Yıldız Şale Köşkü’ndeki 3 Tonluk Tarihi Hereke Halısı 120 Yıl Sonra İlk Defa Yıkandı

Yıldız Şale Köşkü’nün Tören Salonu’nda bulunan 120 yaşında ve 468 metrekare büyüklüğündeki dünyanın en büyük halılarından biri olan Hereke halısı restorasyon öncesinde ilk defa yıkandı.

Sultan II. Abdülhamid döneminde, Alman İmparatoru II. Wilhelm’in ziyareti için 1897’de Hereke Halı ve İpekli Dokuma Fabrikası’nda yaptırılarak, salonun tamamını kaplayacak ölçüde dokundu.

Ölçülerinden ötürü Yıldız Şale Köşkü’ne zor bir şekilde sokularak Tören Salonu’nun zeminine serilen halı, 120 yılın ardından ilk defa salondan çıkarıldı.

Halı, özel olarak Yıldız’da yapılan bir havuzda yıkandı ve restorasyona hazır hale getirildi.

Yaklaşık 3 ton ağırlığında olduğu tahmin edilen, 468 metrekare büyüklüğündeki ve dünyanın en büyük halılarından biri olan halı, yaklaşık 2,5-3 yıl sürecek restorasyon çalışmasının ardından Yıldız Şale Köşkü Tören Salonu’na yeniden yerleştirilecek.

“Özel bir mekana taşındı”

Konuya ilişkin AA muhabirine bilgi veren Milli Saraylar İdaresi Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Ahmet Çapoğlu, Türkiye’nin en büyük yekpare halısının tarihi bir özelliği olduğunu belirtti.

Çapoğlu, “Halı, II. Abdülhamid döneminde, Alman İmparatoru II. Wilhelm’in Türkiye’yi ziyareti için yaptırılmış. Halının şeması saray ressamı Emil Meinz tarafından tasarlanmış.” dedi.

Halının bulunduğu tören salonunun, tavan ve yan duvar desenleriyle bütünleşik bir görüntü arz edecek şekilde şemasının yapıldığını kaydeden Çapoğlu, şunları aktardı:

“Halının özelliği şu, 3 adet göbek vardır. Ve bu 3 adet göbek, tavanda görkemli olarak asılan avizenin izdüşümüne denk gelecek şekilde ayarlanmıştır. Bu 3 tane madalyonun ortada büyüğü oval şekilli simetrik noktada her iki yanında dairesel şekilli madalyon vardır. Halımız Hereke Halı ve İpekli Dokuma Fabrikası’nda dokunmuştur. Gördeskari döşeme tekniğiyle dokuma tekniğiyle üretilmiştir. 120 yıl sonunda, yaşanmışlığın arkasında bir miktar aşınmışlık vardı. Bunu restore edebilmek için bulunduğu yerden aktarıldı ve özel bir mekana taşındı.”

“Olumsuz bir etki vermeyecek deterjan tespit edildi”

Halının oluşturulan özel bir havuz içerisinde bir gün süren çalışmayla yıkandığını belirten Çapoğlu, “Yıkamasında da özel bir ihtimam gösterildi. İstanbul Teknik Üniversitesi tekstil mühendisliği laboratuvarlarında bu halıya olumsuz bir etki vermeyecek şekilde bir deterjan tespit edildi. Ve o temin edilerek yıkandı. Santrifüjle fazla suyu emildi. Bu alanda restorasyona hazır hale getirildi.” dedi.

Prof. Dr. Çapoğlu, halıda 120 yıllık yaşanmışlığın, kullanılmışlığın izlerinin olduğunu belirterek, “Bu süreçte güve yenmesi, yırtık, kesik ilaveler, dikimler ve katmer oluşmaları gibi birtakım izler var. Restorasyona geçmeden önce bu izlerin rölöve çizimleriyle tespiti gerçekleştirildi. Bunun akabinde yaklaşık 2,5-3 yıl sürecek bir restorasyon çalışması başlayacak. Bunun için de Milli Saraylar İdaresi’nde mevcut olan uzman restoratörlerimizin titiz bir çalışmaları ile bu restorasyonları tamamlayacağız.” bilgisini verdi.

Kaynak: 3 tonluk tarihi halı 120 yıl sonra yıkandı

Beğen
Beğen Muhteşem Haha İnanılmaz Üzgün Kızgın

Sultan Abdülhamid’in Kedisi Ağa Efendi

II. Abdulhamid’in kızı Ayşe Osmanoğlu’nun kaleme aldığı, II. Abdülhamid konusundaki tek referans kitap olarak kabul edilen ‘Babam Sultan Abdülhamid’ adlı kitaptan:

Babamın Tekir Kedisi

Hemşirem Şâdiye Sultan’la ben epeyce büyümüştük. Bizden dört yaş küçük olan hemşiremiz merhum Refîa Sultan da artık bizim aramıza katılmıştı. Cuma sabahları babamın dairesine gider, el öperdik. O zamanlar daha sarayda kalorifer yoktu. Gayet büyük mavi bir çini soba vardı. Babam bizi onun önüne oturturdu. Biz üç kız kardeş domino oynardık. Babam uzaktan Hurim oyunlarımıza bakar, fakat bir yandan da işleriyle meşgul olurdu.

Sultan Abdülhamid'in Kedisi Ağa Efendi'nin 1900'lü yıllarda çekilen bir fotoğrafı

Babamın gayet büyük bir tekir kedisi vardı. Pek munis, sevimli, enli bir hayvandı. Babam bu kediye ‘Ağa Efendi’ adını vermişti. Biz domino oynarken o da bizim aramıza oturur, dominoları karıştırır, birtakım oyunlar yapardı.

Beğen
Beğen Muhteşem Haha İnanılmaz Üzgün Kızgın

Hamidiye Kruvazörü – Abdülhamid Kruvazörü

Hamidiye Kruvazörü (1913)

Hamidiye, "Abdülhamid kruvazörü" olarak 1903 yılında İstanbul sularına gelerek Osmanlı donanmasına katılan ve 1908 Devrimi’nin ardından adı Hamidiye olarak değiştirilen gemidir.

Özellikleri

112 metre uzunluk 14,5 metre genişlik ve 302 kişi kapasitesi olan Hamidiye Kruvazörü 5 Eylül 1903 tarihinde denize indirildi. 1918-1925 yılları arası İngiliz kontrolü altında kaldı, daha sonra Türk Deniz Kuvvetleri’ne devredildi.

1940 yılından sonra askeri öğrenci eğitimi için kullanıldı. 1947 yılında hizmetten çıkarıldı.

Varna deniz muharebesi

Balkan Savaşı başlayınca Hüseyin Rauf Bey (Orbay) komutasında Karadeniz’de görevlendirildi. Aralık 1912’de Varna’yı ve Bulgaristan’ın diğer limanlarını bombaladı. 20-21 Aralık 1912 gecesi bir Bulgar torpil gemisi Drazki tarafından vuruldu. Baş tarafı tamamen suya gömülü olarak İstanbul’a dönmeyi başardı ve Haliç’te onarıma alındı.

Akın harekâtı (13 Ocak – 28 Ağustos 1913)

Kıdemli Yüzbaşı Hüseyin Rauf Bey komutasındaki Hamidiye Kruvazörü’nün Ege ve Akdeniz’de olağanüstü güç koşullarda icra etmiş olduğu yaklaşık yedi buçuk ay süren Akın Harekatı, Türk Deniz Kuvvetlerinin altın sayfalarından birisini teşkil ettiği gibi, Genel Deniz Harp Tarihi açısından da bu tür harekatın emsalsiz örnekleri arasında gösterilmektedir. Birinci Dünya Savaşında Emdem ve İkinci Dünya Savaşında Scanhorst ve Bismark gibi Alman korsan kruvazörlerine ilham kaynağı olmuştur.

Ege Denizi’nde

Balkan Savaşı esnasında, Yunan Donanmasının Ege’de siklet merkezi tesis etmesini önlemek, başta Averof Kruvazörü olmak üzere, Yunanistan’ın ana muharip unsurlarını, kuvvet inkısamı yaratacak şekilde üzerine çekerek Osmanlı Donanması üzerindeki baskıyı hafifletmek amacıyla Hamidiye’nin Ege’deki Yunan askeri tesis ve gemilerine yönelik taarruzi bir harekat icra etmesi kararlaştırılmıştır.

Hazırlanan harekat planında, gemi komutanı Rauf Bey’in (Hüseyin Rauf Orbay) koşullara bağlı olarak vereceği kararlara istinaden Ege’de tecavüzi hareketlerde bulunması, daha sonra İzmir’e dönmesi, bu mümkün olmadığı takdirde İskenderiye, Brindisi gibi tarafsız limanlarda hem kendisini emniyete alması hem de lojistik destek temin etmesi öngörülmüştür.

Hamidiye Kruvazörü 13 Ocak 1913’te harekât emrini aldıktan sonra Yunan gemileri tarafından tespit edilmeden Çanakkale’den Ege’ye çıkmış ve 15 Ocak 1913 günü Orta Ege’de Siros Adası’ndaki askeri hedefler ile birlikte, fabrika ve barut deposunu 2800 metre mesafeden ateş altına alarak imha etmiş; daha sonra liman önüne yaklaşarak Yunan Donanmasına ait Makedonya kruvazörünü top taarruzları ile nötralize etmiştir. Rauf Bey, Ege’deki harekat süresince gemi personeline fes giydirmeyerek üçüncü ülkelere ait tarafsız gemilerin Hamidiye’yi Osmanlı Devleti dışında bir ülkenin gemisi olarak değerlendirmelerini hedeflemiştir.

Rauf Bey, Siros Adası’na gerçekleştirdiği harekat sonrasında İzmir Körfezi yaklaşma sularında Yunan Donanmasının üstün kuvvetlerle kendisini karşılayacağını değerlendirerek Akdeniz’e çıkmaya karar vermiş; ancak önce doğuya seyrederek Anadolu’ya müteveccihen hareket ediyor izlenimini verdikten sonra, havanın kararması ile birlikte derhal güneye dönerek, düşman kuvvetleri tarafından tespit edilmeden Akdeniz’e çıkmıştır.

Akdeniz ve Süveyş

Hamidiye Kruvazörü

Hamidiye Kruvazörü, lojistik destek ve en önemlisi yakıt (kömür, maksimum kapasite 700 ton) temin etmek için yaptığı çeşitli girişimlerden sonra 19 Ocak 1913 günü tarafsız ülke konumunda olan Mısır’a gelmiş; Mısır Hidivi’nin izni ile Süveyş Kanalı’nı geçmiş; İngiliz Komiserliği’nin muhalefetine rağmen, 29 Ocak 1913 günü karasuları dışına özel teknelerle getirilen kömürü gemiye alarak başarı ile ikmalini tamamlamıştır.

Rauf Bey(Orbay) ikmali tamamladıktan sonra tekrar Akdeniz’e çıkmış; Başkomutanlık Vekaletinin de teklif ettiği Yunanistan’ın Batı limanlarına yönelik nakliyatı engellemek üzere bir plan geliştirmiştir. Harekat planına göre, Hamidiye’nin önce Malta’ya hareket ederek orada kömür ikmali yapması; daha sonra İtalya karasularına yakın seyrederek gizlice Adriyatik’e geçmesi ve daha sonra düşman unsurlarına taarruzlar tertiplemesi öngörülmüştür.

Hamidiye, 14 Şubat 1913 günü Malta’nın La Valetta Limanı’na demirlemiştir. Uluslararası hukuk kaidelerine göre orada ancak 24 saat kalabileceği için makine arızasını gerekçe göstererek limanda 3 gün daha kalmayı başarmış ve 450 ton kömür ikmali yapmıştır. Rauf Bey, mükemmel derecedeki İngilizce dil bilgisi ve diplomasi yeteneğiyle hem İngiliz makamları hem de yerel makamlar ile son derece iyi ilişkiler geliştirmiş; bu sayede gemisine daha kolay lojistik destek temin etmiş ve aynı zamanda limanda uzun süre kalmayı başarmıştır. Bu arada, Hamidiye’nin Adriyatik’te yapacağı muhtemel bir harekattan endişe eden Yunan Donanması, bu bölgedeki kuvvetlerini Ege’den kaydırılan bir zırhlı ve 3 muhriple takviye etmiştir.

Hamidiye Kruvazörü 17 Şubat 1913 günü Malta’dan hareket ederek, 22 Şubat 1913 tarihinde Gazze’ye intikal etmiş ve bir gün sonra Hayfa’ya demirleyerek 395 ton kömür almıştır. Hamidiye’nin limanlardaki lojistik destek temininde bölgede bulunan Erkan-ı Harbiye Umum Reisliği piyade şubesinde görevli Piyade Binbaşı Ömer Fevzi MARDİN Bey çok önemli katkılar sağlamıştır.

Arnavutluk ve Şingin

Arnavutluk’ta tecrit edilmiş olan Garp Ordusuna ulaştırılmak üzere 50 ton cephane ve 10.000 altını 02 Mart 1913 tarihinde Arvat Adası’nda (Suriye karasuları içinde) teslim alan Hamidiye, 08 Mart 1913 günü Silifke’den ayrılarak, düşman unsurlarına görünmeden 11 Mart 1913’te Adriyatik Denizi’ne girmiştir.

Rauf Bey, 12 Mart 1913 tarihinde karşılaştığı Leros isimli Yunan bandıralı ticaret gemisini, kaptan ve 20 kişilik mürettebatını Hamidiye’ye aldıktan sonra Yunan Donanmasına mevkiini belli etmemek için mahmuzlayarak batırmıştır. Rauf Bey sorguya çektiği Yunan kaptandan bir zırhlı ve üç muhribin Korfu’da bulunduğunu, Yunan ticaret gemilerinin Şingin Limanı (Kuzey Arnavutluk)’nda Osmanlı prdularına karşı savaşan Sırp birliklerini takviye etmek amacıyla asker ve cephane boşaltmakta olduğunu öğrenmiştir.

Bu bilgiler ışığında Rauf Bey, önce Arnavutluk’taki birliklere getirmiş olduğu cephane ve altınları teslim etmeyi; daha sonra Şingin’e taarruz etmeyi planlamıştır.

Hamidiye Kruvazörü, Semeni Nehri (Arnavutluk sınırları içinde) deltasına Türk birlikleri için getirmiş olduğu malzemeleri boşaltma işlemine başladıktan hemen sonra, Lonchi isimli bir Yunan Muhribi’nin kendisine 4500 metreye kadar yaklaştığını fark etmiş; bu olay Rauf Bey’i ikinci kez durum değerlendirmesi yapmaya yönlendirmiştir. Boşaltmaya devam ettiği takdirde Yunan Donanması’nın ani bir taarruzuna maruz kalabileceğini ve bu durumda gemiyi ve cephaneleri kaybedebileceğini değerlendiren Rauf Bey, kömür miktarının da azalması nedeniyle derhal Şingin Limanı’na yönelip oradaki silah ve cephane yüklü düşman ticaret filosuna taarruz kararı almış; Şingin Limanı’na yaklaşırken gördüğü askeri çadırlara top taarruzları tertipleyerek ağır hasar verdirmiştir.

Hamidiye daha sonra hızla liman içine girerek, limanda bulunan ticaret gemilerine teslim olmaları yönünde çağrı yapmıştır. Ancak bu çağrılarına karşılık tepelerden ateş açılınca, hem yüksek mevkideki askeri hedefleri ve top bataryalarını hem de ticaret gemilerini hedef alarak yaklaşmaya devam etmiştir. Çatışma sonunda karadaki hedeflerin bertaraf edilmesinin yanı sıra Yunan ticaret gemilerinden altı tanesi batmış; bir gemide de ağır bir infilak meydana gelmiştir. Düşman, cepheleri takviye etmek için sevk ettiği çok sayıda askeri personeline ilave olarak büyük miktarlardaki harp mühimmatı ve lojistik destek malzemesini kaybetmiştir.

Hamidiye taarruzlarını tamamladıktan sonra gemide mevcut 250 ton kömür ile intikal edebileceği limanların mevki ve mesafeler açısından analizini yapmış; Yunan Donanması ile temas kurmamak şartıyla, ancak İskenderiye’ye gidebileceğini hesaplamıştır. Rauf Bey, İtalyan karasularına yakın seyrederek Yunan gemilerine görünmeden Akdeniz’e çıkmış; 16 Mart 1913 günü İskenderiye Limanı’na ulaşmıştır.

Osmanlı Duvar Halısı, Hamidiye Kruvazörü, 1913

Hamidiye Kruvazörü daha sonraki dönemlerde de hem Doğu Akdeniz hem de Kızıldeniz’de birçok görevler icra ettikten sonra 26 Ağustos 1913 tarihinde onarım maksadıyla İzmir’e dönmüştür. Onarımını müteakip, Hamidiye Kruvazörü 05 Eylül 1913 tarihinde İzmir’den Çanakkale’ye hareket ederek, 08 Eylül 1913 tarihinde Haliç’e girmiştir.

Bu harekat, gemisiyle birlikte bir komutanın yeterli lojistik destek sistemi ve üs imkânları olmaksızın tek başına planlayarak icra ettiği, gerektiğinde tarafsız ülkeleri de kapsayan uluslararası hukuk kurullarından en iyi şekilde istifade ederek lojistik destek sağladığı, son derece başarılı aldatma taktiklerinin uygulandığı parlak bir deniz harekatıdır.

Dünyada, Alman Deniz Kuvvetlerine ait Emden, Lowe gibi bu tür akın tipi harekat yapan birçok gemi bulunmasına rağmen, bu gemilerin çoğu harekat esnasında batırılmıştır. Hamidiye ve onun komutanı Rauf Bey, yaptığı bu akın tipi harekat ile Yunan Donanması’nı adeta şaşkına çevirmiş; Yunanların sürekli olarak çeşitli yerlere gemi tahsis etmesine neden olarak kuvvet inkısamı yaratmış; düşman harp potansiyeline art arda darbeler indirmiş; görevini üstün başarı ile tamamlayarak ana üssüne dönmüş ve aynı zamanda Osmanlı Devleti için son derece kötü geçen Balkan Harbi’nde belki de parlayan tek yıldız olmuştur.

Balkan Savaşı sırasında büyük işler yapan Hamidiye Kruvazörü ve mürettebatının bir başka başarısı da Osmanlı donanması ve personeli hakkındaki olumsuz düşünceleri tersine çevirmesi olmuştur.

Beğen
Beğen Muhteşem Haha İnanılmaz Üzgün Kızgın

Naşit Bey (Özcan) – Sultan Abdülhamit’i Bile Güldüren Adam

Naşit Özcan (1886, İstanbul – 26 Nisan 1943, İstanbul), tiyatro oyuncusu, tuluat ustası ve yöneticisi. Komik Naşit Efendi ve Komik-i Şehir olarak da anılır. Miralay Ahmet Bey’in oğludur. Tiyatro ve sinema oyuncusu Adile Naşit ile Selim Naşit Özcan’ın babaları, Naşit Özcan’ın dedesidir. Soyadı kanunundan sonra Özcan soyadını aldı.

Hayatı

İlköğrenimini Kuyucu Muratpaşa İlkokuku’nda yaptı, ardından Beyazıt Rüştiyesi (ortaokul)’nde okuduktan sonra Eyüp’teki Baytar (Veteriner) Mektebi’ne girdi. Okuldan sık sık tiyatroya kaçtığı için 14 yaşında er olarak Muzıka-i Humayun (Saray Orkestrası, 1900)’a alındı. Burada Kuklacı Halim Bey ile Viyolonist Zeki Bey’den dersler aldı. Yapılan sınavda on iki çeşit taklit yaparak başarı kazanmış ve Saray ortaoyunu takımına alınmıştı İlk tuluat hocası Abdi Efendi’dir.

Naşit Özcan’ın oyunculuk yaşamı Abdürrezzak Efendi’nin yanında başlamıştı. Kavuklu Hamdi ve Küçük İsmail’in Ortaoyunu Topluluğu, Kel Hasan’ın Tuluat Topluluğu, Mınakyan Topluluğu gibi çeşitli topluluklarda uzun sure çalıştı. Ortaoyunu, kukla ve Karagöz çalışmaları yaptı, çeşitli topluluklara girip çıktıktan sonra, Kavuklu Hamdi’nin Ortaoyunu Kolu’na ve Benliyan’ın Operet Topluluğu’na girdi. Saray tarafından Fransa’ya gönderildi. Dönüşünde Saray’da oyunlar sergileyen Bertrand’ın Pandomim Toplulu’ğuna, ardından yine Saray’daki İtalyan Operet Heyeti’ne katıldı. Güllü Agop’un Saray’da kurmuş olduğu Dram Kumpanyası’nda da çalışan Naşit, Meşrutiyet’in ilanından (1908) sonra, halk önünde oynamaya başlamıştı.1910 yılından sonra serbest olarak çalışmaya başlayarak kendi adına topluluklar kurdu. Direklerarası’nda, Fevziye Tiyatrosu ile Eyüp Sultan’da gösteriler sundu, 1913 yılından sonra Şehzadebaşı Şark Tiyatrosu ile Millet Tiyatrosu’nda sahneye çıktı. Bütün ortaoyunu tiplerini başarıyla canlandırırken bir yandan da Mınakyan Kumpanyası’nın dağarcığındaki melodramlarda da oynuyordu. Modern yapıtların tümüne, kendine özgü giysisiyle değil, rolün gerektirdiği kostümle çıkmıştır.

Naşit Özcan, kendi adına kurduğu topluluklarda çalışmalarını Cumhuriyet Dönemi’nde de sürdürdü. Kendine özgü bir repertuvar yaratmıştı. Osmanlı imparatorluğu içinde yer alan çeşitli halkların lehçelerini büyük bir ustalıkla taklit etme hünerini gösteriyor, buna karakterler arasındaki ayrıntıları da yerleştiriyordu. Halkın nabzını yoklamasını çok iyi bilirdi. Ünü İstanbul sınırlarını aşmıştı. Ortaoyununda Kavuklu rolüne çıkardı. Yabancı piyeslerden Türkçeye uygulanan oyunlarda da rol aldı, yerli tipleri keskin çizgilerle belirten kendi oyunlarında da aynı başarıyı gösterdi. Sinema, ortaoyunu ve melodramlardaki başarısının yanı sıra asıl ününü yeni tipler yarattığı tuluat tiyatrosunda kazandı. Tuluat oyunlarının İbiş tiplemesine yeni bir kişilik kazandırdı. Aşçıbaşı Tosun Ağa, Leblebici Horhor, Hoşkadem Kalfa, Surpik Dudu yarattığı ve başarıyla oynadığı en önemli tiplerdir. Oynadığı oyunlardan bazıları şunlardır: “Beyimin Tiyatro Merakı”, “Yahudi Doktorun Metresi”, “İstanbul Çapkını”, “Çifte Köy Düğünü”.

Sultan Abdülhamit’i bile güldüren adam

“Sultan Abdülhamit’i bile güldüren adam’ olarak anılan Naşit Özcan, evli olduğu yıllarda Kantocu Amelya Hanım’a âşık olmuş, eşinden ayrılarak, sonradan Emel adını alan Amelya Hanım’la evlenmişti. Bu evlilikten Adile Naşit ile Selim Naşit Özcan dünyaya geldi. Naşit’in çıraklarından biri, ünlü komedyen İsmail Dümbüllü’dür. 1938 yılında jübilesi yapılan sanatçı, 1940 yılından sonra sahneye çıkmamıştı. Toplam olarak 38 yıl kadar sahneye çıkmış, Türkiye’de en çok kazanan aktör olduğu halde para tutmamıştır. Müzikli oyunları operetleştirmek, yazılı eserleri tuluata çevirmek, tuluatın komiğini İbiş’likten kurtarmak belli başlı meslek özelliklerini oluşturuyordu.

Naşit Özcan ve sinema

Tiyatrocu ve özellikle tuluatçı yönüyle tanınan Naşit Bey, 14 Ocak 1937 tarihli “Tan” gazetesinde kendisiyle yapılan bir söyleşi de sinemadan daha çok hoşlandığını söylemiş ve sözlerine şöyle devam etmişti: “…Vakıa sahnede halkla karşı karşıya durmaktan zevk alırım amma, film daha rahat ve halk üzerinde tesiri de daha iyi…” Dört film yapan Naşit Bey, “Bir Millet Uyanıyor” adlı filmde asker, “İstanbul Sokaklarında” dilenci rollerinde oynamış, “Naşit Dolandırıcı” ve “Düğün Gecesi” adlı iki de komedi yapmıştır.

Ölümü

26 Nisan 1943’te öldü. Karacaahmet Mezarlığı’nda toprağa verilmiştir.

Tarık Buğra’nın İbiş’in Rüyası (1970) adlı romanı, Naşit Özcan’ın hayatını konu edinir

Çocuklarının tiyatroya yönelmesi

 

Naşit Özcan’ın Adile ve Selim adında iki çocuğu bulunuyordu. Sahnede büyüyen bu iki çocuk, babaları gibi tiyatrocu olmak istiyordu. Bunun farkında olan Naşit onlara, “Benim ismimi soyadınız olarak kullanın böylece daha çabuk ünlenirsiniz” dedi. Adile bunu denedi fakat Selim, Naşit’i ikinci ismi yaptı ve kendi soyadı olan Özcan’ı kullandı. Bu miras modern tiyatroya da taşındı, günümüzde ise bayrağı torun Naşit Özcan taşıyor.

Adile ve Selim Naşit, 1961 yılında, babalarının adını verdikleri Naşit Tiyatrosu’nu kurmuşlardı. Oğlu Selim Naşit Özcan (1928-2000), kızı Adile Naşit (1930-1987) ve torunu Naşit Özcan (D. 1957) da tiyatro izleyicisinin ilgi gösterdiği isimler olmuştur.

Beğen
Beğen Muhteşem Haha İnanılmaz Üzgün Kızgın

Kurşunu Durduran Saat

Eskişehir’de babasından kalma mesleği devam ettiren Ayhan Oskaylar isimli esnaf, Çanakkale ya da Kurtuluş Savaşı’ndan kaldığı düşünülen ve kurşunun ortasında kaldığı değerli saati saklamaya devam ediyor.

Eskişehir’de saat tamiratı ve satışı ile uğraşan Ayhan Oskaylar, babasından kalma mesleğinin yanında bir de saat koleksiyonu yaptı. Bursa’da bir antikacıda gördüğü cep saati ise, koleksiyonunun en değerli parçasını oluşturdu.

Zira Çanakkale ya da Kurtuluş Savaşı’ndan kaldığı düşünülen cep saati, ortasını delen fakat geçemeyen kurşun ile ün kazanmış. Yıllarca toprak altında bekleyen cep saatinin halen cam kırıkları bile üzerinde bulunuyor. Oskaylar tarafından bakım yapmak için bile açılmayan değerli saat, müzede sergileneceği günleri bekliyor.

“El değmemesi için özel kutuda saklıyorum”
Kurşunlu saatin değerinin korunması için elinden gelen çabayı gösterdiğini belirten Ayhan Oskaylar, “Babam 1955 yılında bu mesleğe başlamış. Bende 80’li yıllardan itibaren saatçilik ile uğraşıyorum. Elimdeki en önemli ve güzel parça, antikacıdan aldığım cep saatidir. Bu cep saatine kurşun isabet etmiş, muhtemelen Kurtuluş Savaşı yılları veya daha eski Çanakkale Savaşı’ndan kalmış olabilir. Bunun tam anısını ve hikayesini bilemiyoruz. Yalnız içerisinde Abdülhamid’in tuğrası var. Osmanlı zamanında yaptırılmış olduğu kuvvetle ortaya çıkıyor. El değmemesi için özel kutuda saklıyorum. Üzerindeki cam parçalarının bile düşmemesi, olduğu gibi saklamak her zaman için değerini koruması açısından önemlidir. İçini açıp bakım bile yapmadık. Bu saatin bir müzede sergilenmesi için isteyen olursa orada herkesin görmesini isterim” dedi.

Kaynak: http://www.sakaryagazetesi.com.tr/kursunu-durduran-saat-n168767/

Beğen
Beğen Muhteşem Haha İnanılmaz Üzgün Kızgın
1