
BULUT
Super Moderator
- Görüntüleme: 2K
- Cevaplar: 2
Hz. İSA (as):
Îsâ -aleyhisselâm-’a otuz yaşında peygamberlik gelmiş, kendisine kitap olarak İncîl gönderilmiş ve otuz üç yaşında da diri bir şekilde göğe kaldırılmıştır.
Kıyâmet yaklaştığında dünyâya inecek, evlenip çocukları olacak, “Hazret-i Mehdî” ile buluşacak, İslâm’ı bütün cihâna hâkim kılacak ve Medîne-i Münevvere’de vefât edecektir. Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in medfûn olduğu Hücre-i Saâdet’te türbe-i şerîfin yanına defnolunacaktır.
HZ. İSA’NIN (A.S) ANNESİ ‘HZ. MERYEM’
Îsâ -aleyhisselâm-’ın annesi Hazret-i Meryem, Dâvûd -aleyhisselâm-’ın neslindendir. Annesi Hunne, babası İmrân’dır.
Kaynak eserlerde zikredildiğine göre, Hunne’nin çocuğu olmuyordu. O da:
“Yâ Rabbî! Benim bir çocuğum olursa, onu Beyt-i Makdis’e hizmetçi yapacağım!” diye nezirde bulundu.
Hunne, bu nezirde bulunduktan sonra hâmile kaldı. Âyet-i kerîmede buyrulur:
“İmrân’ın karısı şöyle demişti: «–Rabbim! Karnımdakini âzâdlı bir kul olarak sırf Sana adadım. Adağımı kabûl buyur. Şüphesiz (niyâzımı) hakkıyla işiten ve (niyetimi) bilen Sen’sin!»” (Âl-i İmrân, 35)
Bir müddet sonra bir kız çocuğu dünyâya getirdi. Adını Meryem koydu:
“O’nu doğurunca, Allâh, ne doğurduğunu bilip dururken: «–Rabbim! Ben O’nu kız doğurdum. Oysa erkek, kız gibi değildir. O’na Meryem adını verdim. Kovulmuş şeytana karşı O’nu ve soyunu Sen’in korumanı diliyorum!» dedi.” (Âl-i İmrân, 36)
Hz. Meryem’in (r.a) Beyt-i Makdis’in Hizmetine Verilmesi
O zamana kadar Beyt-i Makdis’e erkek çocuklarını adamak câiz ve çok sevaptı. Bu şekilde nezredilen erkek çocukları, doğumundan bülûğuna dek orada hizmete devâm ederdi. Bülûğdan sonra ise, dilerse yine orada hizmet eder, isterse arzuladığı başka bir yere giderdi. Ancak bülûğdan önce Beyt-i Makdis’ten ayrılması câiz değildi.
Böyle bir nezir, yalnızca erkek çocukları için yapılırdı. Allâh Teâlâ’nın, Beyt-i Makdis için Meryem hakkındaki ilticâyı makbul kılıp kız çocuklarının nezredilmesini de kabûl buyurmasından sonra, kız çocuklarının da Beyt-i Makdis’e adanması câiz oldu.
Hunne, kızı Meryem’i Beyt-i Makdis’teki vazîfelilere teslîm etti. Meryem’i kim himâyesine alacağına dâir kur’a çektiler. Allâh Teâlâ buyurur:
“(Rasûlüm!) Bunlar, Biz’im Sana vahiy yoluyla bildirmekte olduğumuz gayb haberlerindendir. İçlerinden hangisi Meryem’i himâyesine alacak diye kur’a çekmek üzere kalemlerini atarlarken Sen onların yanında değildin; onlar (bu yüzden) çekişirken de yanlarında değildin.” (Âl-i İmrân, 44)
Çekilen kur’a, Beyt-i Makdis’in imâmı ve Hunne’nin de eniştesi olan Zekeriyyâ -aleyhisselâm-’a çıktı. Zekeriyyâ -aleyhisselâm-:
“–O’nun teyzesi benim nikâhım altındadır.” dedi ve Meryem’in velîliğini üzerine aldı.
Meryem sütten kesilince, O’na Beyt-i Makdis’te bir oda tahsîs edildi. Bu odaya âyet-i kerîmede “mihrâb” denilmiştir. Mihrâb, harb ve cihâd vâsıtası demektir. Bu bakımdan bir nevî çile odası mânâsını taşır.
Hz. Meryem’in (r.a) Odasındaki Farklı Meyvelerin Sırrı
Hazret-i Meryem’in odasına yalnız Zekeriyyâ -aleyhisselâm- girerdi. Bu, on iki yaşına kadar devâm etti. Zekeriyyâ -aleyhisselâm-, O’nun odasına girerken anahtarı ile kapıyı açıp girer, çıkarken de kilitlerdi. Her gün, bir günlük yiyecek bırakırdı. Fakat içerde değişik meyveler görüp hayret ederdi. Nereden geldiğini sorduğunda, Meryem, Allâh -celle celâlühû- tarafından gönderildiğini söylerdi. Bu yiyecekler arasında, yazın kış meyveleri, kışın da yaz meyveleri bulunurdu. Allâh Teâlâ buyurur:
“Rabbi Meryem’e hüsn-i kabûl gösterdi; O’nu güzel bir bitki gibi yetiştirdi. Zekeriyyâ’yı da O’nun bakımı ile vazîfelendirdi. Zekeriyyâ, O’nun yanına, mâbede her girişinde orada bir rızık bulur ve: «–Ey Meryem! Bu Sana nereden geliyor?» der, O da: «–Bu, Allâh tarafındandır. Allâh, dilediğine sayısız rızık verir!» derdi.” (Âl-i İmrân, 37)
Allâh’ın -celle celâlühû- Hazret-i Meryem’e Sunduğu Altı Büyük İkram
Allâh -celle celâlühû-’nun Hazret-i Meryem’e en büyük ikramları şunlardır:
“İmrân kızı Meryem, zamanında dünyâda bulunan kadınların en hayırlısıdır. Bu ümmetin kadınlarının en hayırlısı da Hatîce’dir.” (Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe, 69)
İbadete Düşkün Bir Kadın ‘Hz. Meryem (r.a)’
Hazret-i Meryem, gece-gündüz ibâdet ederdi. Takvâsı, Benî İsrâîl arasında darb-ı mesel oldu. Kendisinden kerâmetler hâsıl olurdu. Seçkin kullardandı. Kur’ân-ı Kerîm’de “sıddîka” diye senâ edilmiştir.
Allâh Teâlâ şöyle buyurur:
“Hani melekler demişlerdi: «–Ey Meryem! Allâh Sen’i seçti; Sen’i tertemiz yarattı ve Sen’i bütün dünyâ kadınlarına tercîh etti (üstün tuttu).” (Âl-i İmrân, 42)
“Ey Meryem! Rabbine ibâdet et; secdeye kapan! (O’nun huzûrunda) eğilenlerle beraber Sen de eğil!»” (Âl-i İmrân, 43)
Bu emirler üzerine Hazret-i Meryem’in takvâsı o hâle geldi ki, ayakları şişinceye kadar namaz kılmaktaydı.
Yoktan Var Eden, Babasız Da Yaratır!
Hazret-i Meryem on beş yaşında iken Yûsuf-i Neccâr isimli birisi ile nişanlanmıştı. Fakat onunla evlenmeden önce Allâh Teâlâ, O’na babasız bir çocuk vereceğini müjdeledi:
“Melekler demişlerdi ki: «–Ey Meryem! Allâh Sana kendisinden bir Kelime’yi müjdeliyor. Adı Meryem oğlu Îsâ’dır. Mesîh’tir; dünyâda da, âhirette de îtibarlı ve Allâh’ın kendisine yakın kıldıklarındandır.»” (Âl-i İmrân, 45) Mesîh, İbrânîce bir kelime olup, Hazret-i Îsâ’nın lakâbıdır ve “mübârek” anlamına gelmektedir.
Yine melekler Hazret-i Meryem’e dediler ki:
“(–Ey Meryem!) O sâlihlerden olarak beşikte iken ve yetişkinlik hâlinde insanlara (peygamber sözleri ile) konuşacak.” (Âl-i İmrân, 46)
Bunun üzerine:
“Meryem: «–Rabbim! Bana bir erkek eli değmediği hâlde nasıl çocuğum olur?» dedi. Allâh şöyle buyurdu: «–İşte böyledir. Allâh dilediğini yaratır! Bir işe hükmedince ona sâdece «Ol!» der; o da oluverir.»” (Âl-i İmrân, 47)
Melekler, Meryem’e hitâben Hazret-i Îsâ hakkındaki sözlerine şöyle devâm ettiler:
“Allâh O’na yazmayı, hikmeti, Tevrât’ı ve İncîl’i öğretecek!” (Âl-i İmrân, 48)
Yukarıdaki âyet-i kerîmelerde cemî olarak geçen “melekler” ifâdesinden maksat, Cebrâîl -aleyhisselâm-’dır. Kendisinden bu şekilde cemî olarak bahsedilmesi, O’nu tekrîm içindir.
HZ. İSA (A.S) HZ. MERYEM’E MÜJDELENİYOR
Cenâb-ı Hak buyurur:
“(Rasûlüm!) Kitâb’da Meryem’i de zikret! Hani O, ailesinden ayrılarak doğu tarafında bir yere çekilmişti.” (Meryem, 16)
Âyette geçen “doğu tarafı” müfessirlere göre, Mescid-i Aksâ’nın doğu yanı, yahut Meryem’in evinin doğu tarafı şeklinde açıklanmaktadır. Hristiyanların bu sebeple doğuya yöneldikleri ifâde edilmiştir.
Çok geçmeden Allâh Teâlâ, Hazret-i Meryem’e Cebrâîl -aleyhisselâm-’ı gönderdi. Âyet-i kerîmede buyrulur:
“Meryem, onlarla kendi arasına bir perde çekmişti. Derken, Biz O’na Rûh’umuzu gönderdik de O, kendisine tastamam bir insan şeklinde göründü.” (Meryem, 17)
Burada Rûh’tan maksat, Cebrâîl -aleyhisselâm-’dır. Her âzâsı düzgün genç bir insan şeklinde gönderilmesinin sebebi, Meryem’in ürküp korkmaması içindi. Çünkü Hazret-i Meryem, Cebrâîl -aleyhisselâm-’ı aslî şeklinde görseydi, şüphesiz ki buna tâkat getiremezdi.
Ancak Hazret-i Meryem, yine de karşısında genç bir insan görünce kemâl-i edeb ve iffetinden dolayı çok korktu. Onun Hazret-i Cibrîl olduğunu bilmediği için büyük bir endişeye kapıldı ve âyet-i kerîmelerde buyrulduğu üzere:
“Meryem dedi ki: «–Sen’den, çok esirgeyici olan Allâh’a sığınırım! Eğer Allâh’tan sakınan bir kimse isen, (bana dokunma!)»” (Meryem, 18)
“Melek: «–Ben, yalnızca, sana tertemiz bir erkek çocuk bağışlamam için Rabbimin elçisiyim.» dedi.” (Meryem, 19)
“Meryem: «–Bana bir insan eli değmediği, iffetsiz de olmadığım hâlde benim nasıl çocuğum olabilir?» dedi.” (Meryem, 20)
“Melek: «–Öyledir!» Dedi. (Zîrâ) Rabbin buyurdu ki: «–Bu Bana kolaydır. Çünkü Biz, O’nu insanlara bir delil ve kendimizden bir rahmet kılacağız. Bu, hüküm ve karara bağlanmış (ezelde olup bitmiş) bir iş idi.” (Meryem, 21)
HZ. İSA (A.S) NASIL DOĞDU? HZ. İSA’NIN (A.S) DOĞUM MUCİZESİ
Cenâb-ı Hakk’ın murâd ettiği şekilde:
“Meryem, O’na (Îsâ’ya) hâmile kaldı. Bunun üzerine O’nunla (karnındaki çocukla) uzak bir yere çekildi.” (Meryem, 22)
Hazret-i Meryem’in doğum sancıları artmaya başladı. Kurumuş bir hurma ağacının yanına geldi ve ona yaslandı. Âyette buyrulur:
“Doğum sancısı O’nu bir hurma ağacına (dayanmaya) sevk etti. «–Keşke, bundan önce ölseydim de unutulup gitseydim!» dedi.” (Meryem, 23)
Nihâyet kuru ağacın altında Îsâ -aleyhisselâm- dünyâya geldi. Allâh Teâlâ, O’nu babasız yaratmıştı.
Sonsuz kudret sâhibi olan Cenâb-ı Hak, azametinin muktezâsı olarak Âdem -aleyhisselâm-’ı annesiz ve babasız bir şekilde topraktan; Havvâ vâlidemizi annesiz olarak Hazret-i Âdem’den; Îsâ -aleyhisselâm-’ı da babasız olarak Meryem vâlidemizden yaratmıştır.
Hazret-i Îsâ’nın doğumu ile Hazret-i Âdem’in yaratılması arasında bir benzerlik vardır ki, bu, her ikisinde de yaratılışın «Kün! = Ol!» emri ile gerçekleşmiş olmasıdır. Cenâb-ı Hak bu hakîkati âyet-i kerîmede şöyle bildirmektedir:
“Allâh nezdinde Îsâ’nın durumu, Âdem’in durumu gibidir. Allâh O’nu topraktan yarattı. Sonra da O’na «Ol!» dedi ve (O da) oluverdi.” (Âl-i İmrân, 59)
Bu âyet-i kerîme, hem Allâh’ın kudretinin sonsuzluğunun, hem de yahûdîlerin baştan şaşırıp sonradan da atacakları çirkin iftirâlar karşısında Hazret-i Meryem’in iffetli olduğunun bir ifâdesidir.
HZ. İSA (A.S) NE ZAMAN DOĞDU?
Îsâ -aleyhisselâm-’ın doğum târihi hakkında, kaynaklarda hiçbir kayıt yoktur. Bütün İncîl’lerde de bu hususta bir bilgiye rastlanılmamaktadır. Yalnız bir İncîl’de Hazret-i Îsâ’nın yahûdî kralı zamanında doğduğu yazmakta ise de, (Matta, 2/1) Roma kaynakları, bu kralın mîlâddan önce öldüğünü bildirmektedir. Yapılan bütün beyanlar, birbirlerine açık bir şekilde tezat teşkil etmektedir. Böyle olunca, “noel”in mânâsı da, uydurulmuş boş bir efsâneden öteye gidememektedir.
Bu sebepledir ki bugün Katolikler, Noel bayramı olarak 24-25 Aralık gününü kutlarken, Ermeni kiliseleri 6 Ocak’ı kutlarlar. Bir kısım Protestanlar ise bu târihin kutsal metinlerde kesin olarak geçmediğini öne sürerek Noel’i kutlamazlar.
HZ. İSA (A.S) DOĞDUKTAN SONRA HZ. MERYEM (R.A) NELER YAŞADI?
Hazret-i Îsâ doğduktan sonra:
“(Hazret-i Meryem’in) aşağısından (Îsâ yahut melek) O’na şöyle seslendi: «–Tasalanma! Rabbin Sen’in alt yanında bir su arkı vücûda getirmiştir.»” (Meryem, 24)
Âyete şu mânâ da verilmiştir:
«–Tasalanma! Rabbin Sen’in altındakini (yâni Îsâ’yı) şerefli bir lider olarak yaratmıştır!»
Hazret-i Meryem’e hitâb eden ses şöyle devâm etti:
“Hurma dalını kendine doğru silkele ki, üzerine tâze, olgun hurma dökülsün!” (Meryem, 25)
Hazret-i Meryem, hurma dalını kendisine çekip salladığı zaman kış mevsimi olmasına rağmen, ağaç birdenbire hurma vermeğe başladı. Meryem, önündeki arktan su içip taze hurmalardan yedi. Ağacın bu şekilde kış mevsiminde hurma vermesi, Hazret-i Meryem’i tesellî içindi. O’na denildi ki:
“Ye, iç! Gözün aydın olsun! Eğer insanlardan birini görürsen de ki: «–Ben çok merhametli olan Allâh’a oruç adadım. Artık bugün hiçbir insanla konuşmayacağım!»” (Meryem, 26)
Rivâyete göre, Hazret-i Meryem’in kavminde yiyip içmeden oruç tutulduğu gibi, konuşmamak sûretiyle de oruç tutulurdu. Yahut oruçlu iken yeme ve içmeden kaçınıldığı gibi, konuşmaktan da sakınılırdı.
Hz. İsa’nın (a.s) Doğumundan Sonra Hz. Meryem’m Atılan İftira ve Hz. Meryem’in Duruşu
Îsâ -aleyhisselâm-’ın doğuşu ile, kavminin arasında büyük bir iftirâ ve dedikodu furyası başgösterdi. Âyet-i kerîmelerde bu hâl şöyle bildirilmektedir:
“(Meryem) nihâyet O’nu (Îsâ’yı kucağında) taşıyarak kavmine getirdi. Dediler ki: «–Ey Meryem! Hakîkaten Sen iğrenç bir şey yaptın!»” (Meryem, 27)
“–Ey Hârûn’un kızkardeşi! Sen’in baban kötü bir insan değildi; annen de iffetsiz değildi.” (Meryem, 28)
Âyette bahsedilen Hârûn, Mûsâ -aleyhisselâm-’ın kardeşi olan Hârûn -aleyhisselâm- değildir. Bu husustaki görüşlerin doğruya en yakın olanına göre Hazret-i Meryem’in hakîkî kardeşidir. O da ana ve babası gibi iffetli ve sâlih bir kimse idi. Bu sebeple kavmi, böyle birinin kızkardeşi olan Meryem’e zinâ etmeyi(!) aslâ yakıştıramadıklarını ifâde etmek istemişlerdi.
Hazret-i Meryem’e İsrâîloğulları tarafından devamlı hakâret ediliyordu. O da sabırla dinliyor, kendisine emredildiği üzere konuşmuyordu. Ancak kavminin münâsebetsiz tavırları iyice arttı. Nihâyet Allâh’ın inâyeti erişti.
Hz. İsa’nın Bebekken Konuşması
Âyet-i kerîmede buyrulur:
“Bunun üzerine Meryem, çocuğu gösterdi. Dediler ki: «–Biz, beşikteki bir sabî ile nasıl konuşuruz?»” (Meryem, 29)
Allâh’ın istikbâlde elçisi olacak olan Hazret-i Îsâ, Cenâb-ı Hakk’ın verdiği konuşma kâbiliyeti ile dile geldi ve daha beşikte iken şöyle dedi:
“–Ben, Allâh’ın (seçilmiş bir) kuluyum! O, bana Kitâb’ı verdi ve beni peygamber yaptı!” (Meryem, 30)
“Nerede olursam olayım, O beni mübârek kıldı. Yaşadığım sürece bana namazı ve zekâtı emretti.” (Meryem, 31)
“Beni anneme saygılı kıldı; beni bedbaht bir zorba yapmadı.” (Meryem, 32)
“Doğduğum gün, öleceğim gün ve diri olarak kabirden kaldırılacağım gün selâmet banadır.” (Meryem, 33)
Hazret-i Îsâ’nın daha beşikte iken böyle konuşması, çevresinde büyük bir hayret uyandırdı. Hazret-i Meryem, tenzîh ve tebrie edildi.
İşte Hazret-i Meryem, münkir halkın kendisine sorduğu «–Bu çocuğu nereden aldın?» suâline karşı dâimâ cevap olarak bu şekilde çocuğunu gösterir ve «–Çocuk söylesin!» der, Îsâ -aleyhisselâm- da daha bebek iken:
“–Benim annem namuslu, iffetli bir kadındır. Ey câhiller! İffet ve hayâ âbidesi olan annemi ayıplamayın! Biliniz ki Allâh Teâlâ, beni babasız olarak dünyâya getirmiştir. Bu, Allâh’ın bir mûcizesidir!” derdi.
Bunun üzerine birçok kimse:
“–Bu, Allâh’ın apaçık bir mûcizesidir. Yoksa yeni doğmuş hiçbir çocuk daha beşikte iken konuşamaz. Hakîkaten bu, Allâh tarafındandır; Cenâb-ı Hakk’ın azametini gösteren bir hâdisedir.” dediler.
Bir kısmı ise yine de hâinliklerinden dönmediler. Âyet-i kerîmede buyrulur:
“İşte, hakkında şüphe ettikleri Meryem oğlu Îsâ -hak söz olarak- budur!” (Meryem, 34)
Âyette Îsâ -aleyhisselâm-’ın “hak söz” olarak ifâde edilmesi, O’nun «Kün! = Ol!» emrinin eseri olmasındandır. Bu hakîkat, başka âyet-i kerîmelerde de anlatılır:
“Irzını iffetle korumuş olanı (Meryem’i de hatırla!) Biz O’na rûhumuzdan üfledik; O’nu ve oğlunu cümle âlem için ibret kıldık.” (el-Enbiyâ, 91)
“İffetini korumuş olan İmrân kızı Meryem’i de (Allâh örnek gösterdi). Biz O’na rûhumuzdan üfledik ve O, Rabbinin sözlerini ve kitaplarını tasdîk etti. O, gönülden itaat edenlerdendi.” (et-Tahrîm, 12)
HZ. ZEKERİYA’YA ATILAN İFTİRA VE ŞEHADETİ
Hazret-i Îsâ’nın bebek iken konuşması, birçok iftirâları bastırmıştı. Ancak kısa bir müddet sonra tekrar fitne ve iftirâlar başladı. Gâfil kavim:
“–Babasız çocuk mu olurmuş?!” dediler.
Sonra da:
“–Yapsa yapsa bu zinâyı Zekeriyyâ yapmıştır!” diyerek Zekeriyyâ -aleyhisselâm- Beyt-i Makdis’te yalnız kaldığı bir sırada:
“–Sen Meryem’le zinâ ettin!” diye bühtanda bulundular ve üzerine hücûm ettiler.
Zekeriyyâ -aleyhisselâm-, onların şerrinden korunmak için bir ağacın kovuğuna saklandı. Şeytan, insan kılığında oraya gelip Zekeriyyâ -aleyhisselâm-’ı arayan bedbahtlara, O’nun saklandığı ağacı göstererek:
“–Şu ağacı testereyle ikiye ayırın! Bir şey kaybetmezsiniz! Zekeriyyâ onun içindedir!” dedi.
Bedbahtlar, hemen ağacı kesmeye koyuldular. Testere Zekeriyyâ -aleyhisselâm-’ın başını yarmaya başladığı zaman mazlum peygamber «âhh!» diyecek oldu, fakat:
“–Ey Zekeriyyâ! Şikâyette bulunma!” diye bir nidâ geldi.
Zekeriyyâ -aleyhisselâm- da büyük bir tevekkül ve sabır içinde testereyle ikiye bölünerek şehîd oldu. İnd-i ilâhîde yüce mertebelere ulaştı.
Bu sırada Hazret-i Meryem’in önceden nişanlısı olan Yûsuf-i Neccâr da aynı iftirâya uğramıştır.
HZ. İSA VE MERYEM ALLAH’IN KORUMASINDALAR
Zekeriyyâ -aleyhisselâm-’ı şehîd eden bedbaht yahûdîlerin, Hazret-i Meryem’e ve oğlu Hazret-i Îsâ’ya da bir zarar vermemeleri için Cenâb-ı Hak, onları hıfz-ı emânına almayı murâd etti:
“Meryem oğlunu ve annesini de (kudretimize) bir alâmet kıldık. Onları, yerleşmeye elverişli, suyu bulunan bir tepeye yerleştirdik.” (el-Mü’minûn, 50)
Bu yerin Mısır’da olduğu rivâyeti vardır. Hazret-i Meryem ve Hazret-i Îsâ, orada on iki sene kaldı ve bu zaman zarfında fevkalâde hâdiseler meydana geldi:
Birgün, kaldıkları evde ağa’nın bir miktar parası kaybolmuştu. O evde düşkünler ve fakirler vardı. Ağa, bu parayı kimin aldığını anlayamadı. Herkes töhmet altında kalmıştı. Bu durum, Hazret-i Meryem’e çok ağır geldi. Orada ikâmet edenler arasında bir kör ve bir kötürüm bulunuyordu. Hazret-i Îsâ, annesinin üzülmesi karşısında bu iki kişiye:
“–Parayı sakladığınız yerden çıkartın!” dedi.
Onlar da bu açık mûcize karşısında aldıkları parayı mecbûren getirdiler. Bu hâdiseden sonra Hazret-i Îsâ’nın îtibârı halk nezdinde iyice yükseldi.
HZ. İSA’NIN (A.S) PEYGAMBERLİĞİ
Hazret-i Îsâ, Mısır’da on iki sene kaldıktan sonra Kudüs’e dönüp “Nâsıra” kasabasına yerleşti. Hristiyanlara bu sebeple “Nasrânî” denilmektedir.
Hazret-i Îsâ’ya otuz yaşında peygamberlik verildi. O da hemen vazîfesini yapmaya, insanları tevhîde çağırmaya başladı.
Allâh Teâlâ buyurur:
“And olsun ki Biz, Nûh’u ve İbrâhîm’i gönderdik. Peygamberliği de Kitâb’ı da onların soyuna verdik. Onlardan (insanlardan) kimi doğru yoldadır; içlerinden birçoğu da yoldan çıkmışlardır.” (el-Hadîd, 26)
Kur’ân-ı Kerîm’de ismi geçen dört büyük kitabın, bunların soyundan gelen peygamberlere indirildiği anlaşılmaktadır.
“Sonra bunların izinden ardarda peygamberlerimizi gönderdik. Meryem oğlu Îsâ’yı da arkalarından gönderdik. O’na İncîl’i verdik; O’na tâbî olanların kalblerine şefkat ve merhamet vermiştik. Uydurdukları ruhbanlığa gelince, onu Biz yazmadık. Fakat kendileri Allâh rızâsını kazanmak için (böyle) yaptılar. Ama buna da gereği gibi uymadılar. Biz de onlardan îmân edenlere mükâfatlarını verdik. İçlerinden çoğu da yoldan çıkmışlardır.” (el-Hadîd, 27)
Ruhbanlık, hristiyanların sonradan ortaya çıkardığı bir anlayış ve yaşayış tarzıdır. Rivâyetlere göre Hazret-i Îsâ -aleyhisselâm-’dan sonra mü’minler, inkârcı zorbalarca yok edilmeye çalışılmış, girişilen üç savaşta mü’minler ağır kayıplar vermişler, sağ kalan îmân ehli, kendilerinin de ölümü hâlinde dîne dâvet edecek kimsenin kalmayacağı endişesiyle savaş yapmama kararı almış, sâdece ibâdetle meşgul olmaya başlamışlardı. İşte bu sûretle fitneden kaçarak, dinlerinde ihlâs ve samîmiyet gösteren bu insanlar, dünyânın bütün zevklerinden, fazla yiyip içmekten ve evlenmekten vazgeçmişler; dağlar, mağaralar, oyuklar ve hücrelerde ibâdetle meşgul olmuşlardır. Ama birçoğu buna riâyet etmeyerek, Hazret-i Îsâ -aleyhisselâm-’ın dînini inkâr ettiler; hükümdarlarının dînine girdiler; teslîs akîdesini ortaya attılar; bi’set gerçekleştiğinde de Hazret-i Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i inkâr ettiler ve benzeri sapıklıklara düştüler.
HZ. İSA’NIN (A.S) TEBLİĞİ VE PEYGAMBERİMİZİ MÜJDELEMESİ
Îsâ -aleyhisselâm-, dînini teblîğe devâm ediyordu. Fakat insanların birçoğu küfründe inat hâlindeydi.
Îsâ -aleyhisselâm- birçok mûcizeler gösterdi. Hazret-i Mûsâ -aleyhisselâm-’a verilen Tevrât’ı tasdîk ettiğini, ancak yüce Allâh’ın bazı hükümleri değiştirdiğini teblîğ etti:
“(Îsâ dedi ki
«–Benden önce gelen Tevrât’ı doğrulayıcı olarak ve size haram kılınan bazı şeyleri de helâl kılmam için gönderildim. Size Rabbinizden bir mûcize getirdim. O hâlde Allâh’tan korkun, bana da itaat edin!”
“Allâh, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. Öyle ise O’na kulluk edin! İşte doğru yol budur.” (Âl-i İmrân, 50-51)
“Hatırla ki, Meryem oğlu Îsâ: «–Ey İsrâîloğulları! Ben size Allâh’ın elçisiyim; benden önce gelen Tevrât’ı doğrulayıcı ve benden sonra gelecek Ahmed adında bir peygamberi de müjdeleyici olarak geldim!» demişti. Fakat O, kendilerine açık deliller getirince: «–Bu apaçık bir büyüdür!» dediler.” (es-Saff, 6)
Yuhanna İncîli’nin 14. bölümünde Îsâ -aleyhisselâm-’ın şöyle dediği rivâyet edilir:
“–Ben Peder’e ibâdet edeceğim ve O size başka bir tesellî edici (Faraklit) gönderecek ki, O sizinle ebediyyen kalabilir.” (Yuhanna, 14/16-17)
Ve 16. bölümünde de demiştir ki:
“Size gerçeği söylüyorum, benim gidişim sizin yararınızadır. Gitmezsem, yardımcı (tesellîci, Faraklit) size gelmez. Ama gidersem, O’nu size gönderirim. Size daha çok söyleyeceklerim var, ama şimdi bunlara dayanamazsınız. Ne var ki O, yâni «Gerçeğin Rûhu» gelince, sizi gerçeğe yöneltecek. Çünkü O, kendiliğinden konuşmayacak, yalnız duyduklarını söyleyecek ve gelecekte olacakları size bildirecek.” (Yuhanna 16/7-9, 12-13)
Faraklit Nedir?
“Faraklit” kelimesi, “hamd”e tekâbül eden bir kelimedir. Bazı hristiyanlar bunu “muhallıs” (kurtarıcı) olarak açıklamışlar; bazıları da “hammâd” ve “hamîd” diye tefsîr etmişlerdir. Bu da gösteriyor ki “Faraklit” kelimesinin, Ahmed ve Muhammed mânâsına uygun olarak asıl isme işâret ettiği açık bir şekilde anlaşılmaktadır.
Barnabas İncîli 39. Bâb’da da şöyle bir bahis vardır:
“–Söylediğin Mesîh’in ismi nedir ve O’nun geldiğini nasıl anlayacağız?” diyen havârîlerine Hazret-i Îsâ şöyle dedi:
“–Mesîh’in (Rasûl’ün) adı, hayran olmağa değer güzelliktedir. Cenâb-ı Hak, O’nun nûrunu yarattığı zaman, O’na bu ismi verdi ve O’nu semâvî ihtişâmı içine koydu. Sonra:
«–Senin hatırın için Ben, cenneti, dünyâyı ve birçok mahlûku yarattım. Bunların hepsini Sana hediye ediyorum. Sen’i takdîr eden, Ben’den nîmet bulacak; Sen’i inkâr eden, tarafımdan lânet olunacaktır. Ben Sen’i dünyâya Ben’im Rasûlüm olarak göndereceğim. Sen’in sözün sırf hakîkat olacaktır. Yer ve gök ortadan kalkabilir, fakat Sen’in îmânın dâimâ ebedî olacaktır.» buyurdu.
O’nun ismi Ahmed’dir.”
Bunun üzerine Îsâ -aleyhisselâm-’ın civârında toplanmış olan mü’minler, hemen seslerini yükselterek:
“–Ey Ahmed! Dünyâyı kurtarmak için çabuk gel!” diye niyazda bulundular. (Benzer ifâdeler için Barnabas İncîli’nin 41 ve 97. bâblarına da bakılabilir.)
HZ. İSA (A.S) VE 12 HAVARİSİ
Münkirlerin Hazret-i Îsâ -aleyhisselâm-’a gayz ve kinleri gittikçe artmıştı. Bunu farkeden Îsâ -aleyhisselâm-, kendisine inananların arasından seçtiği on iki mü’mine, yâni havârîlerine:
“–Allâh -celle celâlühû-’nun dînine hizmette ve onu muhâfazada kim benim yardımcım olacak?” diye sordu.
Havârîlerin hepsi birden:
“–Biz Sana yardımcılarız. Her şeyimiz ile Allâh’ın yoluna yardımcı olacağız. Çünkü biz, O’nun dînine gönül verdik. Sen şâhid ol ki, biz, Sen’in dînine bağlı gerçek müslümanlarız!” dediler.
Âyet-i kerîmede buyrulur:
“Îsâ, onlar (bedbaht insanlar)daki inkârcılığı sezince: «–Allâh yolunda bana yardımcı olacaklar kimlerdir?» dedi. Havârîler: «–Biz, Allâh yolunun yardımcılarıyız; Allâh’a inandık! Şâhid ol ki, bizler müslümanlarız!» cevâbını verdiler.” (Âl-i İmrân, 52)
“Ey îmân edenler! Allâh’ın yardımcıları olun! Nitekim Meryem oğlu Îsâ havârîlere: «–Allâh’a (giden yolda) benim yardımcılarım kimlerdir?» demişti. Havârîler de: «–Allâh (yolunun) yardımcıları biziz!» demişlerdi. İsrâîloğulları’ndan bir zümre inanmış, bir zümre de inkâr etmişti. Nihayet Biz, inananları, düşmanlarına karşı destekledik; böylece üstün geldiler.” (es-Saff, 14)
“Havârî” kelimesi, Arapça’ya Habeşçe’den geçmiş olup aslı “havâryâ”dır ve “yardımcı” mânâsı taşımaktadır. Ayrıca “seçkin insan” anlamına da gelmektedir.
Havârîler de, Îsâ -aleyhisselâm-’a herkesten önce îmân eden ve O’na yardımcı olan on iki ihlâslı ve temiz mü’mine verilen isimdir. Bunlara “ensârullâh” da denmiştir. Havârîler, Hristiyanlığın yayılması için Îsâ -aleyhisselâm- tarafından seçilmişlerdir. Meşhur Barnabas İncîli’ni yazan Barnabas da bunlardandır.
Semâdan Sofra İnmesi (Mâide)
Havârîler, Hazret-i Îsâ’dan, semâdan sofra inmesi için duâ etmesini istediler. Îsâ -aleyhisselâm-
“–Allâh’ın kudretinden şüphe mi ediyorsunuz? Böyle bir şey istemeye nasıl cesâret ediyorsunuz?” diye sordu.
Havârîler:
“–Başka bir maksadımız yoktur. Allâh -celle celâlühû-’nun lutfuna nâil olmak ve daha da mutmain olmak için böyle bir sofra istedik!” dediler.
Îsâ -aleyhisselâm-, gusledip iki rek’at namaz kıldı. Üzerine tezellül için eski bir elbise giyip Allâh’a ilticâ etti. Bu sofra ve onun ihsân gününün bir bayram olmasını Cenâb-ı Hak’tan niyâz etti.
Bu duâ makbûl oldu ve “mâide” (sofra) indi. Üzerinde kebap olmuş bir balık vardı. Balığın baş tarafında tuz, kuyruk tarafında sirke mevcuttu ve sofra yeşilliklerle donatılmıştı. Ekmek üzerinde de zeytin, bal, peynir vs. vardı.
Havârîler bu sefer:
“–Ey Allâh’ın peygamberi! Bu mûcize içinde de bir mûcize göster!” dediler.
Îsâ -aleyhisselâm- sofradaki balığa:
“–Ey balık! Kâinâtın Rabbinin izni ile diril!” dedi.
Balık canlandı. Havârîleri bir korku sardı. Îsâ -aleyhisselâm- bu defa:
“–Ey balık! Rabbimin izni ile eski hâline dön!” buyurdu.
Balık önceki hâline döndü. Havârîler, Hazret-i Îsâ’ya:
“–Ey Rûhullâh! Önce Siz yiyin!” dediler.
Îsâ -aleyhisselâm- ise:
“–Hayır! Kimler istedi ise onlar yesin!” buyurdu.
Havârîlerde bir korku meydana geldi. Bunun üzerine Îsâ -aleyhisselâm-
“–Fakir ve hastalar gelsin, onlar yesin!” diye emretti.
Hemen fakir ve hastalara haber verdiler. Bin üç yüz kişi geldi ve bu sofradan yedi. Buna rağmen balık bitmedi. Bütün yiyenler şifâ buldu; yemeyenler de pişman oldular.
Hz. İsa’nın (a.s) doğumu nasıl gerçekleşti? Hz. İsa (a.s.) dünyaya geldikten sonra Hz. Meryem (r.a.) neler yaşadı? Hz. İsa’nın (a.s.) peygamberliği, tebliği, havarileri hakkında bilinmesi gerekenler. Hz. İsa’nın (a.s.) göğe yükselmesi hakkındaki farklı görüşler nelerdir? Bilinen tüm detaylarıyla Hz. İsa’nın -aleyhisselam- hayatı…
Îsâ -aleyhisselâm-, Yahyâ -aleyhisselâm-’ın doğumundan altı ay sonra Kudüs’te dünyâyı şereflendirmiştir. Îsâ -aleyhisselâm-, İsrâîloğulları’na gönderilen peygamberlerin sonuncusudur.
Peygamberler içinde en yüksekleri olan ve kendilerine “ülü’l-azm” denilen beş peygamberin dördüncüsüdür. Kendisine “Rûhullâh” denmesi, bir tekrîm ifâdesi olmakla birlikte, Allâh Teâlâ’nın, Hazret-i Âdem’i yarattığı gibi O’nu da rûhundan üfürerek yaratması sebebiyledir.Îsâ -aleyhisselâm-, Yahyâ -aleyhisselâm-’ın doğumundan altı ay sonra Kudüs’te dünyâyı şereflendirmiştir. Îsâ -aleyhisselâm-, İsrâîloğulları’na gönderilen peygamberlerin sonuncusudur.
Îsâ -aleyhisselâm-’a otuz yaşında peygamberlik gelmiş, kendisine kitap olarak İncîl gönderilmiş ve otuz üç yaşında da diri bir şekilde göğe kaldırılmıştır.
Kıyâmet yaklaştığında dünyâya inecek, evlenip çocukları olacak, “Hazret-i Mehdî” ile buluşacak, İslâm’ı bütün cihâna hâkim kılacak ve Medîne-i Münevvere’de vefât edecektir. Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in medfûn olduğu Hücre-i Saâdet’te türbe-i şerîfin yanına defnolunacaktır.
HZ. İSA’NIN (A.S) ANNESİ ‘HZ. MERYEM’
Îsâ -aleyhisselâm-’ın annesi Hazret-i Meryem, Dâvûd -aleyhisselâm-’ın neslindendir. Annesi Hunne, babası İmrân’dır.
Kaynak eserlerde zikredildiğine göre, Hunne’nin çocuğu olmuyordu. O da:
“Yâ Rabbî! Benim bir çocuğum olursa, onu Beyt-i Makdis’e hizmetçi yapacağım!” diye nezirde bulundu.
Hunne, bu nezirde bulunduktan sonra hâmile kaldı. Âyet-i kerîmede buyrulur:
“İmrân’ın karısı şöyle demişti: «–Rabbim! Karnımdakini âzâdlı bir kul olarak sırf Sana adadım. Adağımı kabûl buyur. Şüphesiz (niyâzımı) hakkıyla işiten ve (niyetimi) bilen Sen’sin!»” (Âl-i İmrân, 35)
Bir müddet sonra bir kız çocuğu dünyâya getirdi. Adını Meryem koydu:
“O’nu doğurunca, Allâh, ne doğurduğunu bilip dururken: «–Rabbim! Ben O’nu kız doğurdum. Oysa erkek, kız gibi değildir. O’na Meryem adını verdim. Kovulmuş şeytana karşı O’nu ve soyunu Sen’in korumanı diliyorum!» dedi.” (Âl-i İmrân, 36)
Hz. Meryem’in (r.a) Beyt-i Makdis’in Hizmetine Verilmesi
O zamana kadar Beyt-i Makdis’e erkek çocuklarını adamak câiz ve çok sevaptı. Bu şekilde nezredilen erkek çocukları, doğumundan bülûğuna dek orada hizmete devâm ederdi. Bülûğdan sonra ise, dilerse yine orada hizmet eder, isterse arzuladığı başka bir yere giderdi. Ancak bülûğdan önce Beyt-i Makdis’ten ayrılması câiz değildi.
Böyle bir nezir, yalnızca erkek çocukları için yapılırdı. Allâh Teâlâ’nın, Beyt-i Makdis için Meryem hakkındaki ilticâyı makbul kılıp kız çocuklarının nezredilmesini de kabûl buyurmasından sonra, kız çocuklarının da Beyt-i Makdis’e adanması câiz oldu.
Hunne, kızı Meryem’i Beyt-i Makdis’teki vazîfelilere teslîm etti. Meryem’i kim himâyesine alacağına dâir kur’a çektiler. Allâh Teâlâ buyurur:
“(Rasûlüm!) Bunlar, Biz’im Sana vahiy yoluyla bildirmekte olduğumuz gayb haberlerindendir. İçlerinden hangisi Meryem’i himâyesine alacak diye kur’a çekmek üzere kalemlerini atarlarken Sen onların yanında değildin; onlar (bu yüzden) çekişirken de yanlarında değildin.” (Âl-i İmrân, 44)
Çekilen kur’a, Beyt-i Makdis’in imâmı ve Hunne’nin de eniştesi olan Zekeriyyâ -aleyhisselâm-’a çıktı. Zekeriyyâ -aleyhisselâm-:
“–O’nun teyzesi benim nikâhım altındadır.” dedi ve Meryem’in velîliğini üzerine aldı.
Meryem sütten kesilince, O’na Beyt-i Makdis’te bir oda tahsîs edildi. Bu odaya âyet-i kerîmede “mihrâb” denilmiştir. Mihrâb, harb ve cihâd vâsıtası demektir. Bu bakımdan bir nevî çile odası mânâsını taşır.
Hz. Meryem’in (r.a) Odasındaki Farklı Meyvelerin Sırrı
Hazret-i Meryem’in odasına yalnız Zekeriyyâ -aleyhisselâm- girerdi. Bu, on iki yaşına kadar devâm etti. Zekeriyyâ -aleyhisselâm-, O’nun odasına girerken anahtarı ile kapıyı açıp girer, çıkarken de kilitlerdi. Her gün, bir günlük yiyecek bırakırdı. Fakat içerde değişik meyveler görüp hayret ederdi. Nereden geldiğini sorduğunda, Meryem, Allâh -celle celâlühû- tarafından gönderildiğini söylerdi. Bu yiyecekler arasında, yazın kış meyveleri, kışın da yaz meyveleri bulunurdu. Allâh Teâlâ buyurur:
“Rabbi Meryem’e hüsn-i kabûl gösterdi; O’nu güzel bir bitki gibi yetiştirdi. Zekeriyyâ’yı da O’nun bakımı ile vazîfelendirdi. Zekeriyyâ, O’nun yanına, mâbede her girişinde orada bir rızık bulur ve: «–Ey Meryem! Bu Sana nereden geliyor?» der, O da: «–Bu, Allâh tarafındandır. Allâh, dilediğine sayısız rızık verir!» derdi.” (Âl-i İmrân, 37)
Allâh’ın -celle celâlühû- Hazret-i Meryem’e Sunduğu Altı Büyük İkram
Allâh -celle celâlühû-’nun Hazret-i Meryem’e en büyük ikramları şunlardır:
- O zamana kadar Beyt-i Makdis’e erkek çocukları adandığı hâlde, annesi Hunne’nin ilticâsı ile Meryem de nezir olarak kabûl edildi.
- Allâh Teâlâ, O’nu Zekeriyyâ -aleyhisselâm-’ın himâyesine verdi.
- Rızkını cennet nîmetlerinden ihsân etti.
- Peygamberlerine gönderdiği melek olan Cebrâîl -aleyhisselâm- ile görüştürdü.
- O’nu ve evlâdı Hazret-i Îsâ’yı şeytanın şerrinden korudu.
- Oğlu Hazret-i Îsâ -aleyhisselâm-, kundakta iken konuştu. Annesine yapılan iftirâlara cevap verdi.
“İmrân kızı Meryem, zamanında dünyâda bulunan kadınların en hayırlısıdır. Bu ümmetin kadınlarının en hayırlısı da Hatîce’dir.” (Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe, 69)
İbadete Düşkün Bir Kadın ‘Hz. Meryem (r.a)’
Hazret-i Meryem, gece-gündüz ibâdet ederdi. Takvâsı, Benî İsrâîl arasında darb-ı mesel oldu. Kendisinden kerâmetler hâsıl olurdu. Seçkin kullardandı. Kur’ân-ı Kerîm’de “sıddîka” diye senâ edilmiştir.
Allâh Teâlâ şöyle buyurur:
“Hani melekler demişlerdi: «–Ey Meryem! Allâh Sen’i seçti; Sen’i tertemiz yarattı ve Sen’i bütün dünyâ kadınlarına tercîh etti (üstün tuttu).” (Âl-i İmrân, 42)
“Ey Meryem! Rabbine ibâdet et; secdeye kapan! (O’nun huzûrunda) eğilenlerle beraber Sen de eğil!»” (Âl-i İmrân, 43)
Bu emirler üzerine Hazret-i Meryem’in takvâsı o hâle geldi ki, ayakları şişinceye kadar namaz kılmaktaydı.
Yoktan Var Eden, Babasız Da Yaratır!
Hazret-i Meryem on beş yaşında iken Yûsuf-i Neccâr isimli birisi ile nişanlanmıştı. Fakat onunla evlenmeden önce Allâh Teâlâ, O’na babasız bir çocuk vereceğini müjdeledi:
“Melekler demişlerdi ki: «–Ey Meryem! Allâh Sana kendisinden bir Kelime’yi müjdeliyor. Adı Meryem oğlu Îsâ’dır. Mesîh’tir; dünyâda da, âhirette de îtibarlı ve Allâh’ın kendisine yakın kıldıklarındandır.»” (Âl-i İmrân, 45) Mesîh, İbrânîce bir kelime olup, Hazret-i Îsâ’nın lakâbıdır ve “mübârek” anlamına gelmektedir.
Yine melekler Hazret-i Meryem’e dediler ki:
“(–Ey Meryem!) O sâlihlerden olarak beşikte iken ve yetişkinlik hâlinde insanlara (peygamber sözleri ile) konuşacak.” (Âl-i İmrân, 46)
Bunun üzerine:
“Meryem: «–Rabbim! Bana bir erkek eli değmediği hâlde nasıl çocuğum olur?» dedi. Allâh şöyle buyurdu: «–İşte böyledir. Allâh dilediğini yaratır! Bir işe hükmedince ona sâdece «Ol!» der; o da oluverir.»” (Âl-i İmrân, 47)
Melekler, Meryem’e hitâben Hazret-i Îsâ hakkındaki sözlerine şöyle devâm ettiler:
“Allâh O’na yazmayı, hikmeti, Tevrât’ı ve İncîl’i öğretecek!” (Âl-i İmrân, 48)
Yukarıdaki âyet-i kerîmelerde cemî olarak geçen “melekler” ifâdesinden maksat, Cebrâîl -aleyhisselâm-’dır. Kendisinden bu şekilde cemî olarak bahsedilmesi, O’nu tekrîm içindir.
HZ. İSA (A.S) HZ. MERYEM’E MÜJDELENİYOR
Cenâb-ı Hak buyurur:
“(Rasûlüm!) Kitâb’da Meryem’i de zikret! Hani O, ailesinden ayrılarak doğu tarafında bir yere çekilmişti.” (Meryem, 16)
Âyette geçen “doğu tarafı” müfessirlere göre, Mescid-i Aksâ’nın doğu yanı, yahut Meryem’in evinin doğu tarafı şeklinde açıklanmaktadır. Hristiyanların bu sebeple doğuya yöneldikleri ifâde edilmiştir.
Çok geçmeden Allâh Teâlâ, Hazret-i Meryem’e Cebrâîl -aleyhisselâm-’ı gönderdi. Âyet-i kerîmede buyrulur:
“Meryem, onlarla kendi arasına bir perde çekmişti. Derken, Biz O’na Rûh’umuzu gönderdik de O, kendisine tastamam bir insan şeklinde göründü.” (Meryem, 17)
Burada Rûh’tan maksat, Cebrâîl -aleyhisselâm-’dır. Her âzâsı düzgün genç bir insan şeklinde gönderilmesinin sebebi, Meryem’in ürküp korkmaması içindi. Çünkü Hazret-i Meryem, Cebrâîl -aleyhisselâm-’ı aslî şeklinde görseydi, şüphesiz ki buna tâkat getiremezdi.
Ancak Hazret-i Meryem, yine de karşısında genç bir insan görünce kemâl-i edeb ve iffetinden dolayı çok korktu. Onun Hazret-i Cibrîl olduğunu bilmediği için büyük bir endişeye kapıldı ve âyet-i kerîmelerde buyrulduğu üzere:
“Meryem dedi ki: «–Sen’den, çok esirgeyici olan Allâh’a sığınırım! Eğer Allâh’tan sakınan bir kimse isen, (bana dokunma!)»” (Meryem, 18)
“Melek: «–Ben, yalnızca, sana tertemiz bir erkek çocuk bağışlamam için Rabbimin elçisiyim.» dedi.” (Meryem, 19)
“Meryem: «–Bana bir insan eli değmediği, iffetsiz de olmadığım hâlde benim nasıl çocuğum olabilir?» dedi.” (Meryem, 20)
“Melek: «–Öyledir!» Dedi. (Zîrâ) Rabbin buyurdu ki: «–Bu Bana kolaydır. Çünkü Biz, O’nu insanlara bir delil ve kendimizden bir rahmet kılacağız. Bu, hüküm ve karara bağlanmış (ezelde olup bitmiş) bir iş idi.” (Meryem, 21)
HZ. İSA (A.S) NASIL DOĞDU? HZ. İSA’NIN (A.S) DOĞUM MUCİZESİ
Cenâb-ı Hakk’ın murâd ettiği şekilde:
“Meryem, O’na (Îsâ’ya) hâmile kaldı. Bunun üzerine O’nunla (karnındaki çocukla) uzak bir yere çekildi.” (Meryem, 22)
Hazret-i Meryem’in doğum sancıları artmaya başladı. Kurumuş bir hurma ağacının yanına geldi ve ona yaslandı. Âyette buyrulur:
“Doğum sancısı O’nu bir hurma ağacına (dayanmaya) sevk etti. «–Keşke, bundan önce ölseydim de unutulup gitseydim!» dedi.” (Meryem, 23)
Nihâyet kuru ağacın altında Îsâ -aleyhisselâm- dünyâya geldi. Allâh Teâlâ, O’nu babasız yaratmıştı.
Sonsuz kudret sâhibi olan Cenâb-ı Hak, azametinin muktezâsı olarak Âdem -aleyhisselâm-’ı annesiz ve babasız bir şekilde topraktan; Havvâ vâlidemizi annesiz olarak Hazret-i Âdem’den; Îsâ -aleyhisselâm-’ı da babasız olarak Meryem vâlidemizden yaratmıştır.
Hazret-i Îsâ’nın doğumu ile Hazret-i Âdem’in yaratılması arasında bir benzerlik vardır ki, bu, her ikisinde de yaratılışın «Kün! = Ol!» emri ile gerçekleşmiş olmasıdır. Cenâb-ı Hak bu hakîkati âyet-i kerîmede şöyle bildirmektedir:
“Allâh nezdinde Îsâ’nın durumu, Âdem’in durumu gibidir. Allâh O’nu topraktan yarattı. Sonra da O’na «Ol!» dedi ve (O da) oluverdi.” (Âl-i İmrân, 59)
Bu âyet-i kerîme, hem Allâh’ın kudretinin sonsuzluğunun, hem de yahûdîlerin baştan şaşırıp sonradan da atacakları çirkin iftirâlar karşısında Hazret-i Meryem’in iffetli olduğunun bir ifâdesidir.
HZ. İSA (A.S) NE ZAMAN DOĞDU?
Îsâ -aleyhisselâm-’ın doğum târihi hakkında, kaynaklarda hiçbir kayıt yoktur. Bütün İncîl’lerde de bu hususta bir bilgiye rastlanılmamaktadır. Yalnız bir İncîl’de Hazret-i Îsâ’nın yahûdî kralı zamanında doğduğu yazmakta ise de, (Matta, 2/1) Roma kaynakları, bu kralın mîlâddan önce öldüğünü bildirmektedir. Yapılan bütün beyanlar, birbirlerine açık bir şekilde tezat teşkil etmektedir. Böyle olunca, “noel”in mânâsı da, uydurulmuş boş bir efsâneden öteye gidememektedir.
Bu sebepledir ki bugün Katolikler, Noel bayramı olarak 24-25 Aralık gününü kutlarken, Ermeni kiliseleri 6 Ocak’ı kutlarlar. Bir kısım Protestanlar ise bu târihin kutsal metinlerde kesin olarak geçmediğini öne sürerek Noel’i kutlamazlar.
HZ. İSA (A.S) DOĞDUKTAN SONRA HZ. MERYEM (R.A) NELER YAŞADI?
Hazret-i Îsâ doğduktan sonra:
“(Hazret-i Meryem’in) aşağısından (Îsâ yahut melek) O’na şöyle seslendi: «–Tasalanma! Rabbin Sen’in alt yanında bir su arkı vücûda getirmiştir.»” (Meryem, 24)
Âyete şu mânâ da verilmiştir:
«–Tasalanma! Rabbin Sen’in altındakini (yâni Îsâ’yı) şerefli bir lider olarak yaratmıştır!»
Hazret-i Meryem’e hitâb eden ses şöyle devâm etti:
“Hurma dalını kendine doğru silkele ki, üzerine tâze, olgun hurma dökülsün!” (Meryem, 25)
Hazret-i Meryem, hurma dalını kendisine çekip salladığı zaman kış mevsimi olmasına rağmen, ağaç birdenbire hurma vermeğe başladı. Meryem, önündeki arktan su içip taze hurmalardan yedi. Ağacın bu şekilde kış mevsiminde hurma vermesi, Hazret-i Meryem’i tesellî içindi. O’na denildi ki:
“Ye, iç! Gözün aydın olsun! Eğer insanlardan birini görürsen de ki: «–Ben çok merhametli olan Allâh’a oruç adadım. Artık bugün hiçbir insanla konuşmayacağım!»” (Meryem, 26)
Rivâyete göre, Hazret-i Meryem’in kavminde yiyip içmeden oruç tutulduğu gibi, konuşmamak sûretiyle de oruç tutulurdu. Yahut oruçlu iken yeme ve içmeden kaçınıldığı gibi, konuşmaktan da sakınılırdı.
Hz. İsa’nın (a.s) Doğumundan Sonra Hz. Meryem’m Atılan İftira ve Hz. Meryem’in Duruşu
Îsâ -aleyhisselâm-’ın doğuşu ile, kavminin arasında büyük bir iftirâ ve dedikodu furyası başgösterdi. Âyet-i kerîmelerde bu hâl şöyle bildirilmektedir:
“(Meryem) nihâyet O’nu (Îsâ’yı kucağında) taşıyarak kavmine getirdi. Dediler ki: «–Ey Meryem! Hakîkaten Sen iğrenç bir şey yaptın!»” (Meryem, 27)
“–Ey Hârûn’un kızkardeşi! Sen’in baban kötü bir insan değildi; annen de iffetsiz değildi.” (Meryem, 28)
Âyette bahsedilen Hârûn, Mûsâ -aleyhisselâm-’ın kardeşi olan Hârûn -aleyhisselâm- değildir. Bu husustaki görüşlerin doğruya en yakın olanına göre Hazret-i Meryem’in hakîkî kardeşidir. O da ana ve babası gibi iffetli ve sâlih bir kimse idi. Bu sebeple kavmi, böyle birinin kızkardeşi olan Meryem’e zinâ etmeyi(!) aslâ yakıştıramadıklarını ifâde etmek istemişlerdi.
Hazret-i Meryem’e İsrâîloğulları tarafından devamlı hakâret ediliyordu. O da sabırla dinliyor, kendisine emredildiği üzere konuşmuyordu. Ancak kavminin münâsebetsiz tavırları iyice arttı. Nihâyet Allâh’ın inâyeti erişti.
Hz. İsa’nın Bebekken Konuşması
Âyet-i kerîmede buyrulur:
“Bunun üzerine Meryem, çocuğu gösterdi. Dediler ki: «–Biz, beşikteki bir sabî ile nasıl konuşuruz?»” (Meryem, 29)
Allâh’ın istikbâlde elçisi olacak olan Hazret-i Îsâ, Cenâb-ı Hakk’ın verdiği konuşma kâbiliyeti ile dile geldi ve daha beşikte iken şöyle dedi:
“–Ben, Allâh’ın (seçilmiş bir) kuluyum! O, bana Kitâb’ı verdi ve beni peygamber yaptı!” (Meryem, 30)
“Nerede olursam olayım, O beni mübârek kıldı. Yaşadığım sürece bana namazı ve zekâtı emretti.” (Meryem, 31)
“Beni anneme saygılı kıldı; beni bedbaht bir zorba yapmadı.” (Meryem, 32)
“Doğduğum gün, öleceğim gün ve diri olarak kabirden kaldırılacağım gün selâmet banadır.” (Meryem, 33)
Hazret-i Îsâ’nın daha beşikte iken böyle konuşması, çevresinde büyük bir hayret uyandırdı. Hazret-i Meryem, tenzîh ve tebrie edildi.
İşte Hazret-i Meryem, münkir halkın kendisine sorduğu «–Bu çocuğu nereden aldın?» suâline karşı dâimâ cevap olarak bu şekilde çocuğunu gösterir ve «–Çocuk söylesin!» der, Îsâ -aleyhisselâm- da daha bebek iken:
“–Benim annem namuslu, iffetli bir kadındır. Ey câhiller! İffet ve hayâ âbidesi olan annemi ayıplamayın! Biliniz ki Allâh Teâlâ, beni babasız olarak dünyâya getirmiştir. Bu, Allâh’ın bir mûcizesidir!” derdi.
Bunun üzerine birçok kimse:
“–Bu, Allâh’ın apaçık bir mûcizesidir. Yoksa yeni doğmuş hiçbir çocuk daha beşikte iken konuşamaz. Hakîkaten bu, Allâh tarafındandır; Cenâb-ı Hakk’ın azametini gösteren bir hâdisedir.” dediler.
Bir kısmı ise yine de hâinliklerinden dönmediler. Âyet-i kerîmede buyrulur:
“İşte, hakkında şüphe ettikleri Meryem oğlu Îsâ -hak söz olarak- budur!” (Meryem, 34)
Âyette Îsâ -aleyhisselâm-’ın “hak söz” olarak ifâde edilmesi, O’nun «Kün! = Ol!» emrinin eseri olmasındandır. Bu hakîkat, başka âyet-i kerîmelerde de anlatılır:
“Irzını iffetle korumuş olanı (Meryem’i de hatırla!) Biz O’na rûhumuzdan üfledik; O’nu ve oğlunu cümle âlem için ibret kıldık.” (el-Enbiyâ, 91)
“İffetini korumuş olan İmrân kızı Meryem’i de (Allâh örnek gösterdi). Biz O’na rûhumuzdan üfledik ve O, Rabbinin sözlerini ve kitaplarını tasdîk etti. O, gönülden itaat edenlerdendi.” (et-Tahrîm, 12)
HZ. ZEKERİYA’YA ATILAN İFTİRA VE ŞEHADETİ
Hazret-i Îsâ’nın bebek iken konuşması, birçok iftirâları bastırmıştı. Ancak kısa bir müddet sonra tekrar fitne ve iftirâlar başladı. Gâfil kavim:
“–Babasız çocuk mu olurmuş?!” dediler.
Sonra da:
“–Yapsa yapsa bu zinâyı Zekeriyyâ yapmıştır!” diyerek Zekeriyyâ -aleyhisselâm- Beyt-i Makdis’te yalnız kaldığı bir sırada:
“–Sen Meryem’le zinâ ettin!” diye bühtanda bulundular ve üzerine hücûm ettiler.
Zekeriyyâ -aleyhisselâm-, onların şerrinden korunmak için bir ağacın kovuğuna saklandı. Şeytan, insan kılığında oraya gelip Zekeriyyâ -aleyhisselâm-’ı arayan bedbahtlara, O’nun saklandığı ağacı göstererek:
“–Şu ağacı testereyle ikiye ayırın! Bir şey kaybetmezsiniz! Zekeriyyâ onun içindedir!” dedi.
Bedbahtlar, hemen ağacı kesmeye koyuldular. Testere Zekeriyyâ -aleyhisselâm-’ın başını yarmaya başladığı zaman mazlum peygamber «âhh!» diyecek oldu, fakat:
“–Ey Zekeriyyâ! Şikâyette bulunma!” diye bir nidâ geldi.
Zekeriyyâ -aleyhisselâm- da büyük bir tevekkül ve sabır içinde testereyle ikiye bölünerek şehîd oldu. İnd-i ilâhîde yüce mertebelere ulaştı.
Bu sırada Hazret-i Meryem’in önceden nişanlısı olan Yûsuf-i Neccâr da aynı iftirâya uğramıştır.
HZ. İSA VE MERYEM ALLAH’IN KORUMASINDALAR
Zekeriyyâ -aleyhisselâm-’ı şehîd eden bedbaht yahûdîlerin, Hazret-i Meryem’e ve oğlu Hazret-i Îsâ’ya da bir zarar vermemeleri için Cenâb-ı Hak, onları hıfz-ı emânına almayı murâd etti:
“Meryem oğlunu ve annesini de (kudretimize) bir alâmet kıldık. Onları, yerleşmeye elverişli, suyu bulunan bir tepeye yerleştirdik.” (el-Mü’minûn, 50)
Bu yerin Mısır’da olduğu rivâyeti vardır. Hazret-i Meryem ve Hazret-i Îsâ, orada on iki sene kaldı ve bu zaman zarfında fevkalâde hâdiseler meydana geldi:
Birgün, kaldıkları evde ağa’nın bir miktar parası kaybolmuştu. O evde düşkünler ve fakirler vardı. Ağa, bu parayı kimin aldığını anlayamadı. Herkes töhmet altında kalmıştı. Bu durum, Hazret-i Meryem’e çok ağır geldi. Orada ikâmet edenler arasında bir kör ve bir kötürüm bulunuyordu. Hazret-i Îsâ, annesinin üzülmesi karşısında bu iki kişiye:
“–Parayı sakladığınız yerden çıkartın!” dedi.
Onlar da bu açık mûcize karşısında aldıkları parayı mecbûren getirdiler. Bu hâdiseden sonra Hazret-i Îsâ’nın îtibârı halk nezdinde iyice yükseldi.
HZ. İSA’NIN (A.S) PEYGAMBERLİĞİ
Hazret-i Îsâ, Mısır’da on iki sene kaldıktan sonra Kudüs’e dönüp “Nâsıra” kasabasına yerleşti. Hristiyanlara bu sebeple “Nasrânî” denilmektedir.
Hazret-i Îsâ’ya otuz yaşında peygamberlik verildi. O da hemen vazîfesini yapmaya, insanları tevhîde çağırmaya başladı.
Allâh Teâlâ buyurur:
“And olsun ki Biz, Nûh’u ve İbrâhîm’i gönderdik. Peygamberliği de Kitâb’ı da onların soyuna verdik. Onlardan (insanlardan) kimi doğru yoldadır; içlerinden birçoğu da yoldan çıkmışlardır.” (el-Hadîd, 26)
Kur’ân-ı Kerîm’de ismi geçen dört büyük kitabın, bunların soyundan gelen peygamberlere indirildiği anlaşılmaktadır.
“Sonra bunların izinden ardarda peygamberlerimizi gönderdik. Meryem oğlu Îsâ’yı da arkalarından gönderdik. O’na İncîl’i verdik; O’na tâbî olanların kalblerine şefkat ve merhamet vermiştik. Uydurdukları ruhbanlığa gelince, onu Biz yazmadık. Fakat kendileri Allâh rızâsını kazanmak için (böyle) yaptılar. Ama buna da gereği gibi uymadılar. Biz de onlardan îmân edenlere mükâfatlarını verdik. İçlerinden çoğu da yoldan çıkmışlardır.” (el-Hadîd, 27)
Ruhbanlık, hristiyanların sonradan ortaya çıkardığı bir anlayış ve yaşayış tarzıdır. Rivâyetlere göre Hazret-i Îsâ -aleyhisselâm-’dan sonra mü’minler, inkârcı zorbalarca yok edilmeye çalışılmış, girişilen üç savaşta mü’minler ağır kayıplar vermişler, sağ kalan îmân ehli, kendilerinin de ölümü hâlinde dîne dâvet edecek kimsenin kalmayacağı endişesiyle savaş yapmama kararı almış, sâdece ibâdetle meşgul olmaya başlamışlardı. İşte bu sûretle fitneden kaçarak, dinlerinde ihlâs ve samîmiyet gösteren bu insanlar, dünyânın bütün zevklerinden, fazla yiyip içmekten ve evlenmekten vazgeçmişler; dağlar, mağaralar, oyuklar ve hücrelerde ibâdetle meşgul olmuşlardır. Ama birçoğu buna riâyet etmeyerek, Hazret-i Îsâ -aleyhisselâm-’ın dînini inkâr ettiler; hükümdarlarının dînine girdiler; teslîs akîdesini ortaya attılar; bi’set gerçekleştiğinde de Hazret-i Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i inkâr ettiler ve benzeri sapıklıklara düştüler.
HZ. İSA’NIN (A.S) TEBLİĞİ VE PEYGAMBERİMİZİ MÜJDELEMESİ
Îsâ -aleyhisselâm-, dînini teblîğe devâm ediyordu. Fakat insanların birçoğu küfründe inat hâlindeydi.
Îsâ -aleyhisselâm- birçok mûcizeler gösterdi. Hazret-i Mûsâ -aleyhisselâm-’a verilen Tevrât’ı tasdîk ettiğini, ancak yüce Allâh’ın bazı hükümleri değiştirdiğini teblîğ etti:
“(Îsâ dedi ki

“Allâh, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. Öyle ise O’na kulluk edin! İşte doğru yol budur.” (Âl-i İmrân, 50-51)
“Hatırla ki, Meryem oğlu Îsâ: «–Ey İsrâîloğulları! Ben size Allâh’ın elçisiyim; benden önce gelen Tevrât’ı doğrulayıcı ve benden sonra gelecek Ahmed adında bir peygamberi de müjdeleyici olarak geldim!» demişti. Fakat O, kendilerine açık deliller getirince: «–Bu apaçık bir büyüdür!» dediler.” (es-Saff, 6)
Yuhanna İncîli’nin 14. bölümünde Îsâ -aleyhisselâm-’ın şöyle dediği rivâyet edilir:
“–Ben Peder’e ibâdet edeceğim ve O size başka bir tesellî edici (Faraklit) gönderecek ki, O sizinle ebediyyen kalabilir.” (Yuhanna, 14/16-17)
Ve 16. bölümünde de demiştir ki:
“Size gerçeği söylüyorum, benim gidişim sizin yararınızadır. Gitmezsem, yardımcı (tesellîci, Faraklit) size gelmez. Ama gidersem, O’nu size gönderirim. Size daha çok söyleyeceklerim var, ama şimdi bunlara dayanamazsınız. Ne var ki O, yâni «Gerçeğin Rûhu» gelince, sizi gerçeğe yöneltecek. Çünkü O, kendiliğinden konuşmayacak, yalnız duyduklarını söyleyecek ve gelecekte olacakları size bildirecek.” (Yuhanna 16/7-9, 12-13)
Faraklit Nedir?
“Faraklit” kelimesi, “hamd”e tekâbül eden bir kelimedir. Bazı hristiyanlar bunu “muhallıs” (kurtarıcı) olarak açıklamışlar; bazıları da “hammâd” ve “hamîd” diye tefsîr etmişlerdir. Bu da gösteriyor ki “Faraklit” kelimesinin, Ahmed ve Muhammed mânâsına uygun olarak asıl isme işâret ettiği açık bir şekilde anlaşılmaktadır.
Barnabas İncîli 39. Bâb’da da şöyle bir bahis vardır:
“–Söylediğin Mesîh’in ismi nedir ve O’nun geldiğini nasıl anlayacağız?” diyen havârîlerine Hazret-i Îsâ şöyle dedi:
“–Mesîh’in (Rasûl’ün) adı, hayran olmağa değer güzelliktedir. Cenâb-ı Hak, O’nun nûrunu yarattığı zaman, O’na bu ismi verdi ve O’nu semâvî ihtişâmı içine koydu. Sonra:
«–Senin hatırın için Ben, cenneti, dünyâyı ve birçok mahlûku yarattım. Bunların hepsini Sana hediye ediyorum. Sen’i takdîr eden, Ben’den nîmet bulacak; Sen’i inkâr eden, tarafımdan lânet olunacaktır. Ben Sen’i dünyâya Ben’im Rasûlüm olarak göndereceğim. Sen’in sözün sırf hakîkat olacaktır. Yer ve gök ortadan kalkabilir, fakat Sen’in îmânın dâimâ ebedî olacaktır.» buyurdu.
O’nun ismi Ahmed’dir.”
Bunun üzerine Îsâ -aleyhisselâm-’ın civârında toplanmış olan mü’minler, hemen seslerini yükselterek:
“–Ey Ahmed! Dünyâyı kurtarmak için çabuk gel!” diye niyazda bulundular. (Benzer ifâdeler için Barnabas İncîli’nin 41 ve 97. bâblarına da bakılabilir.)
HZ. İSA (A.S) VE 12 HAVARİSİ
Münkirlerin Hazret-i Îsâ -aleyhisselâm-’a gayz ve kinleri gittikçe artmıştı. Bunu farkeden Îsâ -aleyhisselâm-, kendisine inananların arasından seçtiği on iki mü’mine, yâni havârîlerine:
“–Allâh -celle celâlühû-’nun dînine hizmette ve onu muhâfazada kim benim yardımcım olacak?” diye sordu.
Havârîlerin hepsi birden:
“–Biz Sana yardımcılarız. Her şeyimiz ile Allâh’ın yoluna yardımcı olacağız. Çünkü biz, O’nun dînine gönül verdik. Sen şâhid ol ki, biz, Sen’in dînine bağlı gerçek müslümanlarız!” dediler.
Âyet-i kerîmede buyrulur:
“Îsâ, onlar (bedbaht insanlar)daki inkârcılığı sezince: «–Allâh yolunda bana yardımcı olacaklar kimlerdir?» dedi. Havârîler: «–Biz, Allâh yolunun yardımcılarıyız; Allâh’a inandık! Şâhid ol ki, bizler müslümanlarız!» cevâbını verdiler.” (Âl-i İmrân, 52)
“Ey îmân edenler! Allâh’ın yardımcıları olun! Nitekim Meryem oğlu Îsâ havârîlere: «–Allâh’a (giden yolda) benim yardımcılarım kimlerdir?» demişti. Havârîler de: «–Allâh (yolunun) yardımcıları biziz!» demişlerdi. İsrâîloğulları’ndan bir zümre inanmış, bir zümre de inkâr etmişti. Nihayet Biz, inananları, düşmanlarına karşı destekledik; böylece üstün geldiler.” (es-Saff, 14)
“Havârî” kelimesi, Arapça’ya Habeşçe’den geçmiş olup aslı “havâryâ”dır ve “yardımcı” mânâsı taşımaktadır. Ayrıca “seçkin insan” anlamına da gelmektedir.
Havârîler de, Îsâ -aleyhisselâm-’a herkesten önce îmân eden ve O’na yardımcı olan on iki ihlâslı ve temiz mü’mine verilen isimdir. Bunlara “ensârullâh” da denmiştir. Havârîler, Hristiyanlığın yayılması için Îsâ -aleyhisselâm- tarafından seçilmişlerdir. Meşhur Barnabas İncîli’ni yazan Barnabas da bunlardandır.
Semâdan Sofra İnmesi (Mâide)
Havârîler, Hazret-i Îsâ’dan, semâdan sofra inmesi için duâ etmesini istediler. Îsâ -aleyhisselâm-
“–Allâh’ın kudretinden şüphe mi ediyorsunuz? Böyle bir şey istemeye nasıl cesâret ediyorsunuz?” diye sordu.
Havârîler:
“–Başka bir maksadımız yoktur. Allâh -celle celâlühû-’nun lutfuna nâil olmak ve daha da mutmain olmak için böyle bir sofra istedik!” dediler.
Îsâ -aleyhisselâm-, gusledip iki rek’at namaz kıldı. Üzerine tezellül için eski bir elbise giyip Allâh’a ilticâ etti. Bu sofra ve onun ihsân gününün bir bayram olmasını Cenâb-ı Hak’tan niyâz etti.
Bu duâ makbûl oldu ve “mâide” (sofra) indi. Üzerinde kebap olmuş bir balık vardı. Balığın baş tarafında tuz, kuyruk tarafında sirke mevcuttu ve sofra yeşilliklerle donatılmıştı. Ekmek üzerinde de zeytin, bal, peynir vs. vardı.
Havârîler bu sefer:
“–Ey Allâh’ın peygamberi! Bu mûcize içinde de bir mûcize göster!” dediler.
Îsâ -aleyhisselâm- sofradaki balığa:
“–Ey balık! Kâinâtın Rabbinin izni ile diril!” dedi.
Balık canlandı. Havârîleri bir korku sardı. Îsâ -aleyhisselâm- bu defa:
“–Ey balık! Rabbimin izni ile eski hâline dön!” buyurdu.
Balık önceki hâline döndü. Havârîler, Hazret-i Îsâ’ya:
“–Ey Rûhullâh! Önce Siz yiyin!” dediler.
Îsâ -aleyhisselâm- ise:
“–Hayır! Kimler istedi ise onlar yesin!” buyurdu.
Havârîlerde bir korku meydana geldi. Bunun üzerine Îsâ -aleyhisselâm-
“–Fakir ve hastalar gelsin, onlar yesin!” diye emretti.
Hemen fakir ve hastalara haber verdiler. Bin üç yüz kişi geldi ve bu sofradan yedi. Buna rağmen balık bitmedi. Bütün yiyenler şifâ buldu; yemeyenler de pişman oldular.
- Önceki Konu
- Sonraki Konu