KELOĞLAN'IN ABLASI CANAN
Bir varmış, bir yokmuş. Bir Keloğlan varmış. Çalışmaktan hoşlanmaz, evde yan gelip yatarmış. Ara sıra bahçeye çıkar, çekirgeleri kovalarmış. Bahçede gördüğü akreplerin kuyruklarını keser, sonra da kuyruksuz akrebin kaçışını seyredermiş. Günlerden bir gün Keloğlan kasabaya gitmiş. Bu kasabada tellal davul çalıyor ve hazır işte çalışacak gönüllü arandığını haykırıyormuş. Olay tanıtım amaçlıymış. Canı isteyen işi yerinde gidip görebiliyormuş. Gidip görmek bedavaymış. Bu işe Keloğlan'ın kafası yatmış. Akşamüstü eve dönünce anasına olanları anlatmış. İşyeri
Yalova'nın yakınlarında bir yerdeymiş.
Bunun üzerine Keloğlan'ın anası: " Ah oğlum, kader çekiyor. Biliyorsun yıllar önce ablan Canan
Yalova'ya gittiydi, tıpkısının aynısı bir işte çalışmak üzere. Kızlar ve kadınlar mutlaka çalışmalı. Onlar çalışmasın, evde otursun diye bir düşünce olamaz. Bu durum erkeklerin uydurmasıdır. Amaç, kızları, kadınları geri planda bırakmaktır. Git oraya ablanı bul. Seni yanına alsın. Çalış, üret, bir işe yara. "
Keloğlan ertesi gün köyü Alaca'dan
Bursa'ya gelmiş.
Bursa'dan o gün öğle vakitleri 16 at koşmaya başlamış. 4 gün 3 gece at üstünden inmeden
Kütahya,
İzmir,
Balıkesir üzerinden yeni atlıların katılımıyla Yalova'ya gelinmiş. Kurutulmuş et, peksimet yiyerek ve kırbadan su içerek bu mümkün olmuş. Atlılar, ihtiyaçlarını at üstünde karşılamışlar.
Yalova'da Keloğlan ablasını değil, ablası Keloğlan'ı bulmuş. Keloğlan gelenler arasında denince ortalık karışmış. Her bir tanıtımcı, Keloğlan'la tanışmak için, fırsat kollamış. Keloğlan'ın ablası hepsini durdurmuş: " Durun bakalım, gelen Keloğlan'dır ama benim kardeşimdir. Sizin hepinizin toplamından daha fazla benim onunla görüşmeye hakkım vardır. " deyince görevliler durmuşlar. Sonunda Canan Keloğlan'la buluşmuş. Hayır, hayır, beklediğiniz gibi Keloğlan'la ablası birbirlerine sıkıca sarılmamışlar. Sadece el sıkışmışlar ve masanın iki yanındaki taburelere karşılıklı oturmuşlar.
Canan söze şöyle bir giriş yapmış: " Aman Keloğlan, yaman Keloğlan, dağlar başı, duman Keloğlan. Be kardeşim bu kadar mı olur? Fakirsin, işin yoktur, çalışmazsın, dağ-taş gezersin. 6 yıldır buradayım. Burada çalışanlar, gelen giden müşteriler senden bahsederler. Seni anlatırlar. Bazen Karabey bizi salonda toplar ve iki kolunu yukarı kaldırıp teslim işareti çizdikten sonra, biliyor musunuz, geçen günlerden birinde Keloğlan ne yapmış, deyip başından geçmiş bir olayı anlatır. Acıklı bir olay bile olsa mutlaka güldürüşlü yanı vardır ve biz bu fırsatı kaçırmayıp güleriz. Ey kardeşim, sen ne yaptın da bu kadar tanındın, meşhur oldun? "
Bunun üzerine Keloğlan utana, sıkıla: " Ben bir şey yapmadım da insanlar benim iyi niyetimi sevdiler. Hayat yarışında beni öne çıkardılar. Önde olmak benim de işime geldi. Macera peşinde koşup onlara malzeme hazırlamak istedim. "
Daha sonra Canan Keloğlan'a buraya niye getirildiğini anlatmış. Buradaki geniş arazilerin sahibi Karabey'miş. Karabey çok iyi niyetliymiş. Hayatla yaptığı mücadeleyi kaybetmiş veya kaybetmek üzere olanlara yardımcı olmayı kendine rehber edinmiş. Geniş tarlalar hazırlamış: Domates, biber, patates, patlıcan tarlaları. Tarlayı kazmış, tohumu atmış, can suyunu dökmüş, tarla alıcı bekliyor. Geniş çiftlikler hazırlamış: Koyun, keçi, tavuk, güvercin çiftlikleri. Her çiftlikte 100'er tane koyun, keçi ve 500'er tane tavuk, güvercin.
Altını ver istediğin çiftliği ister satın al, ister kirala.
Tarlalar, 10 - 20 altın arası satın alınıyor.
Çiftlikler, 40 - 50 altın arası satın alınıyor.
İşte sana hazır iş. Seç seçebildiğini.
Keloğlan: " Ablam, söylediklerin beni etkiledi. Ben de tarladır, çiftliktir, birinden birisine sahip olmak isterdim ama şu kadar, bu kadar altın diyorsun. Nerede bende o kadar altın? 18 yaşındayım ama hiç altınım olmadı. Birkaç yıl önce Celep Ali'nin elinde bir altın gördüydüm ya aldırma. Benim altınla alışverişim işte bundan ibaret. "
Canan: " Bak kardeşim, biz buraya insanları kazandırmak için getiriyoruz. Altının yoksa al tarlayı, çiftliği kirala, kazandıktan sonra öde. Örneğin, domates tarlası diyelim. Domatesler olgunlaşınca topluyoruz, tartıyoruz ve parasını ödüyoruz. Senin yapacağın tarlanın bakımını yapmak. Eğer tarlayı kiralamışsan yarı parasını alıyorsun. Diğer yarısını kira karşılığı olarak alıyoruz. 5 yıl sonra tarla senin olacak. Örneğin, koyun çiftliği, her gün gelip süt sağıyoruz, parasını ödüyoruz. Koyunları otlatmak senin görevin. Çiftliği kiralamışsan yarı parasını alıyorsun. 5 yıl sonra çiftlik senindir. Burada bu sistemden ekmek yiyen 1.000'den fazla çalışan var. Hem kazanıyoruz hem kazandırıyoruz. "
Canan 4 saat dil dökmüş, anlatmış. Arada yaşam ve hayat hakkında pek çok şey konuşmuşlar. Sonunda konu satın alma ve kazanç işine dönmüş. Keloğlan'ın direnci karşısında Canan ipin ucunu bırakıvermiş. Kardeşini bir iş sahibi etme düşüncesi yok olmuş.
Devran dönmüş, gün dönmüş, neredeyse akşam olacakmış. Keloğlan'la birlikte gelenlerden birkaçı orada kalmış. Tarladır, çiftliktir satın alanlar, kiralayanlar olmuş. Keloğlan ablasıyla vedalaşıp atına binmiş. Hoşça kalın, demiş. Oradakiler, güle güle git Keloğlan, demişler.
Keloğlan evine vardığında olanları anasına anlatmış. Ablamın selamı var, demiş. Yakında bir gün ablasının kendilerini ziyarete geleceğini söylemiş. Müjdeyi alan anası evde temizliğe başlamış. Canan bu, belli mi olur, yarın çıkar gelirmiş. Keloğlan ile anası Canan'ı bekleye dursun gökten dört elma düşmüş. Elmaların biri Keloğlan'ın, biri anasının, biri de Canan'ınmış. Son kalan elma okuyucularınmış
SON
-----------------------------------------------------------
KELOĞLAN KARGA VE SUCUKÇU ARİF
Başlarında baba yok ya, senenin birinde Keloğlan ile anası epey yokluk çekmişler. Kış yaklaşıyormuş ama kiler bomboşmuş. Sabah, akşam tarhana çorbası içe içe Keloğlan’ın ağzında yara çıkmış. Bir de acıyormuş o yara ki, sormayın gitsin. Kısacası yoksulluk batağına boğazlarına kadar batmışlar. Tarla yok, tapan yok, koyun yok, keçi yok. Ellerinde bir tek karakaçan kalmış. Taşıyacak yük olmayınca karakaçan ne işe yarar? Çayır, çimen otluyormuş, yiyip, içip yatıyormuş.
Bir gün anası Keloğlan’a şöyle demiş: “ Şu karakaçanı götür, sat. Otuz dersin, yirmi beşten aşağı verme. Pazarlık payı bırak. Kazanacağın parayla nohut, mercimek al. Vur sırtına getir. Eğer karakaçanı satmazsak kışın aç kalırız, bilmiş ol. “
Keloğlan bu duruma çok üzülmüş ama elden ne gelir. Karakaçanı yularından tutup çekmiş: “ Gel bakalım, karakaçan. Anamın dediklerini duydun. Seni satmamız lazım. Benim de içim acıyor ama şu yoksulluk başa bela. “
Keloğlan pazarda karakaçana otuzdan kapı açmış, yirmi beş demiş, yirmi demiş, alan yok.
“ Uy, ben ne yaparım şimdi? Anama ne derim? Karakaçanı satamadan eve dönersem, anam beni sopayla öyle bir döver ki, sorma. Şimdiden her yanlarım sızlamaya başladı. “
Sonunda adamın biri, kafes içinde bir karga ile karakaçanı değiş, tokuş yapalım, demiş.
“ Haydi Keloğlan, ver karakaçanı al kargayı. “
Bunun üzerine Keloğlan: “ Hiç olur mu, hemşerim, hiç onunla bu değişilir mi? Nerede görülmüş karakaçan ile karganın trampa edildiği. Sen ne iş yaparsın önce onu söyle. “
Adam sakin bir şekilde: “ Ben sucukçu Arif’im. Hayvan alır, keser, sucuk yapar, satarım. “
Keloğlan karakaçanın kulağına eğilmiş: “ Vay duydun mu karakaçan, adam sucukçuymuş. Seni buna satarsam hiç acımaz, keser, sucuk yapar. “
Keloğlan’ın bu sözleri üzerine karakaçanın gözünden
yaş gelmiş: “ Ne olur beni satma, Keloğlan. Söz, bundan sonra sırtıma en ağır yükleri vursan gık demem. Eskisi gibi karşı çıkmam. Sırtıma da binersin, yirmi okkadan çok yük de taşırım.”
Keloğlan, hayır satmıyorum, demiş ve pazarın başka tarafına doğru yürümüş ama adam peşini bırakmamış: “ Bak Keloğlan, bu karga başka karga. Bazı karga türlerinin dört yüz sene yaşadığı biliniyor. Bu daha üç yüz yaşına girdi. Sana uzun seneler hizmet eder. Dedemin dedesinden kalmış. Ona da dedelerinden kalmış. Bilmem kaç nesil öncesinden dedem korsanmış. Bu kargayı beslermiş. Arkadaşlarından habersiz, onlar uyurken, korsan gemisinden bir sandık hazineyi alarak bir mağaraya götürüp gömmüş. Korsan dedem bir soygunda vurularak ölünce hazinenin yerini bilen sadece bu karga kalmış. Babam çok uğraştı, ben çok uğraştım, yalvardım, ayaklarına kapandım ama karga hazinenin yerini söylemiyor. Geçen gün ağzımdan kötü bir söz kaçırdım ve karga, sana, çocuğuna, soyuna, sopuna, hazinenin yerini söylemem, dedi. Ben de umudu kestim. Pazarda dolaşırken seni görmüş, beni bu kel çocuğa satarsan ona hazinenin yerini söylerim, dedi. Benim bütün çabam, uğraşım bundan. Hazineyi bulursan, onda birini versen razıyım. “
Keloğlan kargadan yana dönmüş: “ Ne dersin, karga, bunlar doğru mu? Hazinenin yerini bana söyleyecek misin? “ diye sormuş.
Karga: “ Seni sevdim, Keloğlan. Halinden garip ve yoksul olduğun belli ama seni zengin edeceğim. Arif’in dedikleri doğrudur. Hazinenin yerini bir sana söylerim.”
Keloğlan: “ Sağ ol karga. Dört yüz sene yaşarmışsın, ömrüne yüz sene de ben ekledim. Şu halde beş yüz yaşını geçersin. "
Keloğlan sucukçu Arif’ten karakaçanı geri almaya geleceğini ve onu kesinlikle kesmeyeceği sözünü aldıktan sonra kargayı alarak evinin yolunu tutmuş. Evde Keloğlan’ın karakaçanı bir kargaya değiştiğini duyan anası beyninden vurulmuşa dönmüş: “ Hani nohut, mercimek? Biz kışın bu kargayı mı yiyeceğiz? “ Diye bağırarak sopasını kaptığı gibi Keloğlan’a vurmaya başlamış. Keloğlan kendini dışarı zor atmış. Yandım anam, yandım anam, diye bağırarak koşarak uzaklaşmış.
Akşamüstü hava kararmaya başlayınca Keloğlan evin yakınına gelip oturmuş. Biraz sonra anası dışarı çıkmış ve Keloğlan’ı görmüş: “ Keloğlan, haydi gel, oğlum! Gel de içeride otur. Karga bana her şeyi anlattı. Ona inandım. Yarın kargayla gider, hazineyi bulur, getirirsin. Hazine bize her şeyi aldırır, gerekirse saray yaptırır. “
Keloğlan, anasının sözleri üzerine eve girmiş.
Ertesi sabah Keloğlan kafesteki karga ile birlikte yola çıkmışlar. Tez zamanda mağaraya varmışlar. Karga hazinenin yerini göstermiş. Koca taşı kaldırıp, toprağı kazınca, hazine sandığını bulmuşlar. Sandık, altınlar, gümüşler ve inci kolyelerle doluymuş. Keloğlan yanında getirdiği bez torbaya göz kararıyla hazinenin onda birini doldurmuş. Sucukçu Arif’e giderek, torbayı verip, karakaçanı geri almış. Daha sonra hazine sandığını büyükçe bir çuvala koyup karakaçana yüklemiş ve evinin yolunu tutmuş.
Anası, Keloğlan’ı sevinçle karşılamış. Sandıktaki mücevherleri görünce sevinci iki katına çıkmış. Sandığı evin altındaki kilere saklamışlar. Kafesten çıkarılan karga kilerde nöbetçi kalmış. Keloğlan ertesi gün sandıktan bir avuç altın alarak karakaçanla birlikte pazara gitmiş. Pazardan, nohut, mercimek, kuru fasulye, un, tuz, bulgur, meyve, sebze, kurutulmuş et alıp eve dönmüş. Kiler yiyecek dolmuş. Artık Keloğlan, anası, karga ve karakaçan kışı rahatça geçirebilirmiş.
Keloğlan anasının istediği sarayın yapımını yazın başlatmış. Sarayın yapımı bir yıl sürmüş. Daha sonra Keloğlan ile anası bu saraya taşınmışlar. Keloğlan padişahın dünya güzeli kızıyla evlenmiş. Hep birlikte uzun yıllar mutlu ve bahtiyar olarak yaşamışlar.
SON
------------------------------------------------
KELOĞLAN DENİZDEN BABAM ÇIKTI
Geçmiş zamanlarda bir Keloğlan yaşarmış. Bu Keloğlan'ın bir de anası varmış. Başka kimi, kimsesi yokmuş. Keloğlan dağda, bayırda gezen, dereden, gölden su içen, işsiz, güçsüz bir gençmiş. Anası yat deyince yatar, kalk deyince kalkarmış. Sabahları tarhana çorbası içer, akşama kadar bahçede fare kovalarmış.
Günlerden bir gün anası Keloğlan'a fena kızmış: " A benim tembel oğlum, bırak fare peşinde koşmayı, çığlık atıp onları korkutmayı. Bak öğlene yemek yok. Evden oltayı al da git denizden balık tut. Hem öğlene hem akşama yemeğimiz olur.
Bunun üzerine Keloğlan: " Ama ana, ben balık tutmayı bilmem ki. " deyince anası:
" Balık tutmayı bilmiyorsun ama yemeyi biliyorsun. Şimdi sahilde balık tutanlar vardır. Sor, sana öğretirler. Haydi, rastgele. "
Keloğlan oltayı almış, denizin yolunu tutmuş. Sahilde balıkçılara sormuş, balık nasıl tutulur, öğrenmiş. Oltanın ucuna yem takmış, denize atmış. Bir saat beklemiş, sonunda oltanın ipi gerilmiş. Oltaya kocaman bir balık yakalandığı belliymiş. Balıkçılardan yardım istemiş. Balıkçılar, yardıma koşmuş, oltayı çekmişler ve hayretten donakalmışlar. Oltanın ucunda bir adam varmış, adam ayağa kalkmış.
Keloğlan: " Denizden babam çıktı. " diye bağırmış. Gitmiş babasına sarılmış.
Babası: " Yoksa sen benim oğlum Keloğlan mısın? " diye sormuş.
Keloğlan: " Evet baba, ben Keloğlanım. Sekiz yaşımdan beri seni görmedim. Anam, baban bir gün dönecek, derdi. İşte döndün. "
Balıkçılar: " Aman Keloğlan, denizden babam çıksa yerim derdin. Sakın babanı yeme. Onun yerine bu balıkları kızart, ye. " diyerek Keloğlan'a bir sepet balık vermişler.
Keloğlan'ın, babasıyla döndüğünü gören anasının sevincine diyecek yokmuş. Keloğlan tef çalmış, anasıyla babası oynamış. Öğle ve akşam yemeğinde balık yiyen Keloğlan, anası ve babası sonradan uyumak için odalarına çekilmişler. Sabahleyin uyanan Keloğlan babasını evde bulamamış. Ana, babam nerede, diye sormuş.
Anası:" Bilmem oğul, uyandığımda yatakta yoktu. Gelip bizim durumumuzu görüp gitti. " Keloğlan, nereye gitmiştir, deyince, anası: " Nereye gidecek oğul, denizden geldi, denize gitmiştir. "
" Ana, ben şimdi oltayı denize atsam yine denizden babam çıkar mı? "
" Hayır çıkmaz. Uyumadan önce baban bana bazı şeyler anlattı. Geldiği yerde rahatı yerindeymiş. Derdi, kederi yokmuş. Oğlum, dedi ağladı, beni de ağlattı. Sonradan ben uyumuşum, uyandığımda gitmişti. "
" Sence babamı bir daha görebilecek miyiz? "
" Görürüz de ne zaman görürüz bilmem. Oğlum denize ara sıra olta atsın, beni yakalamaya baksın dediydi ya kaç zaman sonra oltaya takılır bilinmez. Sen şimdi onu bunu boş ver de babanı gördüğünün keyfini sür. Herkese denizden babası çıkmıyor bilmiş ol. "
SON
-------------------------------------------------------------
KELOĞLAN DÖRT HARAMİLER
Bir varmış bir yokmuş. Bir Keloğlan varmış. Anasıyla birlikte karınca kararınca geçinip giderlermiş. Bir yıl hiç yağmur yağmamış, kıtlık olmuş. Ekinler tarlada, meyveler dalda, üzümler bağda susuzluktan kavrulmuş. Dereler, ırmaklar kurumuş. Bunun üzerine anası Keloğlan'ı iş bulup çalışarak para kazanması ve kışlık yiyecek alması için kasabaya gitmeye ikna etmiş. Anasının hazırladığı yiyecekleri torbasına koyan Keloğlan kasabaya gitmek üzere yola çıkmış. Hava sıcak, kasaba uzak, Keloğlan ormanda dinlenmek için, çimenlere uzanmış ama oracıkta uyuyakalmış. Neden sonra uyanmış, bakmış yiyecek torbası yok. Üzülmüş, dövünmüş, söylenmiş, etrafı aramış, torbayı bulamamış. Çaresiz durumu kabullenip kasabaya doğru yürüyüşüne devam etmiş. Sonunda ormandan çıkıp kasaba yoluna girmiş.
Keloğlan giderken yol kenarında oturmuş yemek yiyen dört adama rastlamış. Bu adamlar, o bölgede hüküm süren, soygunlar yapan dört haramiymiş. Keloğlan adamlara selam verip yanlarına sokulmuş ki, bir de ne görsün! Torba kendi torbası, yedikleri yiyecekler de anasının hazırladığı yiyeceklermiş. Keloğlan torbasını bu adamların çaldığını anlamış ama bir şey yapamamış. Yanında çakı bile yokken, adamların bellerine astıkları kılıçlara bakakalmış. Konuşmalarından onların harami olduklarını anlamış ama açlık korkuyu yenmiş: " Ağalar, karnım çok açtır. Sabahtan beri bir şey yemedim. Yanınıza sokulsam ve iki lokma da ben yesem, he olur mu, ne dersiniz? "
Haramiler, Keloğlan'a ters ters bakmışlar. Haramilerden biri sormuş: " Adın ne senin? "
" Adım İbrahim ama herkes bana Keloğlan der. "
" Keloğlan mı? Kel kafandan belli zaten. Biz insanların cebinden parasını, ağzından lokmasını alan haramileriz. Yiyecek torbanı aldık, canını almayalım. Var git uzaklaş, gözüm görmesin seni. " Bunun üzerine Keloğlan oradan bir uzaklaşmış ki sormayın.
Aradan bir ay geçmiş. Keloğlan kasabada odun kırmış, yük taşımış, getir-götür işlerinde çalışmış ve biraz para biriktirmiş. Bu arada haramilerin kasabalılara eziyet yaptığına şahit olmuş. Karşı çıkan olmayınca kasaba meydanında haraç vermedi diye adam dövdüklerini görmüş. Keloğlan ayrılmadan önce kasabalıları haramilerden kurtarmaya karar vermiş. Padişaha posta güverciniyle haber uçurmuş.
Padişah haramilerin üstüne asker göndermiş. Askerler, haramileri yakalamış ve zindana atmışlar. Böylelikle Keloğlan biriktirdiği paralarla bir eşek satın almış ve kışlık yiyecekleri bu eşeğe yükleyip, harami korkusu olmadan köyünün yolunu tutmuş.
Yazan: Serdar Yıldırım
Türkiye Çocuk Dergisi - Mart 2016 Sayı - 1070
Türkçe 2. Sınıf Etkinlik Kitabı - Pekşen Yayınları - ( Sayfa: 132 ) Yayın Yılı - 2019
---------------------------------------------------
KELOĞLAN İLE DAĞ ASLANI
Bir varmış iki yokmuş, üç varmış beş yokmuş. Evvel zamanda Keloğlan'la anası varmış. Keloğlan küçükken çalışmayı sevmezmiş, büyüdükçe çalışmayı sevmemeye devam etmiş. Evde yatar uyurmuş, tarlaya gitse uyurmuş. Bir gün anası Keloğlan'a kızmış: " Oğlum, on koyunumuz var, bari onları götür otlasınlar. Bir işe yara. " demiş.
Bunun üzerine Keloğlan anasının sözünü dinlemiş, koyunları alıp dağa çıkmış. Koyunlar otlarken, Keloğlan uyuya kalmış. Koyunlar almış başını gitmiş. Neden sonra Keloğlan uyanmış. Bakmış koyunlar yok, sağa sola koşmuş, koyunları aramış ama boşuna, çaresiz eve dönmüş. Keloğlan'ın koyunları kaybettiğini öğrenen anası sopasını eline alıp, Keloğlan'ın üstüne yürümüş. Keloğlan kaçmış, anası kovalamış: " Keltoroş seni, on koyun güdemezsin, en büyük benim dersin. Koyunları bulmadan eve dönme. " diyerek arkasından bağırıp çağırmış.
Keloğlan anasından kurtulduktan sonra uyuyup kaldığı yere gitmiş. Koyunların izini aramış. Çok uzaklardan gelen bir mee sesi duymuş. Koyun melemesi karşıki kayalıktan geliyormuş. Kayalığa doğru yürümüş, melemeler çoğalmış. Oradaki bir mağaraya girmiş ve koyunları bulmuş. Bu mağara bir dağ aslanının mağarasıymış. Keloğlan'ın mağaraya girdiğini gören dağ aslanı Keloğlan'ın üstüne atılmış ve onu yakalayıp koyunların yanına bağlamış. Keloğlan dağ aslanından aman dilemiş: " Ey dağ aslanı, ben ettim sen etme. Seni rahatsız ettim, kusura kalma. Bir anam var, koyunları ister. Büyüklük göster, sal bizi, bırak yolumuza gidelim. "
Bunun üzerine dağ aslanı: " Sus, sessizce otur orada. Hem kafan kel hem de çok konuşuyorsun. İki günde bir koyun yesem yirmi günde koyunlar biter. Sonra sıra sana gelecek. Acaba seni nerenden yemeye başlasam? Cevaplamam gereken zor bir soru bu. "
Keloğlan bakmış olacak gibi değil, dağ aslanı laftan anlamaz. Bir kurnazlık düşünmüş: " Sayın dağ aslanı, siz bu dağın kralısınız ve burası sizin sarayınız. Bu saray çok kirli. Ellerimi çözün sadece bir ayağım bağlı kalsın, her yeri silip süpüreyim. "
Dağ aslanı: " Doğru, ben bu dağın kralıyım. Burası beni sarayım. Saraylar kirli olmaz. "
Dağ aslanı Keloğlan'ın ellerini çözmüş. Keloğlan hemen temizliğe başlamış. Bir saat sonra dağ aslanı gidince Keloğlan ayağındaki ipi çözmüş. Koyunlarla birlikte mağaradan kaçıp gitmiş.
Keloğlan'ın koyunlarla geldiğini gören anası onları coşkulu bir şekilde karşılamış. Keloğlan'ı yanaklarından öpmüş, koyunları ağıla kapamış. Daha sonra Keloğlan'la anası geceyi geçirmek üzere evlerine çekilmişler.
SON
---------------------------------------------------------
KELOĞLAN PADİŞAHIN OYUNU
Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde. Tilkilerin kümeslerden uzak durduğu, farelerin kedilerden korkmadığı bir devirde yaman mı yaman bir Keloğlan yaşarmış. Bu Keloğlan dağ-taş gezermiş, soğuk sulardan içermiş. Anasıyla birlikte karınca kararınca yaşayıp gidermiş.
Bir öğle vakti Keloğlan evde anasıyla konuşurken, kapı çalınmış. Anası kapıyı açmış. Gelenler, ak sakallı, yaşlıca bir adam ile dünya güzeli bir kızmış. Anası misafirleri eve buyur etmiş. Keloğlan'ın kızı görünce aklı başından gitmiş. Kıza aşık olmuş. Anası öbür odaya geçince, ana bu kızı bana istesene, demiş. Anası, kimdirler, nedirler bilmeyiz, nasıl olup da eve gelen misafirden kızını isteriz, dediyse de Keloğlan'ın ısrarı karşısında kızı babasından istemiş. Meğersem bunlar tebdil kıyafet gezen o ülkenin padişahı ve kızıymış.
Padişah: " İyi de Keloğlan, kızımı nerede yaşatacaksın, nasıl geçineceksiniz? Anlat da bilelim. " demiş.
Keloğlan: " Ondan kolay ne var canım. Onu sarayımda yaşatırım, pek de güzel geçindiririm. " demiş.
Padişah: " Saray mı? Ne sarayı? Senin sarayın mı var, Keloğlan? " diye sormuş.
Keloğlan: " Tabi canım. Şu dağın ardında kalan saray benimdir. " demiş.
Padişah, Keloğlan'ın dediği sarayı hemen bilmiş, çünkü o saray kendi sarayıymış. Keloğlan'ın oyun ettiğini anlamış. Onun oyununa karşılık kendi de bir oyun oynamak istemiş: " Bak sen. Bravo sana Keloğlan, demek senin bir sarayın var. Hem tanınmış birisin hem de zenginsin. Kızımı senden daha iyi birisine mi vereceğim? Şimdi biz gidelim. Haftaya bugün sarayına misafir oluruz. Haydi, kal sağlıcakla. " demiş ve kızıyla birlikte çıkıp gitmiş.
Padişahla kızı gidince Keloğlan'ı bir düşüncedir almış. Demediğini bırakmayan anasından kurtulmak için dışarı kaçmış. Durum buymuş ve bir hal çaresi lazımmış. Şöyle mi yapsam, böyle mi etsem derken, sonunda kararını vermiş. Olanları padişaha anlatıp yardımını isteyecekmiş.
Padişah ise, Keloğlan'ın saraya geleceğini tahmin ediyormuş. Keloğlan'ı görüşme odasına aldırmış ve araya gerili perdenin arkasından Keloğlan'la konuşmuş. Keloğlan'ın dediklerini kabul edip, sarayı Keloğlan'ın emrine bırakmış ve kızıyla birlikte yakındaki konakta kalmaya başlamış. Keloğlan saray görevlilerinden hazırlıkların bir an önce tamamlanmasını istemiş. Padişah ve kızı söz verdikleri günde misafirliğe gelmişler. Görevliler, durumdan haberdar oldukları için, padişah ve kızına misafirmiş gibi davranmışlar. Yemekler yenmiş, ayranlar içilmiş. Sohbet giderek koyulaşmış ve geç vakitler padişah ve kızı giderken Keloğlan ve anasını konağa davet etmişler.
Konakta anası padişahtan kızını Keloğlan'a istemiş. Kızının olurunu aldıktan sonra padişah evet demiş ve kızını Keloğlan' a vermiş. Sarayda yapılan düğüne padişah, padişah kıyafetiyle, kızı Aysel de sultan kıyafetiyle katılıp kimliklerini belli etmişler. İlk anda çok şaşıran Keloğlan ve anası zamanla buna alışmışlar. Saray görevlileri padişahın oyununu konuşmuşlar. Keloğlan ve Aysel evlenip mutlu olmuşlar.
SON
----------------------------------------------------------
KELOĞLAN'IN HOROZU
Bir varmış bir yokmuş. Yumurtadan civciv çıkmış. Civciv büyümüş piliç olmuş. Piliç büyümüş tavuk olmuş. Tavuk yumurtlamış. Yumurtadan civciv çıkmış. Bu civciv büyümüş horoz olmuş.
Bu horoz bir gün sol- sağ, bir- iki uygun adım giderken Keloğlan'la karşılaşmış ve Keloğlan'ın yanından sıyırtıp geçmiş. Keloğlan ağzı açık horozun arkasından baka kalmış. Çabucak toparlanıp bir koşu horozun önüne çıkmış. Karşısında Keloğlan'ı gören horoz durmuş.
Keloğlan: " Ne o Toros? Yürüyüp gidiyorsun. Beni tanımadın mı? "
Bunun üzerine horoz: " Tanıdım da, seni tanıdım diye durmam gerekmez. "
" Bana kızgınsın, yenilgiyi benden biliyorsun. "
" Daha her şey bitmedi. Şu yeni nesil. Bak civcivlere, bunların çoğu horoz olacak. Yakında yeni bir ordu kuracağım. Zafer bizim olacak. "
Altı ay kadar önceydi. Uzun bir zamandır tilkiler, kümeslere giriyor ve tavukları götürüp ormanda yiyordu. Kümes hayvanları tilki korkusu altında yaşamaktan bıkmıştı. Daha sonra Toros çıktı ve kümes hayvanlarını bir bayrak altında toplamayı başardı. Horozlardan ordu kurdu, bu orduyla haksızlığa baş kaldırdı ama tilki ordusuyla yapılan meydan savaşında bozguna uğradı. Savaştı, sonuna kadar savaştı, tek kaldı ve kuşatmayı yarıp yaralı olarak kurtuldu. Yarası iyileşince ortaya çıktı ama bu defa çok daha fazla hırslıydı.
Keloğlan'ı tanımamasının sebebi ise, biraz daha sabret, savaşa girme, kazanma şansın çok az demesinden kaynaklanıyordu. Zamanla civcivler piliç, piliçlerin çoğu horoz oldu. Çevreden binlerce horoz gelerek Toros'un özgürlük bayrağı altında toplandı. Keloğlan'ın, çok kalabalıksınız, siz bu savaşı kazanırsınız demesi üzerine yapılan savaşı horozlar kazandı. Keloğlan'ın horozu, zafer kazandı ve kalan az sayıda tilki ormanın derinliklerine çekildi.
SON
-----------------------------------------------------------
KELOĞLAN'IN KUZU SEVGİSİ
Keloğlan kasabaya giderken yolda bir kılıç bulmuş. Kasabaya varınca kılıcın sahibini aramaya başlamış. Kime sorduysa ne kılıcı daha önce gören ne de sahibini tanıyan çıkmamış. Hayvan pazarından geçerken küçük bir kalabalık Keloğlan'ın etrafına toplanmış. Birkaç kendini bilmez Keloğlan'la alay etmeye başlamış. Adamlardan biri orta yere bir kuzu getirmiş: " Şu kuzuyu kılıçla keselim. Şişe takıp döndürelim. Nar gibi kızartalım. Afiyetle yiyelim. " demiş.
Bunun üzerine Keloğlan: " Aman ağalar, etmeyin, eylemeyin. Ne istersiniz bir garip kuzudan? Daha doğalı kaç gün olmuş? Bırakın
yaş yaşasın, ömür sürsün. Kuzu kesenin, kuzu eti yiyenin başına türlü belalar gelirmiş. Bunu bilmez misiniz? "
Keloğlan'ın haykırışı ses getirmiş. Kalabalıktan birkaç kişi Keloğlan'dan yana çıkmış. Kuzunun sahibi, kuzuyu götürmüş. Az önce keselim, döndürelim, kızartalım, yiyelim diyen adamlar, Keloğlan'dan özür dilemişler. Keloğlan'ı üzmemek için, kuzu kesmekten, kuzu eti yemekten ömür boyu vazgeçmişler. Son sözü Keloğlan söylemiş: " Kuzu eti yiyen olmasa kuzular kesilmez. Kuzuların kesilmemesi için, sizler de kuzu eti yemekten vazgeçmek istemez misiniz? "
SON
---------------------------------------------------------
KELOĞLAN BEBEK DEV
Bir varmış, bir yokmuş. Bir Keloğlan varmış. Bol bol yemek yer, bel bel bakınır, yan gelip yatarmış. Anası bir gün kızmış Keloğlan'a: " A benim kel oğlum. Bütün gün yatmasan, bir işe yarasan, bak önümüz kış, dağdan odun kır getir, benden sana alkış. " demiş. Bunun üzerine Keloğlan, anasını daha fazla üzmemek için, baltayı kaptığı gibi dağa çıkmış. Keloğlan dağda kesilecek ağaç aramış, durmuş. Onurlu, kişilik sahibi insan yaş ağaca balta vurmazmış ya, Keloğlan da dağda boşu boşuna kuru ağaç aramış. Keloğlan ağaçlara acıya dursun ilerden bir yerlerden bebek ağlaması, ınga sesi duymuş. Keloğlan sesin geldiği yöne doğru gitmiş ve sonunda büyük bir mağarada ağlayan kocaman bir bebek devle karşılaşmış. Bebek dev mağara duvarına tutunup ayağa kalktığında boyu dört metreyi buluyormuş.
Bebek dev, mama, mama, der dururmuş. Keloğlan onun acıktığını anlamış. Hani anne, baba, demiş.
Bebek dev: " Anne, baba yok, gitti. " demiş.
Keloğlan, ne istersin, deyince bebek dev, süt, süt, demiş. Keloğlan, iki saat bekleyebilir misin ? Ben bir koşu köye inip sana süt getireyim, deyince, bebek dev, olur, demiş. Keloğlan fırlamış, köye inmiş, köylüleri olaydan haberdar etmiş. Güğümlerle, bidonlarla süt köylüler tarafından taşınıp, bebek dev beslenmiş.
Ertesi gün bebek dev, yanında köylüler olduğu halde, emekleyerek dağdan düze inmiş, köye gelmiş. Köydeki çiftlikler ve mandıralar bebek deve süt yetiştirmişler. Bebek dev birkaç ayda emeklemeyi bırakıp, ayağa kalkmış. Bebek devin köyde gezerken, köylülere iştahla baktığını kimse fark etmemiş. Sonraki günlerde adamlar ve kadınlar kaybolmaya başlamış. Keloğlan bebek dev geldikten sonra bu böyle oldu, diye düşünmüş. Bebek devi takip etmeye başlamış. Sonunda onu bir köylüyü yakalayıp ağzına götürürken görmüş.
Keloğlan: " Hey bebek dev, bırak o köylüyü, yeme. " demiş. Bebek dev köylüyü bırakmış, köylü kaçıp gitmiş. " Ey bebek dev, ben seni mağarada bulduğumda çaresizdin. Sana yardım etmesem, hayatla mücadeleni kaybederdin. Köylülerin de sana yardımı büyük oldu. Neden onları yiyorsun? "
" Şey! Ama köylüler çok tatlı. Çıtır çıtır yedim onları. "
Sözün bittiği yer burasıymış. Keloğlan bebek devle konuşmasına devam etse ne olacakmış? Şöyle bir düşünmüş. " Bebek devi köylülerin başına bela eden benim. O zaman bu belayı ben defetmeliyim. " Keloğlan köylülerle birlikte bir sal yapmış. Bu sala bebek devi oturtmuşlar ve eline bir kürek verip denize uğurlamışlar. Bebek dev bol bol kürek çekmiş ve bir adaya ayak basmış. Bu adada insan yokmuş, hayvan yokmuş. Bebek dev et yiyememiş ama ot ve yaprak yemiş. Yıllar geçmiş, boyu on metreye ulaşmış. O, bir bebekken Keloğlan'ın ve köylülerin ettiği yardımları unutmamış. Köylülere yaptığı haksızlığı utanarak anımsamış.
SON
---------------------------------------------------
KELOĞLAN DEV FARE
Bir varmış, bir yokmuş. Bir dev fare varmış. Aha manda kadarmış.
Fare, fare, dev fare, nasıl geldin bu hale?
Ne yedin de böyle oldun, bir göründün, bir kayboldun.
" Dağda, bayırda gezerim, ne bulursam onu yerim.
Kedilerin düşmanıyım, yakalarsam kedi de yerim. "
Aman fare, yaman fare, başı büyük, kocaman fare.
Sakın kasabaya gitmeyesin, insanları üzmeyesin.
" Aman insan, yaman insan, başı küçük, kösemen insan.
Kasabaya gidiyorum, insanları üzüyorum. "
Dev fare arkasında yüzlerce normal fare olduğu halde kasabaya giriş yapmış. Şarkılar söyleyerek sokaklarda gezmişler. Ortalıkta ne bir insan, ne bir kedi görünmüyormuş. Dev fare ve arkadaşları, bu kasabada günlerce kalmışlar. Kilerlerde, ambarlarda ne varsa yiyip bitirmişler.
Bir gün kasaba dışındaki yolda nöbet bekleyen fareler, ilerden gelen kel kafalı bir genci görmüşler. Durumu dev fareye bildirmişler.
Dev fare: " Sakın bu Keloğlan olmasın? Adını çok duydum ama kendisini hiç görmedim. Gidin sorun bakalım kimmiş, neyin nesiymiş? Eğer bu Keloğlan ise, yandığımızın resmidir. Bizi bir dakika bu kasabada tutmaz, bilmiş olasınız. "
Bunun üzerine oradaki farelerden biri: " Aman efendim, siz neler söylüyorsunuz? Gelen Keloğlan olsa ne olacak? Bize ne yapabilir ki? İzin verin onu geldiği yere kadar kovalayalım. "
Dev fare: " Kimi kovalıyorsun? Keloğlan senden, benden kaçar mı sanıyorsun? O korkmaz, korkutur. Yenilmez, yener, ezilmez, ezer. Kaybettiği görülmemiştir. "
Farelerden biri gitmiş ve az sonra geri dönmüş. Gelen genç Keloğlan'mış. Dev fare Keloğlan'ın karşısına çıkmış. Onu saygıyla selamlamış. Hoş geldiniz, demiş.
Dev fareyi görünce Keloğlan'ın aklı başından gitmiş. Çok korkmuş, bir ağacın arkasına saklanmış: " Uy anam, o neydi öyle? Kocaman, öküz kadar! Etraf fare dolu. Bu onların babası olsa gerek. Öküz faresi mi desem, fare öküzü mü desem? Beni yakalarsa yer bu ya. Yandım ki hem ne yandım. " diye söylenirken, dev farenin sesini duymuş: " Keloğlan Bey, saygıdeğer Keloğlan Bey, nasılsınız, iyi misiniz? "
Bunun üzerine Keloğlan önce saklandığı ağacın arkasından başını çıkarmış, durum vaziyetini kontrol etmiş, ortamın müsait olduğunu görünce ortaya çıkmış. Bakmış dev fare karşısında el pençe, divan duruyor: " Seni gidi minik, beni niye korkuttun bakayım? Gel buraya kulaklarını çekeyim. "
" Aman efendim, ben kim, sizi korkutmak kim? Asıl ben sizden çok korkuyorum. "
" Yapma ya..! Minik, benden niye korkuyorsun çabuk söyle bakalım? "
" Sizi tanımayan, Keloğlan adını bilmeyen yoktur. Ben dağdan geldim. Oralarda herkes sizin başınızdan geçen olayları anlatıyor. İnanın sizin hikayelerinizi dinleyerek büyüdüm. "
" Büyümüşsün ama fazla büyümüşsün. Bundan sonra benim hikayelerimi az dinle. "
" Hani siz iyisiniz ama rakipleriniz kötüdür. Ben sizin tarafınızdan olmak istiyorum. Bugün burada olanları duyanlar beni kötü bilmesinler. Kasabalıların biraz yiyeceğini yediydik. Şu iki çuval altın zararı karşılar. Ben bu altınları dağda sebze, meyve satarak kazandım. Ayrıca kasabalılardan özür diliyorum. Şimdi dağlara dönüyorum ve bir daha dağdan inmem. "
" Yolun açık olsun, güle güle git. Kimse seni kötü bilmez, merak etme. "
Daha sonra dev fare ve öbür fareler şarkılar söyleyerek kasabayı terk etmişler. Altınlar kasabalının zararını karşılamış. Kasabalılar, Keloğlan için, eğlenceler düzenlemişler, ziyafetler vermişler. Böylece Keloğlan kasabalıları farelerden kurtarmış olmuş.
SON
Yazan: Serdar Yıldırım