holdingim olduğunda neler yapabilirim?

-Canının istediği yere gidebilir, istediğin her şeyi satın alabilirsin. Villada yaşarsın, lüks arabaların olur, hizmetçilerin, korumaların vs.

-Ya o hayattan sıkılırsam ne yapacağım?

-Minik bir sahil kasabasına gidersin ailenle; sizi tanımayanların olduğu bir kasabaya. Sık sık kıyıya gidersin balık avlamak için. Eşin ve çocukların masayı hazırlayıp senin eve dönüşünü beklerler. Sonra da balıkları kızartır, neşe içinde yersiniz…

Beğen
Beğen Muhteşem Haha İnanılmaz Üzgün Kızgın

Berlin’de Hakimler Var

Alman Kralı II. Frederick 1750 yılında Potsdam’dan (Almanya’nın kuzeydoğusunda bir şehir) geçiyor. Orayı çok beğeniyor ve ‘Bana şuraya bir saray yapın" diyor. Ertesi gün adamları gidip bakıyorlar, Kral’ın beğendiği yerde bir değirmen. Adamlar kapıyı çalıyor, yaşlı değirmenci (Sans-Souci) açıyor.
– Buyrun?
– Bizi Kral gönderdi. Burayı görüp çok beğendi, satın alacak. Kaç para?
– Satmıyorum ki ne parası?
– Saçmalama Kral istedi.
– Bana ne. Ben satmadıktan sonra kimse alamaz ki.
Adamları gelip Kral’a diyorlar ki;
– Efendim beğendiğiniz yerdeki değirmenci deli. Satmıyorum dedi.
– Çağırın bakalım bana şu adamı.
Değirmenci gelip, Kral’ın karşısında duruyor. II. Frederick;
– Yanlış anladınız herhalde beyefendi, ben satın almak istiyorum orayı. Kaç para?
– Yoo yanlış anlamadım, adamların da dün bunu söyledi. Satmıyorum!
– Beyefendi inat etmeyin, paranızı fazlasıyla vereceğim.
– Sen koskoca kralsın, paran çok. Git Almanya’nın heryerine saray yap. Burayı benden önce babam işletiyordu. Ona da babasından kalmış, ben de çocuğuma bırakacağım. Satmıyorum!
II. Frederick ayağa kalkıyor;
– Unutma ki ben Kralım!
Değirmenci bakıyor ve diyor ki;
– Asıl sen unutma ki Berlin’de hakimler var!
Hiçbir güç, hiçbir siyaset, hiçbir iktidar kral bile olsa adaletten üstün değildir. Hiçkimse adaletin üstüne çıkamaz. Orada oturamaz. Bugün bütün gelişmiş ülkeler hukuk fakültelerinde bu olayı anlatırlar. "Berlin’de hakimler var!"
– Potsdam’da Sansosi Sarayı. Saray ve değirmen yanyana. Kral ve değirmenci adaletle komşu oluyor.
Sabahları II. Frederick arka bahçeye çıktığında değirmenci sesleniyor;
– Hey Frederick, ekmek yaptım göndereyim mi?
II. Frederick diyor ki;
– Adalet, her sabah bana sıcak bir ekmek kokusuyla gelirdi.

Ve 31 Aralık 1917. Berlin’de bir otelde yılbaşı kutlamaları yapılacak, Osmanlı heyeti var orada. Aralarından biri bu öyküyü anlatıyor. Ve;

– Hadi Potsdam çok yakın. Gidip adaletin simgesi olan o değirmen ve sarayı yanyana görelim.
Kimse gelmiyor ve o öyküyü anlatan tek başına kalkıp gidiyor. Herkes yılbaşı kutlarken o gidip adaletin simgesini izliyor uzun uzun. O, Mustafa Kemal Atatürk..

Sunay Akın

Beğen
Beğen Muhteşem Haha İnanılmaz Üzgün Kızgın

Felaket Görmeyen Kimse Huzurun Kıymetini Bilemez

Padişah acemi bir köleyle gemiye binmişti. Köle hiç deniz görmemiş geminin mihletini tutmamıştı. Ağlamaya, inlemeye başladı. Tir tir titriyordu. Avutmak için çok uğraştılar ama bir türlü sakinleşmedi. Padişahın keyfi kaçtı. Herkes aciz vaziyetteyken gemide bulunan yaşlı adam padişahın huzuruna çıktı,

– Müsade buyurursanız ben onu sustururum! dedi. Padişah da:

– Lütfen lütfetmiş olursunuz! dedi.

Yaşlı adam emretti, köleyi denize attılar. Köle birkaç kere suya battı, çıktı. Sonra saçından yakaladılar, gemiden tarafa çektiler. Köle gemiye yaklaşınca iki eliyle dümene asıldı, oradan gemiye çıktı, bir köşede uslu uslu oturmaya başladı. Yaşlı adamın yaptığı iş padişahı hayrete düşürdü,

– Bundaki hikmet nedir? diye sordu. Yaşlı adam cevap verdi:

– Köle evvelce suya batmayı tatmamıştı. Gemideki selametin kıymetini bilmiyordu. İşte huzur ve saadet de böyledir. Bir felaket görmeyen kimse huzurun kıymetini bilemez…

Beğen
Beğen Muhteşem Haha İnanılmaz Üzgün Kızgın

Nalıncı Memi Dede – Padişahın İşi Ne?

Nalıncı Memi Dede - Padişahın İşi Ne?

Sultan Murat Han o gün tuhaf bir hal içindedir. Telaşlı görünür, sanki bir şeyler söylemek ister sonra vazgeçer. Neşeli deseniz değil, üzüntülü deseniz hiç değil. Vezir-i a’zam Siyavuş Paşa sorar:
– Hayrola sultanım canınızı sıkan bir şey mi var?
– Akşam garip bir rüya gördüm.
– Hayırdır inşallah.
– Hayır mı şer mi öğreneceğiz. Hazırlan dışarı çıkıyoruz.

Ve iki molla kılığında çıkarlar yola. Görünen o ki padişah hâlâ gördüğü rüyanın tesirindedir ve gideceği yeri iyi bilir. Hızlı ve kararlı adımlarla Beyazıt’a çıkar, döner Vefa’ya, Zeyrekten aşağılara sallanır. Unkapanı civarında soluklanır. Etrafına daha bir dikkatle bakınır. İşte tam o sırada yerde yatan bir ceset gözlerine batar. Ahali ile aralarında şöyle konuşma geçer:
– Kimdir bu?
– Aman hocam hiç bulaşma, ayyaşın biri işte!
– Nereden biliyorsunuz?
– Müsaade et de bilelim yani. Kırk yıllık komşumuz.

Bir başkası lafa girer:
– Aslında iyi sanatkârdır. Azaplar çarşısında çalışır. Nalının hasını yapar. (Nalıncı Memi Dede) Ancak kazandıklarını içkiye, fuhuşa harcar. Hem şişe şişe şarap taşır evine hem de nerede namlı, mimli kadın varsa takar peşine.

Hele yaşlının biri çok öfkelidir:
– İsterseniz komşulara sorun bakalım onu cemaatte bir gören olmuş mu?

Bütün mahalleli döner ardını gider. Bizim tebdil-i kıyafet mollalar kalırlar ortada. Tam vezir de toparlanıyordur ki padişah sorar:
– Nereye?
– Bilmem bu adamdan uzak durmayı yeğlersiniz sanırım.
– Millet bu, çeker gider. Kimseye bir şey diyemem. Ama biz gidemeyiz, şöyle veya böyle tebaamızdır. Defini tamamlasak gerek.
– İyi ya, saraydan bir kaç hoca yollar kurtuluruz vebalden.
– Olmaz rüyadaki hikmeti çözemedik daha.
– Peki ne yapmamı emir buyurursunuz?
– Mollalığa devam. Naaşı kaldırmalıyız en azından.
– Yapmayın sultanım, bunun yıkanması var. Tekfini, telkini…
– Merak etme ben beceririm. Ama önce bir gasilhane bulmalıyız.
– Şurada bir mahalle mescidi var ama…
– Olmaz vefat eden sen olsaydın nereden kalkmak isterdin?
– Ne bileyim, Ayasofya‘dan Süleymaniye’den, en azından Fatih camiinden.
– Ayasofya ile Süleymaniye’de devlet erkanı çoktur. Tanınmak istemem. Ama Fatih Camii’ni iyi dedin. Hadi yüklenelim.

Ve gelirler camiye. Vezir sağa sola koşturur kefen tabut bulur. Padişah bakır kazanları vurur ocağa. Usulü erkanınca bir güzel yıkarlar ki naaş ayan beyan güzelleşir sanki. Bir nurdur aydınlanır alnında. Yüzü şakilere benzemez.

Meçhul nalıncıyı kefenler, tabutlar musalla taşına koyarlar. Ama namaz vaktine hayli vardır daha. Bir ara vezir sıkıntılı sıkıntılı yaklaşır:
– Sultanım der, yanlış yapıyoruz galiba! Heyecana kapıldık sorup soruşturmadan buraya getirdik cenazeyi. Kim bilir belki hanımı, yetimleri vardır.
– Doğru öyle ya, neyse, sen başını bekle, ben mahalleyi dolanıp geleyim.

Padişah garip maceranın başladığı noktaya koşar. Sorar soruşturur, nalıncının evini bulur. Kapıyı yaşlı bir kadın aralar. Hadiseyi metanetle dinler. Sanki bu vefatı bekler gibidir. Hakkını helal et evladım der. Belli ki çok yorulmuşsun. Sonra eşiğe çöküp ellerini şakaklarına dayar. Biliyor musun oğlum diye dertli dertli söylenir! Bizim efendi bir âlemdi vesselam. Akşamlara kadar nalın yapar. Ama birinin elinde şarap şişesi görmesin, elindekini avucundakini verir satın alırdı. Sonra getirip dökerdi helaya. Sonra malum kadınların ücretlerini öder eve getirirdi. Ben sizin zamanınızı satın aldım mı diye sorar, onlar da aldın derlerdi. Öyleyse şimdi dinleseniz gerek dedikten sonra çeker gider, ben menkıbeler anlatırdım onlara. Mızraklı ilmihal, Huccetül İslam okurdum ..

– Bak sen! Millet ne sanıyor halbuki.
– Milletin ne sandığı umurunda değildi. Hoş, o hep uzak mescitlere giderdi. Öyle bir imamın arkasında durmalı ki derdi, tekbir alırken Kâbe’yi görmeli.
– Öyle imam kaç tane kaldı şimdi?
– İşte bu yüzden Nişancı’ya, Sofular’a uzanırdı ya. Hatta bir gün, bak efendi dedim, sen böyle böyle yapıyorsun ama komşular kötü belleyecek. İnan cenazen kalacak ortada.
– Doğru öyle ya!
– Kimseye zahmetim olmasın, diye mezarını kendi kazdı bahçeye. Ama ben üsteledim iş mezarla bitiyor mu dedim. Seni kim yıkasın, kim kaldırsın?
– Peki o ne dedi?
– Önce uzun uzun güldü, sonra Allah büyüktür hatun dedi. Hem padişahın işi ne?

Nalıncı Memi Dede Kimdir?

Evliya Çelebi Seyahatnamesi‘nde Nalıncı Memi Dede’den şöyle söz eder:

Nalıncı Memi Dede, Bergamalı‘dır. Unkapanı Araplar Camii karşısında bir dükkanda nalıncılık yapar. Ölümünden sonra da bu dükkan, nalıncılık işinden başka bir iş için kullanılamaz. Abdi Çelebi, hayatında eline keser almadığı halde bu dükkana girince nasıl olduğunu anlayamadan usta bir nalıncı oluvermiştir. O tarihte Unkapanı’nda büyük bir yangın çıkar. Binalar ahşap olduğundan toptan yanar. Hatta benim evim de o yangında çok büyük zarar görmüştü. Ama Nalıncı Dede’nin dükkanı tahtadan yapılmış olduğu halde, ortada sapasağlam kalmış, herkesi şaşkına çevirmişti. Üstelik yangın sırasında Nalıncı Hüseyin dükkanda çalışmaktaydı. “Her taraf yanıyor, kaç da canını kurtar!” dediklerinde: “Burası, benim dedemin dükkanıdır. Beraber yanarım, yine çıkmam“, diyerek ateş içinde kalır. Gerçekten yangın biter ama bu dükkan yanmaz. Zamanla buranın değeri artar. Küpeli denilen bir Yahudi, dükkan sahibine birkaç akçe fazla vererek Hüseyin Çelebi‘yi dükkandan attırır. Bir gün kepenkleri açarken dengesini kaybeder, başı üzerine düşerek ölür. Yani o dükkanı nalıncılık haricinde kullanmak hiç kimseye nasip olmaz.

Anlatılır ki: Nalıncı Memi Dede, öldüğü gece Sultan III. Murad‘ın rüyasına girer ve şöyle seslenir:

Cenaze namazımı Fatih Camii’nde kılmaya hazırlan. Beni evimde toprağa ver. Üzerime bir türbe, yanıma bir tekke ve bir çeşme yaptır. Dünyadan elli sene su içtim.

Memi Dede, gerçekten evinin olduğu yere gömülür. Gereken yapılır. (Evliya Çelebi – Seyahatname’sinden)

Beğen
Beğen Muhteşem Haha İnanılmaz Üzgün Kızgın