Çerkes Hasan’ın Efsane Hikayesi

Abdülaziz Han’ın kayınbiraderi olan Çerkes Hasan darbecilere ilk kurşunu atan bir kahraman olarak tarihe geçti.

tb

Bir dost meclisinde söz darbelerden açılıyor ve konu dönüp dolaşıyor geliyor Niğde’nin, yiğit evladına. Tarihî konularda bir derya olan Süleyman Zeki Bağlan Hocamız “Ömer Halisdemir ilk değil ki” diyor “Bir Çerkez Hasan’ımız var mesela!” Çerkez Hasan kimdir, nerede yatar diye soruyoruz, “Düşün peşime götüreyim” diyor. “Hemen şurada Edirnekapı’da!” Gidiyoruz, sur dışına çıkar çıkmaz ilk ada. Lakin mermer atölyeleri ile kuşatılmış, kapılar zincirli, içeri girmek mümkün olmuyor. Milletin şaşkın bakışları arasında duvara tırmanıp içeri atlıyoruz. Gözümüze bir taş mezarlığı çarpıyor âdeta, işli mermerler parça parça. Otlar cangıl olmuş adım attırmıyor insana. Neyse Fatiha’mızı okuyoruz ve Süleyman Hocam başlıyor anlatmaya:

Bizim millet Abdülaziz Han’ı pehlivan meşrep olarak tanır, sanırsın cazgırlık yapıyor Kırkpınar’da. Hâlbuki sıkı bir tedristen geçmiştir, yabancılara kendi lisanlarıyla hitap edebilir. Ressamdır, hattattır ve şairdir sonra. Padişah iken Mısır, Avusturya, Almanya, Fransa ve İngiltere’yi ziyaret eder, Avrupalıların kafasındaki barbar Türk mefhumunu yıkar, zarafetine, kibarlığına, vakarına hayran olurlar. Abdülaziz Han imar faaliyetleri hızlandırır, donanma tarihinin en güçlü seviyesine ulaşır. Düşünün “Şimendifer geçsin de velev ki sırtımdan geçsin” der ve demir yolu için sarayının bahçesini verir gözünü kırpmadan.

Sahil sarayları yıkılır gider, umurunda bile olmaz. Onun devrinde ordu modern silahlarla teçhiz edilir, yeni mektepler açılır. Şura-yı Devlet (Danıştay), Divan-ı Ahkâm-ı Adliye (Yargıtay), Divan-ı Muhasebat (Sayıştay) kurulur, müesseseler oturmaya başlar. Herşey güllük gülistanlık değildir tabii. Sadaret makamında oturan Nedimof lâkaplı M. Nedim Paşa gaileler açar memleketin başına.

tb

DARBECİ VİCDANI!

Abdülaziz’in annesi Pertevniyal Valide Sultan da hayr hasenat sahibidir. Yaptırdığı camiler, mektepler ayaktadır hâlâ. Kimsesizlere ve bilhassa para yüzünden içeri düşen mahkûmlara sahip çıkar. Abdülaziz Han, disiplinlidir, kararlıdır, dış güçler maşaları kullanır ve bir karalama kampanyası başlatırlar. Onun bir oturuşta kuzu yediğinden, pehlivanlarla boğuştuğundan dem vurur, istihzada bulunurlar. Nitekim Serasker (Genel Kurmay Bşk) Hüseyin Avni Paşa’nın yönettiği cunta işareti alır işe başlar. Abdülaziz Han’ı haleder, götürüp Topkapı Sarayına (3. Selim’in boğdurulduğu odaya) kapatırlar. Sadece onu değil, Valide Sultanı ve hanım efendilerini de bizar eder, iter kakar mücevherlerini yağmalarlar. Nesrin Neş’erek kadın efendiyi sürükleye sürükleye sandala bindirir, o soğukta üzerinden şalını çeker alırlar. Garibim Boğaz’ın ayazında büzülür kalır, sırılsıklam ıslanır yağmur altında.

Bilahare Abdülaziz Han’ı Ortaköy Feriye Köşküne alır, üzerine çöker, makasla bileklerini kesip şehit ederler insafsızca. Çağırdıkları hekimler “intihar” raporuna imza koymaz, rütbelerini sökerler yine yanaşmazlar. Bir insan tek bileğini kesebilir ama kesik bilekle makas tutamaz bir daha, ikincisini kesmesi ne akla sığar ne mantığa. Hekim dediğin alet olamaz böyle oyuna. Cunta tehditle baskıyla ilgili evrakları toplar ve V. Murad’ı oturtur koltuğa.

Bakın şu işe ki sandalda fena hâlde üşüten ve manen yıkılan Nesrin Neş’erek Hanım da vefat edecek iki evladını öksüz bırakacaktır o sıra. Nesrin Sultan Ubıh asıllı Çerkez Beyi Gazi İsmail’in kızıdır. Hasan adlı bir kardeşi vardır ki boylu poslu, yakışıklı bir subaydır, silahtan iyi anlar. Öyle ki orduya alınması düşünülen tüfekler tabancalar hakkında fikrini sorarlar. Çok sadık ve gözü karadır, bir ara Galata kabadayıları ile çatışmış ve alayını pişman etmiştir doğduklarına. Tek başına ordudur, bu yüzden Veliaht Yusuf İzzet Efendi’ye yaver yaparlar. Serasker Hüseyin Avni Paşa da çekinir. Acilen tayinini Bağdat’a çıkartır, İstanbul’dan uzaklaştırmaya bakar.

YANLARINA KALMAZ

15 Haziran 1876 -Kolağası Çerkez Hasan artık Dersaadet’te tutulmayacağını anlar. Ablasının ve eniştesinin öcünü almak için atlar bir sandala, gider Kuzguncuk’a. Ancak Hüseyin Avni Paşa köşkte yoktur, toplantıya gittiğini öğrenir uşaklardan. Döner gelir ve beline birkaç tabanca takar, kuşağına Çerkez kamasını sokar, doğru Mithat Paşa’nın Beyazıt’taki konağına… Üzerinde yaver kordonları vardır, haber getirdiğini söyleyince kapı ağaları zorluk çıkarmaz. Elini kolunu sallayarak girer toplantı odasına. Burası geniş bir sofadır, sağ tarafta Hüseyin Avni Paşa ve has adamı Kaptan-ı Derya Kayserili Ahmet Paşa vardır. Direkt onların üzerine gider, revolveri çıkararak Hüseyin Avni Paşa’yı göğsünden ve karnından yaralar. Bu esnada Kayserili arkasından kavrar. Kamasını çıkarıp Ahmet Paşa’nın parmaklarını keser, kulağını koparır ve yerde yatan Hüseyin Avni Paşa’yı bıçaklamaya başlar.

Hariciye Nazırı Reşit Paşa ise koltuğunda donmuş kalmıştır (bir rivayete göre ölmüştür heyecandan) bir el de onun kafasına sıkar. Mithat Paşa o hengamede harem dairesine kaçar. Kapıyı zorlasa da açamaz, Rüştü ve Halet Paşa da bir odaya kapanmış ağır masalar yaslamışlardır kapının ardına. Derken inzibatlar yetişir karakoldan. Çerkez Hasan’ın onlarla alıp veremediği yoktur “teslim ol” çağrısına direnmez, kaçmaya kurtulmaya da çalışmaz. Başına gelecekleri biliyordur oysa. Yalnız o sıra bir kolağası hakaretamiz konuşur, gereksiz hareketler yapar.

Hasan bir anda kollarına giren askerlerden kurtulur ve çizmesinde sakladığı tek atımlık tabancayı çıkarır, tetiğe basar. Çerkez alelacele yargılanır (17 Haziran 1876). Mahkemede “Şuray-ı Devlet Reisi Mithat Paşa ile Bahriye Nazırı Kayserili Ahmet Paşa’yı öldüremediğim için müteessirim, biçare zabit ve muhafızları istemeden hırpaladığım için ise pişmanım. Nefsim için yapmadım, millet için yaptım. Cezama razıyım” der. Yaralarını sarmak isteyen hekime “beyhude uğraşmayın” der, “nasıl olsa asacaklar. Devletin malzemesi zayi olmaya!” Sadakate bakın, ıstırabı vardır oysa. Divan-ı Harp önce askerlikten tardına, sonra idamına karar verir.

Hüküm aynı gün Beyazıt Meydanı’nda infaz edilir iri bir dut ağacının dallarında. Hüseyin Avni baskısından kurtulan halk, Çerkez Hasan’ı destanlaştırır. Şiirler yazar, ağıtlar yakar. Senâî, Nâim, Hilmi Efendi gibi şâirler mersiyeler kaleme alır. Eşref Paşa “Rabb-i izzet Cennet etsin kabrini Çerkes Hasan / Kâmet-i Avnîye ol esnada biçmişdi kefen” mısraları ile tercüman olur kalabalıklara. Sultan Abdülhamid Han saltanata gelir gelmez o dut ağacını kestirecek ve Çerkez Hasan’ın kabrini yaptıracaktır. Üzerine de “Ümerâ ve guzât-ı çerâkiseden İsmâil Bey’in oğlu olup, genç yaşında (26) velînîmeti uğrunda fedâ-yı cân eden Çerkez Hasan Bey’in kabridir” yazdırır zarif bir hatla. Bu kabir bilahare zamana yenilir ve unutulur.

Allah razı olsun Hüseyin Hilmi Işık Hoca arar bulur ve bizzat kendi parasıyla yaptırır. Ancak kabristan şu günlerde de çok perişan, Çerkez Hasan gibi nice kahramanın, devlet adamının, sanatkârın, ulemanın taşları devrilmiş kırılmış, bir utanç vesikası gibi duruyorlar ortada. İstanbul’un orta yeri ve en önemli kavşak. Turistler hâlimize bakıp gülüyor ihtimal. Meclis Başkanımız İsmail Kahraman Beyefendi’nin tarihe çok değer verdiğini biliyorum. Bu vesileyle elden geçirilebilir mi acaba?..

1876’DA İDAM EDİLDİ

Divan-ı Harp önce askerlikten tardına, sonra idamına karar verir Çerkez Hasan’ın. Hüküm aynı gün Beyazıt Meydanı’nda infaz edilir iri bir dut ağacının dallarında. Sultan Abdülhamid Han saltanata gelir gelmez o dut ağacını kestirir ve kabrini yaptırır. Hüseyin Hilmi Işık Efendi de yıllar sonra kendi parasıyla kabri tamir ettirir.

Beğen
Beğen Muhteşem Haha İnanılmaz Üzgün Kızgın

Gelincik Hikayesi

Gelincik Hikayesi

Çocukları olmayan evli bir çift, hergün olduğu gibi yine tarlaya çalışmaya gitmişler.

Çalışırlarken bir yılan ile gelinciğin kavgasını izlerler. Anne gelincik yavrusunu yemesin diye kendini yılana yem eder, ve yılan çekip gider. Yavru gelincik orada tek başına kalır. Kadın;
-"Bey yazıktır evimize götürelim besleyelim" der ve eve götürürler.

Aradan zaman geçer, bu çiftin çocukları olur ve tabi gelincikte büyümüştür evin bir parçası olmuştur.

Birgün çiftin acil tarlaya gitmesi gerekir ama bebek evde uyuyor. Adam;
-"Birşey olmaz 5 dk’ya geliriz" der ve sırtlanırlar küreklerini tarlaya giderler.

Geldiklerinde kapıyı açınca ne görsünler ? Gelincik ağzı kan revan içinde evin içinde dolaşıyor. !

Bunu gören adam kan beynine sıçrar ve elindeki kürekle vura vura gelinciği öldürür. Sonra bütün odalara bakarak çocuğunu arar ve bi bakarlar ki çocuk odasında mışıl mışıl uyuyor, bebeğin diğer yanına baktıklarında ise ölü bir yılan görürler ve anlaşılırki gelincik bebeği korumak için yılanı öldürmüştür.

Adam dizleri üzerine çöker; Aman Yarabbi ben ne yaptım nasıl böyle bir yanlış yaparım diye yıllarca kendini yer bitirir.

Beğen
Beğen Muhteşem Haha İnanılmaz Üzgün Kızgın

Kıyıdaki Balıkçının Hikayesi

Kıyıdaki Balıkçının Hikayesi

Küçük bir sahil kasabasında tatil yapan bir adam, kumsalda yürüyüşe çıkmış. Kıyıda mutlu bir yüzle balık avlayan bir adam görmüş ve ona doğru yürümüş. Adamın kovasında birkaç tane balık varmış. Gülümseyerek sormuş adama;

-Ne yapacaksın bu balıkları? Yemek için mi avlıyorsun, yoksa satmak için mi? demiş.

Adam da ona gülümsemiş ve demiş ki;
-Biz bu kasabada yaşıyoruz. Sık sık bu kıyıya gelip balık avlarım. Eve gitme zamanım yaklaşınca eşim masayı hazırlar, salatayı yapar ve çocuklarımla birlikte benim dönüşümü beklerler. Sonra da balıkları kızartır, neşe içinde yeriz.

Sonrasında aralarında şu konuşmalar geçmiş;
-Peki, daha çok balık tutsan, yiyeceğiniz balıkları ayırdıktan sonra fazlaları satsan nasıl olur?

-Neden fazla balık tutup da satayım ki? Karnımızı rahatça doyurabiliyoruz.

-Fazlalarını sattığında kazandığın parayla kendine küçük bir tekne alırsın, böylelikle denize açılıp daha çok balık tutma şansın olur.

-İyi de o kadar çok balığı ne yapacağım?

-Çok balık tuttuğun zaman balık pazarında bir tezgâh edinip satma şansın olur. Hem o zaman daha da büyük bir tekne alırsın, kasabanın en çok satan balıkçısı sen olursun.

-Daha büyük tekne, daha çok balık, en çok satan balıkçı…Bunların bana ne faydası olacak ki?

-Minik bir balıkçı filosu kurabilirsin böylece. Kasabayı bırak, şehirde de tanınmış olursun o zaman.

-Filom olduğu zaman ne olacak peki?

-Daha da geliştirdiğini düşün işlerini; şöyle uluslararası bir balıkçı filosunun sahibi olduğunu. Holding bile kurabilirsin o zaman.

-Holdingim olduğunda neler yapabilirim?

-Canının istediği yere gidebilir, istediğin her şeyi satın alabilirsin. Villada yaşarsın, lüks arabaların olur, hizmetçilerin, korumaların vs.

-Ya o hayattan sıkılırsam ne yapacağım?

-Minik bir sahil kasabasına gidersin ailenle; sizi tanımayanların olduğu bir kasabaya. Sık sık kıyıya gidersin balık avlamak için. Eşin ve çocukların masayı hazırlayıp senin eve dönüşünü beklerler. Sonra da balıkları kızartır, neşe içinde yersiniz…

Beğen
Beğen Muhteşem Haha İnanılmaz Üzgün Kızgın

Ağaçtan Sabuna Zeytinin Hikayesi

Türkiye’nin önemli zeytin üretim merkezlerinden Gaziantep’in Nizip ilçesinde ağaçlardan toplanıp fabrikalara getirilen zeytinler, çeşitli işlemlerden geçtikten sonra doğal zeytinyağlı Nizip sabunlarına dönüşüyor. İçerisinde kimyasal madde bulunmayan, kozmetik sektöründe de önemli bir yer tutan doğal zeytinyağlı sabunlar, Türkiye’nin yanı sıra özellikle Ortadoğu ülkelerinde de büyük ilgi görüyor.

Zeytin diyarı olarak da bilinen Gaziantep’in Nizip ilçesinde çiftçilerin ekim ve kasım aylarında binbir emekle ağaçtan topladıkları zeytinler, sofraları olduğu kadar banyoları da süslüyor. Toplandıktan sonra araçlarla getirildikleri fabrikalarda özel makinelerde yağları çıkarılan zeytinlerden arta kalan posalar, tekrar araçlara yüklenerek sabun fabrikalarına götürülüyor.

Burada zeytin posalarından "pirina yağı" elde edilmesiyle başlayan işlem, büyük kazanlara konulan yağın "kostik" denilen sodyum hidroksit eklenerek yaklaşık 2 gün boyunca kaynatılmasıyla devam ediyor.

Karışım, istenilen kıvama geldikten sonra kovalarla fabrikanın özel hazırlanmış bölümünde yere seriliyor. Bir günlük soğutmanın ardından 6 işçi tarafından önce dikine, sonra da enine kesilerek dilimlenen sabun, daha sonra damgalanarak toplanıyor ve kubbe şeklinde duvar gibi örülerek 6 ay boyunca kurumaya bırakılıyor.

Geleneksel yöntemlerle üretilen zeytinyağlı Nizip sabunu, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgeleri ağırlıklı olmak üzere Türkiye’nin dört bir yanındaki müşterilere ulaştırılıyor. Sabunlar Türkiye’nin yanı sıra Ortadoğu ülkelerinde de yoğun ilgi görüyor.

YABANCI MADDELERDEN ARINDIRILIYOR

Nizip’teki bir fabrikada 20 yıldır ustabaşı olarak çalışan Celal Gül, AA muhabirine yaptığı açıklamada, fabrikada sabun ve zeytinyağı üretimi yaptıklarını, geleneksel yöntemlerle elde ettikleri sabunların sağlıklı olduklarını söyledi.

Çiftçilerin getirdikleri zeytinlerden öncelikle zeytinyağı çıkarıldığını, ardından da kalan posaları değerlendirerek tekrar yağ elde ettiklerini anlatan Gül, pirina adı verilen bu yağı kazanlara koyup kostik ilave ederek kaynattıklarını ve sabun yaptıklarını dile getirdi. Gül, şöyle devam etti:

"İsteğe göre bunu çeşitlendirebiliyoruz da. 2 gün boyunca kaynatılarak pişirilir. Bu sırada içindeki yabancı maddelerden arıtılır. Daha sora serilerek soğumaya bırakılır. Soğuyan sabun tamamen insan gücüyle kesilir ve damgalanır, ardından da kafes denilen kuleler şeklinde örülerek 6 ay kurumaya bırakılıyor. Kuruduktan sonra paketlenir."

Son dönemlerde vatandaşların doğal ürünlere yöneldiğini aktaran Gül, bu nedenle halk arasında "yeşil sabun" olarak da bilinen "Nizip sabunu"na da ilginin arttığını ifade etti.

Zeytinyağlı sabunu deneyenlerin vazgeçemediğini anlatan Gül, vücut ve yüz temizliğinin yanı sıra pek çok kişinin saçlarını da bu sabunlarla yıkadığını belirtti. Nizip sabununun Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde sıkça kullanıldığına işaret eden Gül, sabunun ayrıca başta Ortadoğu olmak üzere dünyanın birçok ülkesine de ihraç edildiğini kaydetti.

Beğen
Beğen Muhteşem Haha İnanılmaz Üzgün Kızgın