Biyografi Nasreddin Hoca (1208-1284)

Nasreddin Hoca (1208-1284) Nasreddin Hoca (1208-1284)
Nasreddin Hoca (1208, Hortu - 1284, Akşehir), Anadolu Selçukluları döneminde Hortu ile Akşehir ve çevresinde yaşayan efsanevi kişi.

Çoğunlukla hazırcevap ve mizah anlayışını haiz bir bilge olarak aksettirildiği hikâyelerle tanınan Nasreddin Hoca'nın gerçekte yaşayıp yaşamadığına, yaşadıysa gerçek kişiliğinin ne olduğuna dair tartışmalar olmakla birlikte gerçek bir tarihî kişilik olduğuna dair bazı belgeler bulunmaktadır. Bu belgelerden edinilen bilgilere göre 1208 yılında Hortu köyünde doğan Nasreddin Hoca burada temel eğitimini aldıktan sonra Sivrihisar'da medresede eğitim görmüş ve babasının ölümü üzerine döndüğü memleketinde köy imamlığı görevini üstlenmiştir. Nasreddin Hoca, bir süre sonra dönemin tasavvufi düşünce merkezlerinden Akşehir'e göç ile Mahmûd-ı Hayrânî'nin dervişi olarak Mevlevîlik, Yesevîlik veya Rufâilik yoluna mensup olmuştur. Akşehir'de mülki görevler üstlenen ve aynı zamanda Akşehir çevresindeki yörelerde de kısa süreli bulunduğu düşülen Nasreddin Hoca 1284'te yine Akşehir'de ölerek günümüzdeki Nasreddin Hoca Türbesi'ne gömülmüştür. Nasreddin Hoca'nın adına anlatılar hikâyeler etrafında gelişen efsanevi kişiliği ölümüyle aynı yüzyıl içerisinde ortaya çıkmış olup Nasreddin Hoca adına addedilen yazılı anlatılar yüzyıllar içerisinde onlarla ifade edilen sayılardan binlere kadar çıkmıştır. Çoğunlukla hazırcevap bir bilgin olarak aksettirildiği hikâyelerin yanı sıra Nasreddin Hoca'nın mânâsız sözler söyleyen akıldan noksan birisi olarak sunulduğu farkı kişilik özellikleri barındıran hikâyeler de bulunmaktadır. Ermiş bir bilginden saçma sözler sarf eden bir deliye kadar birçok farklı kişilik özelliği bulunduran bu hikâye çeşitlenmesinin anonim anlatıların da zamanla Nasreddin Hoca adına bağlanmış olabileceği ihtimali ile açıklanmaktadır. Günümüzde bibliyografik bir değeri bulunan Nasreddin Hoca yazılı kültürünün bilinen en eski anlatısına 1480 yılında telif edilen Saltuknâme'de rastlanmakla birlikte Povest o Hoce Nasreddine serisi 1,5 milyon ile şimdiye dek en fazla satışı yapılan Nasreddin Hoca derlemesidir. Bu eserlerden derlenen fıkralar, içerdiği mesajlar, özellikleri ve mitolojik unsurlar gibi farklı bağlamlarda incelenmiş olup birçok ülkede eğitim-öğretimde de kullanılmaktadır.

Yeni doğan bebeğin bebek bağının türbesine gömülmesi, yeni evlilerin ilk olarak türbesini ziyaret etmesi gibi halk inanışlarında yer edinen Nasreddin Hoca'ya dair hikâyeler Türk halklarının yanı sıra Araplar, Bulgarlar, Çinliler, Farslar, Macarlar, Ruslar gibi farklı toplumlarda da yer edinmiş olup Naara Suoks, Jiyrenşe Şeşen gibi yerel kahramanlarının anlatıları ile iç içe geçmiş hâldedir. Geniş bir coğrafi alana yayılımına bağlı olarak sanat ve popüler kültür alanlarında Nasreddin Hoca'ya dair çokça eser verilmiştir. Bunların arasında 1775-1782 yılları arasında yazılan Nasreddin Hoca'nın Mansıbı bilinen ilk oyun, 1939'da gösterime giren Nastradin Hoca i Hitar Petar bilinen ilk filmdir. Ayrıca 1996 yılı UNESCO tarafından tüm dünyada Nasreddin Hoca Yılı olarak kutlanmış olup günümüzde Nasreddin Hoca adına şenlikler, yarışmalar ve bilimsel toplantılar düzenlenmektedir.

Gerçekten yaşayıp yaşamadığına dair görüşler​

Nasreddin Hoca'nın gerçekten yaşayıp yaşamadığı konusu halkbilimciler tarafından ele alınmakta ve farklı görüşler ortaya konulmaktadır. Alman oryantalistler Albert Wesselski ve Martin Hartmann gerçekte Nasreddin Hoca diye birinin yaşamadığını öne sürmüşlerdir. Fransız oryantalist René Basset, 10. yüzyılda ünü Arap dünyasında yayılmış olan Arap güldürü tiplemesi Cuhâ'nın zamanla Türkler arasında Hoca'ya dönüştüğünü öne sürmüş , Yugoslav Türkolog Fehim Bajraktarević de Basset'nin bu fikrini desteklemiştir. Azeri halkbilimci Hanefi Zeynallı da Nasreddin Hoca'nın tarihî bir kişilik olarak ele alınmasına şüpheyle yaklaşırken Tehmasib Ferzeliyev; Nasreddin Hoca'nın gerçek kişiliğinin önemsiz olduğunu, bir tipleme olarak içerisinde bulunduğu her kültürün ortak kahramanı olduğu görüşünü savunmuştur.

Bazı araştırmacılar Nasreddin Hoca'yı folklorik bir hayal ürünü olarak ele alıp tarihî kişiliklerle bağdaştırma yoluna başvurmuşlardır. Bu yaklaşımlardan birini geliştiren İsmail Hami Danişmend, Nasreddin Hoca'nın II. Mesud döneminde yaşayan Yavlak Arslan oğlu ve 1300 yılında Kastamonu'da öldürülen müstevfî Nasîrüddin Mahmud olduğunu öne sürmüştür. Danişmend, bu iddiasını Fransa'da keşfettiği Farsça bir selçuknâmeye dayandırarak ortaya atmış; ancak görüş sağlam dayanakları olmaması gerekçesiyle bilim dünyasında kabul görmemiştir. Naci Kum da bu konuya eğildiği bir yazısında Kayseri Arkeoloji Müzesi'nde bulunan ve üzerinde Nasreddin adı ile hoca unvanının bulunduğu bir mezar taşı bulunduğunu öne sürerek Nasreddin Hoca'nın ölümünün 13. yüzyıl başında (kabul edilen 1284 yılından 72 yıl önce) Kayseri'de gerçekleştiğini iddia etmişse de İbrahim Hakkı Konyalı ilgili mezar taşında yaptığı okuma ile taşta Nasreddin Hoca değil Emirüddin Hoca yazdığını tespit etmiştir. Azeri halkbilimciler Memmedhüseyn Tehmasib ve Memmedağa Sultanov da birlikte yazdıkları Molla Nasreddin Lâtifâlârı kitabında Nasîrüddin Tûsî'nin Nasreddin Hoca'nın yaşadığı kabul edilen zaman diliminde yaşaması, bazı yazmalarda Nasreddin Hoca'nın Nasîrüddin şeklinde adlandırılması, Nasîrüddin Tûsî'nin bir eserinde fıkralara yer vermesi, Nasreddin Hoca'nın bazı hikâyelerde müneccimleri alaya alması ve bu türden bir davranışın ancak Nasîrüddin Tûsî gibi yıldızlar konusunda ilim sahibi insanlardan beklenebileceği, Nasreddin Hoca'nın Timur'un huzuruna memleketinin temsilcisi olarak çıkması ile Nasîrüddin Tûsî'nin Alamut hükümdarınca Hülagü'nün huzuruna gönderilmesi, Nasîrüddin Tûsî'nin bir adının Hasan olması ve bir fıkrada Nasreddin Hoca'nın da bir adının Hasan olarak geçmesi gibi benzerlikler kurarak hocanın aslen Nasîrüddin Tûsî olduğunu öne sürmektedirler. Ancak Tehmasib, öne sürdükleri bu verilerin sağlam kanıtlar olarak değerlendirilemeyeceğini, vardıkları sonucun yalnızca bir varsayım olduğunu da kabul etmektedir. Ayrıca yine Azeri bir halkbilimci olan Azad Nebiyev de Tehmasib ile Sultanov'un bu iddialarını tenkit etmiştir. Irak Türkmeni araştırmacı İbrahim Dakuki, Nasreddin Hoca'nın İsfahanlı bir Fars olduğunu ve asıl adının Meşhedî olduğunu öne sürmüştür. Özbekistan'da ise Nasreddin Hoca'nın Buhara doğumlu olduğuna ve ağzında dişiyledoğduğuna dair bir inanış mevcuttur. Halk arasında bu şekilde bir inanç olmasına karşın bir kısım Özbek araştırmacı Nasreddin Hoca'nın Özbek olmadığını kabul etmektedir. Orta Çağ tarihçisi Mikail Bayram da Nasreddin Hoca'nın aslen Ahî Evran, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî'nin Mesnevî'sinde Cuhâ diye andığı kişinin de aslen Nasreddin Hoca olduğunu iddia etmektedir.

Nasreddin Hoca'nın tarihî bir kişilik olduğunu savunanlardan halkbilimci İlhan Başgöz 13. yüzyılda böyle bir kişinin yaşadığına dair hiçbir kuşkunun bulunmadığını belirtmektedir.Yine halkbilimciler Saim Sakaoğlu, Ali Berat Alptekin ve Fatma Ahsen Turan da Nasreddin Hoca'nın 13. yüzyılda yaşadığını belirterek onu Yunus Emre ve Hacı Bektaş-ı Veli ile birlikte Anadolu Türklüğünün tepe noktalarından biri olarak gösterirler. Halkbilimciler Pertev Naili Boratav ile tarihçiler Mehmet Fuad Köprülü ve Tuncer Baykara da Nasreddin Hoca'nın tarihî bir kişilik olduğunu savunanlar arasında yer almaktadır.

Nasreddin Hoca ve yakınlarına dair belgeler​

Nasreddin Hoca'nın doğum yeri konusu üzerine çalışan İbrahim Hakkı Konyalı, Nasreddin Hoca'nın Şehri Akşehir adlı kitabında II. Mehmed'in çağdaşı Hızır Çelebi'nin olduğu kabul edilen şecerede Hızır Çelebi'nin Sivrihisar kadısı olan babasının Nasreddin soyundan olmasını hocanın Sivrihisar doğumlu olduğuna kaynak olabilecek bir bilgi olarak ele almıştır. Bu şecere 15. yüzyıl sonlarında yazılan kaynaklarda ortaya çıkmıştır. En eski Nasreddin yazmalarından birinin müellifi olan Lâmiî Çelebi de Hızır Çelebi'nin oğullarından Sinan Paşa için aynı şecereyi vermektedir. Buna göre Sinan Paşa Nasreddin Hoca'nın altıncı göbekten torunudur.

Nasreddin Hoca'nın hayatına dair çıkarımlar yapılabilmesini sağlayan önemli verilerden biri Nasreddin Hoca Türbesi'ni ziyaret eden I. Bayezid'in bir sipahisi olan Mehmed'in türbeyi çevreleyen sütunlara tarih atarak kazıdığı altı satırlık yazıdır:

Orjinal
Çeviri
El hatt-ı bâkî ve'l-ömr-i fâni
Ve'l-abd-i âsi ve'l-Rabbi-i âfi
Ketebetü'l hakîr

Mehmed an cema'at-i sîpah-ı Hazret-i Yıldırım Bayezid Bu tarihte vâki sene 796
Yazı baki, ömür fanidir,
Kul günahkâr, Allah affedicidir.
Bunu Yıldırım Bayezid hazretlerinin
askerlerinden hakir Mehmed 796 yılında yazdı.

Sipahi Mehmed'in not düştüğü 796 yılı hicri takvime göre olup miladi takvimde 1393 ya da 1394 yılına denk gelmektedir ve Nasreddin Hoca'nın yaşadığı tarih aralığının belirlenmesine dair önemli bir belge olarak ele alınır.

Nasreddin Hoca Türbesi'nin bir kitabesi bulunmamakla birlikte sonradan dikilen mezar taşında hicri 386 yılı yer almaktadır. Miladi 696 yılına denk gelen bu yılda Oğuzlar henüz Anadolu'ya gelmemiş olduğundan bu yılın hatalı olduğu bilinmektedir. Çeşitli araştırmacılar tarafından yılın Nasreddin Hoca'nın nüktedanlığına uygun biçimde ters yazıldığı ve aslen 683 olduğuna dair görüşler ortaya atılmıştır. Saim Sakaoğlu ve Ali Berat Alptekin ise mezar taşındaki yazının anlam hataları barındırmasına atıfta bulunarak harflerin sağdan sola fakat rakamların soldan sağa yazıldığı Arap alfabesi ile yazılmış olan mezar taşını hazırlayan ustanın bu kuralı bilmemesi ve Nasreddin Hoca'nın ölüm yılını kasten değil bu kuralı bilmemesi üzerine ters yazdığını öne sürmüşlerdir. Halkbilimci Mehmet Önder, mezar taşındaki yazının anlam hataları barındırdığını dile getiren ilk kişi olmakla beraber aşağıdaki şekilde düzenlendiğinde anlamlı hale geldiğini belirtmiştir:

Orjinal
Düzenlenmiş
Çeviri
Düzenlenmiş
Hazihı't-türbetü'l merhûm
el-Mağfûr ilâ abdehu
el-gafûr Nasru'd-dîn Efendi ruhuna Fâtiha
sene 386
Hazihı't-türbetü'l merhûm
el-mağfûr el-muhtaç ilâ Rabbihu
el-gafûr Nasru'd-dîn
Efendi
ruhuna Fâtiha
sene 683
Bu türbe merhum ve mağfur affedici kuluna muhtaç Nasreddin Efendi'nindir Ruhuna Fatiha
Yıl 386
Bu türbe affedici Rabbine muhtaç Nasreddin merhumun türbesidir
Ruhuna Fatiha
Yıl 683

Halkbilimciler mezar taşındaki yılın bilerek ya da bilmeyerek ters yazıldığı konusunda hemfikir olup miladi 1284 ya da 1285 yılına denk gelen 683 yılının doğru olduğuna dair ortak kanaattedirler.

Bunlarla birlikte 1957'de bulunan, Nasreddin Hoca'nın kızına ait olan ile oğlu Ömer'in olduğu sanılan mezar taşları 2013 yılında tekrar incelemeye alınarak yeni bilgiler elde edilmiştir ve bu bilgiler Mehmet Mahur Tulum tarafından "Sivrihisar'da Nasreddin Hoca ve Ailesine Ait Yeni Bulgular" konu başlıklı konferansta kamuoyu ile paylaşılmıştır.Buna göre Nasreddin Hoca'nın kızının adı olduğu sanılan Fâtıma'nın yanlış olduğu ve gerçek adının Hatun olduğu öne sürülmüş, ayrıca oğlu Ömer'in olduğu sanılan mezar taşının Nasreddin Hoca'ya ait olduğu tespit edilmiştir. Mezar taşlarında yapılan okumalarda Nasreddin Hoca'nın gerçek adının Nasrüddin Nusrat olduğu ve Abdullah olduğu sanılan babasının adının da Şemseddin olduğu belirlenerek Sivrihisar doğumlu olduğu da kesinleşmiştir. Nasreddin Hoca'nın babasının ve kızının adına dair öne sürülen bu yeni bilgiler diğer araştırmacılar tarafından teyit edilmemiş olup tartışmaya açıktır.

Nasreddin Hoca'nın Akşehir'deki türbesinin ayak ucunda kızı Dürrü Melek'e ait mezar kitabesinin bulunması, 1476 yılına ait ilyazıcı defterinde Nasreddin Hoca Türbesi'ne dair kayıtların bulunması hocanın gerçekten yaşadığına dair diğer deliller olarak kabul edilmektedir.

Kişiliği​

Gerçek kişiliği​

Nasreddin Hoca'nın doğum yeri önceleri net olarak bilinmemekteydi. Başta İbrahim Hakkı Konyalı tarafından olmak üzere Akşehir'e bağlı Sivrice köyünde doğduğuna dair iddialar öne sürülse de Sivrihisar'ın Hortu köyünde doğduğu kabul edilmekteydi. Yapılan son araştırmalarla Nasreddin Hoca'nın Hortu'da doğduğu kesinleşmiştir. Doğum tarihi tam olarak bilinemese de dönemin Sivrihisar Müftüsü Hasan Efendi'nin Mecmûâ-i Maârif adlı eserinde yer alan eski sicilden aktarılmış bilgilere göre 1208 yılında Abdullah ve Sıdıka çiftinin oğlu olarak doğmuştur. Nasreddin Hoca temel eğitimini köy imamı olan babasından alarak medrese öğrenimi için Sivrihisar'da bulunmuş, babasının ölümü üzerine Hortu'ya dönerek ondan kalan köy imamlığı görevini üstlenmiştir.

Anadolu Selçuklu Devleti'nin siyasi karışıklıklar içerisinde olduğu zaman diliminde yaşayanNasreddin Hoca'nın döneminde Muhyiddin İbnü'l-Arabî, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, Hacı Bektaş-ı Veli, Yunus Emre gibi isimlerin etkisiyle tasavvufi düşünce ve tarikatların etkinliği artmaya başlamıştır. Bu ortamda Mecmûâ-i Maârif'e göre 1237 ya da 1238 yılında ardında köy imamlığı yapması için Mehmed adında birisini bırakarak tasavvufi düşüncenin merkezlerinden biri olan Akşehir'e göç eden Nasreddin Hoca, adının geçtiği en eski belge olan Saltuknâme'ye göre Mahmûd-ı Hayrânî'nin dervişi ve Sarı Saltuk'un pirdaşı olmuş, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî ile dostluk kurmuştur.Mecmûâ-i Maârif'te ayrıca Hacı İbrahim Sultan'dan da tasavvufi terbiye aldığı bilgisi yer alsa da ikisinin arasında yüz yıllık fark olmasından dolayı bu bilgi tarihî gerçeklerle uyuşmamaktadır. Buna karşılık Nasreddin Hoca'nın Hacı İbrahim Sultan'dan değil, aynı adlı dedesinden eğitim aldığı ihtimali bulunmaktadır. Nasreddin Hoca'nın, şeyhi Hayrânî dolayısıyla Mevlevîlik, Yesevîlik veya daha zayıf ihtimalle Rufâilik yoluna mensup olduğu düşünülmektedir. Ayrıca Nasreddin Hoca'nın Tabibzâde Mehmed Şükrü'nün silsilenâmesine göre Nakşibendi olduğu belirtilse de bu bilgi de tarihî gerçeklerle uyuşmamaktadır.

Nasreddin Hoca, aldığı eğitimle beraber Akşehir'de mülki görevler edinerek kadılık ya da kadı naipliği yapmış muhtemelen Kayseri, Ankara, Afyonkarahisar, Kütahya, Bilecik gibi çevre yerleşim yerlerinde de bulunmuştur. 1284 yılında hayatının büyük bölümünü geçirdiği Akşehir'de ölmüştür.

Buhara Nasrettin Hoca Heykeli Buhara Nasrettin Hoca Heykeli
En eskisi 16. yüzyıla tarihlenen anonim Lâtâ'if-i Hâce Nasreddin derlemelerinde Nasreddin Hoca kimi zaman Timur kimi zaman I. Alâeddin Keykubad ile çağdaş gösterilmektedir. Evliya Çelebi ise Seyahatnâme'sinin ikinci cildinde Akşehir'den söz ederken Nasreddin Hoca'dan da söz açarak I. Murad ve I. Bayezid dönemlerinde yaşadığını belirtmiştir. Bu farklı anlatılara karşın günümüzde Nasreddin Hoca ve yakınlarına dair belgeler ışığında Nasreddin Hoca'nın 13. yüzyılda yaşadığı ve Timur, I. Murad ya da I. Bayezid ile çağdaş olamayacağı konu üzerinde çalışan araştırmacıların büyük çoğunluğu tarafından kabul edilmektedir. Buna karşılık Timur ile çağdaş gösterildiği anlatılardaki Timur figürünün aslen Akşehir'de sekiz yıl ordugâh kuran Moğol şehzadesi Keygatu olabileceği ihtimali üzerinde durulmaktadır.

Efsanevi kişiliği​

Fıkralardan türeyip Nasreddin Hoca'yı ermiş, bilgin, hazırcevap, deli dolu gösteren ve birçok farklı kişilik özelliği yansıtan çeşitli anlatılar mevcuttur. Fıkralarının sayısının geçmiş yazılı eserlere doğru gidildikçe azalması bir takım anonim fıkraların zamanla Nasreddin Hoca adına bağlanmış olabileceği ihtimalini güçlendirmekte ve efsanevi Nasreddin Hoca kişiliğinin bu şekilde çeşitlendiğini düşündürmektedir. Saltuknâme'de geçen bir fıkraya göre aynı şeyhin müridi olan Sarı Saltuk, Nasreddin'e Akşehir'de rastlar. Nasreddin, Saltuk'a altın, gümüş tabaklar içinde yiyecek ikram eder. Bu gösteriş karşısında Sarı Saltuk, kendi kendine "Bu adam acaba bu kadar serveti babasından miras mı aldı yoksa kendini mi kazandı?" diye sorar. Misafirinin aklından geçenleri sezen Nasreddin der ki: "Bütün bunlar babamdan kaldı. Benim, bu dünyaya gelirken getirdiğim ve bir gün dünyayı terk ederken de götüreceğim üç nesnedir." Saltuk'un "Bu üç nesne nedir?" sorusuna Nasreddin Hoca'nın cevabı "Bir sikimle iki taşağım." olur. Bu kaba sözler Sarı Saltuk'un garibine gider ama düşüncesini yüksek sesle anlatmaya cesaret edemeyerek kendi kendine "Böyle bilge bir adam manasız şeyler söylemez, her halde sözlerinin gizli bir manası vardır. Acaba ne demek istedi?" diye düşünür. Nasreddin misafirinin aklından geçenleri sezer ve der ki: "Kafanı boş yere yorma, söyleyeyim; bu üç şeyden maksadım: Birincisi iman, ikincisi amel, üçüncüsü de ihlâstır." Bu fıkra Nasreddin Hoca'nın kişiliğinin bir türlü mistik yorumudur ve ölümünden henüz iki yüzyıl sonra kişiliğine aslından tamamen farklı, karşısındakinin düşüncelerini keşfetme gibi nitelikler yakıştırıldığı görülmektedir.

Derleme yazmaların çoğunda Nasreddin Hoca'nın ermiş kişiliğine yönelik birçok fıkra bulunmaktadır. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Kütüphanesi yazmasındaki bazı fıkraların sonuna eklenen "...işte halk arasında atasözü olmuştur." cümlesi de hocanın halk bilgesi olarak görüldüğünü gösterir. Nasreddin Hoca'nın bu yönde fıkralarından biri şu şekildedir:

Nasreddin Hoca bir adamla yolda giderken bir sipahiye rastlarlar. Sipahi hocanın yol arkadaşına uzak bir köye kılavuzluk yapmasını emreder. Adam ben filan beyin kuluyum deyip bu angaryadan yakasını kurtarır. Sipahi bu sefer hocaya buyurur, hocanın "Ben de Allah'ın kuluyum." diyerek angaryadan kurtulmaya çalışması para etmez, sipahinin önüne katılır ama "Hey yarabbi! Bir filan beyin kulu olan adamın haline bak bir de senin kulunun haline bak!" diye tanrıya serzeniş etmekten de kendini alamaz. O anda bir gürültü duyup arkasına bakan hoca görür ki sipahi attan düşüp ölmüş.,,


Hocanın ermişliğine atıf yapan ancak latifeye ve hatta gelenekle bağdaşmaz davranışlarda bulunduğu aşağıdaki örnekteki gibi hikâyelere de rastlanmaktadır:

Çömezi İmâd, hocaya takılmak amacı ile yalandan hasta olur. Okuyup üflemesi için hocayı çağırırlar. Kendisini tanıyıp tanımadığını soran hocaya İmâd şakayı daha da ileriye götürerek "Sen eskici Kara Koca değil misin?" karşılığını verir. Hoca da ona "Sen sağlık yerine taşağımı alırsın" der. İmâd bu kez gerçekten onulmaz bir hastalığa tutulup ölür.

Nasreddin Hoca'nın ermişliğine yönelik fıkralardan biri de ölümünden yıllar sonra cuma namazı için toplanmış cemaati türbesine çağırdığının anlatıldığı hikâyedir. Cemaat namazı bırakıp türbeye gider ancak hocayı orada bulamazlar. Döndüklerinde ise caminin kubbesinin çöktüğünü görürler.

Bektaşî fıkraları niteliğine sahip Nasreddin Hoca fıkraları da bulunmaktadır. Hocanın sabah namazını uzatmasının sebebini "Allah'ı borçlu edeyim" diye açıkladığı, tanrı misafiriyim diyerek evine gelen adamı mescide gönderdiği, fındık dağıtırken çocuklara "Allah taksimi mi olsun kul taksimi mi?" diye sorduğu, "Kul taksimi" cevabını aldığında göğe bakarak "Bak, çocuklar bile senin işlerini beğenmiyorlar." diye seslendiği fıkralar Bektaşi edalı fıkralardandır. Bu son fıkra aynı zamanda Bektaşî'nin meyve ikram ettiği kimselere "Allah yapısı mı olsun kul yapısı mı?" diye sorduğu fıkrayla da benzerlik göstermektedir.

Nasreddin Hoca, fıkralarında iki farklı anlamda "deli" olarak anılmaktadır. Birinci anlamıyla Nasreddin Hoca, saçma hareketlerde bulunan, manasız sözleriyle saf ve aptal göründüğü halde gerçekte bilge niteliği taşıyan ve garip davranışlarının altında ders alınacak gerçekler bulunan bir kişidir. Ermiş yönleriyle öne çıkan birçok fıkrada da bu yönüyle görünmektedir:

Çetin meselelerini Arap, Acem, Hint bilgilerinin çözemediği bir molla Nasreddin'e gelir. Onu tarlasında çalışırken bulur. Hoca, mollayı deli dolu sözleriyle ve garip davranışları ile şaşırtır ama sorularına da çatır çatır cevap verir. Molla böylece hem hocanın olgunluğu, hem de Rum ülkesinin bilim seviyesi üzerine bir yargıya varır: "Rum'un delisi böyleyse uslusu nice olur?" der.,,


İkinci anlamıyla gerçekten akıldan noksan, saçma işler yapan aptal insan profiline dair Karatepeli fıkralarına benzer Nasreddin Hoca fıkraları bulunmaktadır.Saltuknâme'de yer alan bir fıkra bu minvalde örnek olarak gösterilmektedir:

Saltuk, Nasreddin Hoca ile görüşmek için evine geldiği zaman hocayı bulamayınca karısından onun Sivrihisar'a gitmiş olduğunu öğrenmiş. Kadından hocanın kasabaya niçin gittiğini sormasına aldığı karşılık şudur: "Sivrihisar'ın musarrifleri haber gönderdiler, dahi ayıtdılar: Gelsün bize biraz akıl koysun biz dahı iller gibi uslanalum.,,


Karatepeli fıkraları mahiyetindeki Nasreddin Hoca fıkralarının ana kişisi eski tarihli anlatılarda Nasreddin Hoca değil "bir Sivrihisarlı" olarak da yer almakta olup bu fıkraların en eskisi 15. yüzyıla kadar inmektedir. Nasreddin Hoca'nın güldürü kişiliği ile Lâmiî Çelebi'nin de aktardığı üzere Sivrihisarlıların tuhaf insanlar olarak nitelenmesinin arasındaki ilişkiye cevap bulmak adına Bodleian Kütüphanesindeki 43 hikâye arasında Sivrihisar'dan söz edilen iki hikâyeyi ve Fransa Millî Kütüphanesindeki iki hikâyeyi karşılaştıranPertev Naili Boratav, Nasreddin Hoca'nın nüktedan kişiliğinin Sivrihisar halkına aktarıldığı yönüne meyilli olduğu belirtmekle birlikte tersi bir durumun da imkânsız olmadığını söylemiştir. Günümüzde Nasreddin Hoca'nın kerametine verilen bir anlam değişmesiyle Sivrihisarlılar da Kayserililer gibi işini bilen, cin fikirli insanlar olarak anılmaktadırlar.

Semerkant Nasrettin Hoca Heykeli Semerkant Nasrettin Hoca Heykeli
Memmedhüseyn Tehmasib, davalının "o kendi kulağını ısırdı" savunması üzerine kadı olan Nasreddin Hoca'nın bunu kendi üzerine denediği anlatıyı şöyle yorumlamaktadır: "Mahkemede kimsenin halledemediği meselelere kesin çözüm bulmak kabiliyetine sahip bir adamın birdenbire kendi kulağını dişleyen ahmak kadıya çevrilmesinde muhakkak bir maksat vardır. Bizce burada ahmak Molla Nasreddin değil, onun tenkit etmek amacı ile kasten rolüne girmiş olduğu kadıdır." Kazak halkbilimci Şakir İbrayev aynı konu ile ilgili görüşünü "Onun kendisini ahmak olarak göstermesini, içinde bulunduğu çaresizlikten kurtulmak için yapılmış ani bir davranış olarak kabul ediyoruz. Çünkü böyle bir durumdan kurtulmanın tek yolu ya ters bir davranışta bulunmak ya da ters bir cevap vermektir." şeklinde özetlerken Eflatun Cem Güney de Nasreddin Hoca'nın Karatepeli mahiyetindeki deli rolünü aldığı fıkraları şöyle değerlendirmektedir: "O, kulun ayıbını yüzüne vurmamak için kendisini safderun bir adam yerine koyuyor. Gülünecekse kendine gülüyor, güldürecekse kendine güldürüyor. Kendine gülmek, kendine güldürmek, yine de gülünç olmamak. Belki de en ince mizah bu." Boratav, Güney'in "Rahmetli ne başkaları gibi vakaların tuhaflığını diline doluyor, ne de ipsiz sapsız sözlerle kaba saba nükteler yapıyor." yargısını hatırlatarak Nasreddin Hoca hakkında çelişkiye düştüğünü belirtmiştir. İsmail Hami Danişmend de bilge ve ilim adamı olarak nitelediği Nasreddin Hoca hakkında "...hocayı eşekli bir budala vaziyetine sokan bizim müelliflerimiz, muharrirlerimizdir." görüşünü öne sürerek gerçek kişiliği ile efsanevi kişiliğinin birbirlerine tezat olduğunu savunmuştur.

Halk inanışları​

Ölümünün ardından Türk kültürünün motiflerinden biri haline gelen Nasreddin Hoca, zamanla kendisi etrafında inanışlar meydana gelmiştir.Buna göre Nasreddin Hoca'nın ağlayarak değil gülerek doğduğuna inanılmaktadır. Akşehir'de bulunan türbesini ziyaret edenlerin ise gülmekten kendilerini alamayacaklarına, gülmemek için kendini zorlayan kişinin ise başına muhakkak bir şey geleceğine inanılır. Akşehir'de düğün sahibinin Nasreddin Hoca'nın türbesine gidip onu ve mollalarını düğün ziyafetine davet etmesi bir gelenek halini almış olup bu yapılmadığında çiftin geçimsizlikten müzdarip olacağı inancı yörede hakimdir. Yine yeni doğan çocukların göbek bağının türbeye gömüldüğünde çocuğun Nasreddin Hoca gibi zeki, hoşgörülü ve güleryüzlü bir insan olacağı kabul edilmektedir. Akşehir'den ayrılanların Nasreddin Hoca'nın türbesine gidip dua etmesi bir gelenek olup Mustafa Kemal'in de Millî Mücadele yıllarında şehirden ayrılırken türbeyi ziyaret ettiği bilinmektedir. Akşehir'de hocanın türbesinden alınan toprağın kuru ağrı denilen göz hastalığını iyileştirdiğine inanılır ve kuraklık dönemlerinde türbe önünde yağmur duasına çıkılır.Uluslararası Akşehir Nasreddin Hoca Anma ve Mizah Günlerine ilk davet edilen de yine Nasreddin Hoca'dır.

Sivrihisar ve Hortu'da hocanın davranışları öğüt, ibret dersi olarak yorumlanmaktadır. Eşeğe ters binmesi "Eşek ne de olsa gideceği yeri bilir, ters biniyorum ki gerimizin güvenliğini gözetleyebileyim.", dört yanı açık türbesinin kapısında kilit bulunması ise "Kilit dost içindir, düşman ne yapsan yine de girmenin bir yolunu bulur." şeklinde yorumlanmaktadır. Nasreddin Hoca'nın türbesi zamanla güvenlik tedbirlerinden yoksun, girmenin kolay olduğu yerler için bir benzetme niteliği kazanmıştır. Buna örnek olarak Mustafa Kemal Atatürk ile ilgili bir fıkrada Maginot Hattı hocanın türbesine benzetilmiştir.

Kültürel yayılım alanı​

Nasreddin Hoca Anadolu kökenli bir karakter olmasına karşın fıkraları Doğu Türkistan'dan Macaristan'a, Güney Sibirya'dan Kuzey Afrika'ya Türkçe konuşulan ve Osmanlı İmparatorluğu hakimiyeti altında bulunan bölgelerde anlatılarak zaman içerisinde farklı ülkelerde farklı diller konuşan insanlarca da benimsenmiştir. Günümüzde Türklerin siyasi ve kültürel etkisine bağlı olarak Bulgarlar, Çinliler, Ermeniler, Gürcüler, İtalyanlar, Rusların aralarında bulunduğu Türk olmayan toplumlarda da Nasreddin Hoca fıkraları yer almaktadır. Fıkralar düzenlenip yazıldıkları çevrenin ulusal ve bölgesel özellikleri gereğince değişmiş, temalar ve hikâyenin kahramanı yeni biçimler almıştır.

Fıkraların yayılmasında başlıca etken yazılı gelenektir. 15. yüzyılın ikinci yarısından 19. yüzyılın ikinci yarısına dek süren yazma geleneği 1850'de yerini matbaada ilk kez basılan Nasreddin Hoca derlemesi ile basma eserlere bırakmış, ilk resimli derleme ise 1864'te İstanbul'da basılmıştır. Taşbasmalar ve matbaa baskıları genellikle İstanbul'da hazırlanıp diğer bölgelere yayılırken yazmaların hazırlanmasında Osmanlı İmparatorluğu'nun diğer kültür merkezleri de etkin rol oynamıştır.Nasreddin Hoca fıkralarının Sovyetler Birliği ve Çin'deki Türkçe konuşulan bölgelerde yayılmasında ise Kazan'daki basımevlerinde hazırlanan derlemeler öne çıkmıştır.Kahire'deki Bulak Matbaası Nasreddin Hoca fıkralarının Türkçe baskılarının Mısır ve çevresinde yayılmasında önemli rol oynayarak başka bir kültür merkezi olarak öne çıkmıştır. Bu baskılarda Nasreddin Hoca'nın yanında Arap güldürü tiplemesi Cuhâ da işlenmiş ve iki karakter birçok fıkrada kaynaştırılmıştır.

Türk dünyası​

2013 yılında Eskişehir'in Türk Dünyası Kültür Başkenti etkinliklerinin maskotu olan Nasreddin Hoca'ya ve fıkralarına çeşitli Türk topluluklarında farklı adlar altında rastlanmakta, fıkralar diğer yerel kahramanlarla bağdaşmış halde bulunmaktadır. Bu topluluklardan biri olan Ahıska Türkleri, 1944 ve 1989 sürgünleri nedeniyle yazılı kültürleri oluşmadığından dolayı Irak Türkmenleri ve Karakalpaklar ile birlikte Nasreddin Hoca fıkralarını sözlü edebiyatlarında yaşatmaktadırlar. Ahıska Türkleri arasında anlatılan fıkralar Anadolu'daki fıkralar ile benzerlik göstermekle birlikte kendi kültürlerine has çeşitlemeleri de bulunmaktadır.Irak Türkmenleri arasında daha çok hocanın karısı, oğlu ile eşeği etrafında çeşitlenen fıkralara rastlanılmakta ve en çok yorgan gitti kavga bitti ile ye kürküm ye fıkraları anlatılmaktadır. Karakalpaklarca bilinen Nasreddin Hoca misafirperver, hazırcevap, pratik çözümler üreten bir tipleme olarak işlenmekte ve halkbilimci Gökhan Tarıman Cenikoğlu'nun tespitine göre 31 fıkrası anlatılmaktadır.

Yazılı edebiyat kültürüne sahip Azeriler arasında Nasreddin Hoca fıkraları çok uzun yıllardır bilinmekte, anlatılmakta ve 19. yüzyıldan itibaren derlenmektedir. Fıkralar üzerine çalışan ilk Azeri araştırmacılar derlediği 200 fıkradan 64'ünü yayınlayabilen A. Zaharov ve 149 fıkra yayınlayan D. A. Yeritsev'dir.

Aliabbas Müznib'in 148 fıkra metnine yer verdiği 1909'da Bakü'de basılan Molla Nasreddin Mezhekeleri ile 1939'da yayınlanan Memmedhüseyn Tehmasib'in Molla Nedreddin Letifaları eserleri de önemli derlemeler arasındadır. Tehmasib'in eseri ülkedeki en geniş derleme olmakla beraber Hanefi Zeynallı'nın Aliabbas Müznib'in eserinin 1927 basımına yazdığı önsöz Azerbaycan'da Nasreddin Hoca fıkralarının bilimsel olarak incelendiği ilk metin olma özelliğini taşımaktadır. Bunlarla beraber 1906 ile 1932 yılları arasında yayınlanan Molla Nasreddin dergisi dönemin Azerice olarak yayınlanan en önemli süreli yayını olma özelliğini taşımış, dergi etrafında bir araya gelen yazar ve şairler Molla Nasreddinciler olarak anılmış ve bir ekol oluşturmuşlardır. Molla Nasreddinciler günümüzde klasik Azerbaycan edebiyatını oluşturan grup olarak kabul edilmektedir. Azerbaycan'da anlatılan fıkraların büyük çoğunluğu Anadolu kökenli olmakla beraber buna bağlı olarak Anadolu'da anlatılan Nasreddin Hoca fıkralarının atasözleri ve Karatepeli fıkraları ile karıştırılması, Timur ile Nasreddin Hoca'nın çağdaş gösterilmesi gibi bazı karışıklıklar Azerbaycan'da da mevcuttur. Zaman Karayev'in 1980 yılında yazdığı Elinca Kalası adlı romanda da Nasreddin Hoca ile Timur çağdaş gösterilmektedir.

Güney Azerbaycan'da yaşayan İran Azerilerindeki Nasreddin Hoca'ya dair fıkralar Azerbaycan'daki fıkralar ile benzerlikler taşımaktadır. Buradaki fıkraları derleyen ilk kişi Mehemmed Ali Ferzane olmakla beraber Azerice kaleme alınan bu derleme siyasi nedenlerden ötürü yayınlanmamış, bölgede anlatılan fıkraların derlenip yayınlandığı en geniş eser 45 fıkra barındıran Ali Kafkasyalı'nın İran Edebiyatı Antolojisi II adlı kitabı olmuştur.

Günümüzde çoğunlukla Bulgaristan, Moldova, Romanya ve Ukrayna'da yaşayan Gagavuzların Bulgaristan'da yaşayan kısmı Nasreddin Hoca'yı Nasradın adıyla bilmektedir ve bazı Gagavuz köyleri bu adı taşımaktadır. Diğer Gagavuzlar ise Nasktradin ve Nastradin adını kullanmakta bu ad halk arasında soyad olarak da yaşatılmaktadır. Gagavuzlar arasında Nasreddin Hoca fıkraları günlük hayatta deyim şeklinde kullanılmakta olup aynı zamanda "şakanız cebinizde olsun" atasözünün de çıkış noktasını oluşturmuştur. Gagavuz coğrafyasında Nasreddin Hoca fıkralarının yazıya ilk geçirilişi Dionis Tanasoglu, Lübov Çimpoeş, Stefan Köroğlu, Seva Ekonomov, Valentin Moşkov, Nikolay Baboglu, Petri Çebatar tarafından yapılmıştır. Dionis Tanasoglu hazırladığı Bucaktan Sesler adlı eserinde Nasreddin Hoca fıkralarına yer vermiş, Nikolay Baboglu da 1969 yılında basılan Gagauz Folkloru kitabında 17 Nasreddin Hoca fıkrası yayınlamıştır. Petri Çebatar ise 1992'te Bizim Dost Nastradin adında bir kısmı derleme bir kısmı diğer dillerden Gagavuzcaya çeviri fıkralardan oluşan 60 sayfalık bir eser yayınlamıştır. Siyasi birlik sağlayamayan ve bağlı bulundukları devletlerde azınlık olarak yaşayan Gagavuzların Nasreddin Hoca fıkraları genellikle geçim sıkıntısı, hırsızlık ile hayvancılık ekseni etrafında şekillenmiştir ve Hristiyan olan Gagavuzlar arasındaki Nasreddin Hoca karakteri diğer Türk halklarından farklı bir şekilde Hristiyan'dır.

Karaçaylar arasındaki Nasreddin Hoca fıkralarının birçoğu Anadolu'daki fıkralar ile benzerlik taşımaktadır. Fıkralardaki Karaçaylara has yerel ve dinî motifler göz önüne alınarak eski Karaçay anlatılarının zamanla Nasreddin Hoca'ya bağlandığı düşünülmektedir. Karaçaylara ait Nasreddin Hoca fıkraları 1931 yılında araştırmacı Azret Urtenov tarafından derlenerek 400 fıkra içerir halde Nasra Hocanın Haparları adı altında yayınlanmıştır. Bu derlemede klasik Nasreddin Hoca fıkralarının yanı sıra bir kısım fıkraların Sovyet propagandası içerecek şekilde değiştirildiği görülmektedir.

Kazaklarca halk kahramanı olarak görülen Nasreddin Hoca'ya dair fıkraların Kazak coğrafyasına Türkiye, İran, Azerbaycan, Türkmenistan, Özbekistan yolunu takip ederek girdiği düşünülmektedir. Burada anlatılan fıkraların bir kısmı diğer coğrafyalardaki fıkralar ile benzerlik gösterirken bir kısmı da Aldar Köse ile Jiyrenşe Şeşen fıkralarına benzerlik göstermekte, aynı fıkraların üç karaktere de mal edildiği görülmekte ve yalnızca Kazakistan'da bilinmektedir.Kazakistan'da ilk Nasreddin Hoca fıkraları derlemesi 1993 yılında Almatı'da K. Serikbayaeva tarafından Nasreddin Hoja 200 Ezil adıyla Türkiye'deki çeşitli kaynaklardan yararlanılarak yayınlanmıştır. Bu kitabın ardından da çeşitli eser ve akademik çalışmalar yayınlanmış olup Nasreddin Hoca fıkralarından ilköğretim seviyesinde de faydalanılmaktadır.

Nasreddin Hoca, Kırgızlar arasında Apendi olarak bilinmekte ve bu ad fıkra terimi ile eş anlamlı olarak kullanılmaktadır. Fıkraların Kırgızlar arasında nasıl yayıldığı tespit edilmemekleirlikte Nasreddin Hoca kurnaz, gerçekçi, adaletli ve saf bir karakter olarak yansıtılmaktadır. Nasreddin Hoca hakkında Kırgızistan'da basılan en önemli eser Moskova'da Rusça basılan Dvadtsat Tri Nasreddina'nın Beksultan Cakiyev tarafından Kırgızcaya çevirisinden teşkil olan 1985 Bişkek basımı Apendinin Çoruktarınan 502 Tamaşa'dır. Ayrıca Kasımbek Eşmambetov tarafından 1957'de yazılan Kırgız El Çomoktoru kitabında da masal formatında 15 Nasreddin Hoca fıkrası bulunmaktadır. Bunların haricinde Cusup Balasagun Kırgız Millî Üniversitesi'nin yazma arşivinde Nasreddin Hoca hakkında çokça eser bulunmaktadır. Günümüzde Kırgızlar arasında iki binden fazla Nasreddin Hoca fıkrası sözlü olarak yaşatılmaktadır.

Kırım Tatarları arasında da Nasreddin Hoca kültürü yer almakta olup bunun yanı sıra kendi güldürü tiplemeleri olan Ahmet Akay'a ait fıkraların birçoğunun kaynağı da Nasreddin Hoca fıkralarıdır. Kırım'da Nasreddin Hoca'ya dair yayınlanan ilk derleme olan 1937 yılına ait Anekdotı o Hoce Nasreddinne i Ahmet Akay'da da bu görülmektedir.

Kumuklarda Nasreddin Hoca, fıkralarının yanı sıra "Molla Nasreddin'in eşeği gibi", "Molla Nasreddin'in sürgüsü gibi" deyimlerde de yer almakta; Nasreddin Hoca'nın Muhammed'den sonra dünyanın gülmeyi unuttuğu için dünyaya gönderildiğine inanılmaktadır. 19. ve 20. yüzyıllarda Anadolu'da basılan Nasreddin Hoca eserlerinin Dağıstan'a taşınmasıyla fıkralar Kumuklar arasında yayılmış, bu coğrafyada ilk eserler ise 1914 yılında Lâtâifû Molla Nasruddin Havâca adlı kitabıyla Hacı Akayım ve 1929 yılında Molla Nasreddin'in Haharları adlı kitabıyla Nuhay Batırmurzayev tarafından verilmiştir. Ayav Akavov'un Hitler'in Sorularına Nasreddin Hoca'nın Cevapları kitabı Nasreddin Hoca'yı çağdaş bir tipleme olarak ele alması, Yusuf Gereyev'in Molla Nasreddinni Yoldaşı kitabı ise Nasreddin Hoca'yı ateist, gelenek ve göreneklere karşı bir şekilde ele alması yönleriyle geleneksel bakış açısının dışında kitaplardır. Kitapların haricinde Nasreddin Hoca adına birçok şiir yazılmış, 1995 yılının sonlarında Hoca Nasreddin adında bir dergi yayınlanmış ve 1938 yılında Muhammed Kurbanov tarafından bir oyun yazılmıştır.

Nasreddin Hoca, Özbeklerin yaşadığı coğrafyaya 19. yüzyılın ikinci yarısında girmiştir. Günümüzde Özbekistan'da Nasreddin Hoca'nın genel olarak padişah, din adamları, alimler ile birlikte işlenmiş ve süpermarket alışverişleri gibi konular barındıran çağdaş fıkraları da olmak üzere kendisine bağlanan binlerce fıkrası bulunmaktadır ve buna uygun olarak çeşitli derleme eserler de yayınlamıştır. Abduğafur adında bir hattatça yazılan 1862 yılına ait yazma Özbekistan'daki ilk Nasreddin Hoca fıkra derlemesidir. Ayrıca Şerif Rıza tarafından 1941'de Taşkent'te yayınlanan Afandi Latifalari, Abdulla Kahhar tarafından 1959'da yayınlanan Afandi Latifaları, Abdulla Sabir ve Adham Raba tarafından 1960'ta yayınlanan Nasriddin Afandi Latifalari derlemeleri Özbekistan'da Nasreddin Hoca hakkında yazılan başlıca kitaplardır. Bunların haricinde 1932-1941 yılları arasında Dulistan, Sovet Adabiyatı, Literaturniy Uzbekistan, Kolhoznik, Yangi Fergana, Yarkın Hayat ve Kızıl Özbekistan gibi dergilerde sıklıkla Nasreddin Hoca fıkraları işlenmiştir. Günümüzde de Muştum dergisi fıkralara manzum ve mensur şekillerde yer vermektedir. Ayrıca ülkede Nasreddin Hoca ile ilgili filmler çekilmiş ve tiyatro oyunları yazılmıştır. Bunların haricinde Özbekistan'da da Türkiye'de olduğu gibi Nasreddin Hoca'nın gerçekten yaşayıp yaşamadığına dair bir tartışma olsa da halk arasında Buharalı bir saksıcının oğlu olduğu, tüm hayatını burada geçirdiği inanışı hakimdir ve şehirde bir heykeli bulunmaktadır. Akademik olarak ise Nasreddin Hoca'nın Anadolulu olduğu kabul edilmektedir.

Tatarlar arasında da görülen Nasreddin Hoca fıkralarına dair Tataristan'da yayınlanan ilk eserler İstanbul ve Kahire'de basılan eserlerin çevirileridir. Kazan'da basılan ilk çeviri 1845 yılında yayınlanmıştır ve 124 fıkra içermektedir. Ardından ise 1883 yılında yayınlanan ve Çağatayca ile hazırlanan Letâif-i Hoca Nasreddin Efendi gelmektedir. II. Dünya Savaşı sırasında askerlerin moralini yükseltmek amacıyla Sovyet hükûmeti tarafından Hoca Nasretdin Front'ta adıyla yayınlanan fıkralar halk arasında da ilgi görmüş, daha sonra kitaplaştırılmıştır. Tatarlar arasındaki Nasreddin Hoca'ya dair fıkralarda geleneksel yönler görüldüğü gibi Özbekistan'da olduğu gibi basın toplantısı, uçak gibi modern unsurlar da yer almaktadır. Bunun yanı sıra Nasreddin Hoca'nın bineği Tatar anlatılarında eşek yerine at olarak değişmiş, dinî motifli fıkralar da Sovyetler Birliği döneminde değişikliklere uğramıştır. Ayrıca Tatar güldürü tiplemesi Mokıt ile Nasreddin Hoca fıkraları birbirlerine bağlanmıştır.

Türkmenler arasında Nasreddin Hoca fıkralarının hangi yolla yayıldığı belirli olmasa da bezirgânlar aracılığıyla Anadolu'dan Azerbaycan ve İran'a buralardan da Türkmenistan'a taşındığı üzerine durulmaktadır. Türkmenler arasında ince düşünceli, zeki, adil, insancıl, önsezisi olan, hazırcevap bir fıkra tipi olarak bilinen Nasreddin Hoca'nın millî bir halk tiplemesi olmasına karşın aslen Anadolu'da 13.-14. yüzyıllarda yaşadığı bir kısım Türkmen akademisyen tarafından kabul edilse de Türkmen halkbilimci Şamuhammet Halmuhammedov'un Nasreddin Hoca'nın doğu halklarının İslam devletine karşı verdiği özgürlük mücadelesi esnasında ortaya çıktığını savunması gibi farklı görüşler de öne sürülmektedir. Ayrıca Keymir Kör, Ata Köpek Mergeni ve Memmetveli Kemine gibi diğer Türkmen güldürü tiplerinin Nasreddin Hoca'dan türediğine dair görüşler de öne sürülmektedir. Türkmenistan'da konu ile ilgili ilk kitap N. Soyunov tarafından Aşkabat'ta 1937 yılında çıkarılan Nasreddin Ependi'dir. P. Aliyev'in Kemine'nin Saylanan Eserleri, Berdi Kerbabayev'in Şorta Sözler, Aman Kekilov ve Meti Köseyev'in Yomaklar ve Deyişmeler eserleri de Nasreddin Hoca fıkraları açısından ülkede basılan önemli eserler arasında yer almaktadır.

Bunların haricinde O. Akmamedov'un 1978 yılında Rusça Dvadtsat Tri Nasreddina adlı eserden Türkmenceye çevirdiği 1087 fıkra içeren Yigirmi Üç Ependi adlı kitabı Nasreddin Ependi fıkralarına dair ülkedeki en geniş külliyatı oluşturmaktadır.

Uygurların ikamet ettiği Doğu Türkistan'a Nasreddin Hoca fıkralarının hangi kanallar aracılığıyla ve ne zaman ulaştığı bilinmemektedir.

Adaletsizlik, bilgisizlik, yoksulluk, cehalet gibi konuları eleştiren fıkraların yaygın olduğu coğrafyada müstehcen fıkralara rastlanmamaktadır. Abdulkerim Rahman ve Mehemmet Zünun'un 1980'de yayınlanan Uygur Helk Egiz Edibiyatinin Asaslari ve Mehemetcan Sadık'ın 1995'te yayınlanan Uygur Helk Egiz Edebiyati Hakkide kitapları Doğu Türkistan'da Nasreddin Hoca hakkında basılan en önemli kitaplardır.

Diğer Türk topluluklarına nazaran Orta Asya'dan batıya göç hareketleri daha erken tarihlere uzanan ve dinî inançlarında hâlen Türk mitolojisine dair izlere rastlanan bazı Türk topluluklarında Nasreddin Hoca adına ve fıkralarına rastlanmamakla birlikte o toplumların kendi güldürü tiplemelerinin fıkraları ile Nasreddin Hoca fıkraları arasında anlatı türlerine bağlı olarak benzerlikler tespit edilmektedir. Bununla ilgili olarak Çuvaşlarda Lapşu Stappan, Yakutlarda ise Naara Suoks, Nasreddin Hoca benzeri güldürü tipleri olarak öne çıkmaktadırlar.

Diğer topluluklar​

Bulgaristan'da ders kitaplarına da giren Nasreddin Hoca ile Bulgarların millî güldürü tiplemesi Hitar Petar fıkraları birbirlerine karışmıştır. Bulgarca ilk Nasreddin Hoca kitabı Nayden Yovanoviç tarafından 1853'te Belgrad'da Povesti Zaborni i Lüpopıyni na Nasradin Hoca i Hasekiy adıyla yayınlanmıştır. Bulgarlar gibi bir Balkan ulusu olan Makedonlar arasındaki fıkralarında Nasreddin Hoca zeki, kurnaz ve hiciv ustası olarak halkın yanında ve haksız iktidar sahiplerine karşı resmedilmiştir. Makedon güldürü tiplemesi İtar Pejo'ya da esin kaynağı olan Nasreddin Hoca ile bu karakterin fıkraları da Hitar Petar örneğinde olduğu gibi birbirlerine bağlanmıştır. Makedon edebiyatında da yer edinen Nasreddin Hoca, Mustafa Karahasan tarafından Nasreddin Hoca'nın Hikâyeleri ve Sevim Piliçkova tarafından Nasradin Hodza i İtar Pejo gibi kitaplarda incelenmiştir. Bulgaristan ve Makedonya'nın yanı sıra eski Yugoslavya ulusları Arnavutlar, Hırvatlar, Karadağlılar ve Sırplarda da yer edinen Nasreddin Hoca ile ilgili onlarca çalışma hazırlanmıştır. Bunların arasında 1771 yılında Sırpça-Hırvatça hazırlanan kitap en eski derlemelerden biridir.Balkanlarda Nasreddin Hoca'nın en az bilindiği ülke olan Yunanistan'daysa Türk azınlık arasında Akın, Azınlık Postası, İleri gibi gazeteler aracılığıyla Nasreddin Hoca fıkraları yaşatılmaktadır. Buna karşın Yunanca ilk Nasreddin Hoca kitabı 1848 yılında İzmir'de basılmış, bunu Atina'da yayınlanan 1884 ve 1904 tarihli iki kitap takip etmiştir. Ayrıca Karamanlıca olarak Atina'da 1908 yılında Yoanis Nikolaidis tarafından Meshur Nasradin Hoca ve Pelagati Mezhake adında bir kitap da yayınlanmıştır. Ayrıca Yunan kültür ögelerini barındıran değirmenci, oğlu ve eşeği gibi bazı Ezop Masalları ile Nasreddin Hoca anlatıları arasında benzerlikler bulunmaktadır.

Nasreddin Hoca ve fıkralarının Uygurlar vasıtasıyla tanındığı Çin'de Nasreddin Hoca'ya dair en eski çalışmalardan biri olan Littérature Chinoise dergisindeki makalede Nasreddin Hoca Doğu Türkistanlı bir Çinli olarak tanıtılmış ve dokuz fıkrasına yer verilmiştir. Çin gibi bir Uzak Doğu ulusu olan Japonlarda Nasreddin Hoca kültürü bulunmamakla birlikte Nasreddin Hoca üzerine akademik çalışmalara rastlanmaktadır. Buna dair ilk örnek Japon Türkolog Masao Mori'nin 1965 yılında üç bölümden oluşan Nasreddin Hoca Monogatari: Toruko No Çie Banaski adı altında yayınladığı kitaptır. Mori, kitabının ilk bölümünde Nasreddin Hoca'nın hayatına, ikinci bölümde ise 465 fıkraya yer vermiştir. Halkbilimci Mitsuko Kojima da 1996'da Nasreddin Hoca: No Varai Banaşi adlı bir eser hazırlamıştır. Kojima ayrıca Japon güldürü tiplemesi İkkyu ile Nasreddin Hoca karşılaştırmasına yer verdiği bir de yüksek lisans tezi hazırlamıştır.

Osmanlı İmparatorluğu döneminde Ermenice ve Türkçe olarak İstanbul, İzmir ve Tiflis'te çeşitli Nasreddin Hoca kitapları yayınlayan Ermeniler arasında hem yazılı hem de sözlü olarak bir Nasreddin Hoca geleneği bulunmakta ve Nasreddin Hoca'nın Erivan'da yaşamış bir Ermeni olduğuna inanılmaktadır. Bir diğer Kafkas ulusu Gürcüler arasında anlatılan fıkralar Azericenin kültürel etki sahasında bulunan Gürcistan'a bu yolla girmiştir. Fıkraların kaynaklarıysa ülke dışındaki yayınların Gürcüceye çevirisi ve ülke içerisindeki Türkçe konuşan toplulukların yaptığı derlemelerdir. Gürcistan'daki en eski kaydına 17. yüzyılın sonunda Sulhan-Saba Orbeliani tarafından yazılan Tsigni Sibrdzne Sitsruisa adlı eserde görülen Nasreddin Hoca anlatıları 19. yüzyılın başında Zagafgaziya gazetesinde de neşredilmiş, Nasreddin Hoca fıkralarına dair müstakil ilk kitapsa 1884'te Molla Nesreddin Ehvalatları adıyla M. Ahpatelov tarafından yayınlanmıştır. Bu örneklerin ardından da çalışmalar gelmeye devam ederek çeşitli antoloji ve şiirleştirilmiş hikâye kitapları yayınlanmıştır. Özellikle Aleksandr Şahbaratov, İosif Grişaşvili, Mihail Cavabişvili, Lado Mrelaşvili gibi yazarların 19. ve 20. yüzyıllardaki çalışmaları ile birlikte Nasreddin Hoca çağdaş Gürcü edebiyatında kendine yer edinmiştir.

Sovyetler Birliği döneminde Türk cumhuriyetlerinde konu üzerine yapılan çeşitli araştırmalar Rusçaya çevrilmiş, Rusça filmler çekilmiş ve Ruslar arasında Nasreddin Hoca fıkraları tanınır hale gelmiştir. N. Osmanova'nın 1970'te Farsçadan Rusçaya çevirdiği 535 fıkra ihtiva eden Molla Nasreddin 100.000 adet basılmış; Nasreddin Hoca'nın hayatının roman tarzında anlatıldığı ve Orta Asyalı bir kişilik olarak ele alındığı Leonid Solovyov'un Povest o Hoce Nasreddine adlı iki ciltlik eseri ise çeşitli dillere çevrilerek yayınlanmış ve bir buçuk milyon tiraj ile şimdiye kadar bir Nasreddin Hoca kitabının ulaştığı en yüksek satış sayısına ulaşmıştır.

Nasreddin Hoca hakkında birçok çocuk kitabının yayınlandığı Pakistan'da Seyyid Said Ahmet'in Molla Nasreddin Fıkraları adındaki Urduca 76 fıkra içeren kitabı bilimsel içeriği ile öne çıkmaktadır. Çavduri Serdar Muhammet Han Aziz'in Nasreddin Hoca'nın hayatına ve 194 adet fıkrasına yer verdiği Molla Nasreddin kitabı ise ülkede konu üzerine yayınlanmış önemli eserler arasındadır. 1982'de Türkiye'ye göç eden Pakistanlılar arasında da Nasreddin Hoca fıkraları tespit edilmiş, İsveçli Türkolog Gunnar Jarring tarafından tespit edilen sözlü geleneğe ait bazı fıkralar yazıya geçirilmiştir. Tacikistan'da anlatılan Nasreddin Hoca fıkralarının ise İran ya da Türkmenistan yoluyla ülkeye girdiği düşünülmektedir. Ülkede yer alan Türklerin sözlü geleneğinde yer edinen Nasreddin Hoca'nın fıkraları Taciklerin millî güldürü tiplemesi Müşfikî ile birbirlerine bağlanmış durumdadır.

Batı Avrupa'da özellikle oryantalizmin etkisiyle Nasreddin Hoca üzerine çalışmalar hazırlanmıştır. Konu üzerine ilk eğilenler Fransızlar olup Fransa'da Nasreddin Hoca'ya dair ilk çalışma 1742 yılında İstanbul'da görevli bir diplomat olan Dominique Fornetty tarafından yapılmıştır. Antoine Galland ve Jean-Paul Garnier'in de üzerine çalıştığı Nasreddin Hoca fıkralarına dair yazmaların çoğunluğu günümüzde Fransa Millî Kütüphanesinde yer almaktadır. Almanya'da da Nasreddin Hoca ile ilgili çalışmalar yayınlanmış, ilk eser 1857 yılında 126 fıkra içerir halde yayınlanmıştır.Konuyla ilgili en geniş çalışma ise Albert Wesselski tarafından 1911 yılında Der Hodscha Nasreddin adıyla iki ciltlik eser halinde yapılmıştır. İlk ciltte Anadolu'daki Nasreddin Hoca ile ilgili bilgiler yer alırken ikinci ciltte Arap ülkeleri, Berberi ülkeleri, Malta, Sicilya, Calabria, Hırvatistan, Sırbistan ve Yunanistan'daki Nasreddin Hoca kültürleri ele alınmıştır. Paul Horn, Martin Harmann gibi Alman oryantalistler de konu üzerine yayınlar yapmıştır. Ayrıca Alman güldürü tiplemesi Till Eulenspiegel ile Nasreddin Hoca arasında ye kürküm ye gibi ortak anlatılar bulunmaktadır. Bir başka Avrupa ülkesi İtalya'ya Balkanlar, Romanya ve Yunanistan aracılığıyla giriş yapan Nasreddin Hoca fıkraları İtalyan güldürü tiplemeleri Bertoldo ve Giufà ile benzerlik taşımaktadır. Macarlarda da Nasreddin Hoca ile ilgili eserler hazırlayan araştırmacılar olup ilk Macarca eser Kitâb-ı Mukaddes'i de Macarcaya çeviren György Káldi tarafından 1631 yılında verilmiştir. Ancak Nasreddin Hoca anlatılarının eğitici unsurları nedeniyle Orta Çağda dinî vaazlarda kullanıldığı bilinmektedir. Nasreddin Hoca anlatılarının dinî anlatılarla karışması nedeniyle de Nasreddin Hoca fıkralarına benzer ancak baş karakterinin din adamı olduğu birçok Macar fıkrası bulunmaktadır.János Munkácsy, Bertalan Szemere gibi araştırmacılar tarafından derlenen ve János Arany gibi şairlere ilham kaynağı olan Nasreddin Hoca fıkraları hakkında Macaristan'da yapılan en önemli yayınlar Türkolog Ignác Kúnos tarafından 1890'larda yapılmıştır.

Sanat ve popüler kültürde Nasreddin Hoca​

Nasreddin Hoca'ya bir sanat ve popüler kültür ögesi olarak oldukça rağbet edilmektedir. Tam tarihi bilinmeyen ancak 1775 ila 1782 arasında yazıldığı düşünülen Nasreddin Hoca'nın Mansıbı adlı eser Nasreddin Hoca'ya dair bilinen en eski oyundur. Bunun haricinde İkinci Meşrutiyet'in ilk yıllarında Millî Osmanlı Operet Kumpanyası 1914 yılında İzmir'de Nasrettin Hoca'nın Telaşı adlı bir oyun sergilemiştir. Yine aynı dönemlerde Bahâ Tevfik ve Ahmet Nebil de aynı adla revü şeklinde bir oyun yazmışlar, ilk sahnelenmesi 9 Ekim 1916 tarihinde İzmir'deki İris Sineması'nda gerçeklemiştir. Her iki oyun da Meşrutiyet yıllarında gerek İzmir gerekse de İstanbul'da çokça temsil edilmiştir. Sabahattin Bey 1930'larda Nasrettin Hoca adlı bir operet sahnelemiş aynı dönemde Ziya Şakir ile Ömer Seyfettin de Nasreddin Hoca adlı oyunlar yazmışlardır.Halide Edib Adıvar 1945 yılında yazdığı Maske ve Ruh adlı oyununda Nasreddin Hoca'ya yer vermiş; 1951'de Adnan Çakmakçıoğlu, 1954'te İsmail Hakkı Sunat, 1962'de ise Aydın Su Nasreddin Hoca ve fıkralarını tiyatro oyunu olarak ele alan diğer isimler olmuştur. Kumuk yazar Muhammed Kurbanov tarafından 1938 yılında yazılan Molla Nasreddin adlı oyun Dağıstan'da ve Sovyetler Birliği'nde; Özbekistan'daysa Xo'ja Nasriddin operası, Nasriddinning Yoshligi balesi ve Nasriddin Afandi müzikal komedisi birçok tiyatroda yüzlerce kez sahnelenmiştir. Azeri yazar Yusif Ezimzade'nin 1959'da Nesreddin adıyla, Çekoslovak yazar Jiří Mahen'in Nasreddin čili Nedokonalá pomsta adıyla 1930'da ve Jánošík Ulička odvahy Nasreddin adıyla 1962'de, yine Çekoslovak yazar Josef Kainar'ınsa 1964'te Nebožtík Nasredin adıyla yazdığı oyunlar bulunmaktadır.

Ermeni-Rus yazar Georgi Gürciyev 1950'de yayınlanan Beelzebub's Tales to His Grandson adlı eserinde Nasreddin Hoca'yı ana karakterlerden biri olarak kullanmıştır. Mehmet Fuad Köprülü, Orhan Veli Kanık, Nedim Uçar, Nüzhet Erman'ın aralarında bulunduğu şairler Nasreddin Hoca fıkralarını şiirleştirmişler, ilk olarak 1930 yılında Kemalettin Şükrü Orbay olmak üzere 1982'de Burhan Felek ve 2006'da da Nail Tan tarafından Nasreddin Hoca bir hikâye ve roman kahramanı olarak işlenmiştir. sovyetler Birliği'nde ise Leonid Solovyov'un Nasreddin Hoca fıkralarını temel alan Povest o Hoce Nasreddine roman serisi bir buçuk milyondan fazla satış yapmış ve senaryolaştırılarak sinemaya aktarılmıştır.[104] Fransa'da yayınlanan Vaillant dergisinin Aralık 1946 tarihli sayısında ilk kez yayınlanan çizgi roman serisi Nasdine Hodja da Nasreddin Hoca'dan esinlenilerek oluşturulmuştur.

Nasreddin Hoca'yı konu edinen ilk sinema filmi Stoyan Bahvarov'un Nasreddin Hoca'yı canlandırdığı 1939 Bulgaristan yapımı Nastradin Hoca i Hitar Peta adlı siyah-beyaz filmdir. Bulgar güldürü kahramanı Hitar Petar ile birlikte konu edinilen Nasreddin Hoca'ya dair müstakil olarak hazırlanan ilk film ise 1940 yılında çekimine başlanıp 1943'te gösterime giren ve Hâzım Körmükçü'nün başrolünde olduğu Türkiye yapımı Nasreddin Hoca Düğünde adlı filmdir. 1951 yılında hazırlanan Evvel Zaman İçinde adlı animasyon fil, Talat Artemel'in Nasreddin Hoca'yı canlandırdığı 1954 yapımı Nasreddin Hoca, İsmail Hakkı Dümbüllü'nün Nasreddin Hoca'yı canlandırdığı 1954 yapımı Nasreddin Hoca ve Timurlenk, 1965 yapımı Nasreddin Hoca ile 1971 yapımı Nasreddin Hoca, Mehmet Özden'in başrolünde olduğu 1998 yapımı Nasrettin Hoca ve Deli Oğlan ve Aziz Özuysal'ın başrolünde olduğu 1999 yapımı Nasrettin Hoca: Ya Tutarsa?[168] Türkiye'de gösterime giren diğer Nasreddin Hoca filmleridir. Bunların yanı sıra Münir Özkul'un Nasreddin Hoca'yı canlandırdığı 1993 yılına ait TGRT yapımı Nasreddin Hoca ile Sönmez Atasoy'un başrolünde olduğu 1996 TRT yapımı Nasreddin Hoca adlı diziler çekilmiştir. Ayrıca 2005'te gösterime giren Keloğlan Kara Prens'e Karşı adlı filmde Nasreddin Hoca Osman Yağmurdereli tarafından yan rol olarak canlandırıl, 1986 TRT yapımı Bizi Güldürenler adlı televizyon dizisinin bir bölümü Aydemir Akbaş tarafından canlandırılan Nasreddin Hoca'ya ayrılmış olup yine televizyonda yayınlanması için çeşitli Nasreddin Hoca hikâyesi canlandırılarak çocuklara yönelik çizgi filmler de yapılmıştır.

Sovyetler Birliği yapımlarında Nasreddin Hoca tiplemesi ideolojik bir malzeme olarak ele alınmış ve buna uygun söylemlerle sinemaya aktarılmıştır. Sovyetler Birliği'nde çekilen ilk Nasreddin Hoca filmi olan Lev Sverdlin'in Nasreddin Hoca'yı canlandırdığı 1943 yapımı Nasreddin v Buhare'deNasreddin Hoca'nın Sovyet toplumunun gelişmişliğini hayretle karşılaması işlenmektedir. Razzak Hamrayev'in Nasreddin Hoca'yı canlandırdığı 1947 yapımı Pohojdeniya Nasreddina Sovyetlerin ikinci Nasreddin Hoca filmi olup bazı fıkralara göndermelerde bulunulmaktadır. Gurgen Tonunts'un Nasreddin Hoca'yı canlandırdığı 1959 yapımı Nasreddin v Hocente, ili Oçarovannyi prints Beşir Seferoğlu'nun Nasreddin Hoca'yı canlandırdığı 1966 yapımı 12 mogil Hoci Nasreddina , Rifat Musin'in Nasreddin Hoca'yı canlandırdığı 1975 yapımı Vkus halvi[179] , Sokrat Abdukadirov'un Nasreddin Hoca'yı canlandırdığı 1978 yapımı Pervaya lyubov Nasreddina , Marat Aripov'un Nasreddin Hoca'yı canlandırdığı 1982 yapımı Glyadi veseley ve Ramaz Çhikvadze'nin Nasreddin Hoca'yı canlandırdığı 1989 yapımı Vozvraşteniye Hoci Nasreddina Sovyetler Birliği döneminin hocayla ilgili diğer filmleridir. Gerek Sovyetler Birliği döneminde gerekse de bağımsızlık sonrası dönemde Özbekistan Nasreddin Hoca filmlerinin dikkat merkezini oluşturmuştur. Nasreddin Hoca ile ilgili Sovyetler Birliği'nde çekilen birçok filmin Özbek yapımı olmasının yanı sıra ülkenin bağımsızlığını kazanmasının sonrasında da Nasriddinning Yoşligi, Nasriddin Hojand'da, Afandining Beş Hotini gibi filmler çekilmiştir.

Türkiye ve Sovyet Birliği'nin ardından en çok Nasreddin Hoca filmi çekilen ülke olan Çin'de ise 1979 yapımı Afanti animasyon filmi , aynı adlı kitaptan uyarlanan 1979 yapımı Afanti de gu şi animasyon filmi , 1980 yapımı Afanti , 1988 yapımı Zhen Jia Afanti animasyon filmi[189], 1991 yapımı Afanti er şi ve 2012 yapımı Şaonian Afanti animasyon filmi konuya dair filmlerdir.

Türkiye, Sovyetler Birliği ve Çin'in haricinde İrec Dustdar'ın Nasreddin Hoca'yı canlandırdığı 1953 İran yapımı Molla Nasreddin ile 1957 yapımı Molla Nasreddin , Peter-Paul Goes'un Nasreddin Hoca'yı canlandırdığı 1959 Doğu Almanya yapımı Nasreddin und der Wucherer , Leo Konforti'nin Nasreddin Hoca'yı canlandırdığı 1960 Bulgaristan yapımı Hitar Petar, Zdenek Junák'ın Nasreddin Hoca'yı canlandırdığı 1984 Çekoslovakya yapımı Nasredin , Raghubir Yadav'ın Nasreddin Hoca'yı canlandırdığı 1990 Hindistan yapımı Molla Nasreddin Jean-Pierre Sentier'in Nasreddin Hoca'yı canlandırdığı 1993 Fransa yapımı Faits et dits de Nasreddin Luis Rego'nun Nasreddin Hoca'yı canlandırdığı 2016 Fransa-Portekiz ortak yapımı Feitos e Ditos de Nasreddin II sinema ve televizyon dünyasında Nasreddin Hoca'nın işlendiği diğer yapımlardır.

Nasreddin Hoca mobil platform oyunlarında da yer edinmiş olup 1996 yılı UNESCO tarafından Nasreddin Hoca yılı olarak kutlanmıştır. Günümüzde de Nasreddin Hoca adına Uluslararası Akşehir Nasreddin Hoca Anma ve Mizah Günleri , Uluslararası Nasreddin Hoca Karikatür Yarışması , Altın Eşek Komedi Filmleri Festivali , Nasreddin Hoca Gülmece Öyküsü ve Çizgi Film Yarışması ve Uluslararası Nasreddin Hoca Sempozyumu gibi eğlence, sanat ve akademi alanlarında etkinlikler düzenlenmektedir. Ayrıca bilimsel alanda sayısız Nasreddin Hoca çalışması bulunmaktadır.

Fıkraların mahiyeti​

En eskisinden çağdaş olanlara kadar Nasreddin Hoca'ya dair fıkraların içeriğinde ve hatta kritik noktalarında toplumun din, ahlak, töre kurallarına uymaması, akıl dışı olguları akılcı bir görüşe indirgeme, ideal Nasreddin Hoca figürüne yakıştırılamayan davranışları ona yakışır hale getirme ya da anlatıdaki pürüzleri giderip güzelleştirme, ana düşünceyi daha vurgulu hale getirmek için anlatıyı genişletme gibi çeşitli kaygılarla oynamalar yapılmıştır.

Tanrıya saygısızlık sayılan ibarelere derleyenin ya da okuyucunun tepki amaçlı değişiklikler yapması yazma nüshalar üzerinde çokça görülmektedir. Örneğin Bodleian Kütüphanesindeki bir yazmada Nasreddin Hoca'nın çömezi İmâd'a "Karını kime ısmarladın?" diye sorması üzerine aldığı "Allah'a" cevabı birçok başka yazma derleyicisi tarafından "Beye" biçimine sokulmuştur. Fransa Millî Kütüphanesi yazmasındaki hikâyede sabah namazında rekatları fazla fazla kılmasının nedenini soranlara Nasreddin Hoca'nın "Allah'ı borçlu edeyim." şeklindeki cevabının karşısına derleyici "Estağfurullah" notu düşmüş, bir okuyucu da ilgili satırı karalamıştır. Aynı kütüphanedeki bir başka yazmadaki hikâyeye göre Nasreddin Hoca'nın tanrı misafiri olarak kapısına gelen adama mescidi göstererek "İşte kaynatanın evi" cevabı verdiği fıkrada kapıyı çalan kişi farklı yazmalarda tanrı misafiri yerine müezzinin damadı olarak değiştirilmiştir. Yine Fransa Millî Kütüphanesindeki başka bir yazmada Nasreddin Hoca'nın Kâbe'nin kapısını çalarak kurduğu "Tanrı! Evde misin? Aç!" cümlesi de bir okuyucu tarafından karalanarak tahrip edilmiştir.

Toplumun ahlak ve töre kurallarına uymadığı gerekçesiyle metinlerde yapılan oynamalar üzerine de çokça örnek bulunmaktadır. Bu tür oynamaların tamamı çağdaş yayınlarda görülmektedir. Batılı araştırmacıların ya da yazma eser sahiplerinin bu türden bir oynama yapmamasına karşılık Nasreddin Hoca geleneğine sahip ülkelerde ve hatta bu ülkelerin bilimsel yayınlarında dahi araştırmacı tarafından edep dışı görülen anlatılar ya tümüyle görmezlikten gelinmekte ya da üzerine oynanarak "daha uygun" hale getirilmektedir. Lâmiî Çelebi'nin Mecmâü'l-letâif'inde Nasreddin Hoca'nın aynı dönemde yaşadığı Şeyyad Hamza'ya "Birinci kat göğün sınırına vardığında eline yumuşak bir şey dokundu mu?" diye sorması ve "Evet" cevabını alması üzerine "O benim taşaklarımdır." demesi Veled Çelebi derlemesinde "Eşeğimin kuyruğudur." şekline getirilmiştir. Nasreddin Hoca'nın abdest alırken suya düşen pabucunu alıp götüren dereye karşı osurup "Al abdestini ve pabucumu." demesi de Eflatun Cem Güney tarafından "Dere boyu pabucunun arkasından giderek: Al abdestini ver pabucumu..." biçimine sokulmuştur.

Silah taşıma yasağına rağmen Nasreddin Hoca'nın, subaşının üzerinde bulduğu palayı "Kitaptaki yanlışları kazıyorum." şeklinde savunduğu hikâye yine Eflatun Cem Güney tarafından genişletilerek şöyle bir giriş yapılmıştır: "Nasreddin'in mollalık zamanı... Kafasında kavak yelleri esiyor. Yasağı masağı sayar mı? Yatağanını yanından ayırmazmış..." Bu ekleme Nasreddin Hoca'nın ağırbaşlılığına, sağduyusuna yakıştırılamadığı için yapılan oynamalara bir örnek teşkil etmektedir.

Nasreddin Hoca'yı çağının ötesinde, ileri görüşlü bir insan olarak sunma eğilimine dair örnekler de görülmektedir. Azeri halkbilimci Memmedhüseyn Tehmasib, Nasreddin Hoca üzerine bulunduğu yorumlamada hocanın aslen çok eşliliğe karşı olmasına rağmen bazı fıkralarda iki eşinin olmasının bu geleneği yermek amacı taşıdığı yorumunda bulunmaktadır.

Nasreddin Hoca'ya adalet kurallarına aykırı durumları, haksız yargıları ve işlemleri düzeltme amacı yükleme amacıyla metinlerde değişikliklik yapıldığı da görülmektedir. Allah'tan 100 altın isteyen Nasreddin Hoca'yı denemek adına Yahudi'nin, hocanın evinin bacasından 99 altın attığı hikâye Eflatun Cem Güney'in derlemesinde Yahudi'nin davayı kaybetmesi ve hocanın altınları alması ile bitmemektedir. Güney, hikâyenin orijinalinden farklı olarak sonuna hocanın Yahudi'ye altınları iade ettiğini ve "Bir daha Allah'la kul arasına girme." nasihatini verdiğini eklemiştir. Dobruca Türklerinin sözlü geleneğinden gelen bir hikâye de bu fıkra ile bozukluk çömlekte fıkrasından derlenmiştir. Bu hikâyeye göre kendisini "Bana pislik yedirdin." diye azarlayan kadıya Nasreddin Hoca "Sen o pisliği Yahudi ile davamı görürken yedin." karşılığı verir.

Fransa Millî Kütüphanesindeki bir yazmada Nasreddin Hoca'nın vasiyeti üzerine eski bir kabre gömülmesi sonrası Münker ve Nekir meleklerine "Ben eski ölüyüm, sorgum yapıldı." demesi farklı çeşitlemelerde henüz hayatta iken neden eski bir kabre gömülmek istediği sorulduğunda "Münker ve Nekir gelince eski ölüyüm der sorgudan kurtulurum." cevabını verdiği bir hikâyeye çevrilmiştir. Hikâye bu şekilde değişikliğe uğratılarak olağanüstü özelliklerinden sıyrılmış ve mantık sınırları dahiline çekilmiştir.

Britanya Müzesi yazmasında Nasreddin Hoca'nın eşeğinin kadıdan resmî belge alarak eşeklikten çıkması, Nasreddin Hoca'nın da belgeyi eşeğe zorla yutturmasının anlatıldığı hikâye etkinliğinin artırılması amaçlanarak genişletilerek hikâyenin sonuna "Şimdi, eşek tersledikten sonra dönüp kokladığı ol sebeptendir." sözleri eklenmiştir. Ayrıca zamanında hemcinslerinden birinin resmî belge alarak eşeklikten kurtulduğu ve eşeklerin bu belgeyi bulma umudu taşıdığına dair diğerlerinde bulunmayan bir açıklama eklenerek içerik zenginleştirilmiştir.

Bazı fıkralarda Nasreddin Hoca'nın büyük kişiler karşısında cüretkâr sözleri ya da davranışları karşısında cezalandırılacağı yerde ödüllendirildiği hikâyeler de vardır. "Ben yer tanrısıyım" diyen Nasreddin Hoca'ya Timur'un "Şu Tatar gencinin gözlerini büyüt öyleyse." buyruğuna karşılık hocanın "Belden yukarısına gök tanrısı karışır." demesine Berlin Eyalet Kütüphanesi yazmasındaki çeşitlemeye göre Timur duyduğu cevap karşısında o kadar memnun olur ki hocayı kendisine özel danışman yapar. Rusya Bilimler Akademisi Kütüphanesindeki yazmada Nasreddin Hoca'nın kendisini rahatsız eden sinekleri kadıya şikayet ettiği hikâye diğer çeşitlemelerde olmayan şu sonla genişletilmiştir: "Hoca kadıdan aldığı izne uyarak onun kafasına konan sineğe tokmağı vurup kadıyı öldürür. Kendini kadının hükmüne uyduğu yolunda savunur. Hocanın ilmi üstünlüğüne inanan müftü de hareketinin kasıtlı olmadığına yönelik yemin etmesini yeterli görerek suçsuz olduğu kararını verir."

Fıkralar üzerine yapılan bu gibi oynamalar haricinde farklı fıkraları birbirleriyle ilişkilendirerek belki de fıkraların aslında hiç düşünülmeyen çıkarımlarda bulunulduğu da görülmektedir.u örneklerden birinde Edmond Saussey, hocanın iki karısı arasından hangisi suya düşse kurtaracağına yönelik soru üzerine yaşlı karısında dönerek "Sen yüzme bilirsin değil mi?" diye sorması üzerine farklı bir fıkraya geçer ve sonunda şu değerlendirmede bulunur: "Nitekim yaşlı karısı ölünce hocanın pek üzüntü göstermemesine kimse hayret etmez. Birkaç gün sonra eşeği ölünce büyük bir kedere düşer." Saussey'in aktardığının aksine fıkranın aslında ölen kişi Nasreddin Hoca'nın "yaşlı karısı" değil "karısı"dır. Yine Saussey, Timur'un rüyasında kendisini kızdıranları öldürmesi üzerine Nasreddin Hoca'nın memleketi terk etme kararı verdiği hikâyeyi "Bununla beraber rivayetler hocanın vatandaşlarını korumak görevini sonuna kadar ifa etiğini ve birçok felaketin önünü aldığını söylerler." şeklinde yorumlar. Ancak hikâyeden böyle kesin bir sonuç çıkarılamamaktadır zira Nasreddin Hoca'nın rüya olayından sonra memleketi terk etmeyip kaldığına dair bir anlatım bulunmamaktadır.

En eskilerden en çağdaş derlemelere dek Nasreddin Hoca hikâyelerini bir araya getirenler yalnızca bu işle yetinmeyerek anlatıları gerçek ya da uydurma olarak ayırmışlardır. Pertev Naili Boratav bu durumu Nasreddin Hoca'nın tarih boyunca her hareketi ve sözünde bilgelik, ibret bulunan bir kişi olarak görüldüğü ve bu algıya tezat oluşturan içeriklerin törpülendiği şeklinde yorumlamaktadır. Nasreddin Hoca'nın gerçek kişiliği üzerine araştırma yapan çağdaş araştırmacılar da halk geleneğindeki bu önkabul nedeniyle soylu, aydın bir kişilik temeline Nasreddin Hoca kişiliği inşa etmişler, bazı araştırmacılar da Nasreddin Hoca'nın gerçek kişiliği ne olursa olsun sağduyulu, toksözlü, kötülükle mücadele eden, kudretli kişilere karşı bile sözünü sakınmayan bir kişi olarak yansıtmışlardır.Fıkralar söz konusu olduğundaysa bilim adamı kimliğine haiz olanlar da dahil olmak üzere araştırmacıların neredeyse hepsi metinleri bir dereceye kadar sansür etmiş ya da içeriğini ayıklama yoluna gitmişlerdir.

Fıkraların özellikleri​

14. yüzyıldan bu yana süregelen sözlü ve 1571'den beri süregelen yazılı yüzlerce yıllık Nasreddin Hoca fıkra geleneğinde gerçek fıkraların tespiti konu üzerine çalışan uzmanlarca tartışılan bir konudur. İlk yazılı derlemede 43 olan fıkra sayısı sonraki yazmalarda gittikçe artmış, günümüze kadar basma kaynaklar da dahil olmak üzere Nasreddin Hoca fıkraları binler ile ifade edilecek şekilde artmıştır. Bu durum tarihî Nasreddin Hoca'nın kişiliğine uygun fıkraların daha sonra adına bağlanan fıkralardan ayrılması üzerine fikirler yürütülerek bu yönde çalışmalar yapılması sonucunu doğurmuştur. Gerçek Nasreddin Hoca fıkralarının binlerle değil ancak yüzlerle ifade edilebileceğini öne süren halkbilimciler fıkraların bir tip kataloğunun oluşturulmasını önermektedirler.Bu konudaki ilk görüşlerden birini halkbilimci Şükrü Kurgan ortaya atmıştır. Kurgan, kendi görüşlerine göre Nasreddin Hoca'ya ait olamayacak olan anlatıları on başlık altında derlemiştir:
  1. Nasreddin Hoca'yı sarhoşluk ve içki ile ilişkilendiren fıkralar ona ait değildir zira o içkiyi haram bilen Sünni Müslümanların temsilcisidir.
  2. Nasreddin Hoca'yı ahmak ve budala olarak gösteren fıkralar ona ait değildir ancak bir sıkıntıdan kurtulmak gibi bir sebep uğruna kendisini bu minvalde gösterdiği fıkralar ona aittir.
  3. Nasreddin Hoca'yı servet, köle ve cariyelerle ilişkilendiren fıkralar ona ait değildir zira o bir ömür boyu yoksulluk içerisinde yaşamıştır.
  4. Nasreddin Hoca'yı çapkınlık, iffetsizlik ile ilişkilendiren fıkralar ona ait değildir zira o zinayı haram bilen Sünni Müslümanların temsilcisidir.
  5. Nasreddin Hoca'yı cimrilik ile ilişkilendiren fıkralar ona ait değildir zira o gerçek fıkralarında cimriliği yermektedir.
  6. Nasreddin Hoca'yı işlerini kaba kuvvetle halleden birisi olarak gösteren fıkralar ona ait değildir zira o problemlerini kaba kuvvetle değil akıl yoluyla çözer.
  7. Nasreddin Hoca'yı dalkavukluk, ikiyüzlülük ve çıkarcılık ile ilişkilendiren fıkraların yanı sıra bir beyin, paşanın emrinde gösteren fıkralar ona ait değildir zira o gerçek fıkralarında mevki sahiplerinin değil sıradan halkın sesidir.
  8. Nasreddin Hoca'yı dik başlı, istediğini zorla yaptıran birisi olarak gösteren fıkralar ona ait değildir zira o güçsüz, fukara ve yoksul insanların simgesidir.
  9. Nasreddin Hoca'yı tasavvuf ile ilişkilendiren fıkralar ona ait değildir zira o gerçek fıkralarında mutasavvıf geçinenlerin karşısındadır.
  10. Nasreddin Hoca'ya dair bir fıkranın anlatılması dakikalar, yazılması sayfalar sürüyorsa fıkra ona ait değildir zira onun fıkralarının özelliği kısa ve öz olmasıdır.Konu üzerine eğilen Türk dünyası araştırmacısı akademisyen Fikret Türkmen, değerlendirmeye aldığı 300 Nasreddin Hoca fıkrasından 100'ünün durumun komikliğine, 180'inin söz ve zeka oyunlarına dayalı olduğunu ve ancak 20'sinde her iki unsurun birlikte kullanılarak mizah zeminin daha güçlendirildiğini saptadıklarını açıklamıştır. Gerçek fıkraları atfedilen diğer fıkralardan ayırmanın zor olmadığını belirten Türkmen içerisinde içki ihtiva eden, iffetsizlik içeren, kendisini budala veya cimri olarak gösterilen fıkraların Nasreddin Hoca'ya ait olmasının mümkün olmadığını savunmuştur. Yazar Alpay Kabacalı da Nasreddin Hoca fıkralarının biçim ve içerik özelliğinden dolayı heyecan ve gerilim içermediğini, olumsuzluk içeren olaylarda dahi dinleyicide acımaya ya da duygusallığa yol açamayacağını, aksine güldürdüğünü ve kendisini düşünmeye ittiğini belirtmektedir. Kabacalı, bu özelliğe uymayan fıkraların gerçek Nasreddin Hoca fıkrası olarak nitelenemeyeceğini öne sürmektedir. Türk dili uzmanı Mehmet Aydın, Nasreddin Hoca fıkralarında sövgü ve aşağılamanın yer almadığını, hiçbir zaman karamsarlığa düşülmediğini ve içki, inat, korku gibi unsurlar içermediği tespitini yaparak Nasreddin Hoca'nın fıkralarında özeleştiri yapabilen, kerametlere inanmayan, bilgiçlik taslamayan, dinî ve olumlu toplumsal törelere saygılı, dalkavukluktan hoşlanmayan bir kişilik olarak öne çıktığını belirtmektedir.

Fıkralardaki eğitim unsurları​

Eğitimci Nükhet Tör, doktora tezi ve bu tezi temel alarak hazırladığı bildirisinde Nasreddin Hoca fıkralarının eğitici yönüne eğilmiştir. 295 fıkrayı inceleyen Tör fıkraların iyimserlik, hayata bağlı ve ümitli olma, özeleştiri yapabilme, hoşgörülü, tedbirli olma, içki alışkanlığının kötülüğü, dış görünüşe önem vermeme, görücü usulüyle evlenmenin sakıncaları, birden fazla kadınla evlenmenin zararları, evlilikte uyumlu davranma ve dinî inançlar olmak üzere on temel başlık altında eğitici ögeler barındırdığını tespit etmiştir. Nasreddin Hoca fıkralarının %35 kadarının eğitici değerler taşıdığını savunan Tör, Nasreddin Hoca'nın bir eğitim felsefesi olarak ele alınmasını önermiştir. Nasreddin Hoca fıkralarının ahlaki gelişim üzerine etkisini de inceleyen Tör, Lawrence Kohlberg'in ahlaki gelişim evreleri ile ahlaki dersler içeren Nasreddin Hoca fıkralarını ilişkilendirmiş ve fıkraların en üst iki düzey yani gelenek üstü ve özerk düzey gelişim evrelerine uygun mesajlar içerdiğini saptamıştır. Buna göre fıkralardaki mesajların bir kısmı toplumsal kuralları savunmakta, bir kısmı ise elin ağzı torba değil ki büzesin fıkrasındaki gibi duruma bağlı olarak toplumsal kuralların yere ve zamana göre değişebileceğini aktarmakta, kişilere çevresinden gelecek övgü ile yergilere aldırmaksızın kendi akıl ve vicdanlarına göre davranmalarını öğütlemektedir.

Bir başka eğitimci Hakan Dedebağı da yüksek lisans tezinde Nasreddin Hoca fıkralarındaki eğitime dair unsurları ele almıştır. Dedebağı'na göre fıkralarda insanlar ferdi özellikleriyle ele alınarak tema soru-cevap, örnek olay ve buluş yoluyla öğrenme gibi eğitim yöntemleriyle aktarılmaktadır. Toplum işleyişindeki düzensizliklerin dile getirildiği fıkralarda insanların hiciv yoluyla tenkit edilerek olumsuz davranışlarının olumlu davranışlara çevrilmesi ve dolayısıyla toplumsal hayatın düzene koyulması yönünden eğitici unsurlar barındığı tespitini yapan Dedebağı fıkraların genel anlamda proaktif bilinci uyarmaya yönelik içerikler barındırdığını öne sürmüştür.

Bunların yanı sıra Nasreddin Hoca anlatıları Kazakistan, Rusya, Türkiye gibi ülkelerde eğitim-öğretimde kullanılmakta, çocuklara okutulması tavsiye edilmektedir.

Fıkralardaki mitolojik unsurlar​

Halkbilimci Faruk Çolak, seçtiği yedi Nasreddin Hoca fıkrasını inceleyerek aralarında Türk mitolojisi ile bağlar tespit etmiştir. Buna göre Çolak, ağaçtan öte bir yol fıkrasıyla yaşam ağacı ve buradan Tengri'ye ulaşan yol inancı arasında benzerlik kurmuştur. Ayın parçalanarak yıldızlar veya şimşeği oluşturmasına dair iki farklı anlatımı olan eski Aylar fıkrasında Türk mitolojisindeki kozmogoni ile bağlantı kuran Çolak, teke burcu fıkrasında geçen oğlak burcunun Türk mitolojisinde de bulunduğunu belirtmiş, kemiklerinden dirilen kurban fıkrası ile günümüzde Altay ve Yakut Türklerince hâlen anlatılan hayvanların kemiklerinin bir araya getirilip diriltilmesi anlatıları ile birebir benzerlik kurmuştur. Faruk Çolak'ın üç farklı fıkrayı daha mitolojik anlatılarla bağdaştırmasına karşın halkbilimciler Saim Sakaoğlu ve Berat Alptekin bu fıkraları ikisinin mantıken Nasreddin Hoca'ya ait olamayacağı ve birinin de Cuhâ kökenli olduğu gerekçesiyle tenkit etmişlerdir.

Aynı konu üzerine eğilen halkbilimci Ebru Şenocak da kıyamet koptuğunda fıkrasında Nasreddin Hoca'nın baş aşağı gömülme isteğini mitolojik sembolizmde ölümü temsil eden baş aşağı insan, ayakları üzerinde dirilmesini ise yeniden hayata gelişi temsil eden ayakları üzerinde insan figürlerine işaret ettiğini belirtmektedir. Şenocak ayrıca Güneş mi daha faydalıdır yoksa Ay mı? fıkrası ile eski çağlarda Ay'ın Güneş'ten daha önemli görüldüğü toplumların mitolojisi ile bağdaştırmaktadır.

Fıkraların kaynakları​

Nasreddin Hoca'nın bahsinin geçtiği bilinen en eski kaynak Ebû'l Hayr-ı Rûmî'nin 1480 yılında Cem Sultan'ın isteği üzerine yazdığı Saltuknâme'dir. Sarı Saltuk'un menkıbelerinden haiz olan eserde Nasreddin Hoca'nın üç nesne fıkrası yer almaktadır. Her ne kadar günümüzde bilinen en eski Nasreddin Hoca hikâyesine Saltuknâme'de rastlansa da yine Saltuknâme'de daha evvelde de Nasreddin Hoca hikâyelerinin derlendiği bir kitabın bulunduğuna dair bir kayıt bulunmaktadı.

[Saltuk soruyor] "Sizler kimlersiniz? Sizi evvelâ bilelüm." Pes ol kişi ayıtdı: "Sultânum! Muhibbünüz, du'âcı, Hâce Nasreddîn'dür, eğer ki işitdüğünüz var ise." Bes Server (Saltuk) tebessüm eyledi; zîrâ bu Nasreddin'ün halk içinde nedâmetinden (tuhaf şakalarından) latîfelerin söylerler idi; kitabında ma'lûmdur, yazmışlardur; anlar hâtırına huâtur erdi, dahi güldi. Andan durup Molla Nasreddîn birle görüşdi.,,


Mehmed Gazzâlî, 1511 yılında yazdığı müstehcen fıkralardan oluşan Dafiü'l-gumûm ve Rafiü'l-humûm eserinde Nasreddin Hoca fıkralarının çok yaygın olması ve çokça bilinmesi nedeniyle bunları eserine almadığı notunu düşmüştür. Güvâhî'nin 1527'de tamamladığı Pendnâmesinde de Nasreddin Hoca'nın aklı yoktu ki, ye kürküm ye ve peşin parayı gördün ya fıkraları yer almaktadır. Basîrî'nin Letâif'inde biri Nasreddin Hoca'nın eşiyle tartışıp evden ayrılmasıyla ilgili olmak üzere iki fıkra yer almaktadır. Lâmiî Çelebi'nin başlayıp oğlunun tamamladığı Mecmâü'l-letâif'deyse üç Nasreddin Hoca fıkrası ve onun neslinden olduğu söylenen Sinan Paşa'ya dair bir fıkra yer almaktadır. Bunların yanı sıra farklı anlatımlarında Nasreddin Hoca'ya bağlanan peştemal fıkrasında Ahmedî, bir pul eksik veriniz fıkrasında Merzifonlu Horasanî Dede, döve döve helva yedirirler ve niçin helva yapmazsın fıkralarında bir divane, seninle de konuşulmuyor ki fıkrasında ise bir karı koca ana karakter olarak Mecmâü'l-letâif'de yer almaktadır. Bayburtlu Osman, 1581 yılında tamamladığı Kitâb-ı Mir'ât-ı Cihân adlı eserinde Nasreddin Hoca'yı kitabında saydığı 784 veliden biri olarak göstermiş, Timur ile musâhip olduğunu belirterek mezarının Akşehir'de olduğunu not düşmüştür.Taşlıcalı Yahya'nın 1540 yılında yazdığı Gencîne-i Râz eserinde bozukluk çömlekte fıkrası manzum olarak, Kitâb-ı Usûl mesnevisinde de Nasreddin Hoca adı anılmadan bana görünme de kime görünürsen görün fıkrası anlatılmaktadır. Muhyî-i Gülşenî, 1604'te tamamladığı Menâkıb-ı İbrâhim Gülşenî eserinde kendi öldü kendi haber verdi fıkrasına Nev'îzâde Atâyî de Sohbetü'l-ebkâr mesnevisinde ağzı tıkalı çeşme fıkrasınayer vermiştir.

Âşık Paşa, Meşâirü'ş-şuarâsında peştemal fıkrasının Timur ile Ahmedî arasında geçtiği anlatımını aktarmıştır. Evliya Çelebi ise Seyahatnâmesinin ikinci cildinde aynı fıkranın Nasreddin Hoca ile Timur arasında geçtiği anlatımını nakletmiştir. Yine Seyahatnâme'nin onuncu cildinde Cuhâ hakkında bilgi verirken onu Arapların Nasreddin Hocası olarak nitelemiştir.Halkbilimciler Saim Sakaoğlu ve Ali Berat Alptekin, fıkranın Ahmedî ile Timur arasında geçen anlatımının tarihî gerçeklerle daha uyumlu olduğunu, Nasreddin Hoca ile Timur arasında geçen anlatımının yanlış olarak ilk kez Evliya Çelebi tarafından yazıldığını ve bu kaynaktan yararlananların da bu yanlışı devam ettirdiğini öne sürmektedirler.
 
Bunlar da ilginizi çekebilir...
Nasreddin Hoca Fıkraları
  • Serdar Yıldırım
  • Serdar Yıldırım,
  • Komikler
  • 0    1K
Brüksel'deki Nasreddin Hoca Heykelinin Kolunu Kopardılar
  • Ugur
  • Ugur,
  • Güncel
  • 3    6K
Nasreddin Buhara'da - 1943 Sovyet Yapımı Komedi Filmi
  • Ugur
  • Ugur,
  • Ansiklopedi
  • 0    3K
İsmail Kâzım UZ ( Hoca Kâzım )(1873-1943)
  • MURATS44
  • MURATS44,
  • Biyografiler
  • 0    1K
Adnan Hoca'nın Darbe Planı Son Anda Engellendi ?
  • Ugur
  • Ugur,
  • Komikler
  • 0    3K
Geri