Deniz İneği – En Yakın Akrabası Fil Olan Deniz Canlısı

Deniz inekleri (Sirenia) sadece suda yaşayabilen ve günümüzde 4 türü kalmış olan, otobur bir memeli takımıdır. Bu takım Afrotheria üst takımına aittir; bugün yaşayan hayvanların arasında en yakın akrabaları fillerdir.

Balinalar ve Yüzgeçayaklılardan sonra Deniz inekleri üçüncü büyük deniz memelisi grubudur. Yüzgeçayaklılarda olduğu gibi karada hareket etmeye uygun bir yapıya sahip değillerdir ve balinalar gibi fazla açıklarda yüzmez, daima kara yakınlarında veya nehir gibi tatlı sularda kalırlar.

Deniz inekleri iki familyaya bölünür:

Dugonggiller: Bugün yaşayan tek temsilcisi Dugong’dur (Dugong dugon). 250 yıl önceye kadar yaşamış olan diğer bir üyesi Steller denizineği (Hydrodamalis gigas) idi.

Manatigiller: Üç türden oluşmaktadır;
Karibik manatisi (Trichechus manatus),
Amazonas manatisi (Trichechus inunguis)
Afrika manatisi (Trichechus senegalensis).

Brasilya’nın Rio Aripuanã ırmağının kollarında diğer bir türe rastlanıldığı söylenmektedir. Bu cüce denizineği sadece 1,30 m büyüklüğünde olduğu söylenir. Ancak bu henüz bilimsel olarak kanıtlanmış ve kabul edilmiş değildir

Özellikleri

Deniz inekleri iri yapılı, silindirik bir vücuda sahiptir. Bugün yaşayan türlerin vucut ölçüleri 2,50 m büyüklüğe ve 250 – 1500 kg ağırlığa ulaşır. Hatta 18. yüzyılda henüz keşif edilmesinden 27 yıl sonra insanlar tarafından soyu tüketilen Steller denizineği (Hydrodamalis gigas) 7,5 m büyüklüğe ulaşıyordu.

Ön ayakları birer yüzgeç şeklini almış, arka ayakları ise birleşip daha büyük, yassı bir yüzgeç olmuştur. Bu arka yüzgecin şekli Manatigiller ile Dugonggilleri birbirlerinden farklı kılan en mühim özellikleri taşımaktadır. Dugongların kuyruğu hilal şeklinde iken Manatilerin kuyruğu yuvarlak veya kürek şeklindedir.

Yayılım

Bugün yaşayan deniz ineği türlerinin yaşam alanları birbirinden kopuktur. Hiçbiryerde iki farklı tür bir arada bulunmaz. Gugonggiller familyasının tek temsilcisi Dugong (Dugong dugon) sadece Hint okyanusunda, Doğu Afrika’da, Kızıldenizde, Güneydoğu Asya kıyıları ve Avustralya’nın kuzey kıyılarında yaşar. Manatigiller türlerinden Karibik manatisi (Trichechus manatus) Meksika körfezi, özellikle Florida kıyıları ve ABD’nin diğer güneydoğu ve kuzeydoğu kıyılarında, Amazon manatisi (Trichechus inunguis) Güney Amerika’nın Amazonas bölgesinde ve Afrika manatisi (Trichechus senegalensis) Nijer ırmak sisteminde ve Batı Afrika’nın Senegal ile Angola’nın kuzeyi arasında kalan bazı ırmaklarda yaşarlar. Ama günümüzde nesilleri tükenme tehlikesindedir.

Bugün yaşayan türlere daima tropik iklimde rastlanırken soyu tükenmiş olan Steller denizineği Kuzey kutbuna yakın Bering denizinde yaşamaktaydı.

Yaşam şekli

Deniz ineklerinin yaşam şekilleri ve davranışları hakkında yeterince bilgi yoktur. Normalde yalnız veya küçük bir aile içinde yaşarlar. Nadir olarak yüzlerce Deniz ineğinin toplandığı da görülür. Yaklaşık iki yıl süren Anne-çocuk ilişkisi dışında hiçbir sosyal bağ yoktur. Deniz inekleri gece veya gündüz aktif olabilirler. Aralarında anlaşmaları ses yoluyla gerçekleşir.

Deniz inekleri daima yavaş yüzerek ve kendilerini akıntıya burakarak hareket eder, her bir ila beş dakika arası hava almak için su yüzüne çıkarlar. 20 dakikaya kadar kesintisiz dalabilirler.

İnsanların dışında Deniz ineklerinin pek fazla düşmanları yoktur. Denizde Köpekbalıkları ve Orka, ırmaklarda ise timsah ve Güney Amerika’da Jaguar tek düşmanlarıdır.

Beslenme

Deniz inekleri otoburdur; deniz otu, yosun, diğer su bitkileri ve bazı suyun üstüne sarkan ağaç yaprakları ile beslenirler.

Manatilerin bir günde 90 kg bitkisel gıdaya ihtiyacı vardır ve bu yüzden günün 6 – 8 saatini yiyerek geçirir. Manatiler neredeyse sırf su yüzünde bulunan bitkiler ile beslenirken Dugonglar sadece suyun dibinde bulunan bitkiler ile beslenir.

Ne kadar oranda hayvansal gıda tükettikleri bilinmemektedir. Bitkisel gıda yerken istemeyerek arasında bulunan küçük hayvanları yutar ve böylece protein ihtiyacını da giderir. Bazı rivayetlere göre tutsak tutulan bireyler severek balık yemiştir. Hatta Jamaika’da balık ağlarına yaklaşıp içinden balık çıkardıkları anlatılır.

Üreme

Deniz ineklerinde ne belli bir çiftleşme zamanı ne de belli bir çiftleşme davranışı vardır. Dişi bir yıl içinde çok kez birden fazla erkek hayvan ile çiftleşir. Çiftleşme esnasında erkekler arasında herhangi bir rekabet de olmaz. 12 – 14 ay süren bir gebelikten sonra yavru suyun içinde doğar ve hemen su yüzüne çıkar. Doğduğu anda 10 – 30 kg ağırlığında olur. İlk 18 ay anne sütü ile beslenir ve sonra da yine birkaç ay annesinin yakınında kalır. 6 – 10 yıl arasında ergenleşir. Manatiler yaklaşık 40 yıl Dugonglar ise 60 yıl kadar yaşar.

Kaynak: vikipedia

Beğen
Beğen Muhteşem Haha İnanılmaz Üzgün Kızgın

İştah Nedir?

-

Açlık hissinin ortaya çıkması sonucu oluşan yemek yeme arzusuna iştah denilmektedir. İnsanların günlük yaşamın da vücudu için gerekli olan besinleri öğün olarak tüketmesi gerekir. Bu ihtiyacın karşılanmaması sonucu rahatsızlık verici olabilmektedir. İnsan vücudun da iştah hissini ayarlayan merkez beyinde başlamaktadır. İki kısımdan oluşan bu merkezin bir yeme hissi ve bir de doyma hissi bulunmaktadır. Yeme hissinden sonra doyma hissi gerçekleştiğin de doyma kısmından oluşan merkez uyarılır. Yeme devam ederse bu durum oburluk ile karşı karşıya kalmaya sebep olur. İştahı etkileyen en önemli nedenler arasında kanda ki glikoz seviyesinin düşmesidir. Kanda ki şeker ihtiyacı düştükçe acıkma hissi ortaya çıkar. Bu sebeple kan şekerim düştü şeklinde tabirler dile getirilebilmektedir.

Şeker Hastalarında İştah?

Şeker hastası olan bir bireyin sık sık ve az az beslenmesi gerekmektedir. Kanda ki şeker oranı düştüğün de şeker hastaların da sürekli acıkma hissi meydana gelir. Tok olunmasına rağmen kan da bulunan glikozun azalmasından dolayı kişi de açlık hissi oluşur. Bu yüzden dışarıdan insülin takviyesi yapılır. Eğer aşırıya kaçarak beslenme olursa obeziteye sebep olur. Bazı şeker hastalarının kilolu ve iştahlı olmasının sebebi de yine kanda ki glikoz oranının düşük olmasından kaynaklanır. Uzman kontrolün de gerekli besinler alınarak ve takviye yapılarak şeker hastaların da oburluk önlenebilir. Kan da glikoz oranı yüksek ise iştahsızlık meydana gelir fakat düşüşe geçtiğin de acıkma meydana gelmektedir. Açlık ve tokluk hissini iyi dengelemek gerekir.

İştah Kesen Besinler Nelerdir?

Yukarıda da belirttiğimiz gibi kanda ki glikoz oranı düşük ise sürekli bir acıkma ihtiyacı doğar. Bu yüzden tüketilen gıdalar da glikoz oranı çok önemlidir. Dengeli ve sağlıklı beslenme biçimi ile hem obeziteye hem de acıkma hissinin önüne geçilebilir. İştahın kesilmesi ile ilgili önerilen gıdalar genel olarak lifli ve her gün günlük olarak alınması gereken mineral, vitamin, protein ve yağ bakımından dengeli olmak zorundadır. İştah açıcı özelliği olan gıdalar genellikle şeker oranı ve karbonhidrat oranı yüksek olan gıdalardır. Bunların da vücut için alınması gereken gıdalar olduğu unutulmamalı fakat çok iyi dengelemeniz gerekmektedir.

Dünya da iştah kesen gıdalar arasında başı çeken ilk gıda elmadır. Özellikle diyet yapan kişilere elma yemeleri önerilir. Elma, kanda ki glikozu dengeler ve acıkma hissini düşürür. Diyet yapan kişilerin öğünlerin de mutlaka elma yer almaktadır. Lif ve pektin maddesinden yana zengin olan elma tok tutar. Salata çeşitlerinin de kişiyi tok tuttuğu bilinmektedir. Özellikle yeşil yapraklı besinler elma gibi lif bakımından zengindir. Kanda ki glikozu dengeleyeceğinden iştah kesmek için salata ile beslenme tercih edilebilmektedir. Salatalar kalori bakımından da diğer gıdalara oranla daha azdır ve bu sayede kilo alımını engeller. Diyet yapanlara önerilen yulaf ezmesi günlük tüketildiğinde yine açlık hissinin önüne geçer. Besin değeri olarak yüksek olan yulaf ezmesi glisemik endeksi düşüktür. Fakat besin değeri yüksek olan bir gıdadır.

Yeşil çay, protein ve acı biber tokluk hissi yaratır. Özellikle yine diyet yapanların beslenme listesinde yer alan bu gıdalar da acı biber açlık hissini bastırır. Protein kaynaklı gıdalar sporculara önerilir. Protein, tokluğu sağlayan en önemli gıdalardan biridir. Tavuk, yumurta, balık gibi besinlerin tüketilmesi kişi de tokluk hissini uzun süre sağlar.

Beslenme dışında iştahı kesmek için sık sık ve az olarak gıdaları tüketmelisiniz. Suyun etkisini kenara atamamak gerek. Beyin de açlık hissi ve susama hissi birbirine çok yakın olduğundan bazen susuzlukla açlık birbirine karıştırılabilmektedir. Bu sebeple su tüketiminize dikkat etmelisiniz.

İştah Kesen Yiyecekler

Genel olarak fiziksel görünüşümüzü geliştirmek amaçlı yaptığımız diyetler, sadece dış görünüş bakımından değil esas olarak fazla kiloların sağlığımız üzerinde yarattığı olumsuz etkilerden korunmak için önemlidir. Sağlıklı bir diyet ve verilen kiloların kalıcı olması için kendinizi açlığa mahkum etmeniz doğru değil. Her gün alınması gereken vitamin, mineral, protein, yağ ve karbonhidratların doğru kaynaklardan alınması, uzun süreli ve kalıcı kilo vermenize yardımcı olur. Yapacağınız diyeti belirledikten sonra iştah kesen yiyecekler, özellikle ilk haftalarda diyete bağlı kalabilmeniz açısından size destek olabilir.

İştah Azaltan Besinler

Elma: Pek çok beslenme uzmanı elma tüketmenin faydalarından bahsediyor. Elmanın iştahı bastırmasındaki etkisi ise lif ve “pektin” adındaki madde bakımından zengin olmasından kaynaklanıyor. Besin lifi ve pektin içeren elma öğünler arasında tüketildiğinde tokluk hissini uzatıyor ve diğer öğüne kadar midenin kazınmasını önlüyor. Elma ayrıca kandaki glikozu düzenlediği için fiziksel aktiviteler sırasında ihtiyaç duyduğunuz enerjiyi sağlayabilir.

Salatalar: Yerli ve yabancı diyet uzmanlarının hazırladığı diyet listelerinde, özellikle yeşil yapraklı sebzelere ne kadar çok yer verildiğini fark etmişsinizdir. Yeşil yapraklı sebzeler aynı elma gibi bol miktarda besin lifi içerir ve çok az kalori alarak uzun süre tok kalmanızı sağlar. Çeşitli sebzelerden hazırlayacağınız büyük bir salata ortalama 200-250 kaloridir (yağsız) ve iştahınızı bastırmak için vitamin, mineral bakımından oldukça iyi bir alternatiftir.

Yulaf Ezmesi: Yulaf ezmesi yavaş sindirilen bir karbonhidrat olduğundan uzun süren tokluk hissi sağlar ve iştahınızı keser. Glisemik endeksi oldukça düşüktür ancak besin değeri düşük değildir. Mideniz kazındığında bir kase yulaf ezmesi yemek diğer öğüne kadar sizi tok tutacaktır.

Yeşil Çay: Çok acıkırsanız ve bir sonraki öğüne kadar epey zaman varsa bir bardak yeşil çay içerek iştahınızı bastırabilirsiniz. Yeşil çay acıkmanıza neden olan hormonların salınımını baskılayarak tokluk hissi sağlar.

Acı Biber: Acı biberin iştahı bastırma üzerinde direk bir etkisi yoktur ancak acı biberli yiyecekler, yemek sırasında daha az yemenizi ve daha çok su içmenizi sağlayabilir. Böylece masadan daha az kalori alarak ve su nedeniyle tok hissederek kalkabilirsiniz.

Protein: Protein, karbonhidratın vücut tarafından işlenmesini yavaşlatarak tokluk hissini uzatır. Balık, deniz ürünleri, tavuk ve yumurta gibi iyi protein kaynakları iştahın daha uzun süre kapalı kalmasını sağlar.

Yağ: Diyet sırasında yağ tüketimi her ne kadar popüler olmasa da belirli bir miktar yağ vucut için gereklidir. Burada dikkat edilmesi gereken nokta, yağın hangi kaynaklardan alınacağıdır. Öğünler arasında hem sizi tok tutacak hem de sağlıklı bir yağ kaynağı olarak bir avuç fındık, ceviz, 4-5 zeytin, ay çekirdeği yiyebilirsiniz.

İştah Kesen Diğer Öneriler

Sık Öğünler: Yemekleri ağır öğünler yerine küçük öğünler şeklinde sık sık yemeniz, yemek aralarında yaşanan iştah artmasını engelleyecektir. 3 ana öğünü 6 yarım öğüne bölerek yiyebilirsiniz. Bu öğünlerde yağlı atıştırmalıklar yerine elma ve salata gibi hem sağlıklı hem de düşük kalorili gıdaları tüketmek kalori alımını kontrol altında tutmanızı sağlayacaktır.

Uyku: Uykunuzu tam olarak almazsanız gün içinde enerjinizin azaldığı anlarda iştahınız artabilir. Uyku kalorilerden bağımsız olarak enerji alabileceğiniz diğer bir kaynak olduğundan her gün önerilen kadar uyuyun.

Su: Vücudun susuz kalması genellikle açlık hissi ile karıştırılır. Sadece su içerek iştahınızı bastırabilecekken kendinizi yemek yemek zorunda hissedebilirsiniz. Bir şeyler atıştırmaya başlamadan önce büyük bir bardak su içip 20 dakika geçmesini bekleyin. Eğer açlık hissi susuzluk yüzünden oluştuysa bu süre zarfında iştahınız azalacaktır.

Beğen
Beğen Muhteşem Haha İnanılmaz Üzgün Kızgın

30 Kasım 2018 Cuma Hutbesi – NEFİS: İYİ VE KÖTÜNÜN MÜCADELE ALANI

30 Kasım 2018 Cuma Hutbesi -  NEFİS: İYİ VE KÖTÜNÜN MÜCADELE ALANI

İL : GENEL
TARİH : 30 Kasım 2018

NEFİS: İYİ VE KÖTÜNÜN MÜCADELE ALANI
Muhterem Müslümanlar!

Varlık âleminin en nadide üyesi, vahye muhatap olan insanoğludur. Yeryüzünün en şerefli varlığı olmak, nimetin yanı sıra imtihanı da beraberinde getirir. İnsan kimi zaman korkuyla, açlıkla, canıyla ve evladıyla, kimi zaman da varlıkla, servetle, makam ve mevki ile imtihan olur. En büyük imtihanlardan birisi de insanın nefsiyle mücadelesidir. Nefis; kulun içindeki olumsuz duyguların, meşru olmayan isteklerin, kötü huy ve fiillerin kaynağıdır. Kur’an-ı Kerim’de, Hz. Yusuf’un dilinden nefsin bu özelliği şöyle anlatılır:

“Yine de ben nefsimi temize çıkarmıyorum. Çünkü nefis, Rabbimin acıyıp koruması dışında, daima kötülüğü emreder; şüphesiz Rabbim çok bağışlayan, pek esirgeyendir.” [1]

Kıymetli Müminler!

Cenâb-ı Hak insanı en güzel şekilde yaratmış, onu selim bir akıl, sağlam bir irade ve engin bir gönül ile donatmıştır. Doğruyu yanlıştan ayırt etmesi için ona Kur’an’ı ve peygamberlerin örnekliğini bahşetmiştir. Verdiği nimetleri gereği gibi kullanmasını ve nefsinin sınır tanımayan istekleriyle mücadele etmesini emretmiştir. Tercihlerini doğrudan yana yapan, iradesine sahip olan, nefsine dur diyebilen, günahlarından arınıp kendini ıslah eden kişi, kurtuluşa erer. Nefsinin isteklerine boyun eğen, hevâsının esiri olan, aklını kullanarak arzularını kontrol edemeyen ise hüsrana uğrar. Yüce Rabbimiz, Kur’an-ı Kerim’de bu hususu bizlere şöyle hatırlatmaktadır:

“Nefse ve onu şekillendirip düzenleyene; ona kötü ve iyi olma kabiliyeti verene yemin olsun ki, nefsini arındıran elbette kurtuluşa ermiştir. Onu arzularıyla baş başa bırakan da ziyana uğramıştır.” [2]

Değerli Müslümanlar!

Nefis, iyiyle kötünün mücadele alanıdır. İnsanlık tarihi, nefsine uyup kendini ve yaşadığı toplumu felakete sürükleyen nice örneklerle doludur. Hz. Âdem’in çocuklarından biri olan Kâbil, hırsına, hasedine yani nefsine uymuş ve kardeşi Hâbil’i öldürmüştür. Hz. Yakub’un oğulları, nefislerinin esiri olmuş, kıskançlıkları yüzünden kardeşleri Hz. Yusuf’u kuyuya atmıştır. Firavunlar, Nemrutlar, Karunlar, Ebu Cehiller hep nefislerinin peşinden koşmuş, vahyin rehberliğine sırtlarını dönmüş, kimi tahtına, kimi gücüne, kimi servetine, kimi de benliğine güvenmiş, hem dünyada zelil hem de ahirette azaba düçar olmuşlardır.

Kıymetli Müslümanlar!

Mümin için asıl olan, nefsini lanetlemesi değil, onu terbiye etmesi ve güzel huylarla donatmasıdır. Allah’ın çizdiği sınırlara, ahlâka ve vicdana aykırı olan her türlü isteğine karşı, nefsini kontrol altında tutmasıdır. İyiliğin ve iyilerin tarafında, kötülüğün ve kötülerin karşısında yer almasıdır.

Aziz Müminler!

Resûl-i Ekrem (s.a.s), bir hadislerinde şöyle buyurur:

“Akıllı kişi, nefsine hâkim olan ve ölümden sonrası için çalışandır. Zavallı kişi ise, nefsinin her türlü arzu ve isteklerine uyan ve buna rağmen hâlâ Allah’tan iyilik temenni edendir.” [3] O halde, geçici dünyanın aldatıcı renklerine heves eden nefsimizin peşine düşmeyelim. Aklımızı, irademizi, sabrımızı daima canlı tutalım. Hayatın bir imtihan olduğunu, ölümün ve hesabın ansızın gelebileceğini hafızamızda canlı tutalım. Yüce Rabbimizin gizliaçık her halimizi gördüğü şuuruyla yaşayalım. Böylelikle küfrün karanlığından uzak, günahın yükünden arınmış, huzurlu ve kâmil bir mümin olalım. Hutbemi Sevgili Peygamberimizin şu duasıyla bitiriyorum:“Allah’ım! Nefsime takvayı ver. Nefsimi arındır; onu en iyi arındıracak olan sensin. Onu koruyan da onun sahibi de sensin. Allah’ım! Faydasız ilimden, huşu duymayan kalpten, doymak bilmeyen nefisten ve kabul edilmeyen duadan sana sığınırım.” [4]
[1]
Yûsuf, 12/53.
[2] Şems, 91/7-10.
[3] Tirmizî, Sıfâtü’l-kıyâme, 25; İbn Mâce, Zühd, 31.
[4] Müslim, Zikir ve dua ve tevbe ve istiğfar, 73.
Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü

Beğen
Beğen Muhteşem Haha İnanılmaz Üzgün Kızgın

Özgüven nedir? Özgüven Türleri ve Özgüveni geliştirme yolları

Özgüven  nedir?

Özgüven aslında kişinin kendine olan güvenidir. Kendine güvenen insanlarlar, yada yapacakları birşeyı bir şekilde yapacaklarına inanmaları özgüvenden gelmektedir.

Özgüven nedir, Kişi kendine karşı yönelik güzel duygular geliştirmesi sonucu kendisini mutlu vede iyi hissetmesidir. Kısacası kişinin kendine olan güveni diyebiliriz.

Daha güçlü özgüvene nasıl sahip olunur?

Özgüveni etkileyen faktörlerden öncelikle size bahsedelim, bu faktörler nelerdir. Neden özgüveni etkileyen faktörler bulunmaktadır. Gelin birlikte özgüveni etkileyen faktörler nelerdir bakalım.

– Bilinçaltı inançlarınız.
– Olayları doğru değerlendirmelisiniz.
– Felaket senaristi, olmayı bırakmalısınız.
– Mükemmeliyetçilik takıntınızı yenmelisiniz.
– İç sabotajcıları yenmelisiniz.
– Doğru odaklanmalısınız.

Gelin şimdi bu maddeleri birazda açarak neler demek istediğimizi birlikte anlayalım. Aslında bu özgüven geliştirme teknikleri sayesinde özgüven probleminizi artık yenmiş olacaksınız.

Bilinçaltı inançlarınız neleri kapsamaktadır, annemizden, babamızdan, öğretmenimizden getirmiş olduğumuz inançlarımız bizim için yeterlilik sebebi olabiliyor. Eğerki çocuklarınızı başkalarının çocukları ile karşılaştırma yapıldığında onların içinde biriken güvensizlik birikmesine sebep olmaktadır. Yahut sınav sonuçlarından sonra, başka komşunun oğlu senden daha yüksek almış gibi söylemlerde bulunduklarında aile, o etkide kalıp güvensizlik duygusundan çıkamıyor. Bilinçaltı inançları yenmek için elinize bir kağıt alıp, neleri yapabileceklerinizi not alın ve uygulayın.

Özgüven, sağlık ve huzurunuzu korumak için önemli bir faktördür. Ayrıca pozitif ve sağlıklı ilişkiler geliştirebilmemiz için de özgüven gereklidir. Ancak bunu bilmemize rağmen hepimiz aynı derecede özgüvenli değiliz.

“Özgüvenin kaynağı kendi hakkınızdaki düşüncelerinizdir, başkalarının sizin hakkınızdaki düşünceleri değil.”

– Gloria Gaynor

,,

Özgüvenin üç şekli vardır.

Bu, kendimizi tek bir özgüven türü ile özdeşleştirebileceğimiz anlamına gelmez. Bazı zamanlar daha neşeli, bazı zamanlar ise depresif hissederiz kendimizi. Her şey o dönemde yaşadıklarımıza bağlıdır.

Fakat sizde hangi özgüven türünün baskın olduğunu bilebilirsiniz. Hangisi sizde en çok su yüzüne çıkıyor?

1. Abartılı özgüven

Abartılı özgüvene sahip insanlar, başkalarından daha üstün olduklarını düşünerek diğer herkesi hafife almaktan çekinmezler. Bu, çok negatif bir özgüven türüdür çünkü sevgi dolu ve sağlıklı ilişkiler kurmalarına engel olur. Daima rekabet içindedirler ve zirveye çıkmak isterler. Bu tür insanlar için mutluluk, başarıdan ibarettir; ancak gerçek şu ki bu tavırla mutluluğu yakalayamazlar.

Abartılı özgüven sahibi kişilerin temel özelliklerinden biri başkalarını dinlememeleri ve kendilerini eleştirmemeleridir. Kendi hatalarını düzeltmezler ve sürekli başkalarını suçlarlar. Ayrıca başkalarını küçümser ve onlara karşı düşmanca davranırlar.

Bu tür insanların başkalarıyla sağlıklı ilişkiler kurması çok zordur. Çünkü herkesi kendilerine rakip olarak görürler.

2. Yüksek özgüven

Bu tür özgüvene sahip kişiler, kendilerini kabul eder ve kendilerine değer verirler. Bu, pozitif bir özgüven türüdür çünkü kişinin hayatından memnun olmasını sağlar. Peki bu, belli engellerle karşılaşmadıkları anlamına geliyor? Hayır. Ama kendinize güvenmek ve ortaya çıkabilecek sorunlar karşısında cesur olmak, her şeyi kolaylaştırır.

“Özgüveni yüksek kişiler, başkalarından üstün olmaya çalışmaz. Değerlerini, kendilerini başkalarıyla kıyaslayarak ölçmeye çalışmazlar. Onlara mutluluk veren şey, kendileri olmaktır, başkalarından üstün olmak değil.”

– Nathaniel Branden

,,

Kendine inanıp güvenen kişilerde bu tür özgüven vardır. Fakat bu onları kibirli kılmaz. Başkalarından üstün olarak da görmezler kendilerini. Sadece negatif koşullar ve olayların dengelerini bozmasına izin vermezler.

Fakat özgüveni yüksek kişiler arasında bile dengesini kaybeden kişiler olabilir. Yani özgüvenlerini daima koruyamayabilirler.

Güvensizlik duygusuna kapılan bu kişilerin temel özelliği; başka görüşlere karşı saldırgan, pasif veya negatif bir tavır takınmalarıdır. Özgüven eksikliği yüzleşemedikleri bir şey haline geldiği durumlarda özellikle böyle davranırlar.

3. Düşük özgüven

Özgüven  nedir?

Özgüveni düşük kişiler, özgüveni yüksek olan kişilerin tam tersidir. Kendilerine değer vermezler, yeteneklerine güvenmezler ve özgüven eksiklikleri neredeyse her durumda kendini gösterir. Başarısızlık korkusu, özgüveni düşük kişilere acı çektirir ve ellerini kollarını bağlar.

Düşük özgüvene sahip kişiler, her şey yolunda giderken aşırı mutlu gözükebilir ama işler ters gitmeye başlayınca özgüvenleri birden düşüverir. Bunlar kolayca etki altında kalabilen hassas kişilerdir ve fikirlerini ortaya koyar ama savunmazlar.

Ayrıca özgüveni düşük olan ama dengesini koruyabilmiş kişiler vardır. Bunların sorunu, kararsızlıktır. Kendilerine çok az güvenir ve çok az değer verirler. Hata yapmaktan öyle çok korkarlar ki koşullar için yetersiz olduklarını düşünürler daima.

Sizde hangi özgüven türü baskın?

Şunu unutmayın ki abartılı veya düşük özgüvenden kaçmak zordur. Ancak özgüveni yüksek kişilerdenseniz, belli durumlarda güvensizlik hissetseniz bile tebrik edilmeye layıksınız! Hayatta mutluluk ve huzuru yakalamaya çok daha yakınsınız.

ÖZGÜVEN NEDİR?

Özgüven; kendimize yönelik iyi duygular geliştirmemiz sonucu, kendimizi iyi hissetmemiz demektir. Başka bir deyişle kendimiz olmaktan memnun olmak ve bunun sonucu olarak kendimiz ve çevremizle barışık olmaktır.

Özgüvenimiz olmadığında işleri yapabilme yeteneğimizden emin olamayız. Gerekli beceriye ve deneyime sahip olduğumuzu bildiğimiz halde, daha önce hiç yapmadığımız bir işle karşılaştığımızda endişeleniriz. Birçok durumda, özellikle karar vermemiz, inisiyatif kullanmamız veya yeni insanları işin içine katmamız gereken durumlarda rahatsız ve huzursuz oluruz.

Buna karşın, aşırı bir güven duygusu içinde davrandığımızda; sınırlarımız olduğunu kabul etmek istemeyiz, yeteneklerimiz hakkında gerçekçi olmayan düşüncelere kapılırız. Üzerimize aşırı iş yükü alırız, böylece her zaman iyi iş yapamayız. En iyiyi bizim bildiğimizi düşünürüz, önerileri göz ardı ederiz, bize yardım etmek isteyenleri de genellikle reddederiz.

Olması gereken düzeyde bir özgüvene sahip bulunduğumuzda ise; en iyisi için çaba göstereceğimizi ve kabul edilebilir bir sonuç ortaya koyacağımızı bilerek işleri ele alırız. Bir işi yapamadığımızda mazeret üretmek yerine yeniden denemeye başlarız. İlk seferinde tümüyle doğru olarak anlamadığımız ya da yapamadığımız bir işin dünyanın sonu anlamına gelmediğini biliriz. Hatalarımızı dert etmek yerine onlardan ders almasını becerebiliriz. Bir çok durumla ve sorunla daha iyi baş edebiliriz.

Çocuğun Kendisini Değerli Hissetmesinde Rol Oynayan Etkenler

Bireylerin kendilerine yönelik iyi duygular geliştirmeleri daha ilk yaşlardan, hayatlarındaki önemli insanlar (anne-baba, öğretmen ve diğer büyükleri, ilerleyen yaşlarda arkadaşları) tarafından nasıl değerlendirildiklerine bağlıdır.

Büyükleri tarafından sevgi gören, gereksinim duyduğunda beklediği yakınlık ve ilgiyi bulan, fikirlerine değer verilen ve önemsenen, güven duyulan ve sorumluluklar verilen, iyi yaptığı şeyler için övülen, gurur duyulan, yaptıklarında hataya yer verilen ve olduğu gibi kabul edilen çocuğun kendine özgüveni olur.

Buna karşılık sevildiğini, önemsendiğini hissetmeyen, beklediği yakınlık ve ilgiyi göremeyen, sürekli eleştirilen ve olduğu gibi kabul edilmeyen çocuk kendisini değerli hissetmez ve özgüveni olmaz. Kendisini değerli görmeyen (özgüveni olmayan) çocuk yaşadığı aile, çevre, okul ve toplum içinde problemlere sebep olur.

Özgüven sadece okul yaşamında değil, kişisel ve sosyal yaşamda da önemlidir. Araştırmacılar, birbirlerini tamamlayan iki çeşit özgüvenden bahsetmektedirler. Bunlardan birincisi iç, diğeri dış özgüvendir. İç özgüven, kendimizden memnun ve kendimizle barışık olduğumuza dair inancımız ve bu konuda hissettiklerimizdir. Dış özgüven ise dışarıya kendimizden emin olduğumuz şeklinde verdiğimiz görüntü ve davranışlardır.

İÇ ÖZGÜVEN

• Kendilerini severler
• Kendilerini tanırlar
• Kendilerine açık hedefler koyarlar
• Pozitif düşünürler

A- KENDİNİ SEVME : Kendini seven çocuklar hem duygusal hem fiziksel gereksinimlerine değer verirler. İstedikleri şeyleri elde etme konusunda suçluluk duymazlar. İhtiyaçlarının karşılanmasını hakları olarak görürler. Övgü almayı ve ödüllendirilmeyi açık açık talep ederler. Başkalarının kendileri ile ilgilenmesinden ve kendileri için bir şeyler yapmasından çok hoşlanırlar. İyi nitelikleriyle gururlanır ve bu niteliklerinden daima yararlanırlar. Başkalarını, mutluluklarını ve yaşamlarını sabote edecek şeylerden kaçınırlar.

B- KENDİNİ TANIMA : Kendini tanıyan çocuklar güçlü ve zayıf yönlerinin farkındadırlar. Hiçbir zaman kalabalığın içinde kaybolmazlar. Kendi değerlerini bilirler. Kendilerine uygun arkadaşlar bulurlar. Başkalarının görüşlerine açıktırlar ve eleştirildiklerinde hemen savunmaya geçmezler. Eksik yönlerini geliştirme ve değiştirme özellikleri vardır. Yapıcı olacağına inanırlarsa yardım almaya açıktırlar.

C- KENDİNE AÇIK HEDEFLER KOYMA : Kendilerine başarabilecekleri hedefler belirlerler. Bunları başarmak içinde başkalarına bağımlı olmazlar. Yeterince motive oldukları için başkalarına kıyasla hedefleri gerçekleştirmede daha istekli ve enerjiktirler. Tutarlı davranırlar, çünkü hedef belirlerken en ayrıntılı noktaları önceden tahmin edebilirler. Özeleştiriyi öğrenmişlerdir. Kendi ilerlemelerini kontrol edebilirler. Kolay karar verebilirler.

D- POZİTİF DÜŞÜNME : Pozitif düşünen çocukların iyi deneyimler yaşama ve bunlardan iyi sonuçlar elde etme konusunda umutları vardır. İnsanlar hakkındaki düşünceleri genellikle olumludur. Her sorunun bir çözümü olacağına inanırlar. Geleceğin geçmişten daima iyi olacağına inanırlar. Yaşamlarındaki değişikliklere çabuk uyum sağlarlar. Değişikliklerin insanı ilerletip geliştireceğine inanırlar.

DIŞ ÖZGÜVEN

• İletişim
• Kendini İfade Edebilme
• Duygularını Kontrol Edebilme

A- İLETİŞİM : İletişim konusunda beceriler kazanmış olan bir çocuk başkalarını anlayışla, sakin ve dikkatle dinleyebilir. Yüzeysel konulardan, daha derin sohbetlere ne zaman, nasıl geçeceklerini bilirler. Başkalarının sözsüz ifadelerinden ve beden dilinden anlarlar. Utanıp sıkılmadan toplum önünde konuşurlar.

B- KENDİNİ İYİ İFADE EDEBİLME : Kendini iyi ifade edebilen çocuklar, dolaysız yoldan ve açıkça gereksinimlerini söylerler. Kendilerinin ve başkalarının haklarını korurlar. Teşvik etmeyi bilirler ve karşısındakinin de kendisini teşvik etmesini isterler. Övgü kabul ederler, başkasını övebilirler. Gerektiğinde etkin bir şekilde şikayet ve mücadele edebilirler.

C- DUYGULARINI KONTROL EDEBİLME : Duyguları ile başa çıkabilen çocuklar duygularının esiri olmazlar. Beklenmedik davranışlar göstermezler. Korkuları ve endişeleri ile başa çıkabildikleri için riskleri göze alabilirler. Mutsuzluklarının kendilerini sürekli engellemesine izin vermedikleri için sıkıntılı dönemlerini kısa sürede atlatabilirler. Anlaşmazlık olduğunda kendilerini iyi savunurlar. Kıskançlık, öfke gibi doğal olan duyguları yaşadıklarında suçluluğa kapılmazlar. İlişkilerinde neşe, sevgi ve mutluluk ararlar.

ÇOCUKLARIN ÖZGÜVENLERİNİ SAĞLAMAK İÇİN YAPILACAK ŞEYLER

1- Var olmalarının sizin için ne kadar önemli olduğunu onlara hissettirin.
Onlara olan sevginizin başarı ya da başarısızlıklarına bağlı olmadığını, var olmalarının sizin için ne kadar önemli olduğunu ve ne olursa olsun onları daima seveceğinizi söyleyin.

2- Kendilerine olan özgüvenlerinde sarsıntı gördüğünüz an harekete geçin.
Unutmayın kendine özgüven duymak kendini beğenmişlik ya da kibirlilik demek değildir. Özgüven sadece olduğu gibi kabul edilmiş olmanın verdiği kendini rahat, iyi ve güvenlik içinde hissetmektir. Başarısı ile şımaran, kibirli davranışlar gösteren çocuğun kendisine olan özgüveni yok ya da düşük demektir.

3- Çocuğunuza gerçek özgüveni sağlamasında yardımcı olun.
Çocuğunuzun zayıf yanlarını görmezlikten gelmeyin, dürüst olun, ama onları eleştirmeyin. Çocuklar kendilerindeki eksiklikleri ve kusurları kabullenmelidir. Bunun yanı sıra iyi ve kuvvetli oldukları yanları ile gurur duyabilmelidirler.

4- Çocuğunuza kendisine has yeteneklerini ortaya çıkarmasında yardımcı olun.
Çocuklar birbirlerinden farklıdır. Her çocuğun farklı özellikleri ve yetenekleri vardır. Hepsinin başarılı olduğu alanlar değişiktir. Çocuklarınıza kendi ilgi alanları ve yetenekleri doğrultusunda faaliyetlere katılma imkanı sağlayarak onların araştırmaları ve yeni şeyler keşfetmeleri için destekleyin. Böylece kendilerinde var olan yeteneklerin ortaya çıkmasını sağlayarak kendilerine özgüven duymalarını sağlamış olursunuz.

5- Yaptıkları ve ilgilendikleri şeylerin sizin için önemli ve değerli olduğunu gösterin.
Katıldıkları faaliyetleri ve ilgilendikleri şeyleri sorun, okulda katıldıkları faaliyetlerin gösterilerine gidin. İlgilendiği şeylerle ilgili okuduğunuz bir yazı ya da resmi onunla paylaşın. Çocuklara eğlenceli veya yararlı olan etkinlikleri önerin. Fakat onu ön yargılı davranmaya zorlarsanız, çocuk kendisinin yeterince iyi olmadığı mesajını alacaktır.

6- Evinizde herkesin birbirine güveneceği bir ortam oluşturun.
Duygularını, düşüncelerini, sevgisini, başarı ya da başarısızlıklarını, hayal kırıklıklarını aile fertleriyle rahatça paylaşabilen çocuklar özgüvenli olurlar. “Söylediğin kadar da kötü değilmiş” ya da “Geçer canım merak etme” şeklinde cevap verme yerine, onların duygu ve düşüncelerini ciddiye alın.

7- Çocuğunuza kendi davranışlarınızla örnek olduğunuzu unutmayın.
Çocuklarınıza, onlarda görmek istemediğiniz davranışlarda bulunmayın. Unutmayın çocuklar size sizin onlara davrandığınız gibi davranacaklardır. Sinirlenip onlara bağırdığınızda bunu şiddet olarak değerlendirecektir. Kendisi de kızdığında bağırmanın fiziksel veya sözel şiddet uygulamanın normal olduğu düşünecek kendi ilişkilerinde de bu yolu tercih edecektir.

8- Beklentileriniz çoğunuzun seviyesinde olsun, onu aşacak beklentilerden kaçının.
Her çocuğun farklı yapabilme kapasitesi ve seviyesi vardır. Çocuğunuzun bir şeyi yapamayacağını bildiğiniz halde bunu ondan bekleyip sonunda hayal kırıklığı yaratmayın. Ulaşabilecekleri hedefler amaçlayıp başarılı olmalarını sağlayın.

9- Çocuklarınıza sorumluluklar verin.
Kendisine güvenilip sorumluluk verilen çocuklar kendilerini yararlı ve önemli hissederler.

10- Sadece çok özel yetenek ya da başarılarına değil her şeyine değer verdiğinizi ve takdir ettiğinizi belirtin.
Küçük bile olsa yaptığı güzel birşey ya da davranışı için onu övün ve bunun ne kadar önemli olduğunu belirtin. Ama anne babanın en önemli etkileme aracının, çocuklarıyla olan ilişkisi olduğunu her zaman hatırlayın. Çocuğunuza değer veren bir ilişki, doğal olarak onun özgüvenini artırır. Koşullu sevgi çocuklarda korkular, bağımlılıklar ve özgüven sorunları doğurur. Kişi ve davranışı birbirinden farklıdır. Bir çocuğun kişiliğini onun davranışıyla karıştırmayın. Çocuklarınızı yaptıkları şeyler yüzünden değil, kendileri oldukları için sevdiğinizi belli edin.

11- Ne yaparlarsa yapsınlar onlara sevgi ile emniyette olduklarını hissettirin.
Çocuklarınızı disipline edin ama bunu hiç bir zaman sinirle ve katı kurallarla yapmayın. Onları disipline etmeniz katı kurallarla katı cezalar verme şeklinde olmasın. Çocuklar adaletsiz davrandığınızda bunu çok iyi bilirler. Onların güvenini sarsmayın.

12- Birlikte vakit geçirin.
Ortak yapacağınız faaliyetler bulup birlikte zaman geçirin.

13- Onların özgüvenlerini sağlayacak sözlerde bulunun.
“Yardımların çok işime yaradı, teşekkür ederim” ya da “Bak bu aklıma gelmemişti bu konudaki fikrini çok beğendim” gibi sözlerle onların katkılarına değer verdiğinizi gösterin.

14- Çocuğunuzla ilgili problemleri onu suçlamadan ya da onun karakterini eleştirmeden tartışın.
Çocuklar kendileri ile ilgili problemlerde kendilerine saldırılıp eleştirilmeden konuşulduğunda bu problemi çözmek için çaba sarf ederler. Onun karakterine değil, yaptığı şeye hitap ederek konuşun. Kontrollerini kaybederek çocuklarını eleştiren anne baba, kontrolü çocuklara vermiş olur. Örneğin, 4 yaşındaki çocuğunuz oyuncağını yatmakta olan kardeşinin yatağına fırlattığı için sinirlisiniz. “Sen kötü bir çocuksun!” ya da “Yapma!” yerine, “Sen oyuncaklarını attığında kendimi sinirli hissediyorum. Ona gerçekten zarar verebilirdin” diyebilirsiniz. Buradaki mesaj, duygularınızın onun çocuk dünyasına değil onun belirli davranışlarına yönelik olduğudur.

BENLİK SAYGISINI AZALTACAK BİR DİL

Aşağıdaki sözcükleri belki çok masumca kullanıyorsunuzdur. Fakat unutmayın ki, bu sözcüklere eşlik eden sözsüz bir dil de varsa, işte o zaman sözcükler artık aşağılayıcı ve zarar verici olur.

• Etiketlemek : Ne kadar inatçısın
Ah şimdiki nesil

• Amatör psikologlar : Bence senin sorunun
Bu sana göre bir iş değil
Sen yapamazsın

• Mesafe koymak : Seni dinlemiyorum

• Karşılaştırmak : Ablan hiç böyle davranmazdı
Benim zamanımda

• Abartma : Sen zaten her zaman
Bütün söylediklerim bir kulağından giriyor bir kulağından çıkıyor

• Yaşla alay etmek : Bebek gibisin
Büyüdüğünü zannediyorsun ama

• Büyüklük taslamak : Senin yaşında birisi için oldukça iyi
İlk deneme için hiç fena değil

• Alaycı Konuşmak : Şimdi buna çalışma mı diyorsun

• Suçluluk Duygusu Aşılamak : Senin yüzünden başım ağrıdı
Ablan elinden geleni yaptı ya sen?

• Kehanette Bulunmak : Böyle gidersen…
Bunu hiçbir zaman başaramayacaksın

BENLİK SAYGISINI KAZANDIRACAK BİR DİL

İşte size çocuklarımıza yüksek sesle söylememiz gereken sözlerden birkaçı. Eğer aynı zamanda sesiniz sevgi doluysa, gülümsüyorsanız, ona sarılıyorsanız, gözleriniz pırıl pırılsa söylediklerinizin etkisi çok daha etkili olacaktır.

• Olumlu duyguları paylaşmak : Seninle kitap okumak çok hoşuma gidiyor,
Seninle beraberken çok mutluyum.

• Takdir ettiğinizi belirtme : …… için kutlarım.
Ne kadar yaratıcısın. Şu çalışmana bir bak!
Ne kadar iyi bir dostsun.

• Çaba ve başarılarının takdir edilmesi : Bütün zorluklara rağmen kaydettiğin ilerlemeye bakar mısın?
Kendinle övünebilirsin çünkü …. konusunda çok çaba gösterdin.

• Onu koşulsuz kabul ettiğinizi gösterme : Bu hatayı yapman normal, şimdi nasıl düzelteceğimize bakalım.
Her zaman kusursuz olamazsın ki!

• Güven duyduğunuzu belirtme : Eminim elinden geleni yapacaksın.
Bu konuda senin fikrin benim için çok önemli.
Bu konuda bana yardım edebilir misin?

Beğen
Beğen Muhteşem Haha İnanılmaz Üzgün Kızgın

Kimler Müze ve Örenyerlerine Ücretsiz Girebilecek? (Yeni Liste)

Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı müze ve örenyerleri ile ilgili yeni yönerge yayınlandı. Güncellenen yeni yönergeye göre bakanlık bünyesinde müze ve örenyerlerine kimlerin ücretsiz gireceği de belli oldu.Yeni yönergeye göre Milli Eğitim Bakanlığına bağlı ilk ve orta öğretim okulları geçerli kimlik kartını haiz öğretmenlere de (Özel Öğretim Kurumlarında görev yapanlar hariç) ücretsiz giriş hakkı getirildi.

Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı müze ve örenyerlerinin ziyaret usul ve esasları ile müze ve örenyerlerinin ziyareti, bilet ve bilet benzeri araçlara ilişkin düzenlemelerin yer aldığı "Müze ve Örenyerlerine Girişlerde Uygulanacak Usul ve Esaslar Hakkında Yönerge" 24 Kasım’da yürürlüğe girdi. 9 Kasım tarihli Yönetim Kurulu Kararı ile belirlenenen yeni yönergeye göre bakanlığa bağlı müze ve ören yerlerinin kimlere ücretsiz olduğu da belli oldu.

Yenilenen yönergede ücretsiz ziyaret edeceklerin listesi

Aşağıda belirtilenler müze ve örenyerlerine kimlik/sözleşme göstermek suretiyle ücretsiz girerler.

18 yaş ve altındaki Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı gençler ve çocuklar ile bu yaş grubundaki öğrenci gruplarına refakat eden öğretmenler,

65 yaş ve üstü Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları,

Gaziler ve refakatindeki anne, baba, eş ve çocukları ile şehit yakını kimlik kartı sahipleri,

Engelliler ( TC vatandaşı ve yabancı) ile bir refakatçisi, (Görünür bir engel ve/veya belge ibrazı ile)

Zorunlu hizmete tabii er ve erbaşlar,

ICOM ve ICOMOS ile UNESCO kartı sahipleri,

Yerli ve yabancı basın kimlik kartı sahipleri,

Seyahat acentesi sahip veya sorumlu müdürleri,

Kültür ve Turizm Bakanlığı personeli ve emeklileri ile refakatindeki anne, baba, eş ve çocukları,

8 yaş ve altındaki yabancı uyruklu çocuklar,

Hayat boyu Öğrenme Programı çerçevesinde Comenius Okul Ortaklıkları ile Erasmus Öğrenci Değişim Programı kapsamındaki gruplar ile bu gruplara refakat eden öğretmenler (ülkemizdeki muhatapları ile yapılan sözleşmelerini ibraz etmeleri kaydıyla kimlik ibrazı aranmaksızın ücretsiz giriş olanağı sağlanacaktır).

Müze ve örenyerinin bağlı bulunduğu İl ve İlçenin;

Mülki İdare Amirleri (İllerde Vali, Kültür ve Turizmden sorumlu Vali Yardımcısı, ilçelerde Kaymakam),

Büyükşehir, İl, İlçe ve Beldenin Belediye Başkanı ve en fazla 10 kişi olmak üzere refakatindekiler.

Resmi görev kapsamında müze veya örenyerine giriş zorunluluğu bulunan Jandarma Genel Komutanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğüne bağlı kolluk kuvvetleri personeli,

Ticaret Bakanlığı’nın kültür ve tabiat varlıkları kaçakçılığını önlemek amacıyla sürdürdüğü faaliyetler kapsamında, kaçakçılık mücadelesi ile görevli, gümrük muhafaza personeli,

Milli Eğitim Bakanlığına bağlı ilk ve orta öğretim okulları geçerli kimlik kartını haiz öğretmenler ( Özel Öğretim Kurumlarında görev yapanlar hariç)

Ülkemizde görev yapan Büyükelçi, Başkonsolos ile refakatindeki eş ve çocukları,bakanlığa bağlı müze ve örenyerlerine ücretsiz giriş yapabilirler.

Aşağıda belirtilen grupların ücretsiz ziyaretleri Döner Sermaye İşletmesi Merkez Müdürlüğünden temin edilecek izin belgesi ile gerçekleştirilir:

Kamu Kurum ve Kuruluşlarının kendi bütçeleriyle ağırlamakta oldukları Bakan Yardımcısı ve daha üst düzeydeki resmi heyetler ile Kuvvet Komutanları ve üstü askeri heyetler, bu heyetlerde bulunanların eşleri ve beraberindekiler ile refakat eden resmi görevliler ve güvenlik amaçlı ön inceleme heyetleri,

Uluslararası kongre organizasyonlarına destek kapsamındaki ağırlamalar ile yalnızca şehir turu ve/veya transfer desteği sağlanan ağırlamalar hariç olmak üzere, Kültür ve Turizm Bakanlığı Merkez ve Yurtdışı teşkilatı ile bağlı ve ilgili kuruluşlarca ağırlanan konuk ve heyetler ile refakatçileri (Talep yazısına ağırlamaya ilişkin makam onayı eklenecektir)

Kültür ve Turizm Bakanlığı Merkez ve Yurtdışı teşkilatı ile bağlı ve ilgili kuruluşlarca ağırlanan medya mensupları ve refakatçileri (Talep yazısına ağırlamaya ilişkin makam onayı eklenecektir)

Türkiye Seyahat Acenteleri Birliği tarafından bildirilen yabancı tur operatörleri ve yabancı info grupları,

Müze ve örenyerinin bağlı bulunduğu Valilik, İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü ve/veya Müze Müdürlüğü ile Kültür ve Turizm Bakanlığı merkez birimleri tarafından müze ve örenyerinin tanıtımına katkı sağlamak üzere müze ve örenyerinde düzenlenen etkinliklere katılanlar,

Müze ve örenyerlerinin Süreli Kullanım Yönergesi kapsamında tahsisi ile gerçekleştirilen etkinliklerde girişler aşağıdaki şekilde düzenlenir:

“Müze ve Örenyerlerinin Süreli Kullanım Yönergesi” kapsamında ücretli olarak tahsis edilmesi ile gerçekleştirilecek etkinliklerde alınacak giriş ücretleri konusunda bu yönerge hükümleri uygulanır.

Müze ve örenyerlerinin Süreli Kullanım Yönergesi kapsamında ücretsiz olarak tahsis edilmesi halinde katılımcılardan giriş ücreti alınıp alınmayacağı hususu konuya ilişkin Döner Sermaye İşletmesi Yönetim Kurulu Kararında ayrıca belirtilir.

Müze ve örenyerlerinin, kapalı olduğu günlerde veya mesai saatleri dışında, Süreli Kullanım Yönergesi kapsamında tahsis gerçekleştirilmesi halinde etkinliğe katılan ziyaretçi grupları için tek bilet tarifesi uygulanır.

Aşağıda belirtilen kişi ve grupların çalışma yaptıkları müze ve örenyerine ücretsiz girişleri ilgili mercilerden temin edilecek izin belgesi ile gerçekleştirilir.

Müze ve örenyerlerinde bulunan kültür varlıkları ile ilgili bilimsel araştırma yapan yabancı uyruklu ekipler Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’nden, TC uyruklu ekipler ise ilgili Müze Müdürlüklerinden temin ettikleri izin belgesini gişeye ibraz edeceklerdir.

Müze ve örenyerlerinde kazı ve yüzey araştırması yapan ekipler Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’nden temin ettikleri izin belgesini gişeye ibraz edeceklerdir.

Müze ve örenyerlerinde ticari olmayan tanıtım ve eğitim amaçlı video, film ve fotoğraf çekim izni uygun görülen kişi ve ekipler, İl Kültür ve Turizm Müdürlüğünden alacakları izin yazısını gişeye ibraz edeceklerdir.

Yönergenin 3. maddesinin birinci fıkrasında belirtilen ücretsiz giriş hakları, ayrıca ücretlendirilen Topkapı Sarayı Müzesi Harem Bölümü, Aya İrini Anıt Müzesi, Efes Örenyeri Yamaçevler ve Göreme Açıkhava Müzesi Karanlık Kilise bölümlerine yapılacak ziyaretlerde geçerli değildir. Bu yerlere, biletli refakatçisi eşliğindeki 6 yaş ve altındaki çocukların ücretsiz giriş hakları ise mevcuttur.

Müzekart

Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları, 5203 Sayılı Kanuna tabi Mavi Kart sahipleri, KKTC vatandaşları ve Türkiye’de yerleşik “Yabancı Kimlik Numarası” sahibi kişiler tarafından edinilebilen Müzekart; Topkapı Sarayı Müzesi Harem Bölümü, Aya İrini Anıt Müzesi, Efes Örenyeri Yamaçevler, Göreme Örenyeri Karanlık Kilise bölümleri hariç olmak üzere Kültür ve Turizm Bakanlığına bağlı tüm müze ve örenyerlerine, bir yıl boyunca ikişer defa giriş hakkı sağlıyor. Milli Eğitim Bakanlığına bağlı özel ilk ve orta öğretim okulları geçerli kimlik kartını haiz öğretmenlere, emekli öğretmenlere, 6326 Sayılı Turist Rehberleri Meslek Kanunu uyarınca Bakanlığımız tarafından ruhsatname verilen eylemsiz turist rehberlerine, 18 yaşın üzerindeki öğrencilere, Yüksek Öğretim Kurumuna bağlı üniversitelerde görevli öğretim üyelerine, Ülkemizde ortaöğretim kurumlarında eğitim gören yabancı öğrenciler ile yüksek öğrenim kurumlarında önlisans, lisans veya yüksek lisans programlarına devam eden yabancı öğrencilere ve KKTC vatandaşı öğrencilere, öğrenci kimliği ibrazı şartı ile indirimli Müzekart düzenlenebilir.

Müzekart+

Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları, 5203 Sayılı Kanuna tabi Mavi Kart sahipleri, KKTC vatandaşları ve Türkiye’de yerleşik “Yabancı Kimlik Numarası” sahibi kişiler tarafından edinilebilen Müzekart+; Topkapı Sarayı Müzesi Harem Bölümü, Aya İrini Anıt Müzesi, Efes Örenyeri Yamaçevler, Göreme Örenyeri Karanlık Kilise bölümleri hariç olmak üzere Kültür ve Turizm Bakanlığına bağlı tüm müze ve örenyerlerine bir yıl boyunca sınırsız giriş hakkı sağlamakta olup, bunun yanı sıra kültürel ve sanatsal faaliyetlere katılım kolaylığı sunarak çeşitli özel müzeler ile kültürel-turistik çekim noktalarına girişlerde, bu kurumların kafelerinde ve hediyelik eşya dükkanlarında değişen oranlarda indirim sağlar.9.3-"18 yaş ve altı ile 65 yaş üstü Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına, Kültür ve Turizm Bakanlığı kokardını haiz profesyonel turist rehberlerine, Kültür ve Turizm Bakanlığı personeli ve emeklileri ile anne, baba, eş ve çocuklarına On Türk Lirası bedelle 1(bir) yıl geçerli olacak Müzekart düzenlenebilir.Engelli vatandaşlar (Refakatçileri hariç) tarafından talep edilmesi halinde de 1(bir) yıl süreli Müzekart ücretsiz olarak düzenlenir.Giriş kartlarına ilişkin toplu alımlarda indirim uygulanabilir. İndirim uygulanacak giriş kartı alım miktarı ile indirim oranları Döner Sermaye İşletmesi Yönetim Kurulu Kararı ile belirlenir.

Kaynak: Kimler müze ve örenyerlerine ücretsiz girebilecek? İşte yeni liste – Kültür&Sanat

Beğen
Beğen Muhteşem Haha İnanılmaz Üzgün Kızgın

Batı Şeria’da 9 Bin Yıllık Taş Maske Bulundu

Batı Şeria’daki El Halil kenti güneyindeki tepelerde yürüyüş yapan biri tarafından tesadüfen 9 bin yıllık taş maske bulundu.

Çanak Çömleksiz Neolitik B dönemine tarihlenen taş maske

Arkeologlar taştan yapılmış olan bu Neolitik dönem eserinin, günümüze ulaşan dünyanın en eski ritüel maskeleri arasında olduğunu söylüyor. Söz konusu maske, insanlar geçim kaynağı olarak avcı-toplayıcılıktan, besin üretimine (tarıma) geçtiklerinde ve karmaşık toplumlar oluşturmaya başladıkları zamanda yapılmış.

Maskenin ve bölgedeki diğer buluntuların keşfi, onlarca yıldır kafaları karıştıran bu kaba görünümlü maskelerin işlevi hakkında daha fazla bilgi edinme şansı verebilir.

Bu maskelerin tarih öncesinde oynadığı rol bilinmiyor fakat arkeologlar, bunların ata kültü ile ilişkili bir rol oynamış olabileceğinden şüpheleniyor.

9 bin yıllık maske, geçtiğimiz yıl yürüyüşe çıkmış bir göçmen tarafından yüzeyde öylece dururken tesadüfen bulunmuştu.

Göbekli Tepe’de bulunan daha büyük boyutlu bir taş maske

İsrail Eski Eserler Dairesi hırsızlık önleme biriminde bir arkeolog olan Ronit Lupu, maskenin tam yerini ya da yerleşimcinin kimliğini bilmediğini, ancak herhangi bir yanlış durum ya da yağma girişimi olduğuna inanmak için sebep olmadığını söyledi.

Maskenin keşfedilmesinden bu yana arkeologlar, bulunduğu iddia edilen yeri araştırıyor ve orijinalliğini ve kimliğini doğrulamak için eseri test ediyorlar.

Bugüne kadar sadece 15 Neolitik maskenin gerçek olduğu doğrulandı ve hemen hemen hepsi, arkeolojik kazılar yerine, dünya çapında özel koleksiyoncuların ellerinde ortaya çıktı. Yani uzmanlar bunların kökeni veya işlevleri hakkında çok fazla bilgi toplayamıyor.

Buluntuyu inceleyen ve tarihöncesi alanında uzman olan arkeolog Omry Barzilai, “Bu maskeler gibi nadir tarih öncesi eserler, yağmacılar ve kaçakçılar için temel hedef ve antikacılar piyasasında her birini satmaya çalışıyorlar.” diyor. Bu tür nadir eserlerin ticareti, eserin gerçekliğini kanıtlamada ortaya çıkan güçlükler ve bölgede onunla ilişkili diğer eserlere ulaşma fırsatını kaybetmesi nedeniyle arkeologlara son derece zorluk çıkarıyor.

Batı Şeria’da bulunan 9 bin yıllık maskenin yandan görünümü

Bazı maskelerin yanlarında delikler olsa da, yüze takılıp takılmadıkları belli değil ve bu amaç için çok hantal olabilirler. Ölüm maskeleri olarak kullanılmış ya da başka bir şekilde sergilenmiş olabilirler.

Neolitik dönemden insan yüzünün diğer taş temsilleri, Türkiye’deki Göbekli Tepe de dahil olmak üzere, Levant genelinde bulunmuştu. Fakat bunlar nispeten soyut olma eğilimindeydi ve araştırmacılar aslında bunların maske olarak kabul edilip edilemeyeceği konusunda kararsız. Sonuç olarak, güney İsrail’de bulunan Neolitik maskeler, bu kültürel fenomenin en erken örnekleri olarak görülüyor.

2014 yılında İsrail Müzesi, dünya çapında bulunan Neolitik maskelerin bir sergisine ev sahipliği yaptı. Sergi, maskeleri bulmak için on yıl süren bir araştırmanın sonucuydu ve eserler özgünlüklerini belirlemek için çok sayıda bilimsel testten geçtiler. Belirlenen bir sahte maske çıkarıldıktan sonra uzmanlar, gerçek olanların Judean tepelerinde ve çevresindeki çölde yapılmış olduğu sonucuna vardılar.

Eretz İsrail Müzesi’nin baş küratörü yardımcısı Debby Hershman, “Maskeleri bulmak için çok fazla dedektif çalışması yaptık ve gerçek olup olmadığını belirlemek için bilimsel bir protokol geliştirdik.” diyor.

Maskenin bulunduğu alanda yapılacak ayrıntılar kazılar önemli bilgiler verebilir

Ekibin ulaştığı sonuçlardan biri, maskelerin ritüellerde kullanılmak üzere yüzlere bağlanmış olabileceği. Bu sonuç, üç boyutlu rekonstrüksiyon ve eserlerin analizine dayanıyordu; Maskelerdeki gözler ve ağız arasındaki mesafeler, insan yüzünün oranlarını takip ediyordu ve kullanıcının kolayca görmesini ve nefes almasını sağlıyordu.

Yine de, buluntunun arkeolojik bağlamı ile ilişkilendirilmesinin bir alternatifi yoktu. Maskeyi bulan yerleşimcinin yardımıyla, arkeologlar yeni maskenin bulunduğu yeri tespit etti ve bir ön kazı yaptı. Çanak Çömleksiz Neolitik B adı verilen döneme özgü çakmaktaşı aletler ortaya çıkardılar ve bu dönem aynı zamanda diğer maskelerin de yapıldığı dönemdi.

Bulunan aletlerin ve maskenin üzerinde binlerce yıldır oluşan kalsit kabuklarındaki izotopların test edilmesi, bunların hepsinin aynı yere ve aynı zamana ait olduğunu kanıtladı.

Lupu, “Bu, son 35 yıl içinde bulduğumuz ilk maske, bu yüzden çok önemli. Ancak daha da önemlisi, siteyi tamamen kazma ve bu kült nesnenin ilişkili olduğu maddi yaşamı daha iyi anlama şansımız var. Nasıl kullanıldığı veya hangi bağlamda kullanıldığı anlaşılabilir.” diyor.

Bu maskenin, Nahal Hemar’da bulunan ile birlikte, Batı Şeria ve Judean çölü arasında bulunduğu gerçeği, bu fenomenin bu bölge ile sınırlı olduğu varsayımını güçlendiriyor. Taş maskeler, Levant’ın diğer bölgelerindeki benzer ikonografik fenomenlerin yerel versiyonları olabilir.

Kuzey İsrail’deki ve Şam’a kadar uzanan neolitik alanlar genellikle sıvalı kafatasları ile biliniyor. Bu kafatasları, ölülerin kafatasları çıkarıldıktan sonra, sıva, deniz kabukları ve diğer malzemelerle süslenerek yapılıyordu. Başka yerlerde, Ürdün Vadisi’nde ve doğusundaki arkeologlar insan figürlerinin alçı heykelciklerini buluyor.

En olası açıklama, bu eserlerin, avcı-toplayıcı olmaktan çıkıp tarıma başlayan insanların ata kültünün yerel varyasyonlarını temsil etmesi.

Neolitik döneme tarihlenen taş maskeler çok nadir olarak bulunabiliyor.

Araştırmacılar, “Bu, tahılların evcilleştirildiği Neolitik devrimin en zirve noktası. İnsanlar yerleşti ve güzel sıvalı zeminler ile evler inşa etti ve çok gelişmiş bir malzeme kültürü yarattı. Tarımsal bir topluma dönüştüğünüz zaman, arazi büyük ölçüde önem kazanır, çünkü ona çok fazla yatırım yapmış olursunuz ve bunu bir şekilde sizin olduğuna dair işaretlemelisiniz: mimari, mezar veya ritüel aracılığıyla.” diyor.

Başka bir deyişle, Neolitik maskeler, sıvalı kafatasları ve figürinler, neredeyse bir ritüel mülk kaydı olarak işlev görmüş olabilirdi. Sıvalı kafatasları, kelimenin tam anlamıyla – bu erken dönem çiftçilerinin atalarıydı; bu eserler, bir yerle bağlantılarını ve belli bir toprak parçasına sahip olma haklarını göstermek için sergilenmiş veya ibadet görmüş olabilirler.

Bu teorinin doğru olup olmadığı, yeni keşfedilen bölgedeki arkeolojik kazı sonucu ortaya çıkabilir veya çıkmayabilir. Ama düşünün ki, bu, insanların bugün Ortadoğu’da ve dünyanın diğer çatışan bölgelerinde yaptıkları şeylerden çok da farklı değil. 9.000 yıl sonra Yahudiler, Araplar ve diğer gruplar, aynı topraklarda atalarının varlığını hala hatırlatarak “Burada olma hakkımız var.” diyor.

Kaynak: Batı Şeria’da 9.000 Yıllık Taş Maske Keşfedildi | Arkeofili

Beğen
Beğen Muhteşem Haha İnanılmaz Üzgün Kızgın

Üstün Dökmen’den Harika Bir Yazı

HARİKA BİR YAZI

Üstün Dökmen

-Güvenmediğin kimseye aleyhine kullanabilecek hiçbir koz verme.
-İnsanlara doğru değer ver, hak etmeyenleri sil.
-Kimseye yalvarma.
-Asla dönüp arkana bakma.
-Sır tutmasını bil.
-Dostlarının yeri ayrı, sevgilinin yeri ayrı.
Sevgilin için dostlarını, dostların için sevgilini satma.
-Kimsenin lafıyla dolduruşa gelme, ama aklının bir köşesinde de tut.
-Bir ilişkiyi kafanda bitirdikten sonra iki çift tatlı söz, iki damla gözyaşı için asla yumuşama.
-Seni sevenlerle kullananları iyi ayırt et.
-Seni dinleyip anlamaya niyetli olmayanlarla tartışma.
-Emrivaki oluşturulan dostlukları kabul etme.
-Eğer verdiğin o kişide kalmıyorsa ikinci bir sır şansı verme.
-Kendini öven insanlardan kaç.
-Karşındakinin doğruyu söylediğini varsayma.
-Kendine saygını yitirmene neden olacak hiçbir şey yapma.
-Sorunun olduğunda insanlar zaman ayırıp seni dinliyorsa onların öğütleri gözardı etme.
-Göz göre göre su birikintilerine taş atma, mutlaka üzerine sıçrar.
-Gözyaşlarının değerini bil. Onları hak etmeyenler için harcama.
-Senin zekana inanan insanları hayal kırıklığına uğratma.
-Kendini sev.
-Dışarıdaki güneşe bakıp gülümse ve önünde koskocaman bir gelecek olduğunu unutma.
-Dostluğunla yetinmeyenler için hiçbir fedakarlık yapma.
-İnsanları kaybediyorsun diye ağlayıp sızlama, ama kazandığın insanların değerini bil.
-Kimseye taşıyabileceğinden fazla değer verip bununla övünmesine fırsat verme.
-İstediğini almak için asla duygu sömürüsü yapma.
-Sana duyulan sevgiyi ve güveni istismar etme.

Üstün Dökmen

Beğen
Beğen Muhteşem Haha İnanılmaz Üzgün Kızgın

Azerin – Çırpınırdı Karadeniz

Kafkas İslam Ordusu Vefa Konseri.

Çırpınırdın Karadeniz
Bakıp Türk’ün bayrağına
Ah ölmeden bir görseydim
Düşebilsem toprağına

Sırmalar sarsam koluna
İnciler dizsem yoluna
Fırtınalar dursun yana
Yol ver Türk’ün bayrağına

Kafkaslar’dan aşacağız
Türklüğe şan katacağız
Türk’ün şanlı bayrağını Turan ile asacağız
Azerbaycan bayrağını Karabağ’da asacağız

Söz:Ahmed Cevad
Beste: Üzeyir Hacıbeyli

Beğen
Beğen Muhteşem Haha İnanılmaz Üzgün Kızgın

Dünyanın İlk Termal Kameralı Telefonu: CAT S60

Amerikan iş makinesi üreticisi CAT’in (Caterpillar) dünyanın ilk termal kameraya sahip Android işletim sistemli akıllı telefonu CAT S60, satışa çıkalı uzun bir süre geçmesine karşın kullanıcılardan ilgi görmeye devam ediyor. Dayanıklılığı ile ön plana çıkan CAT S60, su geçirmez özelliğiyle de dikkat çekiyor.

Termal görüntüleme teknolojileri üreticisi FLIR tarafından tasarlanmış termal kamera barındıran cihazın kapı veya pencere kenarlarında ısı kaybı olup olmadığının test edebileceği, elektrikli cihazlardaki ısınmanın görülebileceği ve tamamen karanlıkta dahi termal kameranın kullanılabileceği belirtiliyor.

CAT S60’ın içinde dünyanın en önde gelen termal görüntüleme teknolojileri üretici FLIR tarafından tasarlanmış bir termal kamera bulunuyor. Android işletim sistemine sahip telefon, kullanıcılara termal kamera özelliliğini birçok alanda kullanabilme imkanı sunacak. Telefon ile kapı veya pencere kenarlarında ısı kaybı olup olmadığının test edebileceği, elektrikli cihazlardaki ısınmanın görülebileceği ve tamamen karanlıkta dahi termal kameranın kullanılabileceği belirtiliyor.

Termal kamera ile çıplak gözle fark edilemeyen ısının yüksek olduğu yerler görülebiliyor. CAT S60’taki kamera, 15 ila 30 metre arasındaki mesafelerdeki ısıyı görüntüleyebiliyor. Telefon ayrıca 5 metre derinlikte bir saate kadar su geçirmez özelliğe sahip. Bu özelliği nedeniyle telefonun su altı kamerası olarak da kullanılabileceği ifade ediliyor.

CAT S60 ayrıca sağlam yapısı ile de dikkat çekiyor. Su ve toz geçirmez olmasının yanı sıra firma, 1,8 metreden düşmelere karşı ürüne zarar gelmeyeceğinin garantisini veriyor. Öte yandan, CAT S60’ın Gorilla Glass 4 ile korunan 4,7 inç 1280×720 piksel ekranı, 540 nits parlaklık seviyesi ile dikkat çekiyor. Bu sayede CAT’in akıllı telefonunun parlak gün ışında dahi tatminkar bir görüntü sunduğu belirtiliyor.

3 GB RAM ile gelen CAT S60, sekiz çekirdekli Snapdragon 617 işlemciden gücünü alıyor. CAT S60, 13 Megapiksellik arka ve 5 Megapiksellik ön kameraya sahip. Android Marshmallow 6.0 sürümü ile gelen telefon, 32 GB dahili depolama alanı sunuyor. 3800 mAh pille günü rahatlıkla tamamlayacağı belirtilen telefon, 4G LTE desteği de sunuyor.

Beğen
Beğen Muhteşem Haha İnanılmaz Üzgün Kızgın

Türkiye’de Camiye Çevrilen Kiliseler

Geçmişten günümüze birçok medeniyete ev sahipliği yapmış olan Anadolu toprakları, birçok inancın da ibadet ettiği bir yer olmuştur. Ülkemiz topraklarında yaşayan topluluklar ibadet edebilecekleri yapılar inşa etmiştir. Anadolu topraklarının fethinden sonra bölgeye gelen müslümanların ibadet ihtiyaçlarının karşılanması için bu yapılar zamanla camiiye çevrilmiştir.

Kiliseden camiiye çevrilen yapılar;

1. Ayasofya
2. Koca Mustafa Paşa Cami (Aya Andrea Enti Krisi), İstanbul
3. Fethiye Camii (Pammakaristos Manastırı), İstanbul
4. Fenari İsa Camii (Lips Manastırı Kilisesi), İstanbul
5. Eski İmaret Camii (Pantepoptes Manastırı Kilisesi), İstanbul
6. Zeyrek Camii (Pantokrator Manastırı Kilisesi), İstanbul
7. Atik Mustafa Paşa Camii (Kristos Pantepoptes Kilisesi), İstanbul
8. Vefa Kilise Camii (Aziz Teodoros), İstanbul
9. Gül Camii (Ayia Theodosia), İstanbul
10. Kariye Müzesi (Kariye (Chora) Kilisesi), İstanbul
11. Kalenderhane Camii (Azize Theotokos Kyriotissa), İstanbul
12. İmrahor Camii (Aya İoannes Prodromos), İstanbul
13. Hirami Ahmet Paşa Camii (Aziz İoannis veya Aya Yani Kilisesi), İstanbul
14. Küçük Ayasofya Camii (Aya Sergios ve Bakos Kilisesi), İstanbul
15. İsakapı (Esekapı) Mescidi – İbrahim Paşa Medresesi, İstanbul
16. Kefeli Camii – Kefeli Mescidi (Aziz Noel Baba Katolik Kilisesi), İstanbul
17. Sancaktar Hayrettin Camii (Azize Gastria Manastırı), İstanbul
18. Manastır Mescidi – Mustafa Çavuş Mescidi, İstanbul
19. Bodrum Camii (Myrelaion Kilisesi), İstanbul
20. Arap Camii (San Paolo Kilisesi – San Domenico Kilisesi), İstanbul
21. Kümbet Camii (Havariler Kilisesi), Kars
22. Ortahisar Fatih Büyük Camii (Pagan Chrysokephalos Kilisesi), Trabzon
23. Yağ Camii (Saint Jacgues Kilisesi), Adana

1. Ayasofya, İstanbul

Ayasofya

Ayasofya, bugünkü haliyle Bizans İmparatoru I. Jüstinyen tarafından, 532-537 yılları arasında İstanbul’un tarihi yarımadasındaki eski şehir merkezine inşa ettirilmiş bazilika planlı bir patrik katedrali olup, 1453 yılında İstanbul’un Osmanlılar tarafından alınmasından sonra, Fatih Sultan Mehmet tarafından camiye dönüştürülmüştür.

Minarelerden ilkini Fatih Sultan Mehmed yaptırdı. İkinci minareyi II. Beyazıt, birincinin yerine yenisini II. Selim, diğer iki minareyi III. Murad yaptırmıştır. Minber, mihrab, mahfiller, levhalar eklenmiştir. Güneydoğusunda padişah ve yakınlarının türbeleri vardır. I. Mahmut döneminde külliye olmuştur. Abdülmecit döneminde Kazasker Mustafa Efendi hattıyla Allah, Muhammed, Ali, Ömer, Osman, Ebubekir, Hasan, Hüseyin levhaları asılmış, dış duvarlar sarı kırmızıya boyanmıştır. 1 Şubat 1935’de müze olmuştur.

2. Koca Mustafa Paşa Cami (Aya Andrea Enti Krisi), İstanbul

 Kocamustafapaşa Sümbül Efendi Camii

Koca Mustafa Paşa Camii (Ayios Andreas en te Krisei Manastırı ya da kısaca Aziz Andreas Manastırı), halk arasında Sümbül Efendi Camii ya da Sümbül Efendi Türbesi olarak bilinir. Resmî adı Pîr Yusuf Sümbül Sinan Âsitânesi’dir.

İstanbul’un Kocamustafapaşa semtinde Doğu Roma döneminden kalma dinî bir yapıdır. Manastırın ne zaman yapıldığı bilinmemekle birlikte içinde bulunan 6. yüzyıla ait parçalar ve sütun başlıkları burada 6. yüzyılın bir ibadet yerinin olduğunu ispatlamaktadır. Manastır adını Bizans halkına Hıristiyanlığı kabul ettirdiğine inanılan Hagios Andreas en te Krisei adındaki havariden almıştır.

İstanbul’un fethine kadar manastır ve kilise olarak faaliyet gösteren bina 1486’da camiye dönüştürülmüştür.

3. Fethiye Camii (Pammakaristos Manastırı), İstanbul

Fethiye Camii

Fethiye Camii, İstanbul’un Fatih ilçesi Çarşamba semtinde bulunan bir cami. Bizans dönemindeki adı Pammakaristos Manastırı idi.

Aslında kilise olarak, 13. yüzyıl sonlarında Bizans’ın ileri gelenlerinden Mihail Glabas Tarkaniotes tarafından inşa ettirilmiştir. İstanbul’un fethinden sonra 1454 yılında patrikhane olarak kullanılmıştır. 1601 yılında İran savaşlarında Gürcistan ve Azerbaycan’ın fethedilmesiyle, fethin hatırası olarak camiye dönüştürülmüştür.

Fethiye Camii, camiye dönüştürülürken kilisenin apsis kısmı yıkılarak yerine kıble yönüne uygun bir mihrap yapılmış, bir minare ve medrese inşa ettirilmiştir. Cumhuriyet döneminde müzeye dönüştürülmüş, 1955 yılında Amerikan Bizans Enstitüsü tarafından içindeki mozaik ve freskolar açığa çıkarılmış, sonradan yapılan kemer sökülüp yerine eski haline uygun sütunlar yapılmıştır. 1960’lı yıllarda yeniden camii olarak ibadete açılmıştır. Camii’nin duvarları taş ve tuğla karışımıdır. Dış duvarlarında ve içerideki mozaiklerde Grekçe yazılar göze çarpmaktadır.

4. Fenari İsa Camii (Lips Manastırı Kilisesi), İstanbul

Fenari İsa Camii

Fenari İsa Camii, Molla Fenari Camii ya da eski adıyla Lips Manastırı Kilisesi, İstanbul’un Fatih ilçesinde, eskiden Ortodoks kilisesi olarak kullanılırken Türklerin şehri ele geçirmesi ile birlikte camiye çevrilen bir ibadethanedir.

Günümüzdeki yapı, 6. yüzyıldan kalma başka bir kilisenin kalıntıları üzerine yapılmış olup, yapımında eski bir Roman mezarlığının mezartaşları kullanılmıştır. Ortodoks azizelerinden Aya İrini (Azize İrini)’nin kutsal emanetleri de burada saklanmıştır. Kilise kullanımda olduğu dönemde halk arasında Kuzey Kilise olarak bilinmekteydi.

1497-1498 yıllarında, II. Bayezid’in hükümdarlığı döneminde yapının Güney Kilise olarak adlandırılan bölümü, Molla Şemseddin Fenari’nin yeğeni Rumeli kadıaskeri Fenarizade Alaaddin Ali bin Yusuf Efendi tarafından mescite çevrildi. Yapının güneydoğu kısmına bir minare eklendi. Yarım kubbelerden biriyse mihraba çevrildi. Medresenin başhatiplerinden biri olan İsa efendinin adı camiye verildi.

5. Eski İmaret Camii (Pantepoptes Manastırı Kilisesi), İstanbul

Eski İmaret Camii

Eski İmaret Camii veya Pantepoptes Manastırı Kilisesi İstanbul’un Zeyrek semtinde Doğu Roma döneminden kalma dinî yapıdır. 1081- 1087 yılları arasında inşa edildiği tahmin ediliyor.

Kilise Komnenos hanedanının kurucusu Aleksios Komnenos tarafından yaptırılmıştır. Fatih Sultan Mehmet döneminde medrese olarak kullanılan Zeyrek Camii’nin imarethanesi olarak kullanılmıştır. Fatih medreseleri yapılınca cami olmuştur.

6. Zeyrek Camii (Pantokrator Manastırı Kilisesi), İstanbul

Zeyrek Camii

Zeyrek Camii veya Pantokrator Manastırı Kilisesi İstanbul’un Zeyrek semtinde Doğu Roma döneminden kalma dinî yapıdır. Kilise üç ayrı şapelin bir araya gelmesinden oluşur. Ayasofya’dan sonra İstanbul’da ayakta kalan en büyük eski kilisedir.

Güneydeki ilk kilise II. İoannis’in karısı İrini tarafından 12. yüzyılın ilk çeyreğinde,1118 ve 1124 tarihleri arasında yaptırıldı. Karısının ölümünün ardından imparator kilisenin kuzeyinde, az ilerisine ikinci bir kilise yaptırdı ve en sonunda bunları birleştirmek için üçüncü bir kilise daha yaptırdı.

İstanbul’un fethinden sonra ilk medrese burada açıldı. Müderrisi Zeyrek Mehmed Efendi’ydi. Fatih Külliyesiyle birlikte yeni medreselerin yapımı tamamlanınca buradaki medrese kapandı ve bina cami oldu. Şu anda yalnızca güney kısmı cami olarak kullanılmaktadır.

7. Atik Mustafa Paşa Camii (Kristos Pantepoptes Kilisesi), İstanbul

Atik Mustafa Paşa Camii

Atik Mustafa Paşa Camii (Kristos Pantepoptes Kilisesi veya Cabir Camii), İstanbul’un Ayvansaray semtinde kiliseden camiye çevrilmiş bir dinî yapıdır. Orta Bizans döneminden kalma yapının eski ismi "Kristos Pantepoptes"tir. Konstantinopolis’te yapılar plan tipi olarak ya Serbest Haç Plan tipi, ya da Kapalı Yunan Haçı(kare içerisinde haç) Plan tipiyle inşa edilmekteydi. Kristos Pantepoptes’in plan tipi ise Kare İçinde Haç Plan ya da Kapalı Yunan Haçı olarak isimlendirilen plan tipidir.

Yapının tarihi hakkında birtakım söylentiler mevcuttur Bunlardan birisi; Halifenin bayraktarlığını yapmış olan Cabir’in yine bir fetih için Konstantinopolis’e geldiği, fetih sırasında öldüğü ve buraya gömüldüğü söylentisidir.

İstanbul’un fethi sırasında ne durumda olduğu bilinmeyen kilise II. Beyazıt döneminde camiye çevrilmiştir. Caminin içinde Doğu Roma dönemine ait hiçbir bezeme yoktur. 1957’de Amerikan Bizans Enstitüsü tarafından binanın güney cephesinde, badana tabakasının altında bulunan fresklerin, Ayios Kosmas, Hagios Damianos ve baş melek Mikhael’e ait oldukları tespit edilmiştir.

8. Vefa Kilise Camii (Aziz Teodoros), İstanbul

Vefa Kilise Camii

Vefa Kilise Camii (Aziz Teodoros) İstanbul’un Fatih ilçesinde Vefa semtindeki bir dini yapıdır. Kilise Aziz Theodoros’a adanmıştı. Kompleks, Bizans mimarisinin Komnenos ve Palaiologos dönemlerine ait bir örneğidir. Vefa Kilise Camii Doğu Ortodoks kilisesi formunda olup, Yunan haçı planına göre yapılmıştır. İstanbul’un fethi’nden sonra cami olarak kullanılmıştır.

İstanbul’un üçüncü tepesi sırtlarında yer alan binanın ilk hali hakkında kesin bir bilgi yoktur. Kilisenin, duvarcılık işine göre 11. yüzyıl sonu, 12. yüzyıl başlarında I. Aleksios Komnenos döneminde yapıldığı anlaşılmaktadır. Aziz Theodoros’a adanmış olup olmadığı da kesin değildir. Yapı Dördüncü Haçlı Seferi’nden sonra Konstantinopolis’in Latin kontrolünde olduğu dönemde Roma Katolik kilisesi olarak kullanıldı.

Osmanlı Devleti’nin İstanbul’u fethinden kısa bir süre sonra kilise, Fatih Sultan Mehmed’in hocası alim Molla Gürani tarafından cami haline getirildi. Molla Gürani kısa süre sonra İstanbul’un ilk müftüsü olacaktı. Cami daha sonra onun adıyla isimlendirildi.

9. Gül Camii (Ayia Theodosia), İstanbul

Gül Camii

Gül Camii (Ayia Theodosia yeva Azize Teodosya) İstanbul’un Ayakapı semtindeki Bizans İmparatorluğu döneminden kalma dinî yapıdır. Eski adı ve yapım tarihi hakkında kesin bilgiler olmamakla birlikte 10. ya da 11. yüzyılda yapıldığı tahmin edilmektedir. İkonoklazm akımı sırasında Büyük Saray’ın ana girişi Halki Kapısı üzerindeki İsa ikonasının indirilmesine karşı çıktığı için öldürülen Theodosia adlı kadının kutsal emanetlerinin bu kiliseye konduğu ve bu kilisenin Aya Theodosia olduğuna inanılır. 1499 yılında camiye çevrilmiştir.

Bina tuğla tonozlu bir bodrum üzerine inşa edilmiştir. Kilisenin planı Yunan haçı biçimindedir. Kubbe, duvarlara bitişmeyen dört ayak üstünde durur. Binanın doğu tarafında, ortadaki daha geniş olmak üzere üç apsis vardır. Apsislerdeki nişler ve tuğla bezemeler 13. ve 14. yüzyıllardaki tamirler sırasında yeniden yapıldığını gösterir. Orta apsisle sağ yan nef arasındaki payede içinde bir mezar olan bir hücre bulunur.

10. Kariye Müzesi (Kariye (Chora) Kilisesi), İstanbul

Kariye Müzesi

Kariye Müzesi İstanbul’da Karagümrük semtinde Edirnekapı bölümünde bulunan müzedir. Bizans döneminde kilise, fetihten sonra ise cami olarak kullanılmış tarihi bir yapıdır.

534 yılında Justinianus döneminde Aziz Teodius tarafından yapılmıştır. 11. yüzyılda I. Aleksios’un kayınvalidesi Maria Dukaina tarafından yeniden inşa ettirilmiştir. 1204-1261 yıllarındaki Latin istilasinda harap olan manastır Teodor Metokhites tarafından 14. yüzyılda onarılmıştır. Dış narteks ve parekklesion bu dönemde yapıya eklenmiştir.

II. Beyazıt döneminde camiye çevrilmiş, 1948’de müze haline getirilmiştir.

11. Kalenderhane Camii (Azize Theotokos Kyriotissa), İstanbul

Kalenderhane Camii

Kalenderhane Camii (Azize Theotokos Kyriotissa), İstanbul’un Vefa semtinde Doğu Roma döneminden kalma bir yapıdır. Bozdoğan Kemeri’nin en doğu ucunun güneyinde yer alır. Doğu Ortodoks Kilisesi formundadır. 18. yüzyılda Osmanlı’lar tarafından camiye çevrilmiştir. Yüksek olasılıkla kilise ilk durumunda Theotokos Kyriotissa’ya adanmıştı. Yapı, Yunan haçı kemerli Bizans kilisesi örneğinin var olan birkaç örneğinden birini temsil eder. Plan ve üslup özelliklerine göre binanın 9. veya 10. yüzyıla ait olduğu varsayılır.

Yapı Osmanlı döneminde ilk olarak Kalender Tarikatı’na mensup dervişler tarafından kullanıldığından adı Kalenderhane olmuştur. Caminin avlusunda kilisenin ilk zamanlarında yapıya dahil olan ancak şimdi yıkılıp harabe halini alan duvar kalıntıları bulunmaktadır. Caminin kubbesi dört köşeden örülen kemelerle oluşturulan dairenin üstüne oturtulmuştur. Kubbede çok da eskiden kalmadığı anlaşılan mozaik desenleri bulunmaktadır. Özellikle yapı içinde yer alan mermer kaplamalar göz alıcıdır.

12. İmrahor Camii (Aya İoannes Prodromos), İstanbul

İmrahor Camii

İmrahor Camii, Doğu Roma döneminde yapılmış İstanbul’da ayakta kalan en eski dinî yapıdır.

Doğu Konsülü Studios tarafından bugünkü Yedikule’de 454 yılında kurulan Studios Manastırı’nın bir parçası olan Aya İoannes Prodomos (Vaftizci Yahya) kilisesidir. Latin istilası sırasında harap olan manastır ve kilise 1293’te tamir edilmiştir. Osmanlı padişahı II. Bayezid döneminde İmrahor İlyas Bey tarafından camiye çevrilmiştir.

Osmanlı döneminde şehrin en büyük camilerinden biri olarak hizmet vermiştir. 1782 yangını ve 1894 depreminde büyük zarar görmüş, 1908’de çatısı çökmüştür.

13. Hirami Ahmet Paşa Camii (Aziz İoannis veya Aya Yani Kilisesi), İstanbul

Hirami Ahmet Paşa Camii

Hirami Ahmet Paşa Camii (Hagios İoannes en te Trullo Kilisesi, kısaca Aziz İoannis veya Aya Yani) İstanbul’un Çarşamba semtinde Doğu Roma’dan kalma dinî yapıdır. Yapım tarihi bilinmemektedir.

Yapılış tarihinin 11. ya da 12. yüzyıl olduğu tahmin ediliyor. 1455 yılında Patrikhane’nin Pammakaristos Manastırı’na taşınması üzerinde oradaki rahibelere Aya Yani tesis edilmiştir. 1586’da Hirami Ahmet Paşa tarafından camiye çevrilmiştir.

Kapalı haç planlı yapılar tipinde, narteks ve apsis çıkıntıları dahil uzunluğu 15 metreyi geçmeyen bu küçük yapı, günümüze kadar oldukça iyi durumda gelmiştir. Ortada pencereli, yüksek kasnaklı bir kubbesi, doğu tarafında bir büyük iki küçük olmak üzere üç apsisi vardır.

14. Küçük Ayasofya Camii (Aya Sergios ve Bakos Kilisesi), İstanbul

Küçük Ayasofya Camii

Küçük Ayasofya Camii, İstanbul’un Küçük Ayasofya semtindeki cami. Bizans (Doğu Roma) İmparatoru I. Jüstinyen ve karısı Theodora tarafından 527-536 yılları arasında Aya Sergios ve Bachos Kilisesi adıyla yaptırılan kilise 1497’de sultan II. Beyazıt Topkapı Sarayı Darüssaade ağası Hüseyin Ağa döneminde camiye çevrilmiştir.

Temelinde 3 metreye 1,8 metrelik blok taşlar kullanılmıştır. 8 köşeli ana kubbesi bulunmaktadır. İstanbul’un en eski Bizans Dönemi yapısı olarak bilinir. Bahçesinin güney kısmında 24 odalı geniş bir bahçesi ve ortasında şadırvanı olan Hüseyin Ağa Medresesi yer alır.

Söylencelere göre kilise ismini I. Anastasius’un Doğa Roma İmparatoru olduğu zamanda gerçekleşen bir olaydan alır. I. Anastasius devrinde imparatora karşı bir toplumsal ayaklanma gerçekleşir ve bu isyana I. Justinianos’un da adı karışır. Bunun üzerine, I. Justinianos imparator tarafından idam cezasına çarptırılır mamafih hükümün gerçekleşeceği sabahtan önceki gece Aziz Sergius ve Aziz Bacchus imparator I. Anastasius’un rüyasına girerler ve I. Justinianos’un lehinde tanıklık ederler. Bu rüya yahut görü imparatora, verilen hükmün hakkaniyeti üzerine tekrar düşünmesine sebebiyet verecek derecede tesir eder. I. Anastasius verdiği karardan vazgeçerek I. Justinianos’u bağışlar. I. Justinianos tahta çıktıktan sonra, I. Anastasius tarafından hayatının bağışlanması kararına mucip olan Azizlere şükran borcunu ödemek için bir adak kilisesi olarak Aziz Sergius ve Aziz Bacchus adına halihazırda Küçük Ayasofya Camii olarak hizmet veren kiliseyi inşa ettirir.

15. İsakapı (Esekapı) Mescidi – İbrahim Paşa Medresesi, İstanbul

İsakapı (Esekapı) Mescidi

Aslında İsakapı olan adının halk dilinde Esekapı’ya dönüştürüldüğü kabul edilir.
[İbrahim Paşa Medresesi (Esekapı Medresesi)]

Eskiden burada Bizans döneminden kalma büyük bir kemer bulunduğundan, İsakapı ya da Esekapı adını bu kemerden almıştır. Kemerin 1509 depreminde yıkıldığı bilinmektedir.

Hadım İbrahim Paşa tarafından 1560 yılına doğru mescide çevrilen yapı 14. Yy’ın ilk yarısında yapılmış olması gereken ve adı bilinmeyen küçük bir Bizans kilisesidir. Mimar Sinan, kilise harabesini mescide dönüştürürken, etrafına bir de medrese inşa ederek burada küçük bir külliye meydana getirmiştir.

Esekapı Mescidi 1894 zelzelesinde çok büyük ölçüde zarar görmüş ve o tarihten günümüze kadar da bir harabe halinde kalmıştır. Son yıllarda Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nin Adli Tıp Bölümü bu tarihi eseri duvarları içine almıştır. 1993 Eylül’ünde de içinde bir temizlik yapıldığı görülmüştür.

İbrahim Paşa Medresesi, Cerrahpaşa Mahallesi, 1158 ada 20 parselde yer almaktadır. İbrahim Paşa Medresesi’ne ait Rölöve, Restitüsyon, Restorasyon ve Tesisat projeleri hazırlatılarak Koruma Kurulundan 2007 tarihinde onaylatılmıştır. Kurumumuzca projeleri hazırlatılan İbrahim Paşa Medresesine ait Projeler mülk sahibi Vakıflar İdaresine teslim edilmiştir. Onaylı projeleri doğrultusunda yapının restorasyon çalışmaları tamamlanmıştır.
Kaynak: Fatih Belediyesi

16.Kefeli Camii – Kefeli Mescidi (Aziz Noel Baba Katolik Kilisesi), İstanbul

Kefeli Camii

Kefeli Camii (ya da Kefeli Mescidi), eskiden Aziz Noel Baba Katolik Kilisesi, İstanbul’un Fatih ilçesinde bulunan tarihi bir cami.

Aslında bir Bizans kilisesi iken Osmanlı padişahı IV. Murat döneminde, Recep Paşa tarafından 1630 yılında camiye çevrilmiştir. Cami 7,22 metre genişliğinde ve 22,6 metre uzunluğundadır. Bir minaresi bulunmaktadır.

17. Sancaktar Hayrettin Camii (Azize Gastria Manastırı), İstanbul

Sancaktar Hayrettin Camii

Sancaktar Hayrettin Camii (Azize Gastria Manastırı) ya da Sancaktar Hayrettin Mescidi, Osmanlı İmparatorluğu döneminde camiye çevrilen bir manastırdır. Bugün cami olarak kullanılan bölüm bir manastır kompleksinin yalnızca ayakta kalan küçük bir bölümü olduğu sanılmaktadır. Bu manastırın adının ne olduğu konusunda kesin kabul görmemiş değişik görüşler bulunmaktadır. Yapının Gastrion Manastırı’nın bir parçası olduğu düşünülse de, adı geçen manastırın fazla doğusunda olması nedeniyle bu görüş herkes tarafından kabul görmemektedir. İstanbul’da Komnenos ve Paleologos dönemi Bizans mimari yapıtlarının küçük bir örneğidir.

Bir dinî yapıya göre oldukça küçük kalan boyutları nedeniyle bu yapının, manastırın kilise bölümünden çok, önemli dinî kişiliklerin defin şapeli (türbesi) olarak kullanıldığı sanılmaktadır. 14’üncü yüzyıl Paleologos dönemi yapılarıyla ilişkilendirilmektedir.

18. Manastır Mescidi – Mustafa Çavuş Mescidi, İstanbul

Manastır Mescidi

Manastır Mescid, Mustafa Çavuş Mescidi olarak da bilinir, İstanbul’un Fatih ilçesinde Topkapı semtinde bulunan Osmanlılar tarafından camiye çevrilmiş Ortodoks kilisesidir.

19. Bodrum Camii (Myrelaion Kilisesi), İstanbul

Bodrum Camii

Bodrum Camii (Bodrum Mesih Paşa Camii veya eski adıyla Myrelaion Kilisesi), İstanbul’da Laleli yakınındaki Doğu Roma döneminden kalma dini yapıdır. 10. yüzyılda Myrelaion Manastırı’nın kilisesi olarak İmparator Romanos Lekapenos tarafından yaptırılmıştır. İstanbul’un fethinden sonra II. Bayezid döneminde Sadrazam Mesih Paşa tarafından camiye çevrilmiştir.

Kilisenin hemen yakınında 5. yüzyıldan kalma bir rotunda vardır. Romanos Lekapenos 10. yüzyılda binanın üstünü kapatarak günümüze kalmamış olan bir saray yaptırmıştı. Kilise de bu dönemde inşa edilmişti.

Kilise tuğladan yapılmıştır. Dört destekli kapalı haç planındadır. Ana mekan yüksek ve pencereli bir kubbe ile örtülüdür. Yapının doğu tarafında, içten yarım yuvarlak, dıştan üç cepheli bir apsis ile iki yanında yonca biçiminde planlanmış hücreler bulunur. Kubbenin orijinal hali korunmuştur. Caminin yanında bir de su sarnıcı vardır.

20. Arap Camii (San Paolo Kilisesi – San Domenico Kilisesi), İstanbul

Arap Camii

Arap Camii, İstanbul’un Beyoğlu ilçesindeki Galata semtindedir yer alan cami. Önceleri San (Aziz) Paolo Kilisesi – San (Aziz) Domenico Kilisesi olarak bilinen ibadethane, 1453 yılında şehrin Osmanlı egemenliğine girmesinin ardından camiye çevrildi.

Galata kentsel dokusunda beton bloklar arasında, sivri külahlı hayli yüksek kare biçimli kulesiyle hala fark edilebilen Arap Camii; fetih öncesinden kalan İstanbul’un tek Gotik kilisesidir.

1475’te Fatih, kiliseyi camiye çevirerek vakfına katmıştır. Yirmi yıl sonra da, İspanya’dan çıkartılan Endülüs Arapları’nın bir kısmının, çevredeki mahallelere yerleştirilmesiyle cami, "Arap Camii" olarak tanınır. Caminin Araplara mal edilmesinin bir nedeni de, minareye çevrilen eski çan kulesinin 714’te Şam’da yaptırılan ünlü Emeviye Camii’nin özgün minaresini çağrıştırmasıdır.

21. Kümbet Camii (Havariler Kilisesi), Kars

Kümbet Camii

Kümbet Camii ya da Havariler Kilisesi, Kars’ta yer alan tarihi bir yapı. Doğu’nun Ayasofya’sı diye nitelendirilir.

10. yüzyılda Kars ve civarında hüküm sürmüş Bagratlı Krallığı döneminde bir Ermeni-Gürcü kilisesi olarak inşa edilmiştir. Kral Abas´ın yaptırdığı kilise beş yıl içinde bitirilmiştir. Bu yapı bir ibadethaneden ziyade Hıristiyanlık için büyük bir kutsallığa sahip olan 12 Havariler´i anma münasebeti ile de yapılmıştır.

Daha sonra 1064 yılında Müslüman egemenliğine geçen yöredeki bu kilise camiye dönüştürülerek Kümbet Cami adını almıştır. Bölge Rus hakimiyetine girince camii Rus Ortodoks Kilisesine çevrilmiş, 1918 yılında Türk hakimiyetine girince yeniden camiye çevrilmiştir. 1964 yılında ise müzeye dönüştürülerek, Kars´ta yapılan kazılardan elde edilen tarihi eserler burada sergilenmeye başlanmıştır. Kars Müzesi adıyla da bilinen bu eski ibadethane, bu işlevini 1981 yılına kadar sürdürmüştür. 1993 yılından bu yana yine cami olarak kullanılmaktadır. Kars Belediyesinin burayı yeniden müze yapma girişimi sözkonusudur.

22. Ortahisar Fatih Büyük Camii (Pagan Chrysokephalos Kilisesi), Trabzon

Ortahisar Fatih Büyük Camii

Fatih Cami Trabzon’un Ortahisar ilçesinde bulunan bir camidir. Orijinal yapı ismi Pagan Chrysokephalos Kilisesi’dir. 1461 Trabzon’un fethine kadar hem bir manastır hem de kilise olarak hizmet etmiştir. Osmanlı’nın en güzel sanat eser örnekleri bu camide bulunmaktadır.

Kilise , Trabzon Pontus İmparatorluğunun zirve döneminde , İmparator John II Megas Komnenos’a ve önde gelenler için 1297 yılında dinlenme yeri olarak yapılmıştır. Daha sonra 1364’da Metropolitan Niphon ve 1429’de İmparator Alexios IV Megas Komnenos kullanmıştır.Osmanlı zamanında Fatih Sultan Mehmet , kiliseyi camiye çevirmiş ve ardından ilk namazı kılmıştır . Bina bitişiğinde medrese de mevcuttur.

23. Yağ Camii (Saint Jacgues Kilisesi), Adana

Yağ Camii

Yağ Camii veya Adana Eski Cami, Adana’nın merkezinde, eski çarşı içindeki tarihî camidir.

1501 yılında Ermeni Saint Jacgues Kilisesi’nin Ramazanoğlu Halil Bey’in emri ile camiye çevrilmesinden bir süre sonra mekânın yörenin ihtiyacını karşılamakta yetersiz kalması üzerine yanı başına Halil Bey’in oğlu Piri Mehmet Paşa tarafından yeni bir cami yaptırılmış, iki yapı birleştirilmiştir. Minaresinin yapımı 1525’te tamamlanan cami, Piri Mehmet Paşa’nın bitişiğine inşa ettiği medrese ile bir külliye teşkil eder. Medresenin inşası 1558’de tamamlanmıştır.

Selçuklu Ulu Camileri karakterinde, yani çok sütunlu cami tipinde bir camidir. Yapıya sonradan eklenen bir anıt gibi büyük ve görkemli bir avlu kapısı vardır.

Daha önce “Eski Camii" denilen yapı, anıtsal avlu kapısının önünde yağ pazarı kurulması nedeniyle, “Yağ Camii" adını almıştır.

1571’de Kıbrıs’ın fethinden sonra;

Lefkoşa’da Haydarpaşa ve Selimiye Camii,
Mağusa’da Lala Mustafa Paşa Camii camiye çevrilmiştir.

Beğen
Beğen Muhteşem Haha İnanılmaz Üzgün Kızgın

Osmanlı’da Kadınlar Saltanatı (1534-1656)

Kadınlar saltanatı, Osmanlı İmparatorluğu’nda haseki sultanların veya valide sultanların veya Hanım Sultanların (hatta Mihrimah Sultan ve Fatma Sultan örneklerinde görüldüğü gibi, bir padişah kızının veya Kösem ve Safiye Sultan örneklerindeki gibi Büyük Valide Sultanların) devlet yönetimine müdahale ettikleri, hatta zaman zaman bizzat devleti yönettikleri dönem olarak bilinir. Dönem büyük ölçüde Osmanlı İmparatorluğu’nun duraklama dönemine denk gelir. Kanuni Sultan Süleyman’ın yaşlılık döneminde 1540 civarı başlamış, 1656 yılında Köprülü Mehmet Paşa’nın sadrazam oluşuna kadar devam etmiştir.

Bütün dünya monarşilerinde olduğu gibi Osmanlı Devleti’nde de hanedan üyesi kadınlar her zaman için hükümdarın devlet yönetimde aldığı kararları etkilemekten geri kalmamışlardır. Ancak Osmanlı Devleti’nin diğer monarşilerden farkı, padişahların eşlerini cariyeler arasından seçmeleri ve resmi nikah yapmaktan kaçınmalarıydı. Bu kural özellikle yükselme döneminde yerleşmiş, padişah eşlerinin ve ailelerinin, padişahı etkilemesini önlemeleri amacıyla getirilmişti. Kanuni Sultan Süleyman ilk defa Hürrem Sultan’la resmi nikah yaparak bu kuralı bozmuş ve kadınlar saltanatının yolunu açmıştır. Kadınlar saltanatı, böylece Haseki Sultan’ın yani padişahın en gözde eşinin güç kazandığı bir dönem olarak başlamış, Nurbanu Sultan ve Safiye Sultan dönemlerinde güç Haseki Sultan’dan Valide Sultan’a yani padişahın annesine geçmiştir.

Ahmet Refik Altınay'ın Kadınlar Saltanatı adlı kitabının 1916 baskısında kullandığı temsili resim (Latin Alfabesiyle alt başlık: Eski Osmanlıda Hanım ve Hizmetçisi)

Kadınlar saltanatı kavramının ilk olarak Osmanlı tarihçisi Ahmet Refik Altınay tarafından 1916 yılında aynı ad altında yayınlanmış kitabında kullanıldığını görüyoruz. Leslie Pierce İngilizce aslını 1993 yılında yayınladığı Harem-i Hümayun: Osmanlı İmparatorluğu’nda Hukümranlık ve Kadınlar adlı kitabında Kadınlar Saltanatı kavramını benimsemekte, ancak bu konuda birçok yanlış anlaşılmaların mevcut olduğuna işaret etmektedir. Bu yanlış anlaşılmalardan biri, kökleri çok eskilere dayanan bir inanç olup, devlet yönetimine kadınların karışmasının Osmanlı Devleti’ne zarar verdiği düşüncesidir. Leslie Pierce, kitabında şeyhülislam Sunullah Efendi’nin daha 1599 yılında kadınların devlet işlerine karışmasından şikayetçi olduğunu yazar. O zamandan beri giderek Osmanlı İmparatorluğu’nun Kanuni Sultan Süleyman’dan sonra başlayan duraklama ve gerileme süreçlerine kadınların devlet işlerine karışmasının neden olduğu görüşü yaygınlaşmış ve kadınlar saltanatı dönemi halk ve tarihçiler arasında olumsuz bir şekilde algılanmaya başlamıştır. Ancak kadınlar saltanatının 1656 yılında sona ermesine karşılık Osmanlı Devleti’nin çöküşünün yavaşlamadığı, tam tersine hız kazandığı da gerçektir. Nitekim Leslie Pierce ve İlber Ortaylı dahil birçok Osmanlı tarihçileri, Osmanlı Devleti’nin asıl zayıflama döneminin 1683 yılındaki II. Viyana Kuşatması’nın başarısızlıkla sonuçlanmasından sonra başladığına inanmakta, dolayısıyla kadınlar saltanatının Osmanlı Devleti’nin çökmesinden sorumlu tutulamayacağına işaret etmektedirler.

Günümüzde kadınlar saltanatı (ya da batı dillerinde bilinen biçimiyle Sultanate of Women veya Reign of Women) kavramı tarihçiler tarafından 1550-1656 yılları arasındaki bu dönemi, kadınların Osmanlı Devleti’ni bizzat yönettikleri anlamında olmasa bile, kadınların diğer dönemlere kıyasla Osmanlı devlet yönetiminde daha fazla bir güce sahip olduğu bir dönem anlamında kullanılmaktadır. Zaman zaman bu güç mutlak bir güce yaklaşmış ancak hiçbir zaman Rus İmparatorluğu’ndaki II. Katerina veya Britanya İmparatorluğu’ndaki I. Elizabeth gibi resmi bir nitelik kazanmamıştır.

Osmanlı tarihinin kadın sultanları

Bütün dünya monarşilerde olduğu gibi Osmanlı Devleti’nde de hanedan üyesi kadınlar her zaman için hükümdarın devlet yönetiminde aldığı kararları etkilemekten geri kalmamışlardır. Ancak Osmanlı Devleti’nin diğer monarşilerden farkı, padişahların eşlerini cariyeler arasından seçmeleri ve resmi nikah yapmaktan kaçınmalarıydı. Bu kural özellikle yükselme döneminde yerleşmiş, padişah eşlerinin ve ailelerinin, padişahı etkilemesini önlemeleri amacıyla getirilmişti.

Kanuni Sultan Süleyman ilk defa Hürrem Sultan’la resmi nikah yaparak bu kuralı bozmuş ve kadınlar saltanatının yolunu açmıştır. Kadınlar saltanatı, böylece Haseki Sultan’ın yani padişahın en gözde eşinin güç kazandığı bir dönem olarak başlamış, Nurbanu Sultan ve Safiye Sultan dönemlerinde güç Haseki Sultan’dan Valide Sultan’a yani padişahın annesine geçmiştir. İki padişahın (IV. Murat ve İbrahim) annesi olan ve torunu IV. Mehmet’in hükümdarlığında dahi gücünü koruyan Kösem Sultan’ın dönemi, kadınlar saltanatının zirveye ulaştığı dönem olarak kabul edilir. Özellikle oğullarının ve torununun küçük yaşta olduğu dönemlerde naiplik görevini üstlenerek devleti bizzat yönetmiştir. Ancak kadınlar saltanatı zirveye ulaştıktan kısa bir süre sonra Kösem Sultan’ın öldürülmesiyle sona ermiş, dönemin Valide Sultanı Turhan Sultan eline geçirdiği gücü kullanmayarak geri plana çekilmeye karar vermiş, 1656 yılında Köprülü Mehmet Paşa’nın sadrazam olmasını destekleyerek bilinçli bir kararla yönetimi diğer devlet adamlarına bırakmıştır.

Kadınlar saltanatının sona ermesi kadınların Osmanlı Devleti’nin yönetimi üzerindeki etkilerinin tamamen sona erdiği anlamına gelmez. Valide Sultanlık Osmanlı Devleti’nin son yıllarına kadar önemini korumuş olan önemli bir kurumdur. Valide Sultanlar her zaman için padişah olan oğullarını devlet işlerinde etkilemeye devam etmişler, ayrıca cami, hastane inşaatı, hayır işleri konusunda büyük bir bütçeye ve karar yetkisine sahip olmuşlardır. Örneğin son dönem Valide Sultanlarından Bezmialem Sultan ve Pertevniyal Sultan devletin birçok mimari projelerinin arkasında yer almışlardır. Ancak kadınlar saltanatı dönemine kıyasla aradaki fark, Kösem Sultan’dan sonraki valide sultanların iç ve dış siyaset konularına doğrudan doğruya karışmaktan sakınmış olmalarıdır. Ayrica III. Ahmed’ın kızı ve Nevşehirli İbrahim Paşa’nın eşi olan Fatma Sultan Osmanlı Lâle Devri’nin son yıllarında büyük bir güce sahip ve Osmanlı tarihi’nin en son kudretli Hanim Sultanı idi.

Hürrem Sultanın saltanatı (1534–1558)

Haseki Hürrem Sultan

Hürrem Sultan, Osmanlı tarihinde devlet işleriyle ilgilenen ilk kadın olarak bilinir. Hürrem Sultan kendi mührünü bastırmış, divan toplantılarını tel örgülü bir pencereden izlemiş ve fikirlerini padişaha sunmuştur. Buna benzer birçok devrimci hareketi ile Kadınlar saltanatı’nı başlatmış oldu.

Hürrem Sultan Osmanlı tarihinde bir padişahla resmi nikahla evlenmiş ilk Haseki Sultan (padişahın en gözde eşi) olma özelliğini taşımaktadır. Bu evlilik Kanuni Sultan Süleyman’ın daha önceki nikahsız eşi olan Mahidevran Sultan’ın etkisinin azalmasına neden olmuştur. Ancak Mahidevran Sultan yeniçeriler tarafından çok sevilen ve geleceğin padişahı gözüyle bakılan Şehzade Mustafa’nın annesi olarak hala müstakbel Valide Sultan durumundaydı. Ayrıca Kanuni Sultan Süleyman’ın sadrazamı olan İbrahim Paşa da padişaha kardeş kadar yakın ve güçlü bir devlet adamıydı.

İbrahim Paşa’nın 1536 yılında, Şehzade Mustafa’nın ise 1553 yılında Kanuni’nin emriyle öldürülmelerinden sonra Hürrem Sultan büyük bir güç kazandı. Birçok tarihçi Kanuni’nin 1553 yılında Şehzade Mustafa’yı öldürtmesini Hürrem Sultan’ın etkisine bağlarlar. Bu sayede Hürrem Sultan’ın oğlu II. Selim’e padişahlık yolu açılmış oldu.

Ayrıca Hürrem Sultan, o zamana kadar başka Osmanlı padişah eşlerinde görülmemiş şekilde dış siyasetle ilgilenmiş, diplomatik yazışmalar yapmıştır. Kanuni’nin padişahlığının ikinci senesinde Rodos şövalyelerine karşı Rodos seferinin açılmasını teşvik ettiği ve sonraki yıllarda İran seferlerine destek verdiği düşünülen Hürrem Sultan, 1548’te Kanuni İkinci İran seferinde iken Lehistan tahtına çıkan yeni krala tebrik mektubu yazmış; hediyeler göndermiştir.

Mihrimah Sultanın saltanatı (1558–1578)

Mihrimah Sultan

Kanuni Sultan Süleyman’ın Hürrem Sultan’dan olan kızı Mihrimah Sultan da olgun bir yaşa geldikten sonra annesiyle birlikte büyük bir güç kazanmış, sadrazam olan eşi Rüstem Paşa’yla birlikte imparatorluğun en güçlü kişilerinden biri haline gelmiştir. Hem Hürrem Sultan’ın, hem de Mihrimah Sultan’ın Osmanlı İmparatorluğu’nun Lehistan Krallığı’yla barış içerisinde olmasını sağlamasında paylarının büyük olduğu ileri sürülmektedir. Her iki sultanın da Lehistan Kralı II. Zygmunt’un tahta geçmesini kutlamak için yolladıkları mektuplar Polonya Devlet Arşivlerinde muhafaza edilmektedir.

Nitekim Mihrimah Sultan o kadar zengindi ve devlet işleriyle o kadar ilgiliydi ki, babası Kanuni Sultan Süleyman’ı Malta Seferi’ne çıkmaya ikna etmek için kendi cebinden ödeyeceği paralarla 400 gemi yaptıracağına söz vermişti. Mihrimah Sultan’ın gücü anne ve babasının ölümünden sonra da devam etti. Ölene kadar padişah kardeşi II. Selim’in en yakın danışmanlarından biri olarak kaldı.

Nurbanu Sultanın saltanatı (1578–1583)

Mihrimah Sultan’ın ölümünden sonra bu sefer de II. Selim’in Venedikli eşi Nurbanu Sultan güç kazandı. Eşinin padişahlığı dönemindeki etkisi oğlu III. Murat’ın döneminde daha da artmıştır. Avrupa ile ilgilenmiş, Venedik Cumhuriyeti’yle Yahudi asıllı kirası (sekreteri) Ester Handali aracılığıyla hediye alışverişinde bulunmuş, Fransız kraliçesi Catherine de Medici ile mektuplaşmıştır. Oğlunun padişahlığı döneminde, Venedik taraflısı bir politika izlemiş ve Venedik’le uzunca bir barış dönemi yaşanmasını sağlamıştır.

Safiye Sultanın saltanatı (1583–1603)

Safiye Sultan'ın sandukası kocası III. Murad'ın Ayasofya Camii'nin avlusundaki Türbesindedir

III. Murat’ın eşi Safiye Sultan eşinin padişahlığının ilk yıllarında kayınvalidesi Nurbanu Sultan ve kızları Esmehan Sultan ve Gevherhan Sultan ile iktidar mücadelesi yaşamış .1583’da Nurbanu Sultan’ın ölümünden sonra eşi üzerindeki etkinliği sayesinde büyük güç kazanmıştır. Safiye Sultan’ın etkisi oğlu III. Mehmet’in döneminde de devam etmiştir. Eşi ve oğlunun padişahlıkları döneminde sadrazamların sık değiştirilmesinden sorumlu olduğu öne sürülür. Safiye Sultan’ın kayınvalidesi Nurbanu Sultan gibi Venedik yanlısı bir politika izlediği iddia edilir. O da kayınvalidesi gibi Avrupa ile ilgilenmiş, hatta İngiltere kraliçesi I. Elizabeth ile mektuplaşmıştır. I. Elizabeth Safiye Sultan’a süslü bir araba hediye etmiş ve Safiye Sultan da bu araba ile İstanbul’da o zaman için hiç alışılmadık şekilde gezmeğe başlamıştır. Safiye Sultan yurt içindeki ve yurt dışındaki saray dışı ilişkilerini Yahudi asıllı kirası (sekreteri) olan Esperanza Malchi aracılığıyla yürütmüştür. Esperanza Malchi, Safiye Sultan’a verdiği hizmetlerden dolayı çok büyük bir servete ulaşmış, bunu çekemeyen yeniçerilerin başlattığı bir ayaklanma sonucu 1600 yılında öldürülmüştür. Şehzade Mahmut ve annesi, Safiye Sultan’ın iktidarının geleceğini tehdit ediyorlardı. Bu yüzden gelininin ve torununun ortadan kalkması gerekiyordu. Oğlu III. Mehmed’i dolduran Safiye Sultan amacına ulaştı. Şehzade Mahmut 1603’da sessizce sarayda boğduruldu. Annesi ise sürgün edildi.

Handan Sultanın saltanatı (1603–1606)

Handan Valide Sultan'ın sandukası kocası III. Mehmed'in Ayasofya Camii'ndeki Türbesindedir

III. Mehmed’in eşi olan Handan Sultan, 1603 yılının sonlarında I. Ahmed’in tahta çıkması ile Valide Sultan makamını almıştır. Vefat ettiği 1605 veya Naima Tarihi’ne göre 1606 tarihinin 27 Kasım’ına kadar oğlu ve devletteki işleyiş üzerinde oldukça etkili olmuştur. Ağabeyi Şehzade Mahmud’un ölümünden dolayı derinden yaralanan Sultan Ahmed’i teselli etmek de Handan Sultan’a düşmüştür. Birçok cariye getirterek hem Şehzade Mustafa tehlikesinin atlatılması için bir torununun olmasını hem de soyun oğlundan devam etmesini sağlamak istemiştir. I. Ahmed’in ve Şehzade Mustafa’nın, 1604 yılının ilk zamanlarında geçirdikleri kızamık hastalığı sonucu hanedanın yok olma korkusuyla kardeş katli fikri ertelendi. Ancak hastalıktan iyileştikten sonra kafes sistemi gelene kadar Şehzade Mustafa’nın öldürülme fikrinin çok yaygın olduğu yabancı kaynaklarda bildirilmektedir. Bu nedenle Handan Valide Sultan ise alayı ile dolaşırken Şehzade Mustafa’yı da yanından hiç ayırmıyordu.

Oğlu çocuk yaşta tahta tahta geçtiğinden yapılan atamalarda, Safiye Sultan’a yakın isimlerin azledilmesinde ve haremden çoğu başka güç odaklarına bağlı kişilerin gönderilip sarayın büyük bir kısmının boşaltılıp temizlemesi bu döneme rastlamıştır. Leslie Pierce’e göre Handan Sultan oğlu adına bizzat devleti yönetiyordu. Oluşturduğu yönetici bir kademe ile ilk yıllarda etkili siyaset yürüten Valide sultan’ın yanında Şeyhülislam Ebülmeyamin Mustafa Efendi ve Cerrah Mehmed Paşa vardı. Fakat kısa süren ömrü ve Valide Sultan’lığı sebebiyle kayınvalidesi Safiye Sultan veya gelini Kösem Sultan kadar adını duyuramamıştır.

Valide Sultan oluncaya kadar oğlunun öldürülmesi korkusuyla geçen sıkıntılı bir ömrün ardından Venediklilerin sunduğu Balyos Raporları’na göre muhtemelen ağır bir mide rahatsızlığı sonucu vefat etmiştir. Handan Sultan’ın erken ölümü ve Safiye Sultan’ın 1604 yılının 9 Ocak günü büyük bir alayın refakatinde Eski Saray’a gönderilmesi Kösem Sultan’ın yükselişindeki öncül nedenlerden biridir. Çünkü Valide Handan Sultan yaşadığı sürece Kösem Sultan’ın haremde yükselmesine imkan yoktu.

Mah-peyker Kösem Sultanın saltanatı (1623–1651)

Mahpeyker Kösem Sultan

I. Ahmet’in eşi Kösem Sultan, eşinin padişahlığı döneminde sarayda fazla etkili değildi. Ancak eşinin ölümünden sonra politikaya karışmaya başladı. Daha sonra tahta çıkacak olan IV. Murat ve İbrahim’in annesiydi. Fakat eşinin başka bir kadından doğmuş bir oğlu olan II. Osman daha önce tahta çıkınca Eski Saray’a gönderildi. Kendi çocukları padişah olunca yeniden saraya dönüp kısa zamanda büyük bir otorite sahibi oldu. 11 yaşında tahta geçen oğlu IV. Murat’ın çocukluk dönemindeki naiplik görevi ile daha sonra diğer oğlu İbrahim’in yönetimdeki zayıflığı, Kösem Sultan’ı imparatorluğun en önemli yöneticilerinden biri haline getirdi.

Kösem Sultan Anadolu’daki isyanları bastırmak için birçok girişimde bulunmuş ve en dikkat çekici olan Abaza Mehmet Paşa isyanı son bulmuştur. Kendisi anarşi döneminde ülkeyi toparlama konusunda yoğun bir çaba sarf etti. Kösem Sultan, yaklaşık 10 yıllık saltanatı boyunca 8 veziriazam, 9 defterdar değiştirmiştir. Bunun yanında muhtaçlar için aşevleri açtı, hayır kurumları yaptırdı, borçları yüzünden hapishaneye düşmüş olan mahkûmların borçlarını ödeyerek onları hapisten kurtardı ve fakir kızların çeyizlerini düzerek onları evlendirdi. Bu icraatleri ilk döneminde toplum ve bürokrasi çevrelerinde takdir görmüştür.

Oğulari Şehzade Süleyman ve Şehzade Kasım’ı IV. Murad tarafından katledilmesine engel olamadı; ancak İbrahim’in katlini; onun saltanat yükünü kaldıramayacak kadar aciz olduğunu ileri sürüp, katledilmesine mani olabildi. Padişahın genç yaşta ölümü üzerine tahta Kösem Sultan’ın diğer oğlu İbrahim çıktı. I. İbrahim şehzadeliği döneminde sürekli öldürülme korkusu yaşadığı için psikolojisi bozuktu ve bu durum Osmanlı’da yönetim boşluğu doğurmuştur. Başkentte yeni çekişmeler baş göstermiştir: Kapıkulu askerleri, ulemalar, vezirler ve saray erkânı iktidarda daha fazla nasıl söz sahibi olabileceklerinin ince hesaplarını yapmaya başlamışlardır. Otorite boşluğu bu tür çekişmelere neden olduğundan; öteden beri yönetmeye hevesli olan Kösem Sultan harekete geçerek; bir kukla padişah olarak öne çıkardığı oğlu İbrahim döneminde yeniden devlet işlerinde aktif görev üstlenmiştir.

Daha sonra 6 yaşında padişah olan torunu IV. Mehmet döneminde de gücünü korudu.Lakin I.İbrahim’in eşlerden biri Turhan Hatice Valide Sultan tarafından öldürülmüştür.

Turhan Hatice Sultanın saltanatı (1651–1656)

Ancak bu dönemde yeni bir rakibi vardı. O da IV. Mehmet’in annesi olan Turhan Sultan’dı[23]. Kösem Sultan, Turhan Sultan’ın gücünü kırmak için IV. Mehmet’i tahtan indirmeyi planladı. Fakat durumu öğrenen Turhan Sultan taraftarlarınca öldürüldü. Mücadeleyi kazanan Turhan Sultan naip oldu. Ancak ülkeyi doğrudan yönetmeyip, birkaç sadrazam değiştirdikten sonra 1656 yılında görevi Köprülü Mehmet Paşa’ya verdi. Bu tarih kadınlar saltanatının sona erdiği tarih olarak kabul edilir.

Dönemin sona ermesinin nedenleri

Kadın sultanların oğullarının iktidar mücadelesinde rol oynamaları ilk zamanlarda sadece iktidar mücadelesi değil, aynı zamanda can mücadelesiydi. I. Ahmet dönemine kadar yürürlükte olan Fatih Kanunnamesi’ne göre, tahta geçen padişahlar kardeşlerini öldürdükleri için iktidar mücadelesini kaybedenler canlarını da kaybediyorlardı. O yüzden de Hürrem Sultan örneğinde görüldüğü gibi, bir Haseki Sultan’ın oğlunu padişah yapmak için karıştığı olaylar, oğullarının yaşam mücadelesinin bir parçasıydı. Nitekim I. Ahmet döneminde Fatih Kanunnamesi’nin kaldırılmasından sonra kadınlar saltanatı, küçük yaşta tahta geçmiş padişahlar nedeniyle Kösem Sultan döneminde bir süre daha devam etmiş, ancak bundan sonra sona ermiştir.

Bazı örneklerde yaşam içgüdüsünün yanı sıra anayurtlarıyla bağlantılarını sürdüren Nurbanu Sultan gibi bazı sultanların kendi anayurtlarının çıkarlarını savunmak için devlet işlerine karıştıkları da görülmüştür.

Kadınlar saltanatının sona ermesinin bir nedeni de Köprülü ailesiyle başlayan bir dizi yetenekli sadrazamın işbaşına geçmesi, padişahların savaşa gitmek dahil devlet işlerini büyük ölçüde diğer devlet adamlarına devretmeye başlamasıydı. Böylece güç bir ölçüde Topkapı Sarayı’ndan Bab-ı Ali’ye geçmiş oluyor, sadece kadın sultanların değil, padişahların da sorumlulukları azalmış oluyordu.

Beğen
Beğen Muhteşem Haha İnanılmaz Üzgün Kızgın

Kim Phuc (Vietnam – ABD Savaşındaki Çıplak Kız)

Kim Phuc, 1963 yılında, Saygon’un kuzeyinde bir köyde doğan Vietnam vatandaşı. 1972’de dünyanın gözünü Vietnam Savaşı’na çeviren ünlü fotoğraftaki kızdır. Adı Vietnamca Altın Mutluluk anlamına gelir.

Vietnam Hava Kuvvetleri tarafından atılan napalm bombasıyla köyü bombalanana kadar savaşa rağmen mutlu bir çocukluğu olmuştur. Bombardıman sonrası kaçarken iki kardeşi yanarak ölmüş, hayatta kalmayı başaran Kim, savaşın sembolü olmuştur.

Hayatı

Kim, köyü bombalandıktan sonra 14 ay hastanede kaldı. Vücudunun yarısından fazlasında üçüncü derecede yanık vardı ve doktorlar yaşayacağını sanmıyordu. Dayanılmaz acılar çekiyordu, çenesi ile göğsü birbirine kaynamıştı ve sol eli kemiğe kadar yanmıştı. Annesi başucundaydı, San Francisco’dan Dr. Mark Gorney küçük kızı kurtarmaya çalışıyordu. Doktor olmaya karar veren Kim iki yıl sonra köyüne döndü.

1982 yılında tıp eğitimi görürken, ‘fotoğraftaki kızı’ bulmak isteyen Hollandalı bir gazetecinin isteği üzerine Vietnam yetkilileri Kim’i buldu. Gazetecilerin ilgi odağı oldu, kısa zamanda bundan bunaldı. Vietnam hükümetinin isteğiyle tıp öğrenimini yarıda bıraktı. ‘Savaşın simgesi’ olarak hükümetin daha fazla işine yarayacaktı. Nihayet 1986’da, Vietnam yetkililerin gözetimi altında, Küba’da eğitimini sürdürmesine izin verildi. Ancak sağlık sorunları nedeniyle eğitimini tamamlayamadı. Küba’da tanıştığı Bui Huy Toan ile 1992’de evlendi.

2003 yılında Newfoundland, Gander’de, havaalanında yakıt almakta olan Moskova-Küba seferini yapan uçaktan inerek kocasıyla birlikte Kanada’ya sığınmak istediğini söyledi.

Kanada’da yaşayan Kim, özellikle savaş kurbanlarına hoşgörü, barış mesajları iletme misyonu üstlenmiştir. 1994’ten bu yana UNESCO iyi niyet elçisidir.

1977’de Chicago’da, daha sonra Kanada’da kurulan Kim Vakfı, çocuk savaş kurbanlarını iyileştirmek için hizmet vermektedir.

‘Vietnam – ABD savaşındaki çıplak kız’ ve fotoğrafçısı

Bombardıman sonrası sağ kalan çocuklar, elbiseleri, saçları, vücutları yanık içinde çığlıklar atarak kaçışırken, foto-muhabiri Nick Ut kendisine Pulitzer Ödülünü getirecek olan kareyi çekti.

Vietnam’da üç defa yaralanan fotoğrafçı Ut, daha sonra Tokyo, Güney Kore ve Hanoi’de Associated Press (AP) için çalışmaya devam etmiştir. Halen AP’nin Los Angeles bürosunda çalışmaktadır ve Kanada’da yaşayan Kim ile bağlantısını hiç kesmemiştir.

Kim çok kötü görünüyordu, öleceğini düşündüm.O gün, pek çok fotoğraf çekmiştim ve kasabadan ayrılmak üzereydim. Tam o sırada iki uçak gördüm. Her iki uçak da dörder tane napalm bombası attı. Beş dakika sonra yardım çığlıkları atan insanlar koşmaya, kaçmaya başladılar. Kim beni gördüğü anda, Vietnamca, Bana su verin, yanıyorum, kavruluyorum. diye bağırmaya başladı.Ona biraz su verdim ve yardım edeceğimi söyledim. Arabama alıp yaklaşık 15 kilometre ötedeki hastaneye götürdüm. Hastane ölen ya da ölmek üzere olan Vietnamlılarla, askerlerle doluydu. Kimse çocuklarla ilgilenmiyordu.Gazeteci olduğumu söyledim. Kim’in ölmesini istemediğimi haykırdım. Yardım ettiler.

Veteran’s Day (Gaziler Günü)

Kim Phuc, 11 Kasım 1996’da Washington DC’de Vietnam savaşından kurtulan askerlerle birlikte anma törenine katılmış ve orada bir konuşma yapmıştır:

Bugün burada sizlerle olmaktan çok mutluyum. Bana bu özel günde sizinle birlikte olma ve konuşma fırsatı verdiğiniz için teşekkür ederim. Bildiğiniz gibi ben Napalm Ateşi’nden kaçan küçük kızım. Şimdi savaştan konuşacak değilim çünkü tarihi değiştiremem. Sizden sadece savaşın trajedisini hatırlamanızı ve bu sayede dünya üzerindeki kavgaları ve insanların birbirini öldürmelerini durdurmak için bir şeyler yapmanızı istiyorum.Maddi ve manevi olarak birçok acı yaşadim. Bazı zamanlar yaşayamayacağımı düşündüm fakat Tanrı beni kurtardı, bana inanma gücü ve umut verdi. Eğer bombaları atan pilotla yüz yüze konuşabilseydim, ona geçmişi değiştiremeyeceğimizi, fakat barışı yaymak için şimdi ve ileride iyi şeyler yapmamız gerektiğini söylerdim.

Yanıklarım yüzünden ne evlenebileceğimi ne de çocuk sahibi olabileceğimi düşünüyordum ama şimdi harika bir eşim, çok tatlı bir oğlum ve mutlu bir ailem var.Sevgili arkadaşlar, inanıyorum ki bir gün insanlar gerçek barış içinde yaşayacaklar, kavgalar ve düşmanlıklar olmayacak. Bütün milletlere barış ve mutluluk sağlamak için hep birlikte çalişmalıyız.Bu önemli günün bir parçası olmamı sağladığınız için sizlere çok teşekkürler.

,,

Kim konuşmasını yaptıktan sonra salondan sessizce ayrılıyordu ki, eline bir kâğıt sıkıştırıp göndereni işaret ettiler. Dönüp adama baktı. Adam orada öylece durmuş, eli ayağı titreyerek Kim’e bakıyordu. Elindeki notu okudu:

– Kim, o adam benim!

8 Haziran 1972 günü Vietnam’daki o mabede napalm atan uçağın pilotuydu John Plummer. Savaştan sonra yıllarca kendine gelememiş, ne yapacağını bilememiş, din adamı olmuş, ‘o küçük kızın’ resmini gazeteden kesip her an cüzdanında taşımıştı.

Kim bir an adama baktı, sonra kollarını açarak ona doğru koştu.

Bu hikâye basında ve internette yayıldıktan sonra John Plummer pek çok kişi tarafından hikâyeyi uydurmakla, fazla süslemekle veya bundan çıkar elde etmeye çalışmakla suçlanmıştır.

Vietnam savaşının simgesi ‘Napalm Kız’ İstanbul’da

Vietnam Savaşı’nın simgesi olan ve aynı zamanda Birleşmiş Milletler’de iyi niyet elçisi görev yapan Kim Phuc, Zülfü Livaneli’nin sanatta 50. yılı nedeniyle Sarıyer’de düzenlenen ‘Barış ve Özgürlüğe Adanmış Bir Yaşam’ sempozyumuna katıldı.

Vietnam’da 1963 yılından 1973 yılına kadar süren savaş sırasında atılan napalm bombalarından çırılçıplak kaçarken fotoğraflanmasıyla savaşın simgesi haline gelen ve ‘Napalm Kız’ lakabıyla bilinen Kim Phuc, İstanbul’a geldi.

Vietnam Savaşı’nın simgesi olan ve aynı zamanda Birleşmiş Milletler’de iyi niyet elçisi görev yapan Kim Phuc, Zülfü Livaneli’nin sanatta 50. yılı nedeniyle Sarıyer’de düzenlenen ‘Barış ve Özgürlüğe Adanmış Bir Yaşam’ sempozyumuna katıldı. 9 yayındayken 1972 yılında atılan ‘napalm bombası’ ile vücudunun büyük bölümü yanan ve savaşın karanlık yüzünü gözler önüne seren bu anın fotoğraflanmasıyla tanınan Kim Phuc, basın mensuplarının yoğun ilgisiyle karşılaştı. Bugün 53 yaşında olan ve Kanada’da yaşayan Kim Phuc, sempozyumdaki konuşmasında Beşiktaş’taki terör saldırısını öğrendiğinde çok büyük üzüntü yaşadığını belirtti. Phuc, Vietnam’daki savaşta yaşadıklarını, oradan nasıl kurtulduğunu ve özgürlük hikayesini anlattı.

​Kendisini tüm dünya tarafından tanınmasına neden olan o fotoğrafın bir sanat eserine dönüştüğünü ve aynı zamanda hayatını da değiştirdiğini belirten Phuc, "Ülkem Vietnam’da özgür değildim. Hükümetin savaş simgesiydim. Başarılı doktorlar sayesinde Napalm yanıklarından kurtuldum. 17 ameliyat geçirdim. Çok acı çektim, hala acı çıkıyorum. Hayatta kaldım. Ergin çağımda bir subay okuldan aldı ve beni proganda için kullandılar. Bana başka bir şans vermediler. Eğitimime ara verdim ve tekrar bir kurban haline getirildim" diye konuştu.

‘ÖFKE DUYACAĞIMA AFFETMEYİ SEÇTİM’

Kim Phuc, "Öfkeden nasıl kurtulacağımı, düşmanlarımı nasıl affedeceğimi öğrendim. Vücüdumda yara oluşturanlar, yaralarım dıştan iyileşiyordu ancak içimdeki yaralar halen daha kanıyordu. Ancak öfke duyacağıma affetmeyi seçtim. Bu şekilde kalbim özgürlüğe kavuştu" dedi.

SURİYE’DEKİ SAVAŞIN SEMBOLÜ AYLAN VE ÜMRAN BEBEKLERİN FOTOĞRAFI

Kim Phuc, sempozyum sonrası da gazetecilerin sorularını yanıtladı. Yaşadıkları nedeniyle kalbinin çok kırık olduğunu belirten Phuc, kendi yaşadıkları bugün hiçbir çocuğun yaşamaması temennisinde bulundu. Phuc, "Liderlerin, herkesin affetmeyi, umut beslemeyi ve sevmeyi öğrenmesi gerekiyor. Savaştan gelen biriyim. Bundan çok muzdarip oldum. Birleşmiş Milletler iyi niyet elçisi olarak bundan sonra da savaşların olmaması için çalışacağım" dedi. Suriye ve Filistin’de bugün halen sürmekte olan savaşlarda da çocukların öldüğünün anımsatılmasıyla ilgili olarak ise "Çocuklarımıza sevgi öğretmeliyiz. Umut vermeliyiz. Bugünün çocukları yarının yetişkinleri oldukları zaman bu savaşları durdurabilsinler. Bu konuda ciddi çalışmalar yapmalıyız" şeklinde konuştu. Suriye’deki savaşın sembollerinden Aylan ve Ümran bebeklerin fotoğraflarıyla ilgili olarak da konuşan Phuc, "O fotoğrafları görünce çok üzüldüm, kalbim kırıldı. Dünyadaki insanların uyanıp ayağa kalkarak bu savaşlara dur demesi için bu fotoğraflar itici güce sahip" ifadelerini kullandı.

15 Aralık 2016

Kaynak: wikipedia, DHA

Beğen
Beğen Muhteşem Haha İnanılmaz Üzgün Kızgın