Macaristan

Macaristan

Başkent Budapeşte
Resmî diller Macarca
Yönetim Şekli Parlamenter Cumhuriyet
Yüzölçümü 131.957 km²
Nüfus 9.797.561
Nüfus Yoğunluğu 74,2/km²
Para birimi Forint (HUF)
Zaman dilimi OAZD (UTC+1) – OAYZD (UTC+2)
Telefon kodu +36
İnternet TLD .hu ve .eu

Macaristan (Macarca: Magyarország Macarca telaffuz: [ˈmɒɟɒrorsaːɡ]), Orta Avrupa’da Karpatlarda kurulu olan ve denize kıyısı olmayan bir ülkedir. Komşuları batıda Avusturya ve Slovenya, kuzeyde Slovakya, doğuda Romanya ve Ukrayna, güneyde Sırbistan ve Hırvatistan’dır. Başkenti Budapeşte olan Macaristan, OECD, NATO, AB, Visegrád Grubu ve Schengen üyesidir. Ülkedeki resmi dil, Fin-Ugor dillerinden olan ve Avrupa Birliği’nin 24 resmi dilinden biri olan Macarcadır. Bu bağlamda Macarca, Avrupa Birliği’nde Fince, Estonca ve Maltaca ile beraber Hint-Avrupa dillerinden olmayan dört dilden biridir.

Hüküm süren Kelt (MÖ 450 sonrası) ve Roma (MÖ 9 – 5. yüzyıl) dönemlerinden sonra Macaristan’ın kuruluşu 10. yüzyılda Roma tarafından 1000 yılında tahta oturtulan I. István’ın büyük büyükbabası Árpád önderliğinde Macarların Asya’dan bölgeye gelişiyle Macaristan tarihi başlar. Macar Krallığı çeşitli kesintilerle de olsa 946 yıl varlığını sürdürdü. Bu süreçte de batının kültürel merkezlerinden biri oldu. Zamanının süper güçlerinden olan Macaristan, ittifak devletleriyle girdiği I. Dünya Savaşı’nı kaybedince ülke topraklarının üçte ikisinden fazlasını 3.3 milyon etnik Macar halkıyla beraber kaybetti. Buna neden olan ve 1920 yılında imzalanan Trianon Antlaşması, Macar tarihinin en kötü olaylarından biri olarak kabul edildiği gibi, ağır şartlarıyla bilinmektedir. II. Dünya Savaşı sırasında Nazi Almanyası ile birlik olan Macaristan, bunun ardından Sovyet Rusyası tarafından ele geçirildi ve 1947 ile 1989 yılları arasında komünist yönetimi benimsedi. Bu dönemde Macaristan, 1956 Macar Devrimi gibi olaylarla uluslararası bir tanınırlık elde etti. Macaristan 1989 yılındaki devrimle Doğu Bloku’nun çökmesiyle sınırlarını Avusturya’ya açtı. Bu yıldan sonra da parlamenter cumhuriyet sıfatını elde etti. Bugün ülke geniş gelire sahip bir ekonomi barındırmaktadır. Ayrıca bölgesel bazı kaynakları da tekelinde bulundurmaktadır.

Önceki on yılda Macaristan dünyanın onuncu dinamik ekonomisi olarak gösterildiği gibi, dünyanın on beş turistik merkezinden biridir. Aynı şekilde başkent Budapeşte, dünyanın en güzel kentlerinden biri olarak gösterilmektedir. Ülkedeki Hévíz Gölü, dünyanın en büyük ikinci termal gölüdür. Yine Balaton Gölü, Orta Avrupa’daki en büyük göldür. Son olarak Hortobágy, Avrupa’nın en geniş otlağıdır.

Bayrak ve Arma

Macaristan Arması

Macaristanın resmi bayrağı. Sırasıyla yukarıdan aşağıya Kırmızı-Beyaz ve Yeşil renklerden oluşur. 1957 yılında kabul edilmiştir.

Macaristan tarihi

Macaristan tarihi, Macarların ya da Avrupa’da bilinen adları ile Hungarların kökenine ilişkin genel olarak kabul edilen görüş belirsiz ve tartışmalı olmasına karşın; onların milattan sonra 9. yüzyıla kadar Avrasya’nın ovalarında yaşayan göçebe topluluklar oldukları yönündedir.

Erken Dönem

Francis Rákóczi

Macarların yurdu, Fin-Ugor kavimlerinin ana yurdu olan Ural dağları ile Volga nehri dolaylarıydı. Fin-Ugor kavimlerinin doğudaki kolu olan Ugorlar daha sonra güneye inerek Onogurlar karıştılar. Daha sonra batıya göç eden Hunlarla karıştılar. Bu üç boyun karışmasıyla Volga bölgesinde “Macar” kavmi meydana geldi. Sabirlerin baskısıyla yurtlarından ayrılarak Kuban Irmağı dolaylarına yerleştiler. Daha sonra Hazar hakimiyetini kabul ettiler (460). Daha sonra bu boylara Hazarlar’dan olan Kavar adlı üç boy katıldı. Yani günümüz Macarları üçü Türk dört kavmin birleşmesinden doğmuştur: Onogurlar, Ugorlar, Hunlar ve Kavar Hazarları.

Yaşadıkları bölgede, 7 Macar ve 3 Hazar Boyu birleşerek örgütlenmişlerdir. Macarların Avrupa’da yaygın biçimde kullanılan adlarının nereden geldiğine yönelik en güçlü olasılık o dönemin Türkçesinde "on ok" anlamına gelen "on ogur" sözcüğünün değişerek Hungar sözcüğüne dönüşmesidir. "On ogur" sözcüğü 10 boyun bir araya gelerek oluşturduğu birliği simgeler. Macarlar 896 yılında Transilvanya’ya gelerek bu bölgeye yerleştiler. Ardından bugünkü doğu Avusturya ve güney Slovakya topraklarının bir bölümünü işgal ettiler. 995 yılında yapılan Lechfeld Savaşı’nın sonucunda aldıkları büyük yenilgiden sonra daha fazla ilerleyemeyerek Karpatya Ovası’na kesin olarak yerleştiler.

Arpad, 9. yüzyılda Macar Boyları’na önderlik ederek Avrupa’da fetihler yapan ve kendi soyundan gelenler ile Árpádlar Hanedanı’nı kuran Macar hükümdardır. Árpád’dan sonra yerine gelen Prens Géza, 7 Macar Boyu’nun başkanıydı. Géza bu Macar boylarını Hristiyan Avrupa ile bütünleştirmeye çalışmış, yaşadıkları yerleri Avrupa mimarisine göre düzenletmiştir. Hristiyanlığı Macarlar arasında büyük ölçüde yaymış ve yerine kizi Viktoriya’ın geçmesini vasiyet ederek, hanedanın en yaşlı üyesinin tahta geçmesi kuralını kaldırmıştır.

Macaristan Krallığı

Orta Çağ’ın sonları (1000 – 1526)

Macaristan, tahta çıkan I. István tarafından 1000 yılının Aralık ayında Estergon merkez olmak üzere Hıristiyan bir krallık olarak ilan edildi. István, Géza’ın oğlu, yani Árpád’ın soyundandı. 1006 yılına gelene kadar István, hem eski Macar pagan dinsel inançlarını sürdürmek isteyen, hem de Bizans İmparatorluğu’nun Ortodoks Kilisesi’ne bağlanmayı savunan tüm karşıtlarını alt ederek gücünü pekiştirdi. Daha sonra Macaristan’ı bütünüyle Hristiyan inanç ve geleneklerine göre yönetilen feodal bir ülke yapmak için tüm reformları kaldırmak ile uğraştı.

István’in tüm yaptıklarının sonucunda ortaya, Alman Krallarına ve Macaristan topraklarından geçen Haçlı Orduları’na, Macar boylarını takip ederek doğudan buralara gelen yağmacı konar göçer boylara karşı tüm gücüyle ayakta duran bir krallık çıktı. Bu dönemde aralarında Hırvatistan ve doğu Slovakya topraklarında bulunan birçok küçük Slav krallığıda egemenlik altına alındı.

Miklós Horthy de Nagybánya, Macaristan Kral Naibi

1241 – 1242 yıllarında bu krallık Avrupa’yı darmadağın eden Moğol İstilası nedeni ile büyük darbeler aldı. Macar ordularının Muhi Savaşı’nda ağır bir yenilgi ile geri çekilmesinin ardından Kral IV. Béla ülkeden kaçtı ve nüfusun üçte birlik bölümü gerek daha sonraki saldırılarda, gerekse batıdan ve güneyden, komşulardan aldıkları saldırılar ile yok oldu. Yalnızca iyi ve güçlü kaleler ile korunan şehir ve manastırlar bu saldırılara karşı koyabildi. Sonuç olarak Moğollar geri çekilince Kral Béla, sınır bölgelerindeki önemli noktalara végvár denen korunaklı kaleler yapılması emrini verdi. Bu kaleler gerek o dönemde, gerek ise gelecek çağlarda, özellikle 14. yüzyıl sonlarından başlayarak Osmanlı saldırılarına karşı Macaristan için oldukça büyük öneme sahip olmuşlardır. Fakat bu yapılar kralı derebeylere karşı büyük borçlara soktuğu için merkezî otorite oldukça güç kaybetmiştir.

Árpád’ın soyundan gelenler Macaristan’ı 1301 yılına kadar yönettiler. Árpád Hanedanı’nın egemenliği süresince ülke en geniş sınırlarına ulaştıysa da, Osmanlı Türkleri’nin ülkeye olan saldırıları artmasına karşın derebeyler de etkilerini ve güçlerini bir o kadar arttırdılar.

İkinci büyük Macar kralı, I. ya da Nagy Lajos’dur. 1342 – 1382 yılları arasında Macaristan’ı yöneten kral, yaşadığı dönemde ülke topraklarını Karadeniz’den Adriyatik Denizi’ne kadar genişletti ve kardeşinin öldürüldüğü Napoli Krallığı’nın topraklarını bir süre işgal altında tuttu. 1370 yılından sonra Polonya’nın da kralı o oldu. Kasimir ve babası I. Charles’ın yapmış oldukları antlaşma tarih boyunca süregelen Macar – Leh dostluğunun başlamasını sağladı.

Lüksemburglu bir prens olan Sigismund, Louis’nin kızı Mary ile evlenerek tahta geçti. Fakat onun dönemi yoğunlukla güneyde büyük toprak kayıplarının yaşandığı bir çağ oldu. Osmanlı Türkleri ile yapılan Haçlı Savaşlarında ağır yenilgiler alındı.

Macaristan’ın son büyük kralı Rönesans Dönemi kralı Matthias Corvinus’dur. Corvinus, 1456 Nándorfehérvár Kuşatması’nda Macar ordularını yöneten derebeyi ve kumandan János Hunyadi’nin oğludur. Babasının çizdiği çizginin üzerine Osmanlı Devleti ile mücadeler üzerine yenilerini ekledi. Ülke içi reformların yanı sıra ülke topraklarını kuzeye ve güneye genişletmek için yola çıktı. Yönetmiş olduğu ordu Fekete Sereg (Kara ordu) olarak adlandırıldı. 1485 yılında aralarında Viyana’nın da bulunduğu birçok yeni yer fethtettiler.

Matthias’ın ölümünden sonra, onun yerini alan Kral II. Ladislaus döneminde ülke geçmişteki gibi yönetilemedi. Ölümünden önce birçok ayaklanma yaşandı. Merkezî otorite zayıfladığından, her dönem ülkeye saldırılar düzenleyen Osmanlı’nın eline büyük bir fırsat geçti. 1521’de Belgrad (Nándorfehérvár) elden çıktı ve 1526’da Macar ordusu Mohaç Savaşı’nda, tarihindeki en büyük yenilgilerinden birini yaşadı.

Yüzyıllar boyunca Macaristan Krallığı, soyluların bağımsızlığına, bir takım milletlerin ayrıcalıklarına ve bağımsız kent krallıklarının kurulmasına izin veren geleneksel yasalarından hiç vaz geçmedi.

Yeni Çağ’ın başları (1526 – 1718)

Macar Kralı Arpad'ın Türk usulü kalkan üstünde tahta çıkartılması

Osmanlı Devleti ile 150 yıl boyunca değişik dönemlerde, ülkenin güney bölümlerinde yapılmış birçok savaşın sonrasında Türkler, Macaristan’ın birçok bölgesini ele geçirdi ve ilerleyişlerini 1556’ya kadar devam ettirdi. Bu dönemden sonra ülke politik kaoslar içine sürüklendi. İkiye bölünmüş olan Macar soyluları eş zamanlı olarak iki kral seçtiler; John Zápolya (1526-1540) ve Ferdinand Habsburg. (1527-1540) Bu iki krala bağlı ordular da dönem dönem birbirleriyle çatışarak ülkenin içinde bulunduğu durumu daha da kötüye soktular. 1541 yılında Türklerin Buda’yı fethetmesiyle ülke üçe bölündü. Bugünkü Slovakya ve batı Hırvatistan toprakları ile Burgenland adı verilen bölge Habsburg tarafından yönetildi. Bu bölgenin kralları Macaristan Kralları olarak tahtta çıktı. Ülkenin doğu toprakları ve Erdel Beyliği Osmanlı Devleti’ne vergi vermeyi kabul ederek, Osmanlı’nın üstünlüğünü tanıdı. Başkent Buda ve geri kalan orta Macaristan toprakları Osmanlı Devleti’nin bir eyaleti yapıldı.

Ülkenin büyük bir bölümü bu savaşlar süresince tahrib oldu. Küçük yerleşim birimlerinin birçoğu tümüyle yıkıldı. Aynı dönemde Macaristan üzerinde hâkimiyet kurmak için uğraş veren bir başka devlet de Avusturya’ydı. Protestan Avusturya’yı istemeyen Tökeli İmre önderliğindeki Macarlar ayaklandı ve Osmanlı Devleti’nden yardım istediler. Veziriazam Merzifonlu Kara Mustafa Paşa komutasında Osmanlı Ordusu Avusturya üzerine sefere çıktı. Bu seferde bozguna uğrayan Osmanlı Ordusu, bu dönemden sonra bölgede hep toprak kaybetmeye başladı. Bunun üzerine Papa önderliğinde Kutsal İttifak Osmanlı’yı Avrupa’dan tümüyle çıkartmak için saldırıya geçti. Avusturya Buda’yı yeniden ele geçirdi. Gelecekteki birkaç yıl içinde Temeşvar ve çevresindeki bölgeler dışında tüm Macaristan Osmanlı Devleti’nin elinden çıktı. İngiltere ve Hollanda ara buluculuğunda, Lehistan, Venedik, Avusturya ve Osmanlı arasında imzalanan Karlofça Antlaşması ile bu toprak değişiklikleri resmen kabul edildi. 1718 yılında Pasarofça Antlaşması ile birlikte Temeşvar’da elden çıktı ve Macaristan bütünüyle Osmanlı’dan ayrıldı. Yeni başkent Pozsony, yani bugünkü Bratislava yapıldı.

1850 yılında Macaristan Krallığı'nın toprakları

İmparatorluğu'nda Macar bölgeleri, 1911

1604 ve 1711 yılları arasında Avusturya karşıtlar ile Katoliklik karşıtları arasında (Hristiyanlık’ın tek çatı altında birleşmesini savunanlar) tarafından ayaklanmalar çıkarılırdı ve bu isyanlar – sonuncusu hariç – genelde Transilvanya’dan yönetilirdi. Slovakya’da başlayan bu son ayaklanma halk tarafından başkan II. Ferenc Rákóczi’nin kral olması için çıkarıldı. Avusturya tarafından, isyan bastırıldığında Lehistan’da olan Rákócsi önce Fransa’ya sonra da Türkiye’ye kaçtı ve yaşamının sonuna kadar Tekirdağ’da yaşadı. Ayaklanmanın ardından Avusturya Macarlar’ın tüm kalelerini yıkarak gelecek olası ayaklanamalar için önlem aldı. Kalelerden çıkan taşlar köylülere ev yapmaları için dağıtıldı.

18. yüzyıl (1718 – 1780)

Bu dönem Macaristan tarihinde toparlanma dönemi olarak tanımlanır. Habsburg hanedanının hükümdarları iş başına geldiklerinde kuzeyden ve doğudan, bugünkü Avusturya, Almanya, Slovakya, Romanya ve Sırbistan’dan ülkeye yeni göçmenler getirerek, savaşlarla tahrip olmuş köy, kasaba ve kentleri yeniden bayındır hâle getirmişlerdir.

Aydınlanma Çağı (1780 – 1848)

Fransız İhtilali’nden etkilenmeyle, ülke üzerinde büyük bir Almanlaştırma çalışması yürüten II. Joseph’e karşı, Macarlar’da ve Macaristan’da yaşayan diğer azınlık topluluklar arasında büyük bir ulusal diriliş hareketi başladı.

Napolyon Savaşları süresinde ve sonrasında Macaristan kurultayı hiçbir toplantı ve işbirliğine katılmadı. 1820’lerde İmparator zorlanarak Reformlar dönemi başlatıldı. Soyluların vergi ödememe, oy kullanma gibi ayrıcalıklarından vazgeçmemek için karşı çıkmalarından dolayı bu süreç oldukça yavaş ilerledi. Tüm bu yavaş ilerlemelere karşı birçok ulusal adım atıldı. Laince resmî dil statüsünden çıkarılarak yerine Macarca getirildi.

Macaristan Krallığı’nda ilk kez nüfus tespiti -Hırvatistan da dahil olmak üzere- 18. yüzyılın sonlarında yapıldı. Hırvatistan toprakları da dahil edilirse Macarlar’ın toplam nüfusa oranı %29, edilmezse %42’ye denk geliyordu. 1850 nüfus sayımlarına göre toplumda Slovaklar (18.6%), Almanlar (11.8%), Rumenler (10.1%), Sırp ve Hırvatlar (5.6%), Ukraynalılar(4.8%) ve diğer azınlıklar (% 3.7)’lik bir dilim oluşturuyordu.

1848 İhtilali (1848 – 1849)

İhtilal 15 Mart 1848 tarihinde Peşte ve Budin’de, İmparatoru halkın tüm isteklerini kabul etmesi yönünde tüm krallıktan destek gören protestolar yapan geniş bir halk kitlesi tarafından, kansız olaylar ile başlatıldı. Tüm gösteriler Macaristan’ı Habsburg İmparatorluğu’ndan kopararak özerk hâle getirmek için yapılıyordu ve sonuçta Macar reformistler Lajos Kossuth ve Lajos Batthyány önderliğinde Macaristan’ın özerklğini ilan edildi. Ardından çıkan iç savaşta Macarların ve yabancı devrimcilerin çıkarttıkları ayaklanmalar bastırıldı. Ülkede yaşayan Macar olmayan toplulukların da isyan çıkarmasındaki neden bağımsız olma istekleridir.

Başkennte, Viyana’da da büyük bir başkaldırı ile karşı karşıya olan Avusturya ilk önce Macaristan’ın özerkliğini tanıdı. Daha sonra Avusturya’daki ayaklanma bastırılınca Franz Joseph zekâ özürlü amcasını imparator yaptı. Avusturya, Macaristan’ın özerkliğini tanımadığını belirtti ve bir iç savaş daha çıktı. İsyancıların direnişinin kırılmasında güçlükler yaşanınca Rus Çarı I. Nikolas’dan yardım istendi. Rusya’nın Macaristan’ı işgal etmesi üzerine Macarlar ve Ruslar arasına düşmanlık başladı. Daha sonra Macaristan yöneticisi olan Avusturyalı Julius Freiherr von Haynau Macar ordusundaki 13 görevli kumandanın idamına karar verdi. Lajos Kossuth sürgüne gönderildi.

Devrimin sonrası (1849 – 1867)

1849 – 1867 yılları arasında yaşanan savaşın ardından tüm ülke pasif direnişe geçti. Arşidük Albrecht von Habsburg Macaristan Krallığı’nın başına geçti ve Çek yetkililerin yardımıyla Almanlaştırma hareketleri tekrar başladı.

Avusturya-Macaristan İmparatorluğu (1867-1913)

Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, Orta Avrupa’da hüküm sürmüş ve I. Dünya Savaşı’ndan sonra yıkılmış bir imparatorluktur. Bu imparatorluğu Avrupa’nın birçok ülkesinde hüküm süren Habsburg Hanedanı yönetmiştir. Avusturya ve Macaristan aslında içişlerinde bağımsız olan iki ayrı ülkeydiler. Fakat dışişleri açısından tek bir Habsburg İmparatoru tarafından yönetilmekteydiler. Resmî para birimi Kron’du.

İmparatorluktan önce

Habsburgların Avusturya’daki egemenliği 1282 yılına kadar uzanır. 1806 yılına kadar Avusturya bölgesi Kutsal Roma Cermen İmparatorluğunun bir parçasıydı ve Arşidüklük olarak kabul ediliyordu. Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu’nun etkinliği azaldıkça Avusturya arşidükleri bağımsız olarak hareket etmeye başladılar. 1806 yılında, Arşidük Franz kendini imparator (kayzer) ilan etti.

1866’da Prusya-Avusturya Savaşı yenilgisi ve Alman Konfederasyonunun dağılmasından sonra prestijini kaybeden Avusturya İmparatorluğu kesin olarak mutlakiyetçiliği terketti ve anayasal parlamenter bir hükümet kuruldu. Bununla birlikte, yıkılan monarşinin bütününü kapsayacak, içinde tüm ulusların eşitlik ve özerkliğe sahip olacağı gerçek bir federasyon kurulacağı yerde; Macarlar’ın baskısı sonucunda, bir uzlaşma olarak 1867’de bir ikili monarşi kuruldu. Yeni devletin resmi adı Avusturya-Macaristan İmparatorluğu idi. İkili monarşi, her iki kanadını ayrı parlamentoları olan anayasal monarşiler olarak örgütledi. Hükümdar, ordu ve dış politika her ikisi için ortaktı. Diğer konularda her biri bağımsızdı. Monarşinin batıdaki parçası Avusturya’da çeşitli uluslar daha geniş özgürlüklerden yararlandılar Oy hakkı giderek yaygınlaştı.

Ancak uluslar sorunu sürüyordu. 1875 yılında Osmanlı İmparatorluğu’nun çeşitli yerlerinde ve Bosna-Hersek’te ayaklanmalar oldu. Buna bağlı olarak Rusya Osmanlılara savaş açtı ve Osmanlıları yenerek onların Avrupa’daki güçlerine son verecek olan barış antlaşmasını kabul ettirdi. 1878 Berlin Kongresi Bosna-Hersek’i Avusturya-Macaristan’ın işgal etmesine ve yönetmesine karar verdi. Bundan sonra Avusturya-Macaristan’ın Balkanlar’daki istekleri Rusya ve Sırbistan’ın istekleri ile çelişkili bir durum aldı. Otuz yıl sonra 1908’de Avusturya-Macaristan, Bosna-Hersek’i resmen topraklarına kattı. Bu arada 1879’da Avusturya-Macaristan , Almanya ile bağlaşıklık antlaşması imzaladı. 1882’de İtalya’nın da katılması ile genişleyen bu antlaşma Rusya’ya karşı idi. Bu bağlaşıklık Avusturya-Macaristan monarşisindeki çeşitli uluslar üzerinde farklı bir etki yaptı. Almanlar ve Macarlar ittifakı desteklerken; Slav uluslar, özellikle Çekler ve Güney Slavlar 1908’de Bosna-Hersek’in ülkeye katılmasından da rahatsız oldular. O sıralarda Sırbistan Krallığı oldukça güçlü bir duruma gelmişti ve Avusturya-Macaristan’daki Güney Slavların üzerinde etkili oluyordu.

Kırmızılar ve Beyazlar (1918-19)

1918 yılında I. Dünya Savaşı’nda alınan yenilginin etkisiyle Avusturya-Macaristan birliği dağıldı. 31 Ekim 1918’de Mihály Károly başbakan olarak Macaristan’ın başına geçti. Yeni hükûmet savaşın ardından ülkeyi, kasım ayında resmen bağımsız bir devlet ilan etti. 22 Kasım 1918 tarihinde Romanyalılar Macar Hükûmeti’ne Erdel’in yönetiminin kendilerine ait olduğunu söylediler. 1 Aralık 1918’de düzenlenen Alba Iulia (Gyulafehérvár) toplantısında Erdel’in Romanya’ya bağlanması kararı alındı.

Yeni Macar Hükûmeti 1919 Şubatı’na kadar toplumsal hizmetlerin yetersizliği ve askerî başarısızlıklar nedeniyle halk desteğini büyük oranda yitirdi. 21 Mart’ta askerî ittifak güçleri Macaristan’dan daha fazla toprak isteyince Károlyi istifa etti. Bunun üzerine Béla Kun başkanlığında Macaristan Komünist Partisi iktidara geldi ve Macar Sovyet Cumhuriyeti’ni ilan etti.

"Kırmızılar" adıyla tanınan Komünistler ülkedeki tek organize silahlı birlik olmaları nedeniyle ve (Rusya yardımıyla) Macaristan’ın geçmişte elinden çıkmış olan tüm toprakları geri alma sözü ile iş başına geçtiler. Komünistler ayrıca eşitlik ve toplumsal adaletin iyileştirilmesi üzerine vaatte bulundular. Başlangıçta Kun’un ordusu birçok etkileyici zafer kazandı: Albay Aurél Stromfeld sayesinde Çekoslovak askerler işgal edilmiş bazı topraklardan atıldı, bölgede geçici bir Slovak Sovyet Cumhuriyeti kurarark Romanya’ya bırakılmış olan Erdel’i almak için üzerine gidilmesine karar verildi. Toplumsal hizmetlerde komünist hükûmet endüstriyel ve ticari kuruluşları devletin tekeline aldı, konutlaşmayı, ulaşımı, bankacılığı, ilaç sanayiini ve ülkedeki her türlü kuruluşu kamulaştırdı.

Tüm yapılanlara karşın Komünist Hükûmet de oldukça kısa ömürlü oldu Birkaç başarılı darbenin ardından hükûmete "Kırmızı Terör" adı altında yarı askerî ve yarı düzenli gruplardan karşı ataklar gelmeye başladı. Bu dönemde toplumu ayarttıkları gerekçesiyle tutuklanan 590 kişinin tümü yargılanmadan idam edildi. Devlet tarafından toprak reformu yapılmıştı; yalnız devletin soylulardan aldığı toprakları düşük sınıftakiler arasında etkili biçimde dağıtamamıştı. Sovyet Rus Ordusu da hiçbir zaman Macar Hükûmeti’ne tardım edemedi. Hiçbir savaşı kaybetmemelerine karşın Macarlar aldıkları toprakları yavaş yavaş müttefiklerin baskısı nedeniyle bırakmak zorunda kaldılar. Romanyalı’ların ilerlemesi ve toplumun tepkileri nedeniyle Béla Kun ve adamları ülkeden kaçarak Avusturya’ya sığındılar. 6 Ağustos günü Budapeşte işgal edildi. Bunun üzerine verilen sözleri tutmadıkları gerekçesiyle Macar toplumunda Sovyet Birliği’ne ve meclisin büyük bir bölümünü oluşturan Yahudilere karşı büyük bir hoşnutsuzluk duygusu belirmeye başladı.

Macaristan’ın yeni savaş güçleri artık mufafazakâr devrim karşıtları; "Beyazlar" idi. Erdelli bir soylu olan István Bethlen ve Avusturya-Macaristan Donanması’nda eski bir komutan olan Miklós Horthy önderliğinde Viyana’da kurularak, Szeged’de ilan edildi. Ülkenin batısında başlayarak, genele yayılan Beyaz Terör, polis teşkilatı dağıldığı için ülkede kendilerine karşı koyabilecek herhangi bir güç olmadığından birçok komünist ve diğer sol görüşlüleri yargılamadan idam etti. Ülkede Macaristan’ın içinde bulunduğu durumun gerekçesi oldukları bahanesiyle Yahudilere karşı birçok saldırı yapıldı. Ülkeden çekilmeye başlayan Romanya ordusu da çıkmadan ülkedeki her yeri yağmaladı ve yakıp yıktı. Ortaya çıkan zarar öylesine büyüktü ki 1919 yılındaki Barış Konferansı’nda Macaristan’dan Romanya’ya savaş tazminatı ödemesi istenmedi. 16 Kasım günü Romanya Ordusu’nun izni ile Horthy’nin ordusu Budapeşte’ye girdi. Yeni yönetim güvenliği sağladı, terörü durdurdu, bir önceki hükûmetin destekçileri hapse atıldı ve siyasi hareketler bastırıldı.

1920-44 kral naipliği dönemi

1920 Ocak ayında Macar kadın ve erkekler ilk kez gizli usulde oy verdi. Önceki oylamalar, oylamanın gizli olmamasından dolayı demokratik ölçülerde değerlendirilmiyordu. Sağ kanat bu oylamadan birinci çıktı. 1867 Uzlaşması’nı ortadan kaldırarak, monarşiyi yeniden düzenledi.

Macaristan 4 Haziran 1920 tarihinde Trianon Antlaşması’nı izmalayarak ülkenin parçalandığını kabul etti. Antlaşmaya göre Macaristan topraklarının bir kısmı, komşu ülkeleri arasında paylaştırıldı. Yaklaşım 10 milyon Macar ülke dışında kaldı. Ülkenin etkin yapısında değişiklikler oldu. Bu değişim sonucunda Macaristan’ın etnik yapısı; %90’ı Macar, %6’sı Alman, geriye kalan kısmı ise Slovaklar, Hırvatlar, Rumenler, Yahudi ve Çingene olarak değişti.

Belirlenen yeni sınırlar, Macaristan’ı maden yatakları ve ticari yolların kazancından uzaklaştırdı. Macaristan yeni sınırları ile orman havzasının %84’ünü, ekilebilir arazisinin %43’ünü ve demir madenlerinin %83’ünü kaybetti. Macaristan 1. Dünya Savaşı öncesi savaş endüstrisinin önemli merkezlerinden birisiydi. Başken Budapeşte nüfusunun %51’i endüstride çalışmaktaydı. Endüstriyel alanda çalışanların %82’si de ağır sayaniyde çalışmaktaydı.

Haziran 1920 yılında Honthy meclise başbakan olarak atandı. Kendisinin de içinde bulunduğu sağ kanat hükümeti, numerus clausus yasasını uygulayacağını, siyasetteki ve üniversitelerdeki yozlaşmaya çözüm bulacağını, kırsal alanın sorunlarıyla ilgileneceğini vadetti. Teleki’s hükümeti, Avusturya kralı 1. Charles’in Mart, 1921’de tekrar tahta geçmesi ile devrildi. 1. Charles, Hasburgta’ki milliyetçi sağ kanadın bütün siyasi faaliyetlerini engelledi. Bu durumu değerlendiren parlamenter István Bethlen, Birlik Partisi adında yeni bir sağcı parti kuruldu.

Horthy bunun üzerine Bethlen başbakanı olarak atandı. 4. Charles ‘in tahtını güvence altına alma çabaları yine sonuçsuz kaldı.

Bethlen’in iktidarda durduğu süre istikrarlı geçti (1921-1931). Yeni bir politik anlayış ile seçmenlere yaklaştı, bürokratik konumlara kendi destekçilerini yerleştirdi, siyasi becerisini kırsal alanda hissettirdi. Bethlen devlet mekanizması üzerinde radikal devrimler yaptı. Yahudi ve sol kesim üzerindeki baskıları azalttı. 1921 yılında Sosyal Demokratlar’a ve ticari birliğe yeni haklar sağladı. Legal olarak çalışmalarını sağlayacak yasaları çıkarttı. Anti-Macar ve siyasi suçlulara af sağladı. Bethlen 1921’de Macaristan’ın Milletler Cemiyeti’ne girmesini sağladı.1927 yılında İtalya ile yeni bir dostluk antlaşması imzaladı. Trianon Antlaşması ülke gündemine geldi. Bethlen bu antlaşmanın etkilerini; ticari, sosyal, kültürel, siyasi ve ekonomik alanda yükselirken basamak olarak kullandı.

Büyük Bunalım dönemi yaşam standardında olduğu gibi, sağ kanadın politik kariyerinde de büyük düşüşe neden oldu. 1932 yılında Horthy’nin yerine, Almanya ile sıcak ilişkiler olan Gyula Gömbös atandı. Gömbös aşırı milliyetçi kanattaydı ve Maygarizasyon politikasını güden bir politika izlemekteydi. Gömbös ekonomik krizden kurtulmak için Almanya ile yeni bir ticari anlaşma imzaladı. Bunun sonucu olarak da Macar pazarı ve madenleri Almanya kontrolüne geçmiş oldu.

Adolf Hitler’in Macarlara Trianon Antlaşması ile kaybettikleri toprakları geri verme sözü ile Macarlar Almanlara Yahudi politikasında yardımcı olmaya başladılar. 1935 yılında, Macaristan’ın faşist partisi olan Çapraz Ok partisi Ferenc Szálasi tarafından kuruldu. Gömbös’ün danışmanı Kálmán Darányi Birinci Yahudi Yasası’nın çıkmamasını sağlayarak Alman nazileri ve antisemitist Macarları memnun etti. Macar meclisi bu rahatsızlık verici gelişmeler üzerine Béla Imrédy’i Darányi’nin istifası üzerine başbakan olarak atadı (1938).

Imrédy ilk olarak İngiltere ile diplomatik ilişkileri geliştirme politikasını izledi. Bu gelişmeler, Almanya ve İtalya tarafından rahatsızlık verici olarak yorumlandı. Ancak Avusturya’nın ilhakı ile Imrédy Almanya ve İtalya’yı görmezden gelmenin mümkün olmadığını gördü. Bunun sonucu olarak 1938 sonbaharı itibarıyla dış politikada daha Alman ve İtalyan yanlısı bir çizgi izlemeye başladı.

Imrédy, sağ siyasette gücünü korumak amacıyla rakiplerini ortadan kaldırmaya başladı. Gittikçe güç kazanan Ok Haç Partisi bu politikanın sonucunda Imrédy yönetimi tarafından kapatıldı. Daha da sağ çizgi izlemeye başlayan Imrédy, devletinin totaliter bir şekilde yeniden organize edilmesini teklif etti ve ilkinden daha da sert olan İkinci Yahudi Kanunu’nun taslağını hazırlattı. Pál Teleki’nin hükümetinin yönetimindeki meclis 1939 yılında İkinci Yahudi Kanunu’nu kabul etti. Kanun, Yahudilerin ekonomik, kültürel ve sosyal hayata katılımını sınırlandırıyor ve Yahudiliği bir din değil bir ırk olarak tanımlıyordu. Bu da Musevilikten Hristiyanlığa geçenlerin durumunu belirgin bir şekilde olumsuz etkiledi.

2. Dünya Savaşı

Nazi Almanyası ve Faşist İtalya Macaristan’ın Triyanon Antlaşması ile kaybettiği toprakları barışçıl yollarla geri almasına çalıştılar. Viyana Hediyeleri ile de Macaristan’ın Çekoslovakya’nın bir kısmını ve Transilvanya’yı geri almasını sağladılar.
Pál Teleki, 20 Kasım 1940’ta Almanya’nın baskısıyla Macaristan’ı Üç Güç Paktı’na katılmasını onaylamıştır. Diğer yandan da Aralık 1940’ta Yugoslavya ile uzun ömürlü olmayan "Sonsuz Dostluk Antlaşması"’nı imzaladı. Birkaç ay sonra, Yugoslavya’daki ihtilalin Almanya’nın Sovyetler Birliği’ni işgal etme planını tehdit etmesi sebebiyle Hitler Macarların Yugoslavya’nın işgalinde destek vermelerini istedi. Bu ortaklığın sonucunda da Birinci Dünya Savaşı sonunda kaybedilen Macar topraklarının geri verileceği sözünü verdi. Macaristan’ın savaşta Almanlarla birlikte olmasına engel olamayan Teleki intihar etti. Aşırı sağcı László Bárdossy de bir sonraki başbakan oldu. Sonuçta bugünkü Slovenya, Hırvatistan ve Sırbistan’da bulunan ufak topraklar Macaristan’a katıldı.

Doğu Cephesi’nde savaşın başlamasıyla, savaşa katılma konusu Macar yetkililer arasında tartışmalara sebep oldu. Sonuç olarak Macaristan 1 Haziran 1941’de Almanların yönetimi altında savaşa girdi. Macar elit askerlerinden oluşan Karpat Grubu güney Rusya’da oldukça ilerleme kaydetti. Uman Muharebesi sırasında Karpat Grubu 6. ve 12. Sovyet Orduları’nın çevrelenmesinde görev aldı. 20 Sovyet tümeni ele geçirildi veya yok edildi.

Macaristan’ın Almanya’ya olan bağlılığından endişelenen Amiral Horthy Bárdossy’yi istifaya zorladı ve yerine Miklós Kállay’ı getirdi. Miklós Kállay Bethlen hükümetinde görev almıştı ve muhafazakar bir çizgiye sahipti. Kállay Bárdossy’nin Kızıl Ordu karşısında Almanya’yı destekleme politikasına devam ederken gizlice Batılı güçlerle müzakerelere başladı.

Stalingrad Muharebesi’nde Macaristan İkinci Ordusu çok ciddi kayıplar verdi. Stalingrad’ın Ocak 1943’te düşmesinden kısa bir süre sonra İkinci Ordu varlığını devam ettiremedi.

Amerikalılar ve İngilizlerle gizli müzakereler devam etmekteydi. Ancak bunun farkında olan Hitler Nazi güçlerine Margarethe Operasyonu’na başlamaları emrini verdi ve Mart 1944’te Macaristanı işgal etti. Hırslı bir Nazi destekçisi olan Döme Sztójay, Nazi Orduları yöneticisi Edmund Veesenmayer’in desteğiyle yeni başbakan oldu.

Kötü şöhretli SS Albayı Adolf Eichmann Macaristan’a Yahudilerin işgal edilmiş Polonya’daki Alman ölüm kamplarına gönderilmesini denetlemeye gitti. 1944 yılında 15 Mayıs-9 Temmuz arasında 437,402 Yahudi Auschwitz Toplama Kampı’na gönderildi

1944 Ağustos’unda Horthy, Sztójay’ın yerine anti-faşist General Géza Lakatos’u getirdi. Lakatos yönetiminin içişleri bakanı olan Béla Horváth jandarmaya Macar vatandaşlarının sürgün edilmesini engellemeleri emrini verdi.

Eylül 1944’te Sovyet güçleri Macar sınırını geçtiler. 15 Ekim 1944’te Horthy Macaristan’ın Sovyetler Birliği ile ateşkes imzaladığını ilan etti. Ancak Macar Ordusu ateşkesi görmezden geldi. Almanlar Panzerfaust Operasyonu ile Horhy’nin oğlunu kaçırarak onu ateşkesi feshetmesine, Lakatos’un yerine Ok Haç Partisi’nin lideri olan Ferenc Szálasi’yi getirmesine zorladılar. Ferenc Szálasi Millî Birlik Devleti’nin başbakanı oldu ve Horthy politikadan çekildi.

Szálasi Nazilerin desteğiyle başta Budapeşte’dekiler olmak üzere Yahudilerin sürgününü tekrar başlattı. Binlercesi de Ok Haç Partisi üyelerince öldürüldü.

28 Aralık 1944’te Béla Miklós başbakanlığında Macaristan geçici hükümeti kuruldu. Ancak Miklós da ve Szálasi de hükümetlerinin meşruiyetini iddia etmekteydi. Ok Haç Partisi’nin yönetim alanı gittikçe daralırken Almanlar ve Szálasi destekçileri Ruslara karşı savaşmaya devam ettiler. Kızıl Ordu 29 Kasım 1944’te Budapeşte’yi kuşattı ve Şubat 1945’e kadar sürecek olan Budapeşte Muharebesi başladı. Macaristan Birinci Ordusu’ndan kalan birliklerin çoğu ise 1 Ocak ile 16 Şubat 1945 arasında Budapeşte’nin 200 km kuzeyinde imha edildi. Sonuç olarak 13 Şubat 1945’te Budapeşte koşulsuz bir şekilde teslim oldu.

20 Ocak 1945’te Macar geçici hükümetinin temsilcileri Moskova’da ateşkes imzaladılar. Szálasi hükümeti üyeleri ise ülkeyi mart sonunda terkettiler. Resmi olarak Macaristan’daki Sovyet operasyonları 4 Nisan 1945’te son Alman birlikleri de ülkeden çıkana kadar devam etti. 7 Mayıs 1945’te General Alfred Jodl, Alman kuvvetlerinin koşulsuz teslimini kabul etti.

Macar Bilimler Akademisi’nden Tamás Stark’ın değerlendirmesine göre Macaristan’ın 1941-1945 arasındaki kaybı 110-120,000’i ölü, 200,000’i kayıp ve savaş esiri olmak üzere toplam 300,000-310,000’dir. Macaristan’ın kayıpları Slovakya, Romanya ve Yugoslavya’dan katılan topraklardan askere alınan 110,000 kişi ve askere alınan 20-25,000 Yahudi’yi de içermektedir. 45,000’i 1944-1945 arasındaki hava operasyonları sonucu ve 20,000’i soykırımda öldürülen Romanlar olmak üzere 80,000 sivil kayıp verilmiştir. Holokost sebebiyle hayatını kaybeden Yahudilerin sayısı ise 600,000’dir.

Coğrafya

Macaristan Yaylası (Felföld)

Macaristan’ın kuzey kesimleri dağlık bir bölgedir. Doğu komşusu Romanya’nın kuzey sınırından içeri giren bu dağ zinciri batıya doğru uzanarak Avusturya Alpleri ile birleşir. Ama bu dağlar akarsulara sık sık geçit veren sayısız birtakım tepelere parçalanmıştır. Dağların en yüksek noktası Kekes Tepesidir (1014 m). Yer yer vadilerle yarılan dağların yamaçları sık ormanlarla kaplıdır. Tepelerden vadilere inildikçe "lös" adı verilen kil ve kum karışımı sarı renkli balçıkla kaplı araziler görülür. Bunlar çok verimli topraklardır. Bağlar, meyve bahçeleriyle dolu olan vadilerde sırtlarını yamaçlara dayamış kasabalara rastlanır. Tuna Nehri’nin batısında Bakony Ormanları bulunur.

Macar Denizi diye anılan Balaton Gölü’ne kadar uzayan bu dağlık bölge çoğunlukla kireçtaşından oluşmuş bir yayladır. En yüksek tepesi Kőröshegy Dağı’dır (713 m). Buralarda da tepeler ormanlarla kaplı olup vadiler tarıma ayrılmıştır. Vadilerde de yer yer lös toprağına rastlanır. Balaton Gölü’nden güneye doğru, Sırbistan sınırı yakınlarında Mecsek Dağları (En yüksek noktası 682 m) bulunur. "Felföld" diye anılan Macaristan Yaylası burada sona erer.

Macaristan Ovası (Alföld)

Batı Macaristan Ovası’nda ilk planda tepelerin çokluğu göze çarpar. Buralarda akarsular bulanık ve çamurludur. Bunlardan daha çok ormandan kesilen ağaç kütüklerini taşımak için faydalanılır. Tuna’ya dökülen Raba, Repce ve Marcal nehirleri arasında kalan topraklarda buğday ekimi yapılır. Tuna’yı geçip doğuya ilerlendikçe Büyük Alföld denilen karakteristik Macar Ovası ile karşılaşılır. Macar halkının yarısını barındıran baştanbaşa düz, engin bir çayırdır. Büyük Alföld’de büyük ısı farkları göze çarpar. Kuzeyde dağlarla çevrili olduğu için yazın şiddetli sıcaklar olur. Kışın ise dondurucu rüzgârlar ovayı kaplar. Karpatlar’dan inen Tisza Nehri ovayı enlemesine keserek güneyde Sırbistan’a girer (Voyvodina Özerk Bölgesi) ve orada Tuna’ya karışır. Büyük miktarda çamuru da birlikte sürükleyen bu ırmak, ilkbahar taşkınları sırasında oldukça geniş bir çevreyi sular altında bırakır. Yazın kızgın güneşle kuruyan bu çamurlar Tuna ile Tisza arasındaki bölgenin karakteristik manzarasıdır. Kuzeydoğuda Romanya sınırına yakın Debrecen dolaylarında buna benzer kumlu, balçıklı yerlere rastlanır.

Tarıma çok elverişli löslü topraklar çoğunluğu meydana getirirler. Macaristan’ın tarım yönünden zenginliğinin belli başlı kaynağı bu bereketli ovalardır.

İklim

Sıcaklık ocak ayında -1 ve 2 derece arasındadır. Yaz aylarında ise sıcaklık en fazla 29 derece’dir. Denize kıyısı olmadığı için ülkede karasal iklim hâkimdir.

Ekonomi

İhracat odaklı bir ekonomiye sahip olan Macaristan, uluslararası ekonomik konjonktürün yarattığı risklere açıktır. Dış ticaretinin büyük bir bölümünü AB ülkeleriyle yapan ülke, Avro’ya geçiş için gerekli hazırlıkları da sürdürmektedir. Temel ürün gruplarına göre dış ticaretinin dağılımında, makineler, elektronik eşyalar ve nakliye araçları ülkenin ithalat ve ihracatında ana sektörler olarak öne çıkmaktadır. İthalatın yaklaşık % 50’sini, ihracatın ise % 60’ını bu üç sektör gerçekleştirmektedir.

Bilim ve teknoloji

Macaristan çok sayıda seçkin bilim adamları yetiştirmiş olup matematik eğitimi ile ünlüdür.

Rubik Küpü, Ernő Rubik tarafından icat edilmiştir.

Ulaşım

Macaristan oldukça gelişmiş bir karayolu, demiryolu, hava ve su taşıma sistemi vardır. Ülkenin başkenti Budapeşte, toplu taşıma ağında önemli bir düğüm olarak hizmet vermektedir.

Demografi

Macaristan’daki etnik unsurlar

Macarların atalarının büyük çoğunluğu Ural-altay/Fin-Ugor kavimleri’nden olan Hun-Ugor kavimleridir. Daha sonra Hint Avrupa grubundan olmayan bu Ugor kavimlerine Hunlardan bazı boylar karışmıştır. Karışan bu üç kavim, Hazarlar’ın egemenliğini kabul etmiştir (460).

Eğitim

1276 yılında Veszprém üniversite Péter Csák birlikleri tarafından tahrip edildi ve yeniden inşa edilmedi. Pécs’te bir üniversite 1367 kurulmuştur. Sigismund 1395 yılında Óbuda’da bir üniversite kurmuştur. Universitas Istropolitana, Mattias Corvinus tarafından 1465 yılında Pozsony’de kurulmuştur. Nagyszombat Üniversitesi 1635 yılında kuruldu ve 1777 yılında Buda’ya taşındı ve bugün Eötvös Lorand Üniversitesi olarak hizmet vermektedir. Dünyanın ilk teknik üniversitesi 1735 yılında Selmecbánya’da kuruldu. Onun ardılı Macaristan’daki Miskolc Üniversitesi’dir. Budapeşte Teknoloji ve Ekonomi Üniversitesi (BME) üniversite düzeyi ve yapısı ile dünyadaki en eski teknoloji kurumu olarak kabul edilir. Yasal selefi ise İmparator II. Joseph tarafından 1782 yılında kurulan Institutum Geometrico-Hydrotechnicum’dur.

Macar mutfağı

Macar Mutfağı

Macaristan mutfağı denince akla ilk gelen şey paprikadır. Çok geniş bir coğrafyadan etkilendiği mutfağında Fransa ve Türkiye’nin yanı sıra Orta Avrupa ülkelerinin de etkisi görülür. Mutfaklarıyla gurur duyan Macarların yemeklerinin olmazsa olmazı baharatlarıdır. Macarların ulusal yemeği gulaştır. Paprika aromalı bir çeşit çorba olan gulaşın yanı sıra Macaristan mutfağında et oldukça popülerdir. Özellikle domuz eti ve bifteği yemeklerinde çokça kullanırlar. Irmak balıkçılığının yaygın olduğu ülkede sazan ve sudak en çok tüketilen balıklar arasındadır. Tavuk ve hindi etinin de oldukça yaygın olduğu ülke mutfağında ülkenin kendine has lezzetleri paprika soslu tavuk paprikás csirke ve paprikalı balık çorbası halászlé çokça tüketilir.

Kaz eti de ülkede oldukça popülerdir. Özellikle kaz ciğeri libamáj ve rosto edilmiş kaz bacağı karşınıza en çok çıkacak çeşitlerdendir. Macarlar sebze yemeklerine de düşkündür. Ayrıca düşkün oldukları bir diğer şey ise turşudur. Kahvaltılarında bile mutlaka turşu vardır. Ülke mutfağının yerel tatlılarından gundel palacsinta pankekin yanında ceviz, kuru üzüm, limon rendesi ve çikolatalı sos ile rom ikram edilir.

Vejetaryen ve vegan yemek çeşitlerinin de oldukça zengin olduğu ülkede ziyaretçiler özellikle ülkenin batı kesiminde kendilerine göre yiyecekler bulabilirler. Macaristan’da şarap oldukça ciddiye alınır. Ülkenin en meşhur şarap markaları zengin üzümlerden üretilen kırmızı şarap markası Kékfrancos ve tatlı beyaz şarabı Tokaj’dır. Ülkenin diğer lokal içkileri arasında “boğa kanı” anlamına gelen ve oldukça sert olan kırmızı şarapları Bikavér, çokça ihraç ettikleri biraları Sör, bitki likörü Unicum, ve kayısılı, vişneli, erikli, armutlu gibi çeşitleri olan Pálinka adını verdikleri konyakları gelir.

Macaristan’daki Türk Elçiliği

BUDAPEŞTE BÜYÜKELÇİLİĞİ

Adres: ANDRASSY UT. 123 1062 BUDAPEST/HUNGARY
Telefon: 00 36-1 344 50 25 (5 hat)
Faks: 00 36-1 344 51 43 (Dahili 119 mesai saatleri içinde)

embassy.budapest@mfa.gov.tr
T.C. Dışişleri Bakanlığı Budapeşte Büyükelçiliği

Görev Bölgesi: Bütün Macaristan

Beğen
Beğen Muhteşem Haha İnanılmaz Üzgün Kızgın

Lüksemburg Büyük Dükalığı

Lüksemburg

Başkent Lüksemburg
Resmî diller Lüksemburgca, Almanca, Fransızca
Yönetim Şekli Parlamenter Monarşi
Yüzölçümü 2.586 km²
Nüfus 602.010
Nüfus Yoğunluğu 232.7/km²
Para birimi Euro (EUR)
Zaman dilimi OAZD (UTC+1) – OAYZD (UTC+2)
Telefon kodu +352
İnternet TLD .lu

Lüksemburg ya da resmî adıyla Lüksemburg Büyük Dükalığı (Lüksemburgca: Groussherzogtum Lëtzebuerg, Fransızca: Grand-Duché de Luxembourg, Almanca: Großherzogtum Luxemburg), Batı Avrupa’da denize kıyısı olmayan küçük bir devlettir. Toprakları Belçika, Fransa ve Almanya ile çevrelenmiştir. Başkenti, ülkeyle aynı adı taşıyan Lüksemburg’tur. Lüksemburg’un nüfusu yarım milyonun biraz altında ve yüzölçümü yaklaşık olarak 2.586 kilometrekaredir.

Ülkede parlamenter temsilî demokrasi ile birlikte anayasal krallık sistemi vardır. Grandük unvanını taşıyan bir monark tarafından yönetilir. Eski dönemlerden günümüze ayakta olan en büyük dükalıktır. Ülke son derece gelişmiş bir ekonomiye sahiptir ve kişi başına düşen millî gelir ortlamasında IMF ve Dünya Bankası verilerine göre birinci sırada yer alır. Tarihî ve stratejik önemi kurulduğu Roma dönemine dek uzanır.

Lüksemburg; Avrupa Birliği’nin, NATO’nun, OECD’nin, Birleşmiş Milletler’in, Benelüks Topluluğu’nun ve Batı Avrupa Birliği’nin kurucu üyelerindendir. Ülkenin başkenti ve aynı zamanda en büyük yerleşim birimi olan Lüksemburg, Avrupa Birliği ile ilgili pek çok sayıda kurum, kuruluş ve dairenin genel merkezliğine ev sahipliği yapmaktadır.

Lüksemburg, Roma ve Cermen kültürlerinin kesiştiği bir noktada yer alır ve bu iki uygarlığın da ülkenin kültürel yapılanmasında büyük payı vardır. Lüksemburgça, Almanca ve Fransızca olmak üzere üç resmî dilin bulunduğu ülke laik bir devlet yapılanmasına sahip olsa da Lüksemburg halkının büyük çoğunluğu Roma Katolik Kilisesi’ne bağlıdır.

Bayrak ve Arma

Lüksemburg arması

Kırmızı (en üstte, beyaz (ortada) ve açık mavi olmak üzere üç eşit yatay şeritten oluşur. Bayrak Hollanda bayrağına benzemektedir. Ayrıca bayrağın tasarımında Fransa bayrağından esinlenilmiştir.

Tarihçe

Bu küçük ülkenin tarihi 963’te Kont Siegfried’in Lütteburg Kalesi’ni kurdurmasıyla başlar. 15. yüzyılda 4 Kutsal Roma Cermen imparatoru Lüksemburg’dan seçilmiştir. Bunlardan I. Karl, Lüksemburg’u 1354’te dükalığa dönüştürmüştür. 1443’te Bourgogne hanedanının eline geçen ve yüzyıllarca yabancı ülkelerin egemenliğinde yaşayan dükalık Bourgogne hanedanından Marie’nin Avusturya İmparatoru I. Maximillian ile evlenmesi sonucu Habsburglara geçmiştir.

Habsburgların bölünmesi ile Lüksemburg ailenin İspanyol koluna geçti. 1684’te Fransa Kralı XIV. Louis tarafından ele geçirildi. 1697’de Habsburgların geri aldığı ülke, 1794’te yine Fransız işgaline uğradı. 1815’e kadar Fransız egemenliği altında kalan ülke Viyana Kongresi’nde bağımsız bir büyük dükalık olarak Hollanda’ya geçmiştir. 1830 Ayaklanması’ndan sonra Belçika’nın bir parçası haline gelmiştir.

Fransız İmparatoru III. Napoléon’un ele geçirme girişiminin başarısızlığa uğramasından sonra, 1827’de bağımsızlığa kavuşan Lüksemburg Büyük Dükalığı büyük devletlerin himayesi altına alınmış ve Dükalık’ta, 1868’de üstünde birçok değişiklikler yapılmasına rağmen günümüzde de geçerli olan anayasa kullanılmaktadır. O tarihten itibaren yansızlık politikası uygulamasına karşın her iki dünya savaşında da Alman işgalinde kalan Lüksemburg, 1947 Mart’ında Belçika ve Hollanda’yla iktisat ve gümrük birliği Benelüks’ü oluşturmuş, 1949’da NATO’ya, 1957’de Avrupa Ekonomik Topluluğuna üye olmuştur.

Başkenti Lüksemburg, 2007 Avrupa kültür başkenti seçildi. Ayrıca kişi başına düşen yıllık millî gelirde dünyada ilk sıradadır (81.000$ 2006 tahmini). Diğer ülkelere nazaran zengin bir toplum olması; ülke topraklarının küçük olması ve çekirdek bir ülke olarak yaşaması ile doğru orantılıdır.

Bunların dışında, Lüksemburg, dünyada halen bağımsız olarak varlığını sürdüren ve dükalık sistemiyle yönetilen tek devlettir.

Yönetim ve politika

Ülkede parlamenter temsilî demokrasi ile anayasal krallık sistemi vardır. 1868 Anayasası ışığında, yürütme gücü grandük ve çeşitli görevlere atanmış birkaç bakandan oluşan Bakanlar Kurulunun yükümlülüğündedir. Hükûmet başkanı, grandükün onayını aldığı sürece yasama konularında değişiklik yapma ya da yeni yasalar hazırlama yetkisine sahiptir.

Lüksemburg Ulusal Meclisinin temsilcileri, 5 yılda bir yenilenen seçimlerle işbaşına gelirler ve halk tarafından doğrudan seçilirler. 4 seçim bölgesinden toplam 60 milletvekili ülkenin tek meclisli parlamentosuna girer ve yasama yetkisini elinde bulundurur. Ülke Konseyi (Conseil d’État) adı verilen birim ise grandük tarafından atanan 21 sıradan vatandaştan oluşur ve bu üyeler,Temsilciler Meclisine görüş ve önerilerini sunma hakkına sahiptirler.

Ülkede, Esch-sur-Alzette, Lükemburg ve Diekirch şehirlerinde olmak üzere üç genel mahkeme; Lükemburg ve Diekirch’da iki bölge mahkemesi, temyiz ve fesih mahkemelerinden oluşan Yüksek Adalet Divanı bulunmaktadır. Ayrıca idari mahkeme ve anayasa mahkemesi de kurulmuştur ve bu mahkemeler de başkentte yer alır.

İdari yapılanma

Lüksemburg İlleri

Lüksemburg, 3 ile bölünmüştür. Bu üç il kendi içinde toplam 12 kantona ve bu kantonlar da 16 komüne ayrılmıştır. Ülkedeki komünlerden 12’si şehir statüsüne sahiptir ve bunlar içinde en büyüğü başkent Lüksemburg’dur

Ülkedeki iller

  1. Diekirch
  2. Grevenmacher
  3. Lüksemburg
Askeriye

Lüksemburg’un NATO görevlerine göndermek ve ülke içinde savunma gücünü sağlamak amacıyla oluşturduğu küçük bir ordusu vardır. Yaklaşık 900 kişiden oluşan ülke ordusuna katılım, 1967 yılından bu yana isteğe bağlıdır. Denize çıkışı olmayan Lüksemburg’un donanması da bulunmamaktadır.

Askerî havacılık kuvvetleri de olmayan Lüksemburg, buna karşın NATO’nun 17 adet savaş uçağının sahibi olarak kaydedilmiştir. Belçika ile yapılan iki taraflı antlaşmalar ışığında iki ülke ortaklaşa olarak bugün kullanımda olan bir askerî kargo uçağını finanse etti.

Coğrafya ve iklim

İklim

Lüksemburg, Avrupa’daki en küçük ülkelerden biridir ve dünyadaki 194 bağımsız devlet içinde yüzölçümü bakımından 175. sıradadır. Ülkenin toplam yüzölçümü yaklaşık 2.586 kilometrekaredir ve en geniş noktasında 82 kilometre uzunluğunda, 57 kilometre genişliğindedir. Lüksemburg doğusunda, Almanya’nın Renanya-Palatina ve Saarland eyaletleri ile güneyde Fransa’nın Lorraine bölgesiyle komşudur. Batısında ve kuzeyinde Belçika’nın Almanca konuşulan bölgeleri ve Lüksemburg ile Liège illeriyle çevirilidir.

Ülkenin kuzey ucunda Ardenler uzanır. Yoğun ormanlarla kaplı bu bölgeye Ösling (Lüksemburgca: Éislek adı verilir. Bu bölge engebeli arazi yapısına sahiptir ve ülkenin en yüksek tepesi olan 560 metrelik Kneiff da burada yer alır. Bu bölge çok seyrek nüfuslanmıştır. Burada yer alan tek kasaba olan Wiltz, nüfusu 4 bini biraz aşan bir yerleşim birimidir.

Ülkenin güney bölümü ise Gutland olarak adlandırılmaktadır ve Ösling’e göre daha yoğun nüfuslanmıştır. Bu bölge daha çeşitlidir ve coğrafi olarak 5 altbölgeye ayrılabilir. Lüksemburg platosu, ülkenin orta-güney bölümünde yer alır. Burada geniş, düz bir alanda kumtaşı oluşumları gözlenir. Küçük İsviçre bölümü, ülkenin doğusunda yer alır ve sarp kayalıklar, yoğun ormanlarla kaplıdır. Moselle Vadisi, ülkenin en alçak kesimleridir. Güneydoğu sınırına yakın bir noktadadır. Kızıl Topraklar ise ülkenin en güneyinde ve güneybatısında yer alır. Bu bölge Lüksemburg’da sanayinin en önemli merkezlerinin ve ülkenin en büyük şehirlerinin bulunduğu yerdir.

Lüksemburg-Almanya sınırı, üç akarsu ile belirlenir: Moselle Nehri, Sauer Nehri ve Our Nehri. Ülkede yer alan diğer önemli akarsular Alzette Nehri, Attert Nehri, Clerve Nehri ve Wiltz Nehri’dir. Sauer ve Attert nehirlerinin vadiler Ösling ve Gutland arasındaki sınırı oluşturur.

Lüksemburg Köppen iklim sınıflandırmasında Cfb ile saınıflandırılan Batı Avrupa deniz iklimine sahiptir. Özellikle yaz sonlarında yoğun miktarda yağış alır.

Etnik yapı

Lüksemburg’un yerli halkı Kelt kökenli, ancak Fransız-Alman ırkları ile karışıktır. 20. yüzyılda artan göç oranları ve göçmen sayısıyla Belçika, Fransa, Almanya, İtalya ve büyük çoğunluğu da Portekiz’den olmak üzere binlerce kişi ülkeye giriş yapmıştır. 2001 nüfus sayımlarında ülkede Portekiz vatandaşlığına sahip 58.657 kişi yaşadığı belirtilmiştir. Yugoslav Savaşları’nın başladığı dönemden beri Lüksemburg, Bosna-Hersek, Karadağ ve Sırbistan’dan büyük oranda göç almıştır. Her yıl ortalama 10 bin göçmen alan Lüksemburg’a son dönemde yapılan göçler büyük oranda Avrupa Birliği üyesi ülkelerden ve Doğu Avrupa ülkelerinden yapılmaktadır. 2000 yılı verilerine göre ülkede 162.000 göçmen vardır ve toplam nüfusun %37’sini oluşturmaktadırlar. Bunun yanı sıra ülkede sığınma hakkı istemiyle başvuranlar da dâhil, toplam 5 bin kayıtdışı göçmen olduğu sanılmaktadır.

Diller

Lüksemburg’da, Lüksemburgca, Fransızca ve Almanca olmak üzere üç resmî dil vardır. Lüksemburgca resmî dillerden biri olmasının yanı sıra dükalığın ulusal dili olarak kabul görmekte ve hemen hemen tüm Lüksemburglular tarafından bilinmektedir. Lüksemburgca, Almanya sınırında, Almanların konuştuğu lehçeye yakın bir dildir ancak Fransızcadan yoğun biçimde etkilenmiştir.

Ülkedeki resmî dillerin üçü de çeşitli alanlarda birinci dil olarak kullanılmaktadır. Lüksemburgca günlük hayatta konuşulan dil olma özelliğine sahiptir ancak yazılı dilde pek kullanılmamaktadır. Resmî yazışmaların büyük bölümü Fransızca yapılır ancak okullarda en çok öğretilen dil ise Almancadır. Basın-yayın organlarının büyük çoğunluğunun ve ülkedeki Katolik Kilisesi’nin de dili Almancadır.

Lüksemburg’da eğitim de üç-dillidir. İlköğretimin ilk yılları Lüksemburgca yapılır. Daha sonra kullanılan dil Almanca olarak değişir. Ortaöğretimde ise öğretim dili Fransızcaya döner. Ancak ülkede ortaöğretimden mezun olabilmek için ülkenin üç resmî dilinde de yeterlilik belgesi gerektiğinden ülkede okul bitirme diploması almadan eğitim kurumlarını terk edenlerin sayısı oldukça yüksektir. Özellikle göçmen ailelerin çocukları bu konuda büyük güçlüklerle karşılaşmaktadırlar.

Ülkenin üç resmî dilinin yanı sıra, İngilizce de eğitim süresince öğretilmektedir. Bunun dışında, Portekizce ve İtalyanca ülkedeki en büyük azınlık dilleridir.

İnançlar

Notre-Dame Katedrali, Lüksemburg.

Lüksemburg laik bir devlet olmasına karşın, devlet bazı inançları resmî olarak tanır. Böylece devlet dinî işlerde yönetimde söz sahibi olur ve din adamlarının atanmasında rol oynar. Bunun karşılığında, dinî kurumların giderleri ve din adamlarının ücretleri ödenir. Günümüzde Lüksemburg’da tanınmış inançlar Katolik Kilisesi, Rum Ortodoks Kilisesi, Rus Ortodoks Kilisesi, Yahudilik, Anglikanizm, Protestanlık ve İslam’dır.

Lüksemburg’da 1980 yılından beri devletin dinî inançlara ve eylemlere ilişkin istatistiksel bilgi toplaması yasaklanmıştır.

CIA’in 2000 yılı için yaptığı tahminlere göre Lüksemburg halkının %87’si Katolik Kilisesi’ne bağlı iken kalan %13’ü de Protestanlık, Rum Ortodoks, Yahudilik ve İslam inançlarına mensup ya da dinsizdir.

Lüksemburg’da inançlar konusunda en güncel istatistik sonuçları Avrobarometre’nin 2005 yılında yürüttüğü çalışmalar sonucu elde edilenlerdir. Buna göre, Lüksemburg vatandaşlarının %44’ü tanrının varlığına inandığını, %22’si bir özel ruh ya da yaşam kaynağının olduğunu düşündüğünü, %22’si de herhangi bir tanrı ya da kutsal varlığa inanmadığını belirtmiştir.

Ekonomi

Lüksemburg ekonomisi istikrarlı, yüksek gelirli, büyüme hızı yüksek bir ekonomidir. Ülkede enflasyon ve işsizlik oranları son derece düşüktür. 1960 yılına dek çeliğin egemen olduğu sanayi sektörü, son dönemlerde çeşitlenmiş ve kimyasallarla kauçuk işlemenin payı artmıştır. Ülke Amerika Birleşik Devletleri’nden sonra dünyanın en büyük ikinci yatırım fonu merkezi ve avro alanı içindeki en önemli bireysel bankacılık merkezidir. Avrupa’nın en önde gelen sigorta şirketlerinin merkezidir.

Bununla birlikte Lüksemburg hükûmeti son dönemlerde bir internet hamlesi gerçekleştirmiş ve bunun üzerine Skype, eBay ve Jajah gibi tanınmış internet şirketleri yerel ya da uluslararası genel merkezlerini Lüksemburg’a taşımışlardır.

Ülkede tarım çok küçük oranda genelde ailelerin işlettiği çiftliklerde yapılmaktadır. Lüksemburg özellikle Benelüks Birliği’nin diğer iki üyesi Belçika ve Hollanda ile sıkı ticari ve ekonomik ilişkiler geliştirmiştir. Avrupa Birliği’nin de üyesi olan ülke Avrupa Birliği’nin ortak pazar uygulamasından da yararlanmaktadır. kişibaşına düşen yıllık millî gelir ortalamasında dünyada birinci sıradadır. Ülkelere göre yaşam kalitesi sıralamasında 4. sıradadır. 2006 yılında ülkede işsizlik oranı %4.8 olarak ölçülmüştür. 2005-2006 yılları arasında ilk kez uluslararası büyüme hızlarının düşük olmasından dolayı ülke ekonomisi carî açık vermiştir.

Ulaşım

Lüksemburg’da karayolu, demiryolu ve havayolu taşımacılığı hizmetleri son derece gelişmiştir. Son yıllarda özellikle karayolu ağı önemli ölçüde yenilenmiş ve 147 kilometre uzunluğunda otoyolla başkent komşu ülkelere bağlanmıştır. Başkenti, Paris’e bağlayan yüksek hızlı tren hattının kullanıma girmesi ile şehir garı yenilenmiş ve son dönemde Lüksemburg – Findel Uluslararası Havalimanı’na yeni bir yolcu terminali eklenmiştir. Yakın gelecekte başkentte şehiriçi ulaşımda cadde tramvayı ve komşu şehirlerle bağlantı içinde hafif metro hatları yapılması düşünülmektedir.

Kültür ve sanat

Lüksemburg, tarihi boyunca kültürel bağlamda komşularının gölgesinde kalmış, uzun yıllar bir tarım ülkesi olarak anılmış ancak kendine özgü birtakım folklorik gelenekler geliştirmiştir. Ülkede büyük çoğunluğu başkent Lüksemburg’da bulunan pek çok müze vardır. Ulusal Tarih ve Sanat Müzesi, Lüksemburg Şehri Tarih Müzesi, Grandük Jean Modern Sanat Müzesi ve Diekirch’deki Ulusal Askerî Tarih Müzesi ülkenin en bilinen müzelerindendir. Eski ve iyi korunmuş kaleleriyle başkent Lüksemburg UNESCO’nun dünya kültür mirası listesinde yer almaktadır.

Lüksemburg’dan, ressam Joseph Kutter ve Michel Majerus ile fotoğraf sanatçısı Edward Steichen gibi dünyaca tanınmış sanatçılar yetişmiştir. Steichen’ın The Family of Man adlı sergisi Clervaux’da kalıcı olarak sergilenmektedir.

Başkent Lüksemburg, 1995 ve 2007 yıllarında olmak üzere iki kez Avrupa Kültür Başkenti olma özelliğini taşıyan tek şehirdir. 2007 yılında Avrupa Kültür Başkenti’nin Büyük Lüksemburg Dükalığı, Almanya’nın Renanya-Palatina ve Saarland eyaletleri ile Fransa’nın Lorraine bölgesini kapsayan sınırötesi bir alan olması kararlaştırıldı. Böylece bölgelerarası ilişkilerin artırılması, geliştirilmesi ve karşılıklı görüş alışverişi sağlanması amaçlandı.

Festivaller

Lüksemburg’un en önemli festivali olan her yıl ekim ayında başlayıp kasım ayına kadar süren Lüksemburg Festivali, bale, opera, caz, resital gibi çeşitli etkinliklerle ev sahipliği yapmaktadır. Lüksemburg’un üzüm festivalleri ağustos-kasım ayları arasındadır. Esch-sur-Alzette’de var olan Rockhal öncelikle popüler müziğin uluslararası temsilcileri ile kendini göstermektedir. Ülkede Blues’n Jazz Rallye,Rock um Knuedler ve Fête de la musique gibi çeşitli müzik stillerini içeren yerleşmiş müzik festivalleri yapılmaktadır. Ağırlıklı olarak klasik müzik ve caz performansları sergilenmekte olan Lüksemburg İlkbahar Müzik Festivali, klasik, caz ve yerel müziklerden örneklerin sergilendiği Uluslararası Echternach Festivali de müzik festivallerindendir.

Mutfak

Lüksemburg mutfağında alabalık, turna, kerevit gibi tatlı su canlıları oldukça fazla kullanılır. Yemeklerin ana malzemesi fasulye, patates, jambon, lahana, soğan ve diğer kök bitkileridir. Lüksemburg mutfağı Fransız, Belçika ve Alman mutfaklarının etkilerini taşır. Ülkede sayıları git gide artan İtalyan ve Portekizli göçmenlerin etkisiyle, bu mutfakların spesiyalleri de restoranlarda servis edilmeye başlanmıştır. Lüksemburg çok uluslu bir kent olduğundan dünyanın bütün mutfaklarına ait restoranlar ülkede bulunmaktadır. Denize kıyısı olmayan ülkede nehir sayısı oldukça fazladır. Bu yerel nehirlerden tutulan tatlı su balıkları da mutfakta önemli bir yere sahiptir. Zengin füme et ve sosis çeşitleri olan ülke çikolatalarıyla da meşhurdur.

Lüksemburg’daki Türk Elçiliği

LÜKSEMBURG BÜYÜKELÇİLİĞİ

Adres: 49, rue Siggy vu Letzebuerg L-1933 Luxembourg GRAND-DUCHE DE LUXEMBOURG

Telefon: 00 352 44 32 81
Faks: 00 352 44 32 81 134

ambassade.luxembourg@mfa.gov.tr
T.C. Dışişleri Bakanlığı Lüksemburg Büyükelçiliği

Görev Bölgesi: Lüksemburg Büyük Dukalığı

Beğen
Beğen Muhteşem Haha İnanılmaz Üzgün Kızgın

Litvanya Cumhuriyeti

Litvanya

Başkent Vilnius
Resmî diller Litvanca
Yönetim Şekli Parlamenter Cumhuriyet
Yüzölçümü 65.300 km²
Nüfus 2.800.667
Nüfus Yoğunluğu 42,8/km²
Para birimi Euro (EUR)
Zaman dilimi DAZD (UTC+2)-DAYZD (UTC+3)
Telefon kodu +370
İnternet TLD .lt

Litvanya (Litvanca: Lietuva), resmi olarak Litvanya Cumhuriyeti (Litvanca: Lietuvos Respublika), Kuzey Avrupa’da bulunan, üç Baltık devletinden biridir. Ülkede yerleşim daha çok Baltık Denizi boyunca yoğunlaşmıştır, kuzeyden Letonya, güneydoğudan Beyaz Rusya ve Polonya, batısındansa Rusya egemenliğindeki Kaliningrad ile sınır komşusudur. Deniz aşırı olaraksa; Baltık Denizi’nin karşısında bulunan İsveç’le komşudur. Ülkenin nüfusu yaklaşık üç buçuk milyondur. En büyük kenti ve başkenti Vilnius’tur.

14. yüzyıl sıralarında, Litvanya Avrupa’nın en geniş sınırlarına sahip devletlerinden biriydi, o dönemde: Beyaz Rusya, Ukrayna, Polonya ve Rusya’nın bir bölümü Litvanya Büyük Dükalığı’nın egemenliğindeydi. 1569’daki Lublin Birliği’yle, Polonya ve Litvanya yeni bir devlet olarak Lehistan-Litvanya Devleti’ni oluşturdu. Bu birleşmeden iki yüzyıl sonra 1772 ve 1795 yılları arasında bu ittifak bozulmaya başladı. Litvanya’nın parçaları Rus İmparatorluğu’nun eline geçti.

I. Dünya Savaşı’nın sonrasında, ülkede bağımsızlık hareketleri başladı. 16 Şubat 1918’de ulusal egemenlik bildirisi yayınlandı. 1940’tan başlayarak Litvanya; Sovyetler Birliği ve Nazi Almanyası’nın etkisine girdi. 1944’te II. Dünya Savaşı’nın sonları yaklaştıkça ülke, Nazi Almanyası’nın egemenliğinden sıyrıldı. Böylece ülkede yeniden Sovyet egemenliği başladı. 11 Mart 1990’da, yayınlanan ulusal bir deklarasyonla Litvanya Sovyetler Birliği’nden ayrıldığını açıkladı ve bağımsızlığını ilan etti.

Uluslararası finans araştırmalarına göre Litvanya Avrupa’nın en hızlı gelişen ekonomilerinden birine sahiptir. Litvanya; NATO, Avrupa Konseyi ve Avrupa Birliği’ne üyedir. Ülke, Avrupa Birliği’ne 21 Aralık 2007’deki Schengen Antlaşması’yla tam üye olmuştur. 2009’da, Vilnius Avrupa Kültür Başkenti seçilmiştir. Tarihte "Litvanya" ismine ilk rastlanılan tarih olan 1009 yılının bininci yıl dönümü, ülke genelinde çeşitli etkinliklerle kutlanmıştır. 1 Ocak 2015’te Euro resmi para birimi olarak benimsenmiş ve Eurozone’a dahil olan 19. ülke olmuştur.

Bayrak

Litvanya Arması

Litvanya Bayrağı Sarı (en üstte), yeşil (ortada), ve kırmızı (altta) olmak üzere üç eşit yatay şeritten oluşmaktadır. Sarı renk Litvan ırkını, yeşil renk Litvanyanın doğasını ve kırmızı renk ise kan’ı sembolize eder.

Litvanya tarihi

Litvanya tarihi bugünkü Litvanya topraklarının tarih öncesi dönemlerden günümüze kadar uzanan tarihini kapsar.

Orta Çağ : İnsanların Litvanya topraklarına ilk olarak yerleşmesinin son Buzul Çağı’nın sona erdiği MÖ 10000 yılı civarında olduğu sanılmaktadır. MÖ 2500 civarında bölgeye Hint-Avrupa kavimleri yerleşti ve MÖ 2000 civarında Baltık halklarının etnik bilinci oluşmaya başladı. Günümüzdeki Litvanlar ve Letonlar bu Baltık halklarından gelmektedirler. İlk Çağ ve Orta Çağ’da mevcut olan çeşitli Baltık halkları (tarih boyunca eriyerek yok olmuşlar, sadece bu iki halk günümüze kadar ulaşmışlardır.

11. yüzyılda Litvanya Kiev Knezliği’nin bir parçasıydı. Ancak 12. yüzyıla doğru Litvanlık bilinci oluşmaya başladı ve 13. yüzyıl başlarında Litvanya Grandüklüğü oluştu.

Litvanya Grandüklüğü : Litvanlar Avrupa’da Hristiyanlığı en geç kabul eden uluslardan biridir. 6 Temmuz 1253 tarihinde taç giyen Litvanya Grandükü Mindaugas Hristiyanlığı kabul etmiş ancak suikast sonucu öldürülmesinden sonra ülke tekrar pagan dinine geri dönmüştür. Litvanya 13. yüzyılda defalarca Altınordu Devleti tarafından istila edildi. Ancak 1377 yılında Litvanya Grandükü Jogaila’nın Hristiyanlığı kabul ederek Lehistan kraliçesi Jadwiga ile evlenmesi sonucu Litvanya Hristiyanlaşmaya başladı.

Lehistan-Litvanya Birliği'nin 1618 yılındaki sınırları

1867-1914 yılları arasında Litvanya

Litvanya Grandükü ile Lehistan kraliçesinin evliliği iki ülkenin kader birliği oluşturmasına yol açtı. Bu çiftin torunları Jagiellon Hanedanı olarak bilinmektedir ve hem Lehistan hem de Litvanya’yı 1377-1572 yılları arasında tek elden yönetmişlerdir. Ancak her iki ülke de aynı kral tarafından yönetilmekle birlikte 1569 yılına kadar ayrı ülkeler olarak kaldılar.

Lehistan-Litvanya Birliği : Lehistan-Litvanya Birliği, Avrupa tarihinde çeşitli adlar altında tanınmıştır. Bu adlardan bazıları Birinci Lehistan Cumhuriyeti, İki Ulus Cumhuriyeti, İki Ulus Birliği veya İki Halk Birliği şeklindedir (Lehçe: Rzeczpospolita Obojga Narodów). Lehistan ve Litvanya devletlerinin birleşmesi sonucu ortaya çıkan bu devlet 17. yüzyıl Avrupa’sının en büyük ülkelerinden biriydi.

Lehistan-Litvanya Birliği 1 Temmuz 1569 tarihinde imzalanan Lublin Antlaşması ile kuruldu. Bu antlaşmayla Lehistan Krallığı, Litvanya Grandüklüğü ve Kraliyet Prusyası tek bir devlet olarak birleştiler ve Avrupa’nın en güçlü ülkelerinden biri haline geldiler. Aslında bu ülkeler 1569 yılından önce de işbirliği halindeydiler. Lehistan ve Litvanya 1386 yılında Litvan Jagiellon Hanedanının Lehistan’ı yönetmeye başlamasından sonra aynı krallar tarafından yönetilmekteydiler. Ancak Lublin Birliğine gelinceye kadar kral hariç iki ülkenin bütün yönetim organları ayrı tutulmaktaydı. İki ülkenin ayrı meclis (Sejm) ve senatosu vardı. Krakow ve Vilnius’ta ayrı başkentler bulunmaktaydı. Birleşmeden sonra Krakow’da tek bir meclis ve senato kaldı. Başkent 1596 yılında da Varşova’ya taşındı.

Lublin Anlaşması (1569)

Rusya dönemi (1795–1914) : Çariçe II. Katerina’nın zamanında Lehistan-Litvanya Birliği parçalanarak başta Rusya olmak üzere Avusturya ve Prusya arasında bölüşüldü. Bu bölüşmeden sonra Litvanya topraklarının çoğu başkent Vilnius dahil Rusya’da kaldı. 1812 yılında Napolyon Bonapart’ın komutasındaki Fransız ordusu Litvanlar tarafından kurtarıcı gözüyle karşılandı. Ama Fransız ordusu geri çekilince Rusya çarı I. Nikolay Litvanya’da katı bir Ruslaştırma siyaseti başlattı. 1831 ve 1863 Polonyalılar ve Litvanlar ayaklandılar ama başarılı olamadılar. 1864’te Rusya Litvan dilini ve Latin alfabesini yasakladı. Litvanya’daki Rus egemenliği I. Dünya Savaşı’na kadar devam etti.

Yakın tarih : 1915 yılında Litvanya Alman İmparatorluğu tarafından işgal edildi. Savaştan sonra da 16 Şubat 1918 tarihinde Litvanya bağımsızlığını ilan etti. II. Dünya Savaşı’ndan önce Nazi Almanyası ile Sovyetler Birliği arasında yapılan Molotov Ribbentrop Paktı sonucu Litvanya SSCB’nin kontrolü altına girdi. Sovyet ordusu Litvanlar tarafından kurtarıcı gözüyle karşılandı. Ancak 1941 yılında Litvanya’nın büyük bir bölümü Alman ordusu tarafından işgal edildi ve ülkenin Yahudi halkı Holokost’a (Yahudi Soykırımı) tabi tutuldu. Savaşın başlarından Litvanya’daki Yahudilerin sayısı 250.000’e yakındı. Alman işgali altında bu nüfusun % 90’ı ortadan kaldırıldı.

1945 yılında Sovyet ordusu Litvanya’ya girdi ve böylece Alman işgali sona erdi. Litvanya Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti ilan edildi. 1941-1952 yılları arasında Litvanya Stalinizm’in en katı örneklerinden birine sahne oldu. 30.000’e yakın Litvan aile Sibirya’ya sürgüne gönderildi.

1980’lerin sonunda Sovyetler Birliği çözülmeye başladı. Baltık Ülkelerinde Sovyet baskısına karşı eylemler yapıldı. 23 Ağustos 1989 tarihinde Litvanya, Letonya ve Estonya’daki halk el ele tutuşarak Tallinn’den Riga’ya oradan da Vilnius’a kadar uzanan 600 kilometrelik bir insan zinciri oluşturarak dünyaya seslerini duyurmayı başardılar. Şarkı Devrimi adıyla anılan bu devrimi takiben 11 Mart 1990 tarihinde Litvanya SSCB’den bağımsızlığını ilan eden ilk Sovyet Cumhuriyeti oldu. 2004 yılında da Litvanya Avrupa Birliği’ne ve NATO’ya üye kabul edildi.

Coğrafya

Litvanya Doğu Avrupa’da bulunur ve 53 ve 57 kuzey paralelleri ve 21-27 doğu meridyenleri arasındadır. Ülkenin sahil şeridi 61 mil uzunluğundadır. Ülkenin Baltık Denizi’nde olan sahilinin uzunluğu 24 mildir. Kuronya Uzantısı sayılmazsa, Litvanya; Baltık ülkeleri arasında, Baltık Denizi’ne en az sınırı bulunan ülkedir. Litvanya’nın en büyük sıcak su limanı, Klaipeda’dır. Kuronya Uzantısı, Kuronya Lagünü’nden başlayıp (Litvanca: Kuršiu marios), Kaliningrad’a kadar uzanan bir deniz uzantısıdır. Ülkedeki temel akarsu, Neman Irmağı’dır. Bu ırmağın bazı kolları uluslararası taşımacılıkta kullanılmaktadır.

Litvanya toprakları buzullar tarafından aşındırılmıştır. Ülkenin batısındaki yaylalarda ve doğusundaki dağlık arazilerde morenler geniş yer kaplar. Ülkenin en yüksek noktası Aukštojas Tepesi’dir, buranın yüksekliği 293 metredir. Ülke topraklarında Vištytis Gölü gibi çok sayıda göl ve sulak alan bulunur; ülke içinde karmaşık olarak yayılan ormanlıklar ülkenin yaklaşık %33’ünü kapsar. Ülkenin iklimi ılıman ve karasal iklimin etkilerinin görüldüğü karma bir iklimdir, ülkede yazlar ve kışlar ılıman geçer. Bir coğrafi hesaplama yöntemine göre, Litvanya’nın başkenti Vilnius’un birkaç km ötesinde Orta Avrupa iklimi başlar.

Litvanya Orta ve Doğu Avrupa iklimlerinin karışmasıyla oluşan Sirkum-Borel İklim Bölgesi’ne dahildir.

İklim ve Hava Durumu

Litvanya’nın iklimi, deniz (ılıman) ve oransal olarak hafif karasal iklim arasındadır. Ocak ayında kıyılardaki ortalama sıcaklık −2.5 °C, temmuzdaysa 16 °C’dir. Ocak ayında başkent Vilnius’un ortalama sıcaklık değeri -6 °C iken, temmuzda bu ortalama 16 °C’ye yükselir. Ülke genelinde yaz dönemindeki ortalama sıcaklık gündüzleri 20 °C, geceleriyse 14 °C kadardır. Litvanya klimatoloji tarihine göre bu ortalamanın 30-35 °C’ye kadar yükseldiği de görülmüştür. Ülkede bazı kışlar aşırı soğuk olur. Sıcaklık değerleri hemen hemen her kış -20 °C’ye kadar düşer. Ülkenin sahil kesimlerindeki en düşük sıcaklık değeri -34 °C, doğusundaysa −43 °C olarak ölçülmüştür.

Vilniusyakınlarındaki Pūčkoriai mostrası.

Neringa kumulları.

Ülkenin kıyı bölgelerindeki yıllık yağış ortalaması 800 mm’dir. En çok yağış alan kuzey bölgelerinde ise bu oran 900 mm’ye kadar yükselir. Ülkenin doğusu yıllık ortalama 600 mm yağış alır. Kar, ülkede her yıl ekim ve nisan arasında görülen bir durumdur. Bazı yıllar mayıs ve eylül aylarında karla karışık yağmur da görülür. Ekinlerin büyüme dönemi; ülkenin batı bölgelerinde 202 gün, doğu bölgelerinde ise 169 gündür. Ülkenin doğusunda seyrek olarak güçlü fırtınalar görülür, ancak kıyı bölgelerinde fırtınalar yaygındır.

Baltık ülkelerinde sıcaklık değerlerinin kaydı 250 yıldır tutulmaktadır. Bu veriler ışığında 18. yüzyılın ortalarının ülkede sıcaklıklık değerlerinin yüksek olduğu zamanlar olduğu söylenebilir. Yine bu verilere göre 19. yüzyıl, 18. yüzyıla göre nispeten daha serin geçmiştir. 20. yüzyıla geldiğimizde 1930’lu yıllar oldukça sıcak geçmiştir, bu dönemden başlayarak ülke iklimi, 1960’larda hafif bir ılıma eğilimi göstermiştir. Bu eğilim günümüzde de sürmektedir.

Litvanya 2002’de kuraklıkla mücadele etmiştir, bu yıl ülke turba ve orman yangınlarıyla uğraşmak zorunda kalmıştır.Ülke 2006 yazında Kuzey-Doğu Avrupa’yı etkisine alan bir sıcak hava dalgasından etkilenmiştir.

Aylara göre Litvanya’daki en düşük ve en yüksek sıcaklık değerleri şöyledir:

tb

Silâhlı kuvvetler

Litvanya Silâhlı Kuvvetleri 2,400 sivil personel dahil, 15 bin etkin çalışandan oluşmaktadır. Ordunun 100 bin civarında ise rezerve gücü bulunmaktadır. Litvanya’da Eylül 2008 tarihinde kaldırılan zorunlu askerlik Şubat 2015 tarihinde Doğu Avrupa’daki iç karışıklıklar ve Rusya tehdidine karşı zorunlu hale gelmiştir.

Litvanya’nın ulusal güvenlik sistemleri "toplam ve koşulsuz savunma" üzerine kurulmuştur. Litvanya savunma teşkilatının temel amacı, muhtemel tehditlere karşı toplumu hazırlamak ve Batılı savunma birlikleriyle olan entegrasyonun gerçekleşmesidir. Ülkenin güvenlik güçleri Litvanya Savunma Bakanlığı’nın sorumluluğundadır. Litvanya’da ordu istihbarat ve arama-kurtarma etkinliklerine de katılmakla mükelleftir.

Ülkede; 5,400 kişilik bir sınır koruma ekibi, Litvanya İçişleri Bakanlığına bağlı olmak şartıyla, sınır güvenliğini sağlamaktadır. Bunun yanında bu güvenlik görevlileri sınırdaki pasaport denetimini de yapmaktadır. Ayrıca Litvanya donanması, kaçakçılık ve uyuşturucu ticaretiyle mücadelede için sınır güvenlik görevlilerine destek olmaktadır. Özel güvenlik görevlileri ise VIP alanları ve iletişim güvenliğini kontrol altında tutmaktadır.

Yönetim birimleri

Ülkedeki güncel yönetim birimleri 1994’te oluşturuldu ve ülkenin 2000’de Avrupa Birliği’ne girmesiyle birlikte bu birimler yeniden gözden geçirildi. Litvanya üç ana yönetim birimine sahiptir. Bunlar: İller, belediyeler ve bucaklardır. Ülkede 10 il (Litvanca: apskritis), 60 belediye (Litvanca: savivaldybė) ve 500 kadar bucak (Litvanca: seniūnija) bulunur.

İller merkezi hükümet tarafından atanan valiler (Litvanca: apskrities viršininkas) aracılığıyla yönetilir. Valiler ildeki hukuk kurumları ve belediyeler gibi kamu kuruluşlarının Litvanya anayasasının kurallarıyla yönetilmesiyle sorumludur. İllerde yerel hükümetler vardır ve bu yönetimler ulusal yasaların, programların ve politikaların uygulanmasını sağlar. Litvanya parlamentosuna, illerin sayısının azaltılıp, etnografik yapıya göre yeni kentlerin kurulmasını ön gören sayısız teklif sunulmuştur.Kentlerin azaltılıp nüfusu 100 binin üzerinde beş büyük şehir kurulması, bu tekliflerin en dikkat çekenidir.

Belediyeler çok önemli yönetim birimleridir. Bazı belediyelere tarihsel olarak "ilçe belediyeleri" denir, bunun için sık sık ilçe adıyla anılırlar. Bu yönetim birimleri için bazen "kent" sözcüğü de kullanılır. Her belediyenin kendi seçilmiş hükümeti vardır. Eskiden belediye seçimleri her üç senede bir yapılsa da, günümüzde seçimler dört yılda bir yapılmaktadır. Bucaklarda belediye meclis üyelerini belediye başkanı atar. Günümüzde belediye başkanı ve meclis üyelerinin doğrudan seçimle göreve gelmesi konusunda öneriler vardır, ancak bunun yapılması için anayasal değişiklikler yapılması gerekmektedir.

Ülkede 500 kadar bucak vardır, bu birimler küçük yönetim bölgeleri olup ülke yönetiminde bir rolleri yoktur. Onların görevi sınırları içindeki kamu görevlerini yerine getirmektir; örneğin, kırsal alandaki ölüm ve doğum kayıtlarını yapmak gibi. Bucakların toplumsal sektördeki etkisi büyüktür: Yardıma muhtaç aileleri tespit edip onlara yardım dağıtmak ve yardım hareketlerini organize edip; toplumsal dengeyi korumak, bucakların bu konudaki en büyük görevidir. Bucaklar yerel sorunları çözmede inisiyatife sahiptir. Ancak bu yönetim birimleri nispeten çok önemli sorunlara çözüm aramaz, bir nevi arabuluculuk rolü üstlenir.

Uluslararası ilişkiler

Litvanya 18 Eylül 1991’de Birleşmiş Milletler’e üye olmuştur. Bazı uluslararası örgütlere katılmış ve uluslararası antlaşmalara imza atmıştır. Güvenlik alanında Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı ve NATO’ya üye olan Litvanya, siyasi olarak Avrupa Konseyi ve Avrupa Birliği’ne üye olmuştur. 31 Mayıs 2001’de ise Dünya Ticaret Örgütü’ne katılmaya hak kazanmıştır. Litvanya ayrıca, OECD ve batılı örgütlere üye olmak istemektedir.

Litvanya, altı kıtada 149 ülke ile diplomatik ilişkiler kurmuş ve konsolosluklar açmıştır. Ülkenin ulusal politikası "tek yol özgürlük" ilkesiyle bağdaşırken, ülke komşularıyla sorunlarını silme yoluna gitmiştir. 1991’de Polonya’da olan darbenin sonrasında, ülkede başlayan reform hareketleriyle birlikte Litvanya ile Polonya arasında yakınlaşma başlamış; ardından (1994’te) iki ülke arasında bir dostluk antlaşması imzalanmıştır. 1995’te ise Beyaz Rusya ile bir dostluk antlaşması imzalanmıştır. Litvanya hükümeti, Amerika Birleşik Devletleri ve diğer Avrupa devletlerinin de katılımıyla Beyaz Rusya’yı ekonomik ve demokratik reformlar yapmaya çağırmıştır.

Ekonomi

2003’te, Avrupa Birliği’ne katılan Litvanya; aday ve üye ülkelere kıyasla yüksek bir gelişim eğrisi çizmiştir. Bunun sonucu olarak 2003’ün üçüncü çeyreğinde 8.8% büyümüştür. 2004’te – %7.4, 2005 – %7.8; 2006 – %7.8; 2007 – %8.9, 2008 Q1 – %7.0 büyüme rakamlarını yakalayan ülke, başarılı bir ekonomi yöntimi sergilemektedir. Litvanya, Avrupa Birliği ülkeleriyle önemli bir ticaret endeksine sahiptir.

Birleşmiş Milletler sınıflandırmasına göre, Litvanya kişi başına düşen millî gelir bakımından, geliri yüksek ülkeler arasında sayılmıştır. Ülke dört şeritli otoyolları, hava alanları ve demir yolları altyapısı olarak gelişmiştir. Ekim 2008 verilerine göre, ülkedeki işsizlik oranı 4.7% kadardır. Nüfusun 2%’si ise yoksulluk sınırının altında yaşamaktadır. Kurumsal rakamlara göre, ülke AB’nin en canlı ekonomilerinden birine sahiptir, bundan dolayı ülkeye olan yabancı kaynaklı yatırımlar artmakta ve turizm sektörü de gelişmektedir. Ülkenin eski ulusal para birimi olan Litvanya litası, 1 Ocak 2015 tarihinden itibaren kullanımdan kalkmış, yerine Euro kullanılmaya başlanmıştır. Böylece Litvanya Eurozone’ye geçen 19. ülke olmuştur.

Yapısal olarak, ülkede enformasyonel bilgi sistemine bağlı tutarlı bir ekonomik etkinlik sisteminin kurulması planlanmaktadır. Özellikle biyoteknoloji sektörü ülkede önemli bir sanayi kalemi olarak öne çıkmaktadır. Bu özelliğiyle Litvanya Baltık ülkeleri arasında sivrilmektedir. Ülkede ayrıca lazer sistemlerinin de üretimi yapılmaktadır. Ülkede mekatronik ve bilgi teknolojileri sektörünün gelecekte önemli bir yer edineceği tahmin edilmektedir. Birleşik Krallık bankası "Barclays", 2009’da Litvanya’ya yatırımlarını genişletmeye karar vermiştir. 2010’da IBM Şirketi Litvanya hükümetiyle yaptığı anlaşma ile ülkeye bir araştırma ajansı kurulmuştur. Ayrıca ülkenin ilk güneş pili tesisi kurulmuştur. Yine 2010’da uluslararası para transfer şirketi "Western Union" ülkeye bir merkez açmıştır. Litvanya hükümet stratejisini, Katma değeri yüksek ürün ve hizmet üretmek üzerine kurmuştur.

Nüfus yapısı

Litvanya’da yerleşim Neolitik dönemde başlamıştır. Litvanya topraklarında etnik gruplar arasında büyük değişimler olmamıştır. Bundandır ki büyük olasılıkla, bugün Litvanya’da yaşayan insanların atalarının genetik özellikleri korunmuştur. Litvanya’da, alt gruplar arasında belirgin genetik farklılıklar olmaksızın, ülkede nispeten homojen bir nüfus yapısı vardır.

Litvanya’da 2004’te yapılan MtDNA araştırmasına göre, Litvanların Fin-Ugor ile Hint-Avrupa dil ailelerine mensup Kuzey Avrupa halkları ile yakınlığı tespit edilmiştir. Y kromozomu SNP haplogrup analizinin ortaya çıkardığı bir sonuç olarak, Litvanlar, Estonlar ve Finler birbirine yakın üç ırktır.

2009 tahminlerine göre nüfusun yaş yapısı ortalamaları şöyledir: 0–14 yaş arasında, %14,2 (erkek 258.423/kadın 245.115); 15–64 yaş arasında: %69,6 (erkek 1.214.743/kadın 1.261.413); 65 yaş ve üstü: %16,2 (erkek 198.714/kadın 376.771). Ülkedeki ortanca yaş ortalaması 39.3 yıldır (erkeklerde: 36,8, kadınlarda: 41,9).

Etnik Kökenler

Ülkenin bugünkü nüfusu 3.349.900 kadardır; bu nüfusun %84’ü etnik olarak Litvan’dır ve ülkede resmî dil olarak Litvanca kullanılmaktadır. Ülkede oldukça büyük azınlıklar vardır: Lehler (%6,1), Ruslar (%4,9) ve Beyaz Ruslar (%1,1).

Litvanya nüfusunun bileşimi aşağıdaki gibidir (2010 İstatistik Dairesi verilerine göre):

  • Litvanlar – %83,1 (2.765.600)
  • Lehler (Polonyalılar) – %6 (201.500)
  • Ruslar – %4,8 (161.700)
  • Beyaz Ruslar – %1,1 (35.900)
  • Ukraynalılar – %0,6 (19.700)
  • Almanlar – %0,1 (3.200)
  • Yahudiler – %0,1 (3.200)
  • Tatarlar – %0,1 (2.800)
  • Letonlar – %0,1 (2.300)
  • Romanlar – %0,1 (2.400)
  • Diğer etnik topluluklar – %0,2 (8.200)
  • Belirsiz – %3,7 (122.500)

Ülkede en büyük azınlığı Lehler oluşturur ve ülkenin güneyinde yoğundurlar (Vilnius bölgesinde). Ruslar en büyük ikinci azınlıktır, ülkenin iki büyük kentinde yoğunlaşmışlardır (Vilnius’un %14’ü ve Klaipėda’nın 28%’i). Ayrıca %52 ile Visaginas kentinin çoğunluğunu oluştururlar. Yaklaşık 3.000 Roman, çoğunluğu Vilnius ve Kaunas’ta olmak üzere Litvanya’da yaşamaktadır; ayrıca Panevėžys’te de Romanlar vardır. Romanlar çeşitli fon ve azınlık örgütlerince desteklenmektedir.

Litvanya’da yaşayan Türk kökenli azınlıklar sayıları çok az olmakla beraber Karay Türkleri ve Tatarlardır. Tatarların önemli bir kısmı başkent Vilnius’a 40 km. uzaktaki "Kırk Tatarlar" (Keturiasdesimt Totoriu) isimli köyde yaşamaktadır. Köy nüfusu yaklaşık 700 kişi kadardır. Karay Türkleri ise Museviliği benimsemiş bir topluluktur. Kökenleri Hazar Kağanlığı’na dayanmaktadır. Günümüzde Karaylar daha çok ülkenin eski başkenti "Trakai" ve çevresinde yerleşmiştir.

Litvan-Tatar Türkleri, Litvanya Büyük Düklüğü’ne 14. yüzyıldan itibaren Altın Orda Devleti’nin dağılmasından sonra Kazan, Astrahan ve Kırım hanlıklarından gelip yerleşmişlerdir. Bu göç 17. yüzyıla kadar devam etmiştir. Önceleri Litvan-Tatar Türkleri, Tatar Türkçesini bilmekteyken 16. yüzyılın sonu 17. yüzyılın başlarından itibaren unutmaya başlamışlardır. Bunun sonucunda Kur’an-ı Kerim mealleri, dua ve ilmihal gibi dinî kitapların çevrilmesine ihtiyaç duymuşlar, böylece Arap harfleriyle ilkin Beyaz Rus, sonradan da Leh diliyle Litvan-Tatar Türklerine ait el yazmaları geleneğini başlatmışlardır.

Kaunas Üniversitesi Sağlık Enstitüsü, ülkenin en büyük sağlık enstitüsüdür.

Ülkede 2011’de yapılan nüfus sayımına göre bazı azınlıklar dahil ülkede yaşanların %84’ü ana dil olarak Litvanca’yı kullanmaktadır. Halkın %8,2’i Rusça, %5,8’i ise Lehçe konuşmaktadır. Ülke nüfusunun %60’tan fazlası akıcı düzeyde Rusça konuşabilirken nüfusun yalnızca %16’sı akıcı İngilizce konuşabilmektedir. Avrobarometre’nin 2005’te yaptığı bir ankete göre Litvanların %80’i Rusça konuşabilirken %32’si İngilizce konuşabilmektedir. Litvanya okullarında İngilizce birinci yabancı dildir; ama bunun yanında Almanca’da öğretilmektedir. Bazı okullardaysa Fransızca ve Rusça eğitimi verilmektedir. Lehçe ve Rusça bazı azınlıkların çokça bulunduğu bölgelerde birincil eğitim dili olarak kullanılmaktadır.

Sağlık ve intihar eğilimi

Litvanya’da yaş ortalaması erkeklerde 66, kadınlarda ise 78 yaş civarındadır. Avrupa Birliği’nde erkek yaşam süresinin en az olduğu ülke olan Litvanya, erkek ve kadın yaşam süresinin farkı açısından da ekstrem bir durum teşkil etmektedir. 2008 itibarıyla ülkedeki bebek ölüm oranı 1,000 doğumda 5.9 olarak hesaplanmıştır. Yıllık doğum oranı olaraksa 2007’de ülkedeki doğum hızı 0.3%’tür. Bu oran 100,000 kişide 30.4 doğumdan daha azdır.

Litvanya’da intihar oranlarında eski-Sovyet döneminde büyük bir artış görüldü, ülke bugünde intihar oranının en yüksek olduğu üçüncü ülkedir. 1995’ten bu yana intihar oranlarında bir azalma görülmektedir, bu tarihten önce 100,000’de 45.6 intihar oranıyla Litvanya; dünya tarihinin en yüksek intihar oranına sahipti. Bu Litvanya’nın bugünkü doğum hızından bile yüksektir. Ayrıca Litvanya, içerdiği bazı radikal (ahlaki-geleneksel) normların da etkisiyle AB’nin en yüksek cinayet oranına sahiptir.

İnanç

2005 verilerine göre, Litvanya’nın %79’u Roma Katolik Kilisesi’ne bağlıdır. 14. yüzyılın sonlarına doğru kiliseninde yönlendirmesiyle Litvanya Hristiyanlığı bir mezhep halini almıştır ve bu etki 15. yüzyılda etkisini iyice göstermeye başlamıştır. Sovyet işgali sırasında ülkeye uygulanan baskı politikalarına rağmen bazı papazlar Komünist Diyalektik Sistemi’ne karşı çıkmıştır.

Geleneksel bir ahşap kilise.

20. yüzyılın ilk yarısında, toplam nüfusun %9’una denk gelecek biçimde Litvanya Protestan Kilisesi’nin 200 bin civarında üyesi oldu, bununla birlikte Lütercilik 1945’e kadar bir gerileme dönemine girdi. Bugün ülkenin güneyinde ve batısında küçük Protestan cemaatleri vardır. Ülkede inananlar ve rahipler Sovyet dönemine katlanmak zorunda kalmış, bazıları öldürülmüş; kimileriyse Sibirya’ya sürgüne gönderilmiştir. 1990’da ülkede çeşitli Protestan Kiliseleri kurulmuştur. Ülkede %4,9 Ortodoks (Rus azınlığı arasında yaygındır), %1,9 Protestan, %9,5 deist (Tanrı’ya inanıp, dinlere inanmayan.) ve ateist vardır.

İslam Litvanya’da ilk olarak 14. yüzyılda görüldü. Bu zaman diliminden sonra Lipka Tatarları (diğer adıyla Litvanya Tatarları) ülkede İslami varlığı ortaya çıkardı. Bunların yanında Litvanya’da Lehistan-Litvanya Birliği’nden kalma geleneksel dinler de hala varlığını devam ettirmektedir.

  • Roma katolikleri – %79 (2.752,5 bin)
  • Ortodokslar – %4,1 (141,8 bin)
  • İlkel İnançlar – %0,8 (27,1 bin)
  • Litvanya Evanjelizmi – %0,6 (19,6 bin)
  • Reform Kiliseleri – %0,2 (7,1 bin)
  • Yahudilik – %0,1 (3,5 bin)
  • İslam sunni – %0,1 (2,9 bin)
  • Karismatikler – %0,06 (2,2 bin)
  • Pentekostalizm – %0,04 (1,3 bin)
  • Musevilik – %0,04 (1,3 bin)
  • Eski Baltık Dinleri – %0,04 (1,3 bin)
  • Diğer dinler – %0,3 (11 bin)

Avrobarometre’nin 2005’teki son sonuçlarına göre,Litvanya’da halkın %12’si "Tanrı’nın varlığına, ruh ve ruhun gücüne" inanmamaktadır. Halkıın %36’si ise bu tür bir gücün bir türlü olabileceğini düşünmektedir. Halkın %49’u ise "Tanrı’nın ve ruh gücünün varlığına tamamen" inanmaktadır.

Eğitim

Vilnius Üniversitesi Kuzey Avrupa'nın en eski üniversitesidir.

Litvanya’da varlığı belgelenmiş ilk okul, 1387’de Vilnius’ta bir katedralde kurulmuştur. Bu okul, Hristiyanlık temelinde eğitim vermiştir. Ortaçağ’da Litvanya’da birkaç tür okul vardı. Bunlar: Katedral okulları, (papaz yetiştirmek için); kilise okulları (temel eğitim vermek için) ve soyluların çocuklarına özgü ev okullarıydı. 1579’da Vilnius Üniversitesi kurulana dek, ülkede yüksek öğretim yapmak isteyenler, Krakov, Prag ve Leipzig gibi önemli yabancı kentlere eğitim amaçlı gidiyordu. 20. yüzyılın ilk yarısında ise Vytautas Magnus Üniversitesi, Kaunas’ta kuruldu.

Litvanya’da eğitim politika ve hedeflerini, Bilim ve Eğitim Bakanlığı organize eder. Daha sonra önergeler onay için parlamentoya (Seimas) gönderilir. Yasalarla belirlenmiş eğitim stratejisi, genel olarak eğitimin kalitesini yükseltmeye; mesleki eğitimi organize etmeye odaklıdır. Bunun yanında önergelerle: hukuk eğitimi, yetişkinlere dönük eğitim ve teknik eğitim… gibi eğitim bölümlerinin standartları belirlenir. Belde yöneticileri, belediye meclisleri ve okul fonları (devletin etkin olmadığı; dinsel ve gönüllü organizasyonlar da dahil olmak üzere) ülkedeki eğitime destek olur. Anayasal görev olarak, ülke vatandaşları 10 yıl formal eğitim almak zorundadır, ülkede zorunlu formal eğitim 16 yaşında biter.

1999’da Litvanya devlet bütçesinin yüzde 26’sı eğitim giderleri için tahsis edilmiştir. İlköğretim ve orta öğretim okulları, belediye veya il yönetimleri aracılığıyla devletten mali yardım alırlar. Ülkede yüksek öğretim kısmen devlet desteğiyle sağlanır; belirtilen ölçütlere göre iyi sayılan öğrencilerin masraflarını anayasa gereği devlet karşılar.

2002 verilerine göre, yüksek öğrenim öğrenciilerinin %68’ine devlet destekte bulunmuştur.

Dünya Bankası’nın verilerine göre, 15 yaş ve üstü ülke nüfusunun %100’ü okur yazardır. 2008’de yapılan bir araştırmaya göreyse, 25-64 yaş arasında olan kişilerin %30.4’ünün üçüncü derecede eğitim aldığı verilerine ulaşılmıştır, nüfusun %60.1 ise ikinci derece ve orta öğretim üstü kurumlarda eğitim görmüştür. Litvanya’da yüksek öğrenim gören birey sayısı AB ortalamalarından yaklaşık iki kat yüksektir. Ayrıca ülke, bu konuda Baltık ülkelerinden de daha iyi bir durumdadır.

Ülkede, istisna bölümler hariç normal lisans eğitimi üç yıldır. Ayrıca iki yıllık yüksek okullar da vardır.

2008 itibarıyla, ülkede 15 üniversite, 6 özel enstitü, 16 yüksek okul ve 11 özel yüksek okul bulunmaktadır. Vilnius Üniversitesi Kuzey Avrupa’nın en eski üniversitesidir. Kaunas Teknoloji Üniversitesi ise Baltık ülkelerinin ve Litvanya’nın en büyük teknik üniversitesidir. Ayrıca, başkentte bulunan Vilnius Üniversitesi ile Türkiye’deki bazı üniversiteler arasında Erasmus anlaşmaları mevcuttur.

Yabancı dil

Litvanya, yabancı dil bilme düzeyinin en yüksek olduğu ülkelerden biridir. Nüfusun %90’ı en az bir yabancı dil; %50’si ise iki yabancı dil konuşabilmektedir. Ülkede en popüler yabancı diller Rusça ve İngilizce’dir.

Kültür

Litvanya’da başlıca altı kültürel bölge vardır:

  • Aukštaitija – harfi harfine, "Yüksekülke"
  • Samogitya (Litvanca: Žemaitija, Samogitçe: Žemaitėjė) – harfi harfine, "Alçakülke"
  • Cükiya (Litvanca: Dzūkija veya Dainava)
  • Suvalkiye (Litvanca: Suvalkija or Sūduva)
  • Küçük Litvanya bilinen adıyla "Prusya Litvanyası" – (Litvanca: Mažoji Lietuva veya Prūsų Lietuva). Ülke 1945’e kadar, -Orta Çağ’dan itibaren Prusya’nın bir parçasıydı. Bugün büyük bir kısmı Rusya’ya ait olan Kaliningrad’da kalmaktadır.
Sanat ve müzeler

Litvanya Sanat Müzesi 1933’te kurulmuştur. Müze ülkenin en büyük sanat konservatuvarına ve sergi alanına sahiptir. Palanga Kehribar Müzesi emsal müzeler arasında önemli bir yere sahiptir. Baltık denizinde önemli yatakları bulunan kehribarın sergilendiği bu müzede, büyük bir kehribar koleksiyonu mevcuttur.

Uluslararası bir üne sahip olan besteci Mikalojus Konstantinas Čiurlionis (1875-1911) Litvanya sanat camiasının içinde önemli bir yere sahiptir. 1975’te keşfedilen bir göktaşına, başarılarından dolayı Čiurlionis adı verilmiştir. Ülkede M. K. Čiurlionis Ulusal Sanat Müzesi’nin yanında, yalnızca Litvanya savaş tarihinin betimlendiği Vytautas Büyük Savaş Müzesi de bulunmaktadır (Kaunas’ta).

2011’de açılan Vilnius Guggenheim Uygarlık Kalıtları Müzesi, modern basın sanatı, New York filmleri seçkisi gibi yeni sayılabilecek temalarla hizmete girmiştir.

Edebiyat

Orta Çağ’da Litvanya’da bilimsel dil olarak Latince kullanılmakta ve kitaplar Latince yazılmaktaydı. Ülkedeki ilk yazılı belgeler Litvanya Kralı Mindaugas’ın fermanları olarak bilinmektedir. Gediminas Mektupları da önemli Litvanyalı Latin yazılarındandır.

Litvanya edebiyatındaki ilk Litvanca eserlere 16. yüzyılda rastlanır. 1547’de Martynas Mažvydas tarafından kaleme alınan "Basit Kelimelerle İlmihal" adlı dinî eser, Litvanca telif edilen ilk yapıttır. Bunu Mikalojus Daukša’ın "Litvanya Propriyası" adlı eseri izlemiştir. 16 ve 17. yüzyıllarda, Litvanya edebiyatı Hristiyanlık üzerine kurulmuştu. Eski Litvan edebiyatı (14.-18. yüzyıllar) Litvanya tarihinin en önemli yazarlarından biri olan Kristijonas Donelaitis’in Aydınlanma Çağı adlı kitabı ile güç kaybetmeye başladı. Donelaitis’in "Mevsimler" adlı şiiri Litvanya ulusal epik söyleyişinin ve kurgusal edebiyatının bir başlangıç noktası oldu.

Litvanya edebiyatında 19. yüzyılın ilk yarısında Klasisizm ve Coşumculuk etkili oldu. Antanas Strazdas, Dionizas Poška, Silvestras Valiūnas, Maironis, Simonas Stanevičius, Simonas Daukantas ve Antanas Baranauskas bu akımların en önemli temsilcileri haline geldi. Litvanya Rus işgali sırasında, büyük bir basın sansürüne uğradı, bu da ülkede yönetimden gizli olarak kitap basımcılığının ortaya çıkmasına neden oldu.

Litvanya edebiyatı 20. yüzyılda Juozas Tumas-Vaižgantas, Antanas Vienuolis, Bernardas Brazdžionis, Vytautas Mačernis gibi temsilciler yetiştirdi.

Spor

Ülkede en çok sevilen spor Basketbol’dur. Ülkede profesyonel ligler ve gelişim ligleri vardır. Litvanya Ulusal Basketbol Takımı’nın birçok uluslararası başarısı vardır ve FIBA verilerine göre dünyada 5. sıradadır. Ülke basketbolu geçmişte ve günümüzde pek çok NBA sporcusu çıkarmayı başarmıştır. Arvydas Sabonis, Šarūnas Marčiulionis, Linas Kleiza, Šarūnas Jasikevičius ve Žydrūnas Ilgauskas gibi ulusal takım oyuncuları, Avrupa basketbolu ve NBA’da önemli başarılar kazanmıştır. Litvanya, tarihinde ikincisi olmak üzere; EuroBasket 2011’e ev sahipliği yapmıştır.

Mutfak

Litvanya  mutfağı

Litvanya mutfağı diğer başta Polonya olmak üzere Doğu Avrupa mutfaklarına benzemektedir. Köklü tarihe sahip olan Litvanya doğu ve batı mutfaklarını sentezleyebilmiştir. Vilnius kentinde çok sayıda restoran, kafe ve bar bulunmaktadır. Yerel lezzetler konusunda Vilnius Üniversitesi yakınındaki "Forto Dvaras" adlı restoran üne sahiptir.

"Kebabai" denilen ve ülkemizdeki dönercilere benzeyen büfelerde çoğu domuz etiyle yapılmış sandviçler satılmaktadır. En fazla beğenilen yemek Cepelinai’dir. Bu yemek ülkemizdeki içli köfteye benzer. Ancak patatesin içi doldurulur. Çorba olarak ise "šaltibarščiai" tavsiye edilir. Bu çorbaya Litvanya’ya özgü Borş çobası da denebilir. İçinde salatalık ve pancar turşusu vardır. Yüzyıllar önce bölgeye yerleşen Karay Türkleri’nin yemek kültürü ülkenin mutfağını oldukça etkilemiştir. Karayların getirdiği Kıbın hala daha yaygın olarak tüketilmektedir. Vilnius’da "Old Town" bölgesindeki restoranlarda bulunabilirsiniz. Kuzu etlisini denemeniz tavsiye edilir.

Litvanya mutfağında domuz eti önemli bir besin kaynağıdır. Domuz etine karşı duyarlı olanların restoranlarda yemek yerken dikkatli olması yararına olacaktır.

Litvanya’da votka oldukça fazla tüketilmekte ve her türü bulunmaktadır. Bunun dışında ülkede ciddi bir bira kültürü bulunmaktadır. Ülkede 50’den fazla bira çeşidi var ve oldukça ucuz. Oldukça yüksek alkollü Midus’da denenebilir. İçecek olarak daha çok Doğu Avrupa ülkelerinde tüketilmekte olan Gira da yaygın olarak tüketilmektedir. Gira daha çok alkolsüz biraya benzetilmektedir.

Ülkede fırın kültürü de oldukça gelişmiş durumdadır. Birçok ekmek türü bulunabilir. En yaygın tüketilen ekmek türü ise siyah çavdar ekmeğidir.

Ülkede hamburger satan fast foodlar çok yaygın değildir. Ancak İtalyan mutfağı Litvanya’da ilgi görmektedir. Birçok yerde pizzacı görebilirsiniz.

Litvanya’daki Türk Elçiliği

Vilnius Büyükelçiliği
Adres: Didzioji g.37, LT-01128 Vilnius
Telefon:+370-5 236 42 00-01
Fax:+370-5 212 32 77

E-mail: embassy.vilnius@mfa.gov.tr
Web Sitesi: www.vilnius.be.mfa.gov.tr

Kişisel Başvuru Saatleri:9.00-12.00;
Telefon ile Başvuru Saatleri:14.00-16.00
Görev Bölgesi: Litvanya

Beğen
Beğen Muhteşem Haha İnanılmaz Üzgün Kızgın

Lihtenştayn

Lihtenştayn

Başkent Vaduz
Resmî diller Almanca
Yönetim Şekli Anayasal Monarşi
Yüzölçümü 160 km²
Nüfus 38.111
Nüfus Yoğunluğu 238,1/km²
Para birimi İsviçre frankı (CHF)
Zaman dilimi OAZD (UTC+1)-OAYZD (UTC+2)
Telefon kodu +423
İnternet TLD .li

Lihtenştayn (Almanca: Liechtenstein) ya da tam adı ile Lihtenştayn Prensliği (Fürstentum Liechtenstein, /ˈfʏʁstəntuːm ˈliçtənʃtaɪn/), Orta Avrupa’da prenslik. 160 km²’lik yüzölçümüyle dünyanın en küçük ülkelerinden biridir. İsviçre ve Avusturya arasında yer alır.

Liechtenstein tarihi

Roma İmparatorluğu döneminde bugünkü Lihtenştayn toprakları Raetia ilinin küçük bir bölümünü oluşturuyordu. Bu topraklar, Avrupa’daki stratejik çıkar çatışmalarından uzakta yer alıyordu. Öyle ki, yüzyıllar boyunca kıtayı etkileyen büyük olaylardan pek etkilenmediler. Bugünkü hanedandan önce arazide Hohenems kontları hüküm sürüyordu.

Ülkeye adını Liechtenstein ailesi vermiştir. Aile, ülkeye oldukça uzaklarda, Aşağı Avusturya’daki Liechtenstein şatosunda oturmaktaydı. Şato, 1140’tan 13. yüzyıl ortalarına ve 1807’den günümüze kadar ailenin mülkiyetinde kaldı. Yüzyıllar boyunca aile Moravya, Aşağı Avusturya, Silezya, ve Styria’da geniş araziler edindi. Ancak tüm bu topraklar daha kıdemli derebeylerine bağlı kaldı, özellikle de Liechtenstein prenslerinin danışmanlık yaptığı Habsburg’lara. Kendine doğrudan bağlı hiç toprağı olmadığı için Liechtenstein ailesi İmparatorluk meclisi Reichstag’da bir sandalye edinemedi.

Mecliste temsil edilmek aileye büyük bir güç sağlayacağından Liechtenstein’lar bunu kendilerine hedef olarak belirlediler. Bu nedenle, arada bir derebeyi olmaksızın, doğrudan Kutsal Roma İmparatoru’na bağlı bir toprak aramaya başladılar. Bir süre sonra, sırasıyla 1699 ve 1712’de, aile minik Schellenberg Herrschaft’ını (lordluğunu) ve Vaduz kontluğunu Hohenems’lerden almayı başardı. Bu küçük derebeylikler, tam da Liechtenstein’ların aradığı gibi, kendi kontlarından sonra arada bir derebeyi olmaksızın doğrudan İmparatora bağlıydı.

Lihtenştayn Prensi I. Johann

Başkente tepeden bakan Vaduz Kalesi, hâlâ Lihtenştayn Prensi'nin ikametgâhıdır.

Böylece 23 Ocak 1719’da satın alma işlemleri tamamlandığında, Kutsal Roma İmparatoru 6. Charles, Vaduz ve Schellenberg’in birleştiğini açıkladı ve siyasi konumunu da "gerçek kulu Anton Florian Liechtenstein" onuruna Liechtenstein ismini verdiği Fürstentum (prenslik) seviyesine çıkardı. O gün, Liechtenstein Kutsal Roma İmparatorluğunun özerk bir üyesi haline gelmiş oluyordu. Ancak, bu siyasi manevranın bir fırsatçılık örneği olduğunu kanıtlarcasına, Liechtenstein prensleri daha 120 yıl boyunca yeni prensliğe adım atmayacaktı.

1806’da Kutsal Roma İmparatorluğu’nun büyük bölümü I. Napolyon tarafından işgal edildi. Lihtenştayn için bu durum ciddi sonuçlar doğurdu. İmparatorluğun siyasi ve hukuki mekanizmaları çöktü, İmparator II. Franz tahtı bıraktı. Sonuç olarak Lihtenştayn, kendi sınırları dışında herhangi bir otoriteye bağlı olmaz hale geldi. Modern yayınlar genellikle (ama hatalı olarak) Lihtenştayn’ın bağımsızlığını bu olaylara bağlarlar. Aslında hukuken Lihtenştayn prensi egemen bir derebeyi olmak dışında ayrıca hükümdar haline geliyor, ancak ülke bağımsız olmuyordu. 25 Temmuz 1806’da Ren Konfederasyonu kurulduğunda, Lihtenştayn Prensi, koruyucusu olan Fransız İmparatoru Napolyon Bonapart’a bağlı bir vassal durumuna geliyordu. Bu durum, 19 Ekim 1813’te Konfederasyon’un çözülmesine kadar devam etti.

Bundan kısa süre sonra, 20 Haziran 1815’te, Lihtenştayn, başkanlığı Avusturya-Macaristan İmparatoru tarafından Alman Konfederasyonu’na katıldı ve 24 Ağustos 1866’ya kadar üyesi kaldı.

1818’de I. Johann, sınırlı haklar tanıyan bir anayasa ilan etti. 1818’de ayrıca, Liechtenstein ailesinden bir prens, Prens Alois, ilk defa ülkeyi ziyaret etti. Ancak egemen prensin ziyareti ta 1842’ye kadar gerçekleşmeyecekti.

19. yüzyılda Lihtenştayn pek çok ilerleme kaydetti: 1836’da bir seramik fabrikası olan ilk fabrikanın açılışı, 1861’de Tasarruf ve Kredi Bankası’nın kuruluşu, ilk pamuk dokuma makinesinin çalışmaya başlaması. Ren üzerindeki iki köprü, 1868 ve 1872’de inşa edildi, ülkeyi kat eden bir demiryolu hattı döşendi.

1866’da Avusturya-Prusya Savaşı patlayıp sona erdikten sonra Lihtenştayn üzerinde siyasi bir baskı oluştu: Prusya, savaşla ilgili referandumda oyların yanlış sayıldığı iddiasıyla savaşın sorumlusu olarak Lihtenştayn’ı gösteriyordu. Bu nedenle Lihtenştayn, Prusya ile barış anlaşması imzalamayı reddetti ve savaş durumunda kaldı (ancak hiçbir sıcak çatışma yaşanmadı). Bu durum, 1930’ların sonunda Lihtenştayn’ın işgalini savunanların öne sürdüğü tezlerden birini oluşturdu.

I. Dünya Savaşı’nın sonuna kadar Lihtenştayn, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’na sıkıca bağlı kaldı. Ancak savaşın neden olduğu iktisadi yıkım, ülkeyi diğer komşusu olan İsviçre ile gümrük ve para birliğine gitmeye zorladı. Avusturya Macaristan İmparatorluğu’nun dağılmasıyla birlikte, Lihtenştayn’ın eski bir Kutsal Roma İmparatorluğu derebeyliği olarak artık Avusturya’ya bağlı olmadığı görüşü ortaya atıldı. Zira Avusturya, o günlerde yeni kurulmakta olan bir ülkeydi ve İmparatorluğun hukuki mirasçısı olduğunu reddediyordu. Böylece Lihtenştayn, Avrupa’nın bağımsızlığını son kazanan egemen ülkesi haline geldi. Ülke, Kutsal Roma İmparatorluğu’na tarihsel bir devamlılık içinde bağlandığını da öne sürebilecek durumdadır.

Lihtenştayn bayrağı

Lihtenştayn Arması

Lihtenştayn Bayrağı Zeminde mavi(üstte) ve kırmızı olmak üzere iki adet eşit olarak uzanmış yatay şerit bulunur. Mavi şeridin üzerinde, bayrağın yukarı kısmına doğru altın sarı bir taç vardır. 1934’te kabul edildi.

1938’de, Avusturya’nın Almanya tarafından ilhak edilmesinden hemen sonra, 84 yaşındaki Prens I. Franz tahttan ayrıldı ve 31 yaşındaki üçüncü kuzeni Prens II. Franz Joseph’i halefi tayin etti. Prens I. Franz, görevden çekilme nedeni olarak yaşını öne sürse de, asıl nedenin Almanya’nın yeni komşusu Lihtenştayn’ı işgal etmesi halinde tahtta olmak istememesi olduğu düşünülmektedir. 1929’da evlendiği karısı, Viyana’lı zengin bir Yahudiydi ve yerel Naziler onu şimdiden hedef gösteriyordu. Lihtenştayn’da bir Nazi partisi olmasa da, Nazi sempatizanı hareket uzun süredir Milliyetçi Birlik Partisi’nde yer buluyordu.

II. Dünya Savaşı’nda Lihtenştayn tarafsız kaldı. Savaş bölgelerinde Liechtenstein ailesine ait hazineler korunmak üzere Lihtenştayn’a ve Londra’ya nakledildi. Savaşın sonlarında Polonya ve Çekoslovakya, "Alman malı" olarak gördükleri diğer topraklarla birlikte Liechtenstein ailesininkileri de istimlâk ettiler. Bu istimlâkler 1.600 km²’nin üzerinde tarım ve orman arazisini, sarayları ve şatoları içeriyordu. Uluslararası Mahkeme’de konuyla ilgili dava açıldı. Soğuk Savaş boyunca Lihtenştayn vatandaşlarının Çekoslovakya’ya girmeleri yasaktı. Lihtenştayn, savaşta Almanlarla işbirliği yapan Birinci Milliyetçi Rus Ordusu’ndan 500 kadar askere sığınma hakkı tanıdı. Bu olayı anmak üzere, sınır kasabası Hinterschellenberg’de bir anıt dikildi (ülkenin turizm haritalarında yer alır). Bu sığınma hakkı, ülkenin o zamanlar içinde bulunduğu fakirlik düşünülürse kayda değerdir. Bu kadar sığınmacının doyurulması, Lihtenştayn gibi küçük bir ülke için zor olmuştur. Sonunda Arjantin, sığınmacıları kalıcı olarak topraklarına yerleştirmeyi kabul etti. Buna karşılık, İngiltere, Almanya tarafında savaşan Rusları sınırdışı etmiş ve Sovyetler’in eline düşen bu kişiler Gulag’lara sürülmüştü.

Savaşın ardından gelen iktisadi zorluk döneminde Liechtenstein ailesi, ellerindeki sanat eserlerini satmak zorunda kaldı. Satılan eserler arasında bulunan Leonardo da Vinci’nin paha biçilmez portresi "Ginevra de’ Benci" de bulunuyordu. Ancak bunu izleyen onyıllarda Lihtenştayn bolluk yaşadı. İktisat, düşük kurumlar vergisi oranlarının sağladığı avantajla modernleşti, çok sayıda yabancı şirketi ülkeye çekti.

Lihtenştayn Prensi, tahminen 6 milyar $’lık servetiyle dünyanın altıncı zengin kişisidir . Ülkenin vatandaşları dünyadaki en yüksek hayat standartlarından birine sahiptir.

Coğrafya ve iklim

Uydudan Lihtenştayn

Lihtenştayn, Orta Avrupa’da, İsviçre ile Avusturya arasında yer almaktadır. 160 km²’lik yüzölçümü ile dünyanın altıncı küçük devletidir. Sınırları 76 km uzunluğundadır.

Ren Vadisi ülkenin yarısını kaplar. Diğer yarısı ise Alp bölgesinden oluşmaktadır.

Hükümet merkezi Oberland bölgesinde yer alan 5 521 nüfuslu Vaduz’dadır.

Lihtenştayn, Özbekistan ile birlikte kendisinin ve komşularının denize kıyısı bulunmayan iki ülkeden biridir.

En yüksek noktası 2.599 m yüksekliğindeki Grauspitz dağları, en alçak noktası ise 430 m irtifadaki Ruggeller Riet’dir.

Vaduz’da 2004 yılında ortalama sıcaklık 10 °C idi. Vaduz’da 2004 yılında ortalama yağış miktarı 891 mm olmuştur.

Nüfus

Lihtenştayn’ın nüfusu 2004 yılı itibarıyla yaklaşık 34.600’dür. Nüfus yoğunluğu 216 kişi, artış hızı 2004 yıl sonu itibarıyla % 0,9’dur.

Ülkede ikamet eden yabancıların oranı takriben %34’tür. Bunlardan 885’i Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıdır. Lihtenştayn’daki 1.000 kişiden 6’sı göçmendir. Lihtenştayn halkının yaş ortalaması 38,2’dir.

Siyaset

Lihtenştayn'ın bölgeleri

Lihtenştayn, demokratik parlamenter monarşiyle idare edilmektedir. Devlet başkanı Prens II. Hans Adam’dır. Prensin siyasi yetkileri hayli geniştir. Kanunları veto edebilir, referanduma sunabilir, parlamentoyu dağıtarak seçimlere gidebilir. Ancak 2003’te yapılan anayasa değişikliğiyle ülkede cumhuriyet ilan edilmesi halinde prensin bunu önleyecek veto yetkileri elinden alınmıştır.

Parlamento 25 milletvekilinden oluşmaktadır. Başbakan Adrian Hasler`e bağlı dört bakan bulunmaktadır. Kabine, parlamentonun önerisi ile dört yıllığına göreve getirilir.

Ülkenin millî bayramı 15 Ağustos’tadır.

Ekonomi

2001 yılında Lihtenştayn’ın gayri safi yurt içi hasılası 4,2 milyar İsviçre Frangı idi.

Lihtenştayn’da 250’den fazla çalışanı olan 15 işletme vardır. Ticari şirketlerin %70’inden fazlası 1 ila 9 kişi arasında kişi çalıştıran küçük işletmelerdir.

Pek çok Lihtenştayn firması araştırma ağırlıklı alanlarda uzmanlaşmış olup, küresel pazar liderleridir.

Lihtenştayn Ticaret ve Sanayi Odası’nda (LIHK) kayıtlı bulunan sanayi işletmeleri 2004 yılında araştırma ve geliştirme konularında yaklaşık 307 milyon İsviçre Frangı tutarında yatırım yapmıştır. Bu da kişi başına 8.900 İsviçre Frangından fazla bir rakama tekabül etmektedir.

Lihtenştayn’daki bankalar 2004 yıl sonu itibarıyla 107 milyar İsviçre Frangı tutarında müşteri varlığını yönetmiştir. Bu bankaların toplam bilanço değeri takriben 34 milyar İsviçre Frangıdır. Komşu ülke İsviçre’nin bankaları ise aynı dönemde yaklaşık 3‚550 milyar İsviçre Frangı yönetmiştir.

Lihtenştayn 2004 senesinde yaklaşık 104.000 turisti misafir etmiş ve bu turistlerden 50.000’i geceleme yapmıştır.

Aralık 2005 verilerine göre Lihtenştayn’da işsizlik oranı %2,4’tür.

Lihtenştayn, ağırlığını sanayi ürünleri ve imal edilmiş mamullerin oluşturduğu (gayri safi yurt içi hasılanın %40’ı) çeşitli mal ve hizmetler ihraç eden bir ülkedir.

Lihtenştayn Ticaret ve Sanayi Odası’nda (LIHK) kayıtlı bulunan 32 sanayi şirketi, 2004 yılında 5,1 milyar İsviçre Frangının üzerinde ihracat gerçekleştirmiştir. Ülkenin kişi başına ihracatı yaklaşık 14.000 İsviçre Frangıdır.

Lihtenştayn’da 2004 yıl sonu verilerine göre 29.500 kişi istihdam edilmiştir. Kişi başına 0,85 çalışan düşmektedir. Çalışanlardan yaklaşık 15.600’ü Lihtenştayn’da ikamet etmektedir. 13.900 kişi ise yurt dışından (öncelikle Avusturya ve İsviçre’den ) ülkeye girip çalışmaktadır. Ülkedeki iş gücünün üçte ikisini yabancı uyruklular oluşturmaktadır. Bunlardan 850’si Türk vatandaşıdır.

Lihtenştayn Ticaret Odası’na kayıtlı (LIHK) sanayi işletmeleri, 2004 yılında yurt dışındaki yaklaşık 187 kuruluşta 28.400 kişiyi istihdam etmiştir.

Lihtenştayn Kronu

1898 yılından 1921 yılına kadar Lihtenştayn’ında kullanılan para birimidir. Metal paralar daha az,banknotlar daha fazla kullanılmaktaydı. 1 Kron 100 hellere bölünmüştü. 1921 yılında İsviçre’nin para birimi İsviçre Frankına geçildi. Lihtenştayn kronunun değeri Avusturya-Macaristan kronu veya Avusturya kronuyla aynı değerdeydi; ancak kronun istikrarsızlaşması nedeniyle franka geçilmiştir.

Spor

Ülke nüfusunun %45’i (15.510 kişi) en az bir spor derneğine üyedir. Her 198 Lihtenştaynlıdan biri bir spor derneği başkanıdır.

Lihtenştayn Futbol Birliği, Lichtenstein’da üye sayısı en fazla olan spor kuruluşudur: 7 kulüpte toplam 2.500 üyesi vardır. Her 20 Lihtenştaynlıdan biri aktif futbol oyuncusudur.

2006 Mart FIFA dünya derece listesinde Lihtenştayn 124. sırada bulunmaktaydı.

Alp disiplini kayak

Kayak, Lihtenştayn’ın ulusal sporudur. Lihtenştayn Kayak Birliği 1936 yılında kurulmuştur. Bu birlik sekiz adet kulübü ve yaklaşık 2.500 üyesi ile Lihtenştayn’da üye sayısı en fazla spor derneklerinden biridir.

Lihtenştayn toplam 9 olimpiyat madalyası kazanmıştır, bu madalyaların hepsi de Alp disiplini kayak branşında kazanılmıştır. Böylece her 3.845 Lihtenştayn’lıya bir olimpiyat madalyası düşmektedir.

Malbun’daki Lihtenştayn Kayak Merkezi, toplam 21 km uzunluğunda kayak pistine sahiptir.

Lihtenştayn’da Konuşulan Diller

Lihtenştayn’ın resmi dili Almanca’dır. Ancak yerel halkın konuştuğu bu Almanca, Almanya’da görülmeyen, daha ziyade Avusturya ve İsviçre’de konuşulan Almanca’yı andıran bir diyalekttir. Triesenberg komününde belediyenin konuşulmasını teşvik ettiği başka bir diyalekt konuşulmaktadır. Ancak İsviçre Almancası da ülkede anlaşılmakta ve pek çok vatandaş tarafından konuşulmaktadır.

Din ve İnanç

Bu mikro ülkede resmi din Hristiyanlığın Katoliklik mezhebidir. Ancak ülke tüm farklı inanç sahiplerinin özgürlüklerini korumak konusunda sıkı bir kanun uygulamaktadır. Lihtenştayn okullarında hem Katolik hem de Protestan mezhebine yönelik dini eğitim sağlanmaktadır.

2010 yılında yapılan nüfus sayımına göre tüm toplumun yüzde 85.8’i Hristiyandır. Bunların da yüzde 75.9’u Katolik mezhebine bağlıdır. En büyük dini azınlık grubu ise toplumun yüzde 5.4’ olan Müslümanlardır.

Lihtenştayn’da ki Türk Elçiliği

Bern Büyükelçiliği’nin görev bölgesindedir.

Beğen
Beğen Muhteşem Haha İnanılmaz Üzgün Kızgın

Libya Devleti

Libya

Başkent Trablus
Resmî diller Arapça, Berberice
Yönetim Şekli Parlamenter Cumhuriyet
Yüzölçümü 1.759.541 km²
Nüfus 7.200.000
Nüfus Yoğunluğu 4/km²
Para birimi Libya dinarı (LYD)
Zaman dilimi DAZD (UTC+2)
Telefon kodu +218
İnternet TLD .ly

Libya (Arapça: ليبيا Lībiyā), Akdeniz kıyısında, doğusunda Mısır, batısında Cezayir ve Tunus, güneyinde Nijer ve Çad, güneydoğusunda Sudan ile komşu olan bir Kuzey Afrika ülkesidir.

Ülkenin adı olan ‘Libya’, eski Mısırlılar’ın Nil’in batısında yaşayan Berberiler için kullandıkları Lebu sözcüğünden gelmektedir. Sözcük eski Yunanca’ya ‘Libya’ olarak geçmiştir. Eski resmi adı Libya Sosyalist Halk Cemahiriyesi olan ülke 2011 yılında yaşanan iç savaşla Kaddafi’nin öldürülerek iktidardan düşürülmesinden sonra önce adını sadece Libya olarak kullanmış, 2013 ocağında ise Libya Devleti adını almıştır.

Antik Libya

Ülkenin asıl yerlileri Berberi kabilelerdir. Ancak Antik çağlardan bu yana bilinen tarihinde ülkeye Fenikeliler, Kartacalılar, Büyük İskender’in orduları, Ptolemaus hanedanı ve Romalılar, Arap-İslam İmparatorluğu ile Osmanlılar hakim olmuşlardır. Trablus, esas olarak Kartaca’ya bağlı Fenikeli bir grup koloni idi. Üç büyük şehir (Yunanca Tri: üç, polis: şehir) Oea, Sabrata ve Leptis Magna, Fenikelilerce kurulmuştu. MÖ 7. yüzyılda burası, Roma’nın Kartaca devletine son verdiği Punik savaşlarından (Fenike savaşları/Pön savaşları) sonra diğer Kartaca toprakları gibi Romalılar’ın eline geçti. Doğu kıyılarındaki Sirenayka ise Roma İmparatorluğu hakimiyetinden önce kurulmuş Yunan kolonisiydi. Büyük İskender’in fethinden sonra Ptolemiler’e, ondan sonra da Romalıların yönetimine geçti. Roma ikiye ayrılınca, Libya Doğru Roma’nın elinde kaldı.

Arap hakimiyeti

647 yılında ise Abdullah ibn el-Sa’ad komutasındaki Arap İslam orduları Libya’ya girerek Bizanslılar’ı mağlup etti. Trablus ve Sirenayka Halife’ye bağlanmakla birlikte Bizanslılar’a (İstanbul ve Şam) bağlı yöneticiler (exarch-egzark) bölgeyi yönetmeye devam ettiler. 1146’da Sicilyalı Normanlar Trablus’u istila etti. 14. ve 15. yüzyıllarda İslam egemenliğinden sonra, 16. yüzyılda İspanyol yönetimine geçti.

Osmanlı dönemi

Trablusgarp Eyaleti

Osmanlı İmparatorluğu Bayrağı (1453-1844)]Osmanlı İmparatorluğu Bayrağı (1453-1844)

Trablusgarp Eyaleti veya Trablusgarp Beylerbeyliği, (Arapça:ايالة طرابلس الغرب) Osmanlı Devleti eyaletidir. Osmanlı Devleti’nde iki tane Trablus adını taşıyan idari bölge bulunmaktadır. Bunları birbirinden ayırmak için buradakine Trablus-ı Garb veya Mağrib Trablusu, Şam bölgesindekine Trablus-ı Şam veya Şam Trablusu denilmiştir. Trablusgarp 360 yıl, 1 ay, 20 gün Osmanlı egemenliğinde kalmıştır. Trablusgarp Eyaleti, sâlyâneli bir deniz eyaletidir. 17. yüzyılda ocaklık olmuştur.

İlk valiler dönemi : 1510 yılında Don Pedro Navarro tarafından İspanyolların eline geçen Trablusgarp, bir sömürgeyi idare etmekte zorlanan İspanya kralı II. Ferdinand tarafından, 1528 yılında Hastabakıcı Şövalyeler’e bırakılmıştır. Bingazi ise Yavuz Sultan Selim tarafından Osmanlı Devleti yönetimine geçmiştir. Divân-ı Hümâyûn Enderûn Ağalarından Hadım Murad Ağa, Barbaros Hayreddin Paşa’nın düzenlediği Trablusgarp seferine katılmıştır. Bu savaşta başarısız olmuşlardır, fakat Trablusgarp’ın 17 kilometre doğusundaki Tacura şehrini fethetmişlerdir. Murad Ağa bu şehre Bey tayin edilmiş ve 19 yıl burada kalmıştır. Osmanlı Devleti’nde denizci olan Turgut Reis ise Venedikliler ile savaşmıştır. Ardından İstanbul’a çağrılmıştır. Padişah Kanuni Sultan Süleyman, Turgut Reis’e eğer Trablusgarp’ı fethedebilirse buranın yönetimini kendisine vereceğini söylemiştir. Turgut Reis’e sözünün garantisi olarak işlemeli bir kılıç ile bir Kur’an göndermiştir. Aslında Kanuni Sultan Süleyman, ilk olarak fetih emrini Sinan Paşa’ya vermiş fakat Sinan Paşa bu göreve layık olmadığını arz etmiştir. Trablusgarp, Kanuni Sultan Süleyman emriyle 15 Ağustos 1551 yılında Turgut Reis, Murad Ağa ve Sinan Paşa tarafından fethedilmiştir. Fetih sırasında Tacura’yı üs edinmiş olan Murad Ağa karadan ve denizden saldırmış, Sinan Paşa ise kuvvetli bir donanma ile Trablus’u kuşatmıştır. Trablusgarp’ın yönetimi Padişahın kesin vaadi uyarınca, fetih mükafatı olmak üzere Turgut’a verilmesi gerekirken, Sinan Paşa tarafından Murad Ağa’ya verilmiştir. Murad Ağa, 1552’de Tacura’da bugün de adını taşıyan büyük bir cami yaptırmıştır.

Turgut Reis, Murat Ağa’nın beylerbeyi olmasından gücenmiştir. Ardından deniz seferlerine katılarak birçok ganimet ile İstanbul’a dönmüştür. Kanuni Sultan Süleyman, eskiden verdiği söze uyarak onu Trablusgarp Beylerbeyi yapmak istemiştir. Fakat Turgut Reis’i hiçbir vakit devlete sürekli olarak hizmete alışamaz gösteren Rüstem Paşa’nın ısrarı üzerine onu Adaların bir kısmını, yani deniz yurtluklarını içine alan Karlı ili Sancağı’na sancakbeyi olarak atamıştır. Bir gün Kanuni Sultan Süleyman atlı olarak saraydan çıkarken Turgut Reis, bu fırsattan faydalanmıştır. Padişahın atının üzengisini tutarak bağlılıklarını sunmuştur ve kendisine verilmiş olan sözün gerçekleşmesini istemiştir. Sultan Süleyman da sözünü tutarak ona Trablusgarp Beylerbeyi unvanını vermiştir. Turgut Reis’in beylerbeyi olmasıyla Trablusgarp gerçek manada Osmanlı eyaleti olmuş, Murad Ağa ise Tacura’ya gitmiştir. Turgut Reis, eyaleti düşman eline bırakmamak için buraya Yeniçeriler getirmiştir. Kendisi Beylerbeyli makamında bulunduğu zamanlarda, damadı Hayreddin Paşa zade Hasan Paşa, Cezayir Beylerbeyi makamındadır. Malta kuşatması sırasında Turgut Reis başına gelen bir taşla şehit olmuştur. 18 Haziran 1565 tarihinde cenazesi Trablus’daki cami ve medresesi yanındaki türbesine gömülmüştür. Turgut Reis’in şehit düşmesi üzerine, Kılıç Ali Paşa beylerbeyi olmuştur.

1670 yılında Hollanda gemileri, Berberi Korsanları'na karşı bir ceza seferinde Trablus'u bombalarken.

1572 yılında beylerbeyi olan Mustafa Paşa 1574 yılında makamında ölmüştür. Ardından beylerbeyi olan Haydar Paşa, Trablusgarp Eyaleti ile Tunus Eyaleti’ni birlikte yönetmiştir. 22 Temmuz 1574 tarihinde Serasker Sinan Paşa; Trablusgarp Beylerbeyi Haydar Paşa’yı ve Mustafa Paşa’yı Halku’l Vâd’ı kuşatması için görevlendirmiştir. Bu emirin ardından bu kaleye saldırı düzenlenmiştir. Haydar Paşa, Hasan Paşa’dan sonra yine beylerbeyi olmuştur. 1585 yılında beylerbeyi olan Ramazan Paşa, Vâdi’s Seyl Savaşı galibidir. 1589 yılında beylerbeyi olan İstanköylü Ahmed Paşa, Sadrazam İstanköylü Çelebi Güzelce Ali Paşa’nın babasıdır ve makamında ölmüştür.

Dayılar dönemi :
Turgut Reis zamanında Trablus’a yerleşen çoğunluğu Ege ve Rumeli halkından olan Yeniçeriler, eyalette zorbalık ile yönetimi ele almışlardır. Ardından Memi Mehmed Paşa’dan sonra 1603 yılında tayin edilen beylerbeyi yerine Sefer Dayı’yı beylerbeyi yapmışlardır. Böylece Trablusgarp’ta dayılar yönetimi başlamıştır. Sefer Dayı’nın asılarak idam edilmesinden sonra İstanbul’dan eyalete Şerif Paşa vali olarak atanmıştır. Şerif Paşa bir süre valilikte kaldıktan sonra Yeniçeriler tarafından paşa konağında yakalanıp İstanbul’a geri gönderilmiştir.

1626 yılında başa geçen Ramazan Dayı aynı yıl içinde istifa etmiştir. Ardından yönetimi ele alan Sakızlı Mehmed Paşa öldürülmüş ve yerine akrabası Sakızlı Osman Paşa geçmiştir. 1645 yılında Girit Seferi için Trablusgarp Eyaleti’nden gemi gönderilmiştir. Sakızlı Osman Paşa, Osmanlı Devleti tarihinde en uzun beylerbeylik yapan kişidir. 1672’de başa geçen Osman Dayı öldürülmüştür. 1675 yılında eski Kaptan-ı Derya Mısırlıoğlu İbrahim Paşa beylerbeyi olmuş ve ocak 1677’de istifa etmiştir. Bunun üzerine Yeniçeriler İnebolulu İbrahim Çelebi dayı seçmiştir. Ardından Yeniçeriler tarafından dayılıktan indirilip yerine İstanköylü Büyük Mustafa Dayı geçirilmiştir. İnebolulu İbrahim Çelebi sadece 3 gün dayılık yapabilmiştir.

1702 yılının sonlarında doğru Halil Paşa, Trablusgarp Dayısı ve Beylerbeyi olmuştur. 1710 yılında İstanbul’a döndükten sonra İsmail Hoca Dayı ve ardından Hacı Mustafa Dayı yönetici olmuştur. 4 Temmuz 1711 tarihinde yönetimi ele alan Mahmud Bey Dayı tutunamamıştır. Sadece 26 gün dayı dayılık yapabilmiştir. Mahmud Bey Dayı’dan sonra Karamanlı Ahmed başa geçmiştir. Böylece Trablusgarp’taki birinci Osmanlı devri olarak tanımlanan dönem sona ermiş, eyalette 124 yıl hüküm sürecek Karamanlı Hanedanı’nı başlamıştır.

Karamanlı Hanedanı dönemi : Karamanlı Hanedanı, 1711 yılında Karamanlı Ahmed Paşa tarafından kurulup, 1835’e kadar hüküm süren hanedandır. Hanedana mensup son Trablusgarp yöneticisi II. Ali Paşa’dır. 1801-1805 yıllarında eyalet ile ABD arasında Birinci Berberi Savaşı gerçekleşmiştir.

Edward Moran tarafından 1897 tarihinde çizilmiş 16 Şubat 1804 tarihinde Birinci Berberi Savaşı sırasında Trablusgarp kıyılarında ABD'ye ait USS Philadelphia adlı fırkateynin yanışı.

Hanedanın kurucusu olan Karamanlı Ahmed Paşa Türk asıllı bir kuloğlu askeri olup, soyunun Karaman’a bağlı Ermenek’e dayandığı söylenmektedir. Bu yöredeki bazı aileler bugün Mısır ve Libya’da dedelerinden kalma tapulu arazilerinin olduğunu söylemektedir. Ahmed Paşa’nın babasının veyahut dedesinin Trablusgarp’ta hizmet etmek için eyalete geldiği tahmin edilmektedir. Ahmed Paşa’nın cetlerinden birinin Turgut Reis ile birlikte Trablusgarp’a geldiğini söyleyen tarihçiler de vardır. Annesi ise Libyalıdır.

Münşiye ve sahil bölgesinin yöneticisi olan ve halkın sevgisi kazanan Karamanlı Ahmed Paşa, 1710 yılında Yeniçeriler ve Kuloğulları ile Arap eşrafları arasındaki rekabetten doğan kargaşaya son vermek için Trablusgarp şehrine müdahale etmeye karar verir. Araplar ile birlik olan Ahmed Paşa, 29 Temmuz 1711 tarihinde Dayı olur. Ahmed Paşa; mücadele, isyan ve asayişsizlikten bıkmış olan halka iyi davranmıştır. Kendisi ile arası açık olan Trablusgarp beylerbeyi Mehmed Paşa’yı öldürttüğü gibi olayı soruşturmaya gelen Kaptan-ı Derya Canım Hoca Mehmed Paşa’yı geri göndermiş ve birçok sayıda Türk askerini de öldürtmüştür. Ardından İstanbul’a yaptığı bu davranışlarını haklı göstermek için elçi göndermiştir. 1711’de yönetimi ele geçirmesinden on sene sonra 1722 yılında Osmanlı Devleti tarafından paşa olarak tanınmıştır. Hem beylerbeylik hem de paşalık payesini elde etmiştir.

Karamanlı Ahmed Paşa, Yeniçerilere güvenmemektedir. Bu yüzden halktan bir milis kuvvet oluşturmuş ve ardından korsanları himaye altına almıştır. Eyaletteki kabilelerin isyanlarını sona erdirerek asayişi sağlamıştır. Bazı devlet adamlarını, eşrafları ve dönemin tarihçisi İbn Galbun’u öldürtmüştür. Böylece hakimiyetini bütün eyalete yaymıştır. Fransa ile aradaki anlaşmazlık nedeniyle bir Fransız filosu gelerek Trablusgarp kalesini topa tutmuştur. Büyük bir donanma ile tekrar geleceklerini bildirmişlerdir. Bu halden telaşa düşen Ahmed Paşa, vaziyeti İstanbul’a bildirmiştir. Osmanlı Hükümeti’nin arabuluculuğu ve Fransa elçisinin gayretleriyle temmuz 1729 (Zilkade 1141)’da aradaki anlaşmazlık halledilmiştir. ] Ahmed Paşa, başta Fransa ve İngiltere olmak üzere batılı devletlerle iyi geçinmeye çalışmış ve onlarla barış ve ticaret anlaşmaları yapmıştır. 16 Mayıs 1733 tarihinde Padişah I. Mahmut tarafından görevi yenilenmiştir. İdari otorite kurduktan sonra imar faaliyetlerine yönelmiştir. Denizden gelecek saldırıları engellemek için surları onartmış, ayrıca cami ve medrese yaptırmıştır. Yaptırdığı Karamanlı Ahmed Paşa Camii Trablus’daki en güzel ve en mamur mabed sayılmaktadır. Ahmed Paşa, 1 Kasım 1745 tarihinde ölmüştür.

Karamanlı Ahmet Paşa’dan sonra yerine geçen oğlu Karamanlı Mehmet Paşa, Padişah I. Mahmut tarafından vali olarak tanınmıştır. Karamanlı Mehmet Paşa, güçlü bir donanma yapmış ve İngiltere ile ticaret ve güvenlik antlaşması imzalamıştır. 1754 yılında ölmüştür. Karamanlı Mehmet Paşa yerine oğlu Karamanlı Ali geçmiştir. Karamanlı Ali ilk yıllarında sahillerde çıkan ayaklanmalar ile uğraşmıştır. 1790 yılında oğlu Hasan öldürülmüştür. Karamanlı Ahmet Hamit, Arapların desteğini alan kardeşi Karamanlı Yusuf yüzünden yönetimi ele alamamıştır. Cezayirli çıkan Ali Bulgur, Padişahın kendisini vali olarak atadığını ileri sürerek yönetimi ele alınca, Karamanlı Ailesi Tunus’taki Hammudi Paşa’ya sığınmıştır. Hammudi Paşa’nın desteği ile Karamanlı Ailesi tekrar Trablusgarp’a gelmiştir. Karamanlı Yusuf, yönetimi abisi Karamanlı Hamit’in elinden alarak vali olmuştur.

Mamlûk kılıcı

Karamanlı Yusuf zamanında Trablusgarp’ta karışıklık ve birçok isyan da çıkmıştır. Karamanlı Yusuf şehirdeki surları tamir ettirmiştir. Trablusgarp, Tunus ve Cezayir’e ait korsanlar Akdeniz’deki Amerika Birleşik Devletleri’ne ait gemilere saldırmış bu gemilerin mürettebatını esir almıştır. 1801 yılında Karamanlı Yusuf Paşa, ABD başkanı Thomas Jefferson’dan 225,000 dolar haraç talep etmiştir. Thomas Jefferson, Amerikalı ticaret filosunu koruyabilecek yeni Amerika Birleşik Devletleri Donanması’nın yeteneğinden emin olduğu için Karamanlı Yusuf Paşa’nın taleplerini reddetmiştir. Amerikan başkanı Thomas Jefferson bir donanma ile 1801 yılında Cezayir, Tunus ve Trablusgarp kıyılarına saldırmıştır. ABD, Karamanlı Hamit’i vali yapmak istemişler fakat başarısız olmuşlardır. Garp Ocakları (Cezayir, Tunus ve Trablusgarp) ve Amerika Birleşik Devlet arasında olan Birinci Berberi Savaşı sonucunda 10 Haziran 1805’te Garp Ocakları ve ABD arasında bir antlaşma imzalanmıştır. Bu antlaşma ile savaş sona ermiştir. Karamanlı Hamit, Üsteğmen Presley Neville O’Bannon’a Mamlûk kılıcı ‘nı hediye etmiştir.

İkinci valiler dönemi : 1819 yılına kadar Napolyon Savaşları’nın çeşitli antlaşmaları, korsanlığı bırakması konusunda Berberi Devletleri’ni zorlamıştır. Böylece bir Berberi ülkesi olan Trablusgarp’ın ekonomisi kötüye gitmeye başlamıştır. Karamanlı Yusuf, Arap köle ticaretini canlandrarak Trablusgarp’ın ekonomisini geliştirmeye çalışmıştır, fakat Avrupa’da köleliğin kaldırılması akımı düşüncesinin yayılmasıyla Trablusgarp’ın ekonomisini kurtarmakta başarısız olmuştur. 1830 yılında ise Cezayir Eyaleti Fransa tarafından işgal edilmiştir. Osmanlı, Trablusgarp’ın da işgal edilceği korkusundan ve Karamanlı Hanedanındaki isyan ve taht kavgalarından dolayı yeniden Trablusgarp’ta otorite kurmak istemiştir. 1835 yılında Çengeloğlu Tahir Paşa komutasındaki ordu ile Trablusgarp’ı ele geçirmiştir. Yine aynı yıl Trablusgarp’ın başındaki II. Ali Tunus’a sürgüne gönderilmiştir. Buraya yönetici olarak Mustafa Necip Paşa atanmıştır. Böylelikle Karamanlı Hanedanı’nın Trablusgarp’taki hakimiyeti son bulmuştur. Trablusgarp Eyaleti’nin 1835 yılından 1864 yılına kadar valiler yönetmiş 1864 yılında Trablusgarp Eyaleti kaldırılıp Trablusgarp Vilayeti kurulmuştur. Ayrıca Karamanlı Hanedanı zamanında Trablusgarp Eyaleti’nin ilk defa bir bayrağı olmuştur.

İtalyan hakimiyeti altında Libya

Osmanlı İmparatorluğu’nun zayıfladığı dönemde, 1911’de İtalyanlar bölgeyi işgal ettiler. Trablusgarp Savaşı akabinde yapılan Uşi Antlaşması ile Libya’daki fiili Osmanlı hakimiyeti sona ermekle birlikte, hukuken Osmanlı’ya bağlılığı benimsendi. Ülkeyi işgal eden İtalyanlara karşı Mustafa Kemal, Enver Paşa ve diğer kimi Osmanlı subaylarının örgütlediği milis kuvvetleri uzun zaman direnç gösterdi. Ancak her türlü üstünlüğe sahip olan İtalya ülkenin tamamını kontrol etmeyi başardı. Halkı baskı ve zulüm ile sindirdi. Adeta bütün Libya’yı köleleştirdi.

Libya Krallığı

Bu dönemde İtalyan sömürgeciliğine karşı Ömer Muhtar tarafından başlatılan direniş hareketi ise Ömer Muhtar’ın yakalanarak idam edilmesi sonucunda başarısızlığa uğradı. II. Dünya Savaşı’ndan sonra bölge Fransa ve Birleşik Krallık’a bırakıldı. Birleşmiş Milletler 1949’da Libya’nın bağımsız bir ülke olması gerektiği kararını aldı. Görüşmelerde Libya’yı, 1920’lerden beri İtalyanlar’la mücadele etmiş olan, sonrasında Mısır’a sürgüne giden Şeyh İdris temsil etti.

1951’de Libya bağımsızlığını kazandı ve Birleşmiş Milletler aracılığıyla bağımsızlığa kavuşan ilk ülke oldu. İdris ülkenin kralı oldu.

Sosyalizm ve Muammer Kaddafi dönem

1969’da, ordunun genç subaylarından Muammer Ebu Minyar El-Kaddafi bir grup subayla birlikte Kral İdris’e karşı bir darbe yaptı. Monarşi sona erdirildi ve Libya Arap Cemahiriyesi kuruldu. Kaddafi, o tarihten sonra kendisinin "Üçüncü Evrensel Teori" dediği, Sosyalizm ve İslam karışımı bir politik rejimi izledi. Bu sisteme İslamî Sosyalizm ve Yeşil Sosyalizm gibi isimler verdi. 1990’lı yıllardan itibaren Lokerbie faciası gerekçesiyle Amerika’nın ve uluslararası toplumun sürdürdü ambargo 1969’dan itibaren sürdürülen kalkınma hamlesine darbe vurdu.Yönetim "Cemahiriye" tabirini kullanarak kitlelerin devleti olduğunu ifade etmektedir.

Londra-New York seferini yapan Pan Am 103 sefer sayılı Boeing 747 uçağı 21 Aralık 1988 tarihinde havada infilak etti ve İskoçya’nın Lockerbie kasabasına düştü. Uçak içindeki 259 kişi ve kasabadaki 11 kişiyle birlikte toplam 270 kişi hayatını kaybetti. Semtex adlı patlayıcıyı uçağa yerleştirenlerin Libya uyruklu olduğunun anlaşılmasından sonra, Libya’dan tazminat talep edildi. Libya her iki şüpheliyi de İskoçya’ya iade ederek kişi başı 10 milyon dolarla toplam 2,75 milyar dolar tazminat ödedi.

İskoç mahkemelerinde yargılanan şüphelilerden Lamin Khalifah Fhimah beraat etti. Libya gizli servisi üyesi olan Abdelbaset Ali al-Megrahi ise 2001 yılında ömür boyu hapse mahkûm edildi ve cezasını İskoçya’da çekmeye başladı. Yükümlü olduğu esnada prostat kanseri olan Megrahi 20 Ağustos 2009 tarihinde üç aylık ömrü kaldığı gerekçesiyle İskoç hükümeti tarafından serbest bırakıldı. Olayda ölen yolcuların 189’u Amerikalıydı. Serbest bırakma kararı ABD başkanı Barack Obama tarafından "hata" olarak nitelendirildi. Megrahi 20 Mayıs 2012’de prostat kanserinden öldü. Dönemin Birleşik Krallık başbakanı Gordon Brown serbest bırakma kararının (özerk) İskoçya parlamentosuna ait olduğunu, Birleşik Krallık hükümetinin kararı olmadığını açıklamıştı ancak daha sonradan basına sızan Wikileaks belgelerinde Birleşik Krallık hükümetinin Libya ile ekonomik anlaşmalarının sürekliliğini sağlayabilmek için Libya’nın isteğine boyun eğerek Megrahi’nin serbest bırakılmasını teşvik ettiği ortaya çıktı.

Libya bayrağı

Libya bayrağı, Afrika ülkesi Libya’nın ilk defa 24 Aralık 1951 tarihinde kullandığı bayrağın, rejim değişikliği sonrası Libya’nın resmi hükümeti olan Ulusal Geçiş Konseyi tarafından 27 Şubat 2011 tarihinde yeniden kullanılmaya başlanan bayraktır.

Libya Bayrakları

Libya bayrağı yatay olarak konumlandırılan kırmızı, siyah ve yeşil şeritlerden oluşmaktadır. Siyah şerit bayrağın orta kısmında bütününde yarısını kaplayacak şekilde konumlandırılmış olup, dörtte bir oranda yer kaplayan kırmızı renk bayrağın üst bölümünde, yeşil renk ise alt bölümünde bulunmaktadır. Bayrağın orta bölümünde siyah şeritin üzerine gelecek şekilde konumlandırılmış olan beyaz ay-yıldız bulunmaktadır. Bayrak 1951-1969 yılları arasında kullanılan Libya Krallığı bayrağıyla aynıdır. İç savaş öncesi kullanılan düz yeşil bir zeminden oluşan bayrak ise Muammer Kaddafi rejiminin sona erdirilmesi ile kullanımdan kaldırılmıştır.

1951–1969 : Libya’nın ilk ulusal bayrağı 1951 yılında İtalya’dan bağımsızlığın alınmasının ardından Libya Krallığı’nın bağımsızlık simgesi olarak tasarlanmıştır. Yerel geleneklerden ve Libya’da etkili olan dini Senusiye hareketinden izler taşıyan bu bayrak ortada üzerinde beyaz ay ve yıldız olan siyah yatay bir şerit ve bu şeritin alt ve üstünde ölçülerinin yarısı olacak şekilde (üstteki) kırmızı ve (alttaki) yeşil üç ana renkten oluşan bir bayraktı. 2011 Libya İç Savaşı sonucunda Muammer Kaddafi’nin devrilmesi sonucu bu bayrak yeniden kullanıma girdi.

1969–1972: Muammer Kaddafi’nin 1969 yılındaki darbeden sonra ülkenin ismini El-Cumhuriye el-Arabiye el-Libiya (Libya Arap Cumhuriyeti) olarak değiştirmesiyle ve bayrak da bunu müteakiben yeniden tasarlandı. Arap milliyetçilerinin ve Baas Partisi’nin millî renkleri olan kırmızı – siyah ve beyaz şeritlerden oluşan üç renkli bir bayrak kabul edildi.

1972–1977 : Libya 1972 yılında Arap Cumhuriyetleri Federasyonu’na (İttihad el-Cumhuriyet el-Arabiya) üye olunca bayrağı yine değiştirildi. O dönemde Suriye ve Mısır’ın kullandığı ortak bayrağa geçildi. Daha sonra 8 Mart 1977’de ülkenin adı tekrar değiştirilerek Libya Arap Sosyalist Halk Cumhuriyeti yapıldı. (El-Camahiriya el-Arabiya el-Libiya eş-sabıya el-İştrakiye) Enver Sedat’ın İsrail ile 11 Kasım 1977’de masaya oturmasına tepki gösteren Kaddafi, bayrağı değiştirerek tepkisini ortaya koymuştur.

1977-2011 : 1977’den 2011 Libya İç Savaşı sonucu Muammer Kaddafi’nin devrilmesine kadar yeşil düz bir zeminden oluşan Libya bayrağı kullanıldı. Üzerinde herhangi bir arma, simge ya da yazı bulunmayan bayrak, kullanıldığı dönemde dünyada bir ülkeyi temsil eden bayraklar arasında tek renkten oluşan ve üzerinde herhangi bir simge bulunmayan tek bayraktı. Bayrak, Muammer Kaddafi rejiminin sona ermesi ile kaldırılmıştır.

Arma

Libya pasaportlarında yer alan ay-yıldız motifi

Libya güncel olarak herhangi bir resmi devlet arması kullanmamaktadır. Ülke içerisinde yer alan kurumlar resmi yazışmalarda kendi kurum amblemlerini kullanmaktadır. Libya son olarak geçici hükumet döneminde arma kullanmış, söz konusu hükumetin Ağustos 2012 tarihinde son bulması ile birlikte de arma kullanımı da ortadan kalkmıştır. Geçici Ulusal Konsey tarafından Ağustos 2011 tarihinde yeni Libya bayrağı ile ilgili tanımlamalar yapılmış olmasına rağmen, resmi devlet arması ile ilgili herhangi bir düzenleme ve açıklama gerçekleştirilmemiştir.

İç savaş

2011 Libya İç Savaşı, bir Kuzey Afrika ülkesi olan Libya’da hükûmet ve Muammer Kaddafi karşıtı gösterilerle başlamış ve daha sonrasında gerçek anlamıyla bir iç savaşa dönüşmüş ayaklanmalar bütünüdür. Protestolar 7 Şubat 2011 tarihinde başlamış, iç savaş Sirte’nin düşmesi ve Muammer Kaddafi’nin öldürülmesiyle 20 Ekim 2011 tarihinde sona ermiştir. Medyaya göre olaylar halkın 2010-2011 yılı boyunca Arap dünyasını saran protestoların bir ayağı olan 2011 Mısır Devrimi’nden esinlenmesi sonucu başlamıştır.

18 Şubat 2011 tarihinde göstericiler Libyanın ikinci büyük şehri Bingazi’nin kontrolünü bazı polis ve askerlerin de desteğiyle ele geçirmişlerdir. Bunun üzerine hükûmet Bingazi’de yaşayan ve rejimin destekçisi seçilmiş askeri birlikleri yollamıştır. Ülke, Ulusal Geçici Konsey (UGK) ve Libya Sosyalist Halk Cemahiriyesi olarak ikiye ayrılmıştır. 20-28 Ağustos tarihlerinde Trablus Muharebesi sonucu başkent Trablus UGK kontrolüne geçmiş, UGK yüzden fazla ülke tarafından tanınmıştır. 20 Ekim 2011 günü Muammer Kaddafi’nin memleketi Sirte’nin düşmesiyle Muammer Kaddafi öldürülmüş, iç savaş kesin UGK zaferiyle sona ermiştir.

Arka plan: Muammer Kaddafi 1969 yılında yaptığı darbe sonrasından bu yana Libya’yı yönetmekteydi. Fidel Castro’nun 2008, ve 2009 yılında ölen Ömer Bongo’dan sonra dünyada bir kraliyet ailesi dışında en uzun süreli devlet yöneticisi unvanını kazanmıştı.

Petrol halkın gelirinin %58’lik kısmını oluşturmaktaydı. Hükûmet ve diğer sektörlerin vergi ihtiyacı düşük olduğu için orta sınıf gelişememektedir. İç savaş, Libya halkının Muammer el-Kaddafi’nin koltuğunu terk etmek istemesi ile başlamış ve Muammer el-Kaddafi koltuğu bırakmayınca gelişmiştir ve sonucunda 2011 Libya ayaklanması olmuştur. 2011 Libya bombardımanı ile dolaylı bir süreç ve olay olmuştur.

Silahlı Kuvvetler

Libya tarihinde üç silahlı kuvvet vardır.1950 yılında bağımsızlaşan Libya Krallığı’nın "Libya Kraliyet Silahlı Kuvvetleri".Muammer Kaddafi döneminin "Libya Arap Cemahiriyesi Silahlı Kuvvetleri" ve iç savaş sonrası, Ulusal Geçiş Konseyi tarafından kurulan "Libya Ulusal Ordusu".

Demografi

Libya'daki etnik dağılım

Libya çok büyük bir yüzölçümüne sahip olmasına rağmen nüfusun tamamına yakının kıyı bölgelerde yaşar. Örneğin; Trablus ve Sirenayka’da km2’ye düşen insan sayısı 50 iken ülkenin geri kalanında, km2’de 1 kişinin altına düşer. Ülkenin büyük ölçüde çöllerle kaplı olmasından dolayı, ülke yaşayanların %90’ı kıyı şehirlerinde yaşamaktadır. Ülkeyi kaplayan çöllerin büyüklüğünü, bütün ülkedeki alanda km2’ye düşen insan sayısının 3,6’ya düşmesinden anlaşılabilinir. Tarımsal faaliyetlerin imkansız olduğu çöllerle kaplı Fizan’dan ziyade halk Trablus ve Sirenayka bölgelerinde yaşamaktadır.

Bütün nüfusun %90’ı, ülke topraklarının sadece %10’unda yaşamaktadır. Ülke toplam nüfusunun %88’i şehirde yaşamaktadır ve çoğunluğu üç büyük şehir olan Trablus, Bingazi ve el-Beyda’da bulunmaktadır. 6,5 milyon civarındaki Libya nüfusunun yaklaşık yarısı ’15 yaşından’ küçüktür. 1984 yılında dünya çapındaki en büyük nüfus artış hızına ulaşan Libya’da, yıllık doğum oranı %4 olarak tespit edilmişti. 1984’te 3,6 milyon olan ülke nüfusu 1964’te 1,54 milyondu.

Libya halkının etnik unsurlarını öncelikle; Araplaşmış Berberiler, Türkler, saf Arap ve çöl kabilelerinden oluşan Bedeviler ile Tuaregler oluşturmaktadır. Ayrıca az sayıda Sahara altı siyahlarından olan Sahiller ile Tobular da mevcuttur. Ayrıca ülke çok sayıda Orta Afrika’dan göçmen barındırmakta ve ayrıca çok sayıda Mısırlı göçmenler ülkede yaşamaktadır. 2011’de tahminlere göre 60.000 Bangladeşli, 30.000 Çinli, 30.000 Filipinli Libya’da çalışmaktadır. Libya’da yaşayan Türk vatandaşlarının sayısı yaklaşık olarak 25.000’dir , fakat ataları Türk olanların sayısı 80.000’dir.

Libya’nın resmi dili Arapça olduğu gibi halk arasından da %80’in üzerinde bir oranla Arapça; Arapça’nın ağız ve lehçeleri konuşulmaktadır. Ülkenin geriye kalanı olan %20’si ise Berberi Dili olan Tamazight dilini konuşmaktadır. İngilizce ve İtalyanca büyük şehirlerde konuşulmaktaysa da, İtalyan esaretini yaşamış yaşlıların büyük çoğunluğu İtalyanca bilmektedir.

İklim ve Hava durumu

Kuzey Afrika’da bulunan Libya’da beş ayrı iklim etkisi olsa da yoğunluk olarak Sahra Çöl İklimi ve Akdeniz iklimi hâkimiyet sürmektedir.

Ovalık alanlarda sıcak yazlar, ılık kışlar ve az yağmurlu sezonlar geçirilmesine sebep olan Akdeniz iklimi görülürken yüksek kesimlerde hava oldukça soğumaktadır. Çöl alanlarında ise olağan üstü sıcaklıklar görülmektedir.

Libya Mutfağı

Libya Mutfağı

Libya mutfağı İtalyan, bedevi ve geleneksel Arap mutfağından etkilenmiştir. Makarna kuzey bölgesinin, pirinç güney bölgesinin temel gıdası konumundadır.

Makarnalarda sıklıkla domates sosu kullanılmaktayken; pirinç, kuzu veya tavukla (genellikle haşlanmış, kızarmış veya ızgara) servis edilmektedir. Kuskus, kaynamış domates sosu ile buharda pişirilmektedir ve et genellikle salatalık dilimleri, marul ve zeytin ile birlikte servis edilmektedir.

Kültür

Libya’nın insanları oldukça sıcakkanlı ve arkadaş canlısı olarak bilinmektedir. İngilizcelerini kullanmaya ve eve misafir etmeye oldukça heveslidirler.

Libya’da gelenek ve göreneklere dikkat etmek oldukça önemlidir. Bir erkeğin, Libya’da bir kadınla göz teması kurması, ona el sallaması veya gülümsemesi kabalık olarak görülmektedir ve bu kadın için utanç verici bir durum olmaktadır.

Libya’daki güvenlik durumu iç savaş nedeniyle pek iç açıcı değildir. İç güvenliğin tehlikeli olduğu durumlarda ziyaret etmekten kaçınılmalıdır.

Ulusal hukukta yer almakta olan bir kurala Libya’da Kaddafi veya ailesi hakkında konuşmak yasaklanmıştır.

Festivaller

Libya'da bir festival

Libya’nın festivalleri geleneklerine, kültürlerine, İslami kutsal günlere ve ülkenin tarihinin önemli gelişme yıldönümlerine bağlı olarak düzenlenmektedir. Kutlamalar genellikle Berberi ve Tuareng kabilelerinin kökeninden gelmektedir.

Aralık-Ocak ayları arasında geleneksel olarak kutlanan "Acacus Festival" gün batımında müzik şölenleriyle çölün sessizliğini kırarken, Sahra Çölü’nün kalbinde bulunan Jebel Acacus bazalt taşlarının muhteşem görüntüsüyle herkesi etkilemektedir.

Gece düzenlenen dans şölenleri, yöresel kutlamalar, geçitler ile mart ayında kutlanan "Nalut Spring Festival" üç gün sürmektedir ve baharı karşılamaktadır.

Sıcak yaz aylarını serinleten Zuwarah kıyı şeridinde eski pagan rituelleri eşliğinde hayvanların ve kabilelerin denize girerek anıldığı ağustos festivali "Zuwarah Awessu Festival" değişik bir atmosfer sunmaktadır.

Ramazan ayı kutlaması olan "Eid el Fitr" üç gün sürmektedir ve İslami takvime göre tarihi değişiklik göstermektedir. Bu süreçte aileler ziyaret edilmekte ve yemekler düzenlenmektedir.

Kuzey Libya’da yaşamakta olan Tuareng ve Berberi kabilelerinin en gözde Sahra festivali olan "Ghadames Festival" her yıl Ekim ayında üç gün boyunca sönmektedir. Festival süresince yapılan şölenler, danslar, müzik gösterileri, at ve deve yarışları ve diğer geleneksel yarışmaların yanı sıra hasat tarihlerine denk gelmesinden dolayı eski şehir merkezi geniş bir pazara dönüşmektedir.

Özgürlük günü festivali olan "Liberation Day", Kaddafi ailesinin rejiminin yıkıldığı 23 Ekim 2011 yılından beri kutlanmaktadır

"Islamic New Year" İslam yeni yılı kutlamaları Kasım ayında aile ve cami ziyaretleri ile kutlanmaktadır.

Antik Tuareng kabilelerinin geleneklerine dayanan "Ghat Festival" Kasım-aralık ayları arasında kutlanmaktadır. Üç gün kutlanan festivalde deve yarışlarının yanı sıra el sanatları yelpazesinde bulunan her şeyin olduğu, müzik, dans ve şölenlerle dolu büyük bir açık pazar kurulmaktadır.

Libya’daki Türk Elçiliği

Adres: Shara Zaviya Dahmani Trablus-Libya
Telefon: 218 21 340 11 40 / 41 / 43 / 44

218 21 360 15 60
Faks: 218 21 360 15 61

E-posta: embassy.tripoli@mfa.gov.tr
İnternet sitesi: T.C. Dışişleri Bakanlığı Trablus Büyükelçiliği

Çalışma Saatleri: Pazar – Perşembe (08.30 -13.00 )( 14.00 – 17.30 )

TÜRKİYE CUMHURİYETİ MİSURATA BAŞKONSOLOSLUĞU

Adres: Al Edaa Caddesi, CIT Üniversitesi (Kulli-i Takni-i Al Sınai) önü, Al Birra bölgesi, Misurata/Libya
Telefon: 218 51 2663210 / 11 / 12

E-posta: consulate.misratah@mfa.gov.tr
İnternet sitesi: T.C. Dışişleri Bakanlığı Misurata Başkonsolosluğu

Çalışma Saatleri: Pazar – Perşembe (08.30 -13.00 )( 14.00 – 17.30 )

TÜRKİYE CUMHURİYETİ BİNGAZİ BAŞKONSOLOSLUĞU

Adres: Muruj Street Villa No: 1, Fewhat Sharki P.O. BOX 1453, Benghazi Libya.
Telefon: 218 61 223 00 03
Faks: 218 61 223 00 02

E-posta: consulate.benghazi@mfa.gov.tr
İnternet sitesi: bingazi.bk.mfa.gov.tr

Çalışma Saatleri: Pazar – Perşembe (08.30 -13.00 )( 14.00 – 17.30 )

Beğen
Beğen Muhteşem Haha İnanılmaz Üzgün Kızgın

Liberya Cumhuriyeti

Liberya

Başkent Monrovia
Resmî diller İngilizce
Yönetim Şekli Anayasal Cumhuriyet
Yüzölçümü 111.369 km²
Nüfus 3.887.886
Nüfus Yoğunluğu 34,9kişi/km²
Para birimi Liberya doları(LRD)
Zaman dilimi GMT
Telefon kodu +231
İnternet TLD .lr

Liberya, resmi olarak Liberya Cumhuriyeti; Batı Afrika kıyısında, kuzeybatıda Sierra Leone, kuzeyde Gine, doğuda Fildişi Sahili’ne sınırları bulunan bir ülke. Anlamı "özgürlerin toprağı" olan Liberya, daha önceden köleleştirilmiş Afrika asıllı Amerikalıların özgür çocukları tarafından kurulmuştur. Siyah Afrika’nın sömürge yönetimi görmemiş tek ülkesi ve kıtanın en eski cumhuriyeti olan Liberya, son dönemde iki iç savaşa sahne oldu: Liberya İç Savaşı (1989–1996) ve İkinci Liberya İç Savaşı (1999–2003). İkinci iç savaş, yüzbinlerce insanın göçüne ve ekonominin çökmesine neden olmuştur.

Ülke ismi

1822 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nde serbest bırakılan köleler tarafından kurulan ülkeni ismi, latince kelime olan liber (Türkçe: Özgür) kelimesi baz alınarak oluşturulmuştur. Ülkenin başkenti olan Monrovia’da Amerika Birleşik Devletleri’nin eski başkanlarından James Monroe’den esinlenerek oluşturulmuştur.

Bayrak

Liberya bayrağı günümüzdeki hali ile ilk olarak 26 Temmuz 1847 tarihinde göndere çekilerek kullanılmaya başlanmıştır.

Bayrak, altı kırmızı ve beş beyaz yatay şeritten oluşmaktadır. Kırmızı ve beyaz şeritlerin birbiri ardına sıralandığı bayrağın göndere çekilen sol üst köşesinde, beş yatay şerit büyüklüğünde mavi renkte kare bulunmaktadır. Karenin tam ortasında ise beyaz beş köşeli yıldız bulunmaktadır. Bayrakta bulunan toplam 11 adet yatay şerit, ülkenin bağımsızlık bildirisine imza atan 11 kişiyi sembolize etmektedir. Kırmızı renk cesareti, beyaz renk ise yüksek morali ifade etmektedir. Sol üst köşede bulunan beyaz yıldız kölelerin yeniden kazandıkları bağımsızlığı sembolize ederken, mavi zemin ise siyahi Afrikalıların ana vatanını, dolayısıyla siyahi Afrika kıtasının ilk bağımsız olan ülkesini temsil etmektedir.

Liberya bayrağı oluşturulurken ABD bayrağı örnek olarak alınmış ve bayrak oluşturulmuştur. İlk olarak Amerika Birleşik Devletleri’nden geri gönderilen siyahi Afrikalı köleler için kurulan bölgenin bayrağı ilk olarak tıpkı o dönemki ABD bayrağında olduğu gibi 13 yatay şeritten oluşmaktaydı. Bayrağın sol üst köşesinde bulunan mavi karenin içerisinde ise haç bulunmaktaydı.

Arma

Liberya Arması

Armanın ana renkleri – mavi, yeşil, mavi. arması, gemi dışında, bir palmiye ağacının beyaz bir güvercin, pulluk, kürek, deniz, toprak, güneş bir resim görmek. Bir gemi – – armanın ana sembolü ABD’de serbest ülke köle gelen gemilerde çünkü burada yerleştirilir. Buna ek olarak, Liberya bağımsızlığını ilan Afrika kıtasında, ilk ülke olmasıdır. Buna ek olarak, Liberya arması ülkenin adını ve Liberya milli sloganı yazılı olduğu iki şerit vardır – ". özgürlük sevgisi bizi buraya getirdi"

Tarih ve İslamiyet

Liberya topraklarının önemli bir bölümü, insan topluluklarının yerleşmesine elverişli olmadığından ülke tarihte pek etkin bir rol oynamamıştır. Buraya ilk defa XI. yüzyılın başlarında Nijer havzasında yaşayan halklardan bazı grupların gelip yerleştikleri sanılmaktadır. XV. yüzyılın sonlarından itibaren Avrupalı denizciler ve tüccarlar kıyılara sık sık uğramışlarsa da tabiat şartlarının zorluğu sebebiyle karaya çıkıp yerleşme cesareti gösterememişlerdir.

Ülkeye İslâmiyet’in girmesi Batı Afrika’daki diğer ülkelere göre daha geç olmuş ve biri Yukarı Nijer’den iç kesimlere gelen göçmenler, diğeri özellikle XVIII. yüzyılda Futa Calon’dan kıyı kesimine gelen tüccarlar tarafından iki ayrı yoldan gerçekleştirilmiştir. XVI. yüzyılın erken dönemlerinde Gine’nin Kankan şehrinden müslümanlar ülkenin kuzey ve kuzeydoğu bölgelerine yerleşerek İslâm’ı yaymaya başladılar; Senegal’deki cihad hareketlerinin de buna büyük katkısı oldu. XVII. yüzyılın sonlarına doğru Mali’nin Mâsînâ bölgesinden gelen Fûlânîler sahile kadar ilerleyerek buralardaki toplulukların İslâm’la tanışmasını sağladılar. XIX. yüzyıl başlarında Vai, Mandeng, Mande ve Gola kabileleri arasında İslâmiyet sınırlı da olsa yayılmış durumdaydı. Bugün ülke düzeyinde yüzden fazla cami bulunmaktadır. Müslümanların çoğu başşehir Monrovia ile önemli liman şehri Robertsport’ta toplanmıştır.

Liberya’daki müslümanların başlıca kuruluşu 1974 yılında bir araya gelen The Council of the Muslim Community, The Muslim Congress of Liberia, The Muslim League of Salefiya ve The Liberia Muslim Union gibi daha küçük teşkilâtların oluşturduğu The National Muslim Council of Liberia’dır. Hükümet tarafından resmen tanınmış olan bu kuruluşun başlıca amaçları şunlardır: Irk ve rengine bakmaksızın Liberya’daki müslümanlar arasında kardeşliği güçlendirme, yardımlaşma ve dayanışma ruhunu geliştirme, milletlerarası kuruluşlarla bağları kuvvetlendirme, İslâm kültürünü yayma; müslüman çocuklarının her seviyede eğitim ve öğretimine önem verme, müslümanların ekonomik durumlarını iyileştirme ve ülkede İslâm’ı yaymaya çalışma. Ülkedeki müslümanların çoğu Sünnî-Mâlikî olmakla birlikte Bahâî ve Ahmedîler de (Kādiyânî) vardır. The National Muslim Council of Liberia hükümetten İslâmî eğitim yapacak kırk beş okul açma izni almış ve kendisine bağlı olarak faaliyet gösteren çeşitli ilkokullarla Kakata, Robertsport gibi şehirlerde birer lise açmıştır. Eğitimin kısmen Arapça, kısmen İngilizce yapıldığı bu okullarda müslüman çocuklarının İslâmî eğitimine sınırlı da olsa bir katkı sağlanmakta, ancak asıl İslâmî eğitim camilerde verilmektedir.

Liberya, XIX. yüzyılın başlarında Amerika Birleşik Devletleri’nde yapılan köleliğin kaldırılmasına yönelik çalışmaların sonucunda ortaya çıkan bir devlettir. 1816’da kurulmuş olan The American Colonisation Society adlı örgüt, köleliğin henüz yasaklanmamasına rağmen sayıları gittikçe artan âzatlı köleleri Afrika’ya geri göndermek amacıyla faaliyete geçti ve 1822’de 181 kişilik ilk Amerikalı zenciler grubunu Cape Mesurado sahil kesimine yerleştirmeyi başardı. Bu ilk yerleşme bölgesine “liberty” (özgürlük) kelimesinden hareketle Liberya, burada teşekkül eden şehre de Amerika Birleşik Devletleri Başkanı James Monroe’ya izâfeten Monrovia adı verildi. Örgüt daha sonra kıyı boyunca Monrovia’nın güneydoğusuna doğru başka merkezler de kurdu. 26 Temmuz 1847 tarihinde ilân edilen Liberya Cumhuriyeti 1857’de, Palmas Burnu yakınlarındaki aynı şekilde oluşturulan âzatlı köle bölgesi Maryland ile birleştirildi. Önceleri Liberya’ya Amerika’daki bütün zencilerin gelip yerleşeceği umuluyordu; fakat bu gerçekleşmedi ve buraya 1920’lere kadar sadece 20.000 civarında göçmen yerleşti. Ayrıca Amerika’dan gelenlerin yerli kabilelerle kaynaşması mümkün olmadı; bu zenciler Batılı sömürgeciler gibi yerli zenciler üzerinde otorite kurdular ve arazilerini ellerinden aldılar. Afrika’nın hızla sömürgeleştirildiği bir dönemde Liberya’nın bağımsızlığını koruyabilmesi de kolay olmadı, ülkenin bir kısım toprakları İngiltere ve Fransa tarafından işgal edildi; günümüzdeki sınırlar son şekliyle ancak 1910 yılında belirlenebildi.

Liberya Uydudan  görünüm

Afrika’nın ilk tek partili ülkesi olan Liberya’da 1869’da Amerikalı göçmenlerce kurulan True Whigs Party 1871’den itibaren bir asırdan çok iktidarda kaldı. 1871’den 1925’e kadar özellikle İngiltere’nin etkisi hissedilen Liberya’da daha çok Avrupa şirketleri faaliyet gösterdi. Ancak Amerikan Firestone Tire and Rubber Company’nin 1926’da hükümetten kopardığı bir dizi tâvizle ülkeye gelmesi Avrupalılar’ın etkisini sona erdirdi. Bu şirket Liberya’yı Amerika Birleşik Devletleri için büyük bir lastik üretim bölgesi haline getirdi. II. Dünya Savaşı sırasında ülkedeki kauçuk ağacı dikiminin artması ve limanlarının Amerika ile Asya arasındaki ulaşımda önemli rol oynaması Liberya’nın Amerika Birleşik Devletleri’ne yakınlaşmasını sağladı. 1942’de iki devlet arasında imzalanan bir savunma antlaşmasından sonra Amerikan birlikleri ülkeye geldi. Liberya ordusunun eğitimi Amerikalı subaylara bırakılırken Amerika Birleşik Devletleri hükümetinin finanse ettiği modern liman, karayolları, havaalanı ve santral gibi tesislerin inşası da Amerikan şirketlerine verildi; arkasından yeni seçilen devlet başkanı William S. Tubman müttefiklerin safında yer alan Liberya’nın 27 Ocak 1944’te savaşa girdiğini açıkladı.

1944’ten 1971’e kadar aralıksız devlet başkanlığı yapan Tubman, izlediği “birleşme” ve “açık kapı” siyasetleriyle bir yandan Amerika’dan gelen zencilerle yerliler arasındaki ayırımı ortadan kaldırarak kaynaşmalarını hedeflerken bir yandan da yabancı sermayeyi ülkeye çekmeye önem verdi. Bu arada bazı Amerikan şirketlerine işletme imtiyazları tanıması ülke ekonomisini Amerika Birleşik Devletleri’nin etkisi altına soktu ve bu durum yerli halkın aleyhine bir sonuç doğurdu. Başkan Tubman’ın ölümünden sonra yerine geçen William R. Tolbert genelde onun politikasını sürdürdü ve dünya piyasalarında kauçuk ve demir fiyatlarının düşmesi sebebiyle sarsılan ülke ekonomisini dışarıdan sağladığı borçla ayakta tutmaya çalıştı. Ancak ülkede özellikle Amerikalı zencilerin hegemonyasından kaynaklanan büyük bir huzursuzluk ve yer yer ayaklanmalar başladı. Sonuçta ordu müdahale etti (12 Nisan 1980) ve iktidar, başçavuş Samuel K. Doe başkanlığında astsubaylarla erlerden oluşan The People’s Redemption Council’in eline geçti. Bu olay, Amerikan kökenli Liberyalılar’ın ülke kurulduğundan beri devam eden egemenliğinin sonu oldu. Konseyce hazırlanan yeni anayasa Temmuz 1984’te kabul edildi ve Ekim 1985’teki seçimlerde Doe devlet başkanlığına seçildi. Doe giderek kötüleşen ekonomiyi düzlüğe çıkaramadı; özellikle Amerika Birleşik Devletleri’nden alınan borçlar ülke ekonomisini zor durumda bıraktı. Bazı maden ocaklarının ve kauçuk dikili alanların kapatılmasıyla işsiz kalan kitlelerin memnuniyetsizliği yoğun gösterilere yol açtı. 1980’li yılların sonlarına doğru iktidara karşı muhalefet giderek güçlendi ve Ocak 1990’da ülkenin kuzeydoğusunda silâhlı çatışmalar başladı. Kabile savaşlarına dönüşen çatışmalar sebebiyle 500.000’e yakın Liberyalı komşu ülkelere sığındı; Batı Afrika Devletleri Ekonomik Örgütü’ne bağlı olarak kurulan barış gücü çatışmaları önleyemedi. İsyancılardan Prince Y. Johnson’un taraftarları 9 Eylül 1990’da Doe’yu öldürünce ülke tam bir kaosa sürüklendi. Şubat 1991’de ateşkes ilân edilerek ulusal bir konferans düzenlendi ve Amos Sawyer geçici cumhurbaşkanı seçildi. Fakat bu defa da Sawyer, Johnson ve diğer isyancı grubun lideri Charles Taylor arasında iktidar mücadelesi başladı. Yedi yıl boyunca süren iç çatışma 1996’da sona erdi, başkanlık ve meclis seçimleri yapılarak ülkede sükûnet sağlandı.

Coğrafya

Oldukça karmaşık yüzey şekilleri olan Liberya’nın yaklaşık 560 km’yi bulan kumlu ve alçak kıyı şeridi boyunca lagünler, bataklıklar ve yer yer kayalık burunlar uzanır. Genişliği 23–40 km arasında değişen bu kesimin gerisindeki hafif engebeli tepeler birdenbire yükselerek yerini dar bir orman kuşağına bırakır. Ortalama yüksekliği 180–300 m olan bu kuşağı orman örtüsünün seyrekleştiği bir plato izler. Vadilerle yarılmış bu platonun yüksekliği 450–650 m arasında değişir. Liberya’nın kuzey kesimi dağlıktır. 1350 metreye kadar yükselen tepeler vardır. Bu bölgenin en yüksek noktası olan Nimba Dağları, Gine sınırında bulunan Guest House (Konuk Evi) Tepesi’nde 1.381 m’ye ulaşır.

Dağlık bölgeden doğan Mano ve Moro ırmakları güneybatı yönünde akarak Atlas Okyanusu’na dökülür. Fildişi Kıyısı sınırını oluşturan Cavalla Nehri’nin bir bölümü ulaşıma elverişlidir. Öteki önemli akarsular Lofa, St.Paul, St.John ve Cestos’dur. St. Paul Nehri üzerinde, başkentin 27 km kuzeydoğusundaki çavlanlarda kurulan baraj önemli bir hidroelektrik kaynağıdır.

Ülke topraklarının tabanında yer alan granit, şist ve gnays oluşumlu kayaç katmanı yoğun kıvrılma ve kırılmalara uğramıştır. Bu katmanın arasına yer yer demir içeren itabirit oluşumları sokulur. Kıyı boyunca kumtaşı yatakları uzanır. Egemen toprak dokusunu, daha çok ağaçların yetişmesine olanak sağlayan ince lateritli topraklar oluşturur.

İklim özellikle kıyı kesiminde yıl boyunca sıcak ve nemlidir. Yağış mevsimi mayıstan ekime, kurak mevsim ise kasımdan nisana değin sürer. Aralık aylarında Sahra’dan kıyıya doğru esen ve harmattan olarak bilinen tozlu ve kuru çöl rüzgarları da iklimi etkiler. Yıllık ortalama sıcaklık 18 °C ile 29 °C arasındadır. Kış ısı ortalaması 24 °C ,yazın ise 33 °C ‘dir. Kıyı şeridinde 5.080 mm’yi bulan yıllık yağış miktarı, iç kesimlere doğru zalarak 1.780 mm’ye kadar iner.

Tropik yağmur ormanları ülke topraklarının yaklaşık yüzde 40’ını kaplar. Sayıca 26 değişik türü kapsayan kerestelik ağaç türlerinin başında demirağacı, Baphia nitida ve maun gelir. Ormanlarda birçok maymun, antilop ve kemirici hayvan yaşar. Ayrıca cüce suaygırına ve bazı karıncayiyen türlerine rastlanır. Fil, yabanıl manda ve pars giderek ortadan kalkmaktadır. Sürüngen varlığı oldukça zengindir. Başlıca yılan türleri siyah kobra ve engerektir. Üç ayrı timsah türü belirlenmiştir.

Demografi

Milliyet: Kpelle (851.000), Bassa (568.000), Grebo (388.000), Kru (268.000), Araplar (45.000).

Din:

Animizm: %43,4,
Hristiyan: %39,1 (Protestanlık: %17,5, Katolikler: %13,2,
bağımsız kiliseler: %8,1),
İslam: %16,4.

Politik

Liberya hükümeti Amerika Birleşik Devletleri hükümet sistemi baz alınarak kurulmuş üniter anayasal bir cumhuriyettir ve temsili demokrasi ile yönetilir. Güçler ayrıcılığı ilkesi vardır. Yasama cumhurbaşkanı başkanlığında, yürütme Liberya meclisince ve yargı yargıtay tarafından sürdürülür.

Cumhurbaşkanı, devletin başkanıdır ve aynı zamanda başkomutanıdır.

Liberya’da yasama organı Senato ve Temsilciler Meclisi’nden oluşmaktadır. Temsilciler Meclisine 73 kişi oy çoğunluğuna göre 6 yıllık bir dönem için, Senato’ya ise 30 kişi 9 yıllık bir dönem için seçilmektedir. Ülkenin Cumhurbaşkanı doğrudan halk tarafından 6 yıl için seçilmekte ve en fazla iki dönem (12 yıl) görev yapabilmektedir.

1989 yılından 2003 yılına kadar aralıklı olarak 14 yıl devam eden iç savaşta 250 bin kişinin hayatını kaybettiği Liberya’da, Ekim 2005’te BM gözetiminde seçimlere gidilmiş, ikinci turda oyların % 59,4’ünü alan Ellen Johnson-Sirleaf Cumhurbaşkanı seçilmiştir. Ellen Johnson-Sirleaf görevine Ocak 2006’da başlamıştır.

Son olarak, 8 Kasım 2011 tarihinde gerçekleştirilen ikinci tur seçimlerde Sirleaf oyların % 90,7’sini alarak yeniden Cumhurbaşkanı seçilmiştir.

Ekonomi

Liberya’da büyük ölçüde tarım ve demir cevheri ihracatına dayanan, gelişme yolunda bir piyasa ekonomisi yürürlüktedir. Yakın dönemde açık kapı politikasının ve yabancı sermayeye tanınan kolaylıkların katkısıyla sağlanan yüksek ekonomik büyüme hızı, 1980’lerin başında artan ithal petrol maliyetinin ve dünya çapındaki durgunluğun etkisiyle bir yavaşlama sürecine girmiştir.

1988 verilerine göre ülkenin gayrı safi millî hasılası (GSMH) 975 milyon Amerikan doları, büyüme hızının nüfus artış hızının gerisinde kalması nedeniyle oldukça düşük bir gelişme seyri izleyen kişi başına düşen millî geliri ise 400 ABD dolarıdır.

Liberya’daki iç savaş sırasında ekonomik altyapı harap olmuş, işadamları ve sermaye ülkeyi terk etmiştir. 2005 yılında BM gözetiminde yapılan seçimlerin ve Sirleaf’in iktidara gelmesinin ardından yeniden imar süreci başlamıştır. Kereste ve elmas ihracatına uygulanan BM ambargosunun 2007’de kaldırılmasının ardından ihracat artmış, demir cevheri üretimi yeniden başlamıştır. Ülke ekonomisinin belkemiğini kauçuk, kereste ve demir ihracatı oluşturmaktadır.

Liberya’nın kıta sahanlığı içinde petrol ve doğalgaz yatakları keşfedilmiştir. Rezervlerinin 1 milyar varilden fazla olabileceği belirtilmektedir.

Liberya GSMH’sının yüzde 60’ı tarımdan elde edilmektedir. Hükümet tarım ve hayvancılık sektörlerinde yatırımları teşvik etmektedir. Son dönemde yapılan yatırımlarla palm yağı ve kereste üretimi de giderek artmaktadır.

Ebola salgını Liberya’yı ekonomik açıdan da olumsuz yönde etkilemiştir. Dünya Bankası’nın 22 Ocak 2016 tarihinde yayınlanan bir analizinde, Ebola salgınından en çok etkilenen Liberya, Sierra Leone ve Gine’nin ekonomilerinde 2015 yılı için en az 1.6 milyar ABD Doları tutarında kayıp olacağı tahminine yer verilmiştir.

İklim / Hava Durumu

Tropikal iklim görülmektedir. Kışlar sıcak ve kuru, yazlar nemli ve bulutlu geçer.Başkent Monrovia, Afrika’nın en fazla yağış alan 2 başkentinden biridir. Diğeri ise Sierra Leone’nin başkenti Freetown’dur. Yıllık yağış miktarı 4 bin 500mm’den fazladır. Yıllık sıcaklıklar 23°C – 32°C arasında değişmektedir. Ancak nem oranı sıcaklıkların daha yüksek hissedilmesine neden olmaktadır.

Ülke Mutfağı

Liberya mutfağı

Turistler tarafından tercih edilen yemek çeşitleri “et veya tavuk shwarma, felafel sandviç, hummus”dur. Karışık ızgara tabağı da tercih edilen yemeklerdendir. Bir çok balık çeşidi bulmak da mümkündür. Özellikle Snapper adı verilen levrek benzeri balık oldukça lezzetlidir. Ülkenin porsiyonları oldukça büyüktür. Lübnan ve Hint menüleri de restoranlarda bulunur. Ayrıca tatlı ve meyve suları ziyaretçilerin en çok tercih ettiği yiyecek ve içeceklerdir. Ziyaretçiler yiyeceklerini Mezza Evi denilen yerlerde de yeme imkanı bulabilirler.

Türkiye-Liberya İlişkileri

Akra Büyükelçiliğimiz Liberya’ya Nisan 2013’te akredite edilmiştir. Liberya’nın Brüksel Büyükelçiliği de ülkemize akreditedir.

Dönemin Liberya Dışişleri Bakanı Agustine Kpehe Nagfuan, 12-16 Mayıs 2014 tarihlerinde ülkemize resmi bir ziyarette bulunmuştur. Böylece, Liberya’dan ülkemize Dışişleri Bakanı düzeyindeki ilk ziyaret gerçekleştirilmiştir. Sözkonusu ziyaret sırasında 3 anlaşma imzalanmıştır. (Eğitim Alanında İşbirliği Anlaşması; Diplomatik Pasaport Hamillerine Vize Muafiyeti Tanınması Anlaşması; Dışişleri Bakanlıkları Diplomasi Akademileri Arasında Diplomasi Eğitimi, Bilgi ve Belgelerin Değişimine İlişkin İşbirliği Mutabakat Zaptı).

2015 yılının ilk 11 ayı itibariyle Türkiye’nin Liberya’ya ihracatı 65.253.182, Liberya’dan ithalatı 1.758.960 ABD Doları olmuş ve ikili ticaret hacmi 67.012.142 ABD Doları olarak gerçekleşmiştir.

13 Mayıs 2014 tarihinde iki ülke Dışişleri Bakanlıkları Diplomasi Akademileri Arasında Diplomasi Eğitimi, Bilgi ve Belgelerin Değişimine İlişkin İşbirliği Mutabakat Zaptı imzalanmıştır.

Türkiye Bursları kapsamında Liberya vatandaşlarına tarafımızdan 2013-2015 yılları arasında lisans, yüksek lisans ve doktora çalışmaları için toplam 21 adet burs tahsis edilmiştir. 2015-2016 akademik yılı için ise 15 öğrenci Türkiye Burslarından yararlanmaya hak kazanmıştır.

Türkiye ile Liberya arasındaki Diplomatik Pasaport Hamillerine Vize Muafiyeti Tanınması Anlaşması, her iki ülke parlamentosunca da onaylanmıştır. Anlaşmaya ilişkin hukuki süreç tamamlanmış olup, yürürlüğe girmesi için Liberya tarafının teyidi beklenmektedir.

Liberya’da, BM Barışı Koruma Misyonunda görevli polislerimiz dahil yaklaşık 30 vatandaşımız bulunmaktadır.

Liberya’nın İstanbul Fahri Konsolosluğu Mart 1996’da faaliyete geçmiştir.

Türkiye’nin Monrovya’da Fahri Konsolosluk ihdası ve bu göreve Lusinee F. Kamara’nın atanması konusunda Nisan 2013’te girişimde bulunulmuştur. Liberya Dışişleri Bakanlığı 1 Mayıs 2014 tarihinde talebimizin uygun görüldüğünü bildirmiştir. Ülkemizdeki işlemler henüz sonuçlanmamıştır.

TİKA tarafından, Liberya’ya 50 adet bilgisayar hibe edilmiştir. (Temmuz 2006)

13-14 Şubat 2007 tarihleri arasında Washington’da düzenlenen "Liberia Partners Forum"unu takiben, Liberya’ya Dünya Sağlık Örgütü aracılığıyla 100.000 Dolar tutarında insani yardımda bulunulması kararı alınmış ve yardımlar transfer edilmiştir. (Mart 2007)

Liberya Su ve Kanalizasyon Kurumu tarafından geliştirilen "Su ve Kanalizasyon Sistemlerinin Geliştirilmesi ve Sağlamlaştırılması Projesi" çerçevesinde kullanılmak üzere, bir adet kamyon hibe edilmiştir. (Aralık 2007)

TİKA tarafından Liberya’ya 349.800 Dolar değerinde bir vidanjör hibe edilmiştir. (Haziran 2008)

EXPO 2020 adaylığımız kapsamında oluşturulan “Herkes için Sağlık” fonundan Liberya’ya tahsis edilen 100.000 Dolar ile iki adet ambulans alınarak Liberya makamlarına teslim edilmiştir. (Kasım 2013)

TİKA tarafından Paynesville Belediyesine iki adet çöp arabası ile 100 adet çöp konteynırı hibe edilmiştir. (Ekim 2014)

TİKA tarafından gönderilen, Ebola Salgını ile mücadele eden sağlık personelinin kullanımı için 50 bin ABD Doları değerindeki malzeme Liberya Sağlık Bakanlığı yetkililerine teslim edilmiştir. (19 Kasım 2014)

Ebola salgınıyla mücadele kapsamında T.C. Sağlık Bakanlığı ile Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı tarafından sağlanan 360 bin ABD Doları değerindeki tıbbi malzeme Liberya Sağlık Bakanlığı yetkililerine teslim edilmiştir. (31 Ocak 2015)

Toplam 2,5 milyon Türk Lirası değerindeki tıbbi nitelikteki insani yardım malzemesi Sağlık Bakanlığı ve AFAD işbirliğinde yürütülen tedarik işlemlerinin ardından Gine, Sierra Leone ve Liberya’ya üç eşit grup halinde ayrılmış, Liberya’ya teslimat 2 Şubat 2015 tarihinde yapılmıştır.

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı, 15 adedi Monrovia Belediyesine ve 5 adedi Liberya Emniyet Teşkilatına olmak üzere Liberya’ya toplam 20 otobüs ile 2 adet çocuk oyun parkı hibe etmiştir. (20 Ağustos 2015)

Beğen
Beğen Muhteşem Haha İnanılmaz Üzgün Kızgın

Letonya Cumhuriyeti

Letonya

Başkent Riga
Resmî diller Letonca
Yönetim Şekli Parlamenter Cumhuriyet
Yüzölçümü 64.589 km²
Nüfus 2.291.000
Nüfus Yoğunluğu 35,4kişi/km²
Para birimi Euro (EUR)
Zaman dilimi DAZD (UTC+2)-DAYZD (UTC+3)
Telefon kodu +371
İnternet TLD .lv

Letonya (Letonca: Latvija ) ya da resmî adıyla Letonya Cumhuriyeti (Latvijas Republika), Kuzey Avrupa’da yer alan bir ülkedir. Kara sınırlarını kuzeyde Estonya, güneyde Litvanya; doğuda ise Rusya ve Beyaz Rusya ile paylaşmaktadır. Aynı zamanda Letonya, İsveç ile denizden sınırdaştır. Letonya’nın en büyük şehri ve başkenti Riga’dır. 1 Mayıs 2004’ten beri Avrupa Birliği üyesidir.

Tarih

Letonya tarihi bugünkü Letonya topraklarının tarih öncesi dönemlerden günümüze kadar uzanan tarihini kapsar.

Orta Çağ : İnsanların Litvanya topraklarına ilk olarak yerleşmesinin son Buzul Çağı’nın sona erdiği MÖ 10000 yılı civarında olduğu sanılmaktadır. MÖ 2500 civarında bölgeye Hint-Avrupa kavimleri yerleşti ve MÖ 2000 civarında Baltık halklarının etnik bilinci oluşmaya başladı. Günümüzdeki Letonyalılar ve Litvanyalılar bu Baltık halklarından gelmektedirler. İlk Çağ ve Orta Çağ’da mevcut olan çeşitli Baltık halkları (tarih boyunca eriyerek yok olmuşlar, sadece bu iki halk günümüze kadar ulaşmışlardır.

12. yüzyılda bölgeye ticaret amacıyla gelen Cermenler bölgede yaşayan Pagan Baltık ve Fin-Ugor halklarını Hristiyanlığa davet ettiler. İsteksiz halka Hristiyanlığı zorla kabul ettirmek amacıyla Papa tarafından asker gönderildiği bilinmektedir. Letonya’nın başkenti Riga 1201 yılında Cermenler tarafından kuruldu. 13. yüzyılda Töton şövalyeleri Estonya ve Letonya topraklarında Livonya Konfederasyonu adı verilen bir konfederasyon kurdular. 1282 yılında Riga dahil birçok Letonya kentleri Kuzey Alman Ticaret ortaklığı olan Hansa Birliği’ne katıldılar. Böylece Riga Doğu Baltık ticaret yollarında önemli bir yer kazandı.

Leh ve İsveç egemenliği: 1558–1582 yılları arasında Rusya’yla Lehistan, Litvanya ve Danimarka arasında yapılan Livonya Savaşı Rusya’nın yenilgisiyle sonuçlanınca bölge önce Litvanya Grandüklüğü, sonra da Lehistan-Litvanya Birliği’nin eline geçti. Bu dönemde yayılmaya başlayan Protestanlık Letonya’yı da etkiledi. Bazı bölgeler Luthercilik etkisi altında girerken, diğer bölgeler Katolik kaldı. 1600-1629 yılları arasındaki Lehistan-İsveç Savaşı Lehistan’ın yenilgisiyle sonuçlandı. Riga İsveç’in eline geçti. Diğer bölgeler Lehistan’ın elinde kaldı. Lehistan’ın 1793 yılında parçalanmasından sonra da Letonya Çarlık Rusyası’nın eline geçti.

Rusya egemenliği : 19. yüzyılda Letonya hızla gelişerek Rusya’nın en gelişmiş bölgelerinden biri haline geldi. Serflik kaldırıldı. Sanayi gelişti. Bağımsızlık talepleri yükseldi. Letonya’daki Rus egemenliği I. Dünya Savaşı’na kadar devam etti. Savaş sırasında Letonyalılar hem Alman hem de Rus tarafında savaştılar. Savaşın sona ermesiyle 18 Kasım 1918 tarihinde Letonya bağımsızlığını ilan etti. 22 Eylül 1921’de de Milletler Cemiyeti’ne üye kabul edildi. 1930’larda Letonya Avrupa’nın en zengin bölgelerinden biri haline geldi.

Yakın tarih: II. Dünya Savaşı’ndan önce Nazi Almanyası ile Sovyetler Birliği arasında yapılan Molotov Ribbentrop Paktı sonucu Letonya SSCB’nin kontrolü altına girdi. Ancak 1 Temmuz 1941 tarihinde Alman ordusu Riga’ya girdi ve Letonya’nın büyük bir bölümü Alman ordusu tarafından işgal edildi ve ülkenin Yahudi halkı holokosta tabi tutuldu. 85.000 civarında Yahudi Letonya vatandaşı öldürüldü.

1200 yılında Baltık kavimlerinin yaşadığı bölgeler

Lehistan-Litvanya Birliği döneminde Letonya

1944 yılında Sovyet ordusu Letonya’ya girdi ve böylece Alman işgali sona erdi. Letonya Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti ilan edildi. 1941-1952 yılları arasında Litvanya Stalinizm’in en katı örneklerinden birine sahne oldu.

Letonya Arması

1980’lerin sonunda Sovyetler Birliği çözülmeye başladı. Baltık Ülkelerinde Sovyet baskısına karşı eylemler yapıldı. 23 Ağustos 1989 tarihinde Litvanya, Letonya ve Estonya’daki halk el ele tutuşarak Tallinn’den Riga’ya oradan da Vilnius’a kadar uzanan 600 kilometrelik bir insan zinciri oluşturarak dünyaya seslerini duyurmayı başardılar. Şarkı Devrimi adıyla anılan bu devrimi takiben 21 Ağustos 1991 tarihinde Letonya SSCB’den bağımsızlığını ilan etti. 2004 yılında da Letonya Avrupa Birliği’ne ve NATO’ya üye kabul edildi.

Bayrak

Letonya Bayrağı En üstte kestane rengi, ortada eni kestane renkli şeridin yarısı kadar beyaz şerit ve en altta yeniden kestane renkli şerit olmak üzere üç yatay şeritten oluşur.

İklim ve Hava durumu

Kuzey Avrupa’da bulunan Letonya konum itibari ile soğuk bir iklim kuşağı içerisinde yer almaktadır ve belirgin olarak iki sezonu bulunmaktadır; Yaz ve Kış. Nemli bir havası olan ülkede neredeyse 9 ay kış sezonu olarak geçmektedir ve sıcaklıklar -20’lere kadar düşmektedir. Yaz aylarında ise sıcaklıklar 23 dereceye kadar yükselmektedir.

Ekonomi

Letonya’nın ekonomisine büyük ölçüde özel sektör hâkimdir. Ekonomik krizden çıkış stratejisini, “dış krediyle beslenen ithalata dayalı büyüme” yerine, 2010 yılından itibaren “ihracata dayalı büyüme ”ye dayandırılmaktadır. İşsizlik oranı yüksek olan ülkede bu sıkıntıyı en aza indirmek için çalışmalar yapılmaktadır.

Din ve İnanç

Ülke nüfusu çoğunlukla Hıristiyan dinine mensuptur. Letonya nüfusunun yüzde 34,2’si kendisini Lüterci, yüzde 24,1’i i, Roma Katolik’i, yüzde 17,8’i i, Roma Katolikleri, Rus Ortodoks’u ve geriye kalan yüzdelik kesimi diğer dinlere bağlı olarak tanımlamaktadır.

Konuşulan Diller

Letonya’nın resmi dili Letoncadır. Sovyet döneminin etkisinden dolayı ülkenin çoğunluğu Rusça bilmektedir. Arnavutlar genelde ikiden fazla dil konuşmaktadırlar. İngilizce ve Almanca okullarda eğitim dili olarak öğretilmektedir. Özellikle iş ve turizm sektöründe İngilizce oldukça yaygın kullanılmaktadır.

Kültür

Letonya halkı hakkında düşünceler genellikle oldukça negatif oldukları yönünde gelişmektedir. Dostluk uzun vadede gelişen çok ciddi bir mesele olarak görülmesinden dolayıdır ki ilişki kurmak konusunda oldukça mesafelidirler.

Avrupa ülkeleri arasında en güvenilir ülkelerden biri konumundadır. Küçük bir suç oranı yine de bulunmaktadır ancak genelde kendi başına yolculuk yapmak oldukça güvenlidir. Dikkat edilmesi gerekenler bisiklet hırsızlığı ve araç içinde değerli şeyler bırakmamaktır. Orman yollarında karşınıza çıkabilecek vahşi hayvanlara zarar vermemek ve kaza yapmamak adına dikkat etmekte fayda vardır.

Bir Letonyalılara için SSCB bağlamında etnik bir konudan söz edilirken dikkatli olunmalıdır. II. Dünya Savaşı sırasında Sovyet rejiminin hâkim olduğu Rusya’nın bir ili konumuna gelen Letonya’da, SSCB’yi övmek özellikle gençler tarafından hoş karşılanmamaktadır. Birçok ücretsiz kablosuz internet kafelerde, kütüphanelerde ve Riga Havaalanı mevcuttur.

Eğer bir Letonyalı tarafından evlerine davet edildiyseniz davet edinilen eve, küçük bir hediye, bir şişe şarap, bir kutu çikolata veya bir buket çiçek götürmek kibarlık olarak görülmektedir. Ancak kırmızı güller cenaze merasimlerinde kullanıldığından dolayı onları tercih etmemek iyi bir seçenek olacaktır.

Festivaller

Letonya festivali

Letonya müzik, tarih, kültür, spor, dini olaylar, film ve tiyatro, Letonya çocuk ve aile etkinlikleri dâhil olmak üzere birçok kutlamaya ev sahipliği yapmaktadır.

1873 yılında bir şarkı festivali olarak başlayan "Latvian Song and Dance Festival" Letonya’nın en önemli kültür etkinliklerinden biridir. Günümüzde çeşitli korolar, halk dansları topluluğu, mızıka vb. canlı performanslar, yarışmalar, sergiler, konserler, geçit törenleri ve ortak konserler festivaldeki kültür etkinliklerinden bazılarıdır. Beş yılda bir düzenlenen festival esnasında Riga yerel kıyafetler giymiş, bir sürü mutlu insanlar dolmaktadır.

"Saulkrasti Jazz" festivali her yıl Temmuz ayı sonunda düzenlenen yıllık caz festivali. Birçok yabancı ve Letonyalı müzisyen bu festivalde sahne almaktadır.

Skanu Mezs, birçok ülkeden gelen müzikle ve sanatla ilgilenenler için adeta bir hazinedir. Her yıl ekim ayında düzenlenen festivale deneysel müzik sanatçıları, sanatçılar ve film yapımcıları katılmaktadır.

Üç Baltık ülkesinin en büyük ve en popüler müzik festivali "Positivus" her yıl Salacgriva kıyı kasabasında Temmuz ayında 35 bin seyirciyi bir araya toplar. Önceki yıllarda önemli yıldızlarından Muse, Scissor Sisters ve Fatboy Slim festivalde sahne almıştır.

Mutfak

Soğuk pancar çorbası auksta zupa

Letonya mutfağı, komşu ülkelerden etkilenmiştir. Letonya mutfağını genellikle tarım ürünleri oluşur, çoğu ana öğünde et yer almaktadır. Ülkenin Baltık Denizi’ne olan konumundan ötürü bolca balık tüketimi söz konusudur. Çavdar, buğday, yulaf, bezelye, pancar ve patates; tütsülenmiş domuz pastırması, sosis, domuz eti ve diğer ürünleri ve çiğ balık yaygındır.

Yemeklerin birçoğu kimyon, özellikle peynir ve ekmek ile tatlandırılmaktadır.

Ülkenin geniş bir ekmek, süt ürünleri, dondurma ve tatlı yelpazesi bulunmaktadır. Siyah ekmek, Letonya’nın gıda tüketiminin son derece önemli bir parçasıdır. Siyah ekmeğin birçok türü vardır ve beyaz ekmeğe göre çok daha sağlıklı ve iyi olduğu düşünülmektedir.

Letonya’nın en egzotik yemeklerinden biri maizes zupa adı verilen, meyve ve siyah ekmek ile yapılan tatlı bir çorbadır.

Tatlı bir aperitif olan Biezpiena sieriņs mutlaka denenmesi gerekenler arasındadır. Birçok çeşidi vardır, en popüler olanları ise Karum ve Baltais’dir.

Letonya’da en sık tüketilen alkollü içecek biradır. Aldaris, Livu ve Sencu gibi bira arkaları hemen hemen her yerde satılmaktadır. Ancak yerel halkın küçük fabrikalarda ürettiği yerel biralar olan Bauskas, Tervete ve Piebalgas denenmesi gerekenler arasındır.

Letonya’daki Türk Elçiliği

Adres: A.Pumpura iela 2, Riga, LV-1010 Latvia

Telefon: 00 371 6 782 16 00
Faks: 00 371 6 732 03 34
E-posta: embassy.riga@mfa.gov.tr

İnternet sitesi: T.C. Dışişleri Bakanlığı Riga Büyükelçiliği
Çalışma Saatleri: Pazartesi – Cuma (09.30 -12.30)(14.00 -17.00)

Beğen
Beğen Muhteşem Haha İnanılmaz Üzgün Kızgın

Lesotho Krallığı

Lesotho Krallığı

Başkent Maseru
Resmî diller Sesotho, İngilizce
Yönetim Şekli Parlamenter Monarşi
Yüzölçümü 30.355 km²
Nüfus 1.936.181
Nüfus Yoğunluğu 63,7 kişi/km²
Para birimi Loti ve Rand (LSL)
Zaman dilimi (UTC +2)
Telefon kodu +266
İnternet TLD .ls

Lesotho ya da resmi adı ile Lesotho Krallığı, Afrika kıtasının güneyinde yer alan bir ülkedir. Ülke topraklarının tamamı Güney Afrika Cumhuriyeti toprakları ile çevrilidir. 1868 yılından Birleşik Krallık’tan bağımsızlığın kazanıldığı 1966 yılına kadar Basutoland olarak adlandırılan ve parlamenter monarşi ile yönetilen ülkenin başkenti Maseru’dur.

Ülke ismi olan Lesotho ‘Sotho dilini konuşan insanların ülkesi‘ anlamına gelmektedir. Bağımsızlığın kazanıldığı 1966 yılına kadar kullanılan isim olan Basutoland ise Basotoluların yaşadığı ülke anlamına gelmekteydi.

Bayrak

Lesoto bayrağı, 4 Ekim 2006 tarihinde kabul edilmiştir. Bayrak, mavi, beyaz ve yeşil üç şeritten oluşur ve bayrağın tam ortasında (ortadaki beyaz şeridin ortasında) bir Basotho şapkası yer alır. Bu bayrak, Lesotho’nun bağımsızlığının 40. yıl dönümü şerefine kabul edilmiştir. Bu yeni bayrak, ülke barışının ve barış yöneliminin bir simgesidir.

Arma

Lesotho armasının merkezinde yer alan kahverengi basoto kalkanının üzerinde mavi renkli timsah yer almaktadır. Kalkanın arka kısmında çapraz olarak konumlandırılan mızrak ve yerel dövüş sopası bulunmakta olup, renkleri yine kahverengidir. Kalkan her iki tarafından da şaha kalkmış kahverengi midilli atlar ile tutulmakta olup, atlar mavi şeriti bulunan yeşil bir zemin üzerinde bulunmaktadırlar. Yeşil zemin üzerine dağılmış bir şekilde çakıl taşları yer almaktadır. Armanın alt kısmında yeşil zeminin alt uç kısmında yine kahverengi renklere sahip olan slogan bandında Sesotho dilinde KHOTSO PULA NALA (Barış, Yağmur, Refah) yazmaktadır.

Armada yer alan simgelerin birçoğu hanedanı ve en önemli kabilesini temsil etmekte olup, yeşil zemin ülkede ulusal dağ olarak kabul edilen Thaba Bosiu yakınlarında bulunan Qiloane kayalığını simgelemektedir.

Lesotho arması

1966 yılından bu yana kullanılan armada 2006 yılında gerçekleştirilen değişiklik ile sarı olan kalkan, slogan bandı, çakıl taşları, mızrak ve dövüş sopası kahverengi, kahverengi olan timsah ile birlikte sarı olan atların üzerinde durduğu şerit mavi yapılmıştır.

Tarih

1830’lu yıllardan itibaren Birleşik Krallık’ın Afrika’nın güneyini Cape Kolonisi olarak ilhak etmesi neticesinde, Boer halkı yeni bir yurt arayışı içerisine girmek zorunda kaldı. Bu zorunluluğun sağladığı kuzeye ilerleyişlerini içeren Büyük Göç esnasında, Vaal Nehri’nin geçilmesi ile karşı karşıya geldikleri Bantu toplulukları ile mücadeleye girmişlerdir. Yeni kurulan Boer Cumhuriyetleri’nden biri olan Özgür Orange Devleti’ne bağlı birliklerin Moshoeshoe hâkimiyeti altındaki toprakların iç kısımlarına girmesi sonucunda Britanya’dan yardım ve koruma talep etmiş, bu talep neticesinde 1843 yılında Moshoeshoe ile Britanya Cape Kolonisi yönetim arasında koruma anlaşması imzalanmıştır. Ancak bu anlaşma Britanya’nın diğer Boer Cumhuriyetleri ile olan ilişkilerinde sorun oluşturduğu gerekçesiyle 1859 yılında iptal edilmiştir.

1865 yılında gerçekleştirilen yeni bir saldırıda batı bölgelerinde kalan verimli topraklara sahip yüksek yaylara sahip alanlarının Özgür Oranje Devleti himayesi altına girmesini engelleyemeyen Moshoeshoe, tüm egemenliklerini yitirmek üzere oldukları bir durumda, bölgenin hâkimiyetini tamamen Boerlere vermek istemeyen Britanya’nın yardımı ile topraklarını korumayı başarmıştır. Bu yardım sonrası 1868 yılında Büyük Britanya, bölgeyi Basutoland adı ile Britanya kolonisi olarak ilan etmiştir. Her ne kadar Britanya kolonisi olsa da Moshoeshoe diplomasi zaferi elde ederek bölgesini özerk bir konumda tutmayı başarmıştır. Moshoeshoe’nin ölümünden bir yıl sonra, 1870 yılında Basutoland özerkliğini kaybederek Cape Kolonisi’nin bir bölgesi haline getirilmiştir.

1910 yılında Güney Afrika Birliği’nin kurulması ile bu birliğe dâhil olmayı tıpkı Bechuanaland (günümüzde Botsvana) ve Svaziland gibi kabul etmeyen Basutoland, ilerleyen yıllarda kentleşme ve daha iyi eğitim hizmetleri nedeniyle kraliyet sarayının etkisinin azalmasına neden olmuştur. II. Dünya Savaşı sırasında birkaç bin Basutoland askerlerinin müttefikler ordusunda yer alması ve bunun sonucunda artan bağımsızlık talepleri Basotho Congress Party (BCP) ve Basotho National Party (BNP) gibi bağımsızlık hareketlerinin oluşmasına neden olmuştur. 1959 yılında atılan ilk koloni anayasası imzası sonrası 1960 yılında II. Moshoeshoe’nun taç giyme yılında gerçekleştirilen ilk özgür seçimler gerçekleştirilmiştir. 1965 yılında gerçekleştirilen ve BNP’nin zafer ile ayrıldığı bağımsız ve özgür seçimlerden bir yıl sonra BNP ülkeyi Lesotho ile bağımsızlığına kavuşturmuştur.

Coğrafya

Maletsunyane Şelalesi

Lesotho, Afrika kıtasında yer alan küçük ülkelerden biri konumundadır. Ülke yüzölçümü açısından 54 Afrika ülkesi içerisinde 42. sırada yer almaktadır. Dünya üzerinde San Marino ve Vatikan dışında ülke topraklarının tamamının bir ülke ile paylaşıldığı üçüncü ülke konumunda olan Lesotho, komşusu Güney Afrika Cumhuriyeti ile 909 km’lik sınırı paylaşmaktadır. Bu özelliği ile denize de çıkışı olmayan ülke, yüksek rakımlı yükseltilerin ülke topraklarının büyük bölümünü kapladığı için Gökyüzündeki krallık (The Kingdom in the Sky) olarak da adlandırılmaktadır.

Ülkenin batı bölgeleri yüksek veld olarak da adlandırılan ve ülkenin ana yerleşim merkezlerinin yer aldığı kumtaşı içeren yaylalardan oluşmaktadır. Bu bölgelerde rakım 1.400 m ile 1.700 m arasında ölçülmekte olup, nehir yatakları ve küçük dağlar arazinin karakteristik özellikler arasında yer almaktadır.

Ülkenin doğu bölümüne kalan ve bazalttan oluşan yüksek yaylalar ve dağlar ise zaman zaman 2.000 m’nin üzerinde yer almaktadır. Bu bölümdeki yüksek yaylalarda yer alan derin nehir yatakları, dağlar ve sıradağlar bölgenin karakteristik özellikleri arasında yer almaktadır. Drakensberg sıradağı ülkenin güneybatı bölümünden kuzey bölümüne kadar uzanmaktadır. Lesotho’da Maloti dağı olarak adlandırılan sıradağın 3.482 m ile en yüksek noktası olan Thabana Ntlenyana Dağı, hem Lesotho’nun hem de Afrika kıtasının güney bölümünün en yüksek noktasını oluşturmaktadır.

Ülkenin en alçak noktasını 1.400 m ile Oranje ve Makhaleng nehirlerini birleştiği nokta oluşturmaktadır. Bu yükseltileri ile Lesotho, dünya üzerindeki bağımsız devletler arasında ülke topraklarının tamamının ortalama yükseltisinin 1.000 m ve üzerinde olduğu tek ülke konumunda olup, ülke topraklarının %80’i 1.800 m üzerinde yer almaktadır.

Afrika kıtasının güney bölümün en önemli su kaynaklarından olan Oranje ve Kaledon nehirlerinin çıkış kaynakları Lesotho’da bulunmaktadır. Ülke içerisindeki birçok nehir gibi bu nehirlerde derin kanyonlar oluşturmaktadır. Bazalt kayalıkların bittiği noktalarda oluşan şelalere çok sık rastlanabilmektedir. Semonkong yerleşim alanına yakın bir konumda bulunan ve Afrika’nın güney bölümündeki en uzun ikinci, kesintisiz akışı nedeniyle de en uzun şelalesi konumunda olan Maletsunyane şelalesi, 192 m’lik bir yükseklikten aşağıya doğru akmaktadır. Yaylalardan yüksek dağlık kesimlere geçişte yumuşak kumtaşından oluşması, artan nüfus yoğunluğunun da etkisi ile sık bir biçimde erozyonlara neden olabilmektedir. Ülke topraklarının sadece %11’i tarımsal faaliyetlere uygunluk gösterebilmektedir.

Ülkenin en büyük doğal kaynaklarını su rezervleri oluşturmakta olup, bunun haricinde az da olsa elmas ve diğer mineraller bulunmaktadır. Ülkedeki su rezervlerin bolluğu nedeniyle birçok baraj yapımına başlanmış olup, Katse Barajı bunların içerisinde en büyük baraj unvanına sahiptir.

İklim

Ülkenin güney yarıküre bölümünde yer alması ile mevsimler kuzey yarıküre ülkelerinin tersi olarak yaşanmaktadır. Ülke genelinde ılıman bir iklim hüküm sürmektedir. Kış aylarının yaşandığı Haziran-Ağustos ayları çoğunlukla çok soğuk olmakta, ülkenin doğu bölümündeki yüksek alanlarda kar yağışları yaşanabilmektedir. Kış aylarında bile güneş gün içerisinde kendini sık bir şekilde göstermekte olup, yıl içerisinde güneş yaklaşık olarak 300 gün boyunca gözlemlenebilmektedir. Yaz mevsiminin yaşandığı Kasım-Mart aylarında sıcaklık yüksek seyretmektedir. Ülkede çoğu yaz aylarında olmak üzere 100 gün sağanak yağışlar yaşanmaktadır. Ülkede yüksek rakım nedeniyle gün içerisinde çok yüksek sıcaklık farkları yaşanabilmektedir. Kışın −15 °C olarak ölçülebilen gece sıcaklığının yanı sıra, yazın 30 °C’den fazla sıcaklık ölçülebilmektedir. Başkent Maseru’da yıl boyu ölçülen sıcaklık ortalaması 15 °C ‘dir. Drakensberg dağı gibi çok yüksek noktalarda yıl boyu süren kar yağışları yaşanmaktadır. Ülke topraklarına gerçekleşen yıllık 600 ml ile 800 ml arasındaki yağışların %85’i yaz aylarında yağmakta olup, yağışın az olduğu kış aylarında arazi alanlarında kuraklık gözlemlenebilmektedir.

Yaban hayatı ve bitki örtüsü

Şapkaya ilham veren Qiloane kayalığı

Ülke genelinde hemen hemen hiçbir ağaç bulunmamaktadır. Az sayıda bulunan ağaçlar ise genellikle korunaklı vadilerde ve tarlalarda yetişmektedir. Yetişen ağaçlar ise büyük oranda Okaliptüs, Akasya ve daha çok köylerde gözlemlenen Şeftali ağaçlarıdır. Ülkenin daha yüksek noktalarında, nehir vadilerinde Söğüt ağacı da görülebilmektedir. Sarısabır bitkisinin çeşidi olan spiral sarısabır, üç metreye kadar uzayabilen Cussonia bitkisi, evcilleşmemiş halleri ile kadife çiçeği ve Orta ve Güney Amerika’dan ülkeye getirilen kirli hanım çiçeği, kozmos çiçeği Lesotho’da yaygın olarak bulunmaktadır.

Lesotho’da yaban hayatı daha çok küçük hayvanlar belirlemektedir. Ülke genelinde vahşi ortamda yaşayan en büyük memeli hayvan karaca antilobudur. Bunun haricinde leylek, aynak, balıkçılgiller, akbaba türünün az rastlanan bir türü olan sakallı akbaba gibi büyük kuş türlerinin yanı sıra dokumacı kuşlar ve nektar kuşu gibi küçük kuş türleri ülkede sıklıkla gözlemlenmektedir. Bunların haricinde çeşitli yılan, amfibi, balık ve böcek çeşitleri de ülke sınırları içerisinde görülmektedir.

Ülke genelinde evcil havyan olarak büyükbaş sığırların yanı sıra at, eşek, keçi, koyun, tavuk, köpek ve kedi bulunmaktadır.

Lesotho sınırları içerisinde 1830’lu yıllarda su aygırı, zebra, gnu, deve kuşu ve az da olsa aslan gözlemlenebilmekteydi.

Nüfus

Lesotho

Lesotho, Afrika’da var olan bağımsız ülkeler içerisinde yaşayan nüfusun kimlik, kültürel ve gelenek açısından birbirine yakın olduğu çok az ülkelerden biri konumundadır. Ülkede yaşayan iki milyona yakın kişi %99 oranında kendisini Bantu etnik grubunun güney grubu üyesi olan Basutho etnik grubuna üye olarak ifade etmektedir. Bunun haricinde çok az da olsa Zulu, Xhosa etnik grupları ile Avrupalılar ve Asyalılar yaşamaktadır.

Ülke nüfusunun %70 gibi çok büyük çoğunluğu ülke ortalamasına göre daha düşük rakıma sahip ve daha verimli topraklara sahip batı bölgelerinde yaşarken, %30’luk bir kısım yükseltinin daha çok olduğu doğu bölgelerinde yaşamını sürdürmektedir. Ülkenin en kalabalık bölgesi başkent Maseru ve çevresidir. Dünya üzerindeki en yüksek işsizlik oranlarından birine sahip olan ülkede, 2002 yılındaki verilere göre %45’lik işsizlik oranı ile neredeyse her iki kişinden biri işsiz konumundaydı. Ülkede 2008 tahmini verilerine göre işsizlik oranında düşüş gözlense de %25 düzeyindedir. Lesotho vatandaşı olan erkek işgücünün %35’i Güney Afrika Cumhuriyeti’nde çalışmaktadır. Ülke sınırları içerisinde var olan iş gücünün sadece %14’ü endüstri alanında çalışırken, %86 ile iş gücünün çok büyük bir yüzdesi tarımsal alanlarda faaliyet göstermektedir.

Ülke orta genç bir nüfusa sahip olup, 2016 tahmini verilerine göre %51,96’sı 0-24 yaş aralığındadır. Ülkenin sadece %5,47’si 65 yaş ve üzerindedir.

0-14 yaş: %32.4 (erkek 317,933/kadın 314,849)
15-24 yaş: %19.56 (erkek 181,907/kadın 200,113)
25-54 yaş: %37.58 (erkek 358,643/kadın 375,313)
55-64 yaş: %5 (erkek 52,016/kadın 45,549)
65 yaş ve üzeri: %5.47 (erkek 54,466/kadın 52,281)

Şehirde yaşayanların oranı 2015 verilerine göre %27,3 olan ülkede, nüfusun yıllık artış oranı 2016 tahmini verilerine göre %0,3 düzeyindedir.

Dil

Ülkenin Sesotho ve İngilizce olmak üzere iki adet resmi dili mevcuttur. Ülke nüfusunun %99 gibi yüksek bir oranı Sesotho dilini anadili olarak konuşulurken, İngilizce Birleşik Krallık sömürge döneminden kalan bir miras olarak resmi dile ilave edilmiştir. Bu iki dilin haricinde çok az da olsa yerel olarak Zuluca, Xhosaca ve Sephuthi dili konuşulmaktadır.

Din

Lesotho nüfusunun %90 ile çok büyük bir oranı Hristiyan inancına göre yaşamını sürdürmektedir. Hristiyan dinine mensup toplulukların yarısına yakını katolik mezhebine, %40’ı protestan mezhebine göre dini gerekliliklerini yerine getirirken, %10’luk bir kesim ise yerel Afrika hristiyanlığına inanmaktadır. Ülkede geri kalan %10 nüfus ise Afrika doğa dinlerine inanmakta olup, çok az kişi de İslamiyet’e ve de Hinduizm’e inanmaktadır.

Sağlık

AIDS, Afrika kıtasının özellikle güneyinde yer alan ülkelerin birçoğunda olduğu gibi Lesotho’da da yüksek oranda görülmektedir. 2009 verilerine göre ülkedeki yetişkin nüfusun %23,6’sı HIV virüsünü taşımaktadır. Bu oran Svaziland ve Botsvana’dan sonra en yüksek üçüncü oran olup, toplamda 290.000 kişi AIDS hastasıdır. AIDS’in yaygın olması nedeniyle ülke nüfusunun yıllık artışında görülen yavaşlama, 2009 sonuçlarına göre %0,33’e kadar düşmüştür. Lesotho’da ortalama yaş ömrü 52,3 olup, bu oran erkeklerde 52,2 kadınlarda ise 52,4 yaş seviyesindedir.

Eğitim

Lesotho'da bir sınıf

Ülke genelinde 15 yaş ve üzerinde olan nüfusta okuma yazma bilenlerin oranı 2010 tahmini verilerine göre %89,6 düzeyindedir. Bu oran erkeklerde %83,3 iken, kadınlarda %95,6 seviyesindedir. Ülke içerisinde bulunan birçok okul kilise tarafından idare edilmektedir. İlkokula gitmenin zorunlu olduğu Lesotho’da, bu eğitim 2000 yılından bu yanan ücretsiz olarak alınabilmektedir. Eğitim zorunlu olmasına karşılık yedi yıllık ilkokul ziyaretini gerçekleştirme oranları erkeklerde %83, kızlarda ise %89 düzeyindedir. İlkokul sonrası dönem olan ve paralı olan ortaokula gitme oranı ise erkeklerde %19, kızlarda ise %27 seviyesi ile çok daha düşük oranlarda ölçülmektedir. Orta öğrenimin paralı olmasının yanı sıra, bu eğitimde gerekli olan kıyafet ve kırtasiye malzemelerinin de devlet tarafından karşılanmaması ve aile bütçelerini zorlaması nedeniyle birçok aile tarafından çocuklarını göndermeme yönünde kararlar alınabilmektedir. 12. sınıf sonunda gerçekleştirilen bitirme sınavlarına çok az sayıda öğrenci ulaşabilmekte ya da başarabilmekte. 1971 yılından bu yanan bu eğitim sisteminin uygulandığı Lesotho’da ayrıca bir adette üniversite bulunmaktadır. Başkent Maseru’ya 35 km mesafedeki Roma’da bulunan ve 1945 yılında katolik kilise tarafından kurulan ancak daha sonra devlet tarafından idaresi ele alınan National University of Lesotho (Lesotho Ulusal Üniversitesi) ‘da 7.000 öğrenci eğitim görmektedir.

Ülke genelinde var olan İngiliz özellikli resmi okulların dışında ayrıca özellikle yaz aylarında faaliyet gösteren ve öğrencilerin yerel Afrika kültür ve geleneklerinde bulunan yaşam becerilerinin öğretildiği Çalıokulu (Bush school) olarak tabir edilen yerel okullarda faaliyet göstermektedir.

Ekonomi

Lesotho parası - 10 Maloti

Lesotho, Kişi başına düşen millî gelir baz aldığında, 2003 verilerine göre %43’ü günlük bir doların altında kazanç elde eden nüfusu ile dünyanın en fakir ülkelerinden biri konumundadır. Ülke toplam gelirinin üçte ikisinin elde edildiği tarımsal alanında nüfusun %60 faaliyet göstermektedir. Ülke genelinde ekimi yapılan en yaygın ürün mısır olup, birçok kişi tarımı kendi şahsi tüketimi için gerçekleştirmektedir. Nüfus arasında hayvancılığında önemli bir yer tuttuğu ülkede, nüfusun bir kısmı da mevsimlik işçi olarak çalışmaktadır. Özellikle Güney Afrika Cumhuriyeti’nde bulunan madenlerde çalışan mevsimlik işçiler, bu ülkede Apartheid döneminin bitmesi ile bu ülkede de iş bulma imkanları önemli oranda düşüş kaydetmiştir. Ülkenin 1993 yılında yeniden demokrasiyi geçişinden 1998 yılına kadar sürekli artış gözlenen ekonomik verilerde, söz konusu yıl Maseru’da başlayan iç huzursuzluk ve çatışmaların etkisi ile olumlu hava dağıtılmış, bütçe açık vermeye başlamış ve altyapıya büyük zararlar verilmiştir. Özellikle 2011 yılından sonra yüksek rakımlardan elde edilen elmasın üretilmesi ile ekonomide olumlu gelişmeler yaşanmış ve %5,2 büyüme oranı yakalanmıştır.

Lesotho, Güney Afrika Cumhuriyeti, Svaziland, Botsvana ve Namibya ile ortak para birimi bölgesini oluşturmaktadır. Rand Monetary Area olarak adlandırılan bölgede Güney Afrika Cumhuriyeti’nin para birimi Rand yerel para birimlerinin yanı sıra ortak para birimi olarak kullanılmaktadır. 1980 yılından bu yana Lesotho’da kullanılan Loti (çoğul:Maloti) 1:1 değişim oranı ile Rand ile değiştirilebilmektedir. 2011 verilerine göre %7,2 enflasyon oranına sahip ülke, ortak para birimi bölgesini oluşturduğu ülkeler ile birlikte Southern African Customs Union (SACU) yani Güney Afrika Gümrük Birliği’ni oluşturmaktadırlar.

Ülkenin yüksek kesimlerinde kaynağından çıkan birçok nehir, ırmak bulunduğu için, su yönünden zengin olan ülke, bu kaynaklarını Lesotho Highland Water Project adını verdikleri baraj oluşumları ile elektriğe dönüştürmekte ve böylece ülkenin çok büyük oranda elektrik ihtiyacını karşılamaktadır. Burada elde edilen elektriğin ve suyun yine büyük bir bölümü de komşu ülke Güney Afrika Cumhuriyeti’ne satılmaktadır.

Dış ticaret
Ülke coğrafi konumu gereği dış ticaret faaliyetlerini çok büyük bir oradan SACU ülkeleri ile gerçekleştirmektedir. Lesotho ithalatının %89,5 gibi bir oranını SACU ülkelerden gerçekleştirirken, bu oran içerisinde Güney Afrika Cumhuriyeti’nin oranı %99 seviyesindedir. Geriye kalan ithalatın %7’lik bir bölümü ise Asya ülkelerinden sağlanmaktadır. Ülkenin en önemli ithalat kalemlerini gıda maddeleri, yapı malzemeleri, otomobil, makina ve ilaç oluşturmaktadır. Yüksek meblağlarda gidere neden olan ithalata rağmen, tiftik, tekstil ürünleri, koyun yünü ve canlı hayvan ihracatından elde edilen gelir düşük düzeyde kalmaktadır. Ülke ihracatının %53,9’u SACU ülkelerine, %45,6’sı ise Kuzey Amerika’ya yapılmaktadır. Ülke gelirlerinin, giderlerini karşılamaması nedeniyle Lesotho Amerika Birleşik Devletleri, Dünya Bankası, Avrupa Birliği gibi kurumlardan maddi destek elde etmektedir.

Turizm

Lesotho'nun tek kayak merkezi Afri-Ski

Lesotho, 1980’li yıllardan itibaren ülkeyi turizme kazandırmak için çalışmalar yürütmektedir. Bu alanda sunduğu yürüyüş parkurları ve binicilik ile Maloti dağı önemli bir merkezi oluşturmaktadır. Ayrıca ülkenin doğusunda yer alan Lesotho’nun tek kayak merkezi Afri-Ski de son yıllarda ziyaret edilmektedir.

Ülkenin önemli turizm bölgeleri şu şekildedir:

  • Başkent Maseru
  • Drakensberg Sıradağı ve Sani Geçiti
  • Ülkenin güneydoğu bölümünde yer alan Sehlabathebe Ulusal Parkı
  • Maseru yakınında bulunan Basotho kalesi Thaba Bosiu
  • Katse Barajı
  • Afri-Ski kayak merkezi
Ulaşım

Lesotho’da coğrafi konumu ve olumsuz ekonomik veriler nedeniyle düzgün ve kesintisiz bir ulaşım ağı bulunmamaktadır. Ülkenin zor arazi koşulları özellikle doğu bölgelerin belli kesimlerinde ulaşıma ya hiç ya da çok kısıtlı izin vermektedir. Ülkede bulunan az sayıda asfaltlı yol ise Lesotho Highland Water Project kapsamında yapılan yollar oluşturmaktadır.

Havayolu
Ülke 1970’li yıllardan itibaren Lesotho Airways ile gerçekleştirdiği uçuşlar ile başkent Maseru’yu diğer ülke şehirleri olan Johannesburg, Gaborone, Manzini ve Maputo ile birleştirmiş, 1985 yılında yeni açılan I.Moshoeshoe Uluslararası Havaalanı (Moshoeshoe I. International Airport) ile de uluslararası uçuşların yanı sıra küçük uçaklar ile gerçekleştirilen yerel uçuşlarla da Lesotho şehirlerini birbirine bağlamıştır.

1997 yılında Lesotho Airways’in iflas etmesi ve özelleştirme girişiminin başarısızlıkla sonuçlanması ile günümüzde Lesotho’nun herhangi bir ulusal havayolu firması bulunmamaktadır. O günden bu yana ülkenin tek uluslararası havaalanına Güney Afrika Cumhuriyeti havayolları olan South African Airways ve South African Airlink tarafından uçuşlar gerçekleştirilmektedir.

Demiryolu
Lesotho herhangi bir demiryolu hattına sahip olmamakla birlikte, var olan 2,6 km’lik ray hattı, Güney Afrika Cumhuriyeti şehri Johannesburg’dan başlayan ve başketn Maseru’ya mal taşımacılığında kullanmak üzere döşenen ve böylece şehri Güney Afrika Cumhuriyeti demiryollarına bağlayan bir ray hattıdır.

Karayolu
Ülkede trafik soldan akmakta olup, toplu taşıma hizmetleri tam anlamıyla karşılanamamaktadır. Genel olarak dolmuş görevi gören taksiler ile ulaşım sağlanmaktadır. Ülkede var olan 6.000 km karayolunun sadece 1.000 km’si asfaltlanmış bir konumdadır. Doğu bölgelerine göre daha alçak bir konumda bulunan ve nüfus yoğunluğunun daha çok olduğu batı bölgesinde ülkenin güneyinden kuzeyine uzanan bir otoyolu mevcuttur.

Spor

Ülkenin en sevilen spor dalı olan futbol, 1932 yılında kurulan Lesotho Futbol Federasyonu (Lesotho Football Association) tarafından yönetilmektedir. Ülke genelinde bulunan iyi futbolcular daha iyi şartlar altında oynayabilmek adına Güney Afrika Cumhuriyeti’ne gittiğinden dolayı, Lesotho’da ulusal lig istenilen düzeyde bulunmamaktadır. Lesotho ulusal ligi on altı takımın katılımı ile gerçekleştirilmektedir. Taraftarlar tarafından Likuena (Sothoca (Türkçe: Timsahlar) olarak adlandırılan Lesotho millî futbol takımı Şubat 2016’da açıklanan FIFA sıralamasında 152. sırada yer almakta olup, en yüksek sıralamasını 2003 yılında 120. olarak elde etmiştir. Ülkenin millî takımı bugüne kadar FIFA Dünya Kupası veya Afrika Uluslar Kupası gibi herhangi bir uluslararası kupaya genelde elemelerde ilk turda veda ederek katılma başarısı gösterememiş olup, en büyük başarısını 2000 yılında Afrika kıtasının güneyinde yer alan ülkeler arasında düzenlenene COSAFA Kupası’na katılarak elde etmiştir.

Lesotho’da futbolun dışında judo, tekvando, boks, uzun mesafe koşuları ilgi gören diğer spor türleridir.

Kültür

Bir dağ köyü

Ülke nüfus yapısının homojen bir yapıda olması sebebiyle kültür, gelenek ve göreneklerde Basotho topluluğun kültür, gelenek ve görenekleri ağır basmaktadır. Afrika kıtasının birçok ülkesinde olmayan bir şekilde dağlık alanlarda hayatlarını sürdüren Basotholular, yaşam biçimlerini bu şartlarada uygun olarak şekillendirmişlerdir. Ülkede var olan ulusal kültür, tıpkı ulusal dil gibi SeSotho olarak adlandırılmaktadır.

SeSotho kültürünün merkezini köyler oluşturmaktadır. Her bir köyün reisi konumunda olan, Avrupa kültüründe belediye başkanı olarak tanımlanabilecek, morena olarak adlandırılan ve o bölgenin şefine bağlı olan liderleri bulunmaktadır. Her köyde var olan ve yuvarlak olduklarında rondavels olarak adlandırılan ve kullanımına göre mutfak, depo ya da uyku kabini olarak yapılan kulübeler köylerin özelliklerindendir. Bu kulübelerin etrafında Basotholuların kendi şahsi tüketimleri için mısır, buğday ve fasulye ekimini gerçekleştirdikleri tarlaları bulunmaktadır. Tarlaların aileler arasında paylaşımı köy reisi tarafından yapılmaktadır.

Geleneksel olarak kullanılan kıyafetlerden en önemlilerini mokorotlo adı verilen, koni şeklinde bir yapısı olan, samanın dokuması ile elde edilen ve tepesinde tüm şapkayı bir arada tutan düğümü bulunan şapka ile yün örtü oluşturmaktadır. Mokorotla, Lesotho’nun simgesi olarak kabul edilmekte olup, ülke bayrağında da yer almaktadır. Simgenin şekli Thaba Bosiu yakınlarında bulunan Qiloane kayalığından esinlerek oluşturulmuştur. Şapkanın yanı sıra çok sık kullanılan bir diğer geleneksek kıyafet olan yün örtü ise ilk olarak I.Moshoeshoe tarafından kullanılmıştır. O dönem İngiliz tüccarlardan aldığı yün örtüyü kullanmaya başlaması ile Basotholular arasında yaygınlaşan kullanımı, günümüzde soğuk ve yağışlı havalarda koruduğu gibi yazın da sıcaktan koruduğu için her mevsim kullanılmaktadır.

Lesotho kültürünün en önemli hayvanını ise Midilli atları oluşturmaktadır. İlk olarak 19. yüzyılda Cape Kolonisi bölgesinden getirilen midilli atları, günümüzde dağlık arazilerde yük taşımacılığında kullanılmaktadır.

Geleneksel köy kültürünün aksine şehirlerde nüfus Avrupa kültürüne göre yaşamlarını sürdürmektedir. Özellikle başkent Maseru ve üniversitede geleneksel değerlerden sapmalar gözlemlenebilmektedir.

Mutfak

Lesotho mutfağı Afrika gelenekleriyle İngiliz mutfağının birleşiminden oluşur. Ayrıca ülke, dört taraftan kendisini çevreleyen Güney Afrika Cumhuriyeti’nin de mutfağından etkilenmiştir. Pek çok ortak yemek pişirme pratikleri ve tarifleri vardır. En temel malzemeler patates, deniz ürünü, pirinç ve sebzedir. Mısırlı yemekler ve lapalar da tüketilir.

Lesotho’da Bulunan Türkiye Dış Temsilcilikleri

Lesotho, Güney Afrika Cumhuriyeti‘ndeki Pretorya Büyükelçiliği‘nin görev bölgesindedir.

Beğen
Beğen Muhteşem Haha İnanılmaz Üzgün Kızgın

Laos Demokratik Halk Cumhuriyeti

Laos Demokratik Halk Cumhuriyeti

Başkent Vientiane
Resmî diller Laoca
Yönetim Şekli Tek Parti Rejimi
Yüzölçümü 236.800 km²
Nüfus 6.695.166
Nüfus Yoğunluğu 28,2 kişi/km²
Para birimi Kip (LAK)
Zaman dilimi (UTC +7)
Telefon kodu +856
İnternet TLD .la

Laos ya da resmi adı ile Laos Demokratik Halk Cumhuriyeti, denize kıyısı olmayan bir Güneydoğu Asya ülkesidir. Başkenti Vientiane’dir. Luang Prabang, Savannakhet ve Pakse diğer büyük şehirleridir. Laos, tek partili sosyalist bir cumhuriyet olarak yönetilir. Batıda Tayland ve Myanmar, doğuda Vietnam, kuzeyde Çin, güneyde Kamboçya tarafından çevrelenmiştir. Myanmar 235 km, Çin 423 km, Vietnam 2.130 km, Kamboçya 541 km ve Tayland’a 1.754 km sınırı vardır.

Bayrak

Laos bayrağı 2 Aralık 1975 tarihinde kabul edilmiştir. Yukarıdan aşağıya sırası ile kırmızı – lacivert- kırmızı yatay şeritlerden oluşan bayrağın ortasında beyaz bir çember bulunur. Ortada bulunan lacivert renkli şerit üstünde ve altında bulunan kırmızı şeritlerden iki kat daha büyüktür. Bayrak oranı 2:3’tür. Kırmızı renk ülkenin bağımsızlığı için verilmiş mücadelede akan kanları, mavi ülkenin zenginliğini, beyaz renkli çember ise ayı ve komünist yönetimi temsil eder.

Coğrafya

Üzerinde yer aldığı Çinhindi Yarımadası’nın yüzey biçimleriyle benzer özellikler gösterir. Tibet Platosu’ndan güneydoğuya doğru uzanan dağ sıralarından en doğudaki, ülkenin kuzeyini iki ana kütle olarak engebelendirdikten sonra Vietnam-Laos sınırı boyunca Annam Dağları olarak güneye iner. Mekong Irmağı ve kollarının derin vadileriyle yarılı ve tepeleri kalkerli platolarla birbirinden ayrılan bu iki kütle arasında yer alan 1.200 – 1.500 m yükselti Tran Nınh platosu güneye ülkenin orta kesimine Vieng-Chan ovasıyla açılır. Ülkenin en yüksek noktası kuzeyde yükselen Pou Bia Dağı’dır(2 817 m). Ülkenin orta ve güney kesimlerinde görülen yer biçimleriyse, doğudan batıya doğru eğimi ve tabanları kırmızı kumtaşlı kalın bir tabakayla örtülü, orta yükseltili platolardır. Bunların en önemlisi Boloven platolarıdır. Ovalar ise Jarres dışında Mekong Irmağı kıyılarında dizilidir. Laos’ta Mekong dışında en önemli akarsular, bu ırmağın kolları olan Tu, Hou ve Seng ırmaklarıdır.

İklim ve Bitki Örtüsü

Laos’ta sıcak ve nemli tropikal iklim egemendir. Mayıs ve Ekim aylarında düşen Muson yağmurları yıllık yağış ortalamasının 2 000 mm’in üzerine çıkmasında en önemli etkendir. Ülkenin güney kesiminde yılın on iki ayı sıcaklık 25 °C’nin altına düşmez. Ülkenin %60’ı tekağaç ve türlerinin egemen olduğu herdem yeşil, seyrek ağaçlı ormanlarla kaplıdır. Kuzeydeki dağların yüksek kesimlerindeyse bu ormanlar yerlerin otsu savanlara bırakır.

Tarih

Pha That Luang, Laos'un milli sembollerinden biri

Bugün Laos’tta egemen etnik grup olan Lao’lar. Tay halklarının bir koludur. Taylar MS 8. yüzyılda Güneybatı Çin’de güçlü Nanchao krallığını kurduktan sonra güneye doğru ilerleyerek Çinhindi Yarımadası’na girdiler. Laolar, öbür Tay halklarıyla birlikte, 5. yüzyıldan beri Kamboçya’daki Khmer İmparatorluğu’nun egemenliği altında yaşayan Laos’un yerli kabilelerine üstünlüklerini kabul ettirdiler. 12. ve 13. yüzyıllar boyunca Laolar, Muong Swa (daha sonradan Luang Prabang) prensliklerini kurdular.

Laos’ta patlak veren bir iç savaş neticesinde krallık, Kraliyet Devleti ve Şampasak Prensliği olmak üzere ikiye bölündü. 19. yüzyıl başında Kraliyet Devleti, Siyam’la birleşti ve 1893 yılında imzalanan, Fransız-Siyam Antlaşması ile Siyam’la birlikte Laos da Fransa’nın bir sömürgesi haline geldi.

1942 senesinde Japonlar, Mekong Nehri ve çevresini ele geçirdi. İkinci Dünya Savaşı sonunda Japonya yenilince, Mayıs 1946’da Laos bağımsızlığını ilan etti. Her ne kadar Fransa buna engel olmak istediyse de başarılı olamadı.

1953 yılında Fransa ve ABD, 1962 senesinde ise Temmuz ayında yapılan Cenevre Milletlerarası Konferansı’nda bütün ülkeler Laos’un bağımsızlığını tanıdı. 1963 Nisan’ına doğru ülkede karışıklıklar baş gösterdi. Uzun koalisyon hükumetleri sonunda, komünizm yanlısı Potent-Lao, 1975’te Laos Demokratik Halk Cumhuriyeti’ni kurdu.

Şehir ve Eyaletler

Laos

Laos eyalet sistemini kullanmaktadır ve on yedi eyalete bölünmüştür. Bunlar;

  • Oudomxay Eyaleti
  • Sayaboury Bölgesi
  • Xieng Khouang Eyaleti
  • Houaphan Eyaleti
  • Bokeo Eyaleti
  • Phongsaly Eyaleti
  • Luang Namtha Eyaleti
  • Luang Prabang Eyaleti
  • Vientiane ili
  • Vientiane Eyaleti
  • Khammouane Eyaleti
  • Savannakhet Eyaleti
  • Xaysomboun Özel Bölgesi [2006’da çözülmüş]
  • Borikhamxay Eyaleti
  • Attapeu Eyaleti
  • Saravane Bölgesi
  • Sekong Eyaleti
  • Champassak Eyaleti
Ekonomi

Luang Prabang'daki sokak satıcıları

Uzun süreli bir savaşın yolaçtığı yıkım nedeniyle KBYUG bakımından dünyanın en geri ülkelerinden biri durumuna düşen Laos, 1981’de hazırlanan Birinci Beşyıllık Planla gıda maddeleri bakımından kendine yeterli bir ülke olmayı hedefledi. Son derece dağlık bir yüzey biçimleri ve tropikal iklim, ülke ekonomisinin ana kolunu oluşturan tarıma iki özellik vermektedir: Bir yandan son derece küçük toprak parçaları üzerinde güçlü bir etkin nüfus yoğunlaşması, öte yandan hemen hemen işlenmemiş zengin bir orman varlığı. Nitekim işlenen topraklar ülke yüzölçümünün yalnızca %4’lük bir bölümünü kaplamaktadır; bunun da % 90’ında pirinç üretilmektedir. Tarım üretimi kuraklık ve su baskınlarıyla yıldan yıla büyük değişiklik gösterdiğinden, Birinci Beşyıllık Plan çerçevesinde küçük baraj ve pompalama sitemleri kurarak su rejimini düzene koyma yolunda önemli çalışmalar yürütülmektedir. Pirinç dışında mısır, sebze, pamuk, şeker kamışı, tütün, kahve diğer önemli tarım ürünlerini oluşturmaktadır. Hayvancılık ve Mekong Irmağı ve kollarında yürütülen balıkçılık önemli bir besin kaynağıdır. Ülkede başta demir ve kurşun olmak üzere bakır, kalay vb yeraltı kaynakları var olmakla birlikte işletilmemektedir; son dönemlerde bunların yanı sıra antrasit ve petrol yatakları da bulundu. Laos’ta sanayi olarak henüz gıda ve tekstil alanları dışında anılmaya değer bir tesis yoktur.

Dil

Laos’un resmi dili Laosça’dır. Ancak Fransızca da ulusal dil olarak kabul edilmektedir. Bunlar dışında konuşulan diller arasında Hmong ve Khmu dilleri de yer alır.

Din

Laos nüfusunun yüzde 67’si Theravada Budizm’ine inanmaktadır. Kalan kısmın yüzde 1,5’i Hristiyan ve yüzde 31,5 ise farklı dinlere inanmaktadır.

Mutfak

Larb, Laos'un “gayri resmi” ulusal yemeği olarak kabul edilir

Laos’un mutfak ve yemek kültürü Tayland’ınkiyle benzerlikler gösterir. Yemeklerinde bolca sebze ve şifalı bitkiler kullanırlar. Pek çok Asya ülkesinde olduğu gibi, Laos’ta da pirincin yeri çok özeldir. Baharat çeşitlerini de sıkça kullanırlar.

Yerel yemekleri arasında öne çıkan lezzet “larb” ya da “laap” olarak adlandırılır. Baharat ile marine edilmiş kırmızı et ya da balık, yeşillik ve sebzelerle birlikte servis edilir. “Tam mak hoong” adlı baharatlı papaya salatalarının ünüyse tüm dünyaya yayılmıştır. Her ne kadar denize kıyısı olmasa da, deniz ürünlerine yemek ve salatalarda sıkça yer verirler.

Laos’ta Bulunan Türkiye Dış Temsicilikleri

Laos, Bangkok Büyükelçiliği’nin görev bölgesindedir.

Beğen
Beğen Muhteşem Haha İnanılmaz Üzgün Kızgın

Küba Cumhuriyeti

Küba

Başkent Havana
Resmî diller İspanyolca
Yönetim Şekli Tek Parti Rejimi
Yüzölçümü 109.884 km²
Nüfus 11.210.064
Nüfus Yoğunluğu 210,4kişi/km²
Para birimi Küba Pezosu
Zaman dilimi (UTC-5)
Telefon kodu +53
İnternet TLD .cu

Küba, resmî olarak Küba Cumhuriyeti ( /ˈkjuːbə/; İspanyolca: República de Cuba, İspanyolca telaffuz: [reˈpuβlika ðe ˈkuβa]) Karayiplerde bir ada ülkesi. Küba, Isla de la Juventud ve birçok takımadaların yanı sıra, başlıca Küba adasından oluşur. Havana, Küba’nın en büyük şehri ve ülkenin başkentidir.

Santiago de Cuba ikinci en büyük şehirdir. Küba’nın kuzeyinde Birleşik Devletler (150 km uzaklıkta), batısında Meksika ve Bahamalar, güneyinde Cayman Adaları ve Jamaika ve güneydoğusundaki Haiti ve Dominik Cumhuriyetine kadar uzanır.

28 Ekim 1492’de, Kristof Kolomb karaya çıktı ve şu an Küba’ya ait olan adada İspanya Krallığı için hak iddia etti. Küba, 1898’de biten İspanya-Amerika Savaşına kadar İspanya’nın bir toprağı olarak kaldı, ve 1902’de Birleşik Devletler’den resmi bağımsızlık kazandı.

Küba 11 milyonu aşkın insanın yurdudur ve Karayipler’de en geniş yüzölçümüne sahip olmanın yanı sıra en kalabalık ada milletidir. Ada, etrafındaki sular tarafından ılıklaştırılmış bir tropikal iklime sahiptir.

Aynı zamanda Karayip Denizi’nin sıcak suları ve adanın Meksika Körfezi’nin karşısında olması adayı kasırgalara açık hale getirmiştir. 1232.5 km uzunluğundaki Küba Adası yeryüzündeki en büyük 13. adadır.

Bayrak

Küba Arması

Küba bayrağı ilk olarak İspanya’dan 1898 tarihinde kazanılan bağımsızlık sonrası kullanılmaya başlanmış, 20 Mayıs 1902’de de Amerika Birleşik Devletler’den özgürlüğüne kavuşan Küba devletinin bayrağı olmuştur.

Bayrak yatay olarak beş eşit şeritten ve göndere çekilen tarafta şeritlerin üzerine gelecek şekilde konumlandırılmş eşkenar üçgenden oluşmaktadır. Yatay şeritler mavi ve beyaz renklerin birbiri ardına sıralandığı şekilde meydana getirilmiştir. Kırmızı renk eşkenar üçgenin içerisinde ise tam üçgenin ortasına gelecek şekilde konumlandırılmış beyaz beş köşeli yıldız bulunmaktadır.

Tarihçe

Kolomb öncesi

Küba yerlileri; Küba’nın ilk sakinleri Güney Amerika’dan adaya gelen Guanahatabey ve Kiboni Yerlileriydi. Adaya daha sonra yerleşen Taynolar (Antil Aravakları) çömlek ve alet yapımında belirli bir düzeye ulaşmış tarımcı ve barışçıl bir halktı. İspanyolların adada ilk koloniyi kurduğu sırada çoğunluğunu Taynoların oluşturduğu Yerlilerin sayısı 80-100 bin dolayındaydı.

Sömürge dönemi

Kristof Kolomb’un birinci yolculuğunda keşfederek (28 Ekim 1492) İspanyol toprağı ilan ettiği Küba’da ilk kalıcı yerleşim 1511’de kuruldu. Sömürgecilerin baskı ve sömürüsü, salgın hastalıklar, açlık ve göçler yerli nüfusunu 5 bine kadar düşürdü. 18. yüzyıla girilirken bölgede sağlanan barış ve düzenle birlikte sömürgenin nüfusu 50 bine ulaştı. İspanya’dan düzenli gemi seferlerinin başlaması Havana’nın ticari ve stratejik önemini artırdı. Bu arada hayvancılığın, tütün ve şekerkamışı üretiminin artırılması ve işgücü için Afrika’dan çok sayıda köle getirilmesi adada köklü bir değişim yarattı. 1865’te köle ticaretinin sona ermesiyle ortaya çıkan işgücü açığını kapatmak için adaya sözleşmeli işçi olarak Meksika yerlileri ve Çinliler getirilmeye başladı.

Bağımsızlık ve sonrası 1901-1958

19. yüzyılın sonlarından itibaren İspanya’nın şeker üretimi ve ihracatı için gerekli işgücü, sermaye, makine, teknik beceri, ve pazarları sağlamada yetersiz kalması Küba’yla olan siyasi ve iktisadi bağlarının giderek zayıflamasına yol açtı. Bu ortamda Amerikalı işinsanları şeker üretiminde ve ticaretinde güç kazanmaya başladı. İspanyolların adada gelişen özerklik talebine ödün vermemesi ve vergileri daha da artırması, On Yıl Savaşı’nın (1868 – 1878) başlamasına neden oldu. Sonunda İspanya Zanjon Sözleşmesi’yle (1878) siyasal ve ekonomik reformlar yapmaya söz verdi.

Adada sağlanan barış ortamı ekonomik bunalımın derinleşmesi yüzünden uzun süreli olamadı. 1895’te sürgündeki Kübalı şair ve gazeteci Jose Marti’nin sürgündeki siyasi örgütleri bir araya getirmesiyle gerilla taktiklerine dayanan bir bağımsızlık savaşı başladı. Buna karşı İspanya adaya 200 bin asker çıkardı. Savaş ortamının adadaki şeker üretimini durma noktasına getirmesi üzerine ada ekonomisinde etkin durumda olan Amerika Birleşik Devletleri’nin Havana limanında demirli Maine Gemisi’nin batırılmasını bahane ederek İspanya’ya savaş açmasına neden oldu.

İspanya’nın İspanyol – Amerikan Savaşı (1898) sonunda yenilmesinin ardından imzalanan Paris Antlaşması çerçevesinde öngörülen Küba’nın bağımsızlığı 1 Ocak 1899’da Amerika Birleşik Devletleri işgali altında yürürlüğe girdi. Küba Devleti’nin siyasal ve ekonomik çerçevesini belirleyici önlemler alan Amerika Birleşik Devletleri, Küba’nın iç ve dış ilişkilerinde söz sahibi olma ve Guantanamo Koyu’nda bir deniz üssü kurma hakkını aldıktan sonra birliklerini adadan çekti. (1901) İkinci Amerika Birleşik Devletleri müdahalesinden (1909) sonra seçimleri kazanan liberallerin adayı Jose Miguel Gomez döneminde rüşvet, yolsuzluk ve sosyal adaletsizlik üzerine kurulu bir yönetim biçiminin yolunu açtı. Özellikle Afrika kökenli kübalıların siyasal haklar ve daha iyi iş olanakları için giriştiği eylemler sert biçimde bastırıldı. Gomez’le birlikte örtülü bir diktatörlüğe dönüşen cumhurbaşkanlığı çoğu kez hileli seçimler ve askeri baskı yoluyla ele geçirilen bir makam durumuna geldi. 1933’te Amerika Birleşik Devletleri’nin desteğiyle Gerardo Machado’yu deviren Fulgencio Batista, en ünlü diktatör olarak uzun yıllar Küba yönetimine damgasını vurdu. Batista zamanında tarım ve hayvancılığın yanı sıra turizm ve kumarhane işletmeciliği de önemli bir gelir kaynağı haline geldi. Buna karşı işsizlik oranın yükselmesi, nüfusun büyük çoğunluğunun yoksulluk içinde kalması ve ekonominin giderek daha da dışa bağlanması Batista yönetimine karşı etkin bir muhalefetin doğmasına yol açtı.

Devrim ve sonrası

1950’lerde komünist rejimi ele alan gruplardan birine liderlik eden Fidel Castro, Moncada Kışlası’na düzenlediği başarısız bir baskından (1953) dolayı bir süre hapis yattı. Daha sonra Meksika’ya giden Castro 1955’te 26 Temmuz Hareketi’ni başlattı. Arjantinli devrimci Che Guevara’nın da yer aldığı örgütün Aralık 1956’da Küba’da başlattığı gerilla hareketi, zamanla öteki gruplardan da destek alarak Batista’ya bağlı birliklere önemli darbeler indirdi. 1 Ocak 1959’da diktatör Fulgencio Batista’nın Küba’yı terketmesinin ardından Fidel Castro’ya bağlı bin kişilik bir kuvvetin Havana’ya girmesiyle yeni bir yönetim başladı.

Sosyalist Küba

İktidara geldikten sonra köklü toprak reformu gibi adımlarla geniş bir kesimin desteğini kazanan Fidel Castro, ittifak kurduğu Küba sosyalist Halk Partisi ile birlikte yönetime ağırlığını koydu. Toprak kamulaştırmalarından zarar gören Amerika Birleşik Devletleri şirketlerinin baskısıyla Amerika Birleşik Devletleri yönetiminin uygulamaya başladığı iktisadi ambargo ve bunu izleyen Domuzlar Körfezi Çıkarması, Castro’nun SSCB ile yakın bir ilişkiye girerek sosyalist bir çizgiye yönelmesini hızlandırdı. Ertesi yıl Küba’ya yerleştirilen Sovyet füzeleri yüzünden patlak veren Ekim Füzeleri Bunalımı’nda Sovyet lideri Nikita Kruşçev’in geri adım atması Küba’nın SSCB ile olan ilişkilerini bir ölçüde bozdu.1960’larda Amerika Birleşik Devletleri baskısı yüzünden artan askeri harcamalar ekonomide sarsıntıya yol açtı. Aynı dönemde Küba, Latin Amerika’daki devrimci hareketlere verdiği destekten dolayı diplomatik yalnızlığa itildi.
1970’lerde ekonomide başlayan düzelme ile birlikte parti ve devlet istikrarlı bir yapıya kavuşturuldu. Bu arada Castro’nun yönetimdeki etkinliği de pekiştirildi. 1979 – 1982 arasında Bağlantısızlar Hareketi’nın dönem başkanlığını yürüten Küba’nın SSCB ile olan ilişkileri doğrultusunda Angola ve Etiyopya’ya asker göndermesi, bağlantısız bir ülke olan Afganistan’ın SSCB tarafından işgal edilmesine tepkisiz kalması Üçüncü Dünya’da bazı tepkilerle karşılaşmasına yol açtı. 1980’de Kübalı rejim muhaliflerine Amerika Birleşik Devletleri’ne gitme izninin verilmesinden sonra göç eden 120 bin Kübalı arasında adi suçluların ve akıl hastalarının bulunması ve Amerika Birleşik Devletleri’nin Grenada’ya müdahalesi iki ülke arasındaki ilişkileri daha da gerginleştirdi. 1990’da Doğu Bloku’nu saran değişim dalgası siyasi olarak Küba’yı etkilemedi.

Soğuk Savaş sonrası

Soğuk Savaş sonrasında kesilen Sovyet yardımı yüzünden iktisadi bir açmaza sürüklenen Küba, turizm yatırımlarına yöneldi ve kısıtlı da olsa özel yatırımlara izin verildi. Yine bu dönemde Amerika Birleşik Devletleri ile olan ilişkilerde kısıtlı bir iyileşme görüldü. 1990’ların sonlarından itibaren Çin Halk Cumhuriyeti ve Avrupa Birliği’ne yakınlaşan Küba, Latin Amerika’da da (özellikle Venezuela ve Bolivya) yeni müttefikler buldu. 31 Temmuz 2006’da Fidel Castro başkanlik görevlerini kardeşi Raul Castro’ya devretti ve 19 Aralık 2007’de koltuğunu bıraktı.Küba, devrim sonrasında hızlı bir yapılanma dönemi geçirmiştir.

Küba Bağımsızlık Savaşı

USS Maine (ACR-1)

1895-1898 yılları arasında yapılmış fakat başarısız kalmış anti-emperyalist bağımsızlık savaşı.

İspanya’nın Küba kolonisine vadettiği siyasi ve ekonomik reformları yerine getirme konusundaki başarısızlığı, On Yıl Savaşı’ndan sonra daha da artan bir huzursuzluğa neden oldu. Küba’nın bağımsızlığı için başlatılan yeni faaliyetler, New York’ta bulunan Küba Devrimci Partisi tarafından dile getiriliyordu. Bu faaliyetler, sürgüne gönderilen Kübalı yazar Jose Julian Marti’nin ve aralarında Antonio Maceo, Maxiomo Gomez y Baez, Calixto Garcia İniguez gibi diğer asi liderlerinin de bulunduğu birçok kişinin Küba’ya dönmelerini sağladı. Doğu Küba’da bir cumhuriyet kurdular ve İspanyollara karşı bir gerilla savaşı başlattılar. Bire bir savaştan kaçınan asiler, savaşı batıya kaydırdılar ve İspanyol Kuvvetleri, 1896’da , daha önce Kübalılarla savaşan General Weyler komutasına verildiğinde, başarılar elde edip, Havana’ya yaklaştılar. Havana’da konuşlanan general, Küba halkına karşı bir katliam başlattı ve binlerce kişinin ölümüne neden oldu.

1896’nın sonuna kadar İspanyollar asileri uzak tutmayı başarmışlardı. ABD gibi ülkeler, Kübalıları barbar gerillalar olarak lanse ederek insanları kışkırtıyorlardı. Bu kışkırtmalara Küba’da ABD Maine Savaş Gemisi’nin batırılmasına neden olacak bir ABD nefretine neden olmuştu. Batan gemi, İspanya ile ABD’nin de arasını açmış ve İspanya-Amerikan savaşını başlatmıştır.

Küba Devrimci Silahlı Kuvvetleri

Küba Devrimci Silahlı Kuvvetleri amblemi

Küba Devrimci Silahlı Kuvvetleri (İspanyolca: Fuerzas Armadas Revolucionarias de Cuba; FARC), Küba Cumhuriyeti’nin anayasal ordusudur. Kökenleri Fulgencio Batista rejimine karşı savaşan İsyancı Ordudan gelir. 2 Aralık 1956 tarihinden Küba Devriminin zafere ulaştığı 1 Ocak 1959 tarihine kadar bu silahlı kuvvet başarıyla mücadele vermiş ve iktidarın alınmasından sonra düzenli orduya dönüşmüştür.

FAR, muharebe gereklerini yerine getirmesinin yanı sıra Küba toplumunun ekonomik ve sosyal yararına faaliyetlere de katkıda bulunacak şekilde örgütlenmiştir. FAR, Küba nüfusu ve yüzölçümü gözönüne alındığında Latin Amerika’daki en iyi ekipmana ve muharebe kabiliyetine sağlayan ordularındandır. Ordu özellikle Angola ve Etiyopya’daki muharebelere katılarak deneyim kazanmıştır.

İdeolojik arka plan : Küba Devrimci silahlı Kuvvetlerinin tüm kuvveti ülke topraklarının korunmasına adanmıştır. Yabancı bir ülkeden gelebilecek olası bir askeri saldırıya karşı savunmanın kapsamı bütün Kübalıların katılacağı bir Halk Savaşı olarak tanımlanan direnişle tanımlanmıştır. Küba Anayasasında sosyalist anavatanı savunmak her Kübalı için en büyük görev ve onur kaynağı olarak yer almıştır.

Doktrin : Küba’nın küçük bir ada ülkesi olması, sınırlı ekonomik kaynaklara sahip olması ve ABD’nin ülkeye karşı düşmanca ve saldırgan tutumu ülkenin Latin Amerika’daki diğer ülkelere göre kendine has bir askeri doktrin geliştirmesine sebep olmuştur.

Halk savaşı : Bu kapsamda geliştirilen Halk Savaşı tanımlaması, özellikle teknolojik ve sayısal üstünlüğe sahip düşman saldırısına karşı geliştirilmiştir. Buna göre toplumun bünyesindeki tüm varlıklar ülke savunması için kullanılır. Devrimin ve ülkenin korunması için tüm toplumun seferber edilmesi temel askeri doktrindir.

Teşkilat yapısı : FAR, dört bölüme ayrılmıştır:

  • Kara Kuvvetleri (Ejército), düzenli kara ordusu, eski İsyancı Ordu
  • Deniz Kuvvetleri (Marina de Guerra Revolucionaria) (MGR)
  • Hava Kuvvetleri (Defensa Antiaérea y Fuerza Aérea Revolucionaria) (DAAFAR)
  • Genç İşçi Ordusu (Ejército Juvenil del Trabajo) (EJT)

Düzenli ordudan ayrı olan silahlı kuvvetler örgütlenmeleri de bulunur:

  • Milisler (Milicias de Tropas Territoriales) (MTT), bölgesel olarak örgütlenen eski Ulusal Devrimci Milislerinin devamıdır.
  • Tugaylar (Brigadas de Producción y Defensa) (BPD), savaş döneminde üretimi geliştirmek için örgütlenmiştir.

FAR, bölgesel olarak üç orduya ayrılmıştır. Her ordunun komutası o bölgedeki karargâhta bulunmaktadır:

  • Batı Ordusu (Ejército Occidental) Matanzas İlinden Pinar del Rio İline kadarki bölgeyi savunmakla görevlidir.
  • Merkez Ordusu (Ejército Central) Villa Clara, Cienfuegos, Sancti Spíritus ve Ciego de Ávila illerinin savunmasından sorumludur.
  • Doğu Ordusu (İspanyolca: Ejército Oriental) Señor Ejército (Esas Ordu) olarak da bilinir. Camagüey’den Guantánamo İline kadar bölgenin savunmasını yapar. Bu bölgeye adadaki ABD’ye ait Guantanamo Kampı ile sınır bölgesi de dahildir.

Genç İşçi Ordusu birlikleri üretim de görev alsalar da askeri eğitim görürler. Bu birliklerin yanı sıra Küba Sivil Savunması da orduya bağlıdır.

Muharebe geçmişi : Küba topraklarına karşı ABD tarafından desteklenen 1961 yılındaki Domuzlar Körfezi Çıkartmasının yanı sıra 1959-1965 yılları arasındaki Haydutlara Karşı Savaş sırasında Küba Devrimci Silahlı Kuvvetleri deneyim kazanmıştır. Bunun yanı sıra FAR, 1963 yılında Cezayir’de, 1973 yılında Suriye’de, 1978 yılında Etiyopya’da, 1975-1989 yılları arasında Angola’da görev yapmıştır. Bu uluslararası yardım görevlerinin en büyük ölçekli olanı Angola’daki MPLA iktidarına verilen askeri destektir. Küba birlikleri ırkçı Güney Afrika rejimine Afrika kıtasındaki ilk yenilgisini Cuito Cuanavale Muharebesinde yaşatmıştır. Angola’da toplamda 300 bin Küba askeri görev yapmış, asker sayısı muharebelerin zirveye ulaştığı dönemde 50 bine ulaşmıştır. Angola’da Küba uçakları da muharebelerde yer almış, operasyonlar sırasında büyük lojistik engeller aşılmıştır.

Günümüzdeki durumu : Sovyetler Birliği’nin çözülmesi ve Doğu Blokunun dağılmasından sonra Küba Devrimci Silahlı Kuvvetlerinin her türlü silah ve ekipman kaynakları bir anda kesilmiş oldu. Bu dönemde FAR her türlü sorunu kendi kısıntılı kaynaklarıyla çözme yolunu seçmek zorunda kaldı. 2000’li yıllara gelindiğinde ise Küba özellikle Rusya ve Venezuela ile askeri anlamda işbirliğini güçlendirmiş konumdadır.

Yönetim birimleri

tb
Coğrafya

Bir ada ülkesi olan Küba'nın uydudan görünümü (NASA)

Yengeç Dönencesi’nin hemen başında ve Meksika Körfezi’nin girişinde yer alır. Aynı adı taşıyan asıl büyük adanın yanı sıra 3,715’ten fazla ada ve adacığı kapsar. Önce doğuya, daha sonra güneye yönelerek bir yay biçiminde Antil Denizi’ni çevreleyen Antiller ada zincirinin önemli bir parçasını oluşturur. En yakın komşusu olan Haiti’ye 77, Bahamalar’a 140, Jamaika’ya 146, Amerika Birleşik Devletleri’ne 180, Meksika’ya 210 ve Cayman Adaları’na 240 km uzaklıktadır. Ülkenin ikinci büyük adası Juventud adasıdır. En yüksek noktası Turquino Doruğu’dur (2005 m). Toplam kara yüzölçümü 110,861 km²’dir. Yıllık ortalama sıcaklık 26 °C’dir. İki mevsimle belirlenen yarı tropikal bir iklime sahiptir. Eylül – Ekim ayları arasında görülen kasırgalar bazen büyük yıkımlara yol açmaktadır. Kıyılarının toplam uzunluğu 3735 km olup, Guantanamo Koyu’ndaki Amerika Birleşik Devletleri deniz üssüyle 29 km’lik kara sınırı vardır.

Yönetim

Küba’nın tek parti egemenliğine dayalı sosyalist bir devlet yapısı vardır. Küba Komünist Partisi’nin (PCC) devlet yönetimindeki ağırlığı 1976 Anayasası’nda açıkça belli edilmiştir. 1965’te hazırlanmaya başlanan ve 1976’da halkoyuna sunularak yürürlüğe giren anayasaya göre yasama yetkisini Halk İktidarı Ulusal Meclisi (Asamblea Nacional de Poder Popular) kullanır. Devlet ve hükümet başkanı konumunda olan Devlet Konseyi başkanı, Bakanlar Kurulu’na başkanlık eder.Son değişikler ile beraber Komünizm anayasadan çıkartılmış olup Devlet Başkanının görev süresi sınırlandırılmıştır ve Devlet Başkanına yaş haddi getirilmiştir.

Din ve İnanç

Küba anayasasında devletin diniyle ilgili bir madde yer almaz. Devlet din özgürlüğünü tanır ve farklı inançlar ve dinler aynı saygıyı görür. Küba Cumhuriyeti’nde dini kurumlar devletten ayrılır. Çok fazla inanan olmasa da ülkede yüzde 60 oranında Katolik, yüzde 5 oranında Protestan vardır.Diğer bir kısım ise bölgeye özgü Santeria dinine inanır.

Diller

Resmi dili İspanyolcadır. Turistik merkezlerde ve otellerde İngilizce de konuşulur.

Demografi

Küba’nın oldukça karmaşık bir yapı gösteren nüfusu, geçmiş yüzyıllarda adaya değişik etnik toplulukların yerleşmesinin ürünüdür. Kolomb öncesi dönemde sayıları 80-100 bin arası olan ada yerlilerinden günümüzde yalnızca adanın doğu ucunda yaşayan birkaç aile kalmıştır. Küba nüfusunun % 51’i mulattolar (Avrupalı ve Afrikalıların karışımı), % 37’si beyazlar, % 11’i siyahlar ve % 1’i de Çinlilerden oluşur. Çinli nüfus 19. yüzyılda demiryolu ve maden işleri için adaya getirilen Çinlilerin torunlarıdır. Doğum oranı 11.6/1000’dir.

Ekonomi

Küba ekonomisi sosyalist ilkelere dayanan devlet kontrollü bir planlı ekonomidir. Son yıllarda özel sektör yatırımları artmakla beraber üretim araçlarının büyük bir kısmı devlet tarafından işletilir. 1992’de dış ticaretinin % 80’ini gerçekleştirdiği ve tarım üretimi için gereken sübvansiyonların sağlandığı SSCB’nin çöküşünden sonra oluşan depresif dönemden sonra tarımdan sanayiye geçmiştir. Aynı zamanda (özellikle Pinar del Rio’dan) iç göçler başlamıştır. İş gücünün % 21’inin çalıştığı tarım sektöründe şekerkamışı, tütün, turunçgil, kahve ve pirinç önemli üretim ve ihracat kalemlerindendir.

Tütün Tarlası, Pinar del Río

Puro içen bir Kübalı kadın

Sosyalist rejimde özellikle önem verilen balıkçılık ve hayvancılık yine önemli üretim kalemlerinden biridir. Turizm son yıllarda yeniden eski canlılığını kazanmıştır. Özellikle Kanada ve Avrupa Birliği’nden gelen turistler sayesinde turizm Küba ekonomisinin itici gücü haline gelmiştir. Çin, Kanada, İspanya ve Hollanda Küba’nın en büyük dış ticaret partnerleridir.Madencliliğin temelini ihracat kalemleri içinde önemli bir payı olan nikel oluşturur. (Dünya üretiminin % 6.4’ü). Kişi başına düşen GSMH yaklaşık 9.900 $’dır ve yaşam standardı hala 1990 öncesindeki seviyeye getirilememiştir. Bunun en büyük nedeni, Sovyetler Birliği tarafından yapılan hibe ve yardımların, Sovyetlerin 1991’de yıkılmasıyla birlikte kesilmesidir.Petrol konusunda en büyük destekçisi Çin’dir. Mühendis ve makina yardımı yapmaktadırlar. Ayrıca Venezuela’da Hugo Chávez’in iktidara gelmesiyle birlikte, bu ülkeyle yapılan ekonomi anlaşmaları da Küba’nın zor koşullara karşın yeni bir müttefik bulmasını ve bir ölçüde rahatlamasını sağlamıştır. Son yapılan değişiklikler ile beraber ülkede küçük işletmelere izin verilmiştir.Bununla beraber kişilere özel mülkiyet hakkı tanınmıştır.

Festivaller

Küba Festivali

Ülkenin başkentinde geçekleştirilen Uluslararası Havana Bale Festivali önemli etkinliklerdendir. Ekimin son haftasından kasımın ilk haftasına kadar süren festival, dünyadan farklı bale topluluklarını bir araya getirirken, Küba balesinden de örnekler sergiler.

Başkentte düzenlenen bir diğer festival Havana Film Festivali’dir. Aralık ayının ilk iki haftasında düzenlenen festival, İspanyolca konuşulan ülkeler için oldukça önemlidir. Havana Karnavalı her yıl ağustos ayında düzenlenen renkli yürüyüşlere, gündüz-gece düzenlenen etkinliklere ev sahipliği yapan bir etkinliktir.

Aralık ayında düzenlenen Havana Uluslararası Caz Festivali de önemli müzik festivallerindendir.

Çeşitli festival ve etkinliklere ev sahipliği yapan Küba’nın önemli etkinliklerinden biri diğeri de mart ayında gerçekleştirilen Havana Bienali’dir.

Haziran ayında gerçekleştirilen Varadero Müzik Festivali, yerli ve yabancı müzisyenleri ağırlarken 10 farklı sahnede konserler gerçekleştirilir.

Ünlü şeflerin yemek yaptığı ve yerli-yabancı mutfaklardan lezzetlerin sunulduğu mart ayında gerçekleştirilen Uluslararası Mutfak Festivali, komünist devrimin başlangıç günü olarak kabul edilen 26 Temmuz’da düzenlenen Moncada Day gibi etkinliklerin yanı sıra ülke genelinde sayısız festival ve etkinlik gerçekleştirilir.

Kültür

Küba’nın başkenti Havana’da kolonyal dönemden kalma birçok eser bulunmaktadır. Bu sebeple 1982 yılında UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası listesine dahil edilmiştir. Küba kültürü köken bakımından İspanyol ve Afrika etkisinin belirgin izlerini taşır. Amerika Birleşik Devletleri ile olan tarihi bağları nedeniyle Kuzey Amerika sporları halk arasında yoğun ilgi görmektedir. Başta beyzbol olmak üzere basketbol, voleybol, atletizm ve boks; Küba’da yaygın olarak oynanan ve uluslararası müsabakalarda başarılı olunan sporlardandır.

Devrim sonrasında hızla gelişen ve refah düzeyinin yükseldiği Küba’da halkın tamamına yakını okur yazardır.
Her köşe başında amatör müzik grupları boy gösterir. Uzun bir geçmişe sahip olan Küba müziği, coşkulu ve hareketli eserlerden oluşup geniş bir yelpazeye sahiptir.

Küba mutfağı, genel olarak İspanyol-Karayip karışımıdır. Domuz eti, deniz mahsulleri, mısır ve siyah fasulye çok tüketilir. Küba edebiyatının özellikle şiir alanında zengin ve nitelikli bir mirası vardır. 19. yüzyılda yaşamış şair Jose Marti ile 20. yüzyılda yaşamış olan Nicolás Guillén önemli Kübalı edebiyatçılardandır. Ünlü şarkı Guantanamera, Küba’nın devrimci kahramanı Jose Marti’nin eseridir. Aynı zamanda Bolivya ordusuna ve Che’ye yazılan ünlü Soldadito Boliviano (Bolivyalı Küçük asker) şarkısı da Nicholas Guillen’indir.

Mutfak

küba  Mutfağı

Küba mutfağında ızgarada pişmiş et yoğun olarak tüketilmektedir. Izgara et, yanında lahana, siyah fasulyeli pilav, haşlanmış patates ve avokado veya kızarmış muz ile birlikte servis edilir. Karayip mutfağının en önemli besinlerden olan pirinç, Küba yeme-içme kültürünün vazgeçilmez parçasıdır. Genelde yemeklerin yanında servis edilen pirinç; sade, etli, deniz ürünleri ve sebzeli olmak üzere farklı şekillerde hazırlanır. Küba’nın meşhur içkisi Mojito her yemeğe eşlik ettiği gibi rom ve bira da ülkenin vazgeçilmez içkileri arasındadır.

Geleneksel Küba mutfağı Karayip, İspanyol ve Afrika karışımı bir mutfaktır. Ülkenin en bilinen yemeği siyah barbunyalı beyaz pirinç pilavı olan Congriadındaki yemektir. Congri aynı zamanda yöresel malzemelerle yapılmasından dolayı milli yemek olarak da adlandırılır. Yeşil muz kızartması da Küba mutfağının en meşhur yiyeceklerindendir. Küba mutfağında en fazla tüketilen malzemeler domuz eti, mısır ve siyah fasulyedir. Yemeklerde çok çeşitli baharatlar kullanan Kübalılar üretimde önemli bir yere sahip olan şeker kamışı ve baklagilleri de çok kullanırlar.

Küba mutfağının Güzel Ada Sosu anlamına gelen Salsa de Isla Bella ve Salsa Flamingo gibi sosları vardır. Ülkenin diğer bir milli yemeği ise siyah fasulye ve pirincin karıştırılarak soğan, sarımsak, kekik, biber, defne yaprağıyla sotelendikten sonra haşlanmasıyla hazırlanan Moros y Cristianos’tur. Bu yemeğin yılbaşı gecesi yenildiğinde iyi şans getireceğine inanılır. Ülkede agujai pargo ve cherna adlı balık yemekleri meşhurdur. Deniz ürünü olarak en çok ıstakoz tüketilir. Küba restoranlarında en sık rastlanan yiyeceklerin başında ızgarada pişmiş etler gelir. Her yemeğin yanında mutlaka Congri, haşlanmıs patates ya da kızarmış muz servis edilir.

Tropikal iklim özelliğinden dolayı nanas, avokado, muz, papaya, guava gibi meyveler bakımından zengin olan ülkede bu meyvelerin taze sıkılmış sularına da hemen hemen her yerde rastlamak mümkündür. En ünlü içkileri şeker kamışından üretilen Rom’dur. Rom çok çeşitli kokteyllerde kullanılır. Bunların en meşhur olanlarıysa Mojito, Daiquiri ve Cuba Libre’dir. Önemli bir kahve üreticisi olan ülkede kahve kültürü de oldukça gelişmiştir. Küba Espressosu ya da Café Cubano denilen kahve çeşidi espressonun şekerli versiyonudur.

Küba’daki Türk Elçiliği

HAVANA BÜYÜKELÇİLİĞİ

Adres: 5 Ta Avenida No: 3805 Entre 36 Y 40, Miramar, Ciudad Havana, CUBA

Telefon: +53 (7) 204 22 37
+53 (7) 204 12 04
+53 (7) 204 12 05
+1-613 902 5711 (Kanada VoIP)

Faks: + 53 (7) 204 28 99

embajada.habana@mfa.gov.tr
T.C. Dışişleri Bakanlığı Havana Büyükelçiliği

Görev Bölgesi: Bahamalar ve Jamaika

Beğen
Beğen Muhteşem Haha İnanılmaz Üzgün Kızgın

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti

Başkent Lefkoşa
Resmî diller Türkçe
Yönetim Şekli Yarı Başkanlık Sistemi
Yüzölçümü 3.355 km²
Nüfus 313.626
Nüfus Yoğunluğu 93,4 kişi/km²
Para birimi Türk lirası (₺) (TRY)
Zaman dilimi AST (UTC+2)- (UTC+3)
Telefon kodu +90-392
İnternet TLD .ct.tr ve .tr

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC), Akdeniz’de bulunan en büyük üçüncü ada ve Anadolu yarımadasının 65 km güneyindeki Kıbrıs adasının kuzey kısmında yer alan de facto bağımsız devlettir. Bağımsızlığı Türkiye dışında hiçbir ülke tarafından tanınmaz. Pakistan ve Bangladeş de KKTC’yi tanıdığını ilan etse de uluslararası baskılar sonucunda bundan vazgeçmişlerdir.

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti bayrağı

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti bayrağı, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni temsil eden, beyaz fon üzerine üstte ve altta olmak üzere iki, kırmızı, boydan boya şerit ile, ortada kırmızı renkli ay yıldızdan oluşan bayraktır. Bugünkü hali 7 Mart 1984 tarihinde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Meclisi tarafından onaylanmıştır.

KKTC bayrağının simgelediklerine ilişkin resmi bir açıklama yoktur. Bazı kaynaklara göre ay yıldız Türklüğü, kırmızı renk Kıbrıslı Rumlarla meydana gelen çatışmalarda dökülen Kıbrıslı Türk kanını, beyaz barışı, üstteki kırmızı şerit Türkiye’yi, alttaki kırmızı şerit Kuzey Kıbrıs’ı ve şeritlerin düz ve paralel olması "Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin sonsuza kadar süreceğini" simgelemektedir.

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti arması

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti arması

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti arması, 2005 yılında Cumhuriyet Meclisi’nde yasalaşan yeni amblem, Kıbrıs Türk tarafının duruşunun göstergesi olarak da niteleniyor.

2005 yılında Resmi Amblem Yasası ile resmi statüye kavuşmuştur. Bu yasa ile güvercinin duruşunda değişiklik yapılırken; ağzındaki zeytin dalı da belirginleştirildi. Zeytin dalının üzerine de KKTC’nin ilçelerini temsilen beş adet zeytin yerleştirildi.

Amblemde kanatlatı açık, uçuş pozisyonunda ve başı yukarı bakan bir güvercin bulunmaktadır. Bu güvercin Kıbrıs Türk halkının dünyaya açık olduğunu ve amacının ilerleme ve yükselme olduğunu belirtmektedir.

Bakır rengi (cengari) kalkan, Kıbrıs’ın tarih boyunca bakır zengini bir ülke olduğunun simgesidir. Zeytin dalı, “Kıbrıslı Türklerin tarih boyunca barış yönündeki çabalarının göstergesi” olarak niteleniyor.

Taç veya çelenk biçiminde, defne yapraklarının diziniyle biçimlendirilmiş olan defne demeti ise, geleneksel ritüellerinde kullanıla gelmiş ve efsanelerinde yer almış defne yaprakları yerleşik kültürünün simgesi olarak niteleniyor.

Tarih

Tarihi boyunca birçok ulusun egemenliği altına giren Kıbrıs MÖ 1500 yılı civarında Antik Mısırın, MÖ 1320 yılı civarında Hititin ve MÖ 1200’li yıllarında tekrar Mısırın, MÖ 1000 yılı civarından Fenikelilerin ve MÖ 709’da Asurluların egemenliği altına girdi.

MÖ 669’da bağımsızlığını kazandıysa da tekrar Mısır firavunu Amasis tarafından alındı. MÖ 545’te Pers Ahameniş İmparatorluğu’na geçti ve MÖ 333’te İssus Muharebesinde Persleri yenen Büyük İskender’in egemenliği altında özerklik tanındı.

Bu tarihten sonra adada Yunan kültürü önem kazandı. MÖ 58 yılında ada Roma İmparatorluğunun bir vilayeti haline geldi ve 350 sene boyunca Roma İmparatorluğu kontrolünde kaldı. 395’te, Bizans İmparatorluğu’nun bir parçası olan adada halk Putperestlikten yavaş yavaş Ortodoksluk mezhebine geçti.

1191 yılında Aslan Yürekli Richard Üçüncü Haçlı Seferi sırasında adaya yerleşti ve daha sonra adayı Tapınak Şövalyeleri’ne sattı. 1192 yılında adayı satın alan Guy de Lusignan ve soyu 1489’da Venediklilerin adayı alışına kadar Kıbrıs’ı kontrol ettiler.

Venedikliler
Kıbrıs’ta Venedik Cumhuriyeti hakimiyeti, 26 Şubat 1489’da başladı. O dönemde adanın hakimi olan Lüzinyan kralı, Katerina Kornaro adlı bir Venedik soylusuyla evlendi. Kral ölünce, ada Venediklilere kaldı.

Adayı yöneten Venedikli, Mağusa’da ikamet etmekteydi. Venedikliler döneminde askeriyeye önem verilmiş, Mağusa’nınki başta olmak üzere kaleler sağlamlaştırılmıştı. Lefkoşa Surları ise 8 milden 3 mile indirilerek yeniden yapılmıştır.

Osmanlı dönemi

Piri Reis tarafından oluşturulmuş Kıbrıs haritası

Fetihden önce Kıbrıs, Doğu Akdeniz’deki Osmanlı Devleti’ne ait gemilerine akın yapan Hristiyan korsanlarının sığınağı haline gelmiştir. Bu korsanlar genellikle deniz ticaret gemilerine ve hacca giden yolculara saldırarak buradaki yol güvenliğini yok etmektedir. Bu gibi nedenlerden dolayı Kıbrıs’ın alınması gerekli görülmüştür.

Kıbrıs, II. Selim’in hükümdarlığı esnasında, Lala Mustafa Paşa komutasındaki ordu ve Piyale Paşa komutasındaki donanma tarafından, 1 Temmuz 1570’te başlayıp, 1 Ağustos 1571’de Mağusa’nın fethedilmesiyle Osmanlı idaresine girdi. Kıbrıs’ın fethiyle Osmanlı Devleti, Doğu Akdeniz’e tamamen hâkim olmuştur.

15 Eylül 1570 tarihinde Lala Mustafa Paşa, tören ile Lefkoşa şehrine girmiştir. Kıbrıs fethedildiği tarihte adada çok az sayıda Ortodoks Rum vardı. Çünkü Venedikliler Katolik idi ve Ortodoks Kilisesi’ne yaşama hakkı tanımıyordu. Osmanlı Devleti Ortodokslara serbestçe kilise kurma ve gelişme imkânı sağladı. Böylece adada Ortodoks Kilisesi gelişti ve Katolik Kilisesi etkinliğini kaybetti.

1571 yılında Kıbrıs’ta yapılmış bulunan nüfus sayımında yerli halkın nüfusu 150.000’dir. Burada bulunan Türk askeri ise 30.000 kadardır. Fethin ardından Karaman’dan adaya göç ettirilen Türkler, adanın ilk Türk sakinleridir. Bugün adada yaşayan Kıbrıs Türkleri’nin (Kıbrıs Harekâtı’ndan sonra Türkiye Cumhuriyeti’nden gelenler hariç) soyu bu Osmanlı idaresinde adaya gönderilen Türklerden gelmektedir.

Birleşik Krallık dönemi

1928 yılında adanın İngiliz egemenliğindeki 50. yılını kutlamak için basılan bir pul

93 Harbi’nde Rus İmparatorluğu karşısında yenilen Osmanlı, Ruslara karşı fazla ödün vermemek amacıyla, Birleşik Krallık’ın isteği üzerine ada 92.799 sterline kiralanmıştır. Osmanlı mülkiyeti devam ediyor sayılmakla birlikte, yönetim tamamen Birleşik Krallık’a geçti.Birleşik Krallık adayı "Komiser" diye tabir ettiği yüksek rütbeli yöneticilerle idare etmiştir. 1914’te başlayan I. Dünya Savaşı’nda Osmanlı’nın Birleşik Krallık karşısındaki Almanya’nın yanında savaşa girmesi üzerine Birleşik Krallık adayı ilhak edip adaya vali tayin etti. 1923’te imzalanan Lozan Barış Antlaşması’nın 21. Maddesi gereğince, Birleşik Krallık’a ilhakı tanındı. 1925 yılında Kıbrıs kraliyet kolonisi olarak ilan edildi ve adaya ilk Türkiye Cumhuriyeti konsolosu atandı.

Ekim 1931’de itibaren Rumlar Enosis isteğiyle ayaklandı, Rumlar’ın Birleşik Krallık yönetimine karşı ayaklanması sonucu Birleşik Krallık’ın politikası sertleşti. Yunan ve Türk tarihinin okutuması, iki ülkenin bayraklarının kullanılması ve Yunan ya da Türk ulusal kahramanlarının resimlerinin sergilenmesi yasaklandı.[35] Türk topluluğu Enosis’e karşı olduğunu açıkladı. 1943 yılında Kıbrıs Adası Türk Azınlığı Kurumu (KATAK) kuruldu. Fakat KATAK’ın faaliyetini yetersiz bulan Fazıl Küçük KATAK’tan ayrılmış ve 23 Nisan 1944’te Kıbrıs Millî Türk Halk Partisi (KMTHP)’ni kurmuştur.

II. Dünya Savaşı’nın ardından kolonilerin tasfiyesi eğilimi yaygınlaşınca, 18 Ekim 1950’de Kıbrıs Rum Ortodoks liderliğine III. Makarios seçilmiştir. Yunanistan Hükûmeti 1954’te Birleşmiş Milletler’e ulusların kendi kaderlerini tayin haklarının (Self-determinasyon) Kıbrıs için de uygulanması yolunda başvuruda bulundu. Türkiye’nin karşı çıktığı bu istek Birleşmiş Milletler’ce reddedildi.

EOKA 1 Nisan 1955’te adada faaliyete geçti. Rumlar arasında Enosisçi-Anti Enosisçi çatışması başladı. Türkiye ilk kez sorunda taraf olmayı kabul etti ve 29 Ağustos’ta Londra’da Birleşik Krallık ve Yunanistan’ın katıldığı toplantıda, Türkiye de temsil edildi. 15 Kasım 1957’de Türk Mukavemet Teşkilatı (TMT) kuruldu. 1958 yılında gündeme gelen MacMillan Planı’na göre Kıbrıs’ın İngiliz Milletler Topluluğu içinde kalmasına ama Türkiye ve Yunanistan’la da bağlara sahip olmasına karar verildi.

1960’tan 1974’e
1960’ta kurulan Kıbrıs Cumhuriyetinde her iki toplum da nüfuslarına göre her kurumda yeterli temsil hakkına sahipti. Fakat Kıbrıs Cumhuriyeti cumhurbaşkanı III. Makarios 30 Kasım 1963’te 13 maddeden oluşan anayasa değişikliği önerilerini sundu. Bunlar arasında anayasanın değişmez maddeleri, Kıbrıs Türk’ü olan Başkan Yardımcısının veto hakkının ortadan kaldırılması, Temsilciler Meclisinde ayrı çoğunluklar ilkesinin ortadan kaldırılarak kararların basit çoğunlukla alınması, ayrı belediyelerin ortadan kaldırılması gibi maddeler de bulunmaktaydı.

ABD Başkanı Kennedy, Makarios’a bundan vazgeçmesini önerdi ve Türkiye değişiklikleri kabul etmeyeceğini bildirdi. Kıbrıs Türkleri’nin de reddi üzerine Kıbrıs Rumları, 21 Aralık 1963’te Kıbrıs Türklerine karşı ada çapında katliam başlattı. 21 Nisan 1966 tarihli Patris gazetesinde yayınlanan Akritas Planına göre Türk halkı sindirilerek ada Yunanistan’a bağlanacaktı.

1967’de Rum saldırıları tekrar başladı. Yunanistan Ordusu’nun 15 bin askeri, gayri resmî olarak adaya yerleştirildi. Türklere karşı sürdürülen sindirme politikasının durdurulması için Türkiye ve Yunanistan başbakanları arasında düzenlenen toplantı bir sonuç vermeyince, Türkiye askerî müdahalede bulunacağını açıkladı.

TBMM hükûmete müdahale yetkisi verdi. Türk uçakları Kıbrıs üzerinde uçmaya başladı. Donanma ve çıkarma birlikleri harekete geçti. ABD’nin arabuluculuğuyla Yunanistan birliklerinin geri çekilmesi sağlanınca, Türkiye harekâtı durdurdu. Yunanistan’ın askerleri üç Türk köyünden geri çekilirken arkalarında 24 ölü bıraktılar. 1964’ten beri Türkiye’de bulunan Rauf Denktaş gizlice adaya gitti. Denktaş, Yunanlarca tutuklandı ama Türkiye ve ABD’nin itirazı üzerine iade edildi.

1970’li yılların başlarında Yunanistan’ı kontrol eden askerî cunta yönetimi, II. Makarios’un tutumları ve enosisin yolunda ilerleme olmamasından dolayı memnun değildi. Cunta, 15 Temmuz 1974 tarihinde Kıbrıs Ulusal Muhafız Birliği’ne bu birliğin komutanının görevinden alınmasını ve adanın kontrolünü Yunan subayların bulunduğu bu birliğin almasını istedi. Birlik aynı gün Lefkoşa’daki Başkanlık Sarayı’nı bastı ve II. Makarios görevden alındı. Nikos Sampson yeni hükûmetin devlet başkanı olduğu dünyaya ilan edildi. Her ne kadar milliyetçi Rumlar tarafından darbe yapılsa da Yunanistan ile birleşmedi, Kıbrıs’ın bağımsızlığı devam etti ve bağımlı bir yönetim olmadı. Türkiye Cumhuriyeti, gerçekleştirilen darbe nedeniyle Zürih ve Londra Antlaşması’nın IV. maddesine istinaden gerçekleştirdiğini savunarak 20 Temmuz 1974 tarihinde Kıbrıs’a karadan ve havadan harekât başlattı. Türk birlikleri, adaya indikten kısa bir süre sonra adanın büyük şehirlerinden bir olan Girne’ye girdi. Başkent Lefkoşa’ya doğru ilerlemeye başladı. 22 Temmuz’da taarruz sonucunda Türk birlikleri önce Girne’ye girdi, daha sonra da başkent Lefkoşa’ya yöneldi. Ateşkes başlamadan Girne-Lefkoşa hattı birleşti.

Geçici ateşkes ilan edildiyse de Rum birliklerinin bu ateşkes kurallarına uymaması sonucu 13 Ağustos’ta Türk birlikleri tekrar ilerlemeye başladı. Türk birlikleri 14 Ağustos’ta başkent Lefkoşa’ya, 15 Ağustos’ta Lefke ve Mağusa’ya girdi. Uluslararası baskılar sonucunda ateşkes ilan edildi ve adanın %37’si Türkler’in kontrolüne geçti. 170.000 civarındaki Kıbrıslı Rum kuzeyde bulunan evlerinden göç ettirildi, 50.000 Kıbrıslı Türk ve daha sonra da Türkiye’nin teşviki ile Türkiye’den gelen göçmenler ise bu evlere yerleştirildi.

Kıbrıs Türk Federe Devleti

Kıbrıs Türk Federe Devleti 1975–1983

Kıbrıs Türk Federe Devleti (kısaca KTFD), 1975-1983 yılları arasında Kıbrıs Türkleri tarafından kuruldu.

1974 tarihinde kurulan Otonom Kıbrıs Türk Yönetimi’nin meclisi 13 Şubat 1975’te Kıbrıs Türk Federe Devleti’nin oy birliği ile kurulduğunu ilan etti. Meclis’te kuruluş bildirisini Otonom Kıbrıs Türk Yönetimi Meclisi’nde yönetim başkanı ve federe devletin ilk cumhurbaşkanı olan Rauf Denktaş okudu.

Kıbrıs Türk Federe Devleti Anayasası, 8 Haziran 1975 tarihinde halk oylamasına sunuldu ve kabul edildi.

Kıbrıs Türk Federe Devleti Meclisi, 15 Kasım 1983’te oy birliği ile aldığı bir kararla Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin kurulduğunu ilan ederek KTFD son buldu.

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin ilanı

Rauf Denktaş, 1924-2012

15 Kasım 1983’te Kıbrıs Türk Federe Devleti meclisi Self-determinasyon hakkını kullanarak oybirliği ile aldığı bir kararla, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni ilan etmiştir. KKTC’nin kuruluş bildirgesini kurucu cumhurbaşkanı Rauf Denktaş okudu. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin kurulması, Kıbrıs Cumhuriyeti, Yunanistan’ın ve pek çok devletlerin yanı sıra Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin de tepkisini çekti.

Güvenlik Konseyi, 18 Kasım’da aldığı bir kararla bağımsızlık kararını kınadı. 13 Mayıs 1984’te de Güvenlik Konseyi 550 sayılı kararı ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin ilanını ayrılıkçı bir hareket olarak tanımladı.

Görüşmeler ve Çözüm Arayışları
Kıbrıs Sorunu, dünyanın gündemine girdiğinden beri başta Birleşmiş Milletler bünyesindeki çalışmalar olmak üzere adanın birleştirilmesi gayesi ile birçok faaliyet yürütülmüştür. Fakat bunlardan bir sonuç alınmamıştır. Bunlardan biri olan 2004 Annan Planı referandumu da Kıbrıslı Türklerin "kabulü" ve Rumların "hayırı" ile gerçekleşmemiştir. 1 Mayıs 2004’te Kıbrıs Cumhuriyeti tüm adayı temsilen Avrupa Birliği’ne girmişlerdir.

Coğrafya

Girne Dağları'nda 12 futbol sahası büyüklüğündeki Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti bayrağı

Toprakları kuzeyde Dipkarpaz, batıda Güzelyurt, güneyde de Akıncılar’a doğru yayılır. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ile Kıbrıs Cumhuriyeti toprakları arasında Birleşmiş Milletler’in kontrolünde tampon bölge bulunmaktadır.

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin önemli yerleşim yerleri, başkent Lefkoşa, Girne, Gazimağusa, Güzelyurt ve İskele’dir. KKTC, etkisinde bulunduğu Akdeniz ikliminden dolayı fazla yağış almaz. Genellikle sıcak ve kuraktır.

Kıbrıs’ın sahil kıyıları, aşağı yukarı yüz milyon senedir Chelonia mydas ve Caretta caretta kaplumbağaları tarafından ziyeret edilmektedir. Bu canlılar yumurtlamak için Mayıs ve Ağustos ayları arasında Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin kumsallarına gelmektedirler. Adanın kuzeyinde doğal mağaralar da bulunmaktadır. Sarkıt ve dikitleri ile İncirli Mağarası, İnönü’deki Sütünlu Mağara, olmak üzere 85 adet civarındaki doğal mağara bulunmaktadır.

İklim

Kuzey Kıbrıs makro iklim sınıflandırılmasına göre yarı kurak olarak adlandırılan iklim kuşağı arasında yer alır. Aynı zamanda bir Akdeniz adasında yer almasından dolayı yaz mevsiminin sıcak ve kuru; kış mevsiminin ılık ve az yağışlı geçtiği Akdeniz İklimi görülür. Kuzey Kıbrıs’ın yıllık ortalama hava sıcaklığı 19.0 derecedir. Yıl boyunca en sıcak ay genellikle Temmuz’dur. Gündüz saatlerinde (gölgede) 37.0-40 derece sıcaklık görülür. Yılın en soğuk ayı genellikle Ocak ayı olup gündüz saatleri hava sıcaklığı 9-12 derece arasındadır. Yağışlar genellikle Ekim – Mart ayları arasında görülür. Yıllık toplam yağış normali 402.8 mm’dir. En yağışlı ay Aralık, en kurak aylar ise Temmuz ve Ağustos aylarıdır. Kuzey Kıbrıs’ta deniz suyu sıcaklığı ortalama 21 derecedir. Temmuz ve Ağustos aylarında bu durum 28 derece olur.

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Ekonomisi

Girne Limanı

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti uluslararası camiada tanınmamasından dolayı ekonomik olarak Türkiye’den yardım almaktadır. Tedavüldeki para birimi Türk lirası’dır. KKTC’nin neredeyse tüm ithalat ve ihracatı Türkiye üzerinden gerçekleştirilir.

KKTC’nin 2010 yılı Gayri safi millî hasılası (GSMH) 5567.1 milyon TL’dir (3686 milyon dolar). Ülkenin 2010 yılı itibarı ile bütçesi 2.66 milyar TL olup bunun %32.6’sını Türkiye’den gelen ekonomik yardımlar oluşturmaktadır. Bu yardımların 2010 itibarı ile toplam miktarı 867,062,467 TL’dir. İşsizlik oranı 2009 yılı itibarı ile %12.40’tır. 2009 yılında 71.1 milyon Amerikan doları ihracata karşılık 1326.2 milyon dolar ithalat yapılmıştır.

2011 itibarıyla yılda yaklaşık 400 milyon dolar turizmden, 400 milyon dolar da eğitim sektöründen elde edilmektedir.

İletişim ve ulaşım

Kıbrıs Türk Hava Yolları Boeing 737-800

Uluslararası telefon kodu olan +90 392’dir. İnternet alan adı .ct.tr’dir. Dünya Posta Birliği Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni müstakil bir devlet olarak tanımadığından postalarda "Mersin 10 Turkey" posta kodu ile gönderilir.

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne Türkiye hariç direkt uçak seferi düzenlenmemekte, Ercan Uluslararası Havalimanı ve Geçitkale Havaalanı sadece Türkiye tarafından yasal havaalanı olarak tanınmaktadır.

1974 yılında Kıbrıs Cumhuriyeti, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin limanlarının, tüm dünya gemilerine kapatıldığını ilan etmiştir. Türkiye bu ilanı tanımamış ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti limanlarını serbest ulaşıma açmıştır.

Havaalanları ve limanlar

  • Ercan Uluslararası Havalimanı (Lefkoşa – Ana Havaalanı)
  • Geçitkale Havaalanı (Gazimağusa)
  • Pınarbaşı Havaalanı (Girne)
  • Girne Limanı (Girne)
  • Gazimağusa Limanı (Gazimağusa)
Ordu

Cumhuriyet Bayramı geçit töreni

KKTC’nin Güvenlik Kuvvetleri Komutanlığı (G.K.K.) adında tümen seviyesinde bir askeri birliği vardır. G.K.K.’nda 18 ile 40 yaşları arasında zorunlu askerliğe alınmış 4000 kadar personel bulunmaktadır. Bunun yanında Türk Silahlı Kuvvetleri’nin 11. Kolordu’su Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri Komutanlığı (K.T.B.K.) yerleşmiş durumdadır.

KKTC Güvenlik Kuvvetleri Komutanlığı, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni karadan denizden ve havadan gelebilecek her türlü saldırıya karşı korumakla görevli olan askerî kuvvet. KKTC Polis Örgütü ve KKTC Sahil Güvenlik Komutanlığı’da Güvenlik Kuvvetleri Komutanlığına bağlıdır.

Tümen seviyesinde olup bir ordu değildir. Askeri birlikler yanında KKTC Polis Örgütünüde bünyesinde bulundurur. Bağımsız bir teşkilat olmayıp Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri (KTBK) emir komuta zincirine bağlıdır.

Komuta kademesindeki bazı istisnalar dışında tüm personeli KKTC vatandaşıdır ve KKTC Askerlik Yasası uyarınca birliğe dahil edilirler. G.K.K. personeline Türk Silahlı Kuvvetleri’nden farklı olarak Mehmetçik değil, Mücahit denir.

Demografi

Lefkoşa

1745-1814 döneminde, Müslüman Türk Kıbrıslılar, Kıbrıs adasında Hristiyan Rum Kıbrıslılara karşı çoğunluğu oluşturmaktaydı (bu dönemde, Türk Kıbrıslıların sayısı ada nüfusunun %75’ine kadar çıktı) (Drummond, 1745: 150.000’e 50.000; Kyprianos, 1777: 47.000’e 37.000; De Vezin, 1788-1792: 60.000’e 20.000; John M. Kinneir 1814: 35.000’e 35,000)

Nüfusu 2013 genel nüfus sayımına göre 286.257 olup yerli Kıbrıs Türkleri ve Türkiye’den gelen göçmenler olmak üzere iki esas zümreden oluşur. Bu zümreler dışında Türkiye’den ve kısmen diğer ülkelerden işçi statüsünde çalışmak üzere gelenler yaşamaktadır. Az sayıda Rum ve Maruni (Kıbrıs ağzında Maronit) doğuda Dipkarpaz, köyünde, kuzeyde Koruçam (Kormacit) ve Karpaşa köylerinde yaşamaktadır. Adadaki Latin kökenli Müslümanlara "Linobamvaki" denir.

Kıbrıs Türkleri’nin bir kısmı 1955 yılından itibaren siyasi ve ekonomik sebeplerle ülke dışına göç etmişlerdir. Özellikle Birleşik Krallık, Avustralya ve Türkiye Kıbrıs’tan büyük oranda göç almıştır. Ülkeye uygulanan ekonomik ambargolar nedeniyle üçüncü ülkelere yapılan ticarette büyük zorluklar çekilmesi ülke dışına yapılan göçlerin zaman içerisinde devamlılık kazanmasına yol açmıştır.

Yaz döneminde Türkiye ve diğer ülkelerden gelen turistler günlük nüfusun artmasına yol açmaktadır.

Dil

Resmî dili Türkçedir. Bununla beraber halkın konuştuğu dil Türkiye Türkçesinin Kıbrıs ağzıdır. Yazı dilinde 1940’lardan itibaren Latin harfleri kullanılmaktadır. Kıbrıs ağzında Türkiye Türkçesinde kullanılmayan veya farklı anlam taşıyan bazı kelimeler bulunmaktadır.

Kıbrıs Türkçesi – Kıbrıs ağzı
Kıbrıs Türkçesi veya Kıbrıs ağzı, Kıbrıs’ta, daha ziyade yerli Kıbrıs Türklerinin konuştuğu, Türkiye Türkçesi ağzıdır. Türkiye’nin Taşeli yöresi ağzıyla (Alanya – Anamur – Aydıncık) benzerlik gösterir.

Kıbrıs Türkçesi, bir yazı dili değildir. Bu ağız bölgesinin konuşurları olan Kıbrıs Türkleri, Türkiye Türkçesi yazı dilini, her türlü yazışmada standart dil olarak kullanırlar. Bir ağız olarak sistematik yapısı olmadığı için kişiden kişiye ve bölgeden bölgeye değişiklikler gösterebilmektedir. Bu durum, ağız olması ile ilgilidir. Örneğin Baf yöresi, Karpaz yöresi gibi bölgesel söyleyişlerde farklılıklar olabilmektedir.

Dilbilgisi yapısında ve kelimelerin telaffuzunda sanıldığı gibi İngilizceden değil, Rumcadan etkilendiği belirgin olarak görülmektedir. Birçok Türkiye Türkçesi ağzında olduğu gibi, Kıbrıs ağızlarında da uzun sesler taşıyan Arapça kökenli sözlerdeki bu sesler kısa olarak telaffuz edilir.

Kıbrıs ağızlarıyla ilgili ilk bilimsel çalışma Hasan Eren’in 1963 yılındaki bildirisidir.Eren 1959 yılında adada yapmış olduğu üç aylık bir araştırma gezisi sırasında bazı köylerden derlediği malzeme yardımıyla Kıbrıs ağzının kökeni meselesini ele almıştır. Eren’in görüşüne göre Kıbrıs ağzının oluşumunda önce Konya ve yöresi, sonra da Antalya, İçel, Alanya gibi yerlerden yapılan göçler rol oynamıştır. Bu durum, adanın fethinden sonra Kıbrıs’a gönderilen Türk nüfus hakkındaki tarihi belgelerle de örtüşür.

Din

Lefkoşa Selimiye Camii, eski Ayasofya Katedrali, Osmanlı yönetimi sırasında camiye çevrildi.

Çeşitli kaynaklarda Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ndeki Müslüman nüfus oranının %98,71 ile %99 oranında yer aldığı belirtilmektedir. %0,5 oranındaki halkın Ortodoks Hristiyan, %0,2 oranında halkın Maruni Hristiyan, geriye kalanların ise diğer dini inançlarının bulunduğu belirtilmiştir.

Müslüman nüfus geleneğe bağlı olarak Sünni inancın Hanefi mezhebine bağlıdır. Din İşleri Dairesi Müslümanların dinî ihtiyaçlarına cevap vermeye çalışmaktadır. Din hizmeti veren personelin bir kısmı Türkiye’den sağlanmaktadır. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde bir Alevi azınlığı bulunmaktadır.

Nüfusunun çok az kısmını oluşturan Ortodoks Rumlar ve Katolik Maruniler de bulunmaktadır.

Frenk (1192-1489) ve Venedikler (1489-1571) Rum Ortodoks Kilisesinin dinsel özgürlüğünü ortadan kaldırıp yerine Latin kilisesinin kurallarını uyguladılar. Osmanlılar, adada varolan tüm dinlere karşı saygı ve hoşgörü göstermiştir.Birçok Rum Ortodoks Kilisesi Frenk ve Venedik döneminde yıkılmaya yüz tutmuştu. Osmanlı yetkilileri bunların kullanım için tamirine ve düzeltilmesine yardımcı oldu. Rum Ortodoks Kilisesine ayrıca dinî binalara ek olarak toprak ve bağımsızlığını sürdürebileceği tam bir özgürlük verildi.

Eğitim

Girne Amerikan Üniversitesi

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti eğitim sistemi genel olarak üç bölüm olarak değerlendirilir; bunlar temel eğitim, orta eğitim ve yüksek öğretimdir. Ülkede 5 yaşından 15 yaşına kadar süren zorunlu temel eğitim, ücretsizdir. Temel eğitim anaokulu, ilkokul ve ortaokul eğitimini kapsamaktadır. 5 yaş öncesi okul öncesi eğitim ise temel eğitime dahil olmasına rağmen zorunlu değildir.

Zorunlu temel eğitimi orta öğretim dönemi takip eder. Bu dönem zorunlu olmayıp süresi değişebilmektedir. Lise, lise kolej, meslek lisesi, fen lisesi ve pratik sanat okulunda eğitim üç yıldır. Güzel sanatlar lisesi, anadolu lisesi, teknik lise ve turizm otelcilik okullarında eğitim dört yıllıktır.

Orta eğitimden sonra yüksek öğrenim dönemi gelmektedir. Bu dönemde ise önlisans, lisans, lisansüstü ve doktora eğitimi verilir. 18 veya 19 yaşında orta eğitimi bitiren öğrenciler, isteğe bağlı olarak yüksek öğrenime devam edebilirler.

Ülkede 2017-2018 öğretim yılı itibarı ile ilkokul ve ortaokul düzeyinde okullaşma oranı %100, lise düzeyinde okullaşma oranı %65’tir.

Basın

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde basın özgürlüğü, Anayasa’nın 26. maddesince[ garanti altına alınmıştır. Bu maddeye göre basın ve duyuru hakkı tüm vatandaşlar için serbesttir ve sansür uygulanamaz.

Bayrak Radyo Televizyon Kurumu (BRT) kamu yayıncılığı yapmakta olup Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin ilk televizyon kanalıdır. BRT 1 ve BRT 2 adında iki televizyon kanalının yanında beş adet de radyo ile kamusal yayıncılık yapmaktadır. Türk Ajansı Kıbrıs (TAK) bir devlet kurumu olarak haber ajansı faaliyeti yürütmektedir. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde altısı yerli üçü yabancı toplam dokuz haber ajansı, on üç günlük gazete, dört haftalık dergi, dört aylık dergi, altı televizyon kanalı ve yirmi bir radyo kanalı faaliyetlerine devam etmektedir. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde TRT de izlenebilmektedir.

Turizm

Salamis Tiyatrosu

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin en büyük gelirlerinden biri olan turizmin ülkede büyük bir yeri vardır. Ülke iklimi tüm yıl boyunca tatil için olanaklar sağlar. Yağışlar Aralık ve Ocak aylarında yoğunlaşıp ortalama deniz sıcaklığı altı ayı aşkın bir süre 20 °C dir. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti bahar aylarında saran yabani çiçekleriyle ve havayı dolduran portakal, limon ve greyfurt çiçeği kokularıyla ünlüdür.

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti sahilleri yüzmek için Akdeniz’in elverişli ve güvenli, mekânlarındandır. Çoğu tatil tesislerinin modern yüzme havuzları yanında, doğu Akdeniz’in serin suları için güzel sahilleri bulunur.

Adanın iç kesiminde, Beşparmak Dağları güneyinde, geniş Mesarya ovası, Ercan Havalimanı ve ülkenin başkenti Lefkoşa bulunmaktadır. Lefkoşa şehrinin tarihi merkezi etrafı 5.5 km uzunluğunda şehir duvarı ile çevrilidir ve bu duvar hâlâ sağlamdır. Girişteki kapı Osmanlılar tarafından yapılmıştır. Doğu sahili boyunca tarihî, gelişmiş Gazimağusa kenti ve onun yanında Salamis antik kenti yer alır. Adanın en büyük yarımadası olan Karpaz yarımadası yeşil kaplumbağaların yumurtlama mekânıdır. Burada özel alanlar vardır ve giriş çıkış yasaktır.

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde gezilecek yerler arasında Lefkoşa, Venedik Sütunu, Girne Kapısı, Selimiye Cami, Yeşil Hat, Girne Eski Liman, Girne Kalesi, Bellapais Manastırı, St. Hilarion Kalesi, Gazimağusa şehri ve tarihi Gazimağusa Limanı, St. Barnabas Manastırı, Kertikli Hamamı, Namık Kemal Müzesi, Salamis Harabeleri, Othello Kalesi, Lala Mustafa Paşa Camii, Karpaz yer alır.

Egzotik Kıbrıs mutfağı, kendi tarihî ve deniz kültürünü yansıtması yanında, doğu ve batı kültürünün de ortak bir sentezidir.

Ülkede 2009 yılı itibarı ile 119 turistik konaklama tesisi, 15 diğer konaklama tesisi, 144 turizm ve seyahat acentesi, 25 casino ve 250 turistik restoran bulunmaktadır. Ülkedeki rehber sayısı 1192’dir. Toplam 9224 kişi turizm sektöründe çalışmaktadır.

Müzik

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde zamanla birçok müzik grubu ve sanatçı yetişmiştir. Bunlar genelde klasik müzik, opera, pop, Türk sanat müziği, Türk halk müziği, rap gibi müzik türlerini icra ederler.

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ve Türkiye’de faaliyet gösteren birçok Kıbrıslı Türk sanatçı vardır. Bunlardan önde gelenleri şunlardır: Rüya Taner, Ziynet Sali, Işın Karaca, Babutsa, Koray Çapanoğlu, Kıbrıs Müzik Yolcuları, Grup SOS, Fikri Karayel, Buray Hoşsöz.

Spor

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, kendisine uygulanan ambargolar yüzünden spor alanında uluslararası organizasyonlara üye olamamaktadır. Ülkede kurulmuş olan Millî Olimpiyat Komitesi, Uluslararası Olimpiyat Komitesi tarafından tanınmamaktadır. Başta futbol olmak üzere tüm dallarda KKTC takımlarının uluslararası arenada mücadele etmesi Kıbrıs Cumhuriyeti hükümeti tarafından engellenmektedir. Bazı Kıbrıs Türk sporcular bu nedenle Türkiye ve Rum takımlarında forma giymektedir. Kıbrıs Türk Futbol Federasyonu, NF-Board’un kurucu üyelerindendir.

Kuzey Kıbrıs mutfağı

Şeftali kebabı, Kıbrıs'a özgü bir yemektir. Koyun veya keçinin gömlek de denilen yağlı iç zarının kıyma, soğan ve maydanoz ile doldurulup, dolma biçiminde sarılmak suretiyle, şişte veya ızgarada pişirilmesi şeklinde yapılır

Tarih boyunca pek çok kültürün etkisi altında kalan Kuzey Kıbrıs’ın mutfağı da bu kültürlerden etkilenmiştir. Ayrıca Türk mutfağı ve Kıbrıs Rum mutfağı ile benzerlikler göstermektedir. Şeftali kebabı ve pilavuna gibi yemekler, keçi peyniri hellim kızartması, reçeller ve meyve şekerlemesi olarak adlandırılabilecek macunları ünlüdür.

En ünlü meze çeşitlerinin başında cacık, humus, fava, turşu, salata, zeytin çeşitleri (çakıstes) ve hellim peyniri gelir. Kıbrıs kökenli hellim peyniri, genelde ızgarada ya da yağsız tavada kızartılarak tüketilir. Ayrıca önemli bir ihraç ürünüdür.

Bir başka Kıbrıs spesiyalitesi de molehiyadır. Sadece Kıbrıs’ta ve Nil kıyılarında yetişen, nane kokusunda, reyhan otu görüntüsünde ve biraz da bamya tadındaki bu ot, kuzu eti ya da tavuk ile sulu bir yemek olarak hazırlanır.

İlginç bir başka sebze de, Kıbrıs’ın dışında bilinmeyen kolokastır.

Geleneksel bir kış yemeği olan kolokas, patates türünde bir bitkidir, patatesten daha tatlıdır ve görüntüsü kerevize benzer. Bu bitkinin kökü gelişir ve kolokası oluşturur. Kolokas, bol limon ve kereviz sapıyla pişirilir.

Kıbrıs’a özgü bir güveç türü olan Küp Kebap, kuzu etinin birçok sebzeyle birlikte bir toprak küpte kısmen yere gömülü olarak uzun süre pişirilmesiyle yapılır. Bu nedenle kuyu kebabı olarak da anılır.

Lalangi, Kıbrıs’ın bir başka geleneksel yemeği. Sıcak ya da soğuk yenebilen yemek, tavşan suyunda hazırlanmış mayalı hamurun içine konulan tavşan etinden oluşur.

Nor böreği de Kıbrıs’ta çok sevilen bir yiyecektir. Aslında bir tür tatlı olan nor böreği, nor peyniri, çiçek suyu denilen ve portakal yağından yapılan çiçek kokulu hoş bir sıvı ve şekerle karıştırıldıktan sonra hamurdan koparılan küçük parçalar arasına konulup yağda kızartılarak hazırlanır.

Kıbrıs’ta ayrıca pek çok meyveden macun yapılmaktadır. Bunlar arasında Kabak Macunu, Karpuz Macunu, Ceviz Macunu, Patlıcan Macunu, Hurma Macunu ve Turunç Macunu öne çıkar.

Kuzey Kıbrıs’ta Bulunan Türkiye Dış Temsicilikleri

Lefkoşa Büyükelçiliği
Posta adresi: Bedrettin Demirel Caddesi, Lefkoşa Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti
Telefon: +90 (392) 600 3100 (10 hat)
Faks: +90 (392) 228 2209
lefkosa.konsolosluk@mfa.gov.tr

Görev Bölgesi: Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti

Beğen
Beğen Muhteşem Haha İnanılmaz Üzgün Kızgın

Kuveyt Devleti

Kuveyt

Başkent Kuveyt
Resmî diller Arapca
Yönetim Şekli YAnayasal Monarşi
Yüzölçümü 17.820 km²
Nüfus 2.692.526
Nüfus Yoğunluğu 151 kişi/km²
Para birimi Kuveyt Dinarı(KWD)
Zaman dilimi AST (UTC+3)- (UTC+3)
Telefon kodu +965
İnternet TLD .kw

Kuveyt ya da resmî adıyla Kuveyt Devleti (Arapça: دولة الكويت, Devletü’l-Kuveyt), Arap Yarımadası’nın kuzeydoğusunda, Basra Körfezi kıyısında yer alan ülkedir. Kuzeyde Irak ve güneyde Suudi Arabistan ile komşudur. Ülkenin ismi, Arapçada "su kenarındaki kale" anlamına gelen akwat kelimesinden gelmektedir. Yüzölçümü 17.818 km² olan ülkenin nüfusu 2010 tahminiyle yaklaşık 2,7 milyondur.

Bölgeye ilk yerleşimler MÖ 4. yüzyılda Antik Yunanlar tarafından yapıldı. MÖ 123 yılında Partların yönetimine girdi. 123’te ise Sasani İmparatorluğu tarafından ele geçirildi ve Hacer olarak anılmaya başlandı. 18. yüzyıl başlarında bölgeye Arap kabilelerin yerleşmesiyle Kuveyt Şeyhliği kurularak günümüzdeki Kuveyt’in temelleri atıldı. 19. yüzyılda, Arap Yarımadası’ndaki yerleşim yerleriyle birlikte Osmanlı İmparatorluğu yönetimine giren Kuveyt, 1899’da Britanya İmparatorluğu’yla yaptığı anlaşmayla, Britanyalıların güvencesi ve denetimi altında yarı bağımsızlık kazanıldı. 1930’ların sonlarına doğru ülkedeki zengin petrol yatakları keşfedilmeye başlandı.

1961’de Birleşik Krallık’tan ayrılarak tam bağımsızlık kazandı. Bu tarihten sonra ülkedeki petrol üretimi büyük bir artış gösterdi. 1990’da, sınır komşusu Irak tarafından işgal edildi. 7 ay süren işgal, ABD’nin başı çektiği koalisyon güçlerinin müdahalesiyle sonlandı. Irak güçleri Kuveyt’ten çekilirken, 773 kadar petrol kuyusunu yakarak büyük bir çevre felaketine sebep olurken, ülke ekonomisine de darbe indirmiş oldu. Savaşın ardından harap olan ülkede yeniden yapılanmaya gidildi.

Parlamenter monarşi ile yönetilen Kuveyt’in başkenti, ülkeyle aynı adı taşıyan Kuveyt’tir. Petrol rezervleri bakımından dünyada beşinci konumda bulunan ülkede ihracatın %95’ini oluşturan petrol, ülke gelirlerinin ise yaklaşık olarak %80’ini oluşturmaktadır. Gayrı safi yurt içi hasılaya göre dünyanın en zengin yedinci ülkesi olan Kuveyt, en yüksek İnsani Gelişme Endeksi’ne sahip 31. ülkedir. Kuveyt, Dünya Bankası tarafından yapılan sınıflandırmaya göre yüksek gelirli ülkelerden birisi konumundadır.

Bayrak

Kuveyt bayrağı 7 Eylül 1961 tarihinde tasarlanmış ve 24 Kasım 1961’de ilk kez göndere çekilmiştir. Eşit büyüklükte üç yatay şeritten oluşan bayrağın en üstünde yeşil, ortada beyaz, altta kırmızı şerit bulunur. Bayrağın uçkurunun olduğu tarafta siyah renkli köşeli bir bölüm vardır. Safie Al-Deen Al-Hali adlı Kuvetli bir şairin dizelerinde bayrağın sahip olduğu renkler şöyle açıklanır;

Beyaz yaptıklarımız Siyah savaşlarımız Yeşil topraklarımız Kırmızı klıçlarımız
Bayrağı asım kuralları;

  • Yatay olarak = Yeşil şerit üste gelecek biçimde asılmalıdır.
  • Dikey olarak = Yeşil şerit bayrağın sağında kalmalıdır.
Arma

Kuveyt Arması

Kuveyt arması, Kuveyt’in resmi armasıdır. Armanın üstünde (Arapça:شعار الكويت‎) Kuveyt yazmaktadır. Deniz üstündeki taşıt Dhov adlı geleneksel Arap yelkenlisi olup armada bir de kartal ve göğsünde Kuveyt bayrağı resmedilmiştir.

Tarihçe

MÖ 4. yüzyılda, Kuveyt açıklarında bulunan ve Failaka olarak bilinen adada koloniler kuran Antik Yunanlar, buraya "Ikaros" adını verdi. MÖ 123 yılında bölge, Partlar’ın kontrolüne girdi. MS 224’te Sasaniler tarafından ele geçirildi ve Hacer olarak anılmaya başlandı. 7. yüzyıla gelindiğinde ise günümüzdeki Kuveyt’in de dahil olduğu topraklar, Arap Yarımadası’nın tamamıyla birlikte Dört Halife döneminde fethedildi.

17. yüzyılda bölgede sürekli yerleşim yapan ilk insanlar olan Arap Bani Halit kabilesi, 1756’da emirlik kurarak günümüz Kuveyt’inin temellerini attı. 1756’da halk tarafından seçilen Sabah I Bin Cabir, ülkenin ilk emiri oldu. Kuveyt’in şu anki hanedanı El-Sabah’ın soyu da I. Sabah’a kadar dayanmaktadır. El-Sabah’ın yönetiminde Kuveyt, önemli bir ticaret merkezi oldu. Özellikle inci ticaretinde büyük gelişmeler gösteren Kuveyt, günümüzde petrolün de etkisiyle bölgenin büyük ekonomilerinden biri olup; Hindistan, Afrika Boynuzu, Necd, Mezopotamya ve Levant arasındaki ticaret ağının bir parçası konumundadır.

19. yüzyıllarının sonlarında Arap Yarımadası’nın büyük bir kısmı ile birlikte Osmanlı İmparatorluğu’nun kontrolüne girdi. Kuveyt, Osmanlılar döneminde El-Sabah hanedanlığının yönetiminde özerklik elde etti.

Osmanlı’ya bağlı emirlik üzerindeki Birleşik Krallık etkisi, 19. yüzyılın başlarından itibaren artış gösterdi. Ocak 1899’da Kuveyt, Birleşik Krallık ile imzaladığı anlaşma gereğince, dış ilişkilerin kontrolü Britanyalıların elinde olacak, karşılığında ise her yıl belli bir miktar para alacaktı. Böyle bir anlaşma yapılmasının asıl sebebi ise Berlin ile Bağdat arasında yapılması planlanan demiryolunun, Alman İmparatorluğu’nun Basra Körfezi üzerinde güç sahibi olmasından Britanya’nın duyduğu rahatsızlıktı. 1913’te Birleşik Krallık ile Osmanlı İmparatorluğu arasında imzalanan anlaşmayla Kuveyt emiri Mübarek el-Sabah, Kuveyt şehrinde oluşturulan özerk yönetimin yöneticisi olarak her iki devlet tarafından da tanındı. 1914’te I. Dünya Savaşı’nın çıkmasıyla Britanyalılar anlaşmayı iptal ederek Kuveyt topraklarının Britanya İmparatorluğu himayesine girdiğini duyurdu. 1922’deki El Akir Konferansı’yla birlikte Kuveyt ile Suudi Arabistan arasındaki sınırlar belirlendi ve her iki ülke arasında yaklaşık 5.770 km²’lik tarafsız bölge oluşturuldu.

Çöl Kalkanı Operasyonu sırasında bir Kuveyt M-84 tankı.

Körfez Savaşı esnasında ,Kuveyt'teki yanan petrol sahasının üzerinde uçan ABD Hava Kuvvetleri uçakları (F-16, F-15C ve F-15E)

1934’te, BP ve Gulf Oil petrol şirketleri; Kuveyt Petrol Şirketi adı altında birleşerek bölgedeki petrol arama ve işletme haklarını ellerinde aldı. İlk petrolü 1938’de bulan şirket, işletimine 1946’da başladı.

Abdullah III Al-Salim Al-Sabah tarafından yönetilen Kuveyt, 19 Haziran 1961’de Birleşik Krallık’tan bağımsızlığını kazandı. Hindistan Merkez Bankası tarafından basılan Körfez rupisi, Kuveyt dinarının yerine kullanılmaya başlandı. 20 Temmuz 1961’de Arap Birliği üyesi olması ve geniş petrol yataklarının keşfiyle birlikte birçok yabancı girişimci ülkeye yerleşti ve ülke ekonomisi büyük bir yükselişin içine girdi. Petrol endüstrisindeki büyüme sayesinde Arap Yarımadası’nın en zengin ülkelerinden biri konumuna gelen Kuveyt, Basra Körfezi’nde en çok petrol ithalatı yapan ülke oldu. Ekonomideki bu büyümenin ardından, başta Mısır ve Hindistan olmak üzere çeşitli ülkelerden birçok işçi, çalışmak için Kuveyt’e akın etti.

Tarafsız bölgedeki petrol hakları konusunda Suudi Arabistan ile anlaşmazlıklar yaşansa da bölgedeki tüm petroller eşit olarak paylaşılarak sorun çözüldü. Sınırlar konusunda tartışmalar yaşanmasına karşın Ekim 1963’te Irak, Kuveyt’i ve sınırlarını resmî olarak tanıdı.

1967’de patlak veren Altı Gün Savaşı’nın başlamasından bir gün sonra, 6 Haziran 1967’de, Arap devletleri ortaklaşa uyguladığı politika gereğince İsrail’e destek veren devletlere yaptığı petrol ithalatını durdurdu. Uygulanan bu ambargo, 1 Eylül’de, Hartum Önergesi’nin yayımlanmasıyla kaldırıldı.

1973 Arap-İsrail Savaşı’nda ABD’nin İsrail’e destek vermesi üzerine Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü üyesi devletlerle birlikte, İsrail’e destek veren ülkelere karşı 15 Ekim 1973’ten başlayarak ikinci kez petrol ambargosu koydu. Bununla beraber OPEC üyesi ülkelerle birlikte dünya petrol fiyatlarını yükselterek ülkeye giren kaynakların arttırılmasına karar verildi. Ambargoyla birlikte dünya ekonomisinde büyük bir kriz yaşandı. Birkaç ay sonra, 17 Mart 1974’te Washington’da yapılan petrol zirvesiyle ambargo kaldırıldı. 1970’lerde kamulaştırılmaya başlanan Kuveyt Petrol Şirketi’ndeki hükûmet iştiraki 1974’te %60’a çıkarılırken, kalan %40’lık kesim BP ve Gulf Oil arasında eşit olarak paylaştırıldı.

1982’de, Souk Al-Manakh borsasının çöküşünün ardından ülkede ekonomik kriz yaşandı ve petrol fiyatlarında artış görüldü. Fakat kriz kısa sürede aşıldı ve Kuveyt’teki petrol üretimi gittikçe artarak, İran-Irak Savaşı sebebiyle İran ile Irak’ta düşen petrol üretiminden kaynaklanan boşluğun doldurulması sağlandı. 1980’de başlayan savaşta önceleri tarafsız kalan Kuveyt, sonraları maddi yönden Irak’ı destekledi. Bunun yanında Irak’a gönderilen savaş malzemelerinin de kendi üzerinden geçmesine olanak sağladı. 1983’te, ülkede seri halinde yaşanan altı bombalı saldırı sonucunda beş kişi hayatını kaybetti. Saldırıyı üstlenen Şii Dava Partisi, İran ile yaşanan savaş sırasında Kuveyt’in Irak’a verdiği destekten dolayı saldırıyı gerçekleştirdiğini açıkladı. Eylül 1987’de İran, Kuveyt’e İpekböceği füzeleri ile saldırılar düzenledi. 5 Nisan 1988’de, Bangkok’dan Kuveyt’e sefer yapan ve Kuveyt Kraliyet Ailesi’nin üç üyesinin de aralarında bulunduğu 112 yolculu, 422 sefer sayılı Kuveyt Havayolları’na ait Boeing 747 tipi uçak, bir grup Lübnanlı tarafından kaçırıldı. Silahlı ve el bombalı teröristler pilotu, İran’ın Meşhed şehrine iniş yapması için zorlarken, aynı zamanda Kuveyt’te tutulan 17 Şii gerillanın serbest bırakılmasını talep ettiler. Meşhed’e inildikten sonra Ürdünlü bir yolcuyu serbest bırakan teröristler, Sırasıyla Larnaka ve Cezayir’e iniş yapan hava korsanları iki Kuveytli yolcuyu da öldürdü. Kuveyt’in 17 esiri serbest bırakmayacağını açıklamasının ardından teröristlerin Cezayir’i terketmelerine izin verildi ve 16 gün süren eylem sona erdi.

Savaşta, sekiz yıl boyunca maddi yönden Irak’ı destekleyen Kuveyt, savaşın sona ermesiyle birlikte Irak’ın 65 milyon $’lık borcunun silinmesi yönündeki teklifini reddetti. Kuveyt’in petrol fiyatlarını %40 oranında arttırmasıyla birlikte her iki ülke arasında ekonomik bir savaş başlamış oldu. Irak’ın; Kuveyt’in eğimli sondaj yaparak kendisine ait Rumeyla petrol sahasından petrol çıkardığı iddiasıyla iki ülke arasındaki tansiyon daha da yükseldi.

2 Ağustos 1990’da, Irak kuvvetleri Kuveyt’i işgal ederek kendi topraklarına kattı. Irak Devlet Başkanı Saddam Hüseyin, emir Cabir Al-Sabah’ı görevden alarak Ali Hasan el Mecid’i Kuveyt valisi olarak atadı. Irak işgali sırasında, yaklaşık 1.000 Kuveytli sivil öldürülürken 300.000’den fazla kişi ülkeyi terketti. Diplomatik görüşmelerin sonuç vermemesi sonunda, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi tarafından ABD’nin başı çektiği 34 ülkeden meydana gelen koalisyon güçleri oluşturuldu. Koalisyon güçleri; 17 Ocak 1991’de, Irak kuvvetlerini Kuveyt topraklarından çıkarmak amacıyla düzenledikleri Çöl Fırtınası Operasyonu ile Körfez Savaşı’na dahil oldu. 6 hafta sonra, 26 Şubat 1991’de, koalisyon güçleri başarıya ulaştı ve Irak güçlerinin ülkeden çekilmesiyle birlikte emir, yetkilerine yeniden kavuştu. Sonrasında ise Kuveyt, koalisyon güçlerine hizmetleri karşılığında 17 milyar $ ödeme yaptı.

Irak kuvvetleri Kuveyt’ten çekilirken 737 petrol kuyusuna zarar verip, bunların 600 kadarını ateşe verdi. Irak işgalinin ardından yapılan tahminler sonucu yaklaşık 5-6 milyon galon (950.000 m³) petrolün yandığı belirlendi.

Petrol ve kurum tabakası Basra Körfezi’nin tamamını etkiledi ve 25 ila 50 milyon galon (7.900.000 m³) petrolden meydana gelen "petrol gölleri" oluştu. Bu petrol tabakası, ülke yüzölçümünün %5’lik kısmını kapladı. Toplamda 11 milyon galon (1.700.000 m³) petrol Basra Körfezi’ne dökülürken, Kuveyt’in ham petrol rezervinin %2’lik kısmına tekabül eden 96 milyon galon (1.53×1010 m³) petrol yakıldı. Yangınları söndürmek dokuz aydan uzun bir süre alırken, hükûmetin harcadığı 50 milyar $ sayesinde kuyuların tamiratı ve altyapı düzenlemeleri 2 yıl gibi bir sürede eski haline getirilebildi. Körfez Savaşı’nın ardından Kuveyt, sosyo-ekonomik, çevresel ve halk sağlığı açısından büyük bir gelişim gösterdi.

Siyaset

Kuveyt Basra Körfezi ülkeleri içinde en eski seçilmiş meclise ev sahipliği yapmaktadır. Devletin başı Emir’dir. Emir başbakanı atar ki, başbakan da genellikle kraliyet ailesine mensuptur. Bakanlar Kurulu, hükümet işlerini yürütür ve bakanların sayısı meclis üyelerinin sayısının 1/3’ünden fazla olamaz. Meclis başbakanı veya kabinedeki bakanları görevden alma yetkisine sahiptir. Anayasaya göre yeni bir veliahtın tahta çıkması için meclis tarafından onaylanması gerekmektedir. Meclis 50 üyelidir ve 4 yılda bir yenilenir. Son reformlarla birlikte kadınlar da oy kullanma hakkına sahip olmuş ve seçmen sayısı 139.000’den 339.000’e çıkmıştır. Yakın bir zamanda Başbakan Şeyh Sabah el-Ahmet el-Sabah kabinede bir kadın bakanın yer alacağını duyurmuştur.

11 Kasım 1962’de kabul edilen ve günümüzde de yürürlükte olan anayasayla birlikte emirin yetkileri kısıtlandı. Dört yıllığına seçilen 50 üyeden meydana gelen bir meclis oluşturuldu ve hükûmetin yalnız aile üyelerinden oluşmasının önüne geçildi. Ocak 1965’te yeni hükûmet seçim yerine veliaht prens tarafından kuruldu. Abdullah III Al-Salim Al-Sabah’ın 24 Kasım 1965’teki ölümü üzerine ülke yönetimi, kardeşi Sabah III Al-Salim Al-Sabah’a geçti. Al-Sabah, başbakanlık görevini Cabir III Al-Ahmet Al-Cabir Al-Sabah’a bıraktı.

29 Ağustos 1976’da emir Al-Salim Al-Sabah tarafından meclis dağıtılarak basın üzerinde sıkı bir denetim kuruldu. 31 Aralık 1977’de Al-Salim Al-Sabah’ın ölümü üzerine ülkenin yeni emiri Cabir III Al-Ahmet Al-Cabir Al-Sabah oldu. Yeni emir, veliaht prens Saad I Al-Abdullah Al-Salim Al-Sabah’ı, 8 Şubat 1978’de başbakan olarak atadı.

Ağustos 1980’de emir Cabir, yeni bir parlamento kurma çalışmalarına başladı. Yeni bir seçim yasası kabul edildi. 23 Şubat 1981’de yapılan seçimler, rejim yandaşlarının zaferiyle sonuçlandı.

Coğrafya

Kuveyt toprakları genelde düz veya hafif dalgalıdır. Bu monoton yapıyı tek tük tepeler veya hafif çukurluklar biraz değiştirir. Deniz seviyesinden itibaren yükseklik, güneyde 305 m’ye ulaşır. Jal az-Zawr arazi bloku, Kuveyt Körfezinin kuzeybatı kıyılarını meydana getirir ve deniz seviyesinden en fazla 145 m yüksekliktedir.Kıyı kesiminde geriye kalan arazi, büyük, tuzlu bataklıklarla kaplıdır. Kuveyt’in kuzey, batı ve merkez bölgelerinde “playas” denen çöl havzaları vardır. Bunlar kış yağmurlarıyla dolar. Böylece Bedevilerin önemli su kaynaklarını meydana getirirler.

Arap Yarımadası’nın kuzey doğusunda yer alan Kuveyt, dünyadaki en küçük kıta ülkeleri arasındadır. Engebesiz bir yapı gösteren ülke topraklarının çoğunı Arap Çölü kaplamaktadır. Ülkenin en yüksek noktası ile ortalama yüksekliği arasında 306 m gibi küçük bir fark bulunmaktadır. Dokuz adaya sahip olan Kuveyt’te, Failaka Adası dışındaki adalarda yerleşim yapılmazken, kapladığı 860 km² alanla Bubiyan, ülkedeki en büyük ada konumunda olup anakaraya 2.380 m. uzunluğundaki bir köprüyle bağlanmaktadır. Topraklarının çoğu tarıma elverişli olan ülkenin 449 km uzunluğundaki kıyı şeridi boyunca yer yer yeşil arazilere rastlanmaktadır.

İçerdiği petrol sahaları bakımından dünyanın en zengin ülkelerinden biri olan Kuveyt’teki Burgan sahasında ülkede çıkarılan toplam petrolün 70 milyon galonluk (1,1×1010 m³) kısmı elde edilmektedir. 1991’deki Kuveyt petrol yangınları sırasında ülke genelinde 500’ün üzerinde petrol gölü oluşmuş ve yaklaşık 35,7 km² alana yayıldı. Meydana gelen kirlilik yüzünden ülkenin doğu ve güneydoğu kısımlar yaşanamaz hale geldi. Körfez Savaşı sonucunda oluşan petrol sızıntıları ülkenin deniz kaynaklarını da şiddetli biçimde etkiledi.

Din ve İnanç

Kuveyt’ın yüzde 99’luk büyük çoğunluğu Müslümandır. Sünniliğin yaygın olduğu Müslüman nüfus içinde Şiilik farklı İslami mezhepler de anlayışla karşılanmaktadır.

İklim

Mart’ta başlayan ilkbahar, nadir olarak gerçekleşen sağanak yağışlara rağmen ılık geçmektedir. Kuzeybatıdan esen rüzgarlar sonbahar ve kış aylarında soğuk; ilkbahar ve yaz aylarında ise sıcak hava getirir. Güneydoğudan esen rüzgarlar genellikle sıcak ve nemli olup, Temmuz ile Ekim arasında etkisini gösterirken; aynı yönden esen sıcak ve kuru rüzgarlar ise ilkbahar ile yaz mevsiminin başlarında etkisini gösterir. Kuzeybatıdan esen ve şimal adı verilen rüzgarlar ise Haziran ve Temmuz aylarında etkili olup, kum fırtınalarına yol açmaktadır.

tb

Demografi

Kuveyt’te her 100 kadına 143 erkek düşer, 25-54 arasında bu oran 175’e kadar çıkar. Bu oranlar Katar, Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn’den sonra erkeklerin aleyhine olan dünyanın en yüksek dördüncü cinsiyet oranlarıdır.

Tabii Kaynaklar

Bitki örtüsü ve hayvanlar: Bitki örtüsünü son senelerde cadde başlarında ve parklarda yetiştirilen ve devamlı sulanan akasya ve hurma ağaçları ve Kuveyt şehrinin yeşil kuşağı hariç fundalık, küçük çalılık ve ilkbaharda çabuk gelip geçen otlar meydana getirir. Tuzlu bölge bitkileri kıyıdaki bataklıklar boyunca büyür. Yabani hayvan olarak çöl ceylanı ve faresine rastlanır.

Madenler: Ülkede petrol hariç, herhangi bir maden yoktur. Geniş bölgeleri kaplayan kumluklar ekonomik maksatlarla kullanılabilecek halde değildir.

Nüfus ve Sosyal Hayat

Ülke nüfusu 1.190.000’dir. Yerli halk Arap’tır. Yerli halkı, topyekun bir aile gibidir. Çalışmak için gelen yabancı işçi, teknisyen, işletmeciler, yerli halktan daha çoktur. İşgücünün % 80’ini yabancı işçiler meydana getirmektedirler. Bunlar Filistinliler, Suudi Arabistanlılar, Mısır, Irak, Hind ve Pakistanlılardır. Yabancılar, mülk sahibi olamadıkları gibi, siyasi hakları da yoktur.

Önemli şehirleri arasında Havalli, Salimiya yer alır. Başşehir Kuveyt, dünyanın en modern şehridir. Fakat 1991’de Irak’ın işgaliyle şehir büyük tahribat görmüştür. Petrolden sağlanan gelir yüzünden, ülkede hayat seviyesi çok yükselmiştir. Eğitim ve sağlık hizmetleri parasızdır.

Eğitimi: Kuveyt’te, son zamanda gelişen eğitim imkanlarından faydalanılmış, yetişkinlere sadece okuma yazma öğretilmekle kalmayıp, faydalı bir ihtisasın da kazandırıldığı eğitim ve öğretim merkezleri kurulmuştur.

Öğretim tamamıyla ücretsizdir. Öğrencilere, yemek, kitap, okul elbisesi, okula gidip gelmek için araç ve sıhhi bakım da karşılıksız olarak sağlanır. Devletin eğitim sistemi, anaokulu, ilkokul, ortaokul, lise ve üniversite olarak 5 seviyede düzenlenmiştir. Ülkede 1962’de kurulan bir üniversite ve bir teknik okul vardır. Halkın % 36’sı okuma yazma bilmemektedir.

Dini: Kuveyt halkının büyük bir çoğunluğu Müslümandır. Fakat bunun yanında Hindu ve Hıristiyanlar da vardır. Anayasayla tam bir inanç hürriyeti sağlanmıştır.

Dili: Halkın kullandığı dil ve resmi dil aynı olup, Arapçadır. Devlet okullarında ikinci temel lisan olarak İngilizce öğretilir. Hindu, Urdu ve Farisi dilleri de yaygındır.

Festivaller

Kuveyt Festivali

Müslüman bir ülke olan Kuveyt’te Kurban ve Ramazan Bayramları aynen ülkemizde kutlandığı coşkuyla kutlanmaktadır. Bunların dışında Kandiller ve Hz Muhammed’in doğum günü de kutlanan dini günler arasındadır.

Ulusal bağımsızlığın kazanıldığı 25 ve 26 Şubat da tıpkı milli bayramlarımız gibi kutlanmaktadır. Bunların dışında şubat ayında baharın gelişini Hala Şubat adlı etkinlikle kutlarlar. Haziran ayında Kuveyt Jazz Festivali başkentte gerçekleşir, aralık ayında ise ulusal kısa filmlerin sergilendiği bir film festivali düzenlenir.

Ekonomi

Kuveyt’in ekonomisine petrol hakimdir.

Tarım: Ülkede tatlı su kaynağının az olması yüzünden tarım gelişmemiştir. Toprakların ancak % 3’ü tarıma elverişlidir. Halkın % 2’si tarımla uğraşmaktadır. Devlet tarafından desteklenen hayvancılık, ancak küçük çiftliklerde yapılmaktadır. Koyun, keçi ve kümes hayvanları yetiştirilmektedir.

Balıkçılık: Petrol bulunmadan önce balıkçılık başta gelen ve gelişen bir sanayi kolu idi. Basra Körfezinde bol miktarda balık avlanır. Halkın beslenmesinde balık önemli bir yer tutar. Yakalanan karidesler, Avrupa ve Amerika’ya satılır.

Sanayi: Ülkede, petrol üretimi sanayie hakimdir. Kuveyt, ABD, Rusya Federasyonu ve Venezuella’dan sonra dördüncü en büyük petrol üreticisidir ve ihracatta Venezuela’dan sonra ikinci sırayı alır. Petrol rezervleri bakımından dünyada başta gelir. Sanayi tesislerinin büyük kısmını petrol rafineleri meydana getirir. Kuveyt’te yeni kurulan diğer sanayi dalları ise çimento, pil, elektrik kabloları, plastik tüpler, şekerleme, boya, sıvı, gaz ve tuğla sanayiidir. Bunların çoğu küçük çaptadır. Mevcut yol, liman, santral ve su tesislerinin bulunduğu ash-Shuaybah sanayi bölgesi inşa halindedir.

Deniz mahsulleri pazarlama fabrikaları, amonyak-üre fabrikaları, Petro-kimya tesisleri ve çimento fabrikaları gibi büyük kuruluşları da vardır. Irak’ın 1991 işgalinden sonra bütün sanayi kuruluşları harap oldu.

Ticaret: Elde edilen petrolün büyük kısmı dışarıya satılır. Dışarıdan en çok besin ürünleri ve su ithal eder. Ülkede su petrolden daha pahalıdır. Kuveyt dış ticaretini ABD, Japonya ve Batı Avrupa ülkeleri ile yapmaktadır.

Ulaşım: Ülke ulaşım bakımından düzenli bir karayolu şebekesine sahiptir. 3871 km’lik karayolunun tamamı asfalttır. Ülkede her beş kişiye bir otomobil düşmektedir. Demiryolu yoktur. Hava ulaşımı devlete bağlı Kuveyt Havayolları ile sağlanmaktadır. Deniz ulaşımı çok gelişmiş olup, büyük tonajlı tankerlerin yük alıp boşaltmak için yanaşacakları büyük limanlar vardır.

Mutfak

Kuveyt Mutfağı

Kuveyt mutfağı Arap, İran, Hint ve Akdeniz mutfaklarının birleşiminden oluşur. En popüler yemeklerinden olan “machboos”, basmati pirinciyle hazırlanır, et ya da tavukla servis edilir, baharatla zenginleştirilir. Deniz ürünleri özellikle de balık Kuveyt mutfağının önemli gir parçasıdır. Khubz adı verilen pideleri çok meşhurdur. Genelde mahyawa denilen balık sosuyla servis edilir.

Kuveyt’teki Türk Elçiliği

KUVEYT BÜYÜKELÇİLİĞİ

Adres: AL DAIYAH, EMBASSIES AREA PLOT NO: 16 YEMEN STREET KUWAIT POSTA ADRESİ: TURKISH EMBASSY, P.O.BOX: 20627, SAFAT 13067 KUWAIT

Telefon: 00 965 2253 1466 – 00 965 2253 1785 – 00 965 2256 4029

Faks: 00 965 2256 0653 – 00 965 2256 0403

embassy.kuwait@mfa.gov.tr
T.C. Dışişleri Bakanlığı Kuveyt Büyükelçiliği

Kuveyt

Kuveyt

.

Beğen
Beğen Muhteşem Haha İnanılmaz Üzgün Kızgın