Türkiye’de Camiye Çevrilen Kiliseler

Geçmişten günümüze birçok medeniyete ev sahipliği yapmış olan Anadolu toprakları, birçok inancın da ibadet ettiği bir yer olmuştur. Ülkemiz topraklarında yaşayan topluluklar ibadet edebilecekleri yapılar inşa etmiştir. Anadolu topraklarının fethinden sonra bölgeye gelen müslümanların ibadet ihtiyaçlarının karşılanması için bu yapılar zamanla camiiye çevrilmiştir.

Kiliseden camiiye çevrilen yapılar;

1. Ayasofya
2. Koca Mustafa Paşa Cami (Aya Andrea Enti Krisi), İstanbul
3. Fethiye Camii (Pammakaristos Manastırı), İstanbul
4. Fenari İsa Camii (Lips Manastırı Kilisesi), İstanbul
5. Eski İmaret Camii (Pantepoptes Manastırı Kilisesi), İstanbul
6. Zeyrek Camii (Pantokrator Manastırı Kilisesi), İstanbul
7. Atik Mustafa Paşa Camii (Kristos Pantepoptes Kilisesi), İstanbul
8. Vefa Kilise Camii (Aziz Teodoros), İstanbul
9. Gül Camii (Ayia Theodosia), İstanbul
10. Kariye Müzesi (Kariye (Chora) Kilisesi), İstanbul
11. Kalenderhane Camii (Azize Theotokos Kyriotissa), İstanbul
12. İmrahor Camii (Aya İoannes Prodromos), İstanbul
13. Hirami Ahmet Paşa Camii (Aziz İoannis veya Aya Yani Kilisesi), İstanbul
14. Küçük Ayasofya Camii (Aya Sergios ve Bakos Kilisesi), İstanbul
15. İsakapı (Esekapı) Mescidi – İbrahim Paşa Medresesi, İstanbul
16. Kefeli Camii – Kefeli Mescidi (Aziz Noel Baba Katolik Kilisesi), İstanbul
17. Sancaktar Hayrettin Camii (Azize Gastria Manastırı), İstanbul
18. Manastır Mescidi – Mustafa Çavuş Mescidi, İstanbul
19. Bodrum Camii (Myrelaion Kilisesi), İstanbul
20. Arap Camii (San Paolo Kilisesi – San Domenico Kilisesi), İstanbul
21. Kümbet Camii (Havariler Kilisesi), Kars
22. Ortahisar Fatih Büyük Camii (Pagan Chrysokephalos Kilisesi), Trabzon
23. Yağ Camii (Saint Jacgues Kilisesi), Adana

1. Ayasofya, İstanbul

Ayasofya

Ayasofya, bugünkü haliyle Bizans İmparatoru I. Jüstinyen tarafından, 532-537 yılları arasında İstanbul’un tarihi yarımadasındaki eski şehir merkezine inşa ettirilmiş bazilika planlı bir patrik katedrali olup, 1453 yılında İstanbul’un Osmanlılar tarafından alınmasından sonra, Fatih Sultan Mehmet tarafından camiye dönüştürülmüştür.

Minarelerden ilkini Fatih Sultan Mehmed yaptırdı. İkinci minareyi II. Beyazıt, birincinin yerine yenisini II. Selim, diğer iki minareyi III. Murad yaptırmıştır. Minber, mihrab, mahfiller, levhalar eklenmiştir. Güneydoğusunda padişah ve yakınlarının türbeleri vardır. I. Mahmut döneminde külliye olmuştur. Abdülmecit döneminde Kazasker Mustafa Efendi hattıyla Allah, Muhammed, Ali, Ömer, Osman, Ebubekir, Hasan, Hüseyin levhaları asılmış, dış duvarlar sarı kırmızıya boyanmıştır. 1 Şubat 1935’de müze olmuştur.

2. Koca Mustafa Paşa Cami (Aya Andrea Enti Krisi), İstanbul

 Kocamustafapaşa Sümbül Efendi Camii

Koca Mustafa Paşa Camii (Ayios Andreas en te Krisei Manastırı ya da kısaca Aziz Andreas Manastırı), halk arasında Sümbül Efendi Camii ya da Sümbül Efendi Türbesi olarak bilinir. Resmî adı Pîr Yusuf Sümbül Sinan Âsitânesi’dir.

İstanbul’un Kocamustafapaşa semtinde Doğu Roma döneminden kalma dinî bir yapıdır. Manastırın ne zaman yapıldığı bilinmemekle birlikte içinde bulunan 6. yüzyıla ait parçalar ve sütun başlıkları burada 6. yüzyılın bir ibadet yerinin olduğunu ispatlamaktadır. Manastır adını Bizans halkına Hıristiyanlığı kabul ettirdiğine inanılan Hagios Andreas en te Krisei adındaki havariden almıştır.

İstanbul’un fethine kadar manastır ve kilise olarak faaliyet gösteren bina 1486’da camiye dönüştürülmüştür.

3. Fethiye Camii (Pammakaristos Manastırı), İstanbul

Fethiye Camii

Fethiye Camii, İstanbul’un Fatih ilçesi Çarşamba semtinde bulunan bir cami. Bizans dönemindeki adı Pammakaristos Manastırı idi.

Aslında kilise olarak, 13. yüzyıl sonlarında Bizans’ın ileri gelenlerinden Mihail Glabas Tarkaniotes tarafından inşa ettirilmiştir. İstanbul’un fethinden sonra 1454 yılında patrikhane olarak kullanılmıştır. 1601 yılında İran savaşlarında Gürcistan ve Azerbaycan’ın fethedilmesiyle, fethin hatırası olarak camiye dönüştürülmüştür.

Fethiye Camii, camiye dönüştürülürken kilisenin apsis kısmı yıkılarak yerine kıble yönüne uygun bir mihrap yapılmış, bir minare ve medrese inşa ettirilmiştir. Cumhuriyet döneminde müzeye dönüştürülmüş, 1955 yılında Amerikan Bizans Enstitüsü tarafından içindeki mozaik ve freskolar açığa çıkarılmış, sonradan yapılan kemer sökülüp yerine eski haline uygun sütunlar yapılmıştır. 1960’lı yıllarda yeniden camii olarak ibadete açılmıştır. Camii’nin duvarları taş ve tuğla karışımıdır. Dış duvarlarında ve içerideki mozaiklerde Grekçe yazılar göze çarpmaktadır.

4. Fenari İsa Camii (Lips Manastırı Kilisesi), İstanbul

Fenari İsa Camii

Fenari İsa Camii, Molla Fenari Camii ya da eski adıyla Lips Manastırı Kilisesi, İstanbul’un Fatih ilçesinde, eskiden Ortodoks kilisesi olarak kullanılırken Türklerin şehri ele geçirmesi ile birlikte camiye çevrilen bir ibadethanedir.

Günümüzdeki yapı, 6. yüzyıldan kalma başka bir kilisenin kalıntıları üzerine yapılmış olup, yapımında eski bir Roman mezarlığının mezartaşları kullanılmıştır. Ortodoks azizelerinden Aya İrini (Azize İrini)’nin kutsal emanetleri de burada saklanmıştır. Kilise kullanımda olduğu dönemde halk arasında Kuzey Kilise olarak bilinmekteydi.

1497-1498 yıllarında, II. Bayezid’in hükümdarlığı döneminde yapının Güney Kilise olarak adlandırılan bölümü, Molla Şemseddin Fenari’nin yeğeni Rumeli kadıaskeri Fenarizade Alaaddin Ali bin Yusuf Efendi tarafından mescite çevrildi. Yapının güneydoğu kısmına bir minare eklendi. Yarım kubbelerden biriyse mihraba çevrildi. Medresenin başhatiplerinden biri olan İsa efendinin adı camiye verildi.

5. Eski İmaret Camii (Pantepoptes Manastırı Kilisesi), İstanbul

Eski İmaret Camii

Eski İmaret Camii veya Pantepoptes Manastırı Kilisesi İstanbul’un Zeyrek semtinde Doğu Roma döneminden kalma dinî yapıdır. 1081- 1087 yılları arasında inşa edildiği tahmin ediliyor.

Kilise Komnenos hanedanının kurucusu Aleksios Komnenos tarafından yaptırılmıştır. Fatih Sultan Mehmet döneminde medrese olarak kullanılan Zeyrek Camii’nin imarethanesi olarak kullanılmıştır. Fatih medreseleri yapılınca cami olmuştur.

6. Zeyrek Camii (Pantokrator Manastırı Kilisesi), İstanbul

Zeyrek Camii

Zeyrek Camii veya Pantokrator Manastırı Kilisesi İstanbul’un Zeyrek semtinde Doğu Roma döneminden kalma dinî yapıdır. Kilise üç ayrı şapelin bir araya gelmesinden oluşur. Ayasofya’dan sonra İstanbul’da ayakta kalan en büyük eski kilisedir.

Güneydeki ilk kilise II. İoannis’in karısı İrini tarafından 12. yüzyılın ilk çeyreğinde,1118 ve 1124 tarihleri arasında yaptırıldı. Karısının ölümünün ardından imparator kilisenin kuzeyinde, az ilerisine ikinci bir kilise yaptırdı ve en sonunda bunları birleştirmek için üçüncü bir kilise daha yaptırdı.

İstanbul’un fethinden sonra ilk medrese burada açıldı. Müderrisi Zeyrek Mehmed Efendi’ydi. Fatih Külliyesiyle birlikte yeni medreselerin yapımı tamamlanınca buradaki medrese kapandı ve bina cami oldu. Şu anda yalnızca güney kısmı cami olarak kullanılmaktadır.

7. Atik Mustafa Paşa Camii (Kristos Pantepoptes Kilisesi), İstanbul

Atik Mustafa Paşa Camii

Atik Mustafa Paşa Camii (Kristos Pantepoptes Kilisesi veya Cabir Camii), İstanbul’un Ayvansaray semtinde kiliseden camiye çevrilmiş bir dinî yapıdır. Orta Bizans döneminden kalma yapının eski ismi "Kristos Pantepoptes"tir. Konstantinopolis’te yapılar plan tipi olarak ya Serbest Haç Plan tipi, ya da Kapalı Yunan Haçı(kare içerisinde haç) Plan tipiyle inşa edilmekteydi. Kristos Pantepoptes’in plan tipi ise Kare İçinde Haç Plan ya da Kapalı Yunan Haçı olarak isimlendirilen plan tipidir.

Yapının tarihi hakkında birtakım söylentiler mevcuttur Bunlardan birisi; Halifenin bayraktarlığını yapmış olan Cabir’in yine bir fetih için Konstantinopolis’e geldiği, fetih sırasında öldüğü ve buraya gömüldüğü söylentisidir.

İstanbul’un fethi sırasında ne durumda olduğu bilinmeyen kilise II. Beyazıt döneminde camiye çevrilmiştir. Caminin içinde Doğu Roma dönemine ait hiçbir bezeme yoktur. 1957’de Amerikan Bizans Enstitüsü tarafından binanın güney cephesinde, badana tabakasının altında bulunan fresklerin, Ayios Kosmas, Hagios Damianos ve baş melek Mikhael’e ait oldukları tespit edilmiştir.

8. Vefa Kilise Camii (Aziz Teodoros), İstanbul

Vefa Kilise Camii

Vefa Kilise Camii (Aziz Teodoros) İstanbul’un Fatih ilçesinde Vefa semtindeki bir dini yapıdır. Kilise Aziz Theodoros’a adanmıştı. Kompleks, Bizans mimarisinin Komnenos ve Palaiologos dönemlerine ait bir örneğidir. Vefa Kilise Camii Doğu Ortodoks kilisesi formunda olup, Yunan haçı planına göre yapılmıştır. İstanbul’un fethi’nden sonra cami olarak kullanılmıştır.

İstanbul’un üçüncü tepesi sırtlarında yer alan binanın ilk hali hakkında kesin bir bilgi yoktur. Kilisenin, duvarcılık işine göre 11. yüzyıl sonu, 12. yüzyıl başlarında I. Aleksios Komnenos döneminde yapıldığı anlaşılmaktadır. Aziz Theodoros’a adanmış olup olmadığı da kesin değildir. Yapı Dördüncü Haçlı Seferi’nden sonra Konstantinopolis’in Latin kontrolünde olduğu dönemde Roma Katolik kilisesi olarak kullanıldı.

Osmanlı Devleti’nin İstanbul’u fethinden kısa bir süre sonra kilise, Fatih Sultan Mehmed’in hocası alim Molla Gürani tarafından cami haline getirildi. Molla Gürani kısa süre sonra İstanbul’un ilk müftüsü olacaktı. Cami daha sonra onun adıyla isimlendirildi.

9. Gül Camii (Ayia Theodosia), İstanbul

Gül Camii

Gül Camii (Ayia Theodosia yeva Azize Teodosya) İstanbul’un Ayakapı semtindeki Bizans İmparatorluğu döneminden kalma dinî yapıdır. Eski adı ve yapım tarihi hakkında kesin bilgiler olmamakla birlikte 10. ya da 11. yüzyılda yapıldığı tahmin edilmektedir. İkonoklazm akımı sırasında Büyük Saray’ın ana girişi Halki Kapısı üzerindeki İsa ikonasının indirilmesine karşı çıktığı için öldürülen Theodosia adlı kadının kutsal emanetlerinin bu kiliseye konduğu ve bu kilisenin Aya Theodosia olduğuna inanılır. 1499 yılında camiye çevrilmiştir.

Bina tuğla tonozlu bir bodrum üzerine inşa edilmiştir. Kilisenin planı Yunan haçı biçimindedir. Kubbe, duvarlara bitişmeyen dört ayak üstünde durur. Binanın doğu tarafında, ortadaki daha geniş olmak üzere üç apsis vardır. Apsislerdeki nişler ve tuğla bezemeler 13. ve 14. yüzyıllardaki tamirler sırasında yeniden yapıldığını gösterir. Orta apsisle sağ yan nef arasındaki payede içinde bir mezar olan bir hücre bulunur.

10. Kariye Müzesi (Kariye (Chora) Kilisesi), İstanbul

Kariye Müzesi

Kariye Müzesi İstanbul’da Karagümrük semtinde Edirnekapı bölümünde bulunan müzedir. Bizans döneminde kilise, fetihten sonra ise cami olarak kullanılmış tarihi bir yapıdır.

534 yılında Justinianus döneminde Aziz Teodius tarafından yapılmıştır. 11. yüzyılda I. Aleksios’un kayınvalidesi Maria Dukaina tarafından yeniden inşa ettirilmiştir. 1204-1261 yıllarındaki Latin istilasinda harap olan manastır Teodor Metokhites tarafından 14. yüzyılda onarılmıştır. Dış narteks ve parekklesion bu dönemde yapıya eklenmiştir.

II. Beyazıt döneminde camiye çevrilmiş, 1948’de müze haline getirilmiştir.

11. Kalenderhane Camii (Azize Theotokos Kyriotissa), İstanbul

Kalenderhane Camii

Kalenderhane Camii (Azize Theotokos Kyriotissa), İstanbul’un Vefa semtinde Doğu Roma döneminden kalma bir yapıdır. Bozdoğan Kemeri’nin en doğu ucunun güneyinde yer alır. Doğu Ortodoks Kilisesi formundadır. 18. yüzyılda Osmanlı’lar tarafından camiye çevrilmiştir. Yüksek olasılıkla kilise ilk durumunda Theotokos Kyriotissa’ya adanmıştı. Yapı, Yunan haçı kemerli Bizans kilisesi örneğinin var olan birkaç örneğinden birini temsil eder. Plan ve üslup özelliklerine göre binanın 9. veya 10. yüzyıla ait olduğu varsayılır.

Yapı Osmanlı döneminde ilk olarak Kalender Tarikatı’na mensup dervişler tarafından kullanıldığından adı Kalenderhane olmuştur. Caminin avlusunda kilisenin ilk zamanlarında yapıya dahil olan ancak şimdi yıkılıp harabe halini alan duvar kalıntıları bulunmaktadır. Caminin kubbesi dört köşeden örülen kemelerle oluşturulan dairenin üstüne oturtulmuştur. Kubbede çok da eskiden kalmadığı anlaşılan mozaik desenleri bulunmaktadır. Özellikle yapı içinde yer alan mermer kaplamalar göz alıcıdır.

12. İmrahor Camii (Aya İoannes Prodromos), İstanbul

İmrahor Camii

İmrahor Camii, Doğu Roma döneminde yapılmış İstanbul’da ayakta kalan en eski dinî yapıdır.

Doğu Konsülü Studios tarafından bugünkü Yedikule’de 454 yılında kurulan Studios Manastırı’nın bir parçası olan Aya İoannes Prodomos (Vaftizci Yahya) kilisesidir. Latin istilası sırasında harap olan manastır ve kilise 1293’te tamir edilmiştir. Osmanlı padişahı II. Bayezid döneminde İmrahor İlyas Bey tarafından camiye çevrilmiştir.

Osmanlı döneminde şehrin en büyük camilerinden biri olarak hizmet vermiştir. 1782 yangını ve 1894 depreminde büyük zarar görmüş, 1908’de çatısı çökmüştür.

13. Hirami Ahmet Paşa Camii (Aziz İoannis veya Aya Yani Kilisesi), İstanbul

Hirami Ahmet Paşa Camii

Hirami Ahmet Paşa Camii (Hagios İoannes en te Trullo Kilisesi, kısaca Aziz İoannis veya Aya Yani) İstanbul’un Çarşamba semtinde Doğu Roma’dan kalma dinî yapıdır. Yapım tarihi bilinmemektedir.

Yapılış tarihinin 11. ya da 12. yüzyıl olduğu tahmin ediliyor. 1455 yılında Patrikhane’nin Pammakaristos Manastırı’na taşınması üzerinde oradaki rahibelere Aya Yani tesis edilmiştir. 1586’da Hirami Ahmet Paşa tarafından camiye çevrilmiştir.

Kapalı haç planlı yapılar tipinde, narteks ve apsis çıkıntıları dahil uzunluğu 15 metreyi geçmeyen bu küçük yapı, günümüze kadar oldukça iyi durumda gelmiştir. Ortada pencereli, yüksek kasnaklı bir kubbesi, doğu tarafında bir büyük iki küçük olmak üzere üç apsisi vardır.

14. Küçük Ayasofya Camii (Aya Sergios ve Bakos Kilisesi), İstanbul

Küçük Ayasofya Camii

Küçük Ayasofya Camii, İstanbul’un Küçük Ayasofya semtindeki cami. Bizans (Doğu Roma) İmparatoru I. Jüstinyen ve karısı Theodora tarafından 527-536 yılları arasında Aya Sergios ve Bachos Kilisesi adıyla yaptırılan kilise 1497’de sultan II. Beyazıt Topkapı Sarayı Darüssaade ağası Hüseyin Ağa döneminde camiye çevrilmiştir.

Temelinde 3 metreye 1,8 metrelik blok taşlar kullanılmıştır. 8 köşeli ana kubbesi bulunmaktadır. İstanbul’un en eski Bizans Dönemi yapısı olarak bilinir. Bahçesinin güney kısmında 24 odalı geniş bir bahçesi ve ortasında şadırvanı olan Hüseyin Ağa Medresesi yer alır.

Söylencelere göre kilise ismini I. Anastasius’un Doğa Roma İmparatoru olduğu zamanda gerçekleşen bir olaydan alır. I. Anastasius devrinde imparatora karşı bir toplumsal ayaklanma gerçekleşir ve bu isyana I. Justinianos’un da adı karışır. Bunun üzerine, I. Justinianos imparator tarafından idam cezasına çarptırılır mamafih hükümün gerçekleşeceği sabahtan önceki gece Aziz Sergius ve Aziz Bacchus imparator I. Anastasius’un rüyasına girerler ve I. Justinianos’un lehinde tanıklık ederler. Bu rüya yahut görü imparatora, verilen hükmün hakkaniyeti üzerine tekrar düşünmesine sebebiyet verecek derecede tesir eder. I. Anastasius verdiği karardan vazgeçerek I. Justinianos’u bağışlar. I. Justinianos tahta çıktıktan sonra, I. Anastasius tarafından hayatının bağışlanması kararına mucip olan Azizlere şükran borcunu ödemek için bir adak kilisesi olarak Aziz Sergius ve Aziz Bacchus adına halihazırda Küçük Ayasofya Camii olarak hizmet veren kiliseyi inşa ettirir.

15. İsakapı (Esekapı) Mescidi – İbrahim Paşa Medresesi, İstanbul

İsakapı (Esekapı) Mescidi

Aslında İsakapı olan adının halk dilinde Esekapı’ya dönüştürüldüğü kabul edilir.
[İbrahim Paşa Medresesi (Esekapı Medresesi)]

Eskiden burada Bizans döneminden kalma büyük bir kemer bulunduğundan, İsakapı ya da Esekapı adını bu kemerden almıştır. Kemerin 1509 depreminde yıkıldığı bilinmektedir.

Hadım İbrahim Paşa tarafından 1560 yılına doğru mescide çevrilen yapı 14. Yy’ın ilk yarısında yapılmış olması gereken ve adı bilinmeyen küçük bir Bizans kilisesidir. Mimar Sinan, kilise harabesini mescide dönüştürürken, etrafına bir de medrese inşa ederek burada küçük bir külliye meydana getirmiştir.

Esekapı Mescidi 1894 zelzelesinde çok büyük ölçüde zarar görmüş ve o tarihten günümüze kadar da bir harabe halinde kalmıştır. Son yıllarda Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nin Adli Tıp Bölümü bu tarihi eseri duvarları içine almıştır. 1993 Eylül’ünde de içinde bir temizlik yapıldığı görülmüştür.

İbrahim Paşa Medresesi, Cerrahpaşa Mahallesi, 1158 ada 20 parselde yer almaktadır. İbrahim Paşa Medresesi’ne ait Rölöve, Restitüsyon, Restorasyon ve Tesisat projeleri hazırlatılarak Koruma Kurulundan 2007 tarihinde onaylatılmıştır. Kurumumuzca projeleri hazırlatılan İbrahim Paşa Medresesine ait Projeler mülk sahibi Vakıflar İdaresine teslim edilmiştir. Onaylı projeleri doğrultusunda yapının restorasyon çalışmaları tamamlanmıştır.
Kaynak: Fatih Belediyesi

16.Kefeli Camii – Kefeli Mescidi (Aziz Noel Baba Katolik Kilisesi), İstanbul

Kefeli Camii

Kefeli Camii (ya da Kefeli Mescidi), eskiden Aziz Noel Baba Katolik Kilisesi, İstanbul’un Fatih ilçesinde bulunan tarihi bir cami.

Aslında bir Bizans kilisesi iken Osmanlı padişahı IV. Murat döneminde, Recep Paşa tarafından 1630 yılında camiye çevrilmiştir. Cami 7,22 metre genişliğinde ve 22,6 metre uzunluğundadır. Bir minaresi bulunmaktadır.

17. Sancaktar Hayrettin Camii (Azize Gastria Manastırı), İstanbul

Sancaktar Hayrettin Camii

Sancaktar Hayrettin Camii (Azize Gastria Manastırı) ya da Sancaktar Hayrettin Mescidi, Osmanlı İmparatorluğu döneminde camiye çevrilen bir manastırdır. Bugün cami olarak kullanılan bölüm bir manastır kompleksinin yalnızca ayakta kalan küçük bir bölümü olduğu sanılmaktadır. Bu manastırın adının ne olduğu konusunda kesin kabul görmemiş değişik görüşler bulunmaktadır. Yapının Gastrion Manastırı’nın bir parçası olduğu düşünülse de, adı geçen manastırın fazla doğusunda olması nedeniyle bu görüş herkes tarafından kabul görmemektedir. İstanbul’da Komnenos ve Paleologos dönemi Bizans mimari yapıtlarının küçük bir örneğidir.

Bir dinî yapıya göre oldukça küçük kalan boyutları nedeniyle bu yapının, manastırın kilise bölümünden çok, önemli dinî kişiliklerin defin şapeli (türbesi) olarak kullanıldığı sanılmaktadır. 14’üncü yüzyıl Paleologos dönemi yapılarıyla ilişkilendirilmektedir.

18. Manastır Mescidi – Mustafa Çavuş Mescidi, İstanbul

Manastır Mescidi

Manastır Mescid, Mustafa Çavuş Mescidi olarak da bilinir, İstanbul’un Fatih ilçesinde Topkapı semtinde bulunan Osmanlılar tarafından camiye çevrilmiş Ortodoks kilisesidir.

19. Bodrum Camii (Myrelaion Kilisesi), İstanbul

Bodrum Camii

Bodrum Camii (Bodrum Mesih Paşa Camii veya eski adıyla Myrelaion Kilisesi), İstanbul’da Laleli yakınındaki Doğu Roma döneminden kalma dini yapıdır. 10. yüzyılda Myrelaion Manastırı’nın kilisesi olarak İmparator Romanos Lekapenos tarafından yaptırılmıştır. İstanbul’un fethinden sonra II. Bayezid döneminde Sadrazam Mesih Paşa tarafından camiye çevrilmiştir.

Kilisenin hemen yakınında 5. yüzyıldan kalma bir rotunda vardır. Romanos Lekapenos 10. yüzyılda binanın üstünü kapatarak günümüze kalmamış olan bir saray yaptırmıştı. Kilise de bu dönemde inşa edilmişti.

Kilise tuğladan yapılmıştır. Dört destekli kapalı haç planındadır. Ana mekan yüksek ve pencereli bir kubbe ile örtülüdür. Yapının doğu tarafında, içten yarım yuvarlak, dıştan üç cepheli bir apsis ile iki yanında yonca biçiminde planlanmış hücreler bulunur. Kubbenin orijinal hali korunmuştur. Caminin yanında bir de su sarnıcı vardır.

20. Arap Camii (San Paolo Kilisesi – San Domenico Kilisesi), İstanbul

Arap Camii

Arap Camii, İstanbul’un Beyoğlu ilçesindeki Galata semtindedir yer alan cami. Önceleri San (Aziz) Paolo Kilisesi – San (Aziz) Domenico Kilisesi olarak bilinen ibadethane, 1453 yılında şehrin Osmanlı egemenliğine girmesinin ardından camiye çevrildi.

Galata kentsel dokusunda beton bloklar arasında, sivri külahlı hayli yüksek kare biçimli kulesiyle hala fark edilebilen Arap Camii; fetih öncesinden kalan İstanbul’un tek Gotik kilisesidir.

1475’te Fatih, kiliseyi camiye çevirerek vakfına katmıştır. Yirmi yıl sonra da, İspanya’dan çıkartılan Endülüs Arapları’nın bir kısmının, çevredeki mahallelere yerleştirilmesiyle cami, "Arap Camii" olarak tanınır. Caminin Araplara mal edilmesinin bir nedeni de, minareye çevrilen eski çan kulesinin 714’te Şam’da yaptırılan ünlü Emeviye Camii’nin özgün minaresini çağrıştırmasıdır.

21. Kümbet Camii (Havariler Kilisesi), Kars

Kümbet Camii

Kümbet Camii ya da Havariler Kilisesi, Kars’ta yer alan tarihi bir yapı. Doğu’nun Ayasofya’sı diye nitelendirilir.

10. yüzyılda Kars ve civarında hüküm sürmüş Bagratlı Krallığı döneminde bir Ermeni-Gürcü kilisesi olarak inşa edilmiştir. Kral Abas´ın yaptırdığı kilise beş yıl içinde bitirilmiştir. Bu yapı bir ibadethaneden ziyade Hıristiyanlık için büyük bir kutsallığa sahip olan 12 Havariler´i anma münasebeti ile de yapılmıştır.

Daha sonra 1064 yılında Müslüman egemenliğine geçen yöredeki bu kilise camiye dönüştürülerek Kümbet Cami adını almıştır. Bölge Rus hakimiyetine girince camii Rus Ortodoks Kilisesine çevrilmiş, 1918 yılında Türk hakimiyetine girince yeniden camiye çevrilmiştir. 1964 yılında ise müzeye dönüştürülerek, Kars´ta yapılan kazılardan elde edilen tarihi eserler burada sergilenmeye başlanmıştır. Kars Müzesi adıyla da bilinen bu eski ibadethane, bu işlevini 1981 yılına kadar sürdürmüştür. 1993 yılından bu yana yine cami olarak kullanılmaktadır. Kars Belediyesinin burayı yeniden müze yapma girişimi sözkonusudur.

22. Ortahisar Fatih Büyük Camii (Pagan Chrysokephalos Kilisesi), Trabzon

Ortahisar Fatih Büyük Camii

Fatih Cami Trabzon’un Ortahisar ilçesinde bulunan bir camidir. Orijinal yapı ismi Pagan Chrysokephalos Kilisesi’dir. 1461 Trabzon’un fethine kadar hem bir manastır hem de kilise olarak hizmet etmiştir. Osmanlı’nın en güzel sanat eser örnekleri bu camide bulunmaktadır.

Kilise , Trabzon Pontus İmparatorluğunun zirve döneminde , İmparator John II Megas Komnenos’a ve önde gelenler için 1297 yılında dinlenme yeri olarak yapılmıştır. Daha sonra 1364’da Metropolitan Niphon ve 1429’de İmparator Alexios IV Megas Komnenos kullanmıştır.Osmanlı zamanında Fatih Sultan Mehmet , kiliseyi camiye çevirmiş ve ardından ilk namazı kılmıştır . Bina bitişiğinde medrese de mevcuttur.

23. Yağ Camii (Saint Jacgues Kilisesi), Adana

Yağ Camii

Yağ Camii veya Adana Eski Cami, Adana’nın merkezinde, eski çarşı içindeki tarihî camidir.

1501 yılında Ermeni Saint Jacgues Kilisesi’nin Ramazanoğlu Halil Bey’in emri ile camiye çevrilmesinden bir süre sonra mekânın yörenin ihtiyacını karşılamakta yetersiz kalması üzerine yanı başına Halil Bey’in oğlu Piri Mehmet Paşa tarafından yeni bir cami yaptırılmış, iki yapı birleştirilmiştir. Minaresinin yapımı 1525’te tamamlanan cami, Piri Mehmet Paşa’nın bitişiğine inşa ettiği medrese ile bir külliye teşkil eder. Medresenin inşası 1558’de tamamlanmıştır.

Selçuklu Ulu Camileri karakterinde, yani çok sütunlu cami tipinde bir camidir. Yapıya sonradan eklenen bir anıt gibi büyük ve görkemli bir avlu kapısı vardır.

Daha önce “Eski Camii" denilen yapı, anıtsal avlu kapısının önünde yağ pazarı kurulması nedeniyle, “Yağ Camii" adını almıştır.

1571’de Kıbrıs’ın fethinden sonra;

Lefkoşa’da Haydarpaşa ve Selimiye Camii,
Mağusa’da Lala Mustafa Paşa Camii camiye çevrilmiştir.

Beğen
Beğen Muhteşem Haha İnanılmaz Üzgün Kızgın

Türkiye’de Çayın Tarihi

Günlük hayatımızın en önemli içeceği olan çayla 140 yıl kadar önce tanıştık. Çay üretimi ilk kez 1878’de Artvin’de başladı. Rize’ye gelişi ise 1912’de. İkinci Abdülhamid döneminde üretimin yaygınlaşması için Bursa’dan Halep’e, Aydın’dan Erzurum’a kadar imparatorluğun dört bir tarafında çay ekilse de tutmadı.

Günlük hayatımızın en önemli parçası olan çay sanki asırlardan beri yeme-içme kültürümüzün bir parçası gibi düşünülür. Ancak çayla tanışmamız 140 yıl önceye gider. Kemalettin Kuzucu çayın Türkiye’ye girişi üzerine arşivlere dayalı yaptığı araştırmalarıyla bu konuyu aydınlatmış ve Türkiye’de çayın tarihiyle ilgili bilinenleri değiştirmiştir. Kuzucu’nun araştırmalarından çayın Türkiye’ye geliş hikâyesi…

Osmanlı döneminde 16. yüzyıldan itibaren çay yaprağına rastlanıyor. Ancak çay bu dönemlerde çok az kişi tarafından ve ıtriyat olarak kullanılmıştı. 1839’da Tanzimat’ın ilanından sonra çay yavaş yavaş kahvaltılarda görülmeye başlandı. Çay tarımı ise Sultan İkinci Abdülhamid döneminde başladı. Her alanda modernleşmenin başladığı İkinci Abdülhamid döneminde tarımda da Avrupai tarza geçilmeye çalışılmıştı. Bir taraftan asırlardır ekilen ürünlerin rekoltesi artırılmaya çalışıldı. Diğer taraftan ise Osmanlı topraklarında bulunmayan ürünler yetiştirilmeye çalışıldı. Çay da bu ürünlerden biriydi. Uzakdoğu’dan ithal edilen çay tohum ve fidanları İstanbul, Bursa ve Selanik gibi yerlerde tarlalara ekilerek, yetiştirilmeye çalışıldı.

Türkiye’de çay ilk defa çiftçiler tarafından 1870’lerin sonlarında Artvin bölgesinde yetiştirildi. Kemalettin Kuzucu’nun araştırmalarına göre 1878’de, Hopa’da ve Arhavi’de çay ekimi başarılı olmuştu. Çalışmak için Rusya’ya giden yöre erkekleri, oradan getirdikleri çay fidanlarını evlerinin bahçelerine ekmeleri sonucunda çay Türkiye’ye girmişti. Çay kısa bir süre sonra kazanç kapısı haline gelince, devlet çaya vergi koydu. Çiftçilerin bu durumdan şikâyetçi olmaları üzerine Trabzon Valisi Yusuf Ziya Paşa vergi koymak yerine çay üretiminin teşvik edilmesi gerektiğini hükümete bildirdi. Valinin bu müracaatı üzerine vergiler kaldırıldı.

Çay ekmediğimiz yer kalmadı

 Dolmabahçe Sarayı'nda çay tepsisi ve bardaklar

Doğu Karadeniz’de bu gelişmeler yaşanırken Osmanlı yönetimi Uzakdoğu’dan çay tohum ve fidanı ithal edip, çay ekimini geliştirmeye çalıştı. 1880’li yılların sonunda Bursa Valisi İsmail Hakkı Paşa zamanında Japonya’dan getirtilen çay fidanları Bursa’da dikildi. Ancak Bursa ikliminin çay ziraatına elverişli olmaması yüzünden netice alınamadı. 1894’te İstanbul’da çay yetiştirilmeye çalışıldı. Bu teşebbüs de neticesiz kaldı. Osmanlı yönetimi, teşebbüslerin neticesiz kalması üzerine vilayetlere ziraat müfettişleri göndererek arazi yapısı ve iklim özelliklerinin incelenmesini istedi. Hazırlanan raporlar incelendikten sonra İkinci Abdülhamid’in emriyle 1894’te çay ekimi için yeniden teşebbüse geçildi. Japonya’ya çay fidan ve tohumları sipariş edildi. Türkiye’de yetiştirilen çaylar inceletildi. Çayın ekimi ve bakımı için bir talimat hazırlandı. Ardından imparatorluğun dört bir tarafında çay yetiştirilmesi için faaliyete geçildi. Erzurum, Sivas, Ankara, Bursa, Aydın, Adana, Halep ve Suriye’nin değişik bölgeleri ve İstanbul’da çay ekimine başlandı. Ancak bu teşebbüs çay ekimi için seçilen şehirlerin ikliminin elverişsizliğinden dolayı bir netice vermedi. İşin ilginç tarafı Doğu Karadeniz’de çay yetiştiği bilinmesine rağmen bölgede üretimin arttırılması yoluna gidilmemesiydi.

İkinci Abdülhamid çayın üretimine önem verip, konuyla ilgili her türlü gelişmeyi yakından takip etti. 1896’da Buharalı Yusuf Trabzon’da yetişen çay yapraklarını henüz genç filizler halinde iken ağaçtan toplayarak işlemiş ve beyaz çay elde etmişti. Padişaha bir paket çay hediye etti. Bundan memnun olan İkinci Abdülhamid, Trabzon ve çevresinde çay ekimini inceletti. Çay ve kahve ziraatı hakkında bir kitap yazan Hollandalı Hobbis’i de saraya çağırıp, ödüllendirmişti.

Rize’ye çayı 1910’larda Hulusi Karadeniz getirdi

Hulusi Karadeniz

Rize’ye çayı getiren kişi 1910’larda Rize Ziraat Odası reisliğini yürüten Hulusi Karadeniz’dir. Hulusi Bey, Rusya’nın işgali altında olan Batum ile Rize’nin iklim şartları birbirine benzediğinden, 1912’de çay tohumu getirdi. Bahçesine ektiği tohumlar kısa sürede filizlendi.

Ancak Osmanlı’nın Birinci Dünya Savaşı’na girmesi teşebbüsünü sonuçsuz bıraktı. Rize’nin Ruslar tarafından işgali üzerine Hulusi Bey göç etti. Rize’nin kurtuluşundan bir süre sonra, 1919’da geri döndüğünde çay meselesine tekrar el attı.

Cumhuriyetten sonra Karadeniz soyadını alan Hulusi Bey, çay ile ilgili tecrübelerini Dışişleri Bakanlığı’na ve Halkalı Ziraat Mektebi hocalarından Ali Rıza Bey’e (Erten) bildirdi. Ali Rıza Bey çay konusunda raporlar hazırladı. Hulusi Bey ve Ali Rıza Bey’in gayretleri modern çaycılığın kurucusu olan Zihni Derin ile Cumhuriyet dönemi hükümetlerinin çay politikasının ilham kaynağı oldu.

Çay Kanunu ve Zihni Derin

1924 yılında 407 sayılı ”Rize ili Borçka Kazası’nda Fındık-Portakal-Limon-Mandalina ve Çay Yetiştirilmesine Dair” kanun çıkarıldı. Kanunu hayata geçirmek üzere, bu bölgede bu ürünlerin yetiştirilmesinin uygulanması için Çay Araştırılması Enstitüsü kurulması vazifesi Zihni Derin’e verildi. Zihni Derin Battum’a yetkili bir heyet gönderip çay tohumu getirterek bu merkezin bahçesinde ilk çay fidanlığını kurdu. Günümüzde bu arazi Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi tarafından kullanılmaktadır.

İlk kooperatif ve ilk fabrika

Üretim başladıktan sonra üreticilerle ilgili ilk kooperatif kuruldu. 1946’da ”Çaycılar Yardımlaşma Kooperatifi” isimli kurum Zihni Derin ve arkadaşları tarafından kuruldu. Bu kooperatif sayıları hızla arttı ve 1947’de üretime başlayan ve makineleri İngiltere’den tahsis edilen Rize Çay Fabrikası, Türkiye’nin ilk çay fabrikası oldu. Çay-Kur ise tam adıyla Çay İşletmeleri Genel Müdürlüğü, yetiştirme ve işletim kısmını sağlamak amacıyla 1971’de kuruldu. Karadeniz Bölgesinde 1947 yılından 1983 yılına kadar 43 çay fabrikası kuruldu. Bu fabrikalar Rize, Trabzon ve Giresun’da bulunmaktadır.

Kaynak:
ERHAN AFYONCU – 140 yıl önce tanıştık vazgeçilmezimiz oldu
Çayın Türkiye Serüveni – Beyaz Tarih
ERHAN AFYONCU – Rize’ye çayı 1912’de Hulusi Karadeniz getirdi

Beğen
Beğen Muhteşem Haha İnanılmaz Üzgün Kızgın

Nesli Tükenen Hayvanlar (Türkiye’de ve Dünya’da)

Dünya’nın varoluşundan günümüze kadar birçok canlı türü tükenmiştir.Maalesef insanoğlu elindekinin kıymetini her zaman onu kaybettikten sonra anlıyor.Dünyanın doğal bir dengesi vardır ve bu doğal denge içinde bazı canlıların yokolması tabiidir. Ancak işin içine insanoğlu faktörü girdiğinde,doğal dengeye müdahale etmemek mümkün olmuyor.

Doğal afetler, yerküre değişimleri ve iklim tabii olarak doğal dengenin bir unsuruyken, insanoğlunun faaliyetleri bu canlı türlerinin birçoğunun neslinin tükenmesinde etkin rol oynamıştır ve günümüzdede buna devam etmektedir. Ayrıca doğrudan avlanma sonucunda da bir çok canlı türünün nesli sona ermiştir.

Dünya üzerinde Yaşayan beşyüzden fazla türün nesli tamamen tükenmiştir.

Dinozorlar

Dinozorlar

Dinozorlar 160 milyon yıl civarında kara hayatına egemen olmuş hayvanlardır. Yeryüzünde bulunan yaklaşık 1000 dinazor türünün 65 milyon yıl önce çoğu türün nesli tükenmiştir.

Dinazorların nasıl yokolduğuna dair birçok iddia gündeme atılmıştır. Bunlardan en kabul göreni Nobel ödüllü fizikçi Luis Alvarez ve oğlu jeolog Walter Alvarez’in ileri sürdükleri "dinozorların sonunun 65 milyon yıl önce yaklaşık 10km çapında bir göktaşının Dünya’ya çarpmasıyla nesillerinin tamamen sona erdiği" fikridir.

Moa Kuşu

 Moa Kuşu soyu tükenmiş bir kuş cinsidir .

700 yıl kadar önce soyu tükenen Moa, tüm zamanların en büyük kuşuydu. Yeni Zelanda’ya özgü bu dev kuşun neden yok olduğu bulundu. İnsanlar Yeni Zelanda’ya ayak bastıklarında Moalar neredeyse tükenmek üzereydi. Kemiklerin büyüme sürecini araştıran Turvey, devekuşuna benzer dev kuşun on yıl kadar devam eden çocukluk dönemi yüzünden soylarının tükendiğini saptadı.

Moalar on yıl içinde büyümelerine karşın, günümüzdeki kuşlar sadece bir yıl içinde yetişkin hale geliyorlar. Ve hiçbiri yaş halkası oluşturmuyor, bu fenomen sadece kış uykusuna yatan kuşlardan bilinmekte. Öte yandan 240 kilo ağırlığında olan uçma yetisi bulunmayan dev kuşlar sadece bitkiyle beslendikleri için neredeyse hiç rakipleri bulunmuyordu. Fakat varolan düşmanları da çok tehlikeliydi. Moa kendisini korumak için heybetli görüntüsünden yararlanamıyordu bile. Dev pençeli kartallar, pençelerini Moaların boyunlarına geçirerek bir çırpıda yere seriyordu. Fakat bu zararsız dev kuşların en büyük düşmanı insandı. Maoriler 1280 yılında Yeni Zelanda’ya geldiklerinde uzun yavruluk dönemi yüzünden kolay yakalanabilir kuşları henüz üreme dönemine gelmeden önce birer birer öldürüp yok ettiler diyor bilim adamları.

Mamut

Mamut

4,5 m boy ve 8 ton ağırlığa kadar varan bu cinsin son üyeleri M.Ö. 1700 yılında yaşamıştır. Bulunan en eski mamut kalıntıları 4 milyon yaşındadır.

Mamutların neslinin tükenmesinin nedeni de tam olarak bilinmemekle birlikte, aşırı avlanma ya da buzul çağı sonundaki iklimsel değişimlerin buna neden olabileceği ileri sürülmektedir.

Hazar Kaplanı – Pers Kaplanı (Panthera tigris virgata)

Hazar Kaplanı

En batıda Türkiye olmak üzere Hazar denizi, Kafkasya’da İran, Türkmenistan, Afganistan’ın kuzey kesimlerinde yaşardı. Ayrıca Moğolistan ve Irak’ta da izleri bulunmuştur.

Bengal kaplanından daha küçüktür. Tüyleri sık, çizgileri soluktur. Gövde ve boyun altı beyaz ve daha sarkıktır. Kulaklar, kısa ve küçüktür. Rengi, Bengal kaplanına benzer. Bacakların dış kısımları, sarıdır, ve iç tarafı beyazdır. Bu alt türün kuyruğu, sarıdır, ve sarımsı beyaz çizgiler vardır. Kışın saçı çok uzundur, iyi gelişmiş bir karın yelesi ve kısa bir ense yelesi vardır.

Yaşam şekli
Hazar kaplanları yalnız yaşayan hayvanlardır. Çiftleşme mevsiminde erkek ve dişi birlikte görülür. Erkek kaplan dişiden daha büyüktür. Genelde çiftleşme kış veya bahar döneminde gerçekleşir. Kaplanların çiftleşme dönemi yirmi-otuz gün kadar sürer. Yaklaşık olarak 100 günlük bir gebelik döneminden sonra dişi kaplanlar üç yavru doğurur. Bu yavrular doğduğunda kördür ve on gün sonunda gözleri açılır. Yavrular yaşamlarının ilk sekiz haftasında anne sütüyle beslenir. Bu esnada baba hiçbir sorumluğu üzerine almaz. On bir haftadan sonra yavrular avlanmaya başlar.

Anadolu Panteri (Pantherea Pardus Tulliana)

Anadolu Panteri

Anadolu pars’ı, Orta Doğu ve Batı Asya’da yaygın olan İran leoparının (Panthera pardus saxicolor) Anadolu’da yaklaşık 30 yıl öncesine kadar yaşamış olan bir ırkıdır. Anadolu parsı Ege ve Batı Akdeniz, Doğu Akdeniz ve Doğu Anadolu bölgelerinde, daha çok ormanlık ve dağlık alanlarda yaşamıştır. Yaklaşık ömürleri 20 yıldır. Doğal yaşam alanları ve av kaynaklarının azalması parsları insanların yaşadığı yerlere yönlendirmiş ve bu da genellikle vurularak ya da zehirlenerek öldürülmelerine yol açmıştır. Anadolu’da varlığı 1974 yılından bu yana güvenilir şekilde kanıtlanamamıştır. Bundan dolayı en son bireyin 1974’de Beypazarı’nda vurulduğu kabul edilmektedir.

* Anadolu Aslanı : En son 1890 yılında vurulmuştur.

* Anadolu Kaplanı : Son Kaplan 1970 yılında öldürülmüştür.

Hubara

Hubara

Hubara; Kanarya Adaları, kuzey Afrika ve Pakistan’da nesli tükenmekte olan,Anadolu’da ise nesli tamamen tükenmiş bir kuş türüdür.Hubara kuşları, etlerinin afrodizyak etkisi olduğuna inanlar tarafindan acımasızca avlanıyor.

Pakistan’da safariye çıkan Suudi Arabistanlı prens Fahd bin Sultan ve beraberindeki ekip,soyu tükenmekte olan iki bine yakın hubara kuşunu katletti.

Dünya genelinde sayılarının her yıl yüzde 20 ile yüzde 29 oranında azaldığı belirtilen hubara kuşları,Türkiye’nin de taraf olduğu Uluslararası CITES sözleşmesi kapsamında koruma altında.

Özellikleri
Yaklaşık 60 cm büyüklüğünde ve 140 cm kanat açıklığındadır.Kahverengi yukarısı ve beyaz aşağısı vardır, boynunun kenarlarının aşağısında siyah bir çizgi vardır. Uçuşta, uzun kanatlardaki büyük siyah alanları ve uçuş tüylerinde kahverengiyi gösterirler. Chlamydotis macqueenii türünden ufakça daha küçük ve daha koyu renktir. Eşeyler benzerdir ama dişi daha küçüktür ve daha gri yukarıya sahiptir. Diğer toygiller gibi, bu türün, baş ve boğazın beyaz tüylerini kaldıran ve başı geri çekiyor olan gösterişli bir göstermesi vardır.

Tasmanya kaplanı

Tasmanya kaplanı

20. yüzyılda soyu tükenen Avustralya’ya özgü büyük bir etçil keselidir.Tasmanya kaplanının yaşayan en yakın akrabasının,tasmanya canavarı veya numbat olduğu sanılıyor. Tasmanya kaplanı, keseli memeli türündendir ve Tazmanya kaplanının sonuncusu, 1936 yılında Hobart hayvanat bahçesinde ölmüştü.

Soyu tükenen Tazmanya kaplanı geri getirmek amacıyla Avustralyalı ve Amerikalı bilim adamları ilk kez soyu tükenmiş olan Tazmanya kaplanının (thylacine) DNA’sını, yaşayan bir organizma olan fare embriyosunda kullandı.

Tazmanya kaplanının DNA’sının canlı bir organizmada harekete geçmesi için yapılan çalışmada, bir müzede etanol içinde saklanan 100 yaşındaki Tazmanya kaplanından alınan Col2A1 geninin bir kıkırdağın içinde üretilen fare embriyosuna enjekte edildi.Önümüzdeki on yıl içinde soyu tükenen Tazmanya kaplanını geri getirmenin mümkün olacagı açıklandı.

Beğen
Beğen Muhteşem Haha İnanılmaz Üzgün Kızgın

Türkiye’de Meydana Gelen En Büyük Tren Kazaları

Edirne-İstanbul seferini yapan yolcu treninin dray olması sonucu altı vagonu raydan çıktı. Tekirdağ’ın Çorlu ilçesinde yaşanan kaza akıllara Türkiye’deki büyük tren kazalarını getirdi. Türkiye’de 1945’ten bugüne kadar yaşanan tren kazalarında 400’den fazla insan hayatını kaybetti. İşte Türkiye’nin en büyük tren kazaları…

7 Ekim 1945

Erzincan, Bağıştan’da 2 yolcu treninin çarpışmasıyla 40 kişi öldü, 40 kişi yaralandı.

9 Ekim 1948

Ankara’da bir yolcu treninin raydan çıkması sonucunda 38 vatandaş öldü, 103 kişi de yaralandı.

17 Mayıs 1952

Niğde, Ulukışla’da Yolcu treni raydan çıktı 31 kişi öldü, 15 kişi yaralandı.

20 Ekim 1957

İstanbul Yarımburgaz’da iki yolcu treni çarpıştı, 95 kişi öldü, 150 kişi yaralandı.

30 Nisan 1961

İstanbul, Kartal, Cevizli’de iki yolcu treninin çarpışması sonunda 15 kişi öldü, 70 kişi yaralandı.

31 Ekim 1972

Konya’dan İstanbul’a giden bir yolcu treni Eskişehir’de bir yük trenine çarptı.Kazada 38 yolcu yaşamını kaybetti, 45’i ağır 90 kişi yaralandı.

5 Ocak 1979

Ankara Esenkent’de (Sincan) Anadolu Ekspresi Boğaziçi Ekspresine çarptı, 20 kişi öldü, 136 kişi yaralandı.

9 Ocak 1979

Ankara, Behiçbey mevkiinde iki banliyö treni çarpıştı; 32 kişi öldü, 81 kişi yaralandı.

3 Mayıs 1980

İzmit’te 2 yolcu treni çarpıştı; 17 kişi öldü, 25 kişi yaralandı.

7 Haziran 1980

Kayseri’de bir yük treniyle Van Gölü Ekspresi’nin çarpışması sonucu 25 kişi öldü.

22 Temmuz 2004

İstanbul – Ankara seferini yapan Yakup Kadri Karaosmanoğlu adlı hızlandırılmış tren, Sakarya’nın Pamukova İlçesi yakınlarında Mekece Köyü mevkiinde raydan çıkarak devrildi. Kazada 36 kişi yaşamını yitirdi, 74 kişi yaralandı.

11 Ağustos 2004

İstanbul – Adapazarı seferini yapan Adapazarı Ekspresi ve Ankara – İstanbul seferini yapan Başkent Ekspresi,Kocaeli’nin Gebze ilçesinin Tavşancıl mevkiinde saat 16:51’de kafa kafaya çarpıştı. Kazada 8 kişi öldü, 88 kişi yaralandı.

27 Ocak 2008

İstanbul-Denizli seferini yapan Pamukkale Ekspresi Çöğürler-Değirmenözü (Kütahya) istasyonları arasında seyrederken raydan çıktı. Kaza sonucunda 9 kişi yaşamını yitirdi, 37 kişi yaralandı.

Beğen
Beğen Muhteşem Haha İnanılmaz Üzgün Kızgın