topragizbiz.com
- Görüntüleme: 4K
- Cevaplar: 1
Soru:
Hûd Sûresi’nde istikameti emreden âyetten hemen sonra, en küçük meyille dahi olsa zalimlere eğilim göstermemek gerektiğinin vurgulanmasında hangi mesajlar söz konusu olabilir?Cevap:
Soruda ifade edildiği üzere Cenâb-ı Hak âyet-i kerimede,فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
“Emrolunduğun gibi dosdoğru ol." (Hûd Sûresi, 11/112) buyurmak suretiyle Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) şahsında Müslümanları istikamete çağırmıştır. Dolayısıyla, bu âyet-i kerimeyi, bize bakan yönü itibarıyla, “Ey mü’minler! Emrolunduğunuz gibi dosdoğru olun." şeklinde anlamamız gerekir.
Tekil ve Çoğul Sigalardaki Hikmet
Aynı zamanda bu âyet-i kerimede Resûl-i Ekrem (aleyhissalâtü vesselâm) için bir tebcil ve bir iltifat vardır. Sanki Cenâb-ı Hak, kudret eliyle Resûl-i Ekrem’in ahlak-ı âliyesini okşayıp ona “dosdoğru ol" demektedir. Bu, olumlu ve güzel tavırlar ortaya koyan bir çocuğa, babasının, “Seni her zaman böyle dosdoğru görmek isterim." demesi gibidir. Yoksa Efendiler Efendisi’nde -hâşâ ve kellâ- bir eğrilik varmış da, bu âyetle doğruluğa çağrılıyormuş şeklinde bir mülahazaya girmek kesinlikle doğru değildir. Kanaatimce âyet-i kerime, ne ibaresi, ne işareti, ne delâleti, ne de iktizasıyla böyle bir mânâya hamledilmemelidir. Zira Efendiler Efendisi’nin duygu, düşünce ve davranışları hep istikâmet üzere olmuştur. Dolayısıyla mezkûr ayet, O’nun hakkında “Her zaman bu güzel halinle kal!" mânâsına gelmektedir. Zaten, müfred olarak gelen istikamet emrinden hemen sonra, âyetin devamındaوَلَا تَطْغَوْا إِنَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ
“İstikametten çıkıp taşkınlık yapmayın. Muhakkak ki Allah yapageldiğiniz her şeyi görmektedir." şeklinde taşkınlıktan nehyin çoğul sigasıyla gelmesi de bu hususa işaret eder gibidir. Zira bu ve benzeri ayetlere dikkatle bakıldığında görüleceği üzere “İstikamet üzere ol!" emrinde olduğu gibi, müsbet fiillerde Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) doğrudan muhatap alınarak tekil sigası kullanılmakta, fakat “Aşırı gitmeyin!" gibi nehiylerde çoğul sigasına geçilmektedir. Buradan hareketle diyebiliriz ki, âyette ortaya konan bu üslupla, asıl muhatabın ümmet olduğuna, Peygamber Efendimiz’e ise, ümmet için en güzel örnek olması dolayısıyla hitap edildiğine ima ve işarette bulunulmaktadır.
Ayrıca âyet-i kerimede, istikamet emredildikten hemen sonra taşkınlıktan sakındırmanın zikredilmesinde şöyle bir nükte vardır: İstikametini kaybeden bir insan yavaş yavaş taşkınlık, tuğyan ve dalâlete sürüklenir. Dolayısıyla imtihan yurdunda bulunan insanoğlu, her zaman bir taraftan istikamete çağrılırken diğer yandan da “zinhar taşkınlığa girme!" denilerek ikaz edilmelidir.
Zulmün Her Çeşidinden Uzak Durulmalı
Soruda belirtildiği üzere, bir sonraki âyet-i kerimede ise,وَلَا تَرْكَنُوا إِلَى الَّذِينَ ظَلَمُوا فَتَمَسَّكُمُ النَّارُ وَمَا لَكُمْ مِنْ دُونِ اللَّهِ مِنْ أَوْلِيَاءَ ثُمَّ لَا تُنْصَرُونَ
“Zulmedenlere küçük bir temayülle dahi olsa eğilim göstermeyin. Yoksa ateş size dokunur. Aslında sizin için Allah’tan başka hiçbir yardımcı ve sizi sahiplenecek hiçbir güç yoktur. Sonra O’ndan da yardım görmezsiniz." (Hûd Sûresi, 11/113)buyrularak, Müslümanlara, küçük bir meyille dahi olsa zalimlere asla meyletmemeleri gerektiği vurgulanıp zulme girenlerin içinde yer almaları yasaklanıyor. Zira işlenen zulümlere ve onların sahiplerine az dahi olsa meyleden bir insan hiç farkına varmaksızın yavaş yavaş onların sürüklendiği levsiyâtın içine düşebilir ki bu da bir yönüyle istikametten ayrılma demektir.
Esasında zulüm, Kur’an-ı Kerim’de çok geniş olarak ele alınmıştır. Mesela bu kelime, kâfir ve münafıkların yaptıkları haksızlık ve taşkınlıkları ifade için kullanıldığı gibi, bir kısım Müslümanların yaptıkları yanlışlıklar için de kullanılmıştır. Nitekim bir âyet-i kerimede şöyle buyrulur:
الَّذِينَ آَمَنُوا وَلَمْ يَلْبِسُوا إِيمَانَهُمْ بِظُلْمٍ أُولَئِكَ لَهُمُ الْأَمْنُ وَهُمْ مُهْتَدُونَ
“İman edip imanlarına zulüm bulaştırmayanlar var ya, işte korkudan emin olma onların hakkıdır, doğru yolda olanlar da onlardır." (En’âm Sûresi, 6/82) Bu âyet-i kerime nazil olduğunda sahabe-i kiram çok korkmuş, adeta canları dudaklarına gelmişti. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) Lokman Sûresi’nde geçen,
إِنَّ الشِّرْكَ لَظُلْمٌ عَظِيمٌ
“Muhakkak şirk, büyük bir zulümdür." (Lokmân Sûresi, 31/13) âyet-i kerimesiyle onları teselli etmiş ve yukarıdaki âyette kastedilen zulmün şirk olduğunu ifade buyurmuştur.
Bu açıdan; Allah’ın yasaklarını çiğneme, emirlerine karşı lakayt kalma, insanları dinî vazifelerini yerine getirmekten alıkoyma, fitne ve fesada sebebiyet verme birer zulüm olduğu gibi, hak ve hakikati görmezden gelme, düşmanlık ve çekememezlik duygularıyla Müslümanlarla uğraşma, “adalet ve hak" deyip bunları yerine getirmeme, halkın hukukuna tecavüz etme, idarenin başına geçtiğinde insanların sırtından geçinmeyi bir hak olarak görme, milletin malını hortumlama gibi fiiller de zulüm kategorisi içinde yer alır. İşte soruda işaret edilen âyette, bu zulüm çeşitlerinin tamamından uzak durulması emredilmekte; dahası bunları işleyenlere meyil de nehyedilmektedir.
Bu noktada, gözden kaçırılmaması gereken önemli bir husus; zulmün sadece apaçık haksızlık ve taşkınlıklar olarak anlaşılmaması gerektiğidir. Dolayısıyla bilinmelidir ki, mesela, herhangi bir mevkide bulunan bir idarecinin kendi yakınlarını, taraftarlarını, kendisi gibi düşünen insanları kayırması, kollaması zulüm olduğu gibi, milletin arpa kadar dahi olsa malını yeme de bir zulümdür. İşte âyet-i kerimede, hangi seviyede olursa olsun zulmeden bir insana meyletme, ateşin insana dokunması için yeterli bir sebep olarak gösteriliyor. Başka bir ifadeyle, yapılan zulmü görmezlikten gelerek zalimlerle beraber oturup kalkma, onlara imrenme, onların yerinde olmayı isteme gibi fiiller de “meyletmeyin" yasağına dâhildir. Nitekim En’âm Sûre-i Celilesi’nde,
وَإِذَا رَأَيْتَ الَّذِينَ يَخُوضُونَ فِي آَيَاتِنَا فَأَعْرِضْ عَنْهُمْ حَتَّى يَخُوضُوا فِي حَدِيثٍ غَيْرِهِ
“Âyetlerimiz hakkında alaylı tavırla münasebetsizliğe dalanları gördüğün zaman, onlar başka bir konuya dalıp gidinceye kadar kendilerinden yüz çevirip uzak dur!" (En’âm Sûresi, 6/68) buyrulmaktadır. Yani Kur’ân-ı Kerim, takdis ve tebcil edilecek değerleri naseza nabeca sözlerle hafife alıp zulüm irtikap eden insanların bulunduğu yeri terk etmemizi emretmektedir.
Evet, Cenâb-ı Hak bir taraftan istikameti hedef gösterip, taşkınlığa düşmekten Müslümanları men ederken, diğer yandan da zulüm ve haksızlığa meyletmeyi nehyetmiştir. Aslında niyetinde, yaşayışında, söz, tavır ve davranışlarında, hep istikametin temsilcisi olan bir insan, zulüm ve haksızlığa da başkaldıracaktır. Nitekim her çeşidiyle zulümden uzak durup istikâmet üzere bulunmanın mükâfatını anlatan bir ayet-i kerimede şöyle buyrulmaktadır:
إِنَّ الَّذِينَ قَالُوا رَبُّنَا اللَّهُ ثُمَّ اسْتَقَامُوا تَتَنَزَّلُ عَلَيْهِمُ الْمَلَائِكَةُ أَلَّا تَخَافُوا وَلَا تَحْزَنُوا وَأَبْشِرُوا بِالْجَنَّةِ الَّتِي كُنْتُمْ تُوعَدُونَ
“'Rabbimiz Allah’tır.’ deyip sonra da istikamet üzere doğru yolda yürüyenler yok mu; işte onların üzerine ceste ceste melekler inip 'Hiç endişe etmeyin, hiç üzülmeyin ve size vaad edilen cennetle sevinin!’ derler." (Fussilet Sûresi, 41/30)