Sanat Tarihindeki ilk Türk Halısı: Pazırık Halısı

Tarihteki İlk Türk Halısı; Pazırık

M.Ö. 3. yüzyıla ait Hun halısı, Altay Dağları eteklerinde, Pazırık vadisinde, beşinci kurganda bulunmaktadır. Sanat tarihinde bilinen ilk türk halısı olan bu şaheserin boyutları 1,89×2 metre olup, bir desimetre karede 3600 ilmek bulunmaktadır. Günümüzde hala Manisa’nın Gördes ilçesinde dokunan halılarda aynı ilmek tekniği kullanılmaktadır. Sanat tarihinde bilinen bu ilk Türk halısı halen Leningrad Ermitage Müzesi’nde teşhir edilmektedir.

Mucizevi Şekilde Günümüze Ulaştı

Pazırık Halısı, Altay Dağlarının eteklerinde 1947 ve 1949 yılları arasında , Pazırık Kurganları beşinci mezar odasında yapılan kazılarda arkeolog Sergei Rudenko ve Yardımcıları tarafından bulunmuştur. Pazırık’ta bulundan kurganlar Altayların bu soğuk ikliminde buz tuttuğundan dolayı Bu kurganlardan çıkarılan eserler günümüze kadar korunarak gelmiştir. Bu kurganlarda bulunan zengin sanat eserleri gün ışına çıkarılmıştır. Bu buluntuların büyük bir bölümü Ermitaj müzesinde sergilenmektedir. Pazırık Halısı da çıkarıldıktan sonra özel yöntemlerle yıkanmış, kurutulmuş ve üzerine alkol, jelatin ve gliserin içeren özel bir karışım sıkılmıştır. Pazırık Halısı bu haliyle başka bir bakım görmeden 1950’de beri St.Petersburg Hermitaj müzesinde sergilenmektedir.

Pazırık Halısının Yapısı

Pazırık Kurganlarında keşfedilen ve ve MÖ 5.yy’a tarihlendirilen yün halı, Pazırık Halısı adıyla dünyanın bilinen en eski halısıdır. Halının ebatları 195*205 cm ölçülerinde olup , aşağı yukarı 4 metrekare gelmektedir. Çok ince yünden dokunmuştur ve her bir cm. karesinde 36 Gördes düğümü tespit edilmiştir. Bu düğüm sıklığı halının kendi dönemi içerisinde büyük bir ustalıkla yapıldığını göstermektedir. Renkler yumuşak ve olgundur. Zemin koyu kırmızıyken, gölgelerin bir kısmı açık mavi bir kısmı kırmızı olup, halıda sarı renkler hakimdir. Rudenko hünerli bir halı yapıcısının bir günde 2000 düğüm atabileceğini söylemiştir.

Pazırık halısında santimetrekaresinde 36.000 olmak üzere toplamda 1.250.000 düğüm vardır. Buradan hareketle Pazırık Halısının en az 18 aylık aylık bir çalışmanın sonucu olduğunu söyleyebiliriz. Bu halı stil, ölçü ve şekil bakımından Türkmen Halılarına benzemektedir. Halının dokunmasında kullanılan ipler yün olup oldukça ince ve çok bükümlüdür. Motifler birbirine mükemmel bir uyum içerisinde bağlanmıştır.

Pazırık Halısının Sembolik Motifleri

Halının orta kısmı, sıralar halinde teşhir edilmiş yaldız şekilleri ve lotus (Nilüfer) süslemeleri ile doldurulmuştur. Eserin bu orta kesiminde 24 kare alan içerisinde bazı araştırmacılara göre dört yapraklı bir çiçek motifi vardır. Geçerliliği kanıtlanmamakla birlikte bu 24 kareyi 24 Oğuz Boyu ile ilişkilendiren görüşler de vardır. K.Erdmann’ın ”eyer örtüsü” olduğunu zannettiği bu halının ortasındaki karelere bölünmüş kısmı dikkate alan Jettmar gibi araştırmacılar halının bir oyun halısı olduğunu da iddia etmişlerdir. Halının bazı noktalarındaki rozet veya üçgen motiflerin oyunun başlangıç ve bitiş noktaları olduğu ileri sürülmüştür. Bu oyunun ilkel bir satranç şeklinde zarla oynanan bir oyun olduğunu ileri sürmüştür.

24 karenin olduğu bölümü, genişlikleri çok az değişen üçü dar olmak üzere beş bant (su kanalı) ile kuşatılmıştır. Bunlardan ilki, kartal başlı arslan vücutlu bir motifi simgeler. Bu Grifon’un başı, arkaya doğru çevrilmiş olup gagasından dili gözükmektedir. Bu hayali yaratığın kafası yukarı kalkık, kanat ve kuyruğu tamamıyla kareye sığdırılmıştır.

İkinci bant ise ise tek sıra halinde sağdan sola doğru yürüyen bir grup eliği (Geyik türü) gözler önüne sermektedir. Bu geyik ise İç Asya’da yaşayan ”Alces Machis” denen bir türdür. Bu cins geyik İran ya da Ön Asya’da bulunmamaktadır. Geyik üzerindeki şekillerde Türk Hayvan Üslubuna ait tasvirler yer almaktadır. Bir sonraki şeritte ise geyiklerin ters istikametinde heybetli bir alay halinde ilerleyen bir sıra Türk süvarisini gösterir. Atın yanında yürüyen ve üzerine binmiş halde yer alan süvariler İç Asya’da giyilen türden bir başlığa, ayrıca çizme ve pantolona sahip olarak İç Asya kıyafetiyle karşımıza çıkar. Atların üzerindeki eyer örtüleri ise bize yine diğer pazırık kurganlarından çıkarılan eyer örtülerini hatırlatmaktadır.

Atların hepsi gemlidir. Bazı gemlerde süs plakaları gözle görülmektedir. Atların sırtlarına keçeden yapılmış örtü konmuştur. Hayvanın terini almak üzere sırtına konan bu nakışlı örtülere Orta Asya’da ”çaprak” ya da ”şaprak”, Anadolu’da ise ”terlik” ya da ”ter keçesi” denmektedir. Atların kuyruğunun düğümlü olduğu göze çarpmaktadır. Bu tasvir bozkır topluluklarının etkisiyle yapılmıştır. At kuyruğu bağlama ya da kesmenin mitolojik, dini ve sembolik anlamları yüzyıllarca Türk Toplumları arasında yaşamıştır. Halı üzerinde bulunan pars damgası da dikkate değerdir. Ayrıca Pars, Kazakistan’ın eski başkenti Almatı’nın ve Tataristan’ın devlet damgasıdır.

Beğen
Beğen Muhteşem Haha İnanılmaz Üzgün Kızgın

Türk Boyları | 24 Oğuz Boyu

Soyumuz, Oğuz Han‘dan gelmektedir. Atamız Oğuz Han’ın “Gün Han, Ay Han, Yıldız Han, Gök Han, Dağ Han, Deniz Han” adlarında 6 (altı) tane oğlu vardır. Oğuz Han’ın her oğlunun da dört tane oğlu vardır. İşte Atamız Oğuz Han’ın altı oğlundan olan 24 tane torunu, bugünkü “24 Oğuz Boyu“nu meydana getirmiştir. Bütün dünyaya yayılan Oğuzlar, bu 24 boya dayanmaktadır.

Boz-Oklar: Dış Oğuzlar da denip, Sağ kolu teşkil ederler.

1. Gün-Alp/Gün-Han: Sembolü şâhin. Oğulları:

a) Kayıg/Kayı-Han: “Sağlam, berk” anlamındadır. Üç kıta ve yedi denize altı yüz yıldan fazla hâkim olan Osmanlı sülâlesi bu boydandır. Kayı Boyundan Ertuğrul Gâzi ve her biri birer müstesnâ şahsiyete sâhip, çoğu dâhî, cihangir, kumandan, şâir ve sanatkâr olan Osmanlı sultanları, Kayı Han neslinin kıymetini göstermeye kâfidir.
b) Bayat: “Devletli, nîmeti bol” anlamındadır. Maraş ve çevresine hâkim olan Dulkadiroğulları, İran’da Kaçarlar, Horasan’da Kara Bayatlar, Maku ve Doğubeyazıt hanları, Kerkük Türkmenlerinin çoğu, bu boydandır. Dede Korkut kitabını 1480’de Hicaz’da yazan Tebrizli Hasan ve meşhûr şâir Fuzûlî bu boydandır.
c) Alka-Bölük/Alka-Evli: “Nereye varsa başarı gösterir” anlamındadır. Türkiye ve Âzerbaycan’daki Alaca, Alacalılar adı taşıyan yerler bu boyun hatırasıdır.
d) Kara-Bölük/Kara-Evli: “Kara otağlı (çadırlı)” anlamındadır. Karalar ve karalı gibi coğrafî yer adları bunlardan kalmadır.

2. Ay-Alp/Ay-Han: Sembolü kartal. Oğulları:

a) Yazgur/Yazır: “Çok ülkeye hâkim” anlamındadır. Ab-Yabgu devrindeki Yenibent Yabguları, Batı Türkistan’daki Cend Emirleri, Kara-Daş denilen Horasan Yazırları, Ahıska’dan aşağı Kür boyundaki Azgur-Et (Azgur Yurdu) Kalesi, Kürmanç Kürtlerinin Azan Boyu, Toroslardaki Gündüzoğulları Hanedanı bu boydandır.
b) Tokar/Töker/Döğer: “Dürüp toplar” anlamındadır. Yenikentli Vezir Ayıdur, Harput-Diyarbakır-Mardin hâkimleri, Artuklular, Sincar-Siverek, Suruç arasında hâkim eski Caber Beyleri, Memluklar devrinde Halep Döğeriyle Hama Döğerleri, bugünkü Mardin-Urfa arasında yirmi dört oymaklı Kürt Döğerleri, Hazar Denizi doğusundaki Saka Boyu Takharlar; Şavşat’taki Ören kale, To-Kharis ve Malatya’nın Tokharis bucağı, Dağıstan’daki Digor ve Kars ve Arpaçay sağındaki Digor kazası bu boydan hatıradır.
c) Totırka/Dodurga/Dödürge: “Ülke almak ve hanlık yapmak” anlamındadır. Sivas doğusundaki Tödürgeler bu boydandır.
d) Yaparlı: “Misk kokulu” anlamındadır. Zaza Çarekliler ve misk ticareti yapan Yaparı Oymağı bu boydandır. Yaparı Oymağının Akkoyunlu ve Giraylı camilerinin mihrap duvar harcına bu güzel ıtriyattan kattıklarından hâlâ hoş kokmaktadır. Diyarbakır ve Kırım’da hatıraları vardır.

3. Yıldız-Alp/Yıldız Han: Sembolü tavşancıl. Oğulları:

a) Avşar/Afşar: “Çevik ve vahşî hayvan avına hevesli” anlamındadır. Hazistan Beyleri, Konya’daki Karamanoğulları, İran’daki Avşarlı Nâdir Şah ve hanedanı, Ürmiye ve Horasan Afşarları bu boydandır.
b) Kızık: “Yasakta pek ciddi ve kuvvetli” anlamındadır. Gaziantep, Halep ve Ankara çevresindeki Kızıklar, Doğu Gürcistan’da ve Şirvan batısındaki ovaya Kızık adını verenler bu boydandır.
c) Beğdili: “Ulular gibi aziz” anlamındadır. Harezmşahlar, Bozok/Yozgat-Raka/Halep çevresindeki Beğdililer, Kürmanç Badılları bu boydandır.
d) Karkın/Kargın: “Taşkın ve doyurucu” anlamındadır. Akkoyunlu-Dulkadiroğlu ve Halep-Hatay bölgesindeki Kargunlar, Doğu Anadolu ve Âzerbaycan’daki ilkbaharda eriyen karların suları ile kopan sel ve su kabarmasına da Kargın/Korkhun denilmesi bu boyun adındandır.

Üç-Oklar: İç Oğuzlar da denilip, sol kolu teşkil ederler.

1. Gök-Alp/Gök Han: Sembolü sungur. Oğulları:

a) Bayundur/Bayındır: “Her zaman nîmetle dolu yer” anlamındadır. Akkoyunlular sülâlesi, İzmir’den Âzerbaycan’daki Gence’ye kadar Bayındır adlı yerler bu boydan gelir.
b) Beçene/Beçenek/Peçenek: “İyi çalışkan, gayretli” anlamındadır. Karadeniz kuzeyi ile Balkan Yarımadasına göçen ve 1071 Malazgirt ile 1176 Miryokefalon Meydan Muhârebelerinde Bizanslılardan ayrılarak Selçuklular safına geçen Peçenekler, Dicle Kürmançlarının iki ana kolundan güneydeki Beçene Kolu, Ankara-Çukurova Halep bölgelerindeki Türkmen oymaklarından Peçenekler bu boydandır.
c) Çavuldur/Çavındır: “Ünlü, şerefli, cavlı” anlamındadır. Türkmenistan’da Mangışlak Çavuldurları, Çorum çevresindeki Çavuldur ve Anadolu’daki Çavdar Türkmen oymakları, Erzurum ve çevresindeki Çoğundur adlı köyler bu boyun adından gelmektedir.
d) Çepni: “Düşmanı nerede görse savaşıp hemen çarpan, vuran ve hızlı savaşan” anlamındadır. Rize-Sinop arasındaki çok usta demirci Çepniler ve Çebiler, Kırşehir, Manisa-Balıkesir çevresindeki ve Kars ile Van bölgelerinde Türkmen Oymağı Çepniler bulunmaktadır.

2. Dağ-Alp/Dağ Han:
Sembolü uçkuş. Oğulları:

a) Salgur/Salur: “Vardığı yerde kılıç ve çomağı ile iş görür” anlamındadır. Kars ve Erzurum hâkimi Salur Kazan Han Sülâlesi, Sivas-Kayseri hükümdarı âlim ve şair Kadı Burhâneddin Ahmed ve Devleti, Fars Atabegleri, Salgurlular, Horasan’daki Teke-Yomurt ve Sarık adlı Türkmenlerin çoğu bu boydandır.
b) Eymür/Imır/İmir: “Pek iyi ve zengin” anlamındadır. Akkoyunlu, Dulkadirli ve Halep Türkmenleri içindeki Eymürlü/İmirlü oymakları, Çıldır ve Tiflis’teki iyi halıcı ve keçeci Terekeme Oymağı bu boydandır.
c) Ala-Yontlup/Ala-Yundlu: “Alaca atlı, hayvanları iyi” anlamındadır. Yonca kelimesi bu boyun hatırasıdır.
d) Yüregir/Üregir: “Daima iyi iş ve düzen kurucu” anlamındadır. Orta Toros ve Çukurova Üç-Oklu Türkmenlerinin çoğu, Adana’daki Ramazanoğulları bu boydandır.

3. Deniz Alp/Deniz Han:
Sembolü çakır. Oğulları:

a) Iğdır/Yiğdir/İğdir: “Yiğitlik, büyüklük” anlamındadır. İçel’in Bozdoğanlı Oymağı, Anadolu’da yüzlerce yer adı bırakan İğdirler, İran’da büyük Kaşkay-Eli içindeki İğdirler ve Iğdır adı, bu boyun hâtırasıdır.
b) Beğduz/Bügdüz/Böğdüz: “Herkese tevâzu gösterir ve hizmet eder anlamındadır. Dicle Kürtleri ilbeği olup, Hazret-i Peygamber’e elçi giden (622-623 yılları arasında Medîne’ye varan), Bogduz-Aman Hanedanı temsilcisi ve Kürmanç’ın iki ana kolundan Bokhlular/Botanlar, Yenikent-Yabgularından onuncu yüzyıldaki Şahmelik’in Atabegi Kuzulu, Halep Türkmenlerinden Büğdüzler bu boydandır.
c) Yıva/Iva: “Derecesi hepsinden üstün” anlamındadır. Büyük Selçuklu Sultanı Melikşâh (1072-1092) devrinde Suriye ve Filistin’i feth eden Atsız Beğ, 12. yüzyılda Hemedân batısında Cebel bölgesi hâkimleri Berçemeoğulları, Haçlıları Halep çevresinde yenen Yaruk Beg, Güney-Âzerbaycan’daki Kaçarlu-Yıva Oymağı bu boydandır. Ankara’da çok makbul yuva kavunu bu boyun yerleştiği ve adları ile anılan köylerde yetişir.
d) Kınık: “Her yerde aziz, muhterem” anlamındadır. Büyük ve Anadolu Selçuklu devletleri, Orta Toroslardaki Üçoklu Türkmenler, Halep-Ankara ve Aydın’daki Kınık Oymakları bu boydandır.

Oğuzlarla ilgili diğer bilgiler: Oğuzlar, Oğuz Boyu Bugün; Türkiye, Balkanlar, Azerbaycan, İran, Irak ve Türkmenistan’da yaşayan Türklerin ataları olan büyük bir Türk boyu. Oğuzlara, Türkmenler de denir.

Oğuz kelimesinin türeyişiyle ilgili çeşitli fikirler ileri sürülmüştür. Kelimenin boy, kabile mânâsına gelen “Ok” ve çokluk eki olan “z”nin birleşmesinden “Ok-uz” (oklar, koylar) anlamında olduğu ileri sürüldüğü gibi, oyrat (haşarı, yaramaz) kelimesinin eş anlamlısı olduğunu iddiâ edenler de vardır. Ancak kelime, Anadolu ağızlarında “halim selim, ağırbaşlı” mânâlarına da kullanılmaktadır. Arap kaynaklarında ise “guz” veya “uz” şeklinde geçmektedir.

İlk zamanlar Üçok ve Bozok adlarıyla iki ana kola ayrılmış olan Oğuzlar, daha sonraki devirlerde, Dokuz Oğuz, Altı Oğuz, Üç Oğuz adlarında boylara da ayrıldılar. Oğuzlar, yirmi dört boydan meydana gelmişti. Bunlardan on ikisi Bozok, on ikisi Üçok koluna bağlıydı. Tarihçiler, hazırladıkları cetvellerde Oğuz boylarının adlarını, sembollerini ve ongunlarını (armalarını) göstermişlerdir. Buna göre, Bozoklar; Kayı, Bayat, Alka Evli, Kara Evli, Yazır, Dodurga, Döğer, Yaparlu, Afşar, Begdili, Kızık, Kargın; Üçoklar ise; Bayındır, Peçenek, Çavuldur, Çepnî, Salur, Eymur, Ala Yundlu, Yüreğir, İğdir, Büğdüz, Yıva, Kınık boylarına ayrılmışlardı. Bugün Türkiye’de yirmi dört Oğuz boyuna ait işaret ve yer adlarına çok rastlanmaktadır.

Oğuz adına ilk defa Yenisey Kitabelerinde rastlanmaktadır. Barlık Irmağı yöresinde bulunan bu kitabelerde; “Altı Oğuz budunda” sözü yer almaktadır. Öz Yiğen Alp Turan adlı bir beye ait olan bu kitabelerin yazıldığı devirde, Oğuzlar, Göktürkler’in hakimiyeti altında altı boy hâlinde Barlık Irmağı kıyılarında yaşamakta idiler.

Beğen
Beğen Muhteşem Haha İnanılmaz Üzgün Kızgın

TÜRKSOY – Uluslararası Türk Kültürü Teşkilatı

TÜRKSOY

Türk dünyasının UNESCO’su olan Uluslararası Türk Kültürü Teşkilatı (TÜRKSOY), 1993 yılında, Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Türkmenistan ve Türkiye cumhuriyeti kültür bakanları tarafından imzalanan anlaşmayla kurulmuştur. Daha sonra Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Rusya Federasyonuna bağlı Tataristan, Başkurdistan, Altay, Saha, Tıva ve Hakas Cumhuriyeti ile birlikte Moldova’ya bağlı Gagavuz Yeri, TÜRKSOY’a gözlemci üye olarak katılmışlardır. TÜRKSOY 20 yılı aşkın süredir Türk halklarının gönül birlikteliğini ve kardeşliğini güçlendirmek, ortak Türk kültürünü gelecek nesillere aktarmak ve dünyaya tanıtmak için çalışmaktadır.

TÜRKSOY’un çalışmaları, Türk dili konuşan ülkeler devlet başkanlarının himayelerinde yürütülmüş ve takdirlerini kazanmıştır.

TÜRKSOY’un faaliyetleri, Türk Dili Konuşan Ülkeler Kültür Bakanları Daimi Konseyi tarafından belirlenir. Daimi Konsey toplantılarında alınan kararlar TÜRKSOY Genel Sekreterliği tarafından icra edilir.

Ressamlar buluşmaları, opera günleri, edebiyat kongreleri gibi geleneksel faaliyetleriyle TÜRKSOY, Türk dünyası bilim adamı ve sanatçılarının tecrübe alışverişlerine imkan sağlamaktadır.

tb

Türk dünyasının ortak geleneği olan nevruz, TÜRKSOY’un çalışmaları sayesinde bütün insanlığa mal edilmiştir. 2010 yılında UNESCO Genel Merkezi’nde, 2011 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda gerçekleştirilen tarihi kutlamalar sonrasında TÜRKSOY bugüne dek üye ülkelerin dışında, Almanya, Avusturya ve İngiltere’de baharın gelişi Nevruz’u coşkuyla kutlamıştır.

Her yıl farklı ülkelerden yüzlerce sanatçının katılımıyla, tiyatrodan sinemaya, müzikten plastik sanatlara çeşitli festivaller düzenlenmektedir. Bu festivaller sayesinde ortak Türk kültürünün paydaşları birbirlerini daha yakından tanımaktadır.

TÜRKSOY hizmet binası

TÜRKSOY, yayınlarıyla Türk halklarının zengin kültürel mirasını geniş kitlelere ulaştırmaktadır. Üç dilde yayınlanmakta olan TÜRKSOY dergisinin yanı sıra yıl boyu farklı lehçe ve dillerde pek çok eser okuyucularla buluşturulmaktadır.Türk halklarının ortak geçmişini; dil, edebiyat, kültür ve sanatını, bir bütün halinde ele alan bilimsel çalışmalar gerçekleştirilmektedir.

6 ülkede seyirci ile buluşturulan Üzeyir Hacıbeyli’nin ölümsüz Köroğlu operası, Türkiye’de ilk kez opera repertuvarına dahil edilen Mukan Tölebayev’in Birjan ve Sara Operası ve 9 ülkeden 200 sanatçının katılımıyla Amerikalı bir koro eşliğinde Türkiye ve ABD’de icra edilen Adnan Saygun’un Yunus Emre Oratoryosu geçtiğimiz yıllarda TÜRKSOY’un gerçekleştirdiği özel projelerin bazılarıdır.

Düzenlenen anma toplantıları ve ilan edilen anma yılları kapsamında Türk kültürüne hizmet eden parlak şahsiyetler, yeni nesillere tanıtılmaktadır. Kendini sürekli geliştiren ve yeniliklere imza atan Türksoy’un, kültür hayatımıza kattığı yeniliklerden biri de, Türk dünyası kültür başkenti uygulaması olmuştur. Uygulama kapsamında 2012 yılında Astana, 2013 yılında Eskişehir, 2014 yılında Kazan ve 2015 yılında Türkmenistan’ın Merv şehri Türk Dünyası Kültür başkenti olarak seçilmiştir.

Türk Konseyi, Türk Akademisi, Türk Kültür ve Mirası Vakfı, TÜRKSOY’un koordinasyon içerisinde çalıştığı kardeş örgütlerdir. TÜRKSOY ayrıca aynı ilke ve amaçları paylaştığı, UNESCO, ISESCO ve Bağımsız Devletler Topluluğu İnsani İşbirliği Vakfı gibi uluslararası örgütlerle yürüttüğü projelerde işbirlikleri gerçekleştirmektedir.

TÜRKSOY Genel Sekreterliği Merkezi, Türk dünyası kültür adamları ve sanatçılarının buluşma noktasıdır.

TÜRKSOY Resmi Sitesi

Beğen
Beğen Muhteşem Haha İnanılmaz Üzgün Kızgın

Türk – Mekanik Satranç Oyuncusu (Satranç Otomatı – 1769)

Türk, bir masa ve bir insan modelinden oluşan sahte bir mekanik satranç oyuncusu (otomat). 1769 yılında 6 ay kadar bir sürede yapılıp 1770’de ilk kez İmparatoriçe Maria Theresa için sergilendiğinden beri bu konu tartışılmıştır. Otomat Viyana’da İmparatoriçe Maria Theresa’nın hizmetinde çalışan mekanikçi Wolfgang von Kempelen tarafından yapılmıştır.

İmparatoriçe Maria Theresa için yapılan bu otomat, 120 cm uzunluğunda, 105 cm genişliğinde ve 60 cm yüksekliğindedir. Akçaağaçtan ve üzerine satranç tahtası çizilmiş tekerlekli bir kabinet önünde oturan bıyıklı, sarıklı ve pelerinli bir Türk figüründen oluşuyordu. Öndeki kapak açılıp dolabın ve Türk’ün içine bakıldığında irili ufaklı pek çok kaldıraç, makara ve başka karmaşık mekanik sistemler görülebilmekteydi.

Kurularak çalışan Türk, karşısındaki gönüllüyle satranç oynamaya başladığında, gözleri satranç tahtasını tarıyor, başını arada bir sallayıp satranç taşlarını eliyle hareket ettiriyordu. Yaptığı işler bunlarla da kalmıyordu; pek çok oyunda rakibini yenmeyi de başarıyordu. Yaptığı hamlenin bittiğini başını üç kez sallayarak belirten otomat, maç sonrasında seyredenlerden gelen soruları satranç tahtasının yanında bulunan özel bir tepside harfleri birleştirerek yanıtlayabiliyordu.

Türk’ü izleyenler onlarca yıl boyunca onun sırrını çözmeye çalışmışlardı. Bazıları çok ilginç teoriler üretmişler ve bu açıklamalara gazetelerde geniş yer verilmişti. Bir teoriye göre satranç taşlarının içine yerleştirilen mıknatıslar sayesinde Türk taşları oynatıyordu. Bir başka teori ise kuklanın içine bir çocuğun girmiş olduğunu savunuyordu.

Dr. Gamaliel Bradford ve ünlü yazar Edgar Allan Poe en akılcı çözümleri üretenler olmuştu. Edgar Allan Poe, otomat hakkında yazdığı "Maelzel’s Chess" adlı tanıtım yazısında Mekanik Türk’ü şöyle tasvir ediyordu:

Oyunu kazanmadan önce kafasını bir zafer edasıyla sallıyor, kendini beğenmiş bakışlarla etrafına göz gezdirdikten sonra sol kolunu herzamankinden daha geriye çekiyor ve parmaklarını bir süre dinlendiriyor. ,,

Bu söylenenlerin hepsi sadece teori bazında kalıyordu, kimse Türk’ün nasıl işlediğini ispatlayamıyordu. Türk’ün sahibi olan kişiler ve yakın çevresi de sırrı saklama konusunda çok kararlı davranıyorlardı, bu sayede uzun yıllar boyunca Türk’ün gizemi insanları ona çekti. Tabi bu sayede sahiplerine de bir miktar para kazandırdı.

Kempelen 1804’te Viyana’da öldükten sonra otomat birkaç kez el değiştirdi ve son olarak Beethoven’ın yakın arkadaşı Johann Maelzel adlı bir makine mühendisi şovmenin eline geçti. Daha sonraları ilk metronomu yapacak olan Maelzel, otomatı Kempelen’in oğlundan satın almıştı. En büyük ününü bu dönemde kazanan otomat, 1809’da Napolyon’la da oynadı.

1817-1837 tarihlerinde tüm Avrupa’yı ve Amerika’yı gezen otomat, çalışma mekanizması ve topluluklar üzerinde yarattığı etki nedeniyle birçok kitap ve makaleye konu oldu. Bunlardan en önemlisi Edgar Allan Poe’nun Kempelen hakkında yazdığı makaledir.

Satranç oynayan Türk hakkında oldukça ayrıntılı bilgiler içeren The Turk, Chess Automaton (Gerald Levitt) adlı kitapta, otomatın oynadığı ve içinde Napolyon’un oyunun da olduğu 52 adet oyunun ayrıntısını bulmak mümkündür. Bu oyunların detayları, otomat 1820 yılında Maelzel’in Londra’daki gösterileri sırasında bir arkadaşı tarafından kaydedilmişti. Bu yılı kapsayan, 1787-1837 yılları arasında otomatın içindeki kişi Jacques-François Mouret’ti.

Türk’ün Çalışma şekli

Uzun süreler nasıl çalıştığı üzerinde fikirler yürütülen otomatın içinde satrançta oldukça tecrübeli biri vardı. Kempelen’in ustalığı da seyredenlerin düşündüğü gibi bir makineye satranç oynatmasında değil, kutunun içinde hiçbir şekilde görebilme olanağı olmayan birine satranç oynatabilmesidir. Makinenin içi seyirciye gösterildikten sonra satranç ustası kutunun içine giriyor ve mum ışığında iki büklüm bir şekilde hem karşısındaki oyuncunun yaptığı hamleleri takip edebiliyor hem de otomatı yönetip karşı hamleleri yaptırabiliyordu.

Mekanik Türk’ün sırrı, mekanizmanın bulunduğu kabinin içindeki bölümlerin katlanabilir olmasına ve mekanizmanın önden görüldüğü gibi kabinin tamamını kaplamamasında yatıyordu.

Kabin içinde, operatörün oyunu takip etmesine yardım eden ikinci bir satranç tahtası daha vardı. Otomatın oynadığı ana satranç tahtasının altında, her karenin altında zemberek şeklinde bir mekanızma ve her taşın altında da bir mıknatıs bulunuyordu. Bu sistem sayesinde kabin içindeki oyuncu hangi taşın hangi kareye oynadığını takip edebiliyor ve ikincil satranç tahtasında yaptığı hamleleri ana tahtaya bildiren özel düzeneği kullanarak Mekanik Türk’ü hareket ettirebiliyordu.

Bir söylentiye göre Kempelen gösterileri sırasında kazandığı paranın büyük bölümünü çok zor olan bu işi üstlenen kişiye vermek zorunda kalmıştır. Kempelen, satranç oynayan Türk’ün içinde bir insan saklaması ve toplulukları kandırması nedeniyle birçok mekanikçi ve bilim adamı tarafından şarlatanlıkla suçlanmıştır.

Kempelen’in ardından

.

Kempelen’in 1804’teki ölümünün ardından Mekanik Türk elden ele dolaştı ve Johann Maelzel’e ulaştı. O zamana kadar bunun bir aldatmaca olduğundan şüphelenenler çıksa da işin sırrı yıllar boyunca tam olarak ortaya çıkmadı.

1809’da Napoleon Bonapart’ı yenen Mekanik Türk, satranç zaferlerine Fransa ve Birleşik Krallık’ta devam etti. 1820’de bilgisayarın babası sayılan Charles Babbage ile bir maç yaptı.

Artan borçları yüzünden Maelzel Avrupa’yı terk ederek Amerika’ya doğru yola çıktı. ABD’de başarılı bir turne gerçekleştiren Maelzel, Güney Amerika’da bunu sürdürmeyi düşündü ve Mekanik Türk’ü Küba’ya götürmeye karar verdi. Küba’da, sekreteri ve sırdaşı (ve büyük ihtimalle Mekanik Türk’ün içindeki adam olan) satranç ustası William Schlumberger öldü. Güney Amerika’da iflas eden Maelzel ABD’ye dönüşte kabininde ölü olarak bulundu ve cesedi denize atıldı.

Kendisine ün kazandıran iki önemli otomatı dışında Kempelen çok farklı konularda da çalışmıştır. Bratislava Kalesi’ne su taşıma sistemi, bugün halen kullanılmakta olan Tuna nehrinin üstündeki sarkaç şeklindeki köprü, görme yeteneğini kaybeden müzisyen ve yazar bir arkadaşının çalışmalarını yazabilmesi için geliştirdiği körler için yazma makinesi buluşlarından bazılarıdır. İmparatorluk güzel sanatlar akademisinin üyesi olan Kempelen’in el yazması gravürleri ve çizimleri de mucidin kayda değer bir sanatçı olduğunun göstergesidir.

Mezata çıkarılan Mekanik Türk’ün yeni sahibi Doktor ve Cerrah John Mitchell oldu. Bir kulüp kuran Mitchell, burada kulüp üyelerine ücret karşılığı Mekanik Türk’ün sırlarını göstermeye başladı. Önceleri ufak bir şöhrete kavuşsa da Maelzel kadar başarılı bir şov adamı olmadığı için otomatı 1854 yılında Filedelfiya’daki bir müzeye bağışladı. Yapımından 85 yıl sonra Mekanik Türk "Büyük Filedelfiya yangını"nda yandı ve tarihe karıştı. Mitchel’in oğlu, Mekanik Türk’ün sırlarını açıkladığı bir kitap yayınladı. Tarih boyunca 15 satranç uzmanı ve ustası Mekanik Türk’le karşılaştı, hakkından birçok kitap ve makale yazıldı. Fakat hiçbiri Mekanik Türk’ün sırrını tam olarak ortaya koyamadı.

Mekanik Türk isimli Tom Standage tarafından yazılmış kitap da 2004 yılında Saga Yayınları tarafından Gülenbilge Zanardi çevirisiyle yayınlanmıştır.

Neden Türk?

Dönemin Türk kültürünün Avrupa’da ilgi çekmesi (Hacivat ve Karagöz oyunlarından etkilenmeleri) ve Avrupa’nın büyük bölümünün Türk akınlarından nasibini alıp, uzun süre Türk egemenliği altında yaşaması nedeniyle toplumsal bellekte yer edinen, güçlü Türk imajı buna neden gösterilebilir.

Beğen
Beğen Muhteşem Haha İnanılmaz Üzgün Kızgın

Türk Hamamı ve Osmanlıda Hamam Kültürü

Türk Hamamı

Türkler’in islamiyet’i kabul etmeleri ve islamiyetin temizliğe ait hükümlerini büyük bir titizlikle uygulamaları neticesinde, bilhassa İstanbul’un fethinden sonra bu şehirde ve devletin dört bir yanında binlerce hamam yaptılar. Türkler’de islamiyet’in emirlerinin gereği olarak her evde özel olarak hamam bulunduğu gibi, meselâ onyedinci yüzyılda, yalnız İstanbul’da 168 adet büyük çarsı hamamı vardı.

Tarihçiler ve arkeologların kaydettiği bilgilere göre Mezopotamya, Babil, Hindistan ve eski Mısır’da yıkanmak için bağımsız binalar yapılmış. Ancak büyük hacimli binalar inşa edilmesi, kendinden ısıtmalı bir sistemin bulunması ve sıcak suyunun akıyor olması Romalılar dönemine rastlıyor. Evleri ısıtmak için kullandıkları alttan ısıtmalı bir tür kalorifer yapısını yıkanma binalarına uyguluyorlar ve “Roma Hamamı” ortaya çıkıyor. Daha sonra Osmanlı kültürü ve mimarisinin etkisiyle geliştiği için “Türk Hamamı” olarak biliniyor ama yine de hamamın temeli konusunda Roma’nın büyük bir payı vardır.

Hamam, dilden edebiyata ve gündelik hayata kadar Osmanlı kültüründe ağırlıklı bir yer tutar. Kadınlar ve erkekler yıkanmak için hamama gider. Kadınların sosyalliği açısından önemlidir. Perşembe akşamları hamama gitmek, bayramlardan önce arefe gecesi hamamların sabaha kadar açık olması (bu günümüzde de devam ediyor) gibi gelenekler var. Gelin hamamı, damat hamamı, kırk hamamı gibi adetler de vardır.

Çarşı hamamları, haftanın belli günlerinde kadınlara, başka günlerde erkeklere açıktır. “Çifte hamam” olanlar ise birbirine bitişik iki hamam olup, biri kadınlara, diğeri erkeklere ayrılmıştır. Bu hamamlar hergün açıktır.

Türk Hamamının Özellikleri:

Türk hamamları başlıca üç kısma ayrılır:

  • 1-Soyunma yerleri.
  • 2- Yıkanma yerleri.
    • a) Soğukluk
    • b) Hamam
  • 3- Isıtma yeri (Külhan)

Soyunma Yerleri : Geniş bir sofa ve bunun çevresinde bölmeli sekiler bulunur. Yikanan kimseler, bu sekilerde uzanıp dinlenirler.

Yıkanma yerleri : Soğukluktan geçilerek girilen hamam kısmına denir. Burası da bazı bölümlere ayrılır. “Kurna başı denilen, herkesin teker teker yıkandığı yer, “halvet” adı verilen kapalı ve yalnız başına yıkanma hücreleri. Bir de üzerine uzanıp ter dökülen “göbek taşı”. Burası, hamamın mermer kaplı zemininden daha yüksek yapılmış ve çeşitli geometrik şekillerde olabilen yerdir.

Isıtma yeri (Külhan) : Burası hamamın altındadır. Orada ateş yanar. Ateşten çıkan alev ve duman, mermer zeminin altındaki özel yollardan, duvar içlerinden geçer, “tüteklik” adı verilen bacadan çıkar.

Tellak : Hamamda çalışan, kese ve masaj yapan kişilere “tellak” adı verilir. Osmanlıca söylenişi “dellak”. “Del” yani “ovuşturmak, ovalamak” kökünden gelir.

Külhandaki ocağın üzerinde sıcak su kazanı, onun da üzerinde soğuk su deposu bulunur. Ocağın dip kısmındaki birkaç kanal, hamamın yıkanma yerinin ortasındaki göbek taşının altına kadar uzanır. Ocakta yanan odunların tesirli alev ve dumanları, bu kanallardan göbek taşının altına gider. Bu taşın altındaki karanlık yer çok ısınğından buraya “cehennem” denir.

Hamamın Sağlığa Faydaları:

Hamamlar, çok uzun müddet kalmamak şartıyla, sıcak su ve sabunla yapılacak vücut temizliği için en iyi yıkanma ve temizlenme yerleridir. Hamamda terleyen vücudun, yumuşak bir bez, veya süngerle ovularak yıkanması, vücutta kan dolaşımını kolaylaştırarak insana rahatlık verir. Vücudu sert keselerle ovmak, deride yara açabilir. Bundan sakınmak gerekir. Bir de hamamlarda yıkananların adabı muaşeret kaidelerine uyması lazımdır. Ayrıca hamamlarda fazla kalmak, sıcaktan soğuğa, soğuktan sıcağa zaman zaman çıkmak ta vücuda zararlı olabilir. Kalp ve dolaşım sistemi bozuk olan, tansiyonu yükselen kimselerin, bir de akciğer veremine tutulmuş olanların çok sıcak suda yıkanmaları tehlikelidir. Zira çok sıcak suda uzun süre kalmak, beyne kan hücum etmesine, veremlilerde de akciğer kanamasına sebep olur. Ayrıca hamamdan sonra kendisini kollayamayıp üşütenler de zatürre hastalığına yakalanırlar. Dikkat edene hamamların bir zararı olmadığı gibi faydası çoktur.

Osmanlıda Hamam Kültürü
Osmanlıda Hamam Kültürü

Günümüzde sayıları oldukça azalan hamamlar, yüzyıllar boyunca Osmanlı ve Türk kültürünün en renkli unsurlarından biri olarak var oldu. Fatih Sultan Mehmet 19 adet ‘çarşı hamamı’ yaptırmış. Evliya Çelebi ünlü ‘Seyahatname’sinde 17’nci yüzyılda İstanbul’da 168 adet çarşı hamamı olduğunu yazıyor. Mimar Sinan ise 20 adet çarşı ve konak hamamı yapmış. Fatih Çinili Hamam ile Çemberlitaş Hamamı, bugün hâlâ ayakta olan Mimar Sinan’ın eserlerinden.
Hamam, dilden edebiyata ve gündelik hayata kadar Osmanlı kültüründe ağırlıklı bir yer tutuyordu. Hem kadınlar hem de erkekler yıkanmak için hamama giderlerdi. Özellikle perşembe akşamları ve bayramlardan önce, arife gecesi hamama gitmek, geçmişten günümüze kadar devam eden hamam geleneklerinden. Ayrıca ‘gelin hamamı’, ‘damat hamamı’ ve ‘kırk hamamı’ geleneklerini de unutmamak lazım. Osmanlı döneminde hamamlar, sadece temizlik amacıyla ziyaret edilen yerler değil, aynı zamanda sosyal hayatın da vazgeçilmezleriydi. Abdülaziz Bey, ‘Osmanlı Âdet, Merasim ve Tabirleri’ adlı kitabında Osmanlı’da hamam kültürü ve gelenekleri ile ilgili oldukça ilginç bilgiler veriyor…

Eski Konaklardaki Hamamlar

Abdülaziz Bey, konaklardaki hamamları şöyle anlatıyor: “Konakta hane sahibiyle ailesine mahsus bir hamam vardır. Buraya diğer ev halkı giremez. Hamam önünde manzaralı veya bahçeye bakan camekânlı geniş bir oda yer alır. Onun gerisinde soyunup giyinme, havluya sarılıp çıkıldığı zaman oturup ter alıştırmak için sade döşeli bir soğukluk bulunur. Sonra asıl hamama girilir. Hamamda kurnalar ve mermer bir banyo vardır. Ayrıca bir abdesthane bulunur. Hamam abdesthanesi ve soğukluğuyla asıl hamamın içi, tepe camlı ve kâgir kubbelidir. Hamamda en az üç kurna bulunur. Duvarlarındaki ayna taşları bembeyaz mermerden ve çiçek kabartmalarıyla süslü olur. Her ayna taşının sıcak ve soğuk su için deveboynu denilen münakkaş ve musanna birer çift sarı musluğu vardır. Duvar ve kubbeler alçı kabartmalarla, kartonpiyer şeklinde elvan renk nakışlarla tezyin edilmiştir.”

Küberanın Çarşı Hamamlarına Gidişi

Osmanlı döneminde kübera denilen devlet adamları ya da üst tabaka mensupları, konaklarında hamam olsa da, çarşı hamamlarına giderlermiş. O dönemlerde hamama gitmek, hamamda yıkanmak neredeyse yaşamın vazgeçilmezi, sosyal hayatın bir parçasıymış. Bakın bu hamam sefalarını nasıl anlatıyor Abdülaziz Bey: “Dersaadet’te oturan orta dereceden memurlarla, itibarlı tüccarların bile ekserisinin hanelerinde hamamları bulunursa da yine birçoğu çarşı hamamlarına giderdi. Mahallenin itibarlı ve efendi takımından olanlarının çoğu da dışarıdaki hamamlarda yıkanırlardı. Bu kimselerin hamamda aradıklarının başında tatlı su bulunması, başlarını çarpmamaları için hamamın yeterince geniş olması, oturulan semte yakın olup özellikle bekârların oturduğu yerlerde bulunmaması ve reçber, amele gibi müşterilerin gelmemesi, içinin ve havlu takımlarının temizliğine itina gösterilmesiydi. Çarşı hamamlarına gidecekler kullanacakları havluları ya beraberlerinde götürürlerdi ya da hamamın çıkaracağı havluları kullanırlardı. Hanesinden takım getirenler de usulünce başları düz beyaz ipekle işlenmiş iki silecek, iki omuz veya baş havlusu, iki ipekli peştamal, hamam kesesi ve çamaşır takımını siyah renkli atlas bir bohça içinde bir uşakla önceden hamama gönderirlerdi. Biraz sonra gelen efendi, hamam hademesinden bazıları tarafından karşılanır, koltuğuna girilirdi.”

Yıkanma ve Temizlenme Ritüeli

Bu hamamlarda muhterem müşteriler için yapılmış, külhandan odun ateşi konmuş büyük bir mangalla ısıtılan odalar varmış. Efendi bu odaya alınır, burada bulunan görevliler tarafından soyunmasına yardım edilir ve hamam faslı için hazırlanırmış. Sernöbet denilen bir görevli, efendinin yanında durur ve çubuk, kahve, nargileden birini emredip etmediğini sorar, isteğini hemen yerine getirirmiş. Derken tellak gelir ve yarım saat boyunca uzanmış yatan efendinin dizlerini ve kollarını ovalarmış. Devamını yine Abdülaziz Bey’den dinleyelim: “Aynı tellak, kurna hazırlama emrini alınca, efendinin koltuğuna girer, nalınlar çevirerek giydirir, hamamın esas sıcaklığına ve sıcaklıkta oda şeklinde yapılmış, iki kurnası ve ayrı kapısı bulunan ve halvet denilen bölüme girilir. Musluktan su doldurmak ve oradan alıp dökünmek için mermerden yapılmış olan kurnanın arka duvarına önceden havlu gerilmiş, yere yine beyaz bir havlu serilmiş ve sarı tas konmuş olur. Sernöbet tarafından hazırlatılmış yere efendi oturtulur, giydiği çukalı nalınları alınır, sarı madenden lif tası ve yıkamak için bir lif getirilir, yavaş yavaş yine dizlerine basılarak bir müddet oğuşturulur. Ter gelmeye başlayınca tellak dışarı çıkar, kibarlar için Halep şehrinden gelen çok beyaz ve gül ile terbiye edilmiş bir cins kil, sarı tasta sıcak su ile güzelce ezildikten sonra bu eriyik başına, vücuduna, bacaklarına bolca, iyice sürülür, çeyrek saat beklenir, sonra su ile yıkanır, bu işlem yine tekrarlanırdı. Sonra tellak su dökerek ve sabun sürerek 4-5 defa başını yıkar, ardından sert beyaz softan yapılıp sarıya boyanmış olan hamam kesesini eline geçirerek efendinin vücudunu güzelce keseler, sonra dışarıdan getirdiği büyük, sarı lif tasına sıcak su koyar, lifi bolca sabunla köpürtür, vücudun her yerini yıkar, sonra bu sabunlu suyu döker, bu işlemi iki defa tekrarlardı.”

Herkese Bol Bol Bahşiş

Yıkanıp paklanma işlemi bittikten sonra kurna başında efendinin peştemalini değiştirir, havlularla vücudunu ve başını sarar, koltuğuna girerek soğukluk denen yere götürür ve daha önce oturduğu mindere oturturlarmış. Sonra yine bir sağlık tedbiri olarak bir tabak içinde 4-5 tatlı elma ve bir bıçak getirilip bırakılırmış. Efendi, sıcaktan birden dışarı çıkmaz, 5-10 dakika orada dinlenirmiş. Arkasındaki havlular tekrar değiştirilir, başı güzelce kurulanır, yine koltuğuna girilerek dışarıdaki odaya çıkartılırmış. İyice kuruyuncaya kadar beklenir, gerekirse havlular tekrar değiştirilir, efendinin yanına abanozdan sakal tarağı ile sedefli ve sapı yuvarlak bir ayna bırakılırmış. İkinci defa kahve isterse, bu sefer kahveye bir miktar çiçek suyu da ilave edilirmiş… Efendinin gideceği haber alınınca yanaşma denen adam kundurasını çevirir ve bu suretle efendi hamamdan çıkarmış. Arkada kalan ağası, efendinin belirlediği miktarda, destgâha, yani hamamcıya, peyke nöbetçisine, sernöbete, kahveciye, yanaşmaya, kafesçiye, yıkayan tellaka ayrı ayrı hamam ücreti ve bahşiş verir, bohçayı alır, haneye gelip havluları harem dairesine teslim edermiş…

Nalın ve Taraklar

“Hanelerde hamamlarla matbahlarda (yemek pişirilen yer) nalın giyilir. Hanelerdeki hamam, gusulhane, abdesthane ve matbahlarda kullanılan nalınlar, tahtadan iki rakamı gibi yapılır, üzeri düz, ayak biçiminde olur, ayağın takıldığı tasma köseleden yapılır. Hamamlarda kullanılanlar, evde giyilenlere benzese de hamam sahibesinin, natır ve hademelerin nalınlarının ayakları yaklaşık iki karış yüksekliğindedir. Sim işlemeli tasması üzerinde kırmızı ufak püskülü bulunur. Bu nalınların cevizden yapılmış, üzerine ve ayaklarına gümüşten çiçekler mıhlanmış, tasması sırmayla işlenmiş ve püskül konmuş olanına ‘gelin nalını’ denir ve yalnız gelinler tarafından kullanılır. Bunun bir de ‘arabkari’si vardır. Ayakları epeyce yüksek, som sedef kakmalı, tasması kadife ve sırmalıdır. Ayrıca cevizden üzeri oyma çiçekli, tasması rugan denen parlak köseleden olanları da vardır. Taraklar da birkaç çeşittir. Kadınların hamamda kullandıkları taraklar dörtgen şeklinde bir tarafı sık, bir tarafı seyrekçe dişli olup fildişinden yapılır, dirhem’le satılır. Evde ise boynuzdan yapılmış uzun saç tarağı ile şimşirden yine dörtgen şeklinde hamam tarağı kullanılır.”

Beğen
Beğen Muhteşem Haha İnanılmaz Üzgün Kızgın

THY 9 Ayda 1 Milyar Doların Üzerinde Kar Etti

Türk Hava Yolları, artan talep ve birim gelirlerle birlikte, 2018 yılının dokuz aylık döneminde hızla artış gösteren petrol fiyatlarına rağmen 1 milyar 149 milyon USD Esas Faaliyet Kârı gerçekleştirdi.

Hem yolcu hem de kargo gelirlerini önemli ölçüde artırmayı başaran Türk Hava Yolları, 2018 yılının 3. çeyreğinde yaklaşık 4 milyar USD gelir elde etti. Bu başarılı performansı ile 9 aylık satış geliri de bir önceki yılın aynı dönemine göre %20 artarak 9.9 milyar USD’ye ulaştı.

Kârlı büyüme performansına kesintisiz devam eden Türk Hava Yolları, yılın 9 aylık döneminde net kârını 3 kat artırmayı başararak, bu dönemi 755 milyon USD net kâr gerçekleştirerek tamamladı.

Ortaklığın nakit yaratma potansiyeline işaret eden FAVKÖK (Faiz, vergi, amortisman ve kira öncesi kar – EBITDAR), 2018 yılının 9 aylık döneminde bir önceki yılın aynı dönemine göre %16 artarak 2.8 milyar ABD Doları seviyesinde, FAVKÖK marjı ise %28 seviyesinde gerçekleşti.

Başarılı sonuçlarla ilgili görüş beyan eden Türk Hava Yolları Yönetim Kurulu ve İcra Komitesi Başkanı, M. İlker Aycı; “Sahip olduğumuz altyapı şartlarını güçlendirme ve iyileştirmeye büyük ağırlık verdiğimiz bu yıl içerisinde rekor 3. çeyrek sonuçlarımızı milletimize ilân etmenin mutluluğunu yaşıyoruz. Özellikle de son birkaç yıldır karşılaştığımız çeşitli bölgesel ve sektörel koşullara rağmen sergilediğimiz mücadeleci tutum, istikrarlı yükselişimizin kaynağı oldu. Bugün, hayata geçirdiğimiz sayısız yatırım, elde ettiğimiz büyüme rakamları ve başarılarla küresel havacılık sektöründe edindiğimiz prestijli konumu ve gücümüzü pekiştirirken, yeni evimiz ‘İstanbul Havalimanı’na geçişle de birlikte yolumuza yeni yatırım ve başarılarla devam edecek, ülkemizin gururu olmayı sürdüreceğiz.”

Göz dolduran bu başarının yalnızca Türk Hava Yolları’na ait olmadığını vurgulayan M. İlker Aycı; “Bu önemli başarıda emek sahibi olan tüm yolcularımıza, çalışanlarımıza, iş ortaklarımıza ve paydaşlarımıza teşekkürü borç biliyoruz.” dedi.

Geniş uçuş ağı ve kuvvetli tarife yapısı ile öncü bir küresel havayolu olma kimliğini daha da sağlamlaştıran Türk Hava Yolları, bu sene içerisinde açılan Freetown, Semerkant, Krasnodar ve Moroni hatları ile birlikte 122 ülkede, 49’u yurtiçi, 255’i yurtdışı olmak üzere toplam 304 noktaya uçuş gerçekleştirmekte. En son teknolojiye sahip, çevreye duyarlı yeni nesil uçak siparişleriyle 2023 yılında yaklaşık 475 uçaklık bir büyüklüğe ulaşacak olan ve hâlihazırda dünyanın en genç ve en modern filoları arasında bulunan Türk Hava Yolları filosu, bugün 217’si dar gövde, 92’si geniş gövde ve 20’si kargo uçağı olmak üzere toplam 329 uçaktan oluşuyor.

Trafik sonuçlarına bakıldığında, yılın dokuz aylık döneminde, toplam yolcu doluluk oranı 3,2 puanlık artış ile %82’ye ulaşmıştır. Bu dönemde yaklaşık 58 milyon yolcu taşıyan Türk Hava Yolları’nın yolcu sayısı yüzde 12, kapasitesi (arz edilen koltuk kilometre) yüzde 6, talep ise (ücretli yolcu kilometre) yüzde 10,3 artmıştır. Uluslararası Hava Taşımacıları Birliği (IATA) tarafından yayınlanan istatistiklere göre yılın 9 aylık döneminde global havacılık sektöründe kapasite yüzde 6, talep ise yüzde 7 oranında artmıştır.

Taşıdığı kargo hacmi, yeni uçuş noktaları ve filosuna eklediği kargo uçakları ile dünyanın en hızlı gelişim gösteren hava kargo taşıyıcısı olan Turkish Cargo, dünyanın 122 ülkesindeki müşterilerine sunduğu hizmetlerini Türk Hava Yolları kalitesi ile sürdürmeye ve dünya hava kargo pazarındaki payını artırmaya devam etmektedir. 2018 yılının dokuz aylık dönemini büyük bir başarı ile tamamlayan Turkish Cargo, bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 25 artışla 1 milyon tonun üzerinde kargo taşımış olup, kargo gelirleri ise %29’luk artış ile 1.2 milyar USD’ye ulaşmıştır. Turkish Cargo, dünyanın en büyük hava kargo taşıyıcılarından biri olma hedefi ile çalışmalarını sürdürmektedir.

Cumhuriyetimizin 95. yılında açılışı yapılan İstanbul Havalimanı, Türkiye havacılık sektörünün ve Türk Hava Yolları’nın önemli dönüm noktalarından birine tanıklık edecektir. Tüm havacılık sektörüne yepyeni bir soluk getirecek İstanbul Havalimanı ile Türk Hava Yolları’nın büyümesi daha da hız kazanacaktır. Türk Hava Yolları, bu dev yatırım ile yolcularına Türk Hava Yolları deneyimini en üst seviyeye çıkartarak, dünya liderliğine doğru yükselişini sürdürecektir.

Kamuoyuna saygılarımızla duyurulur.

Türk Hava Yolları A.O.

Basın Müşavirliği

Kaynak: THY 9 ayda 1 milyar doların üzerinde kar etti!

Beğen
Beğen Muhteşem Haha İnanılmaz Üzgün Kızgın

Lagari Hasan Çelebi – Roketle Uçan İlk Türk

Roketle uçan ilk Türk - Lagari Hasan Çelebi

IV. Murat dönemi`nde (1623-1640) yaşamış bir Türk bilginidir. Kendi icadı olan 64 kg.’lık barut ile çalışan, yedi kollu roketle Sarayburnu açıklarında göğe yükselmiş ve yine kendi yapmış oldugu ilkel paraşütle denize inmeyi başarmıştır. Padişahın huzuruna getirilmiş ve yetmiş akçe aylık ile sipahi yazılmıştır. Sonra Kırım’a Selamet Giray Han’ın emrine verilmiş ve orada ölmüştür. Bu döneme ait bilgiler Evliya Çelebi`nin Seyahatnamesi`nden aktarılmıştır. Roketle Uçan İlk Türk: Lagari Hasan

Füzeciliğin atası olarak kabul edilen ünlü Türk bilgini/mucidi Lagari Hasan Çelebi, 17. yüzyıl başlarında barut dolu haznesi bulunan basit bir hava roketi icat edip, barutun itme gücüne dayalı tepki prensibini kullanarak ilk kez havalanmayı başarmıştır.

Hasan Çelebi’nin, kendi icadı olan füzeye benzer, yedi kollu 50 okka barut macunu yüklü fişekle havaya uçup, sonra kartalınkine benzeyen kanatlarla salimen denize inmesi ise, roket tekniğinde çığır açan ve havacılık tarihine geçen bir başka muhteşem hadisedir.

Hasan Çelebi, Hezarfen Ahmed Çelebi ile aynı dönemde yaşamış ve çalışmalarında onu örnek almıştır. Hezarfen’in keşif gösterisinden daha muhteşem olan keşfini, Padişah IV. Murad’ın huzurunda, kızı Kaya Sultan’ın 1633 yılındaki doğum gecesinde tertiplenen akika şenliğinde sergilemiştir.

Yaklaşık 250-300 metre kadar havalandığı ve 20 saniye boyunca havada kaldığı ölçülmüş; barutu tükendikten sonra vücuduna bağladığı kanatlar sayesinde Boğaziçi’ne oldukça yumuşak bir iniş yapmıştır.

Sultan Murad’ın takdir, övgü ve ihsanına mazhar olan bu gösteriyi, Evliya Çelebi şöyle hikâye etmiştir:

"Lâgarî Hasan Çelebi, Murad Han’ın, Kaya Sultan adlı yıldız gibi temiz kızı doğduğu gece akika şenliği oldu. Bu Lâgarî Hasan, elli okka barut macunundan, yedi kollu bir fişenkicad etti. Sarayburnu’nda, hünkâr huzurunda fişenge bindi. Talebeleri fitili ateşlediler. Lâgarî: ‘Padişahım! Seni Allah’a ısmarladım, İsa Nebi (Allah tarafından göğe çekildiğinden olsa gerek) ile konuşmaya gidiyorum.’ diyerek dualar ederek göklere çıktı.

Yanında olan fişenkleri ateş edip denizin yüzünü aydınlattı. Gökkubbede, büyük fişenkliğin barutu kalmayıp da yere doğru inerken denize indi. Oradan yüzerek çıplak olarak Padişahın huzuruna geldi. Yeri öperek ‘Padişahım! İsa Nebi sana selam eyledi.’ diye şakaya başladı. Bir kese akça ihsan olunup, yetmiş akça ile sipahi yazıldı.

Modern Roket Teknolojisinin Öncüsü

Sonuç itibariyle Lagari Hasan Çelebi, Avrupa’da ilk ciddi roket denemelerinin yapılmasından yaklaşık 250 yıl önce roketle uçuş keşfini başarıyla gerçekleştirmiştir. Rus roket tekniği bilgini S. N. Kuzmenko’nun yaptığı araştırmalara göre, 17. yüzyıldan sonra ilk olarak Rusya’da Ukrayna bölgesinde roket tekniğiyle ilgili bilimsel çalışmalar başlamıştır.

Rokete ait ilk tarife, Ukrayna’da 1650 yılında rastlanmıştır. Sonraları, Nikolojev ve K. I. Konstantinov (1818-1871), Rus roket tekniğinin bugünkü seviyesine gelmesini sağlayan çalışmalarını, yine Ukrayna’da bu ilk çalışmalar üzerine bina etmiştir.

Ukrayna’daki ilk Rus roket tekniği çalışmalarının, Lagari Hasan Çelebi’nin Kırım’da ikamet ederken ölmesinden hemen sonra başlaması da oldukça enteresandır. Bu noktada, Rus roket tekniğinin gelişmesinde Hasan Çelebi ve talebelerinin tesiri olabileceği kuvvetle muhtemeldir. Rus bilim adamı S. N. Kuzmenkoda bu görüşü benimsemiş ve bunu destekleyici mahiyette Rus arşivlerinde kayıtlara rastladığını belirtmiştir.

Beğen
Beğen Muhteşem Haha İnanılmaz Üzgün Kızgın

Türk Yıldızları Eskişehir’de Gösteri Yaptı

Türk Hava Kuvvetleri’nin akrobasi timi Türk Yıldızları, Eskişehir’in düşman işgalinden kurtuluşunun 96. yılı törenleri kapsamında, kentte gösteri sundu.

Türk Hava Kuvvetleri’nin akrobasi timi Türk Yıldızları, Eskişehir’in düşman işgalinden kurtuluşunun 96. yılı törenleri kapsamında gösteri uçuşu gerçekleştirdi.

Dünyada 8 süpersonik uçakla gösteri yapan tek akrobasi timi olan Türk Yıldızları’nın gösterisini izlemek isteyenler Sazova Bilim, Kültür ve Sanat Parkı’nı doldurdu.

Vatandaşlar, Türk Yıldızları’nın gösterisini telefonları ve kameralarıyla kaydetti.

Gösteriyi Eskişehir Vali Vekili Ali Muhiddin Varol, AK Parti Eskişehir Milletvekili Emine Nur Günay, CHP Eskişehir Milletvekili Jale Nur Süllü, Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanı Yılmaz Büyükerşen, Anadolu Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Naci Gündoğan ile çok sayıda vatandaş izledi.

Türk Yıldızları’nın uçuşunu tamamlamasının ardından Vali Vekili Varol, Türk Yıldızları Filo Komutanı Hava Pilot Binbaşı Esra Özatay’a çiçek ve plaket verdi.

Beğen
Beğen Muhteşem Haha İnanılmaz Üzgün Kızgın