Kur’ân-ı Kerim’de Alemlerin yaradılışı

[KRSAG=https://www.topragizbiz.com/blog/wp-content/uploads/2019/05/kuranı-kerim.jpg]Kur’ân-ı Kerim[/KRSAG]- Göklerin ve yerin gaybını bilmek yalnızca Allah’a mahsustur. Her iş O’na döndürülür. Sen yalnızca O’na ibadet et ve yalnızca O’na dayan. Rabbin yaptıklarınızın hiçbirinden gafil değildir .(HUD/123)

– O kâfir olanlar, görmediler mi ki, göklerle yer bitişik bir halde iken biz onları ayırdık. Hayatı olan her şeyi sudan yarattık. Hâlâ inanmıyorlar mı? (ENBİYA/30)

– O’dur ki gökleri ve yeri altı günde yarattı. Sonra arş üzerine istivâ etti (hükümran oldu). Yere gireni, ondan çıkanı, gökten ineni, ona çıkanı bilir. Nerede olsanız O sizinle beraberdir. Allah yaptıklarınızı görmektedir. (HADİD/4)

– O Rahmân (kudret ve hakimiyyetiyle) Arş’a hakim oldu. (TAHA/5)

– Allah O’dur ki, gökleri, yeri ve ikisi arasındakileri altı günde yaratmış, sonra Arş üzerine istivâ buyurmuştur (hakim olmuştur). Sizin için O’ndan başka ne bir dost vardır, ne de bir şefaatçi! Artık düşünmeyecek misiniz? (SECDE/4)

– Andolsun ki biz gökleri, yeri ve ikisi arasındakileri altı günde yarattık, Bize hiçbir yorgunluk da dokunmadı. (KAF/38)

– Biz gökleri, yeri ve ikisi arasındakileri ancak hak ile ve belirli bir süre için yarattık. İnkâr edenler uyarıldıkları şeyden yüz çeviriyorlar .(AHKAF/3)

– Yedi gök, yer ve bunların içinde bulunanlar, Allah’ı tesbih ederler. O’nu hamd ile tesbih etmeyen hiçbir varlık yoktur. Fakat siz, onların tesbihlerini iyi anlamazsınız. Şüphesiz O, halimdir çok bağışlayandır. (İSRA/44)

– Allah O’dur ki yedi göğü ve yerden de onlar kadarını yarattı. Emir bunlar arasında iner ki Allah’ın her şeye kâdir olduğunu ve Allah’ın bilgisinin, her şeyi kuşattığını bilesiniz. (TALAK/12)

– De ki: “Siz yeri iki günde yaratanı gerçekten inkâr edip duracak mısınız? Bir de O’na eşler koşuyorsunuz ha? O bütün âlemlerin Rabbidir.”

– O, yerin üstünde sabit dağlar yarattı. Orada bereketler meydana getirdi. Orada araştırıp soranlar için rızıkları tam dört günde belli bir seviyede takdir edip, düzene koydu.

– Sonra duman halinde bulunan göğe yöneldi. Ona ve yerküreye: “İsteyerek veya istemeyerek buyruğuma gelin.” dedi. Her ikisi de: “İsteyerek geldik” dediler.

– Böylece Allah onları iki günde yedi gök olmak üzere yerine koydu. Her göğe kendi işini bildirdi. Biz en yakın göğü kandillerle süsledik ve koruduk. İşte bu çok güçlü ve her şeyi bilen Allah’ın takdiridir. (FUSSILET/9-12)

– Gökleri ve yeri, yerli yerince yaratan O’dur. Bir şeye “ol” dediği gün hemen oluverir. O’nun sözü haktır. “Sûr”a üfürüldüğü gün de mülk ancak O’nundur. O, gizliyi ve açığı bilendir. O, hikmet sahibi, her şeyden haberdardır. (EN’AM/73)

– O, derece ve makamların sahibi Allah’tandır.

Melekler ve Ruh miktarı ellibin yıl süren bir gün içinde ona çıkar.

Çünkü onlar onu uzak görürler.

Biz ise onu yakın görüyoruz. (MEARİC/3-7)

– Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur. O daima diridir (hayydır), bütün varlığın idaresini yürüten (kayyum)dir. O’nu ne gaflet basar, ne de uyku. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nundur. İzni olmadan huzurunda şefaat edecek olan kimdir? O, kullarının önlerinde ve arkalarında ne varsa hepsini bilir. Onlar ise, O’nun dilediği kadarından başka ilminden hiç bir şey kavrayamazlar. O’nun kürsisi, bütün gökleri ve yeri kucaklamıştır. Onların her ikisini de görüp gözetmek O’na bir ağırlık vermez. O çok yücedir, çok büyüktür. (BAKARA/255)

– Bunları kullara rızık olması için (yetiştirmekteyiz). O su ile ölü bir toprağa can verdik, işte hayata çıkış da böyledir. (KAF/11)

– Andolsun insanı biz yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz. Ve biz ona şah damarından daha yakınız. (KAF/16)

– “Üzerinize gökten bol yağmur yağdırsın.” (NUH/11)

– “Mallar ve oğullar vererek sizin imdadınıza koşsun. Sizin için bahçeler yapsın, ırmaklar yapsın.” (NUH/12)

– “Görmediniz mi Allah yedi göğü uygun tabakalar halinde nasıl yaratmış?” (NUH/15)

– Ve Ay’ı bunların içinde bir nur yapmış, güneşi de bir lamba kılmış. (NUH/16)

– Biz rüzgarları aşılayıcı olarak gönderdik ve gökten bir su indirip sizi onunla suladık. O suyu hazinelerde tutan da siz değilsiniz. (HİCR/22)

– Şüphesiz ki taneleri ve çekirdekleri yaran Allah’tır. O, ölüden diriyi çıkarır, diriden de ölüyü çıkaran O’dur. İşte Allah budur. O halde nasıl yüz çevirirsiniz? (EN’AM/95)

– Göklerin ve yerin kilitleri O’na aittir. O dilediğine rızkı genişletir ve daraltır. Şüphesiz ki O, her şeyi hakkıyla bilir. (ŞURA/12)

– Güneş’e ve onun parıltısına,

Güneş’in ardından gelen Ay’a,

Güneş’i açıp ortaya çıkaran gündüze,

Onu örten geceye,

Göğe ve onu bina edene,

Yere ve onu döşeyene,

Nefse ve onu biçimlendirene,

Sonra da ona kötülük ve takva kabiliyetini verene yemin olsun ki,

Elbette nefsini temizleyip parlatan kurtulmuştur.

Onu kirletip gömen de ziyan etmiştir. (ŞEMS/1-10)

– Güneş de bir delildir ki kendi yolunda akıp gidiyor. İşte bu çok güçlü ve her şeyi bilen Allah’ın takdiridir.

Ay’a gelince, ona menziller tayin ettik. Nihayet o eski hurma salkımının çöpü gibi (yay haline) dönmüştür.

Ne güneşin aya çatması yaraşır, ne de gece gündüzü geçebilir; onların her biri kendi yörüngesinde yüzerler. (YASİN/38-40)

– Gece ile gündüzün değişmesinde ve Allah’ın gökten bir rızık sebebi olan yağmuru indirip de onunla yeryüzünü ölümünden sonra diriltmesinde ve rüzgârları yönlendirmesinde aklını kullanan bir topluluk için nice deliller vardır. (CASİYE/5)

– Görmedin mi ki, Allah geceyi gündüze sokuyor, gündüzü geceye sokuyor. Güneş ile ayı da emrine boyun eğdirmiştir. Her biri belirli bir süreye kadar akıp gidiyor. Şüphesiz ki Allah, yaptıklarınızdan haberdardır. (LOKMAN/29)

– (Acı ve tatlı) iki denizi salıverdi birbirine kavuşuyorlar.

Fakat aralarında bir engel vardır, birbirlerine geçip karışmıyorlar. (RAHMAN/19-20)

– Hem iki deniz eşit olmuyor. Şu tatlı, hararet keser, içerken (boğazdan) kayar; şu da tuzlu, yakar kavurur. Bununla beraber her birinden taze bir et yersiniz ve bir ziynet çıkarır, giyinirsiniz. Allah’ın lütfundan nasib arayasınız diye suyu yara yara giden gemileri de görürsün. Gerek ki şükredeceksiniz. (FATIR/12)

– Arşı taşıyanlar ve onun etrafındakiler, Rablerinin hamdiyle tesbih ederler ve O’na inanırlar. İman etmişler için de şöyle bağışlanma dilerler: “Ey Rabbimiz! Rahmetin ve ilmin her şeyi kuşatmıştır. O, tevbe edip senin yoluna uyanları bağışla, onları cehennem azabından koru.” (MÜ’MİN/7)

– Allah, O’dur ki sizin için yeri bir karargâh, göğü de bir bina yapmıştır. Size şekil vermiş, sonra şekillerinizi güzelleştirmiştir. Hoş nimetlerden size rızık vermiştir. İşte Rabbiniz o Allah’tır. Âlemlerin Rabbi olan Allah ne yücedir! (MÜ’MİN/64)

– Biz yeryüzündeki şeyleri kendisine süs olsun diye yarattık ki, insanların hangisinin daha güzel amel edeceğini deneyelim.

Şüphesiz biz, yeryüzünde olanları kupkuru bir toprak yapacağız. (KEHF/7-8)

– Burçlar sahibi gökyüzüne,

Vaad olunan o güne, (BÜRUC/1-2)

– O Allah ki, göklerin ve yerin hükümranlığı O’nundur ve Allah her şeye şahittir. (BÜRUC/9)

Hayır o şerefli bir Kur’ân’dır.

Levh-i Mahfuz’dadır. (BÜRUC/21-22)

– Dağları da birer kazık kılmadık mı?

Sizleri çift çift yarattık.

Uykunuzu bir dinlenme yaptık.

Geceyi bir örtü yaptık. (NEBE/7-10)

Beğen
Beğen Muhteşem Haha İnanılmaz Üzgün Kızgın

31 Mayıs 2019 Cuma Hutbesi – KADİR GECESİ: KUR’ÂN İLE ŞEREFLENEN GECE

[KRSAG=https://s8.postimg.cc/427of2n3p/hayirli_cumalar.jpg]31 Mayıs 2019 Cuma Hutbesi – KADİR GECESİ: KUR’ÂN İLE ŞEREFLENEN GECE[/KRSAG][COLOR=rgb(209, 72, 65)][B]İL : GENEL[/B][/COLOR]
[B][COLOR=rgb(209, 72, 65)]TARİH : 31Mayıs 2019 [/COLOR]

[COLOR=rgb(65, 168, 95)]KADİR GECESİ: KUR’ÂN İLE ŞEREFLENEN GECE[/COLOR]

[COLOR=rgb(85, 57, 130)]Muhterem Müslümanlar![/COLOR][/B]

Ramazan-ı şerifin sonuna yaklaştığımız bu mübarek Cuma gününde Rabbimizin şu ayetlerine dikkat kesilelim:
[COLOR=rgb(41, 105, 176)]
“Şüphesiz, biz Kur’ân’ı Kadir gecesinde indirdik. Kadir gecesinin ne olduğunu sen bilir misin? Kadir gecesi, bin aydan daha hayırlıdır. Melekler ve Cebrâil o gecede, Rablerinin izniyle her türlü iş için iner de iner. O gece, tan yerinin ağarmasına kadar bir esenliktir.”[/COLOR][B][COLOR=rgb(184, 49, 47)]1[/COLOR][/B]

Bu muazzez Cuma vaktinde Resûl-i Ekrem (s.a.s)’in müjdesine ümit bağlayalım:

[COLOR=rgb(41, 105, 176)]“Kim inanarak ve sevabını Allah’tan umarak Kadir gecesini ihyâ ederse geçmiş günahları affolunur.”[/COLOR][B][COLOR=rgb(184, 49, 47)]2[/COLOR]

[COLOR=rgb(85, 57, 130)]Aziz Müminler![/COLOR][/B]

Bu gece inşallah Kadir gecesini idrak edeceğiz. Kadir gecesi, insanı Rahman’ın affıyla, insanlığı Kur’an’ın aydınlığıyla buluşturan eşsiz bir gecedir. Bu müstesna zaman diliminin kadr ü kıymetini bilen ve onu ihya etmek isteyen her mümin, elbette öncelikle Kur’an’a yönelmelidir. Kur’an-ı Kerim’i güzel okumanın, en güzel biçimde anlamanın ve yaşamanın hayatın ana gayesi olduğunu bir defa daha hatırlamalıdır. Ömrümüzü Kur’an ile aydınlatmak ve bereketlendirmek istiyorsak Kadir Gecesi bunun tam zamanıdır.

O halde geliniz! Bu gece vesilesiyle Kur’an-ı Kerim’in hidayete ve hakikate davet eden ayetlerinden bazılarını birlikte tefekkür edelim.[COLOR=rgb(41, 105, 176)] “Bilinmelidir ki hâlis dindarlık yalnız Allah için olanıdır.”[/COLOR][B][COLOR=rgb(41, 105, 176)] [/COLOR][COLOR=rgb(184, 49, 47)]3 [/COLOR][/B]

İnsanın boşuna yaratılmadığı gibi, yaratıldıktan sonra da başıboş bırakılmadığını idrak eden bir Müslüman, yalnızca Allah’a kulluk eder. Her türlü kibir ve gösterişten uzak durur, ihlas ve samimiyet içinde yaşar. İman ederek verdiği sözü, ibadetleriyle ve Kur’an ahlakıyla hayatına yansıtır.

[COLOR=rgb(41, 105, 176)]“Emrolunduğun gibi dosdoğru ol.”[/COLOR][B][COLOR=rgb(184, 49, 47)]4[/COLOR][/B]

Müslüman, hayatın her alanında Sevgili Peygamberi Muhammedü’l-Emîn’i model alır ve onun gibi dürüst olur. İstikametten, hak ve hakikatten asla ayrılmamaya gayret eder. Yalanın, iftiranın ve ihanetin imanla asla uyuşmayacağını bilir. Doğruluktan ödün vermez.

[COLOR=rgb(41, 105, 176)]“Allah size, emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder.”[/COLOR][B][COLOR=rgb(184, 49, 47)]5 [/COLOR][/B]

Canımız, malımız, ailemiz bize emanettir. Bitkisiyle, hayvanıyla, suyuyla, toprağıyla tabiat bize emanettir. Yeryüzünün adaletle, barışla, iyilikle imarı ve yönetilmesi bize emanettir. Erdemli bir Müslüman emanetleri ehline verir, adaleti ayakta tutar.

[COLOR=rgb(41, 105, 176)]“Ey iman edenler! Akitlerinizin gereğini yerine getirin.”[/COLOR][B][COLOR=rgb(184, 49, 47)]6[/COLOR][/B]

Mümin, adı üstünde güvenilen kimsedir. Söz verdiğinde sözünde durur. Allah’ın emir ve yasaklarına riayet ettiği gibi insanlarla yaptığı sözleşmelerin de gereğini îfâ eder. Mümin bilir ki, konuştuğunda yalan söylemek, verdiği sözde durmamak ve emanete hıyanet etmek münafığın alametleridir.

[COLOR=rgb(41, 105, 176)]“Ey iman edenler! Karşılıklı rızâya dayanan ticaret dışında mallarınızı aranızda batıl yollarla yemeyin. Kendinizi helak etmeyin.”[/COLOR][B][COLOR=rgb(184, 49, 47)]7[/COLOR]

[/B]Müslüman rızkını helal yollardan temin eder, ticaretine haram bulaştırmaz. Hırsızlık, gasp, rüşvet, faizcilik, tefecilik, kumar, fâhiş fiyat, aldatma gibi bâtıl yollara tevessül etmez.[B] [/B]

[COLOR=rgb(41, 105, 176)]“Hani Rabbiniz şöyle bildirmişti: ‘Andolsun, eğer şükrederseniz elbette size nimetimi artırırım. Eğer nankörlük ederseniz hiç şüphesiz azabım çok şiddetlidir.”[/COLOR][B][COLOR=rgb(184, 49, 47)]8[/COLOR][/B]

Allah’ın sayısız nimetiyle hayatını sürdüren mümin, elindeki imkanları Rabbinin rızasına uygun şekilde kullanır. Servetin şükrü infak etmek, ilmin şükrü bilgiyi insanlığın yararına kullanmak, sağlığın şükrü ise iyilik ve ihsan yolunda hizmet etmekle olur.

[COLOR=rgb(41, 105, 176)]“Ey iman edenler! Allah’a itaatsizlikten sakının. Herkes yarın için ne hazırladığına baksın.”[/COLOR][B][COLOR=rgb(184, 49, 47)]9[/COLOR][/B]

Müslüman, bugün ne ektiyse yarın onu biçeceğini, bu dünyanın bir de ahireti olduğunu bilir. Elinde fırsat varken âhiret yurdu için nasıl bir hazırlık yaptığını kendisine sorar. Ebedi kurtuluşa ermek için Kur’an’ın çizdiği yolda yürürken, hedefini ahiret mutluluğu olarak belirler.

[B][COLOR=rgb(85, 57, 130)]Aziz Müslümanlar![/COLOR][/B]

Kadir gecesini, ancak Kur’an’ın kadrini, kıymetini bildiğimiz müddetçe ihyâ etmiş oluruz. O halde Kur’an-ı Kerim’in nazil olduğu bu geceyi fırsat bilerek zihnimizi ve gönlümüzü Kur’an’a bağlayalım. Kur’an’ı daha çok okuyalım, anlamak için emek verelim, yaşamaya ve yaşatmaya gayret edelim. Kadir gecesini kendimizi muhasebe edebileceğimiz, günahlarımızdan af ve mağfiret dileyeceğimiz bir fırsat olarak değerlendirelim. Ömrümüzün tamamını bereketlendirmek için her gecenin kadrini, her nimetin kıymetini bilelim. Böylelikle bin aydan daha hayırlı olan bu lütuf ve ikram gecesinin feyzinden istifâde etmiş olalım.

[B][COLOR=rgb(85, 57, 130)]Muhterem Müminler![/COLOR][/B]

Hutbemi bitirirken önemli bir hatırlatmada bulunmak istiyorum. Bayrama kavuşmamıza sayılı günler kaldı. Birçoğumuz bugünden itibaren bayramı sevdiklerimizle geçirmek için yola çıkacağız. Gidiş ve dönüş yollarındaki yoğunluk her zamankinden daha fazla dikkatli olmamızı gerektirmektedir. Zira yaşanan trafik kazaları bayram sevincimizi hüzne dönüştürmekte; millet olarak hepimizin yüreğini dağlamaktadır. Hız ihlali, hatalı sollama, yakın takip, yorgunluk gibi sebeplerle meydana gelen kazalarda nice insanımız, nice kardeşimiz can veriyor. Nice ocaklar sönüyor. Bu noktada bütün kardeşlerimizi trafik kurallarına uymaya, sabırlı, anlayışlı ve dikkatli davranmaya, birbirimizin hak ve hukukuna saygılı olmaya davet ediyorum.

[B][COLOR=rgb(184, 49, 47)]1[/COLOR][/B][COLOR=rgb(184, 49, 47)] [/COLOR]Kadîr, 97/1-5.
[B][COLOR=rgb(184, 49, 47)]2[/COLOR][/B] Buhârî, Fadlu Leyleti’l-Kadr, 3.
[B][COLOR=rgb(184, 49, 47)]3[/COLOR] [/B]Zümer, 39/3.
[B][COLOR=rgb(184, 49, 47)]4[/COLOR][/B] Hûd,11/112.
[B][COLOR=rgb(184, 49, 47)]5[/COLOR][/B] Nisâ,4/58.
[B][COLOR=rgb(184, 49, 47)]6[/COLOR][/B] Mâide 5/1.
[B][COLOR=rgb(184, 49, 47)]7[/COLOR] [/B]Nisâ,4/29.
[B][COLOR=rgb(184, 49, 47)]8[/COLOR][/B] İbrâhim,14/7.
[B][COLOR=rgb(184, 49, 47)]9[/COLOR][/B] Haşr, 59/18.
[RIGHT][COLOR=rgb(235, 107, 86)]Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü[/COLOR][/RIGHT]

Beğen
Beğen Muhteşem Haha İnanılmaz Üzgün Kızgın

Kız Kulesi tarihi

[KBASLIK]GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE KIZKULESİ[/KBASLIK]
Geçmişi 2500 yıl öncesine dayanan bu eşsiz yapı, İstanbul`un tarihine eş bir tarih yaşamış ve bu kentin yaşadıklarına görgü şahitliği yapmıştır. Antik çağda başlayan geçmişiyle, Eski Yunan`dan Bizans İmparatorluğu’na, Bizans`dan Osmanlıya, tüm tarihi dönemlerde var olarak günümüze kadar gelmiştir.

[KBASLIK]M.Ö. Kızkulesi[/KBASLIK]
[KRSOL=https://www.topragizbiz.com/blog/wp-content/uploads/2019/05/bir-zamanlar-kiz-kulesi-36-1.jpg]Kızkulesi[/KRSOL][KRSOL=https://www.topragizbiz.com/blog/wp-content/uploads/2019/05/bir-zamanlar-kiz-kulesi-36-2.jpg]Kızkulesi[/KRSOL]İstanbullu bir Rum olan araştırmacı Evripidis’in anlattığına göre önceleri Asya sahillerinin bir çıkıntısı olan kara parçası zamanla sahilden kopmuş ve Kızkulesi’nin üzerinde bulunduğu adacık oluşmuştur. Kızkulesi’nin üzerinde yer aldığı kayalıktan ilk kez M.Ö. 410’da söz edilir. Bu tarihte Atinalı komutan Alkibiades, Boğaz’a girip çıkan gemileri denetlemek ve vergi almak amacıyla bu küçük ada üzerine bir kule inşa ettirir. Sarayburnu’nun bulunduğu yerden, kulenin bulunduğu adaya zincir gerilir ve kule böylece Boğaz’ın giriş ve çıkışlarını kontrol eden bir gümrük istasyonu halini alır. Bundan yıllar sonra yani M.Ö. 341’de Yunan Komutan Chares, kulenin bulunduğu adacığa eşi için, mermer sütunlar üzerine bir anıt mezar yaptırır.

[KBASLIK]Roma Dönemi[/KBASLIK]
M.S. 1110’lara gelindiğinde ise bu küçük adacığın üzerindeki ilk belirgin yapı (kule), İmparator Manuel Comnenos tarafından inşa ettirilir. 1143 – 1178 yılları arasında hükümdarlık süren İmparator Manuel, şehrin savunmasına yardım için iki tane kule yaptırmıştır. Bunlardan birini Mangana Manastırı yakınına (Topkapı Sarayı’nın sahili) diğerini ise Kızkulesi’nin bulunduğu yere inşa ettiren İmparator Manuel, hem düşman gemilerini Boğaz’a sokmamak, hem de ticaret gemilerinin gümrük vergisi vermeden geçişine engel olmak için, iki kule arasına zincir bağlatmıştır.

[KBASLIK]Bizans Dönemi[/KBASLIK]
[KRSOL=https://www.topragizbiz.com/blog/wp-content/uploads/2019/05/bir-zamanlar-kiz-kulesi-36-3.jpg]Kızkulesi[/KRSOL][KRSOL=https://www.topragizbiz.com/blog/wp-content/uploads/2019/05/bir-zamanlar-kiz-kulesi-36-4.jpg]Kızkulesi[/KRSOL]Daha önceleri zaman zaman harap olan ve yeniden onarılan Kızkulesi, İstanbul’un fethi sırasında Venedikliler tarafından üs olarak kullanılır. Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u kuşattığı sırada Bizans’a yardım etmek için Venedik’ten Gabriel Treviziano komutasında gelen bir filo burada üslenmiştir.

[KBASLIK]Osmanlı Dönemi[/KBASLIK]
Fetihten sonra Fatih Sultan Mehmet bu küçük kaleyi yıktırır ve yerine taştan, etrafı mazgallarla çevrili küçük bir kalecik yaptırır ve buraya toplar yerleştirir. Kaleye konulan bu toplar, liman içindeki gemiler için etkili bir silah olmuştur. Ancak kule, Osmanlı döneminde savunma kalesi olmaktan çok bir gösteri platformu olarak kullanılmış ve Mehterler burada top atışları ile birlikte nevbet (bir çeşit İstiklal Marşı) okumuşlardır. Bugün gördüğümüz kulenin temelleri ve alt katın önemli kısımları Fatih devri yapısıdır. Osmanlı dönemi boyunca Kızkulesi’nin onarılarak ya da yer yer yeniden yapılarak yaşatıldığı bilinmektedir. 1510 yılında meydana gelen ve “küçük kıyamet” olarak anılan depremde İstanbul’daki pek çok yapı gibi Kızkulesi de büyük hasar görmüş, kulenin onarımı Yavuz Sultan Selim döneminde gerçekleştirilmiştir. Çevresinin sığ olması sebebiyle 17. asırdan sonra kuleye bir de fener konulmuştur. Bu tarihten itibaren kule, artık bir kale değil bir deniz feneri olarak hizmet vermeye başlamıştır. Kuledeki toplar da bu dönemde artık korunma için değil, merasimlerde selamlama için atılıyordu. Kanuni Sultan Süleyman’ın ölümünden sonra tahta geçmek için İstanbul’a gelen Şehzade Selim, Üsküdar’dan geçerken, Kızkulesi’nden atılan toplarla selamlanmıştır.

[KRSOL=https://www.topragizbiz.com/blog/wp-content/uploads/2019/05/bir-zamanlar-kiz-kulesi-36-5.jpg]Kız kulesi[/KRSOL][KRSOL=https://www.topragizbiz.com/blog/wp-content/uploads/2019/05/bir-zamanlar-kiz-kulesi-36-6.jpg]Kız kulesi[/KRSOL]Bundan sonra uzun süre tahta geçen her Padişah için bu selamlama yapılarak, Padişah’ın tahta geçişi top atışları ile halka duyurulmuştur. 1719 yılında fenerde yağ kandilinin rüzgâr etkisiyle etrafı tutuşturmasından dolayı çıkan yangın ile iç kısmı tamamen ahşap olan kule yanmış,1725 yılında şehrin Baş Mimarı Nevşehirli Damat İbrahim Paşa tarafından kapsamlı bir onarımdan geçirilmiştir. Bu onarım sonrası kule, kurşun kubbeli ve fener bölümü de kagir ve camlı olarak restore edilmiştir. Ardından 1731 yılında kulenin feneri ile top mazgalları ve diğer yerleri yeniden onarımdan geçmiştir. Kızkulesi, Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküş devrine girmesi ile tekrar savunma kalesi olarak kullanılmaya başlar. Daha önce eğlenceler ve kutlamalar için yapılan top atışları, bu dönemde artık savunma amaçlı yapılır. Kule, 1830-1831’de ise, kolera salgınının şehre yayılmaması için karantina hastanesine dönüşür. Daha sonra 1836- 1837’de görülen ve 20-30 bin kişinin öldüğü veba salgını sırasında hastaların bir kısmı burada kurulan hastanede tecrit edilmiştir. Kızkulesi’nde tesis edilen bu hastanede uygulanan karantina ile salgının yayılması önlenmiştir. Kızkulesi’nin Osmanlı dönemindeki son büyük onarımı II. Mahmud döneminde yapılmıştır. Kule’nin bugünkü şeklini veren 1832-33 yılındaki tadilat sonrasında, ünlü hattat Rakım’ın yazısı ile Kızkulesi’nin kapısının üzerindeki mermere Sultan II. Mahmut’un tuğrasını taşıyan bir kitabe yerleştirilir. Osmanlı-barok mimari tarzında yapılan bu restorasyonda, kuleye dilimli kubbe ve kubbe üzerinden yükselen bayrak direği ilave edilir. 1857 yılında bir Fransız şirketi tarafından Kuleye yeni bir fener yaptırılır.

[KBASLIK]Cumhuriyet Dönemi[/KBASLIK]
[KRSOL=https://www.topragizbiz.com/blog/wp-content/uploads/2019/05/bir-zamanlar-kiz-kulesi-36-7.jpg]Kız kulesi[/KRSOL][KRSOL=https://www.topragizbiz.com/blog/wp-content/uploads/2019/05/bir-zamanlar-kiz-kulesi-36-8.jpg]Kız kulesi[/KRSOL]İkinci dünya savaşı döneminde Kızkulesi’nde yenileme çalışması yapılır. Kulenin çürüyen ahşap kısımları tamir edilir ve bazı bölümleri yıkılarak betonarmeye çevrilir. 1943’de yeniden büyük bir onarım geçiren kulenin çevresine büyük kayalar yerleştirilerek denize kayması önlenmiştir. Bu arada kulenin oturduğu kayanın etrafındaki rıhtımdaki ambar ve gaz depoları kaldırılmıştır. Yapının dış duvarları korunarak içi betonarme olarak yenilenmiştir. Kızkulesi, 1959 yılında Askeriye’ye devredilmiş ve Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’na bağlı, Boğazın deniz ve hava trafiğinin denetlenmesini sağlayan bir radar istasyonu olarak kullanılmıştır. “ Deniz Kuvvetleri Tesisi Mayın Gözetleme ve Radar İstasyonu” olan binadaki sarnıç, 1965’de yapılan tadilatlar sırasında üzeri beton dökülerek kapatılmıştır. 1983 yılından sonra kule, Denizcilik İşletmeleri’ne bırakılmış ve 1992 yılına kadar ara istasyon olarak kullanılmıştır.

[KBASLIK]Günümüzde Kızkulesi…[/KBASLIK]
Antik Çağ’da Arkla(küçük kale) ve Damialis(dana yavrusu) adları ile anılan Kule, bir ara da “Tour de Leandros”(Leandros’un kulesi) ismi ile ün yapmış, günümüzde ise Kızkulesi – Maiden’s Tower ismi ile bütünleşmiştir. 1995 yılında Kızkulesi’nin restorasyon süreci başlar. Binlerce yıllık gizemli bir tarihe sahip bu özel mekan, kendine özgü kimliğine ve geleneksel mimarisine bağlı kalarak tamamlanan restorasyon çalışması sonrasında 2000 yılında kapılarını ziyarete açar. Bugün gündüzleri cafe-restaurant, akşamları ise özel restaurant olarak yerli ve yabancı ziyaretçilerine hizmet veren Kızkulesi, düğün, toplantı, lansman, iş yemeği gibi pek çok özel davet ve organizasyona da ev sahipliği yapmaktadır

[KBASLIK]Kız Kulesi Efsaneleri[/KBASLIK]
[KRSOL=https://www.topragizbiz.com/blog/wp-content/uploads/2019/05/bir-zamanlar-kiz-kulesi-36-17.jpg]Kızkulesi[/KRSOL][KRSOL=https://www.topragizbiz.com/blog/wp-content/uploads/2019/05/bir-zamanlar-kiz-kulesi-36-18.jpg]Kızkulesi[/KRSOL]Yukarıda belirttiğim gibi Kuz Kulesi, belki de hakkında en çok efsane türetilen İstanbul eserlerinden biridir. Yunanlar, Romalılar ve Osmanlılar ayrı ayrı efsaneler anlatmışlar, bu hikayelere göre de kuleye isimler vermişler.

Mesela Yunanlar buraya Damalis Kulesi derlermiş. Nedeni ise en başta yazdığım gibi buralar o dönem Atinalılarınmış. Atina Kralı Hares’in çok güzel bir eşi varmış. Salacak sahilini çok sevdiğinden öldüğünde onu buraya gömdürmüş. Yunanlarda bu nedenle sahile Damalis sahili, kuleye de Damalis kulesi demişler. Hatta eğer doğruysa bir de heykeli varmış Kraliçe Damalis’in kayalıklarda.

[KBASLIK]Hero ve Leandros Efsanesi[/KBASLIK]
Hero, Yunan mitolojisinde aşk ve güzellik tanrıçası olarak tanımlanan Afrodit’in rahibelerinden biridir ve Kız Kulesi’nde görev yapmaktadır. Rahibe olması nedeniyle aşka yasaklıdır ve erkeklerle ilişkisi yoktur.

[KRSOL=https://www.topragizbiz.com/blog/wp-content/uploads/2019/05/bir-zamanlar-kiz-kulesi-36-20.jpg]Kız Kulesi[/KRSOL][KRSOL=https://www.topragizbiz.com/blog/wp-content/uploads/2019/05/bir-zamanlar-kiz-kulesi-36-21.jpg]Kız Kulesi[/KRSOL]Bir gün yıllardır kaldığı kuleden bir tören için karşıya geçer. Orada Leandros adında başka bir rahip ile karşılaşır ve ona ilk görüşte aşık olur. Rahip Leandros da aynı duygulara kapılır. Görüşebilmelerinin tek yolu, Leandros’un boğazın soğuk ve akıntılı sularını geceleri yüzerek aşmasıdır. Bir süre bu şekilde aşk yaşayan çiftin hikayesi, rüzgarlı bir gece Hero’nun sevgilisine yol göstermesi için yaktığı fenerin sönmesiyle son bulur. Karanlıkta yolunu kaybeden Leandros boğularak ölür. Efsaneye göre bu duruma gözleriyle şahit olan Rahibe Hero, yaşadığı acıya dayanamaz ve o da kendini boğazın sularına bırakarak hayatına bir son verir.

Bu efsaneye dayanarak Romalılar burayı, Leandros Kulesi olarak adlandırmışlar.

[KBASLIK]Sepetteki Zehirli Yılan Efsanesi[/KBASLIK]
Bir diğer Kız Kulesi efsanesi, sepetle birlikte kuleye gelen zehirli yılanı anlatır. Yalnız bu efsanenin hem Yunan – Roma hem Türk türevleri vardır. Kronolojik olarak anlatalım.

[KRSOL=https://www.topragizbiz.com/blog/wp-content/uploads/2019/05/kiz-kulesi-1.jpg]Kız Kulesi[/KRSOL][KRSOL=https://www.topragizbiz.com/blog/wp-content/uploads/2019/05/kiz-kulesi-2.jpg]Kız Kulesi[/KRSOL][B][COLOR=rgb(85, 57, 130)]Kralın Eşi :[/COLOR][/B] Eski çağlarda Romalı bir imparatora, falcılar tarafından eşinin öleceği söylenir. O da kraliçesini korumak için Kız Kulesi’ne yerleştirir. Kendisinden ve özel hizmetlilerden başka kimsenin yanına girmesine izin vermez. Yine de kaderin önüne geçemez ve kraliçeye gönderilen yiyecek sepetinin içinden çıkan yılan onu orada sokarak öldürür.
[B][COLOR=rgb(85, 57, 130)]
Hanım Sultan :[/COLOR][/B] Bu hikayeye göre ise Selçuklu Sultanlarından biri, rüyasında çok sevdiği kızının bir yılan tarafından ısırılarak öleceğini görür. Vesveseye kapılan sultan, kızını kuleye yerleştirir. Kendisi dahil kimsenin kuleye girip çıkmasına izin vermez. Hatta su ve süt dahi özel borularla akıtılır adacığa. Derken yıllar sonra hanım sultan hastalanır. O güne dek bilinen en iyi hekim tarafından zar zor iyileştirilir genç kız. Bunun üzerine pek çok farklı yerden hanım sultana hediyeler yollanır, bunların arasında da bir sepet üzüm vardır. Üzüm sepetinin içine gizlenmiş olan yılan, o gece hanım sultanı zehirleyerek ölümüne neden olur.

[KBASLIK]Battal Gazi Efsanesi [/KBASLIK]
Bir başka Türk Kız Kulesi efsanesi de Seyyid Battal Gazi hakkındadır. Battal Gazi, dönemin İslam Halifesi Harun Reşid’in ordusuyla İstanbul kuşatmasına katılır. Kuşatmadan sonuç alamayan İslam ordusu geri çekilirken Battal Gazi, Üsküdar’da kalmaya devam eder. Çünkü tekfurun kızına aşıktır. Ancak Üsküdar tekfuru, imparatorun izniyle kızını kuleye hapsederek onu Battal’dan koparmaya çalışır. Bunun üstüne Seyyid Battal, bir gece Kız Kulesi’ni basarak hem tekfurun kızını hem de kuledeki hazineleri alarak kaçar. Meşhur, “atı alan Üsküdar’ı geçti” deyiminin de bu efsaneye dayandığı söylenir.

Beğen
Beğen Muhteşem Haha İnanılmaz Üzgün Kızgın

Bir seyyah gözünden 3.Ahmet Çeşmesi

Türk sanat tarihinde, meydan çeşmeleri arasında ortaya konulmuş en göz kamaştırıcı örnek Topkapı Sarayı girişindeki III. Ahmet Çeşmesi’dir. Osmanlı çeşme mimarisinde bir şaheser olan yapı, İstanbul’a gelen yabancı gezginlerin eserlerinde hayranlık oluşturan ifadelerle anlatılmış.

[KRSOL=https://www.topragizbiz.com/blog/wp-content/uploads/2019/05/ucuncu-ahmet-cesmesi-4.jpg]3.Ahmet Çeşmesi[/KRSOL][KRSOL=https://www.topragizbiz.com/blog/wp-content/uploads/2019/05/ucuncu-ahmet-cesmesi-3.jpg]3.Ahmet Çeşmesi[/KRSOL]Sadrazam Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’nın tavsiyesiyle III. Ahmet tarafından 1729 yılında(Lale Devri) yaptırılan çeşme, Osmanlı Mimarisinde Batılılaşma etkilerinin görüldüğü ilk eser olmasıyla da önemli. III. Ahmet Çeşmesi Sultan Ahmet Meydanı’nda mutlaka görülmesi gereken yapılardan.

Osmanlı döneminde çeşmeler önce su ihtiyacını karşılamak amacıyla yapılara bir bütün olarak yapılmış. Daha sonraları 18. yüzyıla gelindiğinde ise Osmanlı’nın batı mimari beğenisini kendisine uyarlama isteğinin etkisiyle anıtsal meydan çeşmeleri ortaya çıkmış.

Bu anıtsal meydan çeşmelerinden biri olan III. Ahmet Çeşmesi, Perayton isimli eski bir Bizans çeşmesinin yerine inşa edilmiş. Çeşmenin mimarı tam olarak belli değil ancak birçok yazıda dönemin başmimarı olarak Kayserili Mehmet Ağa’nın ismi geçmekte.

[KRSOL=https://www.topragizbiz.com/blog/wp-content/uploads/2019/05/ucuncu-ahmet-cesmesi-2.jpg]3.Ahmet Çeşmesi[/KRSOL][KRSOL=https://www.topragizbiz.com/blog/wp-content/uploads/2019/05/ucuncu-ahmet-cesmesi-1.jpg]3.Ahmet Çeşmesi[/KRSOL]Çeşmenin dört cephesinde 14 kıtalık bir kitabe bulunuyor ve Ayasofya’ya bakan cephesindeki kitabenin “Aç Besmeleyle İç Suyu, Han Ahmed’e Eyle Dua” şeklindeki son beytinin bizzat III. Ahmet tarafından yazıldığı belirtilmekte.
[QUOTE][ALINTI]III. Ahmet Çeşmesi İstanbul’a gelen yabancıların da hayran olduğu bir eser. Çeşme için İtalyan edebiyatçı Edmon de Amicis ; ‘’İnsan elinin oyup işlemediği yer kalmamıştır. Zarafet, sabır ve servetin harikasıdır. Hiç şüphesiz billur bir fanus altında korunmaya değer. Bu eşsiz koca pırlanta ilk günü kimbilir nasıl parlıyordu. Onu bir defa görmek, hayalinin ölünceye kadar hafızadan silinmemesi için yeterlidir’’ şeklinde ifadeler kullanmış.[/ALINTI][/QUOTE]
Sultan III. Ahmet’in bu çeşme haricinde Üsküdar Meydanı’nda annesi Rabia Emetullah Gülnuş Sultan’ın hayratı olarak yaptırdığı bir meydan çeşmesi daha bulunuyor.

[KBASLIK]III. Ahmet Çeşmesi Mimarisi[/KBASLIK]
[KRSOL=https://www.topragizbiz.com/blog/wp-content/uploads/2019/05/bir-seyyahin-gozunden-3-ahmet-cesmesi-2.jpg]3.Ahmet Çeşmesi[/KRSOL][KRSOL=https://www.topragizbiz.com/blog/wp-content/uploads/2019/05/bir-seyyahin-gozunden-3-ahmet-cesmesi-1.jpg]3.Ahmet Çeşmesi[/KRSOL]Dört köşeli bir meydan çeşmesi olarak tasarlanan III. Ahmet Çeşmesi’nin üstü geniş saçaklı ahşap bir çatı ile örtülü. Çatının üzerinde ufak kubbecikler bulunmakta . Bu kubbecikler o kadar güzel bir şekilde yerleştirilmiştir ki, çeşmeye hangi cepheden bakarsanız bakın üç kubbecik görürsünüz.
[QUOTE][ALINTI]Görenlere muhteşem bir köşk görünümü veren çeşmenin üzerinde hiç boş yer kalmayacak şekilde süslemeler yapılmış. Çeşmenin üst kesiminde tüm cepheleri yatay biçimde dolaşan çini ve mermer üzerine kabartma şeklinde mukarnas süslemeler bulunur. Köşelerde yarım yuvarlak çıkıntılar teşkil eden sebiller ile bu sebillerin aralarındaki altın yaldızlı tunç şebekelerindeki lale motifleri, sütunların üzerindeki duvar işlemeleri çeşmeye ahenkli bir görünüm verir.[/ALINTI][/QUOTE]
Yapıda her cephenin ortasında birer çeşme yer alır ve bu çeşmelerin iki tarafında mihrap şeklinde işlemeler bulunur. Yalnızca bir cephede bu mihrap işlemelerin yerine çeşmenin içine girilebilen kapılar yer almakta. Ayasofya’ya bakan cephede yer alan çeşmenin üstünde bir madalyon şeklinde “Maşallah” yazılı.

[KBASLIK]III. Ahmet Çeşmesi Nerede ve Nasıl Gidilir?[/KBASLIK]
[KRSOL=https://www.topragizbiz.com/blog/wp-content/uploads/2019/05/bir-seyyahin-gozunden-3-ahmet-cesmesi-5.jpg]3.Ahmet Çeşmesi[/KRSOL][KRSOL=https://www.topragizbiz.com/blog/wp-content/uploads/2019/05/bir-seyyahin-gozunden-3-ahmet-cesmesi-6.jpg]3.Ahmet Çeşmesi[/KRSOL]Yapı, Tarihi Yarımada’nın bulunduğu Fatih ilçesinde Sultanahmet Meydanı’nda, Topkapı Sarayı girişi ile Ayasofya Müzesi arasında yer almaktadır. Yapının bulunduğu yer ve civarı Bizans ve Osmanlı döneminden kalma birçok tarihi eser ile doludur. Sultanahmet Camii, antik Mısır Dikilitaş’ı ve Bizanslılar döneminde su deposu olarak kullanılan Yerebatan Sarnıcı yapıya yakın görülmesi gereken diğer tarihi yerlerdendir.

Çeşmenin bulunduğu yere toplu taşıma araçlarıyla ulaşmanın en kolay yolu Bağcılar-Kabataş Tramvay hattını kullanmak. Bu tramvay hattına binerek Sultan Ahmet durağında indiğinizde 5-10 dakikalık bir yürüyüş ile çeşmenin bulunduğu yere ulaşabilirsiniz.

İstanbul’a gelen binlerce seyyahtan biriydi Edmondo de Amıcıs. İtalyan bir edebiyatçıydı. Dünyaca ünlü olan Çocuk Kalbi adlı kitabını yazmadan sadece birkaç yıl önce 1870’lerde İstanbul’a gelmişti. İstanbul’un Bizans’ından Osmanlı’sına uzanan anıtlarını incelemiş, çarşılarını gezmiş, köpeğinden dilencisine kadar İstanbul’un yaşantısını izlemiş ve izlenimlerini İstanbul adlı seyahatnamesinde toplamıştı. Güçlü bir edebiyatçının kaleminin ağırlığını taşıyan seyahatnamesi İstanbul’la ilgili yazılmış seyahatnameler içinde bir baş yapıt, bir klasik olarak kabul edilir.

Edmondo de Amıcıs işte bu seyahatnamesinde Topkapı Sarayı girişinde bulunan 3. Ahmet Çeşmesi için [COLOR=rgb(85, 57, 130)][B]“… İstanbul’un bütün küçük harikaları arasında ilk sırayı alır”[/B][/COLOR] der. Çünkü bu çeşmede “Oyulmamış, süslenmemiş, emek verilmemiş bir karış yer yoktur. Bu çeşme cam fanus içinde saklanması gereken bir güzellik, ihtişam ve sabır eseridir; bu sadece göz zevki için yapılmışa benzemez, sanki lezzeti de vardır, insanın ağzına bir lokma atıp içinde ne var diye bakası gelir; ille de açıp, içinde bir çocuk tanrıça mı, devasa bir inci mi, yoksa sihirli bir yüzük mü var diye bakma isteği uyandıran bir mücevher kutusudur.”

[KRSOL=https://www.topragizbiz.com/blog/wp-content/uploads/2019/05/bir-seyyahin-gozunden-3-ahmet-cesmesi-7.jpg]3.Ahmet Çeşmesi[/KRSOL][KRSOL=https://www.topragizbiz.com/blog/wp-content/uploads/2019/05/bir-seyyahin-gozunden-3-ahmet-cesmesi-8.jpg]3.Ahmet Çeşmesi[/KRSOL]Çeşmenin güzelliği karşısında büyülenen Amıcıs, heyecandan aşka gelmiş, milyonlarca cümleciği bir anda söylemeye çalışan bir şairden farksızdır. “ Bu çeşme, Türk sanatının en özgün, en gösterişli anıtlarından biridir. Bir anıttan ziyade, romantik bir sultanın aşka geldiği an, insanın alnına kondurduğu mermerden bir mücevherdir. Bana öyle geliyor ki, bu çeşmeyi ancak bir kadın tasvir edebilir. Kalemim bu görüntüyü tasvir edecek kadar ince değil.”

1728-29 yıllarında yapılan 3. Ahmet Çeşmesi hem bol çiçekli dış bezemeleriyle hem de barok etkisiyle Lale Devri’nin en güzel simgesi. Çünkü Lale Devri Osmanlı’da ciddi anlamda ilk Batı etkilerinin görüldüğü bir devir ve bu devir uygarlığımızın incelikle, zerafetle donanmış bir sayfası.

[KRSOL=https://www.topragizbiz.com/blog/wp-content/uploads/2019/05/bir-seyyahin-gozunden-3-ahmet-cesmesi-9.jpg]3. Ahmet Çeşmesi[/KRSOL][KRSOL=https://www.topragizbiz.com/blog/wp-content/uploads/2019/05/bir-seyyahin-gozunden-3-ahmet-cesmesi-11.jpg]3. Ahmet Çeşmesi[/KRSOL]Saf beyaz ve damarsız mermerden yapılmış çeşmenin dört bir yanında dört sebil var ve her sebilin üstünde de altın yaldızlı alemle sonlanan birer kubbe bulunuyor. Çeşme bu sebillerin merkezinde ve dört kubbenin ortasındaki büyük kubbe de çeşmenin kubbesi. Çatısı ahşap ve kurşunla kaplı. Ahşap çatının saçakları üzüm, armut, nar gibi meyvelerin ahşap kabartmalarıyla bezeli.

Çeşmenin her bir cephesi farklı bir şekilde bezenmiş. En güzel bezenmiş cephesiyse Topkapı Sarayı’na giden yola bakan cephesi. Öyle ki bu cephede birbirinden güzel vazoların içinden birbirinden güzel çiçek demetleri fışkırıyor. Laleler, düğünçiçekleri, sarmaşıklar, Maşallah yazılı madolyon hep bu cephede.3. Ahmed’in “ Aç besmeleyle iç suyu Han Ahmede eyle dua” adlı efsane kitabeside yine bu cephede.

Kubbeleriyle, taş ve bronz işçiliğiyle, ahşap kabartmalarıyla, hat yazılarıyla, işlenmiş mukarnaslarıyla bir Osmanlı başyapıtı olan bu çeşme için Amıcıs, emek verilmemiş bir karış yeri yoktur derken hiç abartmamış. Kubbeli mücevher kutusu gibi bişey bu çeşme.

[KRSOL=https://www.topragizbiz.com/blog/wp-content/uploads/2019/05/bir-seyyahin-gozunden-3-ahmet-cesmesi-12.jpg]3. Ahmet Çeşmesi[/KRSOL][KRSOL=https://www.topragizbiz.com/blog/wp-content/uploads/2019/05/bir-seyyahin-gozunden-3-ahmet-cesmesi-15.jpg]3. Ahmet Çeşmesi[/KRSOL]III.Ahmet Çeşmesi, Sultanahmet’de, Topkapı Sarayı’nın giriş kapısı ile Ayasofya arasında yer alır. Çeşme, 1728 yılında, Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’nın önerisiyle, III. Ahmet tarafından, Perayton adlı bir Bizans çeşmesi yerine inşaa edilmiştir. Zengin ve renkli dekorasyonu, taş ve bronz işçiliği, geniş saçaklarıyla Lale Devri’nin en karakteristik abidelerinden biri olan III.Ahmet Meydan Çeşmesi’nin, mimarı Mehmet Ağa’dır. Çesmenin planını bizzat III. Ahmet’in çizdiği, başmimar Mehmet Ağa’nın bu planı uyguladığı söylenir.

Beğen
Beğen Muhteşem Haha İnanılmaz Üzgün Kızgın

Tarihi Alman Çeşmesi

[KBASLIK]Tarihi Alman Çeşmesi[/KBASLIK]
Alman Çeşmesi, Sultanahmet Meydanı’nın kuzey ucunda bulunan ve çevresindeki diğer tarihi eserlere göre oldukça yeni ve farklı bir stile sahip olan çeşmedir. Alman İmparatoru Kayser II. Wilhelm’in 19 Kasım 1898 tarihindeki İstanbul’u ikinci ziyaretinin hatırası olarak Osmanlı Sultanı II. Abdülhamit’e hediye edilmiştir. Tabi ki bu hediye karşılıksız kalmamış, II. Wilhelm bu ziyaretinde İstanbul-Bağdat Demiryolu inşasının Alman firmalara verilmesi sözünü almıştır. 1889 yılındaki ilk ziyaretinden ise Osmanlı ordusunun Alman tüfekleri satın alması sözüyle dönmüştü.

[KRSOL=https://www.topragizbiz.com/blog/wp-content/uploads/2019/05/tarihi-alman-cesmesi-1.jpg]Tarihi Alman Çeşmesi[/KRSOL][KRSOL=https://www.topragizbiz.com/blog/wp-content/uploads/2019/05/tarihi-alman-cesmesi-2.jpg]Tarihi Alman Çeşmesi[/KRSOL] Çeşmenin planlarını Kayser’in özel danışmanı olan Mimar Mark Spitta çizmiş, yapımını Mimar Schoele üstlenmiştir. Ayrıca Alman Mimar Carlitzik ve İtalyan Mimar Joseph Antony de bu projede çalışmışlardır. Çeşmenin tüm parçaları Almanya’da hazırlanmış ve parçalar halinde İstanbul’a getirildikten sonra Alman heyeti tarafından önce At Meydanı’nı ağaçlandırma çalışmaları yapılmış ardından da çeşme bugün bulunduğu yerde birleştirilmiştir. Çevre düzenlemesinden çeşmenin kanalizasyon giderine kadar yapılan tüm işlerin masrafları II. Wilhelm tarafından karşılanmıştır. Çeşmenin, Sultan II. Abdülhamit’in 1 Eylül 1900 tarihindeki 25. cülüs töreninde açılması planlanmış ancak bu tarihe yetiştirilemeyince çeşme, II. Wilhelm’in doğum günü olan 27 Ocak 1901 günü görkemli bir törenle açılmıştır.

18. yüzyıldan itibaren Osmanlı şehirlerinde görkemli, süslü meydan çeşmelerine rastlasak da Bizantino-morik / Neo-Bizans mimarideki bu çeşme, Türk cami şadırvanları örnek alınarak tasarlanmış olmasına rağmen kendinden önce inşa edilen hiç bir Osmanlı çeşmesine benzememektedir. Aynı şekilde üstü açık, heykelli Avrupa çeşmelerinden de oldukça farklıdır. Yine de çeşmenin genel konsepti bir tür Alman neo-rönesansı olan rundbogenstil çizgisindedir. Çeşmenin sekizgen mermer kaidesinin, merdiven olan güney yüzü hariç diğer her bir yüzünde oymalarla süslenmiş döküm musluklar ve bunların geniş mermer yalakları bulunur. Musluklar, muslukların takılı olduğu levhalar, kubbe çemberi, sütun kaideleri ve başlıkları Alman üslubunda kabartma nakışlı tunçtan yapılmıştır. Güney tarafından sekiz basamaklı merdivenle çıkılan bir platform, sütunların ortasında kalan mermer su haznesinin etrafını dolaşır. Platformun içinde yedi tane sabit mermer kanepe bulunmaktadır, zemininde ise mozaik süslemeler mevcuttur. Bu mermer kanepeler zamanının İstanbul serserileri arasında “Lüks Otel” ve “Alman Palas” adları ile meşhur olmuş, bu yüzden zemin mozaikleri de zarar görmüştür.

[KRSOL=https://www.topragizbiz.com/blog/wp-content/uploads/2019/05/tarihi-alman-cesmesi-3.jpg]Tarihi Alman Çeşmesi[/KRSOL][KRSOL=https://www.topragizbiz.com/blog/wp-content/uploads/2019/05/tarihi-alman-cesmesi-4.jpg]Tarihi Alman Çeşmesi[/KRSOL]Son derece iyi bir işçilikle kaliteli malzemelerden inşa edilen sekizgen biçimdeki çeşme sekiz yeşil sütunun taşıdığı bakır kaplı açık yeşil renkte bir kubbeye sahiptir. Kubbenin iç yüzü altın mozaiklerle kaplanmış ve bu yüzde bulunan sekiz madalyondan dördünün içine yeşil zemin üstüne Sultan II. Abdülhamit’in tuğrası, diğer dördünün içine de Prusya mavisi üstüne II. Wilhelm’i temsilen üzerinde taç bulunan “W” harfi ile altına “II” rakamından oluşan imparatorluk arması yine mozaik ile işlenmiştir. Kubbeyi taşıyan kemerlerin dış yüzleri mozaiklerle süslenmişken iç yüzünde Hattat Mehmed İzzet Efendi’nin sülus hattıyla Ahmed Muhtar Efendi’nin sekiz beyitlik manzumesi her kemere bir beyit denk gelecek şekilde yer almaktadır. Manzumede yazanlar şöyledir:

[COLOR=rgb(0, 0, 0)]Hazret-i Abdülhamid Hân’ın muhibb-i hâlisi [/COLOR][COLOR=rgb(184, 49, 47)]/ Ziver-i iklil-i haşmet Kayser-i âli-tebâr [/COLOR]
[COLOR=rgb(0, 0, 0)](Sultan Abdülhamid Han’ın gerçek, saffetli dostu[/COLOR][COLOR=rgb(184, 49, 47)] / Müzeyyen taç sahibi, büyük Kayserler soyundan gelen)[/COLOR]
[COLOR=rgb(0, 0, 0)]Ya’ni Alman İmparatoru, hükümdâr-ı güzîn[/COLOR][COLOR=rgb(184, 49, 47)] / Hazret-i Wilhelm-i sânî, kâmurân-ı ruzigâr [/COLOR]
[COLOR=rgb(0, 0, 0)](Yani Alman İmparatoru, seçkin hükümdar[/COLOR][COLOR=rgb(184, 49, 47)] / II. Wilhelm Hazretleri bu devirde arzusuna nail olarak)[/COLOR]
[COLOR=rgb(0, 0, 0)]Pâdişâh-ı âl-i Osmân’ı ziyâret kasd idüb[/COLOR][COLOR=rgb(184, 49, 47)] / Makdemiyle eyledi İstanbul’u pirâye-dâr [/COLOR]
[COLOR=rgb(0, 0, 0)](Yüce Osmanlı Padişahını ziyaret amacıyla[/COLOR][COLOR=rgb(184, 49, 47)] / İstanbul’a tekrar geldi)[/COLOR]
[COLOR=rgb(0, 0, 0)]Bu mülâkât-ı muhabbetperveri tezkâr içün[/COLOR][COLOR=rgb(184, 49, 47)] / Eyledi bu çeşmesâr-ı sâha pirâ-yi karar [/COLOR]
[COLOR=rgb(0, 0, 0)](Bu dostça, samimi görüşmeyi hatırlatması için[/COLOR][COLOR=rgb(184, 49, 47)] / Meydanı süsleyen bu çeşmeyi yaptırmaya karar verdi)[/COLOR]
[COLOR=rgb(0, 0, 0)]Su-be-su câri olan âb-ı safâ teşkil eder[/COLOR][COLOR=rgb(184, 49, 47)] / Ab-ı sâfî-i musâfâta misâl-i âb-dâr [/COLOR]
[COLOR=rgb(0, 0, 0)](Çeşmeden akan temiz ve duru sular örnek teşkil eder[/COLOR][COLOR=rgb(184, 49, 47)] / İki ülke ve hükümdarları arasındaki samimi dostluğa)[/COLOR]
[COLOR=rgb(0, 0, 0)]Vakfe-gir hayret eyler çeşm-i ehl-i dikkati [/COLOR][COLOR=rgb(184, 49, 47)]/ Tarz-ı inşâsındaki hüsn-i bedî-i zernigâr [/COLOR]
[COLOR=rgb(0, 0, 0)](Durup dikkatli gözlerle bakanlar hayret eder [/COLOR][COLOR=rgb(184, 49, 47)]/ Altın yaldızlarla süslenmiş eşsiz güzellikteki yapısına)[/COLOR]
[COLOR=rgb(0, 0, 0)]Rükn-i akvâ-yı hayât oldukca âb-ı cân-fezâ [/COLOR][COLOR=rgb(184, 49, 47)]/ Pâyedâr olsun bu te’sis-i muhabbet üstüvar [/COLOR]
[COLOR=rgb(0, 0, 0)](Hayatın en önemli esası, yapı taşı su aktıkça[/COLOR][COLOR=rgb(184, 49, 47)] / Bu dostluk eseri de sağlam bir şekilde itibarını korusun)[/COLOR]
[COLOR=rgb(0, 0, 0)]Bi-bedel târihi câridir lisân-ı luleden[/COLOR][COLOR=rgb(184, 49, 47)] / Oldu bu çeşme mülâkâta ne dil-cu yâdigâr. İzzet 1316/1898 [/COLOR]
[COLOR=rgb(0, 0, 0)](Musluğundan akan su bedelsiz olan[/COLOR][COLOR=rgb(184, 49, 47)] / Bu çeşme iki hükümdar arasındaki görüşmenin gönül çekici bir hatırası oldu. İzzet 1316/1898)[/COLOR]

[KRSOL=https://www.topragizbiz.com/blog/wp-content/uploads/2019/05/tarihi-alman-cesmesi-6.jpg]Tarihi Alman Çeşmesi[/KRSOL][KRSOL=https://www.topragizbiz.com/blog/wp-content/uploads/2019/05/tarihi-alman-cesmesi-9.jpg]Tarihi Alman Çeşmesi[/KRSOL]Su haznesinin üstünde bulunan tunç kitabede unisiyal yazı karakteriyle Almanca olarak “Almanya Kayseri II. Wilhelm, 1898 senesi sonbaharında Osmanlı padişahı haşmetli II. Abdülhamid’i ziyaretinin bir şükran hatırası olarak bu çeşmeyi inşa ettirdi.” (Wilhelm:II: Deustscher:Kaiser / Stiftete: Diesen:Brunnen:In / Dankbarer:Erinnerung:An:Seinen:Besuch:Bei:Seiner: Majestaet: Dem:Kaiser / Der:Osmanen:Abdul:Hamid:II / Im:Herbest: Des:Jahres:1898) yazılıdır.

Çeşme, dönemin İstanbul halkı tarafından “Kanlı Çınar” veya “Vakvak Ağacı” olarak adlandırılan büyük bir çınar ağacının yakınına inşa edilmiştir. Bu ağaca Kanlı Çınar denilmesinin sebebi ağacın Osmanlı tarihindeki bir çok kanlı olaya şahit olmasıdır. Çınarın ismi ilk olarak 1648 senesinde Sultan İbrahim’i tahttan indirmek üzere çıkan yeniçeri isyanında geçer. İsyancı yeniçeriler Sadrazam Ahmed Paşa’yı öldürdükten sonra cesedini bu ağacın dibine atmışlardır. Olaydan kar sağlamaya çalışan yeniçeri kılıklı kurnaz bir isyancı ise “insan yağı mafsal ağrılarına iyi gelür” diyerek paşanın cesedini parçalar halinde İstanbul halkına satmıştır. Paşanın cesedinden geri kalan parçalar ancak akşam vakti gömülebilmiştir. Bu olaydan sonra Ahmed Paşa “hezarpare” (bin bir parça) lakabıyla anılmaya başlanacaktır. Ağacın, “Vakvak Ağacı” adını kazanması ise 1655 yılında Sultan IV. Mehmed döneminde paranın tağşiş edilmesi (değerinin düşürülmesi) ve Girit seferinden dönen bir kısım yeniçerinin maaşlarını alamamaları üzerine çıkan bir isyan vesilesiyle olmuştur. İsyan eden yeniçeriler ve öfkeli halk sarayın önünde toplanıp henüz 15 yaşındaki IV. Mehmed’i bir ayak divanı düzenlemeye mecbur bırakmışlardı.

[KRSOL=https://www.topragizbiz.com/blog/wp-content/uploads/2019/05/tarihi-alman-cesmesi-10.jpg]Tarihi Alman Çeşmesi[/KRSOL][KRSOL=https://www.topragizbiz.com/blog/wp-content/uploads/2019/05/tarihi-alman-cesmesi-11.jpg]Tarihi Alman Çeşmesi[/KRSOL]İsyancıları Alay Köşkü’nde kabul eden padişah, isteklerinin ne olduğunu sorduğunda el kaldırarak söz alan Mehmet Ağa, kendilerinin padişaha bağlı olduklarını ancak bir takım saray görevlilerinin kellelerini istediklerini söylemiş ve kellesini istedikleri devlet adamlarının isimlerini bir kağıda yazarak padişaha sunmuşlardı. IV. Mehmet isyancıları taleplerinden vazgeçirmeye çalışmışsa da başarılı olamamıştır. Bunun üzerine, padişahın emri ile aralarında Kızlarağası Behram Ağa, Kapuağası Ahmet ve İbrahim Ağaların da bulunduğu yaklaşık otuz kişinin cesedi isyancılara teslim edilmiştir.

İsyancılar teslim aldıkları cesetleri hemen orada paramparça etmiş, kellelerini ise At Meydanı’na getirerek Kanlı Çınar’ın dallarına asmışlardır. Vaka-i Vakvakiye olarak anılan bu olayın ardından, kellelerin günlerce asılı kaldığı ağaç, İstanbul halkı tarafından cehennemde olduğuna inanılan ve meyvesi insan kellesi olan Vakvak Ağacı’na benzetildiği için Vakvak Ağacı (Şecere-i Vakvak) olarak anılmaya başlandı. Ağacın şahit olduğu kanlı olaylar bununla da bitmedi. 1826 yılında yeniçeri ocağının kaldırılmasıyla neticelenen son yeniçeri isyanında öldürülen yeniçerilerin cesetleri yine bu ağaca asılmıştır. Kanlı Çınar veya diğer adıyla “Vakvak Ağacı” cumhuriyet dönemine kadar yaşamış ancak günümüze kadar gelememiştir. Bugün Alman Çeşmesi’nin yanında gördüğümüz çınar ağacı muhtemelen Almanların yaptığı çevre düzenlemesinde dikilmiş olup söz konusu “Vakvak Ağacı” değildir.

Alman çeşmesi hiç bir figuratif motifin kullanılmadığı bezemesi, çeşme tipolojisi açısından özgün şeması, politik ve anısal içeriği ve anıtsallığı ile görece yeni bir eser olmasına rağmen İstanbul’un tarihi eserleri arasında önemli bir yer kazanmıştır.

[KBASLIK]Mimari özellikleri[/KBASLIK]
[KRSOL=https://www.topragizbiz.com/blog/wp-content/uploads/2019/05/tarihi-alman-cesmesi-16.jpg]Tarihi Alman Çeşmesi[/KRSOL][KRSOL=https://www.topragizbiz.com/blog/wp-content/uploads/2019/05/tarihi-alman-cesmesi-17.jpg]Tarihi Alman Çeşmesi[/KRSOL]Değerli malzemeler ile kaliteli, zengin bir biçimde yapılan çeşmede Almanların kendi mimarilerini yansıtan heykeller, figüratif motifler bulunmazken, Osmanlı mimarisini de yansıtan herhangi bir unsur bulunmuyor.

Alman mimarın bu eserle kendi mimari tarzlarını yansıtan, ancak Osmanlı’ya da hitap eden bir eser ortaya koymaya çalıştığı anlaşılmakta. Bunun bir sonucu olarak Alman Neo-Rönesans eserleriyle, Osmanlı Şadırvanları arasında kalmış bir yapı ortaya çıkmış.
[QUOTE][ALINTI]Kubbenin iç yüzeyinin ortasında oldukça güzel süslemeli bir on altıgen bir yıldız ve bu yıldızın etrafında sekiz adet daire şeklinde süslemeler bulunuyor. Bunlardan dördünde yeşil zemin üstüne Sultan II. Abdülhamit’in tuğrası bulunurken, diğer dördünde mavi zemin üstüne II. Wilhelm’in imparatorluk arması bulunmakta.[/ALINTI][/QUOTE]
Çeşmenin Dikilitaş’a bakan ve merdivenle içine çıkılabilen tarafında bir demir şebekeli kapı bulunuyor. Bu kısmın ortasında mermer su haznesi ve üzerinde tunç levha kabartmalı Almanca kitabe var.

[KBASLIK]Alman çeşmesi nerede ve nasıl gidilir?[/KBASLIK]
Yapı, Tarihi Yarımada’nın bulunduğu Fatih ilçesinde Sultanahmet Meydanı’nın en gözde yerinde Sultan I. Ahmet Türbesi’nin karşısında bulunmakta.

Yapının bulunduğu yer ve civarı Bizans ve Osmanlı döneminden kalma birçok tarihi eser ile dolu. Topkapı Sarayı, Ayasofya Müzesi, Sultanahmet Camii, III. Ahmet Çeşmesi, antik Mısır Dikilitaş’ı ve Bizanslılar döneminde su deposu olarak kullanılan Yerebatan Sarnıcı yapıya yakın görülmesi gereken diğer tarihi yerlerden.

Çeşmenin bulunduğu yere toplu taşıma araçlarıyla ulaşmanın en kolay yolu Bağcılar-Kabataş Tramvay hattını kullanmak. Bu tramvay hattına binerek Sultanahmet durağında indiğinizde 5 dakikalık bir yürüyüş ile çeşmenin bulunduğu yere ulaşabilirsiniz. Anadolu yakasından ulaşmak için Üsküdar veya Kadıköy’den Eminönü’ne kalkan vapurlara binip ardından tramvaya aktarma yapabilirsiniz. Ya da bunun yerine Marmaray ile Sirkeci durağına geldikten sonra yine tramvaya aktarma yaparak ulaşabilirsiniz.

[KBASLIK]Alman Çeşmesi ne amaçla yapıldı?[/KBASLIK]
Alman İmparatoru II. Wilhelm tarafından Almanya’da yaptırılıp Sultan 2.Abdülhamid’e ve İstanbul’a hediye olarak gönderilen; 1901’de de İstanbul’daki yerine monte edilen çeşmenin meğer altında bir sır yatıyormuş. Neo-Bizanten üslubunda bir çeşme olan ve Alman Çeşmesi olarak da bilinen bu tarihi yapı içerden altın mozaikle süslüdür. Yaptığımız araştırmalar sonucunda bakın ortaya şöyle bir bilgi çıktı.

[KBASLIK]Amaç çeşme değil altındaki lahiti almak [/KBASLIK]
[KRSOL=https://www.topragizbiz.com/blog/wp-content/uploads/2019/05/tarihi-alman-cesmesi-18.jpg]Alman Çeşmesi ne amaçla yapıldı?[/KRSOL][KRSOL=https://www.topragizbiz.com/blog/wp-content/uploads/2019/05/tarihi-alman-cesmesi-20.jpg]Alman Çeşmesi ne amaçla yapıldı?[/KRSOL]Alman imparatorunun, Hipodrom’da (Sultanahmet Meydanı) Sultan I. Ahmed türbesinin tam karşısında duran bu çeşmeyi Almanya’da yaptırarak İstanbul’a göndermesinin gerçek sebebi, İstanbul’da Arkeoloji Müzesi’nde gördüğü İskender Lahdi’ni almakmış. Lahdi bugün Lübnan sınırları içerisinde kalan bir yerde yaptığı kazı sonucu bularak İstanbul’a getiren Osman Hamdi Bey, Sultan 2.Abdülhamid’in “Lahdi verelim” ricasına “Ancak ölümü çiğneyerek verebilirsiniz” demesi üzerine, Sultan 2. Abdülhamid İmparator Kayzer’in eline lahit yerine bir Hereke halısı tutuşturur. Böyle yaparak imparatorun bir nebze gönlünü aldığını zanneder ama öyle olmaz. Zira İmparatora lahit yerine yeni imtiyazlar verilir.

[KBASLIK]Alman çeşmesinin yapımı Osmanlı’ya pahalıya patladı[/KBASLIK]
Alman Çeşmesi, Türkiye’ye üç kez gelen imparatorun 1898’de istanbul’a ikinci gelişinin anısına bulunduğu yere konulmuştur. 1889 yılındaki ilk gelişinde Osmanlı Ordusu’na Alman tüfeklerinin satışını sağlayan II. Wilhelm, ikinci İstanbul ziyaretinde istediği Lahdi alamadı ama İstanbul-Bağdat Demiryolunun Alman firmalarına verilmesi vaadini almıştı. Bu ziyaretin anısına Alman hükümeti tarafından yaptırılan çeşme, imparatorun bir deseninden yola çıkarak düzenlenmiştir.

[KBASLIK]Vakvak ağacının olduğu yere yapıldı [/KBASLIK]
Çeşmenin yerinde eskiden Vakvak Ağacı, yani tarihte Kanlı Çınar olarak bilinen ağaç bulunuyordu. Şimdi haklı olarak diyeceksiniz ki nedir bu Kanlı Çınar ya da Vakvak Ağacı. Haydi şimdi de onunla ilgili yaptığımız araştırmayı paylaşalım. l656 yılında tahtta IV. Mehmet vardı. Hükümdar, devlet işlerini kendi başına yürütemeyecek kadar küçük yaştaydı. Osmanlı devlet hazinesi bozulduğu zaman yeniçerilere düşük ayarlı akçe ile maaş verilirdi. “Züyuf” ya da “kızıl akçe” denen parayı esnaf almak istemiyordu. Yeniçeriler kaba kuvvetle bu akçeleri günlük harcamalarında kullanabiliyorlardı. Bu yüzden İstanbul’da her gün yüzlerce olay meydana geliyordu. Alay Köşkü önünde toplanan yeniçeriler, “bu duruma sebep oldukları” gerekçesiyle otuz kişinin listesini padişaha verdi. Padişah kendisine adı verilenlerin mallarına el koyacağını ve onları sürgüne göndereceğini söyledi. İsyancılar, adlarını verdikleri kişilerin öldürülmesini istediler. Öldürülenler sürüklenerek Sultanahmet Meydanı’na getirildi. İsyancılar istedi diye öldürülen devlet görevlilerinin cesetleri, şimdi Sultanahmet Meydanı’nda bulunan ulu çınar ağacına asıldı. Bu nedenle günlerce süren ayaklanma tarihte “Çınar Olayı” olarak da bilinir. Sultanahmet Meydanı’ndaki bu çınar da “Kanlı Çınar” olarak hatırlanagelir günümüze kadar. Öte yandan Doğu mitolojisinde meyvesi insan olan bir ağaç daha vardır. Bu ağaca “Vakvak ağacı” denildiği de kaynaklarda belirtilmektedir. Meyvesi insan vücuduna benzeyen bu ağacı hatırlattığı için Çınar Olayı’na “Vaka-i Vakvakiye”de denilmektedir.

[COLOR=rgb(184, 49, 47)][KBASLIK]German Fountain[/KBASLIK][/COLOR]
[KRSOL=https://www.topragizbiz.com/blog/wp-content/uploads/2019/05/tarihi-alman-cesmesi-12.jpg]German Fountain[/KRSOL][KRSOL=https://www.topragizbiz.com/blog/wp-content/uploads/2019/05/tarihi-alman-cesmesi-14.jpg]German Fountain[/KRSOL]The German Fountain (Turkish: Alman Çeşmesi German: Deutscher Brunnen) is a gazebo styled fountain in the northern end of old hippodrome (Sultanahmet Square), Istanbul, Turkey and across from the Mausoleum of Sultan Ahmed I. It was constructed to commemorate the second anniversary of German Emperor Wilhelm II’s visit to Istanbul in 1898. It was built in Germany, then transported piece by piece and assembled in its current site in 1900. The neo-Byzantine style fountain’s octagonal dome has eight marble columns, and dome’s interior is covered with golden mosaics.

[COLOR=rgb(184, 49, 47)][KBASLIK]History[/KBASLIK][/COLOR]
The idea of Great Palace of Constantinople’s Empire Lodge (Kathisma) being on the site of the German Fountain’s, conflicts with the view that Carceres Gates of Hippodrome was found on the site of the fountain however, the hypothesis of Carceres Gates being on the site enforces the view that Quadriga of Lysippos was used to stand on the site of the German Fountain.

During his reign as German Emperor and King of Prussia, Wilhelm II visited several European and Eastern countries. His trip started in Istanbul, Ottoman Empire on 18 October 1898 during the reign of Abdülhamid II. According to Peter Hopkirk, the visit to Ottoman Empire was an ego trip and also had long-term motivations. The Emperor’s primary motivation for visiting was to construct the Baghdad Railway, which would run from Berlin to the Persian Gulf, and would further connect to British India through Persia. This railway could provide a short and quick route from Europe to Asia, and could carry German exports, troops and artillery. At the time, the Ottoman Empire could not afford such a railway, and Abdülhamid II was grateful to Wilhelm’s offer, but was suspicious over the German motives. Abdülhamid II’s secret service believed that German archeologists in the Emperor’s retinue were in fact geologists with designs on the oil wealth of the Ottoman empire. Later, the secret service uncovered a German report, which noted that the oilfields in Mosul, northern Mesopotamia were richer than that in the Caucuses. In his first visit, Wilhelm secured the sale of German-made rifles to Ottoman Army, and in his second visit he secured a promise for German companies to construct the Istanbul-Baghdad railway. The German Government constructed the German Fountain for Wilhelm II and Empress Augusta’s 1898 Istanbul visit. According to Afife Batur, the fountain’s plans were drawn by architect Spitta and constructed by architect Schoele, also German architect Carlitzik and Italian architect Joseph Anthony worked on this project.

According to the Ottoman inscription, the fountain’s construction started in the Hejira 1319 (1898–1899), although inauguration of fountain was planned to take place on 1 September 1900 – the 25th anniversary of Abdülhamid II’s ascension to the throne. Construction, however, could not finish at the planned time and it was instead inaugurated on 27 January 1901, which was Wilhelm II’s birthdate. Marble, stone and gem parts of the fountain were constructed in Germany and transported piece by piece to Istanbul by ships.

[COLOR=rgb(184, 49, 47)][KBASLIK]Architecture[/KBASLIK][/COLOR]
The German Fountain was constructed on the site where there was a tree which is known as Vakvak Tree (Turkish: Vakvak Ağacı) or The Bloody Plane (Turkish: Kanlı Çınar).In the 1656 janissary rebellion, Mehmed IV yielded a number of officials to the demands of the rebels and these victims, when killed, were suspended on the Plane in the Hippodrome. Boynuyaralı Mehmed Pasha overcame this rebellion, which took two months and named Vak’a-i Vakvakiye, after becoming Grand Vizier. The plane named after Seçere-i Vakvak (Vakvak Tree) which believed to be in Jahannam and its fruits are human heads.

The neo-Byzantine style octagonal fountain stands on a base with eight steps rising up to an entry gate. There are seven brass fountain spouts over basins on the remaining sides, and over the central reservoir there is a dome supported by eight porphyry columns. The fountain’s central reservoir stands on a mosaic-tiled platform and surmounted with the bronze dome, which is raised on carved marble arches. There are eight monograms in the arch stonework and they represent the political union of Abdülhamid II and Wilhelm. In four of these medallions, Abdülhamid II’s tughra is written on green background, and in other four Wilhelm’s symbol “W” is written on a Prussian blue background. Also, over “W” there is a crown and below it a “II” is written. The fountain was surrounded with a bronze fence, but unfortunately this has been lost. The outside of the dome is ornately patterned bronze; the dome’s ceiling is decorated with golden mosaics and again with Abdülhamid II’s tughra and Wilhelm II’s symbol.

The bronze inscription on the reservoir, which was written in German, reads “Wilhelm II Deutscher Kaiser stiftete diesen Brunnen in dankbarer Erinnerung an seinen Besuch bei Seiner Maiestaet [sic] dem Kaiser der Osmanen Abdul Hamid II im Herbst des Jahres 1898” meaning “German Kaiser Wilhelm II endowed this fountain, in thankful remembrance of his visit in 1898 autumn, to the Ottoman Sultan Abdülhamid II”. There is also an Ottoman inscription in the arch of fountain, Undersecretary of Seraskery Ahmet Muhtar Bey’s eight couplet history verse is written by Hattat İzzet Efendi. The poem commemorates the construction of the fountain for Wilhelm II’s visit to Istanbul.

Beğen
Beğen Muhteşem Haha İnanılmaz Üzgün Kızgın

Haydarpaşa Sabotajı 6 Eylul 1917

Kadıköy-Haydarpaşa koyunun kuzey tarafında, Kadıköy ile Üsküdar ilçelerinin arasında yer alır. Osmanlılar döneminde önce bir mesire yeri olarak tanınmış, XX. yüzyılın başlarından itibaren de Anadolu demiryolu şebekesinin başlangıcına ait tesislerin kurulduğu bir semt olarak önem kazanmıştır. Haydarpaşa semti, Kadıköy’ün en yüksek yerinde Yeldeğirmeni mahallesinin bulunduğu tepe ile Numune ve Askerî hastahanelerinin işgal ettiği yüksekliğin arasında kalmaktadır. Burada çok yakın tarihlere gelinceye kadar geniş bir çayır ile gerilerden iki kol halinde inen bir dere bulunuyordu. İlkçağ’da Himerios adıyla anılan Haydarpaşa deresinin bazı eski haritalarda Ayrılık Çeşmesi deresi olarak adlandırıldığı görülür. Kıyıda ise evvelce şimdiki duruma nisbetle çok daha içerilere kadar giren bir koy bulunmaktadır.

[KRSOL=https://www.topragizbiz.com/blog/wp-content/uploads/2019/05/6-eylul-1917-haydarpasa-sabotaji-4.jpg]Haydarpaşa Sabotajı 6 Eylul 1917 [/KRSOL][KRSOL=https://www.topragizbiz.com/blog/wp-content/uploads/2019/05/6-eylul-1917-haydarpasa-sabotaji-3.jpg]Haydarpaşa Sabotajı 6 Eylul 1917 [/KRSOL]Bölgenin yeni yapılaşması ile Haydarpaşa semtinin tabii topografyası çok değişmiştir. İlkçağ’da herhangi bir şekilde tanınmayan Haydarpaşa semti, şimdiki Kadıköy’ün yerinde kurulan Khalkedon’un kenarında ve büyük ihtimalle surlarının dışındaki araziyi teşkil ediyordu. Ayrıca destekleyici bir bilgi olmasa da Khalkedon’un nekropolünün surların dışında Haydarpaşa bölgesine doğru yayıldığı düşünülebilir. Yalnız altmış yetmiş yıl kadar önce Kadıköy’den Selimiye’ye çıkan yol, Haydarpaşa garına yakın bir yerden demiryollarının üstünden geçerdi. Burada tren ve kara nakil vasıtalarının geçişlerini ayarlayan bariyerli geçidin yanındaki küçük yeşil sahada yekpâre taştan yontulmuş, üstünde akroterli kapağı da olan sağlam durumda bir İlkçağ lahdi dururdu. Bu lahit, eğer burada demiryollarının kurulması sırasında meydana çıkarılmışsa Haydarpaşa’daki nekropolün bir hâtırası olmalıdır. Fakat Bağdat demiryolunun yapımı sırasında tren hattının Anadolu içlerindeki güzergâhı üzerinde bir yerde bulunup buraya taşınmış da olabilir. Khalkedon’un limanı da koyda olmalıydı. Bunun, İlkçağ’ın limanlarının hepsinde tesbit edildiği gibi iri kaba kayaların üst üste yığılması suretiyle yapılmış mendireği herhalde lodos dalgalarına karşı daha muhafazalı Haydarpaşa tarafında uzanıyordu. Ancak burada gar binası ve önündeki rıhtımların inşası ile bütün izler kaybolmuştur.

Bizans çağında Haydarpaşa ile ilgili olması muhtemel önemli bir yapı, Khalkedonlu Azize Euphemia için inşa edilmiş büyük kilise ile bunun yanında bulunan azizenin mezarıdır. IV. Ekümenik Konsil bu kilisede toplanmıştı (451). Bazilika tipindeki kilise, kaynaklardan öğrenildiğine göre kıyıdan 370 m. kadar içeride bir tepede yer aldığından günümüzdeki Yeldeğirmeni mahallesinde bulunan Duatepe sokağı civarında bir yerde olmalıdır. A. M. Schneider’in buranın Yeldeğirmeni tarafında olduğunu ileri sürmesine karşılık R. Janin Ayrılık Çeşmesi’nin yukarısında bulunabileceğini söylemiştir. Fakat bunları destekleyecek herhangi bir kalıntı bulunmadığından kesin bir kanaat belirtmek mümkün değildir.

[KRSOL=https://www.topragizbiz.com/blog/wp-content/uploads/2019/05/6-eylul-1917-haydarpasa-sabotaji-2.jpg]Haydarpaşa Sabotajı 6 Eylul 1917 [/KRSOL][KRSOL=https://www.topragizbiz.com/blog/wp-content/uploads/2019/05/6-eylul-1917-haydarpasa-sabotaji-1.jpg]Haydarpaşa Sabotajı 6 Eylul 1917 [/KRSOL]Haydarpaşa çevresinde Erken hıristiyan döneminde kurulan dinî tesislerden biri de Azize Bassa adına V. yüzyıl içinde inşa edilen kilisedir. 536’da bunun yanına bir manastır yapılmış, ancak VI. yüzyıldan itibaren bu manastıra dair hiçbir belge kalmamıştır. Himerios mahallesinde ve deniz kıyısında bulunduğu kaydedilen manastırın Haydarpaşa deresi çevresinde bir yerde olduğu tahmin edilmektedir.

Dördüncü Haçlı ordusu 1203 yazında İstanbul önlerine geldiğinde gemiler önce Khalkedon karşısında demirlemiş ve ileri gelenler buradaki saraya yerleşirken çadırlı bir ordugâh kurulmuştur. Böyle bir ordugâh için en uygun yerin Haydarpaşa çayırı olacağı açıktır. Haçlı kuvvetleri birkaç gün sonra buradan ayrılarak Üsküdar’a geçmiştir.

Osmanlı Beyliği’nin batıya doğru genişlemesi sırasında Haydarpaşa ve Üsküdar çevresi Türkler tarafından ele geçirilmişti. İstanbul’un fethinden sonra Khalkedon, şehrin ilk kadısı Hızır Bey’e temlik edildiğinden adı Kadıköyü olmuştur. Osmanlı Devleti’nin daha ileri döneminde Dârüssaâde ağalarının mülkiyetine geçen Kadıköy’ün Haydarpaşa tarafındaki kesimi İbrâhim Ağa’nın olmuş, o da 988’de (1580) burada bir mescid yaptırmıştır. Bu mescidin yanında Sultan Abdülmecid tarafından inşa ettirilen, manzum kitâbesini Zîver Bey’in yazdığı bir karakolhâne bulunuyordu. Yine siyahî ağalardan Hâlid Ağa Haydarpaşa’dan geçen bir su yolu yaptırarak biri Kadıköy içinde, diğeri Haydarpaşa semtinde iki çeşme inşa ettirmiştir (bk. HÂLİD AĞA ÇEŞMELERİ).

[KRSOL=https://www.topragizbiz.com/blog/wp-content/uploads/2019/05/6-eylul-1917-haydarpasa-sabotaji-8.jpg]Haydarpaşa Sabotajı 6 Eylul 1917 [/KRSOL][KRSOL=https://www.topragizbiz.com/blog/wp-content/uploads/2019/05/6-eylul-1917-haydarpasa-sabotaji-7.jpg]Haydarpaşa Sabotajı 6 Eylul 1917 [/KRSOL]Semtin, adını III. Selim’in vezirlerinden Haydar Paşa’dan aldığı yolundaki görüş herhalde doğru değildir. Hüseyin Ayvansarâyî’nin Vefeyât-ı Selâtîn ve Meşâhîr-i Ricâl adlı eserinden semtin adını, deniz kıyısında muhteşem bir kasır yaptıran I. Selim ve Kanûnî Sultan Süleyman dönemi vezirlerinden Haydar Paşa’dan aldığı öğrenilmektedir. Fakat yine Ayvansarâyî Hadîkatü’l-cevâmi‘de, aynı Haydar Paşa’nın İstanbul içerisinde bulunan ve günümüze gelen çeşme ve medresesinden bahsederken 977 (1569-70) tarihli kitâbesinde “merhum” ibaresinin bulunduğunu yazmaktadır. Bu duruma göre Haydarpaşa semtindeki kasrın sahibinin şehrin içindeki hayratın da kurucusu olması ihtimali şüphe ile karşılanabilir. Çünkü Ayvansarâyî, köşkü yaptıran Haydar Paşa’nın 930’da (1524) öldüğünü bildirir. Burada şu hususa da işaret edilmesi yerinde olur ki 1549’dan itibaren beşinci vezir olan, 1553’te Osmanlı-Avusturya münasebetlerinde adı geçen bir Haydar Paşa daha vardır. Mora’da Tirepoliçe (Tripolitza) şehrinde Haydar Paşa evkafından bir hamam bulunmakla birlikte bunun hangi Haydar Paşa’ya ait olduğu bilinmemektedir (Göyünç, s. 16). Yine Hüseyin Ayvansarâyî, Mecmûa-i Tevârîh’inde Bosnalı Şeyh Mehmed Ağa’dan bahsederken onun Haydarpaşa bahçesine babası yerine usta olduğunu bildirmektedir. Bu kayıt, Haydarpaşa bahçesinin varlığına işaret ettiği gibi burada bir şeyhin yaşadığı ve bir tekkenin bulunduğunu da gösterir.

Haydar Paşa’nın XVI. yüzyılda yapılan kasrının yeri bilinmemektedir. Ancak yakın tarihe kadar Yeldeğirmeni’ne çıkan yamaçta Rıhtım İskele sokağı ile Nemlizâde sokakları arasında, Çeltikçi sokağı karşısındaki boş arsa ile yapı adasının ortasında moloz taşlarından örülmüş çok eski ve kalın bir set duvarı vardı. Bunun Haydarpaşa Kasrı ve bahçesine ait araziyi düzleyen set duvarı olduğunu tahmin ediyoruz. Bu kalın duvar, Pervitich’in 1936’da yayımlanan sigorta planlarının Haydarpaşa paftasında da gösterilmiştir. Aynı haritalarda daha güneyde Nemlizâde ve Uzunhâfız sokaklarında görülen teras duvarları herhalde Haydarpaşa bahçesinin arsalarına aittir.

Haydarpaşa çayırı ve arkasındaki düzlük, Osmanlı ordusunun bir kısmının Anadolu yönünde sefere çıktığında toplandığı yerdi. XIX. yüzyılda Nizâm-ı Cedîd askerleri tâlimlerini burada yapıyorlardı. Ayrıca I. Dünya Savaşı sırasında Haydarpaşa çayırı açık ordugâh olarak kullanılmıştı. Başta Çanakkale olmak üzere savaş alanlarından getirilen yaralıların da burada kurulan çadırlarda barındırıldığı söylenir. Mütareke’de İstanbul’daki İngiliz işgal kuvvetlerinin bir birliği yine Haydarpaşa’da konaklamıştı.

XIX. yüzyılda içinden demiryolu geçirilinceye kadar Haydarpaşa çayırı şehir halkının başlıca mesire yerlerinden biriydi. II. Mahmud döneminde çayırın kuzey tarafındaki köşkte Şehzade Murad ile Abdülhamid’in sünnet düğünleri yapılmıştı. Câbir Said Efendi’nin Vekāyi‘nâme’sinde 1228 (1813) yılında İbrâhim Paşa’nın burada alay gösterdiği ve Sultan Mahmud’un bunu Gümrükçübaşı Köşkü’nden seyrettiği bildirilir. İlk Türkçe gazete olan Cerîde-i Havâdis’i çıkaran William Churchill, 1836’da Haydarpaşa çayırı dolaylarında avlanırken bir çocuğun ölümüne sebep olmuştur. Bu olay, o tarihlerde çevrede hâlâ av hayvanlarının bulunduğunu göstermesi bakımından dikkate değer.

[KRSOL=https://www.topragizbiz.com/blog/wp-content/uploads/2019/05/6-eylul-1917-haydarpasa-sabotaji-6.jpg]Haydarpaşa Sabotajı 6 Eylul 1917 [/KRSOL][KRSOL=https://www.topragizbiz.com/blog/wp-content/uploads/2019/05/6-eylul-1917-haydarpasa-sabotaji-5.jpg]Haydarpaşa Sabotajı 6 Eylul 1917 [/KRSOL] Haydarpaşa çayırı balonla uçuş denemelerinin yapıldığı bir mekân olarak da kayıtlara geçmiştir. Nitekim Comaschi adında bir İtalyan baloncu, 1260’ta (1844) Haydarpaşa’daki kasrın önünde ilk uçuş denemesini yapmıştır. İbrâhim Ağa çayırı üstündeki yamaçta (şimdiki Koşuyolu yamacı olmalı) hey’et-i vükelâ, ileri gelen davetliler, yabancı elçi ve konsoloslar için çadırlar kurulmuş, padişah da buradaki kasra gelmiştir. Comaschi, balon havalandıktan sonra aşağıya üzerinde İzzet adlı şair tarafından kaleme alınan beş beyitlik bir kaside yazılı matbu bir kâğıt atmıştır. “Sâyesinde on iki burcu görüp İzzet dedim / Han Mecîd’in şânı çıksın göklere balon ile, 1260” şeklinde tarih beyti bulunan bu ta‘miyeli ve mücevher manzumeyi Reşat Ekrem Koçu nakletmektedir. Comaschi üçüncü uçuşunu Nisan 1845’te yine Haydarpaşa çayırından, Âdile Sultan’ın Mehmed Ali Paşa ile evlenmesi dolayısıyla yapılan ve yedi gün, yedi gece süren düğünü sırasında gerçekleştirmiştir. Bu evlenme töreni, Murad Molla Tekkesi Şeyhi Hâfız Mehmed Murad Efendi’nin yalnız 1261 (1845) yılına ait olaylara yer verilen Vekāyi‘nâme’sinde (Millet Ktp., Ali Emîrî Efendi, nr. 103) ayrıntılı olarak anlatılmıştır. Uçuşlara dair haberler Cerîde-i Havâdis ve yirmi yıl sonra Hakāyiku’l-vekāyi‘ gazetelerinde çıkmış, konuyla ilgili bir gravür de Paris’te yayımlanan Journal des voyages’ın 362. sayısında yer almıştır (Toydemir, I/3, s. 100-102).

Fransa Krallığı’nın İstanbul’daki elçisi Comte de Choiseul-Gouffier için mühendis F. Kauffer tarafından 1776’da çizilen, 1786’da üzerinde tamamlama ve düzeltmeler işaretlenen, J. D. Barbié du Bocage’in yeni düzeltmeleriyle 1821’de J. von Hammer’in İstanbul hakkındaki eserinde tekrar yayımlanan İstanbul haritasında XVIII. yüzyıl sonlarındaki Haydarpaşa ayrıntılı olarak gösterilmiştir. Burada, Harem İskelesi güneyinde kıyıdaki bir çıkıntı Sağarcılarburnu olarak işaretlenmiştir. Harem İskelesi’nden itibaren Kadıköy’e kadar olan saha yer yer ağaçlarla kaplı boş bir arazi şeklinde görülmektedir. Haritada Ayrılık Çeşmesi deresi olarak adlandırılan akarsuyun kuzeyinde Halil Hamîd Paşa’nın mezarının az aşağısında Abdullah Ağa Çeşmesi vardır. Bu Saraçlar Çeşmesi olarak tanınan çeşme olmalıdır. Karacaahmet Mezarlığı’nın Haydarpaşa’ya inen ucunda, Fransızlar’la çok yakın dostluğu olduğu bilinen, 1782-1785 yıllarında sadrazamlık yaptıktan sonra idam edilen Halil Hamîd Paşa’nın ailesine ait mezarlar bugün hâlâ mevcuttur. Daha aşağıda Seyyid Ahmed ve Ayrılık Çeşmesi dereleri olarak adlandırılan, sonra denize kadar Haydarpaşa deresi olarak uzanan akarsuyun iki kolu arasındaki arazide küçük bir yerleşme yeri gösterilmiş ve İbrâhim Ağa Tekkesi işaretlenmiştir. Ayrılık Çeşmesi’nin yerinde birkaç evlik küçük bir yerleşim vardır. Kauffer bunun yanına Haydarpaşa adını yazmıştır. Derenin denize kavuştuğu yerde koyun kuzeydeki kıvrımı içinde ise Haydarpaşa İskelesi vardır. 1940’lı yıllara kadar burada denizde eski iskelenin kalıntısı görülürdü.

[KRSOL=https://www.topragizbiz.com/blog/wp-content/uploads/2019/05/6-eylul-1917-haydarpasa-sabotaji-12.jpg]Haydarpaşa Sabotajı 6 Eylul 1917[/KRSOL][KRSOL=https://www.topragizbiz.com/blog/wp-content/uploads/2019/05/6-eylul-1917-haydarpasa-sabotaji-11.jpg]Haydarpaşa Sabotajı 6 Eylul 1917[/KRSOL]Kauffer’in haritasında Haydarpaşa’nın bahçesi Yeldeğirmeni tepesiyle kıyı arasındaki arazide işaretlenmiştir. O tarihlerde Kadıköy’deki yerleşme alanı Yoğurtçu Şükrü sokağından ileri taşmamaktadır. Bu sebeple Haydarpaşa semtinin tamamı haritada ağaçlık ve boş olarak gösterilmiştir. Helmuth von Moltke’nin haritası esas alınıp 1268’de (1851-52) Türkçe olarak basılan İstanbul ile Anadolu yakasının haritasında aynı durum görülür. Haydarpaşa İskelesi ile Kadıköy arasında kıyıya paralel uzanan dikdörtgen planlı, etrafı duvarla çevrili çok büyük bir bahçe işaretlenmiştir; içinde de iki bina vardır.

XIX. yüzyılda Kâğıthane, Göksu ve Fenerbahçe mesire yerleri kadar şöhretli olmamakla beraber Haydarpaşa çayırı da şehir halkının rağbet ettiği bir mesire idi. Kadıköy’ün İbrâhim Ağa Camii ve Tekkesi’ne giden yola inen yamacında, kareli bir sokak düzenlemesiyle (dama tahtası veya ızgara denilen planlama) eski Haydarpaşa bahçesi ve herhalde kasrın arsası yapı adalarına bölünerek parsellenmiş ve buralara büyük çoğunluğu kâgir evler yapılmıştır. Aralarda tek tük ahşap evler de vardı. Bunlardan biri, Rıhtım İskele sokağı yokuşu ile Çeltikçi sokağı köşesinde Rumlar’a ait çok eski bir evdi. Yeldeğirmeni ile Rıhtım caddesi ve Çayırbaşı yolu arasında kalan bölgede Türkler ile birlikte bilhassa Yeldeğirmeni semti tarafında yahudiler, sahilden yukarı çıkan sokaklarda Rumlar, Ermeniler ve Levantenler’le (tatlı su frenkleri) yabancılar yaşıyordu. Burada bazı apartmanlar da bulunuyordu. İçlerinde en büyüğü bir İtalyan’a ait Valpreda Apartmanı’dır ki Batı mimarisi üslûbundaki heybetli kitlesiyle üst katları Haydarpaşa-Kadıköy koyunun her tarafına hâkimdir. J. Pervitich’in 1936’da yayımlanan sigorta planlarının Haydarpaşa paftasında apartmanların üzerlerinde yazılı olan sahiplerinin adları, Haydarpaşa bahçesinden parsellenen yerlerin çoğunlukla gayri müslim azınlığın mülkiyetinde olduğunu açık şekilde belli eder.

Haydarpaşa garının yapımı ve Almanlar’ın idaresindeki Bağdat demiryolunun tesisiyle Rıhtım İskele sokağında bir Alman okulu inşa edilmiş (daha sonra Osman Gazi İlkokulu), Fransız rahibeleri de aynı sokağın az yukarısında Sainte Marie du Rosaire Kilisesi ile Sainte Euphémie kız okulunu inşa ettirmişlerdi. Daha ileride Yeldeğirmeni Karakolhane caddesi üzerinde de yine Fransız rahiplerin Saint Louis İlkokulu (şimdi kız yetiştirme yurdu) vardı. Burada iki de otel yapılmıştı. 1923’te Çayırbaşı yolunda bir evde başlayan yangın, Nemlizade sokağı yönünde ilerleyerek Haydarpaşa’nın bu kesimindeki evlerin mahvına sebep olmuştur.

[KRSOL=https://www.topragizbiz.com/blog/wp-content/uploads/2019/05/6-eylul-1917-haydarpasa-sabotaji-10.jpg]Haydarpaşa Sabotajı 6 Eylul 1917 [/KRSOL][KRSOL=https://www.topragizbiz.com/blog/wp-content/uploads/2019/05/6-eylul-1917-haydarpasa-sabotaji-9.jpg]Haydarpaşa Sabotajı 6 Eylul 1917 [/KRSOL] XIX. yüzyıl sonlarında Haydarpaşa semtinin büyük ölçüde değişmesinde, 1844-1846 yıllarında Sultan Abdülmecid döneminde Askerî hastahanenin inşası rol oynamıştır. Kırım Savaşı sırasında bu hastahane ile iskele arasındaki bölge İngiliz Mezarlığı’na tahsis edilmiş, daha yukarıda ise II. Abdülhamid döneminde 1894’te başlayarak mimar Raimondo d’Aronco ile Vallaury tarafından gösterişli Mekteb-i Tıbbiyye binası yapılmış, Üsküdar’a giden caddenin karşı tarafında da bu mektebin tamamlayıcı unsuru olan hastahane bloklarının 1901’den itibaren yapımına girişilmiştir. Alman Rieder Paşa tarafından düzenlenen esaslara göre kurulan bu hastahane (Haydarpaşa Numune Hastahanesi) ilk projesine göre bütünüyle tamamlanmadan kalmıştır. Semtin tarihinde ve topografyasının değişmesinde çok önemli bir yeri olan kuruluş, hiç şüphe yok ki dev ölçülü gar yapısı ile buna bağlı olan demiryolu şebekesi ve burada kurulan çeşitli tesislerdir. Bunlara bir dereceye kadar, eski Haydarpaşa İskelesi’nin karşısına isabet eden yerde 1930’lu yıllarda Wagon-Lits Cook’un kurdurmuş olduğu tamir atölyesi de dahil edilebilir.

Anadolu demiryolunun Haydarpaşa’daki ilk istasyonu daha geride küçük, basit bir bina idi. 1872’de işletmeye açılan bu demiryolu bir banliyö hattı ölçüsünü aşmıyordu. Fakat 1906’da II. Abdülhamid zamanında, Anadolu yönünde Bağdat demiryolunun Alman sermayesiyle gelişmesi sonunda kazıklar çakılarak doldurulan arazi üstünde, mimar Otto Ritter ile Helmuth Cuno’nun projelerine göre Prusya neo-Rönesans üslûbunda heybetli bir bina olarak yapılan Haydarpaşa Garı 1908’de tamamlanmıştır. I. Dünya Savaşı içinde Almanya’dan gelerek buradan cephelere sevkedilen patlayıcı maddeler ve cephaneler bunları trene taşıyan azınlıktan bir hamalın sabotajı sonunda patlamış, çıkan yangında gar binası tamamen yanmıştır. 1930’lu yıllara gelinceye kadar kulelerin külâhları ve binanın çatısı yoktu. Önce bu kısımlar eski resimlere göre ihya edilmiş, 1938’de alevlerden kavrulan ve ufalanan pencere kemer taşları yenileriyle değiştirilerek gar ilk görünümünü yeniden kazanmıştır.

Garın önündeki rıhtımda 1915’te Türk neo-klasik üslûbunda çok güzel bir vapur iskelesi yapılmıştır. Mimarisi, duvarlarını kaplayan Kütahya çinileri ve içindeki ahşap oyma işleriyle Türk millî mimari akımının en başarılı eserlerindendi. Fakat yakın tarihlerde iç mimarisi değiştirilmiş, bu arada oymalı ahşap doğramaların büyük kısmı sökülüp kaldırılmıştır. Vapurların lodos havalarda iskeleye rahat yanaşmasını sağlamak üzere karşısında 600 m. kadar uzunluğunda bir de mendirek inşa edilmiştir. Açılış töreni 1 Nisan 1903 tarihinde yapılan Haydarpaşa Limanı dalgakıranının tam ortasında anıt biçiminde bir kitâbe taşı bulunmaktadır (bu anıtın bir benzeri de Selânik’te Hamidiye bulvarı başına dikilmişti). Deniz Albay Ahmed Râsim’in, “Dalgıranın vasatında bir noktada bir dikilitaş âbidesi vardır ki târîh-i inşâ ve sâireyi hâvî bir kitâbeyi hâizdir” diyerek tanıttığı bu kitâbenin (Marmara Denizi Kılavuzu, s. 286) hâlâ durup durmadığı ve metni öğrenilememiştir.

Haydarpaşa Garı’nın kuzeydeki kolu daha kısa bir “U” şeklindedir. Buradan başlayan demiryolu hatları çayırı güneye doğru bölen bir kavis çizerek devam eder. 1930’lu yıllara kadar, garın güney tarafında kıyı ile hatlar arasında uzanan İstasyon caddesi kenarında ve garın parmaklıkları içinde bir açık hava gazinosu bulunuyordu. Sonraları demiryolunun hatları çoğaltıldığından buradaki bahçe ortadan kalkmıştır.

Demiryolu ile kıyı arasında çok küçük bir parça halinde kalan Haydarpaşa çayırı, 1940’lı yıllara kadar Kadıköy’ün bir kısım halkının açık havaya çıktığı bir alandı. Zamanla burada da demiryolları çoğaltıldığı gibi Selimiye ile Kadıköy arasındaki köprü ve alttaki geçişler yapılmış, Haydarpaşa çayırı buradan geçen dere ile birlikte ortadan kalkmıştır. Derenin denize aktığı yerde, Kadıköy Rıhtımı’ndan Haydarpaşa’ya uzanan caddenin altında II. Abdülhamid döneminde 1304 (1886-87) yılında tek gözlü kâgir bir köprü yapılmıştı. Harap durumdaki daha eski bir köprünün yerine inşa edilen bu köprünün mermer üzerine işlenmiş kitâbesi 1940’a kadar caddenin kenarında görülürdü. Ancak daha sonra yıkılan bu köprünün kitâbesinin ne olduğu bilinmemektedir.

XIX. yüzyıl içlerine gelinceye kadar bir yerleşmeye sahne olmayan Haydarpaşa’da önemli tarihî eserler bulunmamaktadır. Çayırın koya yakın ucunda XIX. yüzyıl içinde yapıldığı mimarisinden anlaşılan büyük, sarı badanalı bir konak vardı. Moltke haritasının Türkçe’si olarak 1268’de (1851-52) yayımlanan İstanbul haritasında, ağaçlarla kaplı büyük bahçenin kuzey tarafında işaretlenen veya onun yerinde yapılmış olan bu bina çevre halkı tarafından Hasırcıbaşı Konağı (Köşkü) olarak adlandırılırdı. Bu çok katlı ve dışında göze çarpar bir özelliği olmayan harapça binada 1930’lu yıllarda devlet demiryolları personeli oturuyordu. Kısa bir süre sonra yapı yıktırılmış olup izi de kaybolmuştur.

Haydarpaşa garından başlayan demiryolları ağının içinde kalmış halen üst geçitten görülebilen bir açık türbe bulunmaktadır. Bu türbenin içindeki şâhide üzerinde şu yazı görülür: “Yâ hû merhûm ve mağfûrun leh Lâhûtî (?) Abdullah Baba’nın ruhuna el-Fâtiha, 1282” (1865-66). Ayvansarâyî de bir Haydarpaşa Camii’nden bahseder (Hadîkatü’l-cevâmi‘, II, 241-242). Bu ibadet yeri, Mehmed Efendi adlı bir kişi tarafından III. Mustafa döneminde (1757-1774) babası Cebehâne Ocağı’ndan Ömer Efendi’nin ruhu için yaptırılmıştır. Ancak bu camiden bir iz günümüze gelmemiştir. Ayrıca Haydarpaşa semtinde bu adla tanınan küçük bir cami daha bulunmaktadır. Yeldeğirmeni caddesiyle tren yolu arasındaki evlerin içinde sıkışmış olan cami Yeldeğirmeni veya Râsim Paşa Camii olarak da bilinir. Çok küçük ölçüde olan bu yapı, Osmanlı dönemi Türk sanatının son safhasında uygulanan Türk neo-klasiği üslûbunun basitleştirilmiş bir örneğidir. Demiryolları ile kıyı arasında son yıllarda inşa edilen kubbeli büyük cami ise estetik bir değere sahip değildir. Eski Haydarpaşa İskelesi başındaki bir namazgâhın yerinde yapılmış olup Haydarpaşa Camii’nin adını sürdürür.

Kauffer haritasında Haydarpaşa-Kadıköy arasındaki tepede, Yeldeğirmeni semti çevresinde Kloster yazısıyla işaretlenen tekke günümüze kadar gelmemiştir. Bu semte adını veren yel değirmenleri de yüz yılı aşkın bir süre içinde ortadan kalkmıştır. Zamanımıza ulaşmamakla birlikte I. Ahmed tarafından Haydarpaşa’da deniz kıyısında 1614 yılında bir çeşme yaptırıldığı bilinmektedir (Ayvansarâyî, Mecmûa-i Tevârih, s. 106). Daha sonra III. Selim dönemi Dârüssaâde ağalarından Hâlid Ağa Kadıköy’e getirdiği su için Haydarpaşa’da bir çeşme inşa ettirmişti. Buradaki eski İntaniye Hastahanesi duvarında olan ve bütünüyle kazınan kitâbesinin tam metnini Mehmed Râif Bey’in evvelce yayımladığı bu çeşme, 1255’te (1839-40) Sultan Abdülmecid tarafından su yolu tamir edilirken yeni baştan yaptırılmıştır.

Haydarpaşa semtinde diğer bir çeşme koyun kuzey tarafında, İbrâhim Ağa Mescidi’ne giden Çayırbaşı yolunun başında bulunmaktadır. Burada Çuhadar Ağası Lâdikli Ahmed Ağa 1208 (1793-94) yılında bir namazgâhla bir çeşme yaptırmıştı. Aynı zamanda buraya serviler de diktirmiş olduğu çeşme kitâbesinden öğrenilir. Serviler günümüze kadar gelmemiştir. Fakat namazgâhı gölgeleyen çok yaşlı büyük bir çınar vardı. Son yıllarda bu ağaç kurutulmuş ve arkasından da kesilmiştir. Namazgâhın, üstü istiridye kabuğu biçiminde kabartmalı mihrap taşında, “Sâbıkan çuhadar ağa-yı hazret-i şehriyârî sâhibü’l-hayrât ve’l-hasenât Lâdikli Ahmed Ağa, 1208” yazısı yer alıyordu. Bu taş 1930’lu yıllarda kaybolmuştur. Namazgâhın yerinde, Mütareke yıllarında Haydarpaşa’da konaklayan İngiliz işgal kuvvetleri birliğinin askerleri için bir patenle kayma yeri yapılmıştı. Kalın betondan olan bu düzlük namazgâh arsasında ev yapılırken ortadan kalkmıştır. Çeşme ise çok harap halde iken Kadıköy belediyesi tarafından 1996 yılında klasik biçimde yeniden yaptırılmıştır. Damını teşkil eden yüzü işlemeli mermer bir levhadan öğrenildiğine göre ilk yapıldığında çağının üslûbunda bezemeli bir yapıya sahipken sonraları yıkılarak yuvarlak kemerli gösterişsiz basit çeşme inşa edilmişti. Yeni onarımda ise çeşmeye tekrar klasik bir görünüm verilmiştir.

Haydarpaşa çayırının geride bitimine işaret eden ikisi de namazgâhlı iki çeşme daha vardır. Bunlardan kuzeyde olanı, İbrâhim Ağa Camii’nin daha ilerisinde Karacaahmet Mezarlığı’nın kenarında toprağın bir set teşkil ettiği yerde bulunuyordu. Saraçlar Namazgâhı ve Çeşmesi, Mehmed Râif Bey’in yayımladığı uzun manzum kitâbesine göre 1190’da (1776) yaptırılmıştı. Bânisi belli olmamakla beraber Kauffer haritasında burada bir Abdullah Efendi Çeşmesi işaretlenmiştir. Kitâbesinde de belirtildiği gibi çeşmenin haznesinin üstü sofa yani namazgâhtı. Yekpâre mermerden büyük bir taş hem ayna taşı görevi görüyor hem de kitâbeyi taşıyordu. Bunun yanında birer sütun yer almıştı. Hiçbir süslemesi olmayan çeşme sofasını birçok ağaç gölgeliyor, önünde normal yalağından başka hayvanlar için iki yalağı daha bulunuyordu. Haydarpaşa semtinin güzel bir köşesini teşkil eden Saraçlar Namazgâhı ve Çeşmesi, ressam Üsküdarlı Hoca Ali Rizâ Bey’in bir eserine konu olmuştur. Mehmed Râif Bey’in bir halk rivayetine dayanarak yazdığına göre Saraç Ahmed Efendi adında biri bu namazgâhın kurucusudur. Karayolunun buradan geçirilmesi sırasında 1956’da Karacaahmet Mezarlığı’nın bu taraftaki ucu ile birlikte namazgâh ve çeşme ortadan kalkmıştır.

[KRSOL=https://www.topragizbiz.com/blog/wp-content/uploads/2019/05/6-eylul-1917-haydarpasa-sabotaji-14.jpg]Haydarpaşa Sabotajı 6 Eylul 1917[/KRSOL][KRSOL=https://www.topragizbiz.com/blog/wp-content/uploads/2019/05/6-eylul-1917-haydarpasa-sabotaji-13.jpg]Haydarpaşa Sabotajı 6 Eylul 1917[/KRSOL]Haydarpaşa çayırının güneydeki sınırında, eski Bağdat kervan ve sefer yolunun kenarında bulunan ve Ayrılık Çeşmesi adıyla tanınan menzil çeşme ve namazgâhı bulunmaktadır. Mimari bakımdan XVI. yüzyılın klasik üslûbuna işaret eden çeşme Kapıağası Gazanfer Ağa tarafından yaptırılmış, Kapıağası Ahmed Ağa 1154’te (1741) su yolunu ve çeşmeyi tamir ettirerek kendi adına bir kitâbe koydurmuştur. Çeşmenin üzerinde görülen ikinci kitâbe ise bu eserin 1340 (1921-22) yılında Dürriye Sultan ruhu için tamir ettirildiğini bildirir. Dürriye Sultan, V. Mehmed Reşad’ın büyük oğlu Şehzade Mehmed Ziyâeddin Efendi’nin veremden ölen kızıdır. Arkadaki tepede Ziyâeddin Efendi’nin köşkü bulunuyordu. Alçak kesme taştan bir duvarla çevrili olan namazgâh sofası 1960’ta toprak altında bırakılarak yok edilmiştir. 1997’de kaldırım düzenlemesi sırasında bu tarihî değeri çok büyük olan çeşme kısmen gömülmüştür.

Kadıköy’ün Haydarpaşa semti sayılan ve Haydarpaşa bahçesinden ayrıldığı sanılan kuzey kısmında, koya dikine inen sokakların iki tarafına bölünen parsellerde bitişik olarak yapılan evlerin aralarında pek az sayıda ahşaptan bulunanlar olmakla beraber genellikle kâgir meskenler ve apartmanlar inşa edilmiştir. Hemen hemen çoğu XIX. yüzyılın son çeyreğiyle XX. yüzyılın başlarında yapılan bu evlerle az sayıdaki apartmanlar Batı mimari üslûbundadır. Gayri Menkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu kararıyla bu bölge tarihî sit olarak ilân edilip evlerin korunması gerekli kültür varlıkları olduğu kabul edilmiş, fakat yakın tarihlerde bu karar bir ölçüde bozulmuştur.

[KBASLIK]İlk Haydarpaşa Faciası [/KBASLIK]
6 Eylül 1917′de Haydarpaşa, cehennemi yaşadı. Suriye Cephesi’ndeki Dördüncü Ordu’ya asker, silah ve cephane götürmek üzere harekete hazır bekleyen bir trenle, yolcu dolu bir banliyö treni ateş aldı. Gar harabeye döndü. Yüzlerce insan öldü.

İmparatorluk başkenti İstanbul’da büyük korku ve dehşet yaratan, yüzlerce insanın ölümüne yol açan olay, 6 Eylül 1917 günü yaşandı. Saatler 16.30′u gösterirken, kentin Anadolu yakasındaki büyük patlamayla birlikte, toprak sarsıldı, kimi yerlerde binaların camları kırıldı, sokaklardaki insanlar, korku içinde, kaçacak yer aramaya başladılar. Hemen herkesin zihninde aynı soru şekilleniyordu:

[KBASLIK]Neydi bu patlama?.. [/KBASLIK]
Birinci Dünya Savaşı’nın tüm hızıyla sürdüğü günlerdi. O sıralarda İngiliz savaş uçakları, sık sık İstanbul semalarında beliriyor, birkaç yere bomba attıktan sonra uzaklaşıp gidiyorlardı. Bu nedenle, önce patlamanın İngiliz uçaklarının attığı bombalardan kaynaklandığı sanıldı.

Ama ilkinden 7 saniye sonra duyulan ikinci bir patlama, ortalığı yeniden sarstı ve bunu, daha küçük çapta infilaklar izledi. Biraz cesaretlenip sahillere çıkanlar, gördükleri manzara karşısında dona kaldılar. Haydarpaşa alev alev yanıyor, her patlamayla birlikte, çevreye taş ve toz bulutu yağıyordu. Binaya ayrı bir güzellik katan sivri kuleleri uçmuş, çatısından yükselen alevler aç bir canavar gibi önüne gelen yeri tutmaya başlamıştı.

Cephane stoklarının peş peşe infilakı, her geçen dakika, ölü sayısını artırıyordu. Yangın iyice yayılmış; ambarları, silo ve diğer küçük binaları da etkisi altına almıştı.

[KBASLIK]Kadıköy’de korku ve panik [/KBASLIK]
İlk patlamayla birlikte Kadıköy’de, özellikle sahil kesiminde tüm evlerin camları kırılırken, sokaktaki insanların üzerlerine yağmur gibi, irili ufaklı taşlar, ahşap vagon parçaları yağıyordu.Kadıköy Çarşısı’nda alışveriş yapanlar, kendilerini bir anda böylesi bir felaketin içinde bulunca, can havliyle çevredeki binalara sığınmaya çalıştılar. Bu kargaşa içinde, ayaklar altında kalıp ezilenler de oldu.

Birer şarapnel gibi ortalıkta uçuşan taş parçaları, yalnız Kadıköy’de değil, olay yerine bir hayli uzaktaki Kuşdili Çayırı’nda bile yaralanmalara yol açtı. Örneğin Kuşdili Çayırı’nda sevgilisiyle kol kola gezmekte olan gümrük komisyoncusu Dimitri, acı bir feryatla yere yığılmış, yüzü gözü kan içinde kalarak bayılmıştı. Daha sonra hastanedeki tedavisi sırasında, bir mermi parçasının yanağını parçalayarak dilini kopardığı ortaya çıkacaktı.

[KBASLIK]Patlama şehrin her yerinde halk arasında paniğe yol açmıştı [/KBASLIK]
Korkunç patlamalar yalnız Haydarpaşa ve Kadıköy’de değil, şehrin hemen her kesiminde duyulmuş, halk arasında paniğe yol açmıştı. Olay sırasında denizde sefer halinde olan gemilerdeki yolcular arasında da büyük panik yaşanmıştı. Köprü-Kadıköy seferini yapan bu gemilerden birinde bulunan ve patlamanın kaza sonucu meydana geldiğini iddia eden Alman doktor Wilhelm Feltman, yaşadıklarını şöyle anlatıyordu:

“6 Eylül 1917′de öğleden sonra saat 3 ila 4 arasında, tanıdığım bir Türk subayıyla birlikte Galata Köprüsü’nden vapurla Asya sahilindeki Kadıköy’üne geçiyordum. Bu subay, bana bir yerde cereyan eden ateş düellosuna ait uzun bir hikayeyi anlatırken ben Haydarpaşa’ya bakıyordum, İstasyonun önünde birçok mavna boşaltılıyordu. Birdenbire tam karaya çıkarken, bir hamalın sırtındaki büyük bir sandığın yere düştüğünü gördüm. Akabinde bir şey parladı ve patladı. Yanımdaki subayla bir kelime konuşmaya zaman kalmadan müthiş bir infilak bizi sarstı. Gemimizde bir kargaşa oldu ve infilaklar birbirini izlerken dört tarafımızda suya öte beri düşmeye başladı. Herkes sahildeki cephanenin havaya uçtuğunu anlayarak kanepelerin altına saklanıyordu. Kaptan şaşırmış kalmış ve gemiyi infilakların olduğu yere doğru sevk ediyordu. Bir Türk deniz subayı, kaptanı mevkiinden defederek kumandayı eline aldı ve vapuru tehlikeli bölgeden uzaklaştırdı. Demiryollarındaki vagonlar birbirini müteakip patladığı için infilaklar gece yarısına kadar devam etti, Savaştan ancak birkaç sene önce açılan güzel istasyon binası, bütün gece alevler içinde kaldı. Felaketin kaç kişinin hayatına kıydığı anlaşılamadı.”

[KBASLIK]Korkunç bilanço [/KBASLIK]
Yangın kontrol altına alındıktan sonra facianın bilançosu da ortaya çıktı. Olay sırasında, biri banliyö treni, diğeri asker dolu iki tren, içindekilerle birlikte yanmış, aralarında gar personelinin de bulunduğu çok sayıda insan da ölmüştü, İstasyon, yakınlarından bir haber alabilmek ya da yakınlarının cesetlerini bulabilmek için, İstanbul’un dört bir yanından gelenlerle dolup taşıyordu.

[KBASLIK]Gazetelere sansür [/KBASLIK]
Ölü sayısı belli değildi, bini aştığı söyleniyordu. Ama bu rakam hiçbir zaman açıklanmadı. İktidardaki İttihat ve Terakki Hükümeti, gazetelere sansür koymuş, hükümetin yayın organı Tanin birkaç satırlık resmi bir tebliğle yetinmişti.

Yapımı yıllar süren muhteşem gar binası acınacak haldeydi. Sivri kuleleri uçmuş, çatısı tamamen yanmış, tüm camlan kırılmış ama yine de ayakta kalmıştı. Bunun yanı sıra liman tesisleri, ambarlar, personel binaları da yerle bir olmuştu. Haftalardan beri Yıldırım Ordularına gönderilmek üzere Haydarpaşa’da toplanan yüzlerce ton cephane ve erzak da yok olmuştu. Bu durum, Suriye ve Irak’taki Türk-Alman Cephesi’ni olumsuz etkileyecek, hatta cephenin düşmesine yol açacak etkenler arasında yer alacaktı.

[KBASLIK]Farklı iddialar ve söylentiler [/KBASLIK]
İttihat ve Terakki Hükümeti’nin koyduğu sansür ve bu konudaki suskunluğu, facianın nedenleri hakkında halk arasında türlü dedikoduların yayılmasına yol açtı.

İngiliz Savaş Uçakları mı? Kimileri, garı İngiliz savaş uçaklarının bombaladığını öne sürüyordu; ama o gün İstanbul’a bir hava akını yapılmadığı belirlenmişti.

Denizaltı mı? Bazılarına göre de Çanakkale’yi aşıp İstanbul’a gelmeyi başaran bir düşman denizaltı, Haydarpaşa’yı top atışına tutmuş, cephanelerin ateş almasıyla facianın boyutları büyümüştü.

Sabotaj mı? Bazı görgü tanıkları ise olayın ‘sabotaj’ olduğunu iddia ediyordu. Bu iddiaya göre, limanda vinçleri kullanmakta olan Ermenilerden bazıları, mavnalardan aldıkları cephane sandıklarını kasti olarak yere atmış, patlayan cephane sandıkları diğerlerinin de tutuşmasına ve facianın büyümesine yol açmıştı.

[KBASLIK]Alman ordusundaki Fransız ajanı [/KBASLIK]
Birinci Dünya Savaşı sırasında Harbiye Nezaretinde kurulan ‘İhracat, İthalat ve Siparişat-ı Umumiye Dairesi’nde yedek subay olarak görev yapan A. Baha Özler de Haydarpaşa’ya sabotajın, Alman ordusunda görevli bir Fransız ajanı ve yardımcıları tarafından yapıldığını iddia etmektedir.

Baha Özler’in Yıllarboyu Tarih dergisinin Ekim 1980 sayısında “Haydarpaşa Garı’nı havaya uçuran adamı tanıdım” başlığı altında yayımlanan anılarında anlattığına göre, bu kişinin adı Georges Mann’dı.

Baha Özler’in çalıştığı dairenin Sirkeci Gümrüğü’nde yaptığı kontroller sırasında, Georges Mann, onlara yardımcı olmak ve tercümanlık yapmakla görevlendirilmiş ve kısa sürede herkesin güvenini kazanmıştı. Öyle ki, Harbiye Nezareti’ne elini kolunu sallaya sallaya girip çıkıyor, istediğiyle görüşebiliyor, bazen de kurye olarak Almanya’ya gidip geliyordu.

Baha Özler anılarında, patlamanın olduğu gün Georges Mann’ı telaşla Sirkeci’ye doğru koşarken gördüğünü, durumda bir fevkaladelik olduğunu anlayarak peşine takıldığını, daha sonra esrarengiz Almanın daveti üzerine bir motorbotla Haydarpaşa’ya gittiklerini kaydeder. Georges Mann, burada alevlerin arasına dalarak çok sayıda fotoğraf çekmiş, bu fotoğraflardan birkaç kopyayı hatıra olarak kendisine vermişti.

Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasından sonra terhis olan yazar, Georges Mann’la Beyoğlu’nda bir birahanede karşılaştığını, onun kendisine ‘Fransız ajanı’ olduğunu itiraf ettiğini, hatta kimliğini gösterdiğini belirtir. Baha Özler’in anılarında anlattığı bu olayın doğruluk derecesi bilinemiyor. Ama bilinen şu ki, Haydarpaşa Garı, gerçekten büyük bir felaket geçirmişti.

Beğen
Beğen Muhteşem Haha İnanılmaz Üzgün Kızgın

Haşhaş nedir? Faydaları nelerdir ?

[KBASLIK]Haşhaş nedir? Faydaları nelerdir ?[/KBASLIK]
[KRSAG=https://i.postimg.cc/L5wd7CTD/index.jpg]Haşhaş[/KRSAG]Haşhaş (Papaver somniferum), gelincikgiller familyasından Papaver cinsinden bir bitki türü. Haşhaş, yazların sıcak geçtiği orta derecede yağış alan yerleri sever. Anavatanının Doğu Akdeniz olduğu düşünülmektedir. Hindistan ve Anadolu’da çok eskiden beri tarımı yapılmaktadır.

Latince’de “Papaver” gelincik bitkisi, “somniferum” da uyku verici, rüya gördüren anlamına gelmektedir. Haşhaşın kapsülünden afyon adlı uyuşturucu, tohumlarından da haşhaş yağı adı verilen yenilebilir yağ çıkarılır.

Bitkinin meyvesi olan kapsülde, çok sayıda tohum bulunur. Haşhaş yağı, tohumların %40-45’ini meydana getirir. Haşhaş yağı, kaliteli, yemeklik, bitkisel bir yağdır. Tohumların yağı çıkartıldıktan sonra kalan küspe hayvan yemi olarak kullanılır ve hayvanın sütündeki yağ oranını arttırır. Meyve kabuğundan 20 kadar alkaloid elde edilir. Bunlar afyon türevleri olan; morfin, kodein, narkotin, papaverin gibi uyuşturucu olarak ve tıpta da ağrı kesici ve uyku verici kullanım alanı olan maddelerdir.

Birleşmiş Milletler denetiminde yasal ana üretici olarak Türkiye, Hindistan, Avustralya, Fransa, İspanya, Macaristan’da haşhaş ekimi yapılmaktadır. Ayrıca Türkiye ve Hindistan Birleşmiş Milletler tarafından geleneksel haşhaş üreticisi ülkeler olarak kabul edilmektedir. Ancak dünyada yasadışı olarak haşhaş üretiminde artış görülmektedir. Birleşmiş Milletler Uyuşturucu ve Suç Ofisi tarafından yapılan açıklamalarda Afganistan’da yapılan önleme çalışmalarına rağmen 200.000 hektarın üzerinde alanda haşhaş tarımı yapılmaya başlanmıştır

[KBASLIK]Özellikleri[/KBASLIK]
Haşhaş, hem yazlık hem de kışlık ekilebilen, otsu yapıda tek yıllık bir bitkidir. Yazlık ve kışlık ekiliş tarihine göre vejetasyon süresi 110-280 gün arasında değişmektedir. 30–100 cm kadar derinine inen kazık kök sistemine sahiptir. Yetişme yeri özelliklerine göre 30–170 cm kadar boylanabilirler. Bitkinin sapı ve dalları tüysüz, düz ve üzeri gri-yeşil bir mumsu tabakayla örtülüdür. Olgunlaştığında kahverengimsi sarı bir renk almaktadır. Yapraklarının üzeri tüysüz ve grimsi-yeşil bir mum tabakasıyla kaplıdır. Tohumun rengine göre; beyaz, viyole ve nadir olarak da kırmızı çiçek açmaktadırlar.

[KBASLIK]Türkiye’de üretimi[/KBASLIK]
Türkiye’de 1933 yılında kurulan “Uyuşturucu Maddeler İnhisar İdaresi” tarafından kontrollü haşhaş ekimi ve üretimine geçilmiş olup daha sonra 1938 yılında kurulan Toprak Mahsulleri Ofisi’nin denetiminde üretimi devam etmiştir. 1971 yılına kadar afyon ve haşhaş tohumu amaçlı üretimi yapılırken, haşhaş kapsüllerinin çizilmesi suretiyle elde edilen afyon sakızı da üreticilerden Toprak Mahsulleri Ofisi tarafından satın alınmakta, işlenmekte ve daha sonra tıbbi amaçlı olarak ihraç edilmekteydi. 1971-1974 yılları arasında yasaklanan haşhaş üretimi, haşhaş kapsülünün çizilmesi ile elde edilen afyon üretiminin yasak olması kaydı ile çizilmemiş haşhaş kapsülü üretimi şeklinde devam etmiştir.

Türkiye’nin Ege ve Orta Anadolu Bölgelerinde, başta en çok Afyonkarahisar olmak üzere Denizli, Konya, Uşak ve Burdur illerinde yetiştirilir . Artvin Şavşat Balıklı köyü Yaylasında hiçbir uğraş vermeden kendi kendine yetiştiği bilinmektedir. Birleşmiş Milletler tarafından Türkiye’ye 700.000 dekar limit verilmiş olup günümüzde haşhaş ekimi yapılacak yerler; tarımsal ve ekonomik durum, yurtiçi uyuşturucu madde ihtiyacı, mevcut stok, kapsül ihtiyacı ve ihraç olanakları dikkate alınarak her yıl Bakanlar Kurulu kararıyla belirlenmektedir. 2015 yılında Resmi Gazete’ de yayımlanan “Haşhaş Kapsülü ve Tohumu Alımı ve Satımı Hakkında Karar” ile Afyonkarahisar, Uşak, Denizli, Amasya, Burdur, Çorum, Isparta, Kütahya, Tokat illerinin tamamında ve Balıkesir ilinin Balya, Bigadiç, Dursunbey, İvrindi, Kepsut, Savaştepe ve Sındırgı ilçeleri, Eskişehir ilinin Alpu, Beylikova, Çifteler, Günyüzü, Han, Mahmudiye, Mihalıççık, Seyitgazi ve Sivrihisar ilçeleri, Konya ilinin Ahırlı, Akören, Akşehir, Beyşehir, Derbent, Doğanhisar, Hüyük, Ilgın, Kadınhanı, Seydişehir, Tuzlukçu, Yalıhüyük ve Yunak ilçeleri, Manisa ilinin Şehzadeler, Yunusemre, Demirci, Gördes, Köprübaşı, Kula, Sarıgöl ve Selendi ilçelerinde yapılmaktadır . Ürünlerin işlenmesi 1986 yılında kurulan “Afyon Alkaloidleri Fabrikası”nda yapılmaktadır.

Asya kökenli olan haşhaş tohumu eski uygarlıklar tarafından keşfedilen ve tıbbı tedavilerde kullanılan doğal ağrı kesicidir. Bilim literatüründe “Papaver somniferum” adlandırılan haşhaş, ülkemizde Afyon ve Kütahya ilçelerinde yetiştirilir. Gelincikler ailesine mensup olan haşhaş tohumu uyku için oldukça etkili bir bitkidir. Yaş kış üretilebilen haşhaş güneşte bekledikçe kahve rengimsi olur. Tatlı ve salatalarda kullanılan haşhaş aynı zamanda bazı yörelerde yemeklerin içerisine baharat olarak da eklenirmiş. İçeriğinde morfin, kodein, tebain, papaverin ve narkotin gibi yatıştırıcı maddeler bulunur. Ay başında kadınların yaşadığı şiddetli adet sancılarını azaltma da ve kronik uykusuzluk çekenler için haşhaş tohumu çayı uzmanlar tarafından önerilir. Ancak içerdiği güçlü yatıştırıcılar nedeniyle haftada en fazla üç kez tüketilmesi önerilir. Sindirimi temizlemede etkili olan haşhaş tohumu, kozmetik ve gıda sanayisinde kullanılır.
[KBASLIK]
HAŞHAŞIN FAYDALARI NELERDİR? HAŞHAŞ HANGİ HASTALIKLARA İYİ GELİR? [/KBASLIK]
[KRSAG=https://i.postimg.cc/cCq2Bg4k/has-has-tohumu.jpg]Haşhaş tohumu[/KRSAG]- Vücuda besinler aracılığı ile giren bazı enfeksiyonlu hücreler ve maddeler sindirim sistemini deforme eder. Bu da mesane iltihabına veya kabızlığa neden olur. Haşhaş içerdiği maddeler sayesinde vücuttaki bu birikimi idrar ve dışkılama yolu ile atar.

– Beyin sağlığı için en etkili mineral omega – 3’tür. Bu mineral bakımından en zengin besin balıktır. Ancak balık tüketmeyenler için diğer en ideal besin haşhaş olabilir. Haşhaşın içerdiği özede omega -3 yağ asidi bulunur. Asit sinir hücrelerinin daha sağlıklı işlemesini destekleyerek unutkanlık ve alzehimer gibi hastalıkların ortaya çıkmasını önler. Ayrıca omega-3 yağ asidi kötü kolesterol seviyesini düşürerek kalp ve damar sağlığını korur.

– Yüksek enfeksiyona bağlı diş etlerinde iltihaplanma, dişte çürüme ve ağız içerisinde bunlara bağlı koku meydana gelir. Bu durumu engellemenin en doğal yolu haşhaştır. Haşhaş tohumlarını bir bardak sıcak suya atıp demleyin. Daha sonra su ile gargara yapınız. Enfeksiyon geçene kadar bu yöntemi tekrar edebilirsiniz.

– İçeriğinde demir ve çinko barındıran haşhaş kandaki hücrelerin oranlarını dengeler. Böylece demir eksikliği gibi ciddi hastalıklara davetiye hazırlayan rahatsızlığın oluşumunu engeller.

– Haşhaş narkotin maddesi bakımından oldukça zengindir. Bu madde doğada bulunan en güçlü yatıştırıcıdır. Bu madde sayesinde sinir hücreleri sakinleşir. Vücutta stres ve depresyona bağlı gelişen olumsuzlukları gidererek kişinin rahat bir uyku çekmesini sağlar. Uykudan bir iki saat önce bir su bardağı su ve bir tatlı kaşığı haşhaş tohumunu 5 dakika kaynatın ve tüketin. Ancak bu uygulamayı iki günde bir aralıklı yapınız.

– Oleik asit meme kanserine neden olan hücrelerin mutasyona uğramasını önlemede etkilidir. Yapılan araştırmalarda düzenli haşhaş tohumu tüketen kadınların tüketmeyen diğer kadınlara oranla daha sağlıklı olduğu tespit edilmiştir.

– Yüksek lif sayesinde uzun süreli tok tutmayı sağlar. Diyet yapanlar için ideal bir tohumdur.

Beğen
Beğen Muhteşem Haha İnanılmaz Üzgün Kızgın

Restorasyona Kurban Giden Tarihi Eserlerimiz

Yüzlerce hatta binlerce yıl ayakta kalmayı başarabilmiş tarihi eserler, restorasyon adı altında adeta kılık değiştiriyor. Çünkü ülkemizde restorasyon, yenileme olarak algılanıyor. Eserler, yapılar kendi dönemine uygun şekilde restore edileceği yerde, kulaktan dolma bilgilerle ve günümüzdeki malzemelerle resmen yeniden inşa ediliyor. Bu durum ülke olarak tarihe bakış açımızın son derece net ve acı bir kanıtı.

İşte “Keşke hiç restorasyon yapılmasaydı” diyeceğimiz tarihi eserlerimiz.;

[KBASLIK]Anamur Mamure Kalesi, Anamur – Mersin[/KBASLIK]
[TBR2=https://s9.postimg.cc/frd7zsgb3/s-ba7b973af6135b3983dd523ac6ea0a349241498c.jpg]Anamur Mamure Kalesi 2012 yılında UNESCO Dünya Mirası geçici listesine girmeyi başarınca, restorasyona alındı. Geçmişi 3. yüzyıla dayanan 39 kuleli tarihi kalenin restorasyonu, maalesef günümüz çimentosundan nasibini alınca orijinal dokusunu kaybetti.[/TBR2]

[KBASLIK]Apollon Tapınağı, Çanakkale[/KBASLIK]
[TBR2=https://s9.postimg.cc/d4xpiyjzj/s-15a79e9c3d830b6f937b4992ffd21bab8b8bcb12.jpg]Çanakkale’de bulunan tarihi Apollon Tapınağı’nın restorasyonu sırasında mermer tozu yüklü tonlarca ağırlıktaki tır, tapınağın üzerine çıkarıldı. Yetmezmiş gibi, basamakların restorasyonu sırasında da kullanılan beyaz beton nedeniyle tarihi tapınağın son görünümünde eski halinden eser yok.[/TBR2]
[TBR]https://s9.postimg.cc/61pu3doun/s-d0ad3e813a45f3210d93502965e3e01b379db601.jpg[/TBR]

[KBASLIK]Ayasofya Orhan Camii, İznik – Bursa[/KBASLIK]
[TBR2=https://s9.postimg.cc/q16g78egv/s-f5ea5d193eb7ac738f4874b29e840a6e3269a039.jpg]Tarihi MÖ 4. yüzyıla kadar uzanan Bursa İznik’teki Ayasofya Orhan Camii’nin eski tuğla duvarlarına da restorasyon adı altında cam kapı monte edildi. Aynı zamanda kubbeleri de betonla sıvanan camiinin tarihi dokusuna verilen zarar, tarihe bakış açımızı bir kez daha gözler önüne serdi.[/TBR2]

[KBASLIK]Antiphellos Antik Tiyatro, Kaş – Antalya[/KBASLIK]
[TBR2=https://s9.postimg.cc/il76ll3nz/s-23de41af0f04ffee2f99adfac5015b17e9861e17.jpg]Kaş’taki Antiphellos Antik Tiyatro’nun restorasyonu sırasında ise tiyatronun zeminini yenilemek amacıyla zemine beton döküldü. M.Ö 1. yüzyıldan kalma antik tiyatro 28 sıra ve 4 bin kişi kapasitesine sahipken, restorasyondan sonra 26 sıra kaldı.[/TBR2]
[TBR]https://s9.postimg.cc/sii7eqban/s-07980bcd12f112e1dff28f0fa88b7ebbb4612f39.jpg[/TBR]

[KBASLIK]Battal Gazi Külliyesi, Seyitgazi – Eskişehir[/KBASLIK]
[TBR2=https://s9.postimg.cc/puxci4fcv/s-f8f6d60892bb08b53bb6eef29ae0590fa6d96e48.jpg]Eskişehir’in Seyitgazi ilçesindeki Seyyid Battal Gazi Külliyesi’ne ise restorasyon sırasında içine bir Amerikan mutfak dahil edildi. Aynı zamanda normalde mermer olan sütunlar yerine beton sütunlar yapılan külliyeye bir de modern tuvaletler dahil edildi.[/TBR2]
[TBR]https://s9.postimg.cc/xcb5ax9nj/s-0804f769b816e33eee1109e9f3d9363fc14042ae.jpg[/TBR]

[KBASLIK]Hatay Arkeoloji Müzesi, Roma Mozaikleri[/KBASLIK]
[TBR2=https://s9.postimg.cc/w13e2l3sv/s-78f0388f0f1fada06f3129a9ea1aeb8a6550245e.jpg]Hatay’daki dünyanın ikinci büyük mozaik sergileme alanına sahip müzede, taşınma sırasında yaşananlar ise maalesef bir skandal. Müzedeki mozaiklerin büyük bir çoğunluğu yanlış restore edilince, eski hali ile yeni hali arasında çok ciddi farklar meydana geldi.[/TBR2]

[KBASLIK]İshak Paşa Sarayı, Doğubayazıt – Ağrı[/KBASLIK]
[TBR2=https://s9.postimg.cc/3mxyiny8f/s-9d1970a2348ebda60764f2c2cc53c592fa7aa581.jpg]İlk inşaatı 1685 yılında tamamlanan İshak Paşa Sarayı’nın cam tavanı da bu restorasyon facialarından biri olarak gösteriliyor. Sarayı görmeye gelen turistler tarafından da yadırganan şeffaf cam tavan, sarayın tarihi dokusuna aykırı. Ancak yetkililerin açıklamalarına göre, yapılan bu cam tavan hem güneş ışığını kırarak tarihi eserleri güneş ışığından koruyacak nitelikte hem de olumsuz hava koşullarının sarayın tarihi yapısını kötü etkilemesini önleyeceği için yapılmış.[/TBR2]
[TBR]https://s9.postimg.cc/jl6o8tv1b/s-a8b16001aeb6ad815b45dd22f4a1a4f326d2a45d.jpg[/TBR]

[KBASLIK]Mesnevihane Camii, Fatih – İstanbul[/KBASLIK]
[TBR2=https://s9.postimg.cc/6wcdoxrf3/s-d20635c8df302fb2a082db0ef96040a6e23a7d30.jpg]1844 yılında Fatih’te inşa edilen Mesnevihane Camii’nin restorasyonu sonucu ortaya çıkan yapı görenleri gerçekten sinirlendirecek nitelikte. Nitekim camiinin tarihi dokusu tamamen yok olmuş durumda. Restorasyon sonunda üzerine beton sıva yapılarak tümüyle beyaza boyanan camiinin tarihi görünümü artık beyaz bir duvardan farksız.[/TBR2]

[KBASLIK]Mimar Sinan Külliyesi, Üsküdar – İstanbul[/KBASLIK]
[TBR2=https://s9.postimg.cc/lr0z3kqun/s-3a4e204847e26635bf250f16c871a57a4363100b.jpg]Mimar Sinan’ın son yapıtı olarak bilinen Atik Valide Külliyesi’nin şifahanesi de restorasyonla tanınmaz hale geldi. Şifahanenin iç bahçesine bakan revakların önü tamamen camla kaplandı ve iç bahçeye otomatik kapılar yapılarak kafeteryaya çevrildi.[/TBR2]
[TBR]https://s9.postimg.cc/yv6jg9ybz/s-4e0bc65f93bf1781b39ab0451536c40139b52540.jpg[/TBR]

[KBASLIK]Ocaklı Ada Kalesi, Şile – İstanbul[/KBASLIK]
[TBR2=https://s9.postimg.cc/yxqf2pwq7/s-428f30718374e6624f9049bcb166a78f01651be4.jpg]Cenevizlilerden kalma Ocaklı Ada Kalesi, restorasyon sonrasında bu hale geldi. 2000 yıllık bir geçmişe sahip olan kalenin eski halinden eser yok şimdi. Nitekim halkın da tepkisini hayli üzerine çeken bu bu çalışmanın sonucunda, kalenin yeni hali çizgi film karakteri Sünger Bob’a benzetiliyor.[/TBR2]

[KBASLIK]Sinan Paşa Külliyesi, Yenişehir – Bursa[/KBASLIK]
[TBR2=https://s9.postimg.cc/51zj774en/s-8149588e96fc96087bb272655cc6cf0b106fbf65.jpg]Bursa’nın Yenişehir ilçesindeki Sinan Paşa Külliyesi’ne yapılan ise tüm bu felaketlerin içinde en rezalet olanı. Çünkü, 435 yıllık külliyeye restorasyon yapılırken, yük taşıyan kamyonların girip çıkabilmesi için tarihi duvarlarından birini yıkıp, kapı yaptılar.[/TBR2]

[KBASLIK]Süheyl Bey Camii, Beyoğlu – İstanbul[/KBASLIK]
[TBR2=https://s9.postimg.cc/9ey2pmd5b/s-ecd810ac3aa2d69e1051309b83b9beae61cce952.jpg]1591 yılında, Beyoğlu Fındıklı’da, Süheyl Bey tarafından Mimar Sinan’a inşa ettirilen camii sekizgen planlı ve kubbeliydi. Restorasyondan sonra ise cam kaplanan ve sekizgen yapısı bozulan camii artık daha çok bir avm’ye benziyor.[/TBR2]

[KBASLIK]Sümela Manastırı, Trabzon[/KBASLIK]
[TBR2=https://s9.postimg.cc/6tsi26vi7/s-f8ddfd5b767143ed93956bf5bc72952ec6da00b9.jpg]Trabzon’daki tarihi Sümela Manastırı’nın 16 yıl süren restorasyon macerası ise fazladan çıkılan bir kaçak kat ile son buldu. Restorasyon yerine resmen inşaat yapılan manastırda, kütüphane ve öğrenci odalarının bulunduğu yere kaçak kat çıkıldı.[/TBR2]

[KBASLIK]Tekfur Sarayı, Fatih – İstanbul[/KBASLIK]
[TBR2=https://s9.postimg.cc/a36x936vj/s-8414894076c6a1ec3bf30ff4008c73b984d1b524.jpg]12. yüzyılda Bizanslılar tarafından inşa edilen saray, Blakernai Saray Kompleksinden günümüze kalan tek saray olma niteliğini taşıyordu. Ancak geçirdiği restorasyondan sonra daha çok “temalı bir tatil köyüne benziyor.” Bizans dönemine ait olan bu sarayın restorasyonunda maalesef o dönemde olması imkansız olan, ahşap pencereler ve parlak korkuluklar gibi hem tarihi hem mimari hatalar yapılmıştır.[/TBR2]
[TBR]https://s9.postimg.cc/4f0mi7hyn/s-f936b0ca42770f47336ffe513490618d5e680c88.jpg[/TBR]

[KBASLIK]Urfa Kalesi, Şanlıurfa[/KBASLIK]
[TBR2=https://s9.postimg.cc/diz1ikbsv/s-6ba88c16d8c988d445e6d3ea935796d1fa256d2d.jpg]Şanlıurfa’daki 1200 yıllık Urfa Kalesi, 2013 yılında aşırı yağışlar nedeniyle çökmeye başlayınca restorasyona girdi. Ancak restorasyon sırasında beyaz beton taşlar kullanılınca kalenin bir bölümü aykırı bir görüntüye büründü ve tarihi dokusunu yitirdi.[/TBR2]
[TBR]https://s9.postimg.cc/4ny783kgf/s-6d3ab220d60635c3895671a33bb5502b78d1ab7f.jpg[/TBR]

Kaynak: Onedio.com

Beğen
Beğen Muhteşem Haha İnanılmaz Üzgün Kızgın

İsmini Mars’a Gönder

NASA’nın başlatmış olduğu “İsmini Mars’a Gönder” kampanyasında, Türkiye en fazla katılım gösteren ülkeler arasında yer aldı.

[IMG]https://www.topragizbiz.com/blog/wp-content/uploads/2019/05/ismini-marsa-gonder.jpg[/IMG]

Amerikan Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesinin (NASA) 2020’deki Mars görevi için başlattığı proje sosyal medyada büyük ilgi çekti.

NASA’nın “İsmini Mars’a Gönder” kampanyasında, Türkiye en fazla katılım gösteren ülkeler arasında.

Konunun sosyal medyadan duyulması üzerine dünya çapında 1 milyon 615 bin 864 kişi başvurdu. Türkiye’den ise 308 bin 454 kişi, ismini Mars’a göndermek istedi.

[KBASLIK]Formu doldurana temsili biniş kartı veriliyor[/KBASLIK]
NASA, 2020 yılında Güneş sistemindeki en yakın komşumuz olan Mars’a yeni bir Rover uzay aracı gönderecek. Uzay meraklılarını bu görevin içine isimleri ile dahil etmek isteyen NASA, “Send Your Name to Mars” (İsmini Mars’a Gönder) adlı bir kampanya başlattı.

Bu kampanya sayesinde hazırlanan web sayfasını ziyaret edenler formu doldurduktan sonra isimleri, gidecek uzay aracının içine yerleştirilecek çipe yazılacak.

Formun doldurulmasından sonra 2020’deki Mars görevi için temsili bir biniş kartı veriliyor. Kartın şekli aynı uçak biletlerini benzetilerek tasarlanmış hatta esprili bir yaklaşımla uçaklarda uçulan mesafeye göre verilen mil puanları bile yer alıyor.

Kayıtlar, 30 Eylül’e kadar sürecek.

NASA, Mars 2020 isimli projesinde geliştirdiği insansız izci aracıyla, kızıl gezegende eski mikrobik yaşam formları arayacak.

2012 yılında Mars’a inen Curiosity uzay aracının devamı niteliğinde geliştirilen ve 2020’nin temmuz veya ağustos ayında uzaya gönderilmesi beklenen yeni araç, aynı zamanda Mars arazisinde yüzey altı ve üstünde taş ile toprak örnekleri toplayacak.

[KAYNAK]Kaynak: Trt Haber[/KAYNAK]

Beğen
Beğen Muhteşem Haha İnanılmaz Üzgün Kızgın

Askerlik Süresi Kısalıyor – Yeni Askerlik Sistemi

Askerlik süresi kısalıyor, bedelli kalıcı hale getiriliyor. Zorunlu askerlik sisteminde köklü değişiklikler planlanıyor. Yeni sistemle ilgili yasa teklifi artık Mecliste.

[KRSAG=https://www.topragizbiz.com/blog/wp-content/uploads/2019/05/askerlik.jpg]Yeni Askerlik Sistemi[/KRSAG] Türkiye’nin zorunlu askerlik sistemi, 1927’den beri ilk kez yeni “askeralma tasarısı” ile kapsamlı şekilde değiştiriliyor.

Yeni askerlik sistemi için verilen kanun teklifinde 3 temel unsur var: Askerlik süresinin kısaltılması, askerlik süresinin eğitim farkı olmaksızın herkes için eşitlenmesi, bedelli askerliğin kalıcı hale getirilmesi.

Amaç, hem Türk Silahlı Kuvvetlerinin (TSK) profesyonelleşerek gücünü artırması hem de gençlerin gelecek planlarını daha rahat yapmalarını sağlamak.

[B][SIZE=6]10 soruda yeni modelin detayları…[/SIZE][/B]

[KBASLIK]1- Askerlik süresi ne olacak?[/KBASLIK]
Yeni sistemde askerlik süresi, eğitim farkı gözetmeksizin 6 aya inecek. Temel askerlik eğitimi süresi de 1 ay olacak.

[KBASLIK]2- Yasa çıkınca silah altındakiler terhis olacak mı?[/KBASLIK]
Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar, sistemin kanunlaşmasıyla silah altındaki askerlerin terhis olabileceğini söyledi. Yani 6 ayı dolduranlar terhis olabilecek.

[KBASLIK]3- Lise mezunu ve altı gençler nasıl yararlanacak?[/KBASLIK]
Lise mezunu ve altı gençler 1 ay temel askerlikten sonra, 5 ay kıta görevi yapacak. 6 ay askerlik boyunca er ve erbaşlara her ay yaklaşık 110 lira harçlık ödenecek.

6 ayın sonunda isterlerse terhis olacaklar ya da sözleşmeli olarak, maaşlı 6 ay daha askerlik yapabilecekler. Bu dönemde aylık “harçlık” adı altındaki maaş, 2 bin lira civarında olacak.

6 ay zorunlu askerlikten sonra kalmak isteyenler için ikinci altı ayda sigorta yatırılacak.

Ayrıca hizmet borçlanması, muhtaç asker ailelerine yardım, deniz ve şehir içi toplu ulaşımdan ücretsiz yararlanma, müzelerin ücretsiz ziyareti gibi imkanlar sağlanacak.

Askerlik bittikten sonra da TSK’ya personel temininde öncelik ve TOKİ’de önceliğe hak kazanacaklar. 12 ay askerlik yapan ve adına evi olmayan er ve erbaşlar, TOKİ konutlarından öncelikli yararlanacak.

6 aylık maaşlı askerlik sonrasında TSK’nın ihtiyacına göre sözleşmeli er-erbaş, uzman erbaş rütbesiyle orduda devam edebilecekler. Burada ihtiyaç, istek ve performans değerlendirmesi yapılacak.

Bu sözleşmesinin sonunda maaş, OYAK, lojman, sağlık ve sosyal güvence ile ilgili bir takım haklardan yararlanabilecekler. Bu gençler okul, bedeni performans, sicil gibi gerekli kriterleri sağlarsa belli bir kontenjan dahilinde bir sınavı müteakip astsubay olabilecek. Astsubaylıktan belli bir süre geçtikten sonra belirlenen kriterleri sağlayanlar da subay olabilecek. Yani er olarak başlayacak, subay olacak, belki de generalliğe yükselebilecekler.

[KBASLIK]4- Üniversite mezunları için şartlar neler?[/KBASLIK]
2-3 yıllık meslek yüksekokulu mezunları ve talepleri halinde 4 yıllık üniversite ile lisansüstü mezunları, TSK’nın ihtiyacına göre yedek astsubay olarak istihdam edilecek. 2 ay temel ve sınıf eğitiminin ardından 10 ay maaş alacaklar, maaşları da mevcut astsubay – çavuş maaşlarıyla aynı olacak. 12 ayı tamamladıktan sonra isterlerse ve şartları uygunsa, astsubaylığa geçebilecekler. İstenilen kriterleri karşıladıkları takdirde subaylığa geçmeleri de mümkün.

[KBASLIK]5- Bedelli askerlik devam edecek mi?[/KBASLIK]
Yasa ile bedelli askerlik kalıcı hale gelecek.

[KBASLIK]6- Bedelliden kimler, nasıl yararlanabilecek?[/KBASLIK]
Lisede 29 olan erteleme yaş sınırı, 22’ye inecek. Meslek liselerine artı 3 sene daha eklenecek, 25 yaşına kadar devam etme şansı verilecek.

Meslek yüksekokulları ve lisans 28, lisansüstü 32, doktora 35, tıp 35, sporcu 35 yaş olacak.

Bu kişiler istediği zaman bedelli askerlik başvurusu yapabilecek. Bu yaşı geçirenler bedelli askerlikten faydalanamayacak.

Bedelliye talep 145 binin üzerinde olursa, kura çekilecek.

Bedelli hakkı kazananlar, 1 ay eğitim yapacak.

Yasa çıktıktan sonra bakaya ve yoklama kaçağı olanlardan isteyenler, 1 defaya mahsus olmak üzere ilk başvuru döneminde bedelli askerlikten yararlanabilecek.

[KBASLIK]7- Bedelli ücreti ne kadar?[/KBASLIK]
Bugün için belirlenen miktar 30 bin TL civarı. Dövizle askerlik ise, bunun euro karşılığı olacak.

Bedelli ücreti, 40 bin gösterge asteğmen maaşına tekabül ediyor. Asteğmen maaşı da bugün itibarıyla 5 bin lira civarında. Dolayısıyla söz konusu olan 6 aylık asteğmen maaşı.

Bedelli askerlik bedeli, 30 bin lirada sabit kalmayacak. Zira asteğmen maaşı her yıla göre değişiyor.

[B]Bedelli ücreti peşin ödenecek.[/B]

[KBASLIK]8- Öğretmenler için durum ne?[/KBASLIK]
Öğretmenler, Milli Eğitim Bakanlığının (MEB) ihtiyacı halinde, temel askerlik eğitiminin ardından öğretmen olarak görev yapabilecek. Asteğmen maaşı kadar olacak maaşlarını da görev yaptığı bakanlıktan alacaklar. Görev yaptıkları yerde resmi kıyafet giymeyecek ve mecburi hizmetten muaf tutulacaklar.

[KBASLIK]9- Doktorların şartları nasıl olacak?[/KBASLIK]
Doktorlar için, Sağlık Bakanlığının ihtiyaçları göz önünde bulundurulacak.

Askerlik hizmetini yedek subay olarak yapan doktorlar, devlet hizmet yükümlülüğünü tamamlamış olacak.

Doğu-Güneydoğu ve sınır ötesindeki birliklerin doktor ihtiyacı bu şekilde, azami düzeyde karşılanabilecek.

[KBASLIK]10- Şehit yakınlarının hakları devam ediyor mu?[/KBASLIK]
Şehit olanların anne ve babasının talebi halinde, bir kardeşi askere gitmeyebilecek.

Terörle mücadelede şehit olan sivillerin çocukları ve aynı anne babadan olan kardeşlerinin tamamı, istekli olmadığı sürece askerlik yapmayabilecek.

15 Temmuz’da şehit olan sivillerin çocukları ve kardeşlerinin tamamı askerlik yapmayabilecek.

[KAYNAK]Kaynak: TRT Haber[/KAYNAK]

Beğen
Beğen Muhteşem Haha İnanılmaz Üzgün Kızgın