Super Moderator
HUNEYN
Andolsun ki Allah, birçok yerde ve Huneyn’de size yardım etti. Hani çokluğunuz size kendinizi beğendirmiş, fakat sizi hezimete uğratmaktan kurtaramamıştı. Yeryüzü bütün genişliğine rağmen size dar gelmişti. Sonunda (bozularak) gerisin geri dönmüştünüz. Sonra, Allah, Resulü ile müminler üzerine sekinetini (huzur duygusunu) indirdi, sizin bilmediğiniz ordular (meleklerle) indirdi de kâfirlere azap etti. İşte bu o kâfirlerin cezasıdır. [51]İslâm ordusu Medine’den ayrılıp güneye doğru hareket ettiği ve çokça mesafe kaydettiği zaman, bu güçlü ordunun azabından dolayı öncelikle birbirlerine yakın bölgelerde ikamet eden Hevazin ve Sakif kabileleri endişelenmiş ve korkuya kapılmışlardı. Kureyş de benzer endişe ve korkuya sahipti. Hemen hiç kimse tarafından hedefi bilinmeyen islâm ordusu, bu bazı güçlü düşmanlarını endişelendirmiş, her topluluk bu ordunun kendisi için mi, yoksa diğerleri için mi Medine’den ayrıldığına bir türlü karar verememişti. İslâm ordusunun Kureyş, Hevazin veya Sakif ten birisi için yola çıktığı kesindi. Çünkü güneyde bu üçünden başka Müslümanlara zarar vermiş, düşmanlıklarım sınır tanımayan boyutlara taşımış başka bir topluluk yoktu. Kureyş, risâletin ilk gününden itibaren İslâm’ın düşmanıydı ve her zaman Müslümanlara yönelik düşmanlıkların birinci dereceden faili olmuştu. Bunu bir nokta da anlamak kolaydı. Sistemlerini, toplumsal yapılarını, dinlerini, geleneklerini kökten değiştirmeye aday İslâm kendi toplumlarında doğmuştu. Bu nedenle de İslâm’ın en katı düşmanları olmuşlardı. Hevazin ve Sakif toplulukları ise bütün bu süreçte adeta Kureyş ile yarışmış ve Müslümanlara yönelik her türlü düşmanlıkta fiilen yer almışlar veya Müslümanlara yönelik bütün düşmanca faaliyetlere destek vermişlerdi. Müslümanların Yahudilerle savaşlarında dahi Yahudilerin yanında yer almaktan uzak durmamışlardı. Dolayısıyla gerek Kureyş veya gerekse Hevazin ve Sakif toplulukları düşmanlıklarının büyüklüğünden, Müslümanlara yaptıkları kötülüklerden ve yol açtıkları sıkıntılardan dolayı Müslümanlar bir gün kendilerinden hesap soracaklarını biliyor ve bekliyorlardı.
İslâm ordusunun Mekke’ye yönelmesi ve Mekke’yi fethetmesi, Hevazin ve Sakif kabileleri için rahatlatıcı bir durum olmadı. Korku ve endişeleri kaybolmadı. Müslümanların, Kureyş’i takiben yönelecekleri ilk hedefin kendileri olacağını biliyorlardı. Mekke’yi fetheden İslâm ordusunun, kendilerinin üzerine de gelmeden Medine’ye dönmeyeceğine kesin bir kanaatle inanıyorlardı. Mekke’nin Müslümanların eline geçtiğim duyunca hemen hazırlıklara başladılar. Kısa sürede, birkaç küçük kabile hariç, Hevazin ve Sakif e bağlı veya müttefik bütün kabilelerin ve boyların bir araya gelmesiyle on dört bin kişilik bir ordu teşkil etti. Komutanlığı Hevazin lideri Malik b. Avf üstlendi. Malik, Müslümanların kendilerinin üzerine gelmesini beki em ekte nse, önce davranıp Müslümanların üzerine gitmeyi tercih ediyordu. Nasıl olsa sayıca islâm ordusundan büyüktüler. Korkmalarına gerek yoktu. Muhtemel bir savaşı kazanacaklarına kesin gözüyle bakıyordu. Mevcut şartlarda Kureyş gibi ansızın baskına uğramaları söz konusu olmayacaktı. Hevazin ve Sakif in liderliğini yaptığı şirk cephesinin ordusu hazırlıklarını tamamlayınca yola çıktı. Harekâtın herhangi şekilde kötü bir sürprizle karşılaşmaması ve zaferi garantilemek için orduya katılan savaşçıların eş ve çocukları ile hayvan sürüleri de ordunun peşinden geliyordu. Böylelikle, eşleri, çocukları ve malları yanlarında olduğu için, savaşçıların bir zorluk anında savaşı terk edip kaçmalarının önlenmesi amaçlanmıştı.
Mekke’yi ramazan ayında giren İslâm ordusu, ramazan ayının geri kalan günlerini ve bayramı Mekke’de geçirdi. Resulüllah ordusuyla birlikte yaklaşık yirmi gün Mekke’de kaldı. Resulüllah bu süre içerisinde yeni Müslüman olmuş Kureyş-lilere İslâm’ı öğretmekle ve bazı küçük askerî harekâtlarla bölgeyi kontrol altına alıp, yine bölgedeki putları imha etmekle meşgul oldu. Hevazin ve Sakiflerin savaş hazırlıkları içinde olduğu haberini alınca, haberin doğruluğunu kontrol etmek için Abdullah b. Ebî Hadret’i casus olarak Hevazinlerin bölgesine gönderdi. Abdullah’ın getirdiği bilgiler alman duyumları doğruluyordu. Resulüllah, harekât hazırlığı için gerekli emirleri verdi. Hazırlıklar hemen tamamlandı. Medine’den on bin kişi olarak yola çıkan ordu zaten büyük oranda yeni bir harekât için hazırlıklı durumdaydı. Henüz Müslüman olmamış Kureyş’in eski liderlerinden Safvan b. Umeyye’den elinde bulunan silahlar emanet olarak alındı. Resulüllah, idarî İşleri yürütmesi için Attâb b. Esed’i, halka islâm’ı öğretmek ve işlerin İslâm üzere yürümesini sağlamak ve kontrol etmek için de Muaz b. Cebel’i Mekke’de bıraktı. Yeni Müslüman olanlarla mevcudu on iki bin kişiye ulaşan İslâm ordusu Ramazan bayramından sonra yola çıktı. Hedefte Hevazin ve Sakiflerin öncülüğünde toplanan şirk ordusu vardı.
İslâm’a girişlerinin üzerinden henüz kısa bir süre geçmiş bulunan ve Müslümanlıkları bireysel bir düşünce çabasının sonucu olmaktan ziyade, politik bir tercihe dayanan Kureyş topluluğu, orduda yaklaşık iki bin kişilik bir grup halinde yer alıyordu. Cahiliye inançları bir çoğunun kalbinde hâlâ canlı ve güçlüydü. Bu nedenle gerek yolculuk sırasında ve gerekse savaş sırasında İslâm’ı içlerine sindirememiş olmanın veya İslâm’ı bilmiyor olmanın etkilerini her fırsata açığa vurdular. Bunun ilk örneklerinden birisi Mekke çıkışında yaşandı. Kureyş’in, Mekke dışında, Zâtu Envat ismiyle anılan büyükçe bir ağacı vardı. Dışarıdan gelen hacılar silahlarını ve elbiselerini bu ağaca asar veya yanına bırakırlardı. Dolayısıyla o ağaç müşrikler için kutsal bir nitelik kazanmıştı. Kureyş’in putlarından birisi de o ağaçtı. Müslüman olmalarıyla birlikte o ağaç Kureyş için herhangi bir ağaç olmuş, kutsallığını yitirmişti. Ancak bir türlü onun gibi bir kutsal ağaca sahip olma duysunu içlerinden atamamışlardı. Bu nedenle, ordu Mekke’den yola çıkıp Hevazin bölgesine doğru giderken yolda karşılaştıkları büyükçe bir ağaç, kalplerindeki.şirk kalıntılarını açığa vurmalarına neden oldu. İçlerinden bazıları Resulüllah’ın yanına gelip müşriklerin Zâtu Envat’ı gibi Müslümanların da Zâtu Envat’ı olmasını arzuladıklarını söylediler. Bu isteklerinin gereği olarak da, Resulüllah’tan yakınlarında bulunan yaşlı ağası Zâtu Envat ilan etmesini istediler. Resulüllah şaşırdı; dile getirilen istek, İslâm’da olmayan, tamamıyla şirkin gereklerine uygun bir istekti. Şaşkınlık ve kızgınlıkla; ‘Allahu Ekber!’ dedi ve sözlerini şöyle sürdürdü: ‘Varlığım kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki sizler de kavminin Musa’dan istekte bulunduğu şey gibi bir istekte bulundunuz. ‘Onlar Musa’ya ‘Ey Musa! Onların tanrıları gibi sen de bize bir tanrı yap’ demişlerdi. Musa da ‘ Siz ne kadar cahil bir topluluksunuz’ demişti [52] Bu bir gelenektir ve siz o eskilerin geleneğine uyuyorsunuz. [53] Resulüllah bu sözleriyle söz konusu isteğin dayanağı olan şirki gösterdi ve sakındırdı. Yeni Müslüman oldukları için onları cezalandırma veya ağır bir kınama yolunu seçmedi.
Dört günlük yolculuğu takiben Huneyn bölgesine girildi. Huneyn, Mekke ile Taif arasında yer alan bir vadinin ismidir. Şirk ordusunun vadinin diğer ucunda bulunduğu haberi alınınca duruldu. Seher vaktiydi. Resulüllah zırhını giyindi, miğferini takındı ve katırına bindi. Sancakları taşıyıcılarına teslim etti. Her bölüğe bir sancak verdi. Ordu vadiye girdi.
İslâm ordusu Mekke’nin fethinden sonra on binlerle ifade edilen bir sayıya ulaşmıştı. Artık geçmişin küçük orduları geride kalmıştı. Ayrıca, yıllardır gerçekleşen savaşlarda başarı elde edilmiş olması Müslümanların cesaretlerini iyice artırmıştı. Bu durum bazılarının gururlanmasına neden oldu. Resulüllah’ın yanma yaklaşanlardan birisi çokluğun neden olduğu gururla ‘Artık sayıca az değiliz. Bizi yenecek güç kalmamıştır’ dedi. Resulüllah bu övünmeden rahatsız oldu. ‘Allahım! Bir işe senin isminle başlar, senin isminle hücum eder, senin isminle savaşırım [54] diyerek yanlışa dikkat çekip, kendisinin de bu aldanışa ortak olmadığını Rabbine karşı ifade etti ve yanındaki Müslümanlara çoklukla övünen insanların başlarına gelenleri anlatmaya başladı. Çoklukla övünme yanlışından muhakkak korunmak gerektiğini söyledi.
İslâm ordusu vadiye girdiğinde Hevazinler ve Sakifler vadinin her iki tarafındaki kayalıklara ve çukurlara pusu kurmuş bir halde Müslümanları bekliyorlardı. Müslümanlar vadiye girince şirk ordusunun askerleri saklandıkları yerlerden çıkıp, Müslümanların üzerine ok yağdırmaya başladılar. Müslümanlar yoğun bir ok sağanağının altında kaldılar. O sırada orduda bulunan bir Müslümanm tanımlamasıyla, islâm ordusunun üzerine çekirge sürüleri gibi ok yağıyordu. Müslümanlar neye uğradıklarını anlayamadılar. Bir anda panik baş gösterdi. Hiç beklenilmeyen bir anda ve yoğunlukta güçlü bir saldırıyla karşı karşıya kalmışlardı. Önce süvari birliğini oluşturan Süleymler, onları takiben de yeni Müslüman olmuş kimseler panik içinde gerisin geriye kaçmaya başladılar. Her şey bir anda oldu. Süvari birliğinin ve iki bin kişilik Kureyşli grubun paniğe kapılıp kaçışması diğerlerini de etkiledi ve ordu çok kısa sürede çözülüp dağıldı. Herkes kendi canının derdine düştü. Resulullah küçük bir grupla düşman grubunun ortasında kalakaldı. Ebû Bekir, Ömer, Ali, Ebü Dûcane, Abbas b. Abdulmuttalib, Fadl b. Abbas, Ey-men b. Ubeyd, Usâme b. Zeyd ve Ebü Süfyan b. Harb Resulüllah’ın yanında kalan kimselerdi.
Resulullah kaçışanlara seslendi; kaçmamalarını, geri dönmelerini istedi. Zırhı içinde olduğu için tanınmayacağı düşüncesiyle kendisini tanıtıyordu; ‘Ey Allah’ın kulları! Nereye gidiyorsunuz? Bana doğru gelin. Ben Allah’ın kulu ve Resulüyüm. Ben Muhammed b. Abdullah’ım: [55] Fakat hiç kimsenin onu duyacak hali yoktu. Yaşanan gerçek anlamda bir panikti. Resulullah bir yandan kaçan ordusunu yanma çağırırken bir yandan da katırını düşman birliklerinin üzerine doğru sürüyordu. Abbas ise Resulüllah’ın düşmana daha fazla yaklaşmasını önlemek için katırının yularına asılıp durdurmaya çalışıyordu. O sırada yaşanan, Bera b. Azid’in bir tespitini haklı çıkaracak nitelikteydi, Bera’mn Resulüllah’ın savaşlardaki durumuyla ilgili dolaylı tespiti şöyledir; ‘Savaş kızıştığı zaman en yiğit olanlarımız Resulüllah’ın yanında kalabilenlerdi’.
Daha biraz önce, Müslümanlardan birçok kişi, önceki savaşlarda elde ettikleri başarılar ve şimdiki sayısal çoklukları nedeniyle artık hiçbir gücün kendilerini yenemeyeceğini düşünüyorlardı. Onların bu duyguları ve duygularını dile getiren sözleri Resulüllah’ı üzmüş ve korkutmuştu. Ancak şimdi anlaşıyordu ki, Müslümanların başarılarının nedeni sayısal çoklukları değil, hakka bağlılıklarıydı. Vahyolunan bir grup ayet sayısal çokluğa sahip olmalarına rağmen yeryüzü kendilerine dar gelen o Müslümanların halini anlatırken bu gerçeği dile getiriyordu. Elde edilen zaferin hakka mensup olmanın ve hakkı savunmanın gereği olarak ilâhî bir yardım sonunda gerçekleştiği daha sonra vahyolunan ayetlerle Müslümanlara şöyle bildirildi; ‘Andolsıın ki Allah, birçok yerde ve Huneyn’de size yardım etti. Hani çokluğunuz size kendinizi beğendirmiş, fakat sizi hezimete uğratmaktan kurtaramamıştı. Yeryüzü bütün genişliğine rağmen size dar gelmişti. Sonunda (bozularak) gerisin geri dönmüştünüz. Sonra, Allah, Resulü ile müminler üzerine sekinetini (huzur duygusunu) indirdi, sizin bilmediğiniz ordular (meleklerle) indirdi de kâfirlere azap etti. işte bu o kafirlerin cezasıdır.[56]
Yaşanan panik ve kaçışma özellikle yeni Müslüman olanların gerçek düşüncelerini açığa vurmalarına yol açtı. Seçkinliğinin gereğine uygun davranmak arzusuyla komuta merkezine yakın durmayı tercih eden ve bu nedenle mümkün olduğunca Resulüllah’ın yanında duran Ebû Süfyan b. Harb, bu yakınlığının kendi hayatını tehlikeye sokacağını hiç düşünmemişti. Saldırıya uğradıklarında kaçamadı. Çaresiz bir şekilde Resulüllah’ın yanında durmak zorunda kaldı. Bir ara dağılıp kaçışan orduya bakınca ‘Bunların bozgunu denize varıncaya kadar devam eder. Daha Önce durmazlar [57] dedi. İstemeden, şartların zorlamasıyla mensubu olmak zorunda kaldığı dinin sonunun geldiğini düşünüyordu. Kanaatince yine her şey eskisi gibi olacaktı. Bir macera bitmişti. O kalbindeki asıl duygu ve düşüncelerini açığa vurduğu o anda yanındaki torbada hâlâ fal okları taşıyan birisiydi; müşrik geçmişiyle olan bağını halâ koparmamıştı. Diğer bazı yeni Müslüman olmuş kimseler veya Müslüman olduğunu söylemek gibi bir politika izlemiş, şirkini gizlemiş olanlar da Ebû Süfyan’la benzer psikoloji içindeydiler. Bunlardan Kelede b. Hanbel orduda yer alan ama Müslüman olmadığı herkes tarafından bilinen eski liderleri Safvan b. Umeyye’ye yaklaşarak ‘Bugün sihir bozuldu. Bunlar artık bir daha kendilerini toplayamazlar [58] dedi. Şeybe b. Osman ise karışıklığı fırsat bilip Uhud’da ölen babasının intikamını almak için Resulüllah’ı öldürmenin planını kuruyordu. Ancak, Resulüllah’a, ok sağanağından ve yanındaki Müslümanlardan dolayı bir türlü yaklaşamadı; aradığı fırsatı bir türlü yakalayamadı. İlk anda paniğe kapılıp kaçanlardan birisi ise Mekke’ye kadar gidip ‘Artık tekrar atalarımızın dinine dönebiliriz, îş tamam [59] diyerek kalbinde olanları açığa vurdu.
Ordusu tamamen dağılmış olan Resulullah, düşmana en yakın noktadaydı. Kaçmak gibi bir düşünceye kesinlikle sahip değildi. Kaçmak bir yana, düşmana doğru ilerlemeye çalışıyor, bir yandan da kaçışan Müslümanları yanına çağırıyordu: ‘Ey insanlar! Nereye gidiyorsunuz? Benim yanıma gelin. Ben Allah’ın.resulüyüm, Ben Abdullah’ın oğlu Muhammed’im! Ey insanlar ben Allah’ın kulu ve elçisiyim. Ey Muhacir topluluğu! Ey Ensar topluluğu! Benim yanıma gelin. [60]Ama sesini duyan yoktu. Yanında bulunan az sayıdaki Müslüman ise Uhud’da olduğu gibi peygamberlerini korumak için vücutlarını siper yapmanın, Resulüllah’a yönelik düşman saldırılarını durdurmanın çabası içerisindeydiler. Düşmana karşı direnen ve en Çetin savaş verenlerden ikisi, hemen her zaman olduğu gibi, bu sefer de yine Ali ve Ebû Dücane idi. Bazen tek başlarına düşmanla savaşırlarken, bazen da birbirlerini koruyarak düşmanın arasına dalıyorlar, birlikte saldırıyorlardı. Bütün çabaları mevcut tehlikeyi Resulüllah’tan uzaklaştırmakla ilgiliydi. Resulüllah’m zarar görmemesi için insan üstü bir güç ve gayretle savaşıyor, koşuşturuyor, atılıyor, saldırıyorlardı. Onların bu üstün gayret ve çabaları Resulüllah’ın çevresini saran tehlikeyi biraz olsun azalttı, abluka biraz olsun gevşedi.
Resulüllah, sesini kaçan Müslümanlara duyuramayacağını anlayınca, hayvanının yularını tutan amcası Abbas’a söylediklerini tekrarlamasını istedi. Sesinin gürlüğüyle tanınan Abbas, Resulüllah’m söylediklerini herkesin duyabileceği bir yükseklikte bağırmaya başladı: ‘Ey semüre ağacının altında biat etmiş olanlar! Geri dönün. Ben Allah’ın kulu ve resulüyüm. Ben Abdullah’ın oğlu Muhammed’im! [61] Resulüllah, bu çağrısı ile Hudeybiye’de verilen sözü, gerçekleştirilen ölümüne savaşma biatini hatırlatıyordu. Abbas, Resulüllah’ın söylediği bu sözleri bağırdığı zaman bir anda her şey değişti. Bindikleri hayvanlarını var güçleriyle sürerek savaş alanını terk etmeye çalışan ve Hudeybiye günü canlan pahasına Resulüüah’a biat etmiş olanlar, kendilerine seslenildiğini duyunca anında geri döndüler. Kaçarkenkinden daha hızlı bir şekilde Resulüllah’m yanma doğru koşmaya başladılar. Bir yandan da ‘Emret Ey Allah’ın Resulü! Emret Ey Allah’ın Resulü! [62] diye bağırıyorlardı. Resulüllah’ın Hudeybiye’yi hatırlatan çağrısı öylesine etkili oldu ki, can hayliyle hayvanına çok sert darbe vurarak savaş meydanından kaçanlardan hayvanını durduramayanlar, hayvanın sırtından atlayıp Resulüllah’a doğru koşuyorlardı. Panik nasıl bir anda başladıysa, paniğin bitmesi de bir anda oldu ve Müslümanların büyük çoğunluğu tekrar Resulüllah’ın yanında toplandılar. Hemen Resulüllah’ı aralarına alıp, emrini beklemeye başladılar. Müslümanlardan bir kısmının Resulüllah’ın yanında toplandığını gören diğer kaçışanlar da geri döndüler ve Resulüllah’ın bulunduğu yere ulaşmaya çalıştılar. Resulüllah katırından yere indi ve ‘Ey Allahıml Bize yardımını etidir. Ey Allahım Ben senden vadini yerine getirmeni istiyorum. Bizi galip kıl’ diye dua etti. Duasını bitirince yerden aldığı bir avuç toprağı düşman saflarına doğru savurdu. Toprağı savururken ‘Yüzleri kara olsun! Kabe’nin Rabbine yemin olsun ki! Onlar bozguna uğradılar [63] dediği duyuldu. Bu saldırı emriydi. Bu düşmanın perişan olacağının müjdesiydi.
Savaş kısa sürdü. Müslümanların üç şehidine karşılık, müşriklerden onlarca kişi öldü. Şirk ordusu kısa sürede dağıtıldı. Müşriklerin herbiri bir yana kaçtı. Bir kısmı Taife veya Evtas’a kaçarken, diğer bir kısmı da vadilere, dağlara kaçtı. Böylelikle bir anda başlayan savaş bir anda bitmiş oldu. Müslümanlar büyük bir düşman ordusunu darmadağın edip, büyük bir zafer elde ettiler. İslâm’ın en önemli düşman kitlelerinden Hevazin ve Sakif topluluğu dağıtılıp, bir daha düşmanlık yapamaz hale getirilmiş oldu.
Resulüllah, savaş sonrasında meydanı gezdi. Bu sırada bir kadın cesedi gördü.
Üzüldü. Bunun bir daha yapılmamasını, kadınların öldürülmemesini emretti. O sırada bir grup Müslüman kaçışan müşrikleri kovalıyordu. Resulüllah’ın emri bir süvari tarafından bu Müslümanlara ulaştırıldı. Resulüllah meydanı gezerken ikinci bir kadın cesediyle karşılaştı. Öfkelendi. Emrini bir kez daha yeniledi. Bu sırada bazı çocukların öldürüldüğü haberini aldı. Öfkesi iyice arttı; ‘Dikkat edin! Çocukları öldürmeyin!’ dedi. İslâm’a yeni girmiş bazılarının ‘Fakat onlar müşrik’ dedikleri duyuldu. Resulüllah sesin geldiği tarafa yönelerek ‘Sizin iyileriniz de müşriklerin çocukları değil mi? Allah’a yemin ederim ki, her çocuk İslâm fıtratı üzere doğar, bu o dilleninceye kadar devam eder. Ana babası onu ya Yahudileştirir ya da Hıristiyanlaştırır [64] dedi.
Mekke’de orduya katılmış olan Ümm-ü Süleym ‘Ey Allah’ın Resulü! Anam babanı sana feda olsun! Sana biat edip Müslüman olmuş şu topluluk, seni savaşta yalnız bırakıp kaçtılar. Ey Allah’ın Resulü onları bağışlama! Müslüman olduklarını söyleyen şu Kureyşlilerin suçlarını affetme. Şu müşriklerin öldürüldüğü gibi onlarında öldürülmesi emrini ver. Çünkü onlar bunu fazlasıyla hak ettiler’ diyerek yeni Müslüman olmuş ve savaş alanını bir anda terk edenlerle ilgili kızgınlığını dile getirdi. Amacı Resulüllah’ı etkilemek ve hâlâ müşrik olarak gördüğü bazı kimselerin cezalandırılmasını sağlamaktı. Ancak işittiği söz isteğine uygun değildi. Resulüllah ‘Ey Ümm-ü Süleym! Allah’ın affı çok geniştir. Gücün yeterse iyilik et dedi. Ümm-ü Süleym isteğini bir kez daha dile getirdi. Yine aynı cevabı aldı. Bir kez daha tekrarladı yine aynı cevabı aldı. Resulüllah savaşın ilk anında kaçanları, ister çağrısı üzerine tekrar yanma dönmüş olsunlar, isterse dönmemiş olsunlar kınamadı. Haklarında olumsuz bir söz söylemedi.
[51] Tevbe sûresi, 9:25,26
[52] Resulüllah bu sözüyle Araf sûresi 138. ayette anlatılan durumu hatırlatıyordu.
[53] Ahmed, Müsned, V/218; İbn Hişam, es-Siretü’n-Nebeviyye, IV/85; Vakıdî, Meğazi. m/891.
[54] Ahmed, Müsned, IV/333, VI/16; Darimi, Sünen, V/135.
[55] İbn Hişam, es-Siretü’n-Nebeviyye, IV/85
[56] ibn Hişam, es-Siretü’n-Nebeviyye, IV/86; Vakıdî, Meğazi, III/910
[57] Halebî, İnsanü’l-Uyûn fî Sîreti’l Emini’l Me’mûn, 111/70
[58] Halebî, İnsanü’l-Uyûn fî Sîreti’l Emini’l Me’mûn, 111/70
[59] Ahmed, Müsned, III/157.
[60] Ahmed, Müsned, 1/207; İbn Hişam, es-Siretü’n-Nebeviyye, IV/87; Vakıdî, Meğazi, 111/898.
[61] Ahmed, Müsned, 1/207; Vakıdî, Meğazi, III/898; İbn Sâ’d, et-Tabakatü’l-Kübra, 11/ 151.
[62] Ahmed, Müsned, 1/207; Vakıdî, Meğazi, III/898; İbn Sâ’d, et-Tabakatü’l-Kübra, 11/ 151.
[63] Vakıdî, Meğazi, 111/903
[64] Ahmed, Müsned, III/279; Vakıdî, Meğazi, IIÎ/904