Kaybedilen Bir Cüzdanın Geri Dönme Olasılığı Nedir?

40 ülkede 355 şehirde yapılan deney sonucu; cüzdandaki nakit miktarı arttıkça, sahibine ulaşma şansının da arttığı ortaya çıktı. Türkiye’de içinde nakit bulunan cüzdanların yüzde 40’ından fazlası sahiplerine ulaştırıldı.

[IMG]https://www.topragizbiz.com/blog/wp-content/uploads/2019/06/cuzdan.jpg[/IMG]

Bulunan bir cüzdanın içerisindeki paranın miktarı, kayıp cüzdanı bulan kişinin onu sahibine teslim etme olasılığını etkiler mi?

Bu soruya yanıt arayan araştırmacıların 40 ülkede 355 şehirde yaptığı deneylerin sonucunda, cüzdandaki nakit miktarı arttıkça, sahibine ulaşma şansının da arttığı ortaya çıktı.

600 bin dolara mal olan deneyde, içinde farklı miktarlarda nakit bulunan 17 bin cüzdan kullanıldı. Cüzdanlara alışveriş listesi, anahtar ve elektronik posta adresleri ve hayali isimlerin yazılı olduğu kartvizitler konuldu. Bazılarına nakit yerleştirilirken, bazıları ise boş bırakıldı. Araştırma ekibinden asistanlar bu cüzdanları yolda bulmuş gibi yaparak, müze, otel gibi binaların resepsiyonlarına ya da bina çalışanlarına teslim etti. Daha sonra kaç kişinin cüzdanları sahibine ulaştırmaya çalıştığı, hangi cüzdanların geri döndüğü kayıt altına alındı.

Araştırmanın raporunu hazırlayan, Michigan Üniversitesi’nden Alain Cohn, sonuçların, ‘kendini hırsız olarak görme’ yakıştırmasından doğan rahatsızlığın maddi çıkarlara göre ağır bastığının göstergesi olduğunu yazdı.

[KBASLIK]”Kaybettiğinizde bulmak istiyorsanız cüzdanınızda para bulundurun”[/KBASLIK]
Ülkeler arasında ‘dürüstlük’ seviyeleri fark gösterse de hepsi için geçerli ortak bulgu, içinde para olan cüzdanın sahibine dönme ihtimalinin boş cüzdana göre daha fazla olduğu.

Küresel ortalamaya bakıldığında kayıp bir cüzdanı bildirme oranı yüzde 40 iken, içinde nakit olması bu oranı yüzde 51’e çıkartıyor.

Dürüstlük seviyesinde İsviçre ve Norveç liste başı olurken, Peru, Fas ve Çin en alt sıralarda yer aldı. Türkiye’de içi boş kayıp cüzdanlardan yüzde 20’si geri dönerken, nakit bulundurulan cüzdanların yüzde 40’tan fazlası sahibine (araştırmacılara) ulaştı. İsviçre ve Norveç’te, içinde para olan cüzdanları teslim alan personelin yüzde 70’ten fazlası kayıp cüzdanın sahibini bulmak için çaba gösterirken, Çin’de bu oran yüzde 20’lere kadar indi.

Uzmanlar ayrıca, alanında öncü 279 ekonomiste kayıp cüzdanların sahibine dönme ihtimali ile ilgili düşüncelerini sordu. Ekonomistlerden yalnıza yüzde 29’u doğru tahminde bulunabildi. Bu kıyaslamayla da genel davranışlar konusunda uzmanların bile ön yargılı olduğu kanısına varıldı.

[KAYNAK]Kaynak: [URL=”https://tr.euronews.com/2019/06/21/arastirma-kayip-cuzdanlarin-sahibine-ulasma-olasiligi-icindeki-nakit-miktarina-bagli”]Araştırma: Kayıp cüzdanların sahibine ulaşma olasılığı içindeki nakit miktarına bağlı[/URL][/KAYNAK]

Beğen
Beğen Muhteşem Haha İnanılmaz Üzgün Kızgın

Dünyada Çay İçin Neden Sadece İki Kelime Kullanılır?

Dünyada neredeyse tüm dillerde çay kelimesini söyleyebilmenin iki yolu vardır, “chai” (çay) veya “tee” (tea). Bunların ikisi de Çinceden gelir, zaten çay da tüm dünyaya Çin’den yayılmıştır.
[TBR]https://s20.postimg.cc/rbbq51hm5/cay.jpg[/TBR]
Burada ilginç olan şey ise kelime bir ülkeye karadan ulaştıysa (İpek Yolu) “chai” olarak geçmiş, eğer deniz yoluyla ulaştıysa “tee” olarak geçmiştir. Bunun nedeni ise çay kelimesinin Çincede iki farklı telaffuzu olması ve chai versiyonunun Çin’in karasal bölgelerinde, tee versiyonunun ise deniz ticaretinin yoğun olduğu sahil bölgelerinde kullanılmasıymış. Bu yüzden çayın İpek Yolu ile geldiği yerlerde -Anadolu, Mezopotamya gibi- çay olarak, Avrupalı deniz tüccarları vasıtasıyla yayıldığı yerlerde ise -Hollanda, İngiltere, Fransa gibi- tee olarak anılmaya başlamıştır.
[TBR]https://s20.postimg.cc/faqa4bpn1/cay2.png[/TBR]
Chai ya da tee olarak anılmayan az sayıda dilde ise çay o ülkeye Çin’den gelmemiş, yerel çiftçiler tarafından yetiştirilmeye başlanmıştır. Bu yüzden kendi dillerinde karşılığı vardır.

Beğen
Beğen Muhteşem Haha İnanılmaz Üzgün Kızgın
1

42 Bin Yıl Önce Buzul Çağ’da Ölen Bir Tayın Cesedinde Sıvı Kan ve İdrar Bulundu

Bu tay muhtemelen boğularak öldüğünde sadece iki haftalıktı

Sibirya’da yaklaşık 42 bin yıl önce Buzul Çağ’da ölen bir tayın donmuş cesedinde sıvı kan ve idrar bulundu.

Rusya’nın uzak doğusundaki Yakutistan’ın başkenti Yakutk’taki Northeastern Federal Üniversitesi’ndeki Mamut Müzesi başkanı Semyon Grigoriev, araştırmacılar soyu tükenmiş olan ve klonlamayı umdukları atın cesedine bir otopsi yaptığını ve vücut sıvılarını çıkarmayı başardığını söylüyor.

Mamut boynuzu avcıları, 2018 yazında sıcaklığın eksi 90 derece Fahrenheit’e (-67.7 ℃) düştüğü bir günde, büyük Batagai kraterinin donmuş toprağı içinde bu yavruyu buldu. Bu hayvan muhtemelen boğularak öldüğünde, sadece iki haftalıktı.

tb

Yapılan otopsi, tayın cesedinin, vücudu herhangi bir deformasyona uğramadan çok iyi korunduğunu gösterdi. Özellikle baş ve bacaklarında, vücudun çoğu bölümündeki kıllar da günümüze kadar ulaşabilmişti.

Grigoriev, “Hayvanın kürkünün korunması oldukça nadir bir durum. Artık, Pleistosen dönemdeki soyu tükenmiş atların kıllarının ne renk olduğunu söyleyebiliriz.” diyor.

Sıvı kan ve idrarın keşfi daha nadir bir olay

Grigoriev, yaklaşık 2.6 milyon yıldan yaklaşık 11.700 yıl öncesine kadar uzanan Pleistosen dönemden kalma bir hayvanda sıvı kan bulunan sadece bir vaka daha bildiğini söylüyor.

Bu keşif, 2013 yılında Rusya’nın kuzeydoğu kıyılarındaki Küçük Lyakhovski Adası’ndaki yetişkin bir mamutun donmuş cesedinde yapılmıştı.

Ancak genellikle, ceset iyi korunmuş gibi görünse bile, buzdaki hayvanların fosil kalıntılarında kan pıhtılaşır ve hatta toza dönüşür. Bunun nedeni nem ve diğer biyolojik sıvıların, binlerce yıl boyunca yavaş yavaş buharlaşmasıyla mumyalaşmasından kaynaklanır. Ancak yine de kalıntılar buzun içindeyse en iyi şekilde korunur.

tb

Northeastern Federal Üniversitesi uzmanları, tayı klonlama hücrelerini geliştirmek için Güney Koreli Sooam Biotech Araştırma Vakfı’ndan bilim insanları ile birlikte çalışıyorlar. Ancak şansları konusunda karamsarlar.

“Kas dokusunda ve çok iyi korunmuş olan iç organlarda sağlam hücreler bulmaya çalışıyoruz.”

Kaynak: 42.000 Yıllık Atın İçinde Sıvı Kan ve İdrar Bulundu | Arkeofili

Beğen
Beğen Muhteşem Haha İnanılmaz Üzgün Kızgın

Almanya’ya Giden Uçak Yanlışlıkla İskoçya’ya İndi

British Airways uçağı, Almanya’nın Düsseldorf kentine gitmesi gerekirken yanlışlıkla İskoçya’nın başkenti Edinburgh’a iniş yaptı. Londra’dan havalanan British Airways uçağı, pilota yanlış bilgi verilmesi nedeniyle Almanya yerine İskoçya’ya gitti.

tb

Yolcular, hatayı ancak pilotun Edinburgh’a yaklaşıldığını açıklamasıyla öğrenirken, uçak yakıt alımı ve 2,5 saatlik beklemenin ardından 800 kilometre uzaklıktaki Düsseldorf’a doğru yola çıktı.

Talihsiz karışıklığın sebebi belirlenmeye çalışılıyor

Havayolu firmasından yapılan açıklamada, yanlışlığın sebebini bulmak için British Airways adına bu uçuşu gerçekleştiren WDL Havacılık ile çalışıldığı belirtildi.

WDL Havacılıktan ise "talihsiz karışıklığın" nedeninin belirlenmesine çalışıldığı açıklandı.
Yetkililer, pilotun kendisine verilen uçuş planı çerçevesinde hareket ettiğini ve aynı planı izleyen hava kontrolörlerinin de herhangi bir yanlışlıkla karşılaşmadığını kaydetti.

Yolcular "şaka" sanmış

BBC’ye konuşan yolculardan Sophie Cooke ise pilotun Edinburgh’a iniş yapmak üzere olduğunu duyurduğu zaman herkesin şaka zannettiğini söyledi.

Kaynak: Almanya’ya giden uçak yanlışlıkla İskoçya’ya indi

Beğen
Beğen Muhteşem Haha İnanılmaz Üzgün Kızgın

Eşine Sinirlenen Pilot Uçağıyla Eşinin Bulunduğu Binaya Çarptı

Botsvana’da eşine sinirlenen bir pilot, uçağıyla eşinin de içinde bulunduğu kulüp binasına çarptı. Yaşanan olayda pilot hayatını kaybetti.

tb

Olay Botsvana’nın Gaborone şehrinde meydana geldi. Matsieng Havaalanı’ndan Beechcraft Super King Air model uçağına binen pilot, bir süre alçak uçuş yaptıktan sonra rotasını, içerisinde eşinin de bulunduğu Matsieng Uçuş Kulübüne çevirdi.

tb

Çarpma yerel saat ile 18.20’de gerçekleşti. Kulüp yaptığı açıklamada, tesisin, hava trafik kontrol kulesinin yıkıldığını ve çevrede bulunan 13 aracın yandığını belirtti.

Kaynak: Öfkeli pilot eşinin bulunduğu binaya çarptı

Beğen
Beğen Muhteşem Haha İnanılmaz Üzgün Kızgın

Oak Adası Hazinesi: Ele Geçirilemeyen Hazine

Orada olduğu biliniyor fakat çıkarılamıyor

1795 yılında Kanada’da Oak Adası’nda gömülü bir hazinenin bulunduğu söylentisi duyuldu. O günden beri define avcıları, hazineyi bulmak için yaşamlarını ve servetlerini harcadılar. Aşağıda, sarfedilen çabaları ve definenin neden bulunamadığı anlatılıyor.

tb

1795 Yılının bir yaz günü, Daniel McGinnis adlı 16 yaşında bir delikanlı, Mahone Körfezi’ni kanosuyla geçiyordu. McGinnis, Nova Scotia’nın güney kıyısındaki Mahone Körfezi’nde bir adada kıyıya çıktı. Körfezin güneydoğu kıyısı açıklarındaki bu adayı neden seçtiğini kendisi de bilmiyordu. Çünkü, yakında başka adalar da vardı. Belki de, McGinnis adanın farklılığından etkilenmişti. Oak (Meşe) Adası, adını, tüm adayı kaplayan sık kızıl meşe ormanından almıştı.

Ağacın dalı

-

McGinnis, ağaçlar arasındaki eski bir patikayı izleyerek adanın içlerine yürüdü. Derken, bir açıklığa vardı. Burada meşe ağaçları kesilmişti. Yeni yetişmekte olan ağaçlar onların yerini almak üzereydi. Ancak, ne gariptir ki, açıklığın orta yerinde tek bir ulu meşe yükseliyordu. McGinnis ağacın dallarından birinin budanmış olduğunu fark etti. Budanmış dalın çotuğu, topraktaki bir göçüğün 5 metre kadar üstünde uzanıyordu. Bu göçük nokta ile dalda gördüğü çentikler, delikanlının dikkatini çekti. Bakar bakmaz göze çarpan çentiklerin, bir iple yapıldığına hükmetti.

McGinnis, bir defineye rastladığını düşündü. Hemen oturduğu kent olan Chester’a geri döndü. Oak Adası’ndan 6 km mesafede olan Chester, Mahone Körfezi’nin doğu kıyısındaydı. Delikanlı, buradaki arkadaşlarını yardıma çağırmayı düşünüyordu.

Ertesi günü McGinnis, yanında 20 yaşındaki John Smith ve 13 yaşındaki Anthony Vaughn’la Oak Adası’na döndü. Delikanlılar ellerinde kazma küreklerle, meşe ağacının altında çalışmaya koyuldular.

Kazı başlıyor

-

Gevşek toprağı küreklemeye başlar başlamaz, bir iz peşinde olduklarını fark ettiler. Karşılarına çapı 4 m olan insan elinden çıkma, dairevi bir tünel çıktı. Tünelin sert kil duvarlarında kazma izleri vardı. 4 ft. aşağıda ise, kat kat taşlardan oluşan bir tabakayla karşılaştılar. Bu taşlar, Oak Adası’ndan gelmiş olamazdı. Taşları dışarı çıkarıp kazmaya devam ettiler 1O ft’e vardıklarında tünel boyunca ve yekpare meşe kütüklerinden oluşan bir platforma ulaştılar. Kütükler kil duvarlara sağlam bir şekilde yerleştirilmişti.

Bunları çıkarmayı başararak, kazmayı sürdürdüler. 20 ft’te ve 30 ft’te de benzer platformlar vardı. Ellerinde yalnızca kazma kürek olduğu için, McGinnis ve arkadaşları daha fazla ilerleyemediler. Aslında bu kadarını yapmaları bile şaşılacak bir başarıydı. İndikleri derinliği kazıklarla işaretlediler. Sonra da, destek toplamak için Chester’a döndüler.

Tekinsiz ada

Define bulmak insanlara daima çekici gelir. Çocukların keşfi de merak uyandıran türdendi. Fakat ne gariptir ki, kendilerine yardım edecek kimse çıkmadı. Gerçekte, Oak Adası’nın karanlık bir ünü vardı. Bu ada nedense tekinsiz diye biliniyordu.

Chester’lı bir kadının annesi bölgeye ilk yerleşen kişilerdendi. Kadın bir anıdan söz etti. Vaktiyle adada ateşler ve garip ışıklar görünmüştü. Bir tekne dolusu adam, ne olup bittiğini incelemeye gitmişler. Sonra da arkalarında iz bırakmadan yok olmuşlardı. Kadına göre, akıllı bir insan bu adanın uzağından geçmeliydi.

Dokuz yıl sonra

Gençler, ancak 9 yıl sonra, büyüyüp birer erkek oldukları zaman, bu planı uygulamaya koyabildiler. Bekledikleri yardım, 30 yaşında hali vakti yerinde biri olan Simeon Lynds’den geldi. Lynds, Vaughn’tın kendisine anlattığı öyküden etkilenmişti. İlk ekipteki üç kişiye araştırmalarında yardımcı olmak için bir ortaklık kurdu.

Bu arada hiç değilse John Smith boş durmamıştı. Aradan geçen süre içinde Smith, kazdıkları yeri çevreleyen arazinin bir kısmını satın almayı becermişti. Daha sonraki 30 yıl süresince kalan kısmı da parça parça satın almayı başardı. Sonunda adanın tüm Doğu yanı, onun mülkiyetine geçecekti. İşte 1804 yılında bu grup esrarengiz Oak Adası’na böyle çıktılar. Oldukça azimliydiler. Yapacakları iş için iyi donatılmışlardı. Başaracaklarından emindiler.

Bu şemada, Oak Adası Para Çukuru’nun çeşitli düzeyleri görülüyor. Bu düzeyler, 1795 ile 1850 arasında birbirini izleyen, define peşindeki keşif gruplarınca bulundu.

Para çukurunun kazıları sırasında kayıtlarda kullanılan ölçüler kraliyet ölçüleriydi. Bu yazıda orijinal ölçümlerin metrik karşılıkları verilmemiştir. Aşağıdaki tablo yardımcı olabilir:

  • 1 inç: 2,5 cm.
  • 10 inç: 25 cm.
  • 1 ayak: 30 cm.
  • 10 ayak: 3 metre
  • 100 ayak: 30 metre
  • 1 mil: 1,6 km.
Garip platformlar

Önce çukurda birikmiş olan çamuru temizlemeleri gerekti. 9 yıl önce işaret olarak bıraktıkları çubuklara gelince, rahat bir nefes aldılar. Aradan geçen yıllar boyunca kimse buraya el sürmemişti. Bu kez var güçleriyle çalışmaya koyuldular. 30 ft. ile 90 ft. derinlik arasında bulduklan birbirini tutmuyordu. Hem ayrıntılar, hem de sıralama yönünden farklılık vardı. Ayrıca bu bilgiler, 1804 yılı grubunun keşiflerini abartmadan değerlendirme imkanını veriyor.

Araştırmacılar, 40 ft. derinlikte başka bir meşe platformla karşılaştılar. Bu platform macunla kaplanmıştı. 50 ft.’te, bir kömür tabakasını kazdıktan sonra, bir başka meşe platforma rastladılar. Bu kez platformun yarıkları hindistan cevizi elyafıyla tıkanmıştı. Sonra her 10 ft.’te bir karşılarına düzenli olarak platformlar çıktı. Hepsi meşedendi. Bazıları düzdü, bazıları macun ya da hindistan cevizi elyafıyla kaplanmıştı.

Gizemli yazı

Çalışmalar devam etti. 90 ft. derinlikte yassı bir taşa çarptılar. Taş, 3 ft. boyunda ve 1 ft. genişlikteydi. Başka bir yerden getirilmemişti, ada taşıydı. İşin en ilginç yanı, alt tarafında okunamayan bir yazı olmasıydı. Üzerindeki garip işaretlerle bu taş, kuşkusuz çok değerli bir ipucuydu.

Ancak bu konuda biraz düşüncesizce davranıldığı anlaşılıyor. John Smith taşı, adada yaptığı evin şöminesinin arkasına dikti. Bu hareketin, taşın iletmesi düşünülen mesajı koruma açısından, pek akıllıca olduğu söylenemez.

Yazı kayboluyor

Yarım yüzyıl sonra taş, Halifax’ta sergilendi. Amaç, çukurda keşif yapabilmek için daha fazla gelir sağlanmasıydı. O sırada bir yabancı diller profesörü, şifreyi çözdüğünü iddia etti. “lO ft. aşağıda iki milyon sterlin.” Bu yüzyılın başlarında ise taşı gören birisi, sonra 1935’te başka bir şey hatırladı. Son bir sözcük vardı. Ama o, taşı tekrar gördüğünde üstündeki yazı tamamen silinip gitmişti .
Sonuç, onun sözü olmalı. Hem de harfi harfine. Çünkü o günden bu yana taşı başka gören olmadı.

Başarısızlık

Aynı ekip 1805 yılı baharında, tekrar oraya dönerek, çukurun içindeki suyu boşaltmaya girişti. Çukur yanına daha derin bir başka çukur açtılar. 11O ft. düzeyine indiklerinde çukur hala kuruydu. Asıl tünelle yanlamasına giden bir başka tünel açtılar. Karşılarına gerçek bir Niyagara çağlayanı çıktı. Canlarını kurtardıkları için şanslı sayılmaları gerekirdi. Sonraki bazı define avcıları, aynı şansa sahip olamadı.

Suyla yapılan savaş

44 yıl boyunca, Para Çukuru adı verilen bu çukura kimse el sürmedi. Ama 1849’da yeni bir ortaklık kuruldu. Bu kez, artık yaşlanan Anthony Vaughn danışman görevini almıştı. Truro ortaklık grubu (Gruba, kurulduğu kentin adı verilmişti) her iki tünelin de tıkandığını gördü. Ama 12 günlük sıkı bir çalışmadan sonra asıl tüneli 86 ft.’e kadar kazdılar. Tıpkı yarım yüzyıl önce olduğu gibi, kazıcılar bir cumartesi akşamı, ferah kalple evlerine gittiler. Pazar sabahı teftişe geldiklerinde, her şey yolunda görünüyordu. Adamlar da Chester’daki kiliseye yollandılar. Gönüllerinden taşan şükranı Tanrı’ya sunmaya gitmişlerdi.

Eğer gerçekten öyleyse, pek vakitsiz bir şükran duygusuna kapıldıkları söylenebilir. Öğleden sonra saat 14’te geri döndüklerinde, büyük bir şaşkınlık içinde, çukurun 60 ft. yüksekliğe varan suyla dolduğunu gördüler. Çukurdaki su ile körfezin suyu aynı düzeydeydi. Suyu boşaltma çabaları, yıllar sonra “Çatalla çorba içmek kadar sonuçsuz” olarak tanımlanacaktı.

Çabalar sürüyor…

Cesaretleri kırılmayan Truro grubu, oluklu bir delgi kullanmaya karar verdiler. Bir atın çalıştırdığı bu delgi, nüfuz ettiği her şeyin örneklerini yüzeye çıkarıyordu. Böylelikle çukurda 98 ft. ‘in altında ne olduğunu kesinlikle anlayacaklardı. Suyun üstüne bir platform kurarak, 5 delik açtılar. Bunların birincisi, çukurun merkezinin batısındaydı. Diğerleri ise, doğu yönünde birbirini izleyerek, çukurun çevresini dolanıyordu. Birinci delikten yalnızca çamur ve taş çıktı.

Çukurdan çıkanlar

Ne var ki, üçüncüden tümüyle farklı bir sonuç alındı. Yazılı bir raporda, delgi işinin başındaki kişi şunları belirtiyordu:

“Platform, tam eski kazıcıların kol demiri ile sondaj yaparken (1804) buldukları yerdeydi. 5 inç kalınlığındaki platformu deldikten sonra bunun ladinden olduğu anlaşıldı. Platformdan sonra delgi 12 inç aşağı düştü. Yeniden 4 inç meşeden geçti. Bunun ardından parçalar halinde 22 inçlik metal geldi. Ancak delgi, hazineye benzer bir şeyi yukarı çıkarmadı. Yalnızca, eski bir saat zincirinin halkalarına benzeyen üç halka geçti elimize. Sonra 8 inç kalınlığındaki meşeyi deldik.

Bunun birinci sandığın dibi ve bir sonrakinin üstü olduğunu düşünüyorduk. Yine bir önceki gibi, 22 santim metalden geçildi. Derken, 4 inç kalınlığında meşe, 6 inç ladin aştık. Hiçbir şey bulamadan 7 ft. boyunca da kil kazdık.”

Sahtekarlık

Beşinci ve son delikte ise işler karıştı. Ustabaşı James Pitblado’ya şöyle bir talimat verilmişti. Delgi yüzeye çıkınca, ucuna yapışmış her zerreciği çıkaracaktı. Sonra da bunlar bir mikroskop altında incelenecekti. Pitblado bunu yaptı gerçi, ama işin özüne uyduğu pek söylenemez. Grup üyelerinden biri, onun delgiden bir şeyler çıkardığını gördü. Adam bunu yıkadı, yakından dikkatle inceledi, sonra da cebine atıverdi. Suçlanınca, keyifli bir şekilde, ortaklık yöneticilerinin bir sonraki toplantısında bulduklarını göstereceği cevabını verdi.
İnanılmaz bir şey ama, onun sözüne inandılar. Pitblado, kurul toplantısına katılacağına, kendini destekleyecek birini buldu. Bu kişi, Oak Adası’nın doğu bölümünü satın alma yolunda başarısız bir girişimde bulundu. Herkes Pitblado’nun bir mücevher bulduğuna inanıyordu.

Yine su basıyor

Artık Truro grubundakilerin hepsi üst üste duran iki sandığın ganimet dolu olduğuna inanıyorlardı (haksızda sayılmazlardı). Sandıkların 58 ft. ‘in hemen altında oldukları düşünülüyordu. Bütün mesele, su konusunda doğanın inadını kırmaktaydı.

1850 yılı baharında Para Çukuru’nun 10 ft. kadar batısında yeni bir tünel açıldı. Kazıcılar, 109 ft.’e kadar katı kille karşılaştılar. Suda basmadı. Sonra, tıpkı 1805’te olduğu gibi, çukura yanlamasına giden bir başka tünel açıldı. Sonuç da aynı oldu: Birkaç dakika içinde çukuru yarısına kadar su bastı.

Su nereden geliyor?

-

İnanması zor ama, öykünün ancak bu noktasında işlerin böylesine sarpa sarmasına yol açan suyun nereden çıktığını araştırmak akla geldi. Anlatıldığına göre biri, çukurlardan birine düşmüş, su yutmuş ve suyun tuzlu olduğunu ilan etmişti.

Tüneldeki su ile Oak Adası’nı çevreleyen su arasında ilk kez o zaman bir ilinti kuruldu. İkisinin ilintisi de kolaylıkla doğrulandı. Tünellerdeki su gelgitle yükselip alçalıyordu.

Toprağın bileşimi, doğal sızıntı ihtimalini ortadan kaldırıyordu (Zaten böyle birşey olsa Para Çukuru’nun başlangıçta kazılması imkansız olurdu). O halde akla yakın bir tek açıklama vardı. Para Çukuru bir yeraltı geçidiyle denizle bağıntılıydı. Ama nasıl?

Oak Adası’nda Smith’in Koyu. Define avcıları kazılarda belli bir düzeye her gelişlerinde Çukur’u su basmasının sırrını, burada çözmüşlerdi

Akıl almaz sistem

Cevabı bulmak zor değildi. Para Çukurundan 500 ft. uzaklıkta, en yakın kumsaldaki Smith’s Koyu’nda çabucak yapılan bir araştırma her şeyi açığa çıkardı. Sular çekilince, kumlar suyu sıkılan bir sünger gibi akıtıyordu.” Küreklere sarılıp biraz uğraşınca iş anlaşıldı.

13 ft. derinlikte, çalışanlar artık iyi tanıdıkları 2 inçlik bir hindistan cevizi elyafı tabakasıyla karşılaştılar. Bunun altında ise 5 inçlik bir deniz yosunu tabakası vardı. Sonra birbirini çaprazlamasına kesen, itinayla dizilmiş yassı taşlar geliyordu.

Birisi neyi saklıyor?

Günümüzün gözlemcisi, Trurolular gibi şaşırtıcı bir sonuca varmak zorunda kalıyor:
Elde çürütülmez kanıtlar olmasa, insan böyle bir sonuca gülüp geçer. Birisi, 1795’ten önce, bir şeyi saklamayı aklına koymuştu. Sonra, ya bir şans eseri olarak, ya da bile bile, Nova Scotia’nın bir körfezinde işe koyulmuştu. Önce 100 ft.’i aşkın derinlikte bir tünel kazarak işe başladı. Sonra bu tünelle, kumsaldaki Smith ‘in Koyu arasında 500 ft. ‘lik bir başka tünel kazdı. Orada, gizli yerine yaklaşılmasını önlemek için yine gizli tuzaklar kurdu. Yani’ kumsalda akıllara durgunluk verecek kadar zekice bir “boru tesisatı” yaptı.

Tüneli, rastgele bir şekilde değil, son derece kasıtlı biçimde, bilerek doldurdu. Böylelikle, tünelin alt kısımlarına ulaşılmasını da imkansız hale getirdi. Sonunda, “hırsız alarmını da devreye sokup, teknesine bindi ve gün batımına doğru yelken açtı. Çenesi düşük meşe ağacını da geride bıraktı.

Trurolu’ adamlar hayrete düşmüştü. Haklıydılar da tabii. Yine de çok fazla şaşırmamışlardı. 17. ya da 18. yüzyıl insanının yaptığı bulmacayı, 19. yüzyıl insanı çözebilir diye düşünüyorlardı. Acaba öyle miydi?

Define Sırrını Ele Vermiyor

Yıllar boyunca sayısız define avcısı Oak Adası’na akın ettiler. Hepsi, Para Çukuru’ndaki görkemli hazineyi bulacaklarından emindiler. Fakat, çukur, sırrını ele vermemekte direndi.

TRURO GRUBUNUN define avcıları, Para Çukuru’nda görkemli bir hazine var olduğundan bir ara kuşkuya kapılmışlardı. Su tünelinin bulunması bu kuşkuları silip attı. Tünelin çok zekice yapılmış olması bir yana, çukurun inşası bile muazzam bir işti. Sıradan bir ganimeti saklamak için bu kadar zahmete girilmiş olabileceğini akıl almıyordu. Para Çukuru’nda bir servet yatıyor olmalıydı.. Öyleyse, bu serveti ortaya çıkarmak için her türlü çabada bulunmaya değerdi.

Yine yenilgi

İşçiler, Smith’in Koyu’nda 150 feet uzunluğunda bir su benti inşa ettiler. Bu bent, gelgitin en alçak noktası ile havza arasında, suyun gelişini kesmek amacıyla açılmıştı. O zaman Para Çukuru’nun suyunu bir defalık kurutmak yetip de artacaktı.

Ne yazık ki, bir gelgitte olağandışı düzeyde yükselen sular bendi daha tamamlanmadan sürükleyip götürdü. Truro gurubu bunun üzerine talihsizliğini yanlış bir kararlada pekiştirdi.

Devam ediyorlar

Aslında, bir bent yapımında başarıya ulaşmanın mümkün olduğunu açıkça görmüş olmaları gerekirdi. Çünkü esrarlı selefleri de tüneli başka şekilde kazmış olamazdılar. Oysa, ilk planlarına bağlı kalacaklarına, daha hızlı, daha ucuza malolacak bir çözümü tercih ettiler. Kıyı ile Para Çukuru arasındaki tüneli kesip, su akışını durdurmaya karar verdiler. Kaç tane yeni mil sokup, kaç yeni tünel kazdıklarına ve su tünelini nerelerde aradıklarına ilişkin raporlar oldukça karışık.

Bir ara, su tünelini bulduklarını sandılar. 35 feet derinlikteki iri bir kaya parçasını yerinden oynatınca fışkıran sularla karşılaşmışlardı. Gerçekte, Para Çukuru’na o kadar yakındılar ki, su tünelinin de yüzeye bu kadar yakın olması imkansızdı. Bulduklarını sandıkları tüneli kapatmak amacıyla, kazık ve keresteler yerleştirdiler. Fakat, Para Çukuru’nda su düzeyi zerrece değişmedi. Çabaları bu şekilde aksayınca, daha önce denenmiş bir çareye başvurdular. Para Çukuru’ndan 50 feet uzakta 118 feet derinliğinde bir tünel kazdılar. Sonra da yana dönüp hedeflerine doğru yollarına devam ettiler. Ne var ki, bu tecrübede seleflerinden de şanssız çıktılar. Çünkü Para Çukuru, tünelin içine çöküverdi.

Çukur, adam öldürüyor

1859 yılında grup yeniden oluştu. Ertesi yıl yeni bir Truro ortaklığı kurulmuştu. İlk gruptaki bazı üyeler de yeni ortaklıkta yer alıyordu. Yeni yeni miller toprağa sokularak tüneller açıldı. Tek amaçları, su tünelinden gelen suyu kesenek ya da yönünü değiştirmekti. Hepsinde de aynı şekilde açık bir başarısızlığa uğradılar. Pompalarda aynı anda 63 kişi ile 33 at çalışıyordu.

1861 ‘de ise, Para Çukuru’nu kurutmak işi, artık kesinlikle üstesinden gelinmez bir görünüm aldığı için, buhar gücüne başvuruldu. Bu sefer de kazan patladı ve işçilerden biri haşlanarak öldü. 1865 yılına gelindiğinde ise, artık iyice boylarının ölçüsünü alan Truro grubu üyeleri, bu sefer kazıdan kesinlikle vazgeçtiler. Yerlerini de Halifaxlı bir gruba bıraktılar. Halifaxlılar ertesi yıl yeni bir ortaklık kurdular.

Hazine ele geçmeyecek

İlk Truro grubu gibi, Halifax ortaklığı da işe akıllıca giriştiler. Bir bent inşa ederek, suyu kaynağında kurutmaya çalıştılar. Yine eskisi gibi yükselen sular, daha tamamlanmadan eserlerini yok etti. Bir kez daha eskisi gibi bu tek başarısızlık, define avcılarının akıllıca stratejilerini yok etti.

Daha iyi bir bent yapmak gibi çetin bir işe girişeceklerine, yine Para Çukuru’na döndüler. Pompaladılar, kazdılar. Delikler açıp biraz daha kazdılar. Su tünelini kesmek için yanlamasına ek tüneller açtılar. Sonunda su tünelini kesmeyi başardılar ama bu işin onlara pek hayrı dokunmadı. 4 feet’e yakın yükseklikte ve 2,5 feet genişliğindeki su tünelinin, Para Çukuru’na 110 feet derinlikte girdiğini keşfettiler. Yani tünel, hazinenin bulunduğu sanılan yerin 10 feet aşağısındaydı.

Ancak, su tünelini bulmakla, denizden gelen suyun akışını kesmek arasında çok fark vardı. Bu ortaklık da 1867 yılında pes ederek, hiç adilane olmayan mücadeleyi sürdürmekten vazgeçti. Ortaklığın üyelerinden biri olan Isaac Blair, 1938 yılında ölürken yeğeni Frederiek Blair’e şunları söylüyordu:

“Gördüklerim, beni orada bu hazinenin gömülü olduğuna ikna etmeye yetiyor. Aynı zamanda, bu hazinenin kimsenin eline geçemeyeceğine ikna etmeye de yeterli.” Peygamberce bir kehanet! Ne var ki, yeğen Blair de, uzun süren yaşamı boyunca, Oak Adası’nın esrarını çözmek için birçok girişime katılacaktı.

Değişik bir yaklaşım

Artık başarısızlığın kaçınılmazlığı kafalara iyice yerleşmişti. Bir sonraki cesur girişime kadar da, aradan 25 yıl geçti. 1894’te Oak Adası Hazine Şirketi kuruldu. Şirketin 60 bin dolar sermayesi vardı. Prospektüsünü ise, genç Blair hazırladı. Doğrusu, prospektüs tarihi bir analiz yapma açısından oldukça akla yakındı.

Hevesli yatırımcılara şunlar deniyordu:
“Şimdiye kadar, okyanusun suyu boşaltılmaya çalışılarak vahim bir hata işlendiği açık. Çözüm ise, suyun tünelde akışını, kıyıya yakın bir yerde kesmeye çalışmaktır. Bunun için de en gelişmiş modern aygıtları kullanmak gerekiyordu. Yoksa çukurdaki suyu pompalamaya girişmenin yararı yoktu.

Frederick Blair’in Oak Island Treasure Company (Meşe Adası Define Şirketi) kazıları yürütürken, Para Çukuru’nun üst kısmı. Blair ve ortakları, beş yılı aşkın bir süre boyunca, çukurdaki suyu boşaltmak için birbiri ardınca sayısız girişimde bulundular. Ne yazıkki başaramadılar

Çukur yeri kayboluyor

Daha önce defalarca yapıldığı gibi, su tünelini kesme işleminde yine bir hata yapıldı. Girişim, kıyıya değil de, Para Çukuru’na yakın bir yerde yapıldı. Oysa kıyıya yakın bir noktada su tüneli elbette yüzeye yakın olurdu. Çabalar yine başarısızlıkla sonuçlandı. Derken, yine önceden olduğu gibi, Para Çukuru üzerinde çalışmaya girişildi. Bu kez işler daha da zorlaşmıştı.

Çünkü yüz yıl süren tahribat, çukurun tam yerinin de belirsiz hale gelmesine yol açmıştı. Blair ve ortakları yine de çukuru bulmayı başardılar. Bunun için, önceden mille açılmış tünellerden birinden bir yan tünele geçip, oradan yukarı doğru çıktılar. Su tünelini, 110 feet düzeyinde Para Çukuru’na girdiği noktada keşfettiler. Ancak gelgitin basıncı, suları o düzeyde kesemeyecek kadar fazlaydı.

Nihayet, bir şeylere rastlanıyor

Olayların akışına göre, artık delme vakti gelmişti. Önce içeri 3 inç kalınlığında bir boru soktular. Boru 126 feet derinlikte demire rastladı. Borunun içinden aşağı bir delgi sarkıttılar. Delgi, engeli aşıp geçti. 151 feet derinlikte ise, çimento olarak tanımlanan bir şeye çarptı. 20 inç aşağıda bu kez, delgi, 5 inç kalınlığında bir meşe bölmeye rastladı.

Sonra, büyük metal nesnelere “benzeyen” bir şeylere vurdu. Burguyu ısrarla döndürüp çevirerek, bunları yerinden oynattılar. Burgu da, görünürde, aralarından kayıp geçti. Sonra gevşek bir metal tabakaya gelindi. Delginin bu tabakadan geçmesi daha da zor oldu. Bunun ardından, yine büyük metal nesnelerle karşılaştılar.

Birinci Truro grubu, 1897’de tahta ve metal bölmelerden geçtiğinden bu yana, gömülü bir mal olduğuna ilişkin ilk kanıttı bu. Delgiciler, iki metal çubuk dizisi arasında bir tabaka, gevşek bir madeni para tabakası olduğuna hükmettiler. Üstelik de, çubukların demirden olduğunu sanmıyorlardı.

Esrarengiz parşömen

Sonradan yapılan basit bir deney yeterli oldu. Blair, su en yüksek düzeydeyken Para Çukuru’na kırmızı boya boşalttı. Boya, Para Çukuru’ndan 600 feet uzakta üç ayrı yerde yüzeye çıktı. Ancak bu kez yüzeye çıktığı yer, adanın güney kıyısındaydı.

Bu ikinci tüneli kesmek için de, hüsranla sonuçlanan bir çabada bulunuldu. Blair, toprağa 6 mil sokarak, altı tünel açtı. İşi bittiğinde, ortaklığın parası da bitmişti. Çabasının tek sonucu olarak, Para Çukuru’nun çevresinin bataklıktan farkı kalmadı. Öyle ki, tam yerini bulmak mümkün olmayacak gibiydi.

-

Ancak, birbirini izleyen bu başarısızlıklar dizisi içinde, Blair olumlu bir keşifte de bulundu. Bulduğu esrarlı bir nesne, hem kendi ortaklığının üyelerinin, hem de daha sonraki hazine avcılarının kuşkularını sildi. Artık, hiçbir kuşkuya yer bırakmamacasına, Para Çukuru’nda bir şeyler gömüldüğüne emindiler.

Delme işlemlerinden biri sırasında, burgu toprak yüzeyine, top haline gelmiş küçük bir parşömen kağıdı parçası çıkarmıştı. Kağıdı düzelttikleri zaman, üzerinde “V.I.” harflerinin yazılı olduğunu gördüler. Bu harflerin ne anlama geldiği belli değildi. Ama, bu kadar büyük bir derinlikten çıkarılan bir parşömen parçasını göz ardı etmek de mümkün değildi. Mutlaka bir tür kanıttı bu! Peki ama neyin kanıtıydı?

1915’lerde Para Çukuru’nda hevesle çalışan bir grup define avcısı. Blair’in kendi fonları çoktan tükenmişti ama adaya gelen başka ortaklıklara danışmanlık görevi yapmayı sürdürdü. 1954 yılında ölene kadar Blair, ele avuca sığmayan bu definenin gün gelip bulunacağına inanıyordu.

Define bir efsanedir

Aramaları bundan sonra sürdüren kişi, New Yorklu bir maden ve deniz mühendisi olan Yüzbaşı Harry L. Bowdoin oldu. Bowdoin işe iyi girişti. Önce Para Çukuru’nu 113 feet derinliğe kadar temizledi. Buradan aşağı bir çekirdek delgi (göbek mili) sarkıttı. Delgi, 149 feet derinlikte, çimento olduğu sanılan bir şeye çarptı. Kazıyı yürütenler adamakıllı heyecanlandılar. Acaba gerçekten su geçirmez bir hazine odasının eşiğine mi gelmişlerdi?

Ne yazık ki, hayır. Bunu izleyen 18 feet boyunca yukarı yalnızca sarı balçık ve taş çıktı. Sonra da asıl kaya tabakası geldi. 25 delik daha açılması da hiçbir sonuç vermedi. Columbia Üniversitesi’nden uzmanlar ise, çimento sanılan madde hakkında yargılarını bildirdiler. Bu, suyun etkisiyle çukurlaşmış doğal kireçtaşıydı. Bowdoin, definenin bir efsane olduğunu söyleyerek adayı terk etti.

Aletler bulunuyor

Daha sonra, başkaları da gelip gittiler. Ama, Para Çukuru konusundaki, hatırı sayılır olmakla birlikte, insanı öfkelendirecek kadar yetersiz bilgiye hiçbir katkıda bulunmadılar. Sonra 1931 ‘de William Chappell, bir kez daha adaya döndü. Chappel, 30 yılı aşkın bir süre önce, parşömen kağıdını toprak yüzeyine çıkaran delgiyi çalıştıran kişiydi. Para Çukuru’nun içinde ve yakınında kazı yaptı. Zaten eski ortağı Blair’le de çukurun yeri konusunda pek anlaşmaya varamamışlardı.

Ne var ki, Chappell, 116 ila 150 fe et arası derinliklerde, daha önceki çalışmalara ilişkin bir sürü kanıt buldu. Bir kazma, bir yağ lambası, bir gemi demiri tırnağı ve bir balta başı. Bu aletlerin 250 yıl öncesinden kaldığı tahmin ediliyordu. Blair’e göre, bu nesnelerin bu kadar derinlikte bulunmasının tek bir açıklaması olabilirdi: 100 feet derinlikte (ki, “sandıklar”ın asıl yerinin burası olduğu düşünülüyordu), doğal bir boşluk vardı. Aletler de, kuşatmanın herhangi bir noktasında bu boşluktan aşağı düşmüşlerdi.

Yöntemler gelişiyor

Blair, doğru bir açıklama getiriyor muydu, getirmiyormuydu bilinmez. Ama bu aramada kaderin elinin oynadığı role doğru bir şekilde parmak basmıştı. Her başarısızlık, daha sonraki girişimlerin başarı ihtimallerini azaltıyordu. Oysa, yıllar geçtikçe define avcıları daha gelişmiş yöntemlerden ve donanımdan yararlanıyorlardı. 1930’lu yılların ortalarında, New Jerseyli bir işadamı olan Gilbert Hedden, Chappel’in tünelini temizledi. 170 feet’e kadar da indi.

İki mevsim süren çabalardan sonra o da pes etti. Donanımlarını, bir makine mühendisi olan Edwin Hamilton’a sattı. Hamilton ise, 180 feet derinliğe vardı. Hazine filan bulamadı ama, 150 feet’te su tünelinin Para Çukuruna girdiği yeri keşfetti. Ayrıca tıpkı birincisi gibi, bu ikinci su tünelininde Smith’in Koyu’dan geldiği saptandı. Blair’in kırmızı boyalarının neden güney kumsalında ortaya çıktığıda anlaşılmıştı. 180 feet derinlikte, o yönden gelen ve çukurun içinden akan doğal bir dere vardı.

Çözülmemiş bir bilmece

-

Başansızlıklar dizisi İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra da devam etti. 1963 yılında ise, yenilgiye bir de trajedi eklendi. Emekliye ayrılmış bir sirk akrobatı olan Robert Restall, aramalarda hayatını kaybetti. Restall, tünelde çalışırken kullandığı pompanın egzoz dumanı yüzünden kendinden geçti. Sonunda hem Restall, hem de onu kurtarmaya gelen oğlu ve başka iki kişi daha öldü.

İki yıl sonra ise, Amerikalı bir petrol jeoloğu olan Robert Dunfield görkemli bir girişimde bulundu. Hatta, 70 feet yükseklikte bir mengeneli kazıcıyı adaya getirmek için, ana-karadan Oak Adası’na bir köprü bile yaptırdı. Bununla, Para Çukuru’nun yerinde, 80 feet genişlikte ve 130 feet derinlikte bir çukur kazdı. Sonuç yine hüsran oldu.

-

1850 ile 1970 yılları arasında Para Çukuru’nda yapılan belli başlı kazılardan bazılarının ayrıntıları. Gittikçe daha gelişmiş aygıtlar kullanıldığı halde, çukur yine de sırrını vermedi. Ama birbirini izleyen her kazıda daha derinlere inmek mümkün oldu.

1970 yılında, kendine Triton Alliance Şirketi adını veren bir grup, Dunfield’in imtiyazını devraldı. Bir yıl sonra Triton grubu, 212 feet derinlikte içi su dolu bir çukura rastlanmıştı. Daha sonra aşağı sarkıtılan bir denizaltı kamerasında sandığa benzeyen üç cisim görüldü. İşin ilginç yanı, sandıksı cisimlerin yanında, eti bozulmamış, kopuk bir el de duruyordu. Daha sonra mağaraya, 235 metre derinliğe dalgıçlar indirildi. Ne sandıkları ne de eli bulabildiler. Artık para çukurunun bilmecesi hiç çözülemeyecek gibi görünüyordu.

Hazine çıkarılmış olabilir

Dolayısıyla bu teoriye göre, 1780 civarında bir tarihte, ender rastlanan bir dehaya sahip meçhul bir mühendis yönetimindeki Britanyalı bir istihkâm bölüğü, Oak Adası’na indi ve büyük bir iş başardı. Nesiller boyunca define avcıları için buradan çıkan anlam şudur: Eğer hazine oraya yerleştirildiyse, saklayanlar tarafından yeniden çıkarılmış olabilir. Çünkü Clinton’un İngiltere’ye döndüğünde kaybolan birkaç milyon hakkında açıklama yaptığına dair bir kayda rastlanmıyor.

Eğer para çukurunun kusursuz bir akış düzeni varsa, hazine saklandığı yerden nasıl geri çıkarıldı? Yıllar boyu araştırmacılar boşuna suyun çıkış noktalarını aradılar. Su çıkış noktalarını, planlayıcının, geri döndüğü zaman suyu kapayabilmesini sağlamak amacıyla yerleştirdiği düşünüldü. İşte kör geçit, Furneaux’ya göre, para çukurunun ta kendisiydi. Ona göre para çukuru ve tüneller kazıldıktan sonra (fakat birleştirilmeksizin), tünelin bir ya da daha fazla kolu çukurdan dışarı ve yukarı doğru çıkıyordu. Yukarıya çıkan bu tünellerin ucunda, toprak yüzeyinin biraz altında hazine gizliydi.

Sonra para çukuru doldurulmuş, su tünelleri bağlanmış, hazine de orada tümüyle güvenceye alınmıştı. Hazinenin yerini ancak, tam olarak bilen kişi bulabilirdi. Başka herkes çukurun bataklığı içinde debelenip duracaktı.

Çözümlenecek mi?

Bilmeceye bulunan bu çözümün, belli bir ağırlığı olduğu kabul edilebilir. Fakat aceleye gelip onaylanmadan önce, bütün belirtilerin göz önüne alınıp alınmadığı sorusunun yanıtıdır. Örneğin 1849 ve 1897’de yapılan delik açma işlemleri sırasında bulunan metal parçaları nasıl açıklanabilir? Üzerinde “V.I.” yazan, cesaret kırıcı parşömen parçasının anlamı nedir?

Sonuçta, para çukuru ve Oak Adası, gizemini hâlâ koruyor. Çağdaş defineciler, burayla ilgilenmiyorlar, belki de gereksiz buluyorlar. Ama geçmişten kalmış bir meraklının her an ortaya çıkıp yeni kazılara başlaması da mümkündür. O zaman, Oak Adası’nın ve para çukurunun adını yeniden duyacağız.

Beğen
Beğen Muhteşem Haha İnanılmaz Üzgün Kızgın

Otomobilinin Plakasının Okunmasını Engellemek İçin “Oynar Plaka” Taktı

Adana’da okunmasını engellemek için ön ve arka plakaları menteşe takılarak oynar hale getirilmiş aracın sahibine 410 lira para cezası uygulandı.

tb

Alınan bilgiye göre, plakalarında hareketli sistem olan bir otomobilin otoyolun merkez Sarıçam ilçesi yakınlarında seyir halinde olduğu bilgisini alan polis ekipleri, aracı Yeşil Bulvar girişinde durdurdu.

Araçta yapılan incelemede, ön ve arka plakaların üst kısmında menteşe takılı olduğu, menteşelerin yardımıyla plakaların 90 derece kaldırılıp okunmasının engellenebildiği belirlendi.

Sürücü Can Y, aracının LPG’li olduğunu ve alışveriş merkezlerinin otoparkına girebilmek için tüp dolum kısmını kapatacak şekilde düzeneği yaptırdığını öne sürdü.

tb

Can Y’ye "Yönetmelikte belirlenen nitelikte veya ölçülere aykırı plaka takmak" suçundan 410 lira para cezası uygulandı.

Araçtaki düzeneğin 7 gün içerisinde sökülmesi gerektiği, aracın ikinci kez yakalanması halinde trafikten men edileceği öğrenildi.

Yetkililer, bu tür düzeneklerin özellikle otobanda kameraların plakayı okumasını engellemek için yapıldığını belirtti.

Beğen
Beğen Muhteşem Haha İnanılmaz Üzgün Kızgın

Rögar Kapağına Sıkışan Şişman Fareyi İtfaiye Kurtardı

Almanya’nın Bensheim kasabasında rögar kapağına sıkışan şişman bir fare, itfaiye ekiplerinin çabalarıyla kurtarıldı.

tb

Almanya’nın Bensheim kasabasında, hayvan kurtarma ekibi, sıra dışı bir ihbar aldı. Rögar kapağına sıkışan şişman bir farenin yardıma ihtiyacı vardı.

İşçiler, fareyi şıkıştığı yerden kurtarmaya çalıştı ancak başarılı olamadılar. Şişman fare, itfaiye ekiplerinin de yardıma gelmesiyle uzun uğraşlar sonucu sıkıştığı yerden kurtarıldı.

Kimileri, fare için başlatılan bu büyük operasyonda neden bu kadar çaba harcandığını sorgulasa da, hayvan kurtarma işçisi Michael Sehr, "Birçok kişi tarafından nefret edilen hayvanlar bile saygıyı hak ediyor." dedi.

Kaynak: BBC

Beğen
Beğen Muhteşem Haha İnanılmaz Üzgün Kızgın

Havana’nın Sembolü Amerikan Otomobillerinin İlginç Öyküsü

Küba, bir zamanlar ABD’den otomobil ithalatı yapan en önemli ülkelerden biriydi. Özellikle 1950’li yıllarda dönemin çarpıcı Amerikan otomobilleri başkent Havana sokaklarında fazlasıyla boy gösteriyordu. Bu otomobillerin sayısı o dönemlerde 125 bini bulmuştu.

tb

Küba’daki devrimin ardından Fidel Castro 1959 Temmuz’unda yaptığı konuşmada, "Cadillac kimseye iş sağlamıyor, Cadillac ülkenin zenginliğini artırmıyor. Bunu azaltıyor." dedi ve o andan itibaren tüm Amerikan otomobil ithalatını durdurduklarını duyurdu. Küba hükümeti, “maquinas” dediği bu otomobillerin sahiplerine katı yasalar koydu.

tb

Yıllar süren ticaret ambargosu nedeniyle önce yedek parça sıkıntısı çeken otomobil sahipleri daha sonra hiç yedek parça bulamamaya başladılar. Her biri klasik olan otomobillerin çoğu ise bu özelliklerini yitirdi. Bunun nedeni, bulunamayan parçaların yerine başka ülkelerin farklı model araçlarından temin edilen parçaların ‘karıştır-eşleştir’ yöntemiyle bu otomobillere takılarak çözüm üretilmesiydi.

tb

Yıllar içinde eskiyen arabaları ayakta tutmak için ilginç yöntemler deneyen Kübalı araç sahipleri, kat kat boyadıkları otomobilleriyle neredeyse yeni bir ‘tür’ ortaya çıkardılar.

tb

Günümüzde turistlere taksi hizmeti veren bu otomobiller, yerel halk için önemli bir gelir kaynağı durumunda. Otomobillerde alınan ücret ise, otomobilin bakım durumuna göre değişiyor. Klasik özelliği daha fazla zedelenmiş otomobiller 10-15 dakikalık bir yolculuğa 10-15 dolar ücret alırken, bakımlı araçlarda aynı mesafe için 15-30 dolar arası ödeme yapmak gerekiyor.

tb

Sürücüler, turistleri cezbetmek için genellikle devlet tarafından işletilen lüks otellerin çevresinde konuşlanıyor. Ne kadar bakımlı olurlarsa olsunlar her şoförden mutlaka duyacağınız uyarı ise, ‘lütfen kapıları dikkatli kapatın’ oluyor.

tb

Beğen
Beğen Muhteşem Haha İnanılmaz Üzgün Kızgın

43 Yaşındaki “Süper Anne” 21’inci Çocuğunu Dünyaya Getirdi

İngiltere’nin en geniş ailesi ünvanına sahip olan Radfordlar’ın 21’inci çocukları dünyaya geldi.

Noel ve Sue Radford çifti, İngiltere’nin en geniş ailesi ünvanına sahip. Ailenin 21’inci üyesi Bonnie Aralık 2018’de dünyaya ‘Merhaba’ dedi. Bonnie 3.74 kg doğdu.

‘Artık yeter’ diyen ve daha fazla çocuk istemeyen çift, bu kararı daha önce de aldıklarını ama uygulamadıklarını söylüyor.

21 defa doğum yapan süper anne lakaplı Sue, yaşamı boyunca 800 haftayı hamile olarak geçirdi.

Hemen hemen her yıl 1-2 bebek doğuran Sue’ya doktorlar her doğum sonrası ‘Seneye tekrar görüşürüz’ diyor.

7 yaşındayken eşi Noel ile tanışan Sue ilk çocuğunu 14 yaşında dünyaya getirdi. İkinci çocuğunu 17 yaşında doğuran Sue bir süre sonra Noel ile evlendi. Çiftin en büyük çocuğu 29 yaşında. Çiftin bir diğer çocuğu 24 yaşındaki Sophie daha şimdiden 3 çocuk annesi oldu.

10 odalı bir evde yaşayan kalabalık aile her gün 18 şişe süt, 4 tuvalet kağıdı rulosu ve 3 paket mısır gevreği tüketiyor. Günde 9 defa çamaşır makinesi çalıştıran ailenin gece yatmadan önce banyo ihtiyaçlarını gidermesi 3 saat sürüyor.

Beğen
Beğen Muhteşem Haha İnanılmaz Üzgün Kızgın

Eşiyle Arası Bozulan Adam Kendisi İçin “Öldü” Anonsu Yaptırdı

Adana’nın Kozan ilçesinde eşiyle arası bozuk olduğu için kendisi için “öldü” anonsu yaptıran kişi hakkında suç duyurusunda bulunuldu.

İddiaya göre, Hacımirzalı Mahallesi’nde yaşayan Menderes Dinler, kendisini “Ergün” olarak tanıttığı belediye personeline, kardeşi Menderes Dinler’in öldüğünü, bunu hoparlörden anons etmelerini istedi.

Bunun üzerine belediye zabıta personeli, Menderes Dinler’in öldüğünü, cenazesinin yarın öğle namazını müteakip kılınacak cenaze namazının ardından Buruk Mezarlığı’na defnedileceğini duyurdu.

Eşi ve akrabalarına gelen taziye telefonlarının ardından Menderes Dinler’in ölmediği, anons ilanını sahte isimle verdiği ortaya çıktı.

Kozan Belediyesi Zabıta Müdürü İzzet Kunt da yanlış beyanda bulunduğu için Kozan Belediye Başkanı Musa Öztürk’ün talimatıyla Menderes Dinler hakkında Kozan Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulundu.

Kunt, AA muhabirine yaptığı açıklamada, “Anonstan sonra öldü denilen şahsın eşi, nöbetçi arkadaşı arayarak eşinin ölmediğini belirtti. Biz de bunun üzerine kamera görüntüleri ile eşinin bize gönderdiği fotoğrafı karşılaştırıp aynı şahıs olduğunu tespit ettik. Eşiyle arasında olan bir sorundan dolayı anons edildiğini söyleyince belediye başkanımızın talimatıyla Cumhuriyet başsavcılığına suç duyurusunda bulunduk.” diye konuştu.

Kunt, konunun takipçisi olacaklarını belirtti.

Kaynak: Eşiyle arası bozulunca kendi için ‘öldü’ anonsu yaptırdı

Beğen
Beğen Muhteşem Haha İnanılmaz Üzgün Kızgın

278 Kiloluk Dev Ton Balığı 3 Milyon 100 Bin Dolara Satıldı

Japonya’nın başkenti Tokyo’daki yeni balık pazarında yapılan 2019’un ilk açık artırmasında rekor kırıldı. Yaklaşık 278 kilogram ağırlığındaki, bir tür ton balığı olan mavi yüzgeçli orkinos 3,1 milyon dolara alıcı buldu.

Balığı satın alan sushi restoranı sahibi Kiyoshi Kimura, “İyi bir balık aldım. Fiyat kafamdakinden biraz yüksek ama müşterilerimize bu mükemmel balığı yedirmek istiyorum” dedi.

Bir önceki rekorun da sahibi olan Kimura, 2013 yılındaki açık artırmada bir balığa 1,4 milyon dolar ödemişti.
Rekor fiyatla satın alınan mavi yüzgeçli orkinos, Doğal Hayatı Koruma Vakfı’nın (WWF) tehlike altında bulunan türler listesinde yer alıyor.

Normal bir günde benzer boyutlardaki bir ton balığının 60 bin dolar civarında bir bedelle alıcı bulduğunu belirten BBC’nin Tokyo muhabiri Rupert Wingfield-Hayes, fiyatta rekor kırılmasının temel olarak iki nedeni olduğunu söyledi.

Wingfield-Hayes, bunlardan ilkini Kimura’nın ve sahibi olduğu sushi restoran zincirinin reklam yapmak amacıyla bu tarz etkinlikleri kullandığına dikkat çekti.

İkincisinin ise büyük Pasifik mavi yüzgeçli orkinos balığının artık zor bulunan bir türe dönüşmesi olduğunu belirtti.

Wingfield-Hayes, “2018 yılında Japonya açıklarında tutulan bu tür balıkların sayısında çok ciddi bir azalma oldu ve geçen yılın ortalarından bu yana Tokyo’da bu balığın fiyatı yüzde 40’tan fazla artış gösterdi” dedi.

Kaynak: Japonya’da 278 kiloluk dev ton balığı 3 milyon dolara satıldı

Beğen
Beğen Muhteşem Haha İnanılmaz Üzgün Kızgın