Üst
Olbers Paradoksu

Olbers Paradoksu

Heinrich Olbers Kimdir?​


Heinrich Olbers (1758-1840)
Heinrich Olbers (1758-1840)
Heinrich Wilhelm Matthias Olbers (11 Ekim 1758 – 2 Mart 1840), Alman hekim ve astronom. 11 Ekim 1758 tarihinde doğan Olbers, 1780 yılında Göttingen'deki tıp eğitimini tamamladı ve Bremen'de pratisyen hekimlik yapmaya başladı. Uzun yıllar hekimliğe devam edip ün kazanan Olbers, daha sonraları hekimliği bırakıp astronomik gözlemler yapmaya başlamıştır. Kuyrukluyıldızların yörüngelerinin hesaplanması için ilk yetkin metodu ortaya atan kişidir.

Olbers Paradoksu​


Olbers Paradoksu, Alman hekim ve astronom Heinrich Olbers'in 1823 yılında kaleme aldığı makalesinde öne sürülen tezdir. Olbers, bu makalesinde sonsuz statik bir Evren'de her çizgisel bakış doğrultusunun eninde sonunda bir yıldızın yüzeyinde sonlanacağını çıkarsamaktadır. O halde sonsuz statik bir Evren varsayımıyla gece gökyüzüne bakan herhangi bir gözlemci, gökyüzündeki her noktayı bir yıldız kadar parlak görmek zorundadır. Ama gerçekte böyle değildir. Olbers bu paradoksal durumun, sonsuz statik bir Evren varsayımından kaynaklandığını, bu varsayımın hatalı bir varsayım olduğunu ileri sürmüştür.

Bu paradoksun bir çıkışı olarak uzak yıldızlardan gelen ışığın, Evren'deki toz halindeki madde tarafından soğurulduğunu, gözlemciye ulaşamadığını öne sürmek olabilir. Oysa Olbers, sonsuzdan beri varolan bir Evren varsayımında bu maddenin de giderek ısınacağını ve bir yıldız yüzeyi gibi ışıldayacağını ileri sürmektedir. Bu hipoteze göre Evren, sonsuzdan beri var değildir. Yine Olbers'e göre Evren, sonlu bir geçmişte varolmuş olmalıdır. Böylece uzak yıldızların ışıkları bize henüz ulaşmamıştır ve aradaki madde henüz yıldız kadar ışık saçacak ölçüde ısınmamıştır.

Genel Kabul Gören Açıklaması​

Şair Edgar Allan Poe'ya göre, izlenebilir evren'in boyu bu paradoksu çözümlemektir. Evrenin yaşı sonsuz olmadığından, ve ışığın hızı sabit olduğundan, dünyadan sadece bir miktar yıldız görülebilir. Bu görülebilir alanda yer alan yıldız sayısı sonsuz olmadığından, dünyadan herhangi bir noktaya bakınca bir yıldıza ulaşma olasılığı yeterince azdır.

Ancak, Büyük Patlama teorisi yeni bir paradoks çıkarmaktadır: Uzayın bir zamanlar çok daha parlak olduğunu bildirmektedir, özellikle de ilk şeffaf olduğu yeniden birleşme çağlarında. Görülen uzaydaki tüm noktalar, evrenin o zamanki yüksek ısısı yüzünden güneş yüzeyinden daha parlaktı ve çoğu ışık huzmeleri bir yıldızda sona ermek yerine büyük patlamanın bir kalıntısında sona ererdi.

Büyük Patlama teorisine göre genişlemekte olan uzay, ışık enerjisi olarak gelen ışınların kırmızıya kaymasından dolayı azalmasını da öngörür. Yani, Büyük patlamadan sonra ortaya çıkan büyük radyasyon seviyeleri, uzayın genişlemesi sebebiyle, kırmızıya kayarak orijinal dalga boyutuna göre 1100 misli uzamış ve mikrodalga seviyelerine inmiştir. Bu da şu anda gözlediğimiz mikrodalga uzay radyasyonunu oluşturmaktadır. Bu da büyük patlamanın farz edilen parlaklığına rağmen gökyüzünde şu anda gözlediğimiz düşük ışık seviyelerini açıklamaktadır. Kırmızıya kayma aynı zamanda uzak yıldızlar ve quasar gibi nesnelerden gelen ışıkları da etkilemektedir, ancak onların azalması daha az seviyededir, zira çoğu uzak galaksiler ve quasarların kırmızıya kayma oranarı sadece 5 ila 8.6 arasındadır.

Uzay Neden Karanlıktır?​


Güneş, gezegenimize en yakın yıldızdır. Güneşten gelen ışık ışınları ve atmosfer sayesinde, gündüzleri gökyüzünü mavi görüyoruz, fakat geceleri Güneş ışınları olmadığı için Dünya, karanlığa bürünüyor ve gökyüzündeki yıldızlar belirgin hale geliyor. Evrende milyarlarca yıldız olduğunu ve tüm bunların ışık yaydığını düşünürsek; peki, “Uzay neden karanlıktır?”

 
Geri
Üst