Ansiklopedi Osmanlı'dan günümüze kadar Türk Anayasa tarihi

Sened-i İttifak | 1808​

1807 yılında İstanbul'da Kabakçı Mustafa'nın yönetiminde Üçüncü Selim'e karşı başlatılan ayaklanma neticesinde Üçüncü Selim tahtan indirildi ve yerine Dördüncü Mustafa geçirildi. Üçüncü Selim'i tekrar tahta oturtmak için Rusçuk âyanı Alemdar Mustafa Paşa İstanbul'a yürüdü. Bunun üzerine Üçüncü Selim öldürüldü. Alemdar Mustafa Paşa tahta İkinci Mahmut'u geçirdi. Kendisi de Sadrazam oldu.

Alemdar Mustafa Paşa, devletin otoritesini İstanbul'da tekrar kurdu. Ancak bu devirde, merkezî otorite taşrada tamamıyla etkisizdi. Rumeli ve Anadolu'da âyanlar âdeta bağımsız idareler kurmuşlar ve merkezin otoritesini tanımamaya başlamışlardı. Alemdar Mustafa Paşa, merkezî otoriteyi taşrada hâkim kılmak için Rumeli ve Anadolu âyanlarını İstanbul'a davet etti. Âyanlar İstanbul'a kendi askerleriyle birlikte geldiler ve 29 eylül 1808 de Kağıthane'de ''meşveret-i amme'' denilen büyük bir toplantı yapıldı.

Toplantıda varılan kararlar ''Sened-i İttifak'' adı verilen bir belgede tespit edildi ve bu belge Padişaha sunuldu. Daha sonra Padişah İkinci Mahmut Sened-i İttifakı onayladı.

1808 yılında Osmanlı padişahı II. Mahmut yönetimi ve ayanlar arasında yapılan bu sözleşmeye Sened-i İttifak adı verilmiştir.

Yapılan bu sözleşme ile II. Mahmut ülke içindeki karışıklıkları engellemeye ve planlanan ıslahatlar için ayanlardan destek almayı amaçlamıştır.

Sened-i İttifak'ın yapılmasının amaçları kısaca şu şekilde özetlenebilir:

1. Ayanlar fiilen sahip oldukları hakları hukuken güvence altına almak istemiştir.
2. Osmanlı Hükümeti merkezi otoriteyi güçlendirmek istemiştir.
3. Osmanlı Devleti, topraklarında meydana gelen karışıklıkların önüne geçmek istemiştir.
4. Osmanlı Devleti yapılmasını planladığı ıslahatların gerçekleştirilmesi için ayanlardan destek almayı amaçlamıştır.

Sened-i İttifak'ın başlıca esasları (maddeleri) kısaca şu şekilde özetlenebilir:

1. Osmanlı Devleti'nin temelini teşkil eden padişah otoritesine karşı yapılacak bir hareket, birlikte yok edilecektir.
2. Halktan toplanan askerler devletin askeri sayılacak, bu duruma engel olmaya çalışan ocaklara karşı koyulacaktır.
3. Devlet gelirleri toplanıp, koruma altına alınacaktır.
4. Devlet merkezinde çıkan kargaşalara karşı ayanlar izin almadan müdahalede bulunacaktır.
5. Vergilerin normal bir düzeyde olmasına dikkat edilecek, Reaya korunacaktır.
6. Vergi miktarları ayanlar ile hükümet arasında yapılacak görüşmelere göre belirlenecektir.
7. Senedi-İttifak şartlarına uyan ayanlara karşı devlet adamları tarafından yapılacak saldırılara karşı birlikte hareket edilecektir.
8. Osmanlı sadrazamlarının kanuna uygun verdiği emirlere karşı çıkılmayacaktır.
9. Hanedan temsilcilerin ölümünden sonra bile hanedanlık hakları, hükümet tarafından güvenceye alınacaktır.
10. Şeriat düzenine uymayanlara ve halka zulüm edenlere birlikte karşı konulacaktır.
11. Sened-i İttifak Sadrazam ve Ayanlar tarafından imzalanacaktır.
12. Müteakip dönemde görev alacak Sadrazam ve Şeyhülislamlar Sened-i İttifak'ı imzalayacaktır.

Sened-i İttifak'ın sonuçları ise kısaca şu şekilde özetlenebilir:

1. Ayanlar Sened-i İttifak ile hukuki bir statü kazanmıştır.
2. Sened-i İttifak sonucunda Ayanlara geniş yetkiler tanınmıştır.
3. Osmanlı Devleti'nin Ayanlara bile söz geçiremeyecek derecede güçsüz olduğu anlaşılmıştır.
4. Sened-i İttifak padişahın yetkileri sınırlandırmıştır.
5. Osmanlı Devleti'nde ilk defa padişahın otoritesi dışında başka bir otoritenin oluşumuna ortam hazırlanmıştır.
6. Sened-i İttifak anayasal bir belge niteliği taşımamış, yalnızca küçük bir azınlığa yeni haklar tanımıştır. Fakat ileriki dönemlerde meydana gelecek Tanzimat Fermanı'nın alt yapısını hazırlamıştır.

Sened-i İttifak Alemdar Mustafa Paşa'nın ölmesi ve ayanların ortadan kaldırılması üzerine tamamen unutulmuş ve uygulanamamıştır.
sdbypd2g.jpg sdbypd2g.jpg

1839 Tanzimat Fermanı | Gülhane Hattı Hümayunu​

1839 yılında İkinci Mahmut’un ölmesinden sonra yerine Abdülmecit geçmiştir. Abdülmecit devletin kuruluşunu yeniden tanzim eden bir ferman ısdar etmiştir. Bu ferman 3 Kasım 1839’da, Gülhane’de, Padişahın, yabancı elçilerin ve halkın huzurunda fermanı yazan zamanın Dışişleri Bakanı Mustafa Reşit Paşa tarafından okunmuştur.

Tanzimat Fermanı bir temel haklar beyannamesi olarak görülebilir. Zira Fermanda tanınan temel haklar kataloğu hiç de cılız değildir. Bu ferman ile birçok temel hak ve özgürlük tanınmış, Yaşama hakkı, mülkiyet hakkı, insan onuruna saygı ilkesi, kişi dokunulmazlığı gibi temel haklar ve ilkeler kabul edildiği gibi, vergilendirmeden askerliğe ilişkin birtakım temel ilkeler de kabul edilmiştir.

Tanzimat Fermanında tartışmasız bir şekilde devlet iktidarının sınırlandırılması olgusu vardır. Diğer yandan, Tanzimat Fermanı Osmanlı tebaasına birtakım temel hak ve özgürlükler de tanımaktadır. Bu itibarla Tanzimat Fermanı, tam bir anayasacılık hareketi olarak görülebilir. Tanzimat Fermanının devlet iktidarını sınırlandırılması, “dıştan bir sınırlandırma” değil, daha ziyade Padişahın “kendi kendini sınırlandırması (auto-limitation)”dır.

Tanzimat Fermanının müeyyidesi olarak Padişah, fermanda ilân edilen ilkelere ve konacak kanunlara uyacağına yemin etmektedir. Sonuç olarak, Tanzimat Fermanının Türk anayasacılık hareketleri içinde önemli bir adım olduğunu söyleyebiliriz.

3 Kasım 1839'da Mustafa Reşit Paşa tarafından kaleme alınan Gülhane Hatt-ı Hümayunu (Tanzimat Fermanı) sarayın bahçesinde, yabancı devlet temsilcileriyle halkın önünde okunarak ilan edilmiştir.
Gülhane hattı Hümayunu Gülhane hattı Hümayunu
Çeşitli hak ve özgürlükler tanınmıştır:


  • Kimse gizli olarak yargılanmayacak
  • Yasa dışı nedenlerle suçlama cezalandırma yapılmayacak
  • İdare keyfi işlemler yapmayacak
  • Suç işleyen kişilerin sadece kendisi cezalandırılacak (Mirasçıları cezalandırılmayacak)
  • Mülkiyet güvenliği
  • Müsadere yasağı
  • Can, mal, ırz ve namus güvenliği
  • İltizamın kaldırılması
  • Verginin herkesin mal gücüne göre alınması
  • Memurların yasalara göre iş görmesi
  • Vergi ve askerlik görevlerinin adil yasalarca yeniden düzenlenmesi öngörülmüştür.

En önemli yeniliklerden birisi, Ferman'da yer alan haklardan din ayrımı olmaksızın bütün Osmanlı uyruklarının yararlanmasıdır.

"Vezirden çobana kadar herkes eşittir.
"

Hak ve özgürlüklerin gerçekleştirilmesi için Meclis-i Ahkamı Adliye ile askeri konuların düzenlenmesi amacıyla Babı Seraskeri Darı Şura adlı kurulların kurulmasını ve yasaların hazırlanmasında bu kurullara danışılmasını da ön görmüştür.

1839 Tanzimat Fermanı, padişahın da yeni çıkarılacak yasalara uyacağını belirtmiştir. Bu Fermanla padişah(Sultan Abdülmecid), ilk defa kendi iradesiyle kendi iktidarını sınırlandırmıştır. Çok sayıda hak ve özgürlüğü güvence altına alan ilk Osmanlı belgesi olmasıdır.

Gerçek anlamda ilk anayasal nitelikte belgesi olarak nitelendirilir.
Islahat Fermanı okunurken Islahat Fermanı okunurken

1856 Islahat Fermanı​

Tanzimat Fermanından daha kapsamlı olmakla birlikte esasında Tanzimat Fermanının tanıdığı hak ve özgürlükleri, benimsediği esasları bir “kerre dahi tekit ve teyit kıl”an bir fermandır. Genel kanı Islahat Fermanının “dış baskı” sonucu çıkarıldığı yönündedir.

Yukarıdaki ilkelerden de açıkça anlaşılacağı üzere, Islahat Fermanının ana hedefi, Müslümanlar ile gayrimüslimler arasında her yönden tam bir eşitlik sağlamaktı. Din, vergi, askerlik, yargılama, eğitim, devlet memurluğu ve temsil alanında o zamana kadar olan farklar kaldırılıyordu. Din bakımından ayrımcılık kaldırılıyor, dini dolayısıyla kimsenin aşağılanmaması öngörülüyor, din değiştirme hakkı kabul ediliyor, İslâm’dan çıkmanın ölüm cezasıyla cezalandırılması usûlüne son veriliyordu.

Vergi bakımından olan eşitsizlikler de kaldırılıyordu. Keza askerlik bakımından da eşitlik sağlanıyordu.Gayrimüslimlere eyalet meclislerinde ve Meclis-i Vâlâda temsil hakkı verilerek onların siyasal hakları da tanınmıştır.

Islahat Fermanı

Kırım Harbi'nin son yıllarına doğru kaleme alınan Islahat Fermanı, Osmanlı imparatorluğu içinde Müslüman olmayanlara verilen haklar açısından önem taşır.

1856 Islahat Fermanı ile tüm din ve mezheplerin törenleri serbest bırakılmıştır. Din ve mezhep değiştirme konusunda herhangi bir zorlama yasaklanmıştır. Osmanlı uyruğunda olan herkesin milliyet farkı gözetilmeksizin devlet memurluğuna kabul edileceği hükmü getirilmiştir. Her azınlık grubunun başkanlarıyla, hükümetçe bu gruplardan seçilecek memurlar Meclis-i Vala-yı Ahkam-ı Adliye'de Osmanlı uyruğunda olanların tümünü ilgilendiren sorunları görüşebileceklerdir. Irk, mezhep ve dil farklılıklarından ortaya çıkan küçültücü ifadelerin kullanılması yasaklanmıştır. Islahat Fermanı, eğitim konusunda da yeni haklar tanımış, Osmanlı uyruğunda olan herkesin devletin askeri ve sivil okullarına girebileceğini, her azınlık grubunun eğitim ve sanat okulu açabileceğini kabul etmiş, ama derslerin seçimi ve öğretmenlerin atanmasını hükümetçe oluşturulacak bir eğitim kurulunun denetimine bırakmıştır. Adalet işlerinde ise Müslümanlar, Hıristiyanlar ve diğer din ve mezheplerden olanlarla ilgili davaların karma mahkemelerde açık olarak görüleceği, tanıkların kendi din ve mezhepleri üzerine yemin edecekleri, medeni hukuk ile ilgili davaların eyalet ve sancaktardaki karma mahkemelerde Şeriat'a ve Batı 'dan aktarılan yeni yasalara göre açık olarak görüleceği ilkesi kabul edilmiştir. Islahat Fermanı, hem haklarda hem görevlerde eşitlik sağlamaya çalışmış, Osmanlı uyruğunda olan herkesten sınıf ve mezhep farkı gözetilmeksizin vergi alınmasını hükme bağlamıştır. Ayrıca Müslüman olmayan halkın orduda görevlendirilmesi ile ilgili gerekli düzenlemenin en kısa zamanda yapılacağı ifade edilmiştir.

Azınlıklarla ilgili hükümler dışındaki genel hükümler arasında ise, cezaevlerinde fiziki ceza ve işkence uygulanamayacağı, vergilerin toplanmasındaki yolsuzlukların kaldırılacağı, bayındırlık işlerine önem verileceği, tarım ve ticaretin geliştirilmesi için Avrupa'nın eğitim, bilim, sermaye ve tekniğinden yararlanılacağı gibi maddeler vardır.

Nedenleri:

- Bu fermanın kabul edilmesindeki en önemli neden,devletin dağılmasını önlemektir
- Gayrımüslimler ve yabancılar hedef alınarak çıkarılan bir fermandır
- Dış baskılar sonucunda ortaya çıkmıştır(1856 Paris Antlaşması)
- Fransa nın ısrarı ile diğer devletlerin de katılımıyla(ingiltere,avusturya vsvs...) fermanın maddeleri belirlenmiştir.Islahat fermanı çıkış kaynağını yabancı devletlerden alır.Paris antlaşmasında yer aldığı için uluslar arası bir sorun haline gelmiştir.
- Osmanlı devleti paris antlaşmasının şartlarını kendi lehine çevirebilmek için bu fermanı ilan etmek zorunda kalmıştır.

Islahat fermanının asıl hedefi

- Müslümanlar ile gayri müslimler arasında her yönden tam bir eşitlik sağlamaktır.
- Din, vergi, yargılama, eğitim, devlet memurluğu ve temsil alanında o zamana kadar olan farklar kaldırılıyordu.
- Hukuki niteliği olarak ıslahat fermanı ferman niteliğindedir.

Paris anlasması görüsmeleri sürerken Islahat Fermanı ilan edilmisti.(1856) Bu Fermanla ilgili bir madde Paris Anlasmasında da yer aldı.

Açıklama: Islahat Fermanı kaynağını ve ortaya çıkıs nedenini yabancı devletlerden almaktadır. Bu Fermanın esasları Fransa'nın ısrarı ile Avusturya,ingiltere ve Fransa tarafından belirlenmistir. Osmanlı Devleti Paris antlasması sartlarını lehine çevirmek için bu fermanı ilan etmistir.

Fermanın Hazırlanışı


Islahat fermanı Kırım Savaşı'nın son yıllarında hazırlanarak Paris antlaşmasının imzalanmasından altı hafta önce Bâb-ı âlide bütün bakanlar, yüksek memurlar ve şeyhülislâm, patrikler, hahambaşı ve cemaatlerin ileri gelenleri önünde okunarak ilân edildikten sonra Paris antlaşmasını hazırlamakta olan devletlere bildirildi. Islahat fermanı, Gülhane Hatt-ı Hümâyunu gibi, Osmanlı İmparatorluğunda yapılması kararlaştırılan yeni bir düzenin prensiplerini ve genel hatlarıyla programını içine alır; Tanzimat devrinin bir merhalesi olarak kabul edilirse de hazırlanış şekli, yapısı ve tesirleri itibariyle ondan birçok noktalarda ayrılır. Gülhane hattının başlattığı Tanzimat düzeni, Osmanlı devlet adamlarının teşebbüsü ile ve ön plânda siyasî düşünceler olmaksızın sadece imparatorluğun müesseselerini yenileştirmek maksadıyla tertiplenmişti. Ordunun yeni bir düzene sokulması imparatorluğun, mülkî idaresinde standart bir eyalet taksimatının kabul edilmesi, Devlet Şûrasının ve vilâyet meclislerinin kurulması, ceza kanununun hazırlanması, medresenin yanında Avrupa örneğinde okullar açılması, karma mahkemelerin kurulması, ticaret kanununun kabulü gibi büyük çapta işler Tanzimatın başarıları idi. Bu başarılar imparatorluğu tam mânasıyle modern bir kılığa koymaktan uzaktı. Fakat Tanzimattan önceki durumuna göre Osmanlı kurumları bu kılığa yakınlaşmış bulunuyorlardı. Avrupa devletleri ve en çok Rusya, Tanzimat imparatorluğunun tebaası için yetersiz görüyorlardı. Rus köylüsünün, Osmanlı köylüsünden daha çok hak sahibi ve refahlı olmasına rağmen Rus çarı politika maksadları ile Osmanlı Ortodokslarının hâmisi rolünü kendisine pek yakıştırmakta idi. İngilizlerle Fransızlar da idealizm arkasında saklanan özel düşüncelerle Hıristiyan tebaa için yeni haklar verilmesinde Rusya'nın düşüncesine ortak çıkıyorlardı. Kırım harbi ilk bakıma göre Ruslarla Fransızların Katolikler ve Ortodokslar için ayrı ayrı istikametten aynı amaca yöneltilen çıkarlar sağlamak için yaptıkları çalışmalardan doğmuştu.

Kırım Savaşı'nın sonlarına doğru barış ihtimalleri belirince, müttefik devletler, barış konferansında Rusya'nın Osmanlı İmparatorluğu'ndaki Hıristiyan tebaa çıkarma diye siyasî manevralar çevirerek Avrupa'nın Hıristiyan kamuoyundan parsa toplamasını önlemeyi düşündüler; 1 şubat 1855'te Viyana'da, Avusturya, İngiltere ve Fransa arasında, gelecek barış görüşmelerine temel ödevini görecek prensipler görüşüldü; bunlar arasına Osmanlı İmparatorluğu'ndaki Hıristiyan tebaanın hak ve imtiyazlarının açıklanmasını isteyen bir madde kondu. Bu maddenin programlaştırılması yolunda müttefik devletler arasında yapılan tartışmalar neticesinde şu tezler ortaya atıldı.

Türk tezi: Osmanlı İmparatorluğu'ndaki Hıristiyan tebaaya verilen hak ve imtiyazlar Fatih Sultan Mehmet devrinde başlar. Bu hak ve imtiyazlar iki bölümdür. Birinci bölüm din yönünden olanlarını içine alır. Bunlar vicdan hürlüğü ile ilgili olduğundan, Bâb-ı âlî yenilemeye daima hazırdır.

İkinci bölüm ise medenî haklarla adalet ve muhtariyet hususundaki imtiyazları ihtiva eder. Osmanlı hükümeti, Gülhane Hatt-ı Hümâyunu ile İslâm ve Hıristiyan tebaası arasında eşitlik prensibini kabul etmiş olduğu için, artık böyle imtiyazlar tanıyamaz.

Rus tezi:
Paris antlaşmasına eklenecek bir madde ile Osmanlı Hıristiyanları'nın hak ve menfaatleri Avrupa devletlerinin toplu garantisi altına alınmalıdır.

İngiliz tezi:Tam ölçüde bir din serbestliği ve hukuk eşitliği sağlanmalıdır.

Fransız tezi: İslâm tebaa ile Hıristiyan tebaa arasında, cemiyet, haklar, vergiler, askerlik, millî eğitim ve devlet memurluklarına geçme bakımından sürüp gelen farklar bir ferman ile kaldırılarak Gülhane hattında işaret edilmiş olan tebaa eşitliği tam mânasiyle geliştirilmelidir.

Bâb-ı âlî ne Rusya'nın, ne de İngiltere'nin tezini kabul edemezdi. Çünkü birincisi, devletin haklarına dokunmakta, ikincisi ise devletin temeli demek olan İslâm dinini küçültmekte idi. Fransız tezine gelince, din ve devlete açıktan açığa dokunur bir tarafı görülmediği için akla yakın olarak kabul edildi. İngiltere ile Avusturya bu ciheti kabul ettiklerinden Fransız tezi bir ferman şekline konularak ilânı Bâb-ı âlî'ye bırakıldı. Bütün bu açıklamadan da anlaşılıyor, ki "Islahat fermanı" yabancı devletlerin hazırladığı ve Bâb-ı âlî'nin kabul etmek zorunda kaldığı bir ıslahat programıdır. Osmanlı Devleti bu fermanı kendiliğinden ilân ettiğini dünyaya açıklamakla hükümranlık haklarını yalnız şekil yönünden kurtarmış oluyordu. Gerçekte ise Osmanlı İmparatorluğu'nun Hıristiyan tebaasının refahını düşünmek ve bu hususta gereken kararları almak Avrupa büyük devletlerinin eline geçmiş idi.

Islahat Fermanının Maddeleri

(Kısaca)

1) Din ve mezhep hürriyeti sağlanarak azınlıklara okul,kilise ve hastane açma hakkı verilecek.
2) Azınlık ve yabancılara küçük düsürücü sözler söylenmeyecek
3) Azınlıklar da bütün devlet memurluklarına girebilecek.
4) Askerlik isleri yeniden düzenlenecek,azınlıklardan askerlik için bedel kabul edilecek.
5) Vergi sistemi yeniden düzenlenecek. iltizam usulü kaldırılacak.
6) Mahkemelerde herkes inancına göre yemin edecek, karma mahkemeler kurulacak.

Açıklama: Islahat Fermanı müslümanlar ile hırıstiyanlar arasında esitlik sağlamayı amaçlayan bir belgedir.

Fermanın Yapısı

(Maddeler Detaylı)Gülhane hattındaki prensibleri yeniledikten başka onlara yenilerini de ekleyen ıslahat fermanı şu yirmi maddeden kurulmuştur:

1- Tebaanın can ve mal, ırz ve namus masunluğu,
2- Kanun önünde eşitlik,
3- Şahsın ve topluluğun tasarruf hukuklarına saygı,
4- Devlet hizmetlerine ve askerlik ödevine bütün tebaanın kabulü,
5- Bazı sınırlar içinde mezhep ve eğitim hareketi,
6- Vergiler hususunda eşitlik,
7- İltizam usulünün kaldırılarak verginin doğrudan doğruya alınması,
8- Mahkemelerde şahitlik hususunda eşitlik,
9- Tebaanın mahkemeler huzurunda hüküm giymesinden sonra idam veya af hususunun padişahın hakları cümlesinden olduğu,
10- Mahkemelerin açık olması ve ilânların yayınlanması,
11- Suçlu mülklerinin müsaderesi usulünün kaldırılması,
12- İşkencenin kaldırılması,
13- Hapisane usul ve nizamlarının insanlık kaidelerine daha uygun bir şekilde tutulması,
14- Karma ticaret, ceza ve cinayet dâvaları için karma mahkemeler kurulması, bu mahkemelerde yürütülecek haklar ve 15-Ceza kanunlariyle mahkeme usullerinin düzenlenmesi,
16- Müslüman olmayan toplulukların din yönünden olan imtiyazları muhafaza edilerek diğer imtiyazlarının incelenmesi ve değiştirilmesi.
17- Patrikhanelerin veya Müslüman olmayan meclislerin bazı hallerde hukuk davalarında sahip olacakları selâhiyetlerin teyidi.
18- Adı geçen, meclisler tarafından vilâyet ve nahiye meclisleriyle Ahkâm-ı Adliye meclisinde âza bulundurulması,
19- Resmî yazılarda Hıristiyanlar için hakaret manası taşıyan tabirlerin kullanılmaması,
20- Rüşvetin kaldırılması, irtikâb ve ihtilasın kaldırılması için kanunun şiddetle yürütülmesi."

Islahat fermanının bu maddeleri Gülhane hattına göre daha gerekli ve daha geniş idi. Gülhane hattında da olduğu gibi ıslahat fermanında da başlıca düşünce, tebaayı ırk ve din farkı gözetmeksizin kaynaştırmak ve imparatorluğun mukadderatı ile ilgili bir Osmanlı topluluğu yaratmaktı. Islahat fermanı, bu amaca varılması için Müslümanlar ile Hıristiyanları ayıran hususların kaldırılmasını gözönünde tutuyordu. Müslümanlarla Hıristiyanlar arasında mevcut farklar, din, vergi, askerlik ve devlet memurluklarına geçme, eğitim alanında göze çarpmakta idi. Hıristiyanlar, din bakımından hürlüğe sahiptiler. Fakat inanç sistemleri Müslümanlar nazarında küfürdü. Bu itibarla Hıristiyanlar da kâfir sayılırlardı. İmparatorluğun temeli islâmiyet olduğu için Hıristiyan umumî efkârını üzer bazı kanunlar da çıkarılmıştı. Bunlar içinde ikisi İslâm umumî efkârı nazarında kuvvetli birer hüküm halini de almış bulunuyordu. İslâmlığı kendi isteğiyle kabul eden bir Hıristiyan veya Yahudi tekrar kendi dinine döndüğü takdirde ölüm cezasına çarptırılması kanundu. Keza Müslüman bir kadınla münasebette bulunan bir Hıristiyanın, islâmlığı kabul etmediği takdirde, ölüme mahkûm edilmesi de kanundu. Böyle kanunlar mevcut oldukça, Hıristiyan cemiyeti ile Müslüman cemiyeti arasında bir kaynaşma sağlanamayacağı belli idi. Islahat Fermanı içine aldığı maddelerle kişiler arasında eşitliği temin etmek istediği kadar din sistemleri arasında mevcut eşitsizliği de şekil bakımından olsun kaldırmak istiyordu.

İslâmlarla Hıristiyanlar arasında vergi ve askerlik hizmeti bakımından olan eşitsizlik de oldukça önemli idi. Tanzimata kadar Hıristiyan tebaa askere alınmazdı. Bu muafiyetine karşılık olarak devlete haraç ismini taşıyan bir vergi verirdi. Bu durum tebaanın kanun önünde eşitliği prensibini çok zayıflatmakta idi. Tanzimatta haraç kaldırılarak askerlik ödevi Hıristiyanlar için de mecburî olmuştu. 1847 de ilk defa olarak Rum gemicileri Osmanlı bahriyesine alınmıştı. 1850 de devlet şûrasının kabul ettiği bir kanun projesiyle bütün hıristiyan tebaanın askerliği problemi ele alındı. Fakat bir taraftan Hıristiyanların orduda ilerlemeleri kararlaştırılamadığından, diğer taraftan Hıristiyanlar askerliği benimsiyemediklerinden kanun projesi yürütülemedi. Bu örneğe rağmen Islahat fermanında Hıristiyanların askerliği yeniden prensip olarak ortaya kondu. Askerlik ödevini yapmak istiyen İslâm ve Hıristiyan tebaa için "bedel-i nakdî" formülü kabul edildi. Bu, bir derece, haraç vergisinin devamı demekti. Fakat Müslümanların da bedel-i nakdi vermek hakkına sahip olmaları ile Hıristiyan ve Müslüman tebaa arasında askerlik alanında eşitlik sağlanmış oldu. İslâmla Hıristiyan tebaa arasında bir eşitsizlik de devlet memurluklarına geçmede göze çarpmakta idi. Hıristiyanların bazı hallerde, Rumlar müstesna, devlet memurluklarına geçmeye hakları yoktu. Hıristiyanların siyaset haklarından mahrumluğunu anlatan bu durum Hiristiyan devletlerin gözüne çarpmakta idi. Devlet memurluğu eğitim ile yakından ilgili olduğundan Islahat fermanında Hıristiyanların hem Osmanlı eğitiminden faydalanabilmeleri hem de devlet memurluklarına geçebilmeleri prensibi konulmuştu.

Islahat fermanında, tebaayı kaynaştırmayı amaç tutan maddelerin yanında türlü alanda devlet idaresini denkleştirmek için de birtakım maddeler vardı. Bütün bu maddelerin yürütülmesi Tanzimatın ikinci merhalesi olan ve 1856'dan 1875'e kadar uzanan devirde olmuştur.

Islahat Femanı'nın Önemi

Hıristiyan halka haklar tanınmasına rağmen Avrupalı devletler Hıristiyanlara istediği sözlerini geçirme hakkına sahip oldular.
Tanzimat ve Islahat Fermanları ile Avrupalılar Osmanlı içindeki azınlıklara etken oldular.

Islahat Fermanının Sonuçları

1 - bu ferman ile müslüman ve gayri müslimler eşit haklara sahip olmuş. böylece kaynaşmış bir osmanlı toplumu ortaya çıkmıştır.
2 - ferman müslümanlardan ziyade yabancıların haklarını genişletmiş, bu durum müslüman tebanın tepkisine neden olmuştur.
ferman sonrası açılan okullar zamanla ırkçı bir nesil yetiştirmiş ve bu durum osmanlı devleti'nde dağılmayı hızlandırmıştır.
3 - ayrıca patrikhaneye meclis açmak izninin verilmesi gayri müslimlerde bağımsızlık eğilimini artırmıştır.
avrupalılar yine osmanlı devleti'nin içişlerine karışmaya devam etmiştir.
4 - osmanlının parçalanma sürecini hızlandırmıştır.
5 - osmanlıcılık düşüncesinin ürünü olan tanzimat ve islahat fermanları toplumsal dengeyi zedelemiştir.
 
Sultan Abdulhamid Han Sultan Abdulhamid Han

1876 | Kanun-u Esasi​

Kanun-u Esasînin tam anlamıyla meşrutî, anayasal ve parlâmenter bir sistem kurduğunu söylemek oldukça güçtür. Bir kere yasama yetkisinin kullanımına Padişahın çok önemli müdahaleleri vardır (kanun teklifinin görüşülebilmesi için Padişahın izni ve yürürlüğe girmesi için onayı gerekir). Bakanlar Kurulu, parlamentoya karşı değil, Padişaha karşı sorumludur. Özetle yasama ve yürütme fonksiyonu hâlâ büyük ölçüde Padişaha bağımlıdır. Bu iki fonksiyon bakımından Padişahın anlamlı bir şekilde sınırlandırılmış olduğunu söylemek oldukça güçtür. Ancak bununla birlikte, yargı fonksiyonu artık Padişahın egemenliğinden çıkmıştır. Yargı fonksiyonu bağımsız mahkemelere verilmiştir. Diğer yandan birçok temel hak ve özgürlük de tanınmıştır. Özetle, meşrutî monarşi tam anlamıyla kurulamamış olsa da, artık mutlak monarşiden çıkılmıştır.

İstanbul Konferansı sırasında hazırlanan ve 23 Aralık 1876 tarihinde I. Meşrutiyetin ilan edilmesini sağlayan, Osmanlı Devleti'nin Avrupa tarzında yaptığı ilk anayasa niteliği taşıyan kararlara Kanuni Esasi adı verilmiştir. Kanuni Esasi ile Meclisi Mebusan'da Müslüman vekillerin yanı sıra azınlıklara da vekillik yetkisi vererek ülke bütünlüğünü korumaya çalışmıştır. Mecliste azınlıkların olumsuz ve ulaşılmaz tutumları kargaşaların çıkmasına sebebiyet vermiştir.

Osmanlı Devleti'nde mutlak monarşiden anayasalı monarşiye geçişi belirleyen ve meşrutiyet reşiminin temellerini atan anayasadır.

Osmanlı Devleti'nin Rusya ile savaş hazırlıkları içine girdiği sırada Sultan II. Abdülhamid tahta geçti (31 Ağustos 1876). İç ve dış sorunların giderek ağırlaştığı bir sırada Mehmed Rüştü Paşa'nın sadrazamlıktan çekilmesi üzerine II. Abdülhamid, Mithad Paşa'yı bu makama getirmek zorunda kalmıştı.

Mithad Paşa, Avrupa devletlerine verdiği sözü yerine getirerek anayasal düzene geçilmesini savunuyor, uluslararası konferans ve benzeri müdahalelerin ancak bu yolla önlenebileceğini ileri sürüyordu. Padişah, Mithad Paşa'nın hazırladığı "Kanın-ı Cedid" adlı anayasa taslağı yerine, Fransız Anayasası'nı çevirtip nazırlarına inceleterek ikinci bir taslak hazırlattı. Anayasayı hazırlamakla görevli 28 kişilik Cemiyet-i Mahsusa'nın düzenlediği son taslak Heyet-i Vükela'da (Bakanlar Kurulu) kesin biçimini aldıktan sonra padişahın bir hatt-ı hümayunuyla kabul edildi (23 Aralık 1876).

Temsili bir organdan yada meclisten değil, padişahın tek yanlı iradesinden kaynaklanan Kanun-i Esasi bu bakımdan bir ferman anayasasıdır. Meşruti bir rejim öngörmekle birlikte, teokratik Osmanlı monarşisinin geleneksel ilke ve kurumlarını anayasa hükmü haline getirmeye öncelik verir. Saltanat hakkı Osmanoğulları soyuna aittir ve umumun kefaleti altındadır. Geleneksel yetkilerinin büyük bölümünü sürdüren padişah hukuken sorumsuzdur. Devletin dini İslam'dır; padişah aynı zamanda halifedir ve şeriat kurallarını uygulatır, yasalar din kurallarına aykırı olamaz, şeyhülislamlık makamı ve şeriye mahkemeleri anayasada öngörülmektedir.

Yasama ve yürütme organ ve yetkilerini birbirinden açıkça ayırmayan Kanun-ı Esasi sistemi yürütmenin, özellikle de padişahın üstünlüğü ilkesine dayalıdır. Sadrazamı, nazırları ve şeyhülislamı padişah seçerek atar; vekiller meclise değil padişaha karşı sorumludur. Yaşama organı sayılan Meclis-i Umumi'nin toplantı döneminin kısaltılmasına, uzatılmasına ya da seçimlerin yenilenmesi kaydıyla feshine karar vermeye padişah yetkilidir. Meclis-i Umumi'nin senato kanadı durumundaki Heyet-i Ayan'ın üyelerini de padişah atar.

Padişahın kişiliği kutsaldır; işlem ve eylemlerinden ötürü hukuki ya da cezai sorumluluk altında değildir; anayasaya bağlılık yemini etmesi bile öngörülmemeiştir. Heyet-i Ayan ve seçimle gelen Heyet-i Mebusan üyeleri anayasaya değil, padişaha sadakat yemini ederek göreve başlarlar. Heyet-i Vükela'nın, kendi gündemini belirlemesi ve aldığı kararları uygulatabilmesi için de padişahın izni ve onayı gerekir. Meclisler de ancak kendi alanlarına giren sınırlı konularda ve padişahın izniyle yasa önerilebilir. Padişahın yasaları veto etme yetkisi de vardır.

Ayrıca Heyet-i Ayan padişahın haklarını korumakla yükümlüdür. Heyet-i Vükela ile Heyet-i Mebusan arasında uyuşmazlık çıkması ve Heyet-i Mebusan'ın görüşünde iki kez direnmesi durumunda da padişah altı ay içinde yeniden toplanması koşuluyla meclisi feshedebilir. Meclislerin toplantıda olmadığı dönemlerde ülke, yasa hükmünde özel kararlarla yönetilebilirdi.

Kanun-ı Esasi sistemi gerçek bir meşrutiyet ya da anayasal düzen sayılmaz. Anayasa düşüncesinin somutlaşması, yasama meclislerinin ve temsili sistemin oluşması, bütün kısıtlamalara karşı (örn:113. maddeyle padişaha tanınan sürgün yetkisi) bazı hak ve özgürlüklerin bir anayasal metinde yer alması, yargı bağımsızlığını ve güvencelerini sağlamaya yönelik ilkelerin düzenlenmesi vb. noktalar Kanun-ı Esasi'nin Osmanlı devlet düzenine önemli katkıları olmuştur.

Kanun-ı Esasi'nin öngördüğü yasama organı 19 Mart 1877-16 Şubat 1878 arasında bazı aralıklarla toplam beş ay görev yaptı. Ama özellikle eleştirici davranışlarıyla tutucu çevrelerin ve padişahın tepkisini çekti. Bunun üzerine Rusya ile yapılan savaşı bahane eden II: Abdülhaid, Meclis-i Umumi'yi tatil etti ve bir daha toplantıya çağırmadı ve Kanun-ı Esasi 1908'e kadar hukuken yürürlükte kalmakla birlikte uygulamadan düştü.

1908'de II. Meşrutiyet'in ilanı ile yeniden yürürlüğe girdi ve 31 Mart Olayı'ndan sonra yeni değişiklikler yapıldı (22 Ağsutos 1909). Buna göre 21 madde değiştirildi ve üç yeni madde eklenerek gerçekten meşruti ve parlementer bir sistem oluşturuldu. Yapılan değişikliklerle; padişah anayasaya bağlılık yükümlülüğü altına girdi. Hükümet padişaha değil meclise karşı sorumlu olacaktı. Hükümet ve Heyet-i Mebusan bağımsız kişilik kazandı, yasama ve yürütme ilişkileri dengeli duruma getirildi, kuvvetler ayrılığı ilkesi benimsendi, padişahın mutlak veto yetkisi kaldırıldı. Ayrıca dernek kurma, toplantı vb. özgürlükler tanındı, 113. madde kaldırıldı.

II. Meşrutiyet'in çalkantılı siyasal süreçlerinde başka değişikliklere de uğrayan Kanun-ı Esasi, özellikle I. Dünya Savaşı'nın başlamasından sonra fiilen tek parti durumuna gelen İttihat ve Terakki'nin yönetim süresince uygulanmadı. Ama Kurtuluş Savaşı döneminde, hatta 1921 tarihli Teşkilat-ı Esasiye Kanunu'nun çıkarılmasından sonra bile Kanun-ı Esasi'nin yeni anayasaya aykırı düşmeyen hükümlerinin yürürlükte kalacağı düşüncesi benimsendi. 1924 tarihli Teşkilat-ı Esasiye Kanunu 1921 Anayasası'yla birlikte Kanun-ı Esasi'yi de kesin olarak yürürlükten kaldırdı.

Kanuni Esasi'nin Türk tarihindeki önemi kısaca şu şekilde özetlenebilir:

1. Türk tarihindeki ilk anayasadır.
2. Halk ilk kez hükümdarın yanında yönetime iştirak etmiştir.
3. Halk ilk kez seçme, seçilme ve temsil edilme hakkına kavuşmuştur.
4. Devletin şekli, yasama, yürütme, yargılama ilkeleri ve vatandaşlık haklarını düzenleyen ilk kanundur.
5. Polonya, Belçika, Prusya anayasalarından yararlanılarak hazırlanmıştır.
6. Tarafsız ve yasa dili ile kaleme alınmıştır. Yazımında hukuki terminoloji kullanılmıştır.
7. Halk oylamasına sunulmadığından, İtaya ve Fransa anayasaları gibi ferman anayasalar sınıfına dahil edilmiştir.
Belçika ve Prusya Anayasalarından etkilenilerek hazırlatılan Kanuni Esasi 119 maddeden oluşturulmuştur.

Kanuni Esasi'nin başlıca önemli maddeleri kısaca şu şekilde özetlenebilir:

1. Hilafet ve saltanat makamı Osmanoğulları soyunun en büyük erkek üyesine aittir.
2. Osmanlı Devleti'nin resmi dini İslam'dır. Uygulanan ve çıkarılan yasalar İslamiyet'e aykırı olamayacaktır.
3. Osmanlı Devleti'nin resmi dili Türkçe'dir.
4. Yürütme yetkisi padişahın başkanlığında Heyeti Vekile'ye (Bakanlar kuruluna) aittir.
5. Bakanlar Kurulu'nun başkan ve bakanlarını padişah seçer, atamalarını yapar ve gerektiğinde azleder.
6. Yasama görevi ayan Meclisi ve Mebusan Meclisi'ne verilmiştir.
7. Ayan Meclisi üyelerini padişah seçecektir. Meclis üyeleri Padişah tarafından ölünceye kadar tayin edilebilecektir.
8. Mebusan Meclisi üyelerini halk tarafından her 50000 kişiye bir vekil olacak şekilde seçilmektedir.
9. Mebusan Meclis'i üyeleri dört yılda bir seçilmektedir.
10. Kanun tekliflerini sadece hükümet yapabilecektir.
11. Hükümet Meclis'e karşı değil, padişaha karşı sorumlu olacaktır.
12. Padişahın meclisi açma ve kapama yetkisi mevcuttur.
13. Kanuni Esasi'de mülkiyet ve dilekçe hakkı, kişi özgürlüğü, din özgürlüğü, basın özgürlüğü, konut dokunulmazlığı, vergi eşitliği, eğitim ve öğretim özgürlüğü, yasal eşitlik gibi temel hak ve hürriyetler
14. Padişahın devlet düzeninin bozulması durumunda, polis araştırmaları yaparak zararlı ve suçlu gördüğü kişileri sürgüne gönderme yetkileri mevcuttur.
 
1909 Kanun-u Esasî Değişiklikleri (İkinci Meşrutiyet) 1909 Kanun-u Esasî Değişiklikleri (İkinci Meşrutiyet)

1909 Kanun-u Esasî Değişiklikleri | (İkinci Meşrutiyet)​


İttihat ve Terakki örgütü Abdülhamit’in istibdat rejimine karşı mücadele ediyordu. 1908 Temmuzunda Abdülhamit’e karşı yapılan toplantı ve mitingler bütün Rumeli’yi sardı. 400 kişilik çetesiyle birlikte kolağası Niyazi Bey , Resne’de dağa çıktı. 23 Temmuz 1908 günü İttihat ve Terakki Manastır’da hürriyet ilân etti. Aynı günün gecesi Abdülhamit Kanun-u Esasîyi yeniden yürürlüğe koydu ve böylece İkinci Meşrutîyet ilân edilmiş oldu. Abdülhamit, nazırları da değiştirdi. Bu durumda da İttihat ve Terakki Cemiyeti Abdülhamit’in tahtta kalmasına rıza gösterdi.

1909 değişikleri ile artık Osmanlı rejimi meşrutî (anayasal) parlâmenter bir monarşi haline gelmiştir. Böyle bir sistem esas itibarıyla demokratiktir. Böyle bir sistemde yasama yetkisi esas itibarıyla halkın temsilcilerinden oluşan yasama organı tarafından kullanılır. Yürütme yetkisi ise esas itibarıyla yasamanın güvenine dayanan Hükûmet tarafından kullanılır. Padişahın gerek yasama ve gerek yürütme alanındaki yetkileri semboliktir. 1909 değişiklikleriyle Osmanlı İmparatorluğunun mutlak monarşiden kesin olarak çıktığını ve sınırlı monarşi dönemine girdiğini söyleyebiliriz.

2. Kanunu Esasi’nin temel özellikleri şunlardır:

a) Anayasa, Osmanlı Devletinin monarşik ve teokratik niteliğini değiştirmemiştir. Saltanat kaldırılmamıştır.

b) Osmanlı Devletinin dini, İslamdır. Kanunların din kurallarına uygunluğunu denetleme görevi, Heyeti Ayana aittir. Şeyhülislam, Bakanlar Kurulunun üyesidir.

c) Anayasa ile kurulan Meclisi Umumi, ikili yapıdadır. Heyeti Ayan üyeleri, Padişah tarafından atanıp, ömür boyu görevde kalacaktır. Üye sayıları ve başkanı Padişah tarafından belirlenecektir. Üyenin en az 40 yaşında olması gereklidir. Heyeti Mebusan üyeleri ise, halk tarafından ve iki dereceli bir seçimle ve 4 yıl için seçilecektir. Anayasaya göre tekrar seçilmek mümkündür. Her üye, yalnız kendilerini seçenleri değil, tüm Osmanlıyı temsil edecektir. Her ellibin kişiye bir üye düşecektir. Osmanlı tebaasından olmayan, Türkçe bilmeyen, 30 yaşını doldurmayan, iflas ile mahkum olan, hacir altına alınan kişiler üye seçilemeyecektir. Şehir ve kasabalardaki idare meclisi üyeleri ikinci seçmen sayılmış ve milletvekillerini seçmişlerdir. Dolayısıyla bu dönemde genel seçim ilkesi uygulanamamıştır.

d) Kanun tasarısı teklif etme hakkı Bakanlar Kuruluna aittir. Meclis üyeleri, Padişahın izni ile kanun teklifinde bulunabileceklerdir. Meclis tasarılarının yasalaşması, Padişahın onayına bağlı tutulmuştur.

e) Padişahın yetkileri oldukça geniş tutulmuştur. Padişahın, Meclisi feshetme ve toplantıya çağırması, Meclis üyelerinin Padişaha bağlılık yemini etmeleri, Hükümetin siyasi sorumluluğunun Meclise karşı değil, Padişaha karşı olması gibi. Ayrıca Padişahın, hükümetin güvenliğini bozanları ülke dışına sürgün etmek yetkisi de bulunmaktadır.

f) Anayasanın genel haklar bölümünde bazı temel haklara yer verilmiştir. Bunlar arasında, kanun önünde eşitlik, kişi dokunulmazlığı, basın özgürlüğü, ticaret serbestisi, Devlet mercilerine ve Meclise dilekçe verme hakkı, eğitim özgürlüğü, kamu hizmetlerine girebilme, mal güvenliği, konut dokunulmazlığı, tabii yargı ilkesi, angarya ve işkence yasağı, vergilerin kanuniliği gibi haklar bulunmaktadır. 3. Meclis, ordunun Rus savaşında yenilmesi ve ülkedeki haksızlıklar nedeniyle, Hükümeti ve Padişahı eleştirince, 1878 yılında Padişah tarafından süresiz olarak kapatılmıştır. 1876 Anayasası resmen yürürlükten kaldırılmamakla beraber, fiilen uygulamadan kaldırılmıştır. Mithat Paşa sürgün edilmiş ve böylece ilk meşrutiyet denemesi sona ermiştir.

4. Kanunu Esasinin önemli hükümleri şunlardır:

a) Devletin başkenti İstanbul’dur. Saltanat ve hilafet Osmanlı ailesinden en büyük çocuğa geçecektir.

b) Bakanların atanma ve azilleri ile Meclisin feshi yetkileri Padişaha aittir. Bakanlar Kurulunun başı, Sadrazamdır.

c) Devletin dini, İslamdır. Kamu hizmetindekilerin Türkçe bilmeleri şarttır.

d) Meclis toplantıda değilken, gerekli hallerde Bakanlar Kurulu karar alacak ve kararlar, Meclisin toplanıp karar almasına kadar muvakkaten kanun kuvvetinde olacaktır.

e) Memurlara ilişkin hükümlere yer verilmiş, memurların belli durumlar hariç azledilemeyecekleri ve değiştirilemeyecekleri, maaşlarını alabilecekleri ve yetki alanları dahilinde sorumlu olacakları, amirlerine itaat edecekleri ve memurların kanuna aykırı işlerde amirlerine itaat etmeleri ile sorumluluktan kurtulamayacakları hususları düzenlenmiştir.

f) Meclis üyelerinin belli suçlardan dolayı Meclis kararı alınması ile ceza almaları sonucunda ilgili mahkemelerde yargılanacakları, oy vermekten kaçınabilecekleri, iki heyete aynı anda üye olamayacakları ve görüşmeleri Türkçe yapacakları ve memuriyetle Meclis üyeliğinin bağdaşmayacağı, cinayet durumu hariç, üyelerin, Meclis ekseriyetle karar vermedikçe tutuklanamayacakları ve yargılanamayacakları hususları hükme bağlanmıştır.

g) Anayasaya göre, hakimler azledilemez. Yargılama alenidir. Mahkemeler görev alanına giren bir davayı görmekten kaçınamaz. Davalar, görevli mahkemelerde görülür. Mahkemeler, şeriye ve nizamiye mahkemeleri olarak iki türlüdür. Kanunun uygun gördüğü durumlarda tahkim dahi mümkündür.

h) Yüce Divan, otuz kişidir. Görevi, bakanları ve yüksek yargı üyelerini yargılamaktır. Kararları aleyhine temyiz yolu kapalıdır.

i) Vergiler kanuna dayalıdır. Bütçe, Meclisi Umumide görüşülecek ve kabul edilecektir. Bütçe kanunu 1 yıl için geçerli olacaktır.

j) Anayasaya göre, illerin idaresi tevsii mezuniyet (yetki genişliği) ilkesine dayanır. Ayrıca yerel yönetimler anayasal düzeyde ilk kez bu Anayasa ile düzenlenmiştir.

k) İhtilal ortaya çıkacağına dair işaretler görüldüğünde, o yerde olağanüstü hal (idarei örfiye) ilan edileceği hususu hükme bağlanmıştır.

1909 DEĞİŞİKLİKLERİ

1. Bakanlar Kurulunun, hükümet siyasetinden dolayı birlikte ve bireysel olarak Meclise karşı sorumlu olacakları açıkça düzenlenerek parlamenter rejime geçişin adımlarından birisi atılmıştır.

2. Padişahın Meclisi feshetme yetkisi ile diğer yetkileri sınırlandırılmıştır. Padişahın Meclisi tek başına dağıtma yetkisi kaldırılmıştır. Padişahın Meclisi feshetmesi, Ayan Meclisinin onayı ve 3 ay içinde seçim yapılması şartlarına bağlanmıştır. Padişah and içecektir ve Padişah kararlarında başbakan ve ilgili bakanın imzası bulunacaktır. Padişahın kanunları yayımlamama yetkisi kaldırılarak, Padişaha kanunu iki ay içinde yayımlama ve geri göndermede yetkisi tanınmıştır. Üyelerin kanun teklif etme yetkisi üzerindeki Padişah denetimi kaldırılmıştır. Sürgün yetkisine son verilmiştir.

3. Basında sansür yasaklanmış, haberleşme özgürlüğü ve toplanma özgürlüğü getirilmiş, toplanma ve dernek kurma haklarının sınırları belirlenmiştir.


 
et7h9o48.jpg et7h9o48.jpg

1921 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu​


16 Mart 1920’de İstanbul’un işgal edilmesi üzerine Mustafa Kemal, 19 Mart 1920 Heyet-i Temsiliye adına yayınladığı bir tamimle “salâhiyet-i fevkalâdeyi haiz bir meclis ”i Ankara’da toplantıya çağırmıştır. “salâhiyet-i fevkalâdeyi haiz bir meclis” deyimiyle kastedilen şey kurulacak meclisin bir “kurucu meclis” olacağıdır.

Mustafa Kemal’in 17 Mart 1920’de yayınladığı İntihabat Tebliği toplanacak yeni meclisin seçim usûlünü belirliyordu. Nüfuslarına bakılmaksızın her livadan beş kişi seçilecekti. Bunları ise belediye meclisi üyeleri ve Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerinin yerel yönetim kurulu üyeleri seçecekti. Ayrıca İstanbul’dan Meclis-i Mebusandan gelecek üyeler de seçilmiş üye kabul edileceklerdi. Bunu engellemek için ise, Damat Ferit Paşa , 11 Nisan 1920’de Meclis-i Mebusanı feshettirmiş böylece mebusların mebusluk sıfatlarını sona erdirmiştir. Bu şekilde seçilenler Ankara’da toplanarak 23 Nisan 1920’de ilk Büyük Millet Meclisi toplantısını yaptılar. İşte Bu Meclis kuruluşundan aşağı yukarı 9 ay sonra, 20 Ocak 1921 Teşkilât-ı Esasîye Kanununu kabul etmiştir.

Osmanlı Devleti ve Türkiye Cumhuriyetinde millî iradeyi lâyıkiyle temsil eden bir meclis tarafından yapılmış tek anayasa, 1921 Anayasasıdır. 1876 Kanun-u Esasîsi, padişah tarafından atanmış bir komisyonca hazırlanıp, padişah fermanıyla ilân edilmiştir. 1924 Anayasası, tek parti egemenliğinin kurulmaya başladığı ve örgütlü bir muhalefetin mevcut olmadığı bir meclisçe yapılmıştır. 1961 ve 1982 Anayasalarını hazırlayan Kurucu Meclisler de, genel oya dayanan bir seçimle oluşmuş yasama organları değillerdi.

1921 Teşkilât-ı Esasîye Kanunu çok açık bir şekilde millî egemenlik ilkesini ilân etmektedir: “Hakimiyet bilakaydü şart milletindir”.

Hemen vurgulayalım ki, Cumhuriyet, Kurtuluş Savaşını yürütmüş olan “Birinci Meclis” tarafından değil, ikinci dönem Büyük Millet Meclisi tarafından ilân edilmiştir. Cumhuriyet 29 Ekim 1339 (1923) tarih ve 364 sayılı Teşkilât-ı Esasîye Kanununun Bazı Mevaddının Tavzihan Tadiline Dair Kanun ile ilân edilmiştir[31]. Bu Kanun, bir anayasa değişikliği kanunudur. Kanun, 1921 Teşkilât-ı Esasîye Kanununun 1’inci maddesini söyle değiştiriyordu:

“Hâkimiyet, bilâkaydü şart Milletindir. İdare usûlü halkın mukadderatını bizzat ve bilfiil idare etmesi esasına müstenittir. Türkiye Devletinin şekl-i Hükûmeti, Cumhuriyettir”.

Böylece Cumhuriyet ilân edilmiş oluyordu. Cumhuriyeti ilân eden 29 Ekim 1923 tarih ve 364 sayılı Kanun ile 1921 Teşkilât-ı Esasîye Kanununda önemli değişiklikler yapılmıştır.

1921 Teşkilat-ı Esasi İlk anayasamız ve özelikleri

Teşkilatı Esasi Türkiye Cumhıriyeti'nin ilk anasayasıdır. Ülke Anaysanın çıktığı sırada işgal altında olmasından dolayı 1921 Teşkilat-ı Esasi İlk anayasamız ve özelikleri arasında güçler birliği vardır. 1921 Teşkilat-ı Esasi İlk anayasanın içeriğinde çok az bir madde vardır.
Olağan üstü bir zamanda anayasa ilan edildiği için içeriği detaylı değildir.

Yeni Türk Devleti’nin İlk Anayasası (Teşkilat-ı Esasiye Kanunu/20 Ocak 1921)

Kabul Edilme Nedenleri: TBMM, üzerinde hiçbir gücü tanımamakla padişah ve halifeliği reddetmiştir. Bu yeni bir devletin kurulduğunun ifadesiydi. Bu nedenle yeni devlete yeni bir anayasa gerekiyordu.

1921 Anayasası’nın Esasları

1. Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.
2. Yasama, yürütme ve yargı güçleri Meclis’e aittir (Güçler Birliği).
3. Din ve şeriat işlerini yürütmek TBMM’nin görevidir (ilk anayasa laik değildir).
4. Padişah ve halifenin geleceği meclisin vereceği karara göre olacaktı. Amaç, padişah ve hilafet yanlıları arasında ikilik çıkarmamaktı.

Teşkilatı esasiye kanunu TBMM savaş zamanında çıkarıldığı için son derece sade ve güçler birliği ilkesini benimsedi.

- Teşkilatı esasi anayasası sadece 23 maddeden oluşmaktadır.
- Teşkilatı esasi anayasası kısa çerçeveli anayasa özelliği taşımaktadır.
- Teşkilatı Esasi anayasasının ilk maddesi Egemenlik kayıtsız şatsız milletindedir maddesidir.
- Yasama ve yürütme BMM sine aittir.
- Büyük Millet Meclisi seçimi 2 yılda bir yapılır.

Teşkilatı Esasi Anayasasının önemli maddelerine gelecek olursak.

1921 Teşkilat-ı Esasi İlk anayasamız ve özelikleri Özellikleri

Osmanlı İmparatorluğunun yerine yeni bir devletin kuruluşunu hukuki ve siyasi yönden belgelemiştir.
• Ulusal egemenliği esas kılan ve egemenliğin Osmanlı Devleti’nde Türk ulusuna geçtiğini belgelemiştir.
• TBMM’nin kuruluşunu yasal hale getirmiştir.
• Demokratik ve ihtilalci karaktere sahiptir.
• Olağanüstü koşullarda hazırlandığı için kısa ve özet halinde hazırlanmıştır.
• İlk defa meclis hükümeti sistemi benimsenmiştir.
• Devletin resmi dini belirtilmemiştir.
Amasya Genelgesi’nden itibaren gelişen ruha resmi bir kimlik kazandırmış ve önderlik etmiştir.
NOT: 1921 Anayasası 1924 tarihinde yürürlükten kalkmıştır.
NOT: 1921 Anayasası’nda yapılan en önemli değişiklikler, cumhuriyetin ilanıyla olmuştur. Cumhuriyetin ilanı ile “Meclis Hükümeti Sistemi” terk edilerek bugünkü “Kabine Sistemi”ne geçilmiştir
-Teşkilatı Esasi Anayasası Türkiye Tarihi'nde ilk ve tek yumuşak anayasa özelliği taşımaktadır.
-Teşkilatı Esasi Anayasasına daha sonra Cumhuriyet maddesi eklenmiştir.
,,

 
2ezzcqgd.jpg 2ezzcqgd.jpg

1924 Teşkilât-ı Esasîye Kanunu​



20 Nisan 1924'te yürürlüğe giren
1924 Anayasası ya da resmî adıyla Teşkilât-ı Esasîye Kanunu, 1921 tarihli Teşkilât-ı Esasîye Kanunu'nu yürürlükten kaldırmıştır. Birkaç önemli değişiklikle (Altı ilkenin eklenmesi, devletin dininin İslam olduğuna dair ibarenin kaldırılması ve kadınlara milletvekili seçme ve seçilme hakkının verilmesi gibi) 1961'e dek yürürlükte kalmıştır. 1 Ekim 1945'te içeriği değiştirilmeden, dili Türkçeleştirilerek yeniden kabul edilmiştir. 27 Mayıs 1960 ihtilalinin ardından, yeni bir anayasa hazırlanarak 1961'de kabul edilmiş ve 1924 Anayasası yürürlükten kalkmıştır.


  1. Madde: Devletin Yönetim şekli Cumhuriyettir.
  2. Madde: Türk Devleti'nin dili Türkçe, başkenti Ankara'dır. (13 Ekim 1923'te başkent olmuştur.)
  3. Madde: Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir. Bu egemenliğin tek temsilcisi TBMM'dir.

Hükümet sistemi yerine kabine sistemi getirilmiştir.

1928 yılında "Devletin dini İslamdır." ibaresi çıkarılmıştır.

1930 yılında seçme ve seçilme hakkı kadınlara da tanınmıştır.

1937 yılında laiklik ilkesi anayasaya girmiştir.

1924 Anayasası’nın temel özellikleri şunlardır:

Cumhuriyet İlkesi: 1924 Anayasası Cumhuriyet ilkesini temel almıştır. Nitekim anayasanın 1. Maddesi “Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir” demektedir. Bu hükümle devletin yönetim şeklinin “cumhuriyet rejimi olduğu” belirtilerek, ülkeyi idare edeceklerin ancak seçim yoluyla bu hakkı elde edebilecekleri kabul edilmiştir.

Milli Egemenlik İlkesi: 1924 Anayasası 3. Maddesinde “hâkimiyet kayıtsız milletindir” denilmektedir. Bu hükümle anayasa millet egemenliğini kabul etmiştir. Bu hüküm aynı zamanda demokratik bir devlet düzeninin ilk hareket noktası olmuştur. Türk Milleti, egemenliğinin sahibi olduğunu verdiği Millî Mücadele ile bütün dünyaya kabul ettirmiştir. Bu egemenlikte artık hiçbir kişinin veya dini inanç ve kurumun ilişkisi yoktur. Millet egemenliğinin sahibidir. Bu egemenlik Türkiye Büyük Millet Meclisi aracılığıyla kullanılır.

Türkiye Büyük Millet Meclisi, milletin tek ve gerçek temsilcisi olup millet adına egemenlik hakkını kullanmaya yetkili tek organdır.

Güçlerin Birliği ve Büyük Millet Meclisi’nin Üstünlüğü: 1924 Anayasası da güçler birliği sistemini kabul etmiştir. Anayasanın 5 nci Maddesi “yasama yetkisi ve yürütme gücü Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde belirir ve toplanır” demektedir. Bu anayasada da kuvvetler ayrılığı ilkesi benimsenmemiştir.

Büyük Millet Meclisi’nin üstünlüğü vardır. Meclisin üstünde bir kuvvet yoktur. Bu nedenle meclis ancak kendini fesh edebilir. Türkiye Büyük Millet Meclisi devletin organları içinde en üst organdır. Milletin tek temsilcisidir, yasama yetkisini meclis doğrudan kendisi kullanır. Yürütme yetkisini kendisi tarafından seçilecek bir cumhur başkanı ve onun atayacağı bakanlar kurulu aracılığıyla kullanır.

1924 Anayasası’na göre devletin temel nitelikleri bu anayasanın devrimci yapısını da yansıtmaktadır. 1924 Anayasası’nın 2 nci Maddesi ile; Türkiye Devleti’nin dininin İslâm olduğu, resmi dilinin Türkçe olduğu ve devlet merkezinin Ankara olduğu açıklanmıştır. Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren gerçekleştirilen köklü atılım ve devrimlerle Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin sosyal ve ekonomik karakteri de ortaya konmuş ve bunlar 1937 de Anayasa’nın 2. maddesinde yapılan değişikliklerle anayasaya dahil edilmiştir.

Böylece Türkiye Devleti’nin “Cumhuriyetçi, milliyetçi, laik, halkçı, devletçi ve inkılâpçı” bir devlet olduğu anayasayla da belirtilmiştir. Bu özellikleri ile Türkiye, hukuksal olarak çağdaş ve modern bir devlet olmuştur.

1924 Anayasası’na göre yasama organı Türkiye Büyük Millet Meclisi’dir. Meclis egemenliği millet adına kullanacak olan tek yetkili organdır. Meclis yasama görevini doğrudan kendisi yapmaktadır. Bu görevler arasında; “Kanun koymak, tefsir etmek, kanunları değiştirmek, kaldırmak, devletlerle sözleşmeler yapmak, barış yapmak, savaş ilan etmek, devlet bütçesini incelemek, para basmak, genel ve özel af çıkarmak, idam kararlarını onaylamak” gibi yasama görevleri bulunmaktadır.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Anayasa’yı, üyelerinden 1/3 nün teklifi ile 2/3 nün çoğunluk oyuyla değiştirebiliyordu. Ayrıca yürütme meclisi fesih edemiyordu.

1924 Anayasası’nın beşinci maddesi ile yürütme kudreti Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde toplanmıştır. Ancak Meclis bu görevini kendisi tarafından seçilen bir Cumhurbaşkanı ve onun tayin edeceği İcra Vekilleri Heyeti (Bakanlar Kurulu) aracılığıyla kullanmaktadır. Yürütmenin en üst organı olarak Cumhurbaşkanı öngörülmüş ve yürütme görevini yapacak organ olarak bugünkü anlamda bir Başbakan ve onun belirlediği bakanlardan oluşan Bakanlar Kurulu olarak belirtilmiştir. Bakanlar, Başbakan tarafından belirlenir, Cumhurbaşkanınca tasdik edilir ve meclisin onayına sunulurdu. Türkiye Büyük Millet Meclisi her zaman Hükümeti denetleyebilir ve düşürebilirdi.

1924 Anayasası yargı yetkisini bağımsız mahkemelere vermiştir. Anayasa yargı organlarının verdiği kararların, Türkiye Büyük Millet Meclisi ile İcra Vekilleri Heyeti’nce değiştirilemeyeceğini ve yerine getirilmesine mani olunamayacağını hüküm altına alarak, yargı kararlarına hem teminat hem de bağımsızlık getirmiştir. 1924 Anayasası, 1921 Anayasası’nın aksine yargı kuvvetini Meclise vermemiş, bağımsız mahkemelere bırakmıştır.

1924 Anayasası’nda Yapılan Değişiklikler:

1924 Anayasası’nda 1924’ten 1960 yılına kadar bazı değişiklikler yapılmıştır. Bu değişiklikler şunlardır:

10 Nisan 1928 tarihinde yapılan değişiklikle Anayasa’nın 2 maddesinde yer alan “Türkiye Devleti’nin dini İslâm’dır” hükmü çıkarılmıştır. Ayrıca milletvekillerinin yeminlerindeki vallahi kelimesi “namusum üzerine söz veririm” ifadesiyle değiştirilmiştir. Yine Meclisin görevleri arasında yer alan “ahkam-ı şer’iye’nin tenfizi” (dinsel hükümlerin yerine getirilmesi) hükmü anayasadan çıkartılmıştır.

Bu değişikliklerle Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin laik bir devlet olması amaçlanmış ve laik devlet anlayışına yönelinmiştir.

5 Aralık 1934’de yapılan değişikliklerle kadınlara milletvekili seçme ve seçilebilme hakkı verilmiş ve seçmen yaşı 18’den 22’ye çıkartılmıştır.

5 şubat 1937’de aslında Cumhuriyet Halk Partisi’nin ilkeleri olan “Cumhuriyetçilik, milliyetçilik, halkçılık, devletçilik, laiklik ve inkılâpçılık” Anayasanın 2. maddesine dahil edilerek Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin temel nitelikleri olarak belirtilmiştir.

10 Ocak 1945’de ve 24 Aralık 1952’de yapılan değişikliklerle Anayasa’nın dili üzerinde değişikliklere gidilmiştir.

Türkiye Cumhuriyeti’nin en uzun süre yürürlükte kalan Anayasası niteliğindeki 1924 Anayasası, 27 Mayıs 1960 hareketine kadar yürürlükte kalmış ve bu hareketle birlikte yürürlükten kalkmıştır.

Modern hukuk kurallarını benimsemek durumunda olan genç Cumhuriyet, aynı zamanda laiklik ilkesini hukuk alanına da uygulamak ve kanun koyarken dini esaslara bağlı kalmadan, kanunları, modern çağın gereklerine dayandırmak zorundaydı.
 
b6esybf8.jpg b6esybf8.jpg

1961 Anayasası​


1961 Anayasası, genç subayların yaptığı 27 Mayıs askeri müdahalesinin ardından, 9 Temmuz 1961'de kabul edilmiş ve 1924 Anayasası'nı yürürlükten kaldırmıştır.

1961 Anayasası ile;

- Güçler ayrılığı sağlanmıştır. ( Yasama-Yürütme-Yargı )
- Yasama gücü: Cumhuriyet Senatosu ve Millet Meclisi olmak üzere iki meclistir.
- Yürütmenin dışında bağımsız yargı organları kurulmuştur.
- Yasamadan çıkan yasaların anayasaya uygunluğunu kontrol eden Anayasa Mahkemesi kurulmuştur.
- Yürütmenin, yönetimin tüm eylemleri, kararları anayasal bir kuruluş olan Danıştay denetimine verilmiştir. Yani TBMM egemenlik hakkını kullanan tek organ olmaktan çıkıp Anayasa'da sözü edilen yetkili organlardan biri olmuştur.
- Kişinin temel hak ve özgürlükleri Anayasa ile güvenceye alınmıştır.

Ülkede 1960’ların sonlarına doğru siyasal şiddet olaylarının artması ve Bu olayların önüne geçilememesi nedeniyle 12 Mart 1971 tarihinde Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanları bir “muhtıra” vererek Başbakan Demirel’i istifaya zorladılar. Demirel istifa etti. Ordu desteğinde bir “partiler üstü” Hükûmet kuruldu ve Anayasada 1971 değişiklikleri olarak bilinen bazı değişiklikler yapılarak zellikle temel hak ve özgürlükler hususunda bazı kısıtlamalara gidildi.

1961 ANAYASASI VE 1961 ANAYASASI’NIN ÖZELLİKLERİ (9 Temmuz 1961)


1. İki meclisli parlamento ( millet meclisi ve Cumhuriyet Senatosu) sistemini kabul etmiştir.
2. Kuvvetler ayrılığı prensibi getirildi.
3. Yürütme organı Cumhurbaşkanı ve Bakanlar kurulundan oluşur.
4. Meclis yasaların kabulünde son söze sahiptir.
5. Hukuk devleti ilkesi benimsenmiştir.
6. Sosyal Devlet anlayışı benimsenmiştir.
7. Seçimlerin; serbest, eşit, gizli, tek dereceli genel oy ilkelerine göre yapılacağı belirtilmiştir.
8. Çoğunlukçu demokrasi anlayışından çoğulcu demokrasi anlayışına geçildi.
9. Temel hak ve hürriyetlerle ilgili geniş düzenlemelere yer verilmiştir. Temel hak ve hürriyetlerin hangi hallerde sınırlandırılacağı belirtilmiştir.
10. Üniversitelere TRT’ye özerk statü tanındı.
11. Anayasa mahkemesi kuruldu
12. DPT (Devlet Planlama Teşkilatı) kuruldu.
13. Milli Birlik komitesi kuruldu.
14. Millet meclisi ve Cumhuriyet senatosu olmak üzere iki meclisli sistem oluşturuldu.

İki meclisli sistem açıdan 1876 anayasasına benzemektedir !

1961 anayasası temel hak ve özgürlüklere geniş ve ayrıntılı olarak yer verilmiştir !

1961 Anayasası:

- Yasama yetkisi Millet Meclisi ve Cumhuriyet Senatosu olarak iki meclis arasında bölüşülmüştür. Parlamenter sistem uygulanmıştır.
- Devlet Planlama Teşkilatı kuruldu (1960). Kalkınma ve yıllık planları hazırlar.
- 27 Mayıs 1960 müdahalesiyle birlikte geçici bir anayasa düzeni kurulmuş ve meclisin yetkileri ile donatılmış
Milli Birlik Komitesi (MBK) oluşturulmuştur. MBK, Kurucu Meclisin askeri kanadını oluştururken Danışma Meclisi sivil kanadı oluşturuyordu. Bu komitenin kurduğu Kurucu Meclis anayasa ve seçim kanunlarını yapmakla görevlendirilmiştir. Kurucu Meclis üyelerinin bir bölümü iki dereceli seçimle seçilen üyelerden, bir bölümü siyasal partilerin kendi seçtikleri temsilcilerden, diğer bölümü de çeşitli kuruluşların (üniversiteler, barolar, yargı organları gibi) temsilcilerden oluşmuştur. Üyelerin bir bölümü de Devlet Başkanı ve Milli Birlik Komitesi tarafından seçilmişti.

- Anayasanın üstünlüğü: Anayasanın 8. maddesi ile anayasaya aykırı kanunların çıkartılamayacağı, uygulanamayacağı belirtildikten sonra, Anayasanın yasama, yürütme ve yargı organları ile idareyi ve kişileri bağladığı belirtilerek Anayasanın üstünlüğü gerçekleştirilmiştir. Ayrıca kurulan yargısal denetim mekanizması ile önemli bir güvence sistemi getirecek anayasanın üstünlüğü sağlanmaya çalışılmıştır. Anayasa Mahkemesi kurulmuştur.

- Kuvvetler ayrılığı ilkesi: Yasa yapma yetkisi TBMM, yargı yetkisi Mahkemelere ve yürütme yetkisi Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kuruluna verilmiştir. Yargı erkinin bağımsızlığı ile pratik önem kazanmaktadır.

- Devlet iktidarının paylaşımı: İki meclis sistemi getirilmiştir. Buna göre meclis yani yasama organı Millet Meclisi ve Cumhuriyet Senatosu olarak ikiye ayrılmıştır. Genel idare içinde özerk yönetimle, kendi kendilerini yönetme yetkisine sahip kuruluşların yapılanmasına izin vermektedir. Örneğin; üniversiteler ve radyo televizyon idarelerinin konumu bu kapsamdaydı.

- Çoğulcu toplum yapısının geliştirilmesi: Siyasi partiler güvenceli bir hukuki statüye kavuşturulmuştur. Sendikalar hakkında düzenlemeler iş hukukun gelişimi ve demokratik esaslara uyumu açısından önemli sonuçlar doğurmuştur. Özerk statüye sahip kamu kuruluşları kurulmuştur.

- Temel hakların genişletilmesi ve güçlendirilmesi: Önceden izin almaksızın toplantı ve yürüyüş yapma hakkı getirilmiştir. Temel hak ve hürriyetler, anayasanın sözüne ve ruhuna uygun olarak kanunla sınırlanabilir. Bu madde ile temel hak ve hürriyetlerin sınırlandırılması ağırlaştırılmıştır. 1961 anayasası ile temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması, yargısal denetime tabii kılınacak önemli bir gelişme sağlanmıştır.

- Sosyal devlet: Amaç sosyal adaleti, barışı ve toplumsal dengeyi sağlamaktır. Bu amaca ulaşmak için devlet aktif olarak ekonomik ve sosyal hayata müdahale ederek sosyal devlet anlayışını uygulamakla yükümlüdür.

- Parlamenter sistem; yasama ve yürütmenin yumuşak bir şekilde ayrıldığı sistemdir. Yarı doğrudan demokrasilerde görülür. En önemli aracı referandum. Referandum, Anayasal değişikliklerin halk oyuna sunulmasıdır.

1961 ANAYASASININ UYGULANMASI:

1961 anayasası %40’a yakın bir muhalefetle kabul edilmiştir. Muhalefetin nedenleri:

-2 7 Mayıs hareketiyle iktidardan uzaklaştırılan Demokratik Parti taraftarlarının bu hareket sonucu hazırlanan 1961 Anayasanın haksız mücadelenin ürünü olduğunu düşünmeleri.

- Anayasa hazırlanırken Demokrat Parti tabanın dışlanmasıdır.

1961 ANAYASASI 1971-1973 ARA REJİMLERİYLE RÖTÜŞLANMIŞTIR:

- Yürütme güçlendirilmiştir. Bakanlar kuruluna KHK (Kanun Hükmünde Kararname) çıkarma yetkisi verilmiştir.
- Temel haklarda sınırlamalar getirilmiştir. Tabii yargı yolu yerine kanuni yargı yolu getirilmiştir.
- Yargısal denetimde sınırlamalar getirilmiştir. Anayasa mahkemesine iptal davası açma hakkına sahip taraflarda sınırlamalar getirilmiştir.
- Cumhurbaşkanı ve ana muhalefet partisidir. Anayasa mahkemesi Anayasa değişikliklerini ancak şekil yönünden denetleyebilir.
- Askeri Yüksek İdari Mahkemesi kurularak asker kişilerle ilgili idari işlem ve eylemlerin denetimi Danıştay’ın görevinden çıkarılmıştır.
- Ayrıca hakimlerin atanmalarında genel yöntemden sapan Devlet Güvenlik Mahkemeleri kurulmuştur.
- TRT’nin özerkliği kaldırılmış ve üniversitelerin özerkliği azaltılmıştır.
- Vergi, resim, harçların muafiyet ve istisnaları ile nispet ve hadlerine ilişkin hükümlerde değişiklik yapmaya Bakanlar Kurulu yetkili kılınmıştır.
- Bu değişikliklerin yapılmasının ana nedeni, 1961 anayasasının devlet otoritesini zayıflattığı, devleti güçsüz kıldığı düşüncesinde yatmaktadır.

1971-1973 arasında Bakanlar kuruluna KHK çıkarma yetkisi verilmiştir.

Üniversiteleri özerkliği zayıflatılmış, TRT nin özerkliği kaldırılmıştır. Tüm haklara sınırlamalar getirilmiştir., Devlet memurlarının sendika kurma yetkisi kaldırılmıştır, yargısal denetim sınırlandırılmış, anayasa mahkemelerine dava açabileceklerin sayısı azaltılmış, Askeri yüksek İdare mahkemesi ve DGMler kurulmuştur.
 
r89bc36q.jpg r89bc36q.jpg

1982 Anayasası​


Türkiye gündemi Anayasa Referandumu’na kilitlendi. Ak Parti il il gezip anayasa değişikliği için “Evet” oyu isterken, CHP ve MHP meydanlarda halka “Hayır” çağrısı yapıyor. Peki değiştirilmek istenen anayasa aslında hangi anayasa? Bu anayasa hangi koşullarda ve kimler tarafından hazırlandı?

DARBE ANAYASASI NASIL KABUL EDİLDİ

Referandumla değiştirilmesi hedeflenen anayasa, 1980 Askeri Darbesi sonrasında hazırlanıp yine referandumla kabul edilen bir anayasa. Yüzde 91 gibi yüksek bir oy oranıya kabul edilen bu anayasanın aslında askeri rejimin zorlamasıyla ve rakamlarla oynamasıyla kabul edildiği söyleniyor. Bu süreçte kaç kişi fişlendi, kaç kişi işkencede öldürldü, kaç kişi intihar etti?

82 Anayasası’nı hazırlayan komisyonun başında kim vardı?

12 Eylül 1980 Askeri Darbesi’nden sonra yeni anayasanın hazırlanması görevi Milli Güvenlik Konseyi'nce oluşturulan 160 üyeli Danışma Meclisi'ne verildi. Danışma Meclisi ilk önce kendi üyeleri arasından 15 üyeli "Anayasa Komisyonu"nu oluşturarak başkanlığına Prof. Dr. Orhan Aldıkaçtı'yı getirdi.

82 Anayasası ne zaman kabul edildi?

Bu komisyon 23 Kasım 1981 tarihinde çalışmaya başladı ve hazırladığı anayasa taslağını 17 Temmuz 1982 tarihinde Danışma Meclisi'ne sundu. Danışma Meclisi uzun görüşmelerden sonra bazı değişiklikler yaparak anayasa taslağını 23 Eylül 1982 tarihinde kabul etti

Silahların gölgesinde referendum

Tasarı daha sonra Milli Güvenlik Konseyi'nce halk oyuna sunularak darbe atmosferinin de etkisiyle yüzde 91,37 gibi yüksek bir oranla kabul edildi. Bu referandumun bir diğer ilginç yönü ise referanduma “evet denilmesinin otomatikman darbeyi yapan kadronun başındaki Kenan Evren’in cumhurbaşkanlığının da onaylanmasıydı.

82 Anayasası ne getirdi ne götürdü?

Askeri darbeyle kabul ettirilen 82 Anayası, TBMM’nin yekilerini büyük ölçüde elinden aldı. Hatta kimi durumlarda meclisi çalışamaz hale getirdi. Bu anayasayla meclis artık millet iradesini temsil edemez oldu. Askeri darbeyle hazırlanan bu anayasa, millet iradesiyle seçilmiş meclisi ikinci plana itti ve halk iradesini küçümsedi.

82 Anayasası meclise hangi kısıtlamalar getirdi?


Daha önceki anayasalarda yer alan “"Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir. Türk milletini ancak, TBMM temsil eder ve. millet adına egemenlik hakkını yalnız o kullanır" ifadesi ile egemenliği millete veren hüküm 82 Anayasası ile değiştirilerek kurumlara devredildi. Yani milletin seçtiği değil, bürokrasinin atadığı kişilerin başındaki kurumları egemenliği millet adına kulllanmaya başladılar.

Hangi kurumlar meclisin ortağı haline getirildi?

82 Anayasası, “Millet, egemenliğini anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organlar eliyle kullanır" ifadesini anayasaya koyarak, TBMM’ye Cumhurbaşkanı’nı, Milli Güvenlik Kurumu’nu, Anayasa Mahkemesini, diğer kamu kurumlarını ve YÖK’ü ortak hale getirdi. Yani bu anayasayla, milletin seçmediği kişiler millet adına egemenliği kullandılar ve halk oyuyla seçilen meclis büyük oranda saf dışı bırakıldı.

82 Anayasası hani özgürlükleri kısıtladı?

Bu anayasa ile kişisel haklar büyük oranda kısıtlandı. Çeşitli maddelerle özgürlükler öylesine kısıtland ki demokratik bir ülkenin anayasası olmaktan çok bürokrasi ile yönetilen bir ülkenin anayasasını andırıyordu. Üstelik bu anayasa, orduya da dilediği zaman darbe yapabilme imkanını veriyordu.

Darbeciler kendilerini güvence altına aldılar

82 Anayasası halk oylamasıyla kabul edildi. Ancak referandum silahların gölgesinde gerçekleşti. Bu anayasa ile darbeyi gerçekleştiren kadronun başındaki Kenen Evren de Cumhurbaşkanı seçildi. Evren, anayasaya Cumhurbaşkanı’na meclisin üstünde yetkiler koydurarak kendi yerini sağlamlaştırmış, ancak meclisi ise sembolik bir hale getirmişti.

Sendikalar da sosyal hayattan koparıldı

Askeri Cunta, 80’lerdeki sağ-sol çatışmalarını bir yandan körükleyip darbeye zemin hazırlarken, darbeden sonra ise bu çatışmaları bahane gösterek sendikaları, öğrencileri ve sivil toplum kuruluşlarını siyasetin dışına itti. Halkın oyuyla seçilmiş başbakanlar ise cumhurbaşkanının geniş yetkileri karşısında ancak bir temsiliyet yetkisine sahipti.

82 Anayasası’nın beslendiği askeri darbede neler oldu? 82 Anayasası, 12 Eylül Askeri Darbesi sonrasında hazırlandı. Askeri bir “konsey” tarafından Türkiye, 2 yıl boyunca meclisin ve siyasi partilerin olmadığı bir ortamda yönetildi. Bu askeri darbe esnasında Türkiye, bir taraftan kendisini bütün dünyaya kapattı, bir taraftan da içerde büyük baskılar uygulayarak hayatı adeta felç etti.

Meşruiyetini işkenceden alan anayasa

12 Eylül Darbesi, ordunun anarşiyi bahane ederek gerçekleştirdiği ve demokrasinin rafa kaldırıldığı bir darbeydi. Bu darbe esnasında TBMM kapatıldı, anaysa ortadan kaldırıldı ve siyasi partilerin kapısına kilit vuruldu. Üstelik, siyasi partilerin tüm mal varlığına da askeri cunta tarafından el konuldu.

Yüzbinlerce kişi hapse atıldı

Darbe süresince, 650 bin kişi gözaltına alındı ve işkenceye uğradı. 1 milyon 683 bin kişi ise fişlendi. 210 bin tane dava açıldı ve 230 bin kişi bu davalarda yargılandı. 7 bin kişi için idam cezası istendi. Bu süreçte 517 kişiye idam cezası veridli. İdam cezası verilenlerden 50’si asıldı. Ayrıca idamları istenen 259 kişinin dosyası meclise gönderildi.

İşkencede ve cezaevinde can pazarı

Bu süre içinde 300 kişi öldü. Ölüm sebepleri ile ilgili herhangi bir açıklama yapılamadı. Ancak genel kanı bu insanların öldürüldüğü yönünde. İşkenceden öldüğü belgelenenlerin sayısı ise 171. Ayrıca 14 kişi de açlık grevi esnasında öldü. Cezaevinden kaçmaya çalışırken vurulup ölenlerin saysı ise 16. Buna ek olarak 95 kişi ise çatışma esnasında öldürüldü. 43 kişi intihar edip yaşamına son verirken, 73 kişiye de doğal ölüm raporu verildi.

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, 1982 Anayasası olarak da bilinen anayasa, Türkiye Cumhuriyeti'nin 1982'den bu yana geçerli olan anayasasıdır. 12 Eylül 1980 darbesi sonrasında askeri yönetimi emriyle Danışma Meclisi tarafından hazırlanmış ve 18 Ekim 1982 tarihinde kabul edilerek yürürlüğe girmiştir. Anayasanın ilk dört maddesinin değiştirilmesi ve değiştirilmesini önermek kesinlikle yasaktır.

- Başlangıç kısmı Anayasanın dayandığı temel görüş ve ilkeleri belirtir ve Anayasa metnine dahildir. Anayasa'nın nasıl yorumlanacağını ve yurttaşların vatan ve millet sevgisine emanet ve tevdi olunduğunu ifade eden bölümüdür.

- Genel Esaslar ise devlet ile ilgili tanımları içerir ve "Türk Milleti" olarak tanımlanan vatandaşların egemenlik haklarından anayasal devlet organlarına verdiği yetkileri tanımlar. İlk üç madde 4. maddede belirtildiği üzere değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez.

- Cumhuriyetin Temel Organları olarak belirlenmiş ve kuvvetler ayrılığı prensibi ile hareket etme zorunluluğu olan Yasama, Yürütme ve Yargı organlarına verilen yetkileri ve bunların görevlerini tanımlar.

- Malî ve Ekonomik Hükümler devletin hareket edeceği temel mali ekonomik politikaları ve kuralları belirler.

- Çeşitli Hükümler kısmında Başlangıç'ta da belirtilen İnkılâp kanunlarının korunması ile ilgili durum daha önceki anayasalarda yer alan kanunlar sıralanarak detaylı biçimde açıklanır.

- Geçici Hükümler kısmında anayasa değişiklikleri sırasında ortaya çıkan geçici durumlar yer alır.

- Son Hükümler Anayasa değişikliğinin nasıl yapılabileceğini ve bu anayasa metni içeriği ile ilgili teknik bilgileri içerir.

Halk Oylaması

Bu anayasayı hazırlayan ve taslağını kabul eden danışma meclisi, 1961 Anayasasını hazırlayan kurucu meclisin aksine, tümüyle tayin yoluyla oluşmuştur. 1982 Anayasası, 1.626.431 "red" (yüzde 8.63) oyuna karşılık, 17.215.559 "kabul" (yüzde 91.37) oyuyla kabul edildi. Bu oran 1961 Anayasasının %61.5 olan "evet" oylarına göre çok yüksek bir kabul düzeyini yansıtmaktadır. Bu yüksek kabul oranının sebepleri arasında MGK'nin partiler üstü görünümü, medyanın sıkı denetim altında tutulması, siyasî partilerin kapatılmış ve değişik görüşlerin ortadan kaldırılmış olması, 1980 öncesinin halkta derin izler bırakması, şiddet olaylarına tepki, eski siyasî iktidarlara güvensizlik ve referandumum sonucunun "hayır" çıkması halinde olacakların belirsizliği sayılabilir.

Genel değerlendirme

"Egemenlik, kayıtsız şartsız Türk milletinindir ve bu egemenlik haklarının kullanım yetkileri bu Anayasaya bağlı olmak kaydı ile kuvvetler ayrılığı ilkesi çerçevesinde kesin çizgilerle olmasa da yatay mânâda bir denklik yaratılarak yasama, yürütme ve yargı arasında paylaştırılmıştır.

Egemenliğin kullanılması, hiçbir surette hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamaz. Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz. Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır. Kanunlar Anayasaya aykırı olamaz.

Yasama yetkisi Türk Milleti adına TBMM'nindir ve bu yetki devredilemez. Yasama kısmında 1961 sisteminin getirdiği çift kanatlı meclis sistemi terk edilmiş, meclis tek çatı altında birleştirilmiştir.

Yürütme yetkisi ise, aynı zamanda devletin başı olan Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Bakanlar Kurulu'na verilmiştir.

Yargı yetkisi ise yine Türk Milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılır.

Anayasada devlet, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olarak tanımlamaktadır. Devletin şeklini, dilini, başkentini ve rejimin temel özelliklerini belirler. 5. Maddede ise devletin temel amaç ve görevlerini şöyle tanımlar;

Devletin temel amaç ve görevleri, Türk milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.Olağanüstü hal rejimlerini düzenleyen maddeleri (mad.119, mad.120, mad.121 ve mad.122) ve yine bununla alakalı olarak kısmi bir yasama yetkisi devri sayılabilecek Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ve Olağanüstü Hal (İki çeşit OHAL, sıkıyönetim ve de seferberlik ve savaş hali olmak üzere 4 adet OHAL belirtilmiştir.) dönemlerinde Bakanlar Kurulu'nca çıkarılabilen OHAL KHK'lerinde köklü ve iyileştirici düzenlemeler yapılmıştır.

Ayrıca anayasanın sonunda yer alan ekteki geçici 15. madde cunta döneminde yapılmış uygulamaları ve çıkarılmış bulunan yasaların Anayasa'ya uygunluğu bakımından herhangi bir denetimi yasaklamaktadır.

Ayrıca 1982 anayasası Kazuistik (her şeyi kuralla çözme yöntemi, ayrıntıcı) bir anayasadır.
 
Bunlar da ilginizi çekebilir...
Geri