Kız Kulesi tarihi

[KBASLIK]GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE KIZKULESİ[/KBASLIK]
Geçmişi 2500 yıl öncesine dayanan bu eşsiz yapı, İstanbul`un tarihine eş bir tarih yaşamış ve bu kentin yaşadıklarına görgü şahitliği yapmıştır. Antik çağda başlayan geçmişiyle, Eski Yunan`dan Bizans İmparatorluğu’na, Bizans`dan Osmanlıya, tüm tarihi dönemlerde var olarak günümüze kadar gelmiştir.

[KBASLIK]M.Ö. Kızkulesi[/KBASLIK]
[KRSOL=https://www.topragizbiz.com/blog/wp-content/uploads/2019/05/bir-zamanlar-kiz-kulesi-36-1.jpg]Kızkulesi[/KRSOL][KRSOL=https://www.topragizbiz.com/blog/wp-content/uploads/2019/05/bir-zamanlar-kiz-kulesi-36-2.jpg]Kızkulesi[/KRSOL]İstanbullu bir Rum olan araştırmacı Evripidis’in anlattığına göre önceleri Asya sahillerinin bir çıkıntısı olan kara parçası zamanla sahilden kopmuş ve Kızkulesi’nin üzerinde bulunduğu adacık oluşmuştur. Kızkulesi’nin üzerinde yer aldığı kayalıktan ilk kez M.Ö. 410’da söz edilir. Bu tarihte Atinalı komutan Alkibiades, Boğaz’a girip çıkan gemileri denetlemek ve vergi almak amacıyla bu küçük ada üzerine bir kule inşa ettirir. Sarayburnu’nun bulunduğu yerden, kulenin bulunduğu adaya zincir gerilir ve kule böylece Boğaz’ın giriş ve çıkışlarını kontrol eden bir gümrük istasyonu halini alır. Bundan yıllar sonra yani M.Ö. 341’de Yunan Komutan Chares, kulenin bulunduğu adacığa eşi için, mermer sütunlar üzerine bir anıt mezar yaptırır.

[KBASLIK]Roma Dönemi[/KBASLIK]
M.S. 1110’lara gelindiğinde ise bu küçük adacığın üzerindeki ilk belirgin yapı (kule), İmparator Manuel Comnenos tarafından inşa ettirilir. 1143 – 1178 yılları arasında hükümdarlık süren İmparator Manuel, şehrin savunmasına yardım için iki tane kule yaptırmıştır. Bunlardan birini Mangana Manastırı yakınına (Topkapı Sarayı’nın sahili) diğerini ise Kızkulesi’nin bulunduğu yere inşa ettiren İmparator Manuel, hem düşman gemilerini Boğaz’a sokmamak, hem de ticaret gemilerinin gümrük vergisi vermeden geçişine engel olmak için, iki kule arasına zincir bağlatmıştır.

[KBASLIK]Bizans Dönemi[/KBASLIK]
[KRSOL=https://www.topragizbiz.com/blog/wp-content/uploads/2019/05/bir-zamanlar-kiz-kulesi-36-3.jpg]Kızkulesi[/KRSOL][KRSOL=https://www.topragizbiz.com/blog/wp-content/uploads/2019/05/bir-zamanlar-kiz-kulesi-36-4.jpg]Kızkulesi[/KRSOL]Daha önceleri zaman zaman harap olan ve yeniden onarılan Kızkulesi, İstanbul’un fethi sırasında Venedikliler tarafından üs olarak kullanılır. Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u kuşattığı sırada Bizans’a yardım etmek için Venedik’ten Gabriel Treviziano komutasında gelen bir filo burada üslenmiştir.

[KBASLIK]Osmanlı Dönemi[/KBASLIK]
Fetihten sonra Fatih Sultan Mehmet bu küçük kaleyi yıktırır ve yerine taştan, etrafı mazgallarla çevrili küçük bir kalecik yaptırır ve buraya toplar yerleştirir. Kaleye konulan bu toplar, liman içindeki gemiler için etkili bir silah olmuştur. Ancak kule, Osmanlı döneminde savunma kalesi olmaktan çok bir gösteri platformu olarak kullanılmış ve Mehterler burada top atışları ile birlikte nevbet (bir çeşit İstiklal Marşı) okumuşlardır. Bugün gördüğümüz kulenin temelleri ve alt katın önemli kısımları Fatih devri yapısıdır. Osmanlı dönemi boyunca Kızkulesi’nin onarılarak ya da yer yer yeniden yapılarak yaşatıldığı bilinmektedir. 1510 yılında meydana gelen ve “küçük kıyamet” olarak anılan depremde İstanbul’daki pek çok yapı gibi Kızkulesi de büyük hasar görmüş, kulenin onarımı Yavuz Sultan Selim döneminde gerçekleştirilmiştir. Çevresinin sığ olması sebebiyle 17. asırdan sonra kuleye bir de fener konulmuştur. Bu tarihten itibaren kule, artık bir kale değil bir deniz feneri olarak hizmet vermeye başlamıştır. Kuledeki toplar da bu dönemde artık korunma için değil, merasimlerde selamlama için atılıyordu. Kanuni Sultan Süleyman’ın ölümünden sonra tahta geçmek için İstanbul’a gelen Şehzade Selim, Üsküdar’dan geçerken, Kızkulesi’nden atılan toplarla selamlanmıştır.

[KRSOL=https://www.topragizbiz.com/blog/wp-content/uploads/2019/05/bir-zamanlar-kiz-kulesi-36-5.jpg]Kız kulesi[/KRSOL][KRSOL=https://www.topragizbiz.com/blog/wp-content/uploads/2019/05/bir-zamanlar-kiz-kulesi-36-6.jpg]Kız kulesi[/KRSOL]Bundan sonra uzun süre tahta geçen her Padişah için bu selamlama yapılarak, Padişah’ın tahta geçişi top atışları ile halka duyurulmuştur. 1719 yılında fenerde yağ kandilinin rüzgâr etkisiyle etrafı tutuşturmasından dolayı çıkan yangın ile iç kısmı tamamen ahşap olan kule yanmış,1725 yılında şehrin Baş Mimarı Nevşehirli Damat İbrahim Paşa tarafından kapsamlı bir onarımdan geçirilmiştir. Bu onarım sonrası kule, kurşun kubbeli ve fener bölümü de kagir ve camlı olarak restore edilmiştir. Ardından 1731 yılında kulenin feneri ile top mazgalları ve diğer yerleri yeniden onarımdan geçmiştir. Kızkulesi, Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküş devrine girmesi ile tekrar savunma kalesi olarak kullanılmaya başlar. Daha önce eğlenceler ve kutlamalar için yapılan top atışları, bu dönemde artık savunma amaçlı yapılır. Kule, 1830-1831’de ise, kolera salgınının şehre yayılmaması için karantina hastanesine dönüşür. Daha sonra 1836- 1837’de görülen ve 20-30 bin kişinin öldüğü veba salgını sırasında hastaların bir kısmı burada kurulan hastanede tecrit edilmiştir. Kızkulesi’nde tesis edilen bu hastanede uygulanan karantina ile salgının yayılması önlenmiştir. Kızkulesi’nin Osmanlı dönemindeki son büyük onarımı II. Mahmud döneminde yapılmıştır. Kule’nin bugünkü şeklini veren 1832-33 yılındaki tadilat sonrasında, ünlü hattat Rakım’ın yazısı ile Kızkulesi’nin kapısının üzerindeki mermere Sultan II. Mahmut’un tuğrasını taşıyan bir kitabe yerleştirilir. Osmanlı-barok mimari tarzında yapılan bu restorasyonda, kuleye dilimli kubbe ve kubbe üzerinden yükselen bayrak direği ilave edilir. 1857 yılında bir Fransız şirketi tarafından Kuleye yeni bir fener yaptırılır.

[KBASLIK]Cumhuriyet Dönemi[/KBASLIK]
[KRSOL=https://www.topragizbiz.com/blog/wp-content/uploads/2019/05/bir-zamanlar-kiz-kulesi-36-7.jpg]Kız kulesi[/KRSOL][KRSOL=https://www.topragizbiz.com/blog/wp-content/uploads/2019/05/bir-zamanlar-kiz-kulesi-36-8.jpg]Kız kulesi[/KRSOL]İkinci dünya savaşı döneminde Kızkulesi’nde yenileme çalışması yapılır. Kulenin çürüyen ahşap kısımları tamir edilir ve bazı bölümleri yıkılarak betonarmeye çevrilir. 1943’de yeniden büyük bir onarım geçiren kulenin çevresine büyük kayalar yerleştirilerek denize kayması önlenmiştir. Bu arada kulenin oturduğu kayanın etrafındaki rıhtımdaki ambar ve gaz depoları kaldırılmıştır. Yapının dış duvarları korunarak içi betonarme olarak yenilenmiştir. Kızkulesi, 1959 yılında Askeriye’ye devredilmiş ve Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’na bağlı, Boğazın deniz ve hava trafiğinin denetlenmesini sağlayan bir radar istasyonu olarak kullanılmıştır. “ Deniz Kuvvetleri Tesisi Mayın Gözetleme ve Radar İstasyonu” olan binadaki sarnıç, 1965’de yapılan tadilatlar sırasında üzeri beton dökülerek kapatılmıştır. 1983 yılından sonra kule, Denizcilik İşletmeleri’ne bırakılmış ve 1992 yılına kadar ara istasyon olarak kullanılmıştır.

[KBASLIK]Günümüzde Kızkulesi…[/KBASLIK]
Antik Çağ’da Arkla(küçük kale) ve Damialis(dana yavrusu) adları ile anılan Kule, bir ara da “Tour de Leandros”(Leandros’un kulesi) ismi ile ün yapmış, günümüzde ise Kızkulesi – Maiden’s Tower ismi ile bütünleşmiştir. 1995 yılında Kızkulesi’nin restorasyon süreci başlar. Binlerce yıllık gizemli bir tarihe sahip bu özel mekan, kendine özgü kimliğine ve geleneksel mimarisine bağlı kalarak tamamlanan restorasyon çalışması sonrasında 2000 yılında kapılarını ziyarete açar. Bugün gündüzleri cafe-restaurant, akşamları ise özel restaurant olarak yerli ve yabancı ziyaretçilerine hizmet veren Kızkulesi, düğün, toplantı, lansman, iş yemeği gibi pek çok özel davet ve organizasyona da ev sahipliği yapmaktadır

[KBASLIK]Kız Kulesi Efsaneleri[/KBASLIK]
[KRSOL=https://www.topragizbiz.com/blog/wp-content/uploads/2019/05/bir-zamanlar-kiz-kulesi-36-17.jpg]Kızkulesi[/KRSOL][KRSOL=https://www.topragizbiz.com/blog/wp-content/uploads/2019/05/bir-zamanlar-kiz-kulesi-36-18.jpg]Kızkulesi[/KRSOL]Yukarıda belirttiğim gibi Kuz Kulesi, belki de hakkında en çok efsane türetilen İstanbul eserlerinden biridir. Yunanlar, Romalılar ve Osmanlılar ayrı ayrı efsaneler anlatmışlar, bu hikayelere göre de kuleye isimler vermişler.

Mesela Yunanlar buraya Damalis Kulesi derlermiş. Nedeni ise en başta yazdığım gibi buralar o dönem Atinalılarınmış. Atina Kralı Hares’in çok güzel bir eşi varmış. Salacak sahilini çok sevdiğinden öldüğünde onu buraya gömdürmüş. Yunanlarda bu nedenle sahile Damalis sahili, kuleye de Damalis kulesi demişler. Hatta eğer doğruysa bir de heykeli varmış Kraliçe Damalis’in kayalıklarda.

[KBASLIK]Hero ve Leandros Efsanesi[/KBASLIK]
Hero, Yunan mitolojisinde aşk ve güzellik tanrıçası olarak tanımlanan Afrodit’in rahibelerinden biridir ve Kız Kulesi’nde görev yapmaktadır. Rahibe olması nedeniyle aşka yasaklıdır ve erkeklerle ilişkisi yoktur.

[KRSOL=https://www.topragizbiz.com/blog/wp-content/uploads/2019/05/bir-zamanlar-kiz-kulesi-36-20.jpg]Kız Kulesi[/KRSOL][KRSOL=https://www.topragizbiz.com/blog/wp-content/uploads/2019/05/bir-zamanlar-kiz-kulesi-36-21.jpg]Kız Kulesi[/KRSOL]Bir gün yıllardır kaldığı kuleden bir tören için karşıya geçer. Orada Leandros adında başka bir rahip ile karşılaşır ve ona ilk görüşte aşık olur. Rahip Leandros da aynı duygulara kapılır. Görüşebilmelerinin tek yolu, Leandros’un boğazın soğuk ve akıntılı sularını geceleri yüzerek aşmasıdır. Bir süre bu şekilde aşk yaşayan çiftin hikayesi, rüzgarlı bir gece Hero’nun sevgilisine yol göstermesi için yaktığı fenerin sönmesiyle son bulur. Karanlıkta yolunu kaybeden Leandros boğularak ölür. Efsaneye göre bu duruma gözleriyle şahit olan Rahibe Hero, yaşadığı acıya dayanamaz ve o da kendini boğazın sularına bırakarak hayatına bir son verir.

Bu efsaneye dayanarak Romalılar burayı, Leandros Kulesi olarak adlandırmışlar.

[KBASLIK]Sepetteki Zehirli Yılan Efsanesi[/KBASLIK]
Bir diğer Kız Kulesi efsanesi, sepetle birlikte kuleye gelen zehirli yılanı anlatır. Yalnız bu efsanenin hem Yunan – Roma hem Türk türevleri vardır. Kronolojik olarak anlatalım.

[KRSOL=https://www.topragizbiz.com/blog/wp-content/uploads/2019/05/kiz-kulesi-1.jpg]Kız Kulesi[/KRSOL][KRSOL=https://www.topragizbiz.com/blog/wp-content/uploads/2019/05/kiz-kulesi-2.jpg]Kız Kulesi[/KRSOL][B][COLOR=rgb(85, 57, 130)]Kralın Eşi :[/COLOR][/B] Eski çağlarda Romalı bir imparatora, falcılar tarafından eşinin öleceği söylenir. O da kraliçesini korumak için Kız Kulesi’ne yerleştirir. Kendisinden ve özel hizmetlilerden başka kimsenin yanına girmesine izin vermez. Yine de kaderin önüne geçemez ve kraliçeye gönderilen yiyecek sepetinin içinden çıkan yılan onu orada sokarak öldürür.
[B][COLOR=rgb(85, 57, 130)]
Hanım Sultan :[/COLOR][/B] Bu hikayeye göre ise Selçuklu Sultanlarından biri, rüyasında çok sevdiği kızının bir yılan tarafından ısırılarak öleceğini görür. Vesveseye kapılan sultan, kızını kuleye yerleştirir. Kendisi dahil kimsenin kuleye girip çıkmasına izin vermez. Hatta su ve süt dahi özel borularla akıtılır adacığa. Derken yıllar sonra hanım sultan hastalanır. O güne dek bilinen en iyi hekim tarafından zar zor iyileştirilir genç kız. Bunun üzerine pek çok farklı yerden hanım sultana hediyeler yollanır, bunların arasında da bir sepet üzüm vardır. Üzüm sepetinin içine gizlenmiş olan yılan, o gece hanım sultanı zehirleyerek ölümüne neden olur.

[KBASLIK]Battal Gazi Efsanesi [/KBASLIK]
Bir başka Türk Kız Kulesi efsanesi de Seyyid Battal Gazi hakkındadır. Battal Gazi, dönemin İslam Halifesi Harun Reşid’in ordusuyla İstanbul kuşatmasına katılır. Kuşatmadan sonuç alamayan İslam ordusu geri çekilirken Battal Gazi, Üsküdar’da kalmaya devam eder. Çünkü tekfurun kızına aşıktır. Ancak Üsküdar tekfuru, imparatorun izniyle kızını kuleye hapsederek onu Battal’dan koparmaya çalışır. Bunun üstüne Seyyid Battal, bir gece Kız Kulesi’ni basarak hem tekfurun kızını hem de kuledeki hazineleri alarak kaçar. Meşhur, “atı alan Üsküdar’ı geçti” deyiminin de bu efsaneye dayandığı söylenir.

Beğen
Beğen Muhteşem Haha İnanılmaz Üzgün Kızgın

Dünyanın Etrafını Dolaşan İlk İnsan Kimdir?

Ferdinand Macellan dünyanın etrafındaki turunu asla tamamlayamadı. 1521’de Filipinler’de henüz turun yarısındayken öldürüldü. Macellan 1511’de Portekiz’den çıkıp Hint Okyanusu’nu geçerek önce Uzakdoğu’yu ziyaret etti. Zenci Henry’yi 1511’de Malezya’daki bir köle pazarında buldu ve onu geldiği yoldan Lizbon’a götürdü.

1519’da çıkılan dünya turu girişimi de dahil olmak üzere bundan sonraki tüm yolculuklarında Zenci Henry, Macellan’ın yanında gitti. Bu yolculuk diğer yönden, yani Atlas Okyanusu’nu ve Büyük Okyanus’u geçerek gerçekleşti, bu yüzden 1521’de Uzakdoğu’ya vardıklarında Zenci Henry dünyanın etrafını tam olarak dolaşmış olan ilk insan oldu.

Beğen
Beğen Muhteşem Haha İnanılmaz Üzgün Kızgın

Türk Hamamlarında Suyun Kaldırma Kuvveti Neden Yok?

Emin Çapa, “Türk Hamamlarında Suyun Kaldırma Kuvveti Neden Yok?” başlıklı konuşmasında tarihin önde gelen bilim adamlarıyla çıktığı yolculuğa Türk eğitim sistemine yönelttiği eleştirilerle devam ediyor. Günümüzde yaşanan bilimsel patlamada ülkemizin rolünü iyi belirlemesi gerektiğini anlatırken ekliyor: Arşimet, suyun kaldırma kuvvetini hamamda bulduysa, binlerce yıldır milyonlarca Türk neden suyun kaldırma kuvvetini bulamadı?

Emin Çapa, Gazeteci ve Ekonomi Müdürü, CNN TÜRK

Emin Çapa, 1984’te başladığı İstanbul Üniversitesi’nde gazetecilik bölümünde okudu, lisansüstü eğitimlerinin ikisini de AB üzerine yaptı. Üniversiteye başladığı sene Hürriyet’te stajyer olarak çalışmaya başladı. Ardından Tempo dergisinde ilk kez kadrolu ekonomi muhabiri oldu. Ardından Türkiye’nin ilk özel radyolarından Genç Radyo’nun kurucuları arasında bulundu.

İşçi – işveren konularına olan ilgisi nedeniyle kısa bir süre TİSK’te çalıştıktan sonra, Sabah gazetesinde 5 sene ekonomi muhabirliği yaptı. 1999 Kasım ayından bu yana CNN TÜRK’te çalıştı. Editör olarak başladığı CNN TÜRK hayatında, önce Ekonomi İstihbarat Şefi, ardından Ekonomi Haber Müdürü, son olarak da Ekonomi Müdürü oldu. Halen CNN TÜRK Ekonomi Müdürü olan Çapa, evli ve Strasbourg Üniversitesi’nde hukuk ve AB eğitimi alan bir oğlu var. Amatör olarak bahçıvanlık ve arkadaşlarıyla olmak ve para almamak kaydıyla sanat tarihi-arkeoloji rehberliği yapıyor.

Beğen
Beğen Muhteşem Haha İnanılmaz Üzgün Kızgın

Kendi Kartvizitiyle Kendine Torpil Yapan Tek İnsan: Altan Erbulak

Dolmabahçe’deki Mithat Paşa Stadyumu’nun bütün kapıları kapanmıştır. İçerde Fenerbahçe – Galatasaray maçı oynanacak ve 20 bin kişi tribünlerde yerini almıştır…

Beğen
Beğen Muhteşem Haha İnanılmaz Üzgün Kızgın

Kahve Yemenden Gelir

Kahve Yemenden Gelir

Her gün zam yapılmadığı zamanlarda, bazen zam yapmak gerektiğinde esnaf bunu uygun bir şekilde izah etmek zorunda kalırdı. Yine bu zamanlarda kahve satan bir esnaf kahveye zam yapmak zorunda kalır. Çünkü kahve Yemen’den gelmektedir ve bu süreçte fiyat değişmeye başlar.

Kahve satan bu esnaf bunu halka anlatmak için cama şu notu düşer:

Kahve Yemen den gelir,
Yolları ırak,
Beş para yetmez,
On para bırak.

Halktan bazıları bundan pek hoşlaşmaz ve esnafın meşgul olduğu bir anda notun altına şunu notu ekler:

Kahve Yemen den gelir,
Yolları sapa,
Beş para yetmez ise,
Dükkanı kapa.

Beğen
Beğen Muhteşem Haha İnanılmaz Üzgün Kızgın

Tanrı Dağları’nda Doğup Evrensele Ulaşan Hikaye: Selvi Boylum Al Yazmalım

Yaşadığı dönemi en iyi şekilde yazan ve ünü Kırgızistan sınırlarını aşan Cengiz Aytmatov, dünyaya halkların sesini romanlarıyla duyurarak derin izler bıraktı.

Eserleri 150’den fazla dile çevrilen, Stalin’in yok etmeye çalıştığı Kırgız kültürünün sesi olan ve Orta Asya Türk kültürünün önemli kalemi Cengiz Aytmatov’u kaybedeli tam 10 sene geride kaldı.

Cengiz Aytmatov, Stalin’in emriyle katledilen Babası Törökul Aytmatov’un da mezarının bulunduğu Çon-Taş köyünde Ata-Beyit mezarlığında yatıyor.

Doğumunun 90’ıncı yıldönümü Türkiye’de Cengiz Aytmatov yılı ilan edildi.

TRT Haber ekibi, onun şaheseri olan “Selvi Boylum Al Yazmalım” filminin oyuncularıyla bir araya geldi. Türkan Şoray, Kadir İnanır ve Ahmet Mekin’in yanı sıra sinema eleştirmeni Atilla Dorsay, Cengiz Aytmatov’u konuştu.

“Elinizde kitapla her sayfasını filme aktarabilirsiniz”
Doğanın gücünü, doğa ile insan ilişkisini, insan ruhunun inceliklerini, sevdalarını, acılarını Aytmatov kadar güçlü ve büyük anlatan bir yazarın dünyada henüz olmadığını dile getiren Oyuncu Kadir İnanır, “Yani ben aynı tarz romanlar yazan yazarların kitaplarını da okudum onun kitaplarının yanına bile yanaşamaz. En büyük özelliklerinden birisi de sanki dünyanın en büyük sinemacısıdır. Kitaplarını alın hiçbir senariste vermeden elinizde kitapla her sayfasını filme aktarabilirsiniz öylesine güçlü bir yazardır.” dedi.

Aytmatov’un dünyada ses getiren “Beyaz Gemi” adlı romanının içinde uzun bir hikaye olan “Kırmızı Eşarp”, Türkan Şoray’ın Yönetmen Atıf Yılmaz’a önerisiyle beyaz perdeye uyarlandı ve unutulmaz başyapıtlar arasına girdi.

Beyaz perdeye yolculuğu tesadüfle başladı

Hikayenin beyaz perdeye uzanan yolculuğu ise bir tesadüfle başladı.

Oyuncu Türkan Şoray, “Bir gün kitaplıktan bir kitap çektim. Beyaz Gemi, içinde hikayeler var. Kırmızı Yazmalım orijinal adı. Çok etkilendim o arada bir film teklifi vardı. Yapımcılara Arif-Abdurrahman Keskiner ‘bu hikaye çok güzel’ dedim. Onlar da çok beğendiler.” ifadelerini kullandı.

“Aşk üzerine çok güzel romanları var”

Aytmatov’un çok önemli bir romancı olduğu ve aşk üzerine çok güzel romanlarının olduğunu dile getiren Sinema Eleştirmeni Atilla Dorsay, “Öyle ki çok ünlü Fransız şairi Aragon, onun Cemile romanı için ‘yazılmış en güzel aşk hikayesi’ demiş. Bütün dünyada yalnız kendi ülkesinde veyahut bu yörede değil.” diye konuştu.

Edebiyatının merkezinde insan vardı

Cengiz Aytmatov’un edebiyatının merkezinde daima insan vardı.

Çocukluğundan yetişkinliğine taşıdığı anılar, hikayelerinin ve romanlarının temelini oluşturdu.

“41 senedir izlenilen bir film oldu”
“Aytmatov zaten çok ünlü bir yazar dünyaca ünlü bir yazar ve bakış açısı çok güzel.” diyen Oyuncu Ahmet Mekin, “Tabii ki insancıl ve aşka dönük şeyler ve ben hikayeyi biliyorum. Bildiğim için de sevdiğim bir hikaye. Onun içinde rahatlıkla çalıştım, iyi de oldu, 41 senedir izlenilen bir film oldu. Gayet de güzel işlendi roman. Aytmatov’un senaryosu Ali Özgentürk’ün. Çok iyi bir senaryoya dönüştürüldü.” ifadelerini kullandı.

Atıf Yılmaz’ın çok iyi bir yönetmen olduğunu söyleyen Mekin, “Diğer oyuncu arkadaşlarımız, Türkan, Kadir, hepsi çok iyi arkadaşlar. Diğer oyuncu arkadaşlar hepsi yerindeydi. O da gösteriyor ki iyi bir film ortaya çıktı, 41 yıldır da süren bir film oldu.” dedi.

“Onun önemli hikayelerinden birisi Selvi Boylum Al Yazmalım”

Islık Gölü’ne gittiğini, onun oturduğu masadan Tanrı Dağlarına baktığını belirten Kadir İnanır, orada kahve içtiğini ve onu sevgiyle andığını söyledi. İnanır, Aytmatov’un müzesine gittiğini, yazdığı kalemle kendi not defterine imzalar attığını ifade ederek, “Tabi onun önemli hikayelerinden birisi ‘Selvi Boylum Al Yazmalım’, kamyon şoförü İlyas’ın hikayesidir. Biz onu aldık kendi sistemimize göre düzenleyerek. O çünkü orada Sovyetler Birliği düzenine göre yazılmış bir hikayeydi.” dedi.

“Sevgi neydi? Sevgi emekti”

Aytmatov’un hikayesinin ve Atıf Yılmaz’ın filminin “Sevgi neydi? Sevgi emekti” mottosu unutulmaz bir klasik haline geldi.

Filmin ruhunun kitaptan, Cengiz Aymatov’dan olduğunu ama o güzel diyalogları yazanın da Ali Özgentürk olduğunu ifade eden Türkan Şoray, “Mesela sevgi neydi? Sevgi emekti. Çünkü zaten filmin özü o anlatılmak istenen o. Aytmatov’un anlatmak istediği o ve çok güzel bir senaryo çalışması oldu ve gerçekten sevginin emek odluğunu çok güzel anlatıyor. Asya’nın aşkını değil de ona emek veren insanı tercih etmesi. Yani tamam aklı aşkında kalıyor ama o insana gidiyor. Ve bu çok takdir aldı seyirciden. Çok paylaştı insanlar bunu.” dedi.

“Bu filmin bana çok şey kattığına inanıyorum”

Selvi Boylum Al Yazmalım, yalnızca izleyicilerin değil rol alan oyuncuların da sinemaya bakışını değiştirdi. Kariyerinde bu filmin kendisine çok şey kattığına inandığını belirten Şoray, “Yaşasın Cengiz Aytmatov, yaşasın Atıf Yılmaz, Ali Özgentürk diyorum ve onların emeklerine teşekkür ediyorum.” ifadelerini kullandı.

Kaynak: TRT Haber

Beğen
Beğen Muhteşem Haha İnanılmaz Üzgün Kızgın

Neşet Ertaş ve Babası Muharrem Ertaş’ın Yürek Sızlatan Atışmaları

Neşet Ertaş, 1938 yılında Kırşehir’in Çiçekdağı ilçesinde Abdallar köyünde doğdu. Babası Muharrem Ertaş, Orta Anadolu Abdal Müziği geleneğinin gelmiş geçmiş en büyük ustalarındandı. 7 kardeşi olan Neşet Ertaş ailenin ikinci çocuğuydu. Çocukluğunda 8 yıl Kırşehir, Nevşehir, Niğde, Kırıkkale, Keskin, Yerköy, Kayseri, Yozgat ve köylerini gezdikleri için okula gidemedi.

Neşet Ertaş, daha 5-6 yaşlarında iken; önce keman, sonra da bağlama çalmayı öğrendi. Babası Muharrem Ertaş ile birlikte gittikleri düğünlerde babasına kemanla eşlik etti.

14 yaşında çalışmak için gittiği İstanbul’da ekmeğini kazanmak için her işi yaptı. Yaptığı işlerde de sesini ve sazını duyanların telkiniyle, 1957 yılında Şençalar Plak tarafından ilk plağı yapıldı. “Neden garip garip ötersin bülbül” türküsü plak olunca Neşet Ertaş efsanesi başladı. Neşet Ertaş bu arada Beyoğlu’nda da bir gazinoda sahneye çıkmaktaydı.

2 yıl İstanbul’da çalıştı. Sonra Ankara’ya geldi ve sahne hayatına burada devam etmeye karar verdi. Hayatının dönüm noktası olacağını bilmiyordu…

Neşet Ertaş, Leyla hanımla Ankara’da pavyonda çalıştığı dönemde tanışır. Kaynaşır. Ankara’ya radyoda bozlak okumaya gelen babası Muharrem Ertaş bu ilişkiden haberdar olur ve tasvip etmez. Neşet’inin Leyla hanımla evlenmesinde gönlü yoktur. Ancak Neşet Ertaş’ın da bu evlilikten caymaya niyeti yoktur. Baba-oğul aşıklar bu ilişki üzerine sazlı sözlü atışırlar. "Acının Söylettiği Sözlerle" türküsü ile oğluna seslenen Muharrem Ertaş’ın türküsünde Leyla hanım hakkında söyledikleri oldukça ağırdır:

Temiz ruhlu,saf kalplisin,şöhretsin
Hakkın vardır evlenmeye evladım
Mevlam sana yapanları kahretsin
Aslı bozuk alma dedim evladım

Dokunsalar nazif tene kir gelir
Bizden önce ceddimize ar gelir
Köle olmak şanımıza zor gelir
Aslı bozuk alma dedim evladım

"Aslı Bozuk Deme"

Neşet Ertaş’ın bu ağır sözlere karşılığı "Aslı Bozuk Deme" türküsüdür. Babasının Leyla’ya “aslı bozuk” demesi, Neşet’i çok yaralar. Leyla’sından vazgeçecek değildir elbet. Şöyle söyler;

Aşkı kimden aldın sevgiyi kimden
Aslı bozuk deme gel şu insana
Soracak olursan eğer ki benden
Aslı bozuk deme gel şu insana ya dost

Yazımızı felek yazdı mevladan değil
Senin dediklerin evladan değil
Her hata suç bende leyla’dan değil
Aslı bozuk deme gel şu insana

Ulu arıyorsan analar ulu
Sevmişiz gönülden olmuşuz kanlı
Analar insandır biz insan oğlu
Aslı bozuk deme gel şu insana

Seni beni kim getirdi cihana
Her oğlu doğurmuştur bir ana
Senin fikrin bozuk dostluk bahane
Aslı bozuk deme gel şu insana

“Küsmedim Neşedim kahrettim sana”

Muharrem Ertaş, oğlunun bu ‘ulu ana’ göndermesine boyun eğer ve şöyle der: “Küsmedim Neşedim kahrettim sana”

Küsmedim Neşet’im kahrettim sana
Baban değil miydim sormadın bana
Olan olmuş yavrum ne deyim sana
Sen aklını yitirmişsin evladım.

Neşet Ertaş ile Leyla, 7 yıl evli kaldılar. Bu süreçte Leyla da şarkılar söyledi, ünlendi, kaset yaptı ama bir türlü mutlu olamadı. İki kızları, bir oğulları oldu. 1970’lerin başlarında boşandılar. Büyük usta, yine de Leyla’sına toz kondurmadı. Gönlünden geçeni, sazına vurdu.

Bu şiirsel konuşmalar, Neşet’in Leyla ile evlenip ayrılmasından sonra da sürer. Bu kez, Neşet, Leyla’ya, hatanın kendisinde olduğunu söyler :

Bilemedim kıymetini kadrini
Hata benim günah benim suç benim
Eliminen içtim derdin zehrini
Hata benim günah benim suç benim

Bir günden bir güne sormadım seni
Körümüş gözlerim görmedim seni
Boşa mecnun eylemişim ben beni
Hata benim günah benim suç benim

Neşet Ertaş’la babası ve Leyla arasındaki bu hikayenin sonuçta evrildiği yer ise şudur :

Cahildim dünyanın rengine kandım
Hayale aldandım boşuna yandım
Seni ilelebet benimsin sandım
Ölürüm sevdiğim zehirim sensin
Evvelim sen oldun ahirim sensin

Sözüm yok şu benden kırıldığına
Gidip başka dala sarıldığıma
Gönlüm inanmıyor ayrıldığına
Gözyaşım sen oldun kahirim sensin
Evvelim sen oldun ahirim sensin

Garibim can yıkıp gönül kırmadım
Senden ayrı ben bir mekan kurmadım
Daha bir gönüle ikrar vermedim
Batınım sen oldun zahirim sensin
Evvelim sen oldun ahirim sensin

Beğen
Beğen Muhteşem Haha İnanılmaz Üzgün Kızgın

Telefonu Açınca Neden Alo Diyoruz? İşte O Sözcüğün Gerçeği…

İnternette dolaşan bir hikayeye göre, telefonu açtığımızda kullandığımız “Alo” sözcüğü Graham Bell’in kız arkadaşının baş harflerinden oluşuyor. Özellikle sosyal medyada yayılan bu hikayenin gerçek olmadığı ortaya çıktı. İşte her gün kullandığımız o sözcüğün gerçeği…

“Alo” sözcüğünün Graham Bell’in kız arkadaşı Allessandra Lolita Oswaldo’nun isminden geldiği iddiası sosyal medyada yayılmış kısa süre içinde yayılan hikaye Yalvaç Ural ve Sunay Akın gibi önemli isimler tarafından da anlatılmıştı. Ancak “Alo” sözcüğü Graham Bell’in kız arkadaşı Allessandra Lolita Oswaldo’nun isminin ilk harflerinden ortaya çıkmıştır önermesi tamamen hayal ürünü.

Öyküye göre Graham Bell telefonu ilk bulduğunda cihazı denemek için ilk bağlantıyı kız arkadaşı evine yapar ve genç kadın, Bell onu her aradığında telefona “Allessandra Lolita Oswaldo?” diye cevap verir. Zamanla bu isim “ALO” ya dönüşür.

Allessandra Lolita Oswaldo ismiyle yabancı dillerde yapılan aramalar yukarıdaki hikayeyle ilişkilendirilebilecek herhangi bir sonuç vermiyor. Bell’in İskoç olduğu ve yaşamını İskoçya, İngiltere ve Amerika’da geçirdiği düşünülünce, İngilizce literatürde Allessandra Lolita Oswaldo’ya dair en azından birkaç satır bulunması gerektiği söylenebilir. İddianın yanı sıra kullanılan fotoğraflar Graham Bell’in eşi Mabel Gardiner Hubbard-Bell’e ait.

Çift, Bell’in kısa süre öğretmenlik yaptığı Boston’da bulunan Horace Mann School for the Deaf (Horace Mann İşitme Engelliler Okulu)’nda tanıştı. Yani, işitme engelliydi ve Bell’in telefonu eşine işitme duyusunu geri kazandırma amacıyla keşfettiği söylentisi internetten çok öncesine yazılı kaynaklara dayanıyor.

Hubbard ve Bell, telefonun patentinin alınmasından bir yıl sonra evlendiler. Fakat bu evlilik, Bell’in finansal durumunu güvenceye almaya uğraştığı uzun bir flört döneminin arkasından geldi. Babası telefona ilk yatırımı yapan iki isimden biri olan Mabel Bell, Bell Telephone Company (Bell Telefon Şirketi) hisselerinin %99’unun sahibiydi.

Alo kelimesi dilimize 1909’da girdi

Alo kelimesinin Türkçe’de kullanılan biçimi, Fransızların “hello”nun bir çeşitlemesi olarak kullandıkları “allo”dan fazlası değil. Bu sözcük dilimize 1909’da Posta Nezareti’nin telefonun dahiliyle Posta Telefon ve Telgraf Nezareti’ne dönüşmesi ve bir selamlama sözcüğü ihtiyacıyla girdi.

Gragam Bell ve Thomas Edison rekabeti

Telefonun keşfini takip eden yıllarda, selamlama sözcükleri rekabeti söz konusuydu. Gragam Bell, İngilizce bir ünlem olan “Ahoy!” un kullanılmasında ısrarcıyken Thomas Edison, Orta Çağ diyalektinde bir selamlama sözcüğü olan ve günümüzde de kullanılan “Hail!”in tahrif edilmiş bir biçimi olan “Hello!”dan yanaydı.

Hikayeyi yanlış bilenler arasında Yalvaç Ural ve Sunay Akın da var

Hikayeyi gerçek olarak kabul edenler arasında Yalvaç Ural ve Sunay Akın da var. Yalvaç Ural’ın 2012’de Milliyet’te yayımlanan bir yazısı ve Sunay Akın’ın İstanbul’da Bir Zürafa adlı kitabında geçen iddia da doğru değil. Her ikisinin de yazılarında iddiaya tarihi veya biyografik bir değer atfetmeyen kaynaklardan yararlanılmış. Sunay Akın, öyküyü anekdot üslubuyla kaynak göstermeden anlatırken, Ural yazısında kaynak olarak Jean Bernard Pouy’un Haylazlar Kitabı’nı kullanıyor. Fakat söz konusu kitap, dahilerin yaşam öykülerinden gençlere ilginç ve ilham verici gelebilecek parçaların derlenmesiyle ortaya çıkmış bir çalışma ve herhangi bir tarihsel gerçeklik iddiasında bulunmuyor.

Kaynak: http://www.turkiyegazetesi.com.tr

Beğen
Beğen Muhteşem Haha İnanılmaz Üzgün Kızgın