Ansiklopedi Osmanlı Donanması

I. Mahmud Döneminde kabul edilen donanma sancağı I. Mahmud Döneminde kabul edilen donanma sancağı
Osmanlı Donanması (Osmanlıca: دونانمای همایون, Donanma-yı Humâyûn), Osmanlı Devleti'nin askerî deniz gücü. XIV. yüzyılda kuruldu. Osmanlı Devleti, 1323 yılında Karamürsel'i fethederek denize ulaştı, Kara Mürsel komutasında ilk donanma oluşturuldu ve Kocaeli'nde yapılan savaşlarda denizden destek sağlandı. 1327 yılında Karamürsel'de ilk Osmanlı tersanesi kuruldu ve böylece deniz gücünün kurumsallaşma çalışmaları başladı. Osmanlı donanmasında hiyerarşik sisteme geçildi, ilk Derya Beyi (Donanma Komutanı), Kara Mürsel Bey oldu. 1337 yılında Kocaeli ele geçirildi; böylece 1353 yılında gerçekleşecek olan Rumeli'ye geçişin önü açıldı. Bundan sonra donanmanın merkezi sırasıyla İzmit, Gelibolu ve son olarak da İstanbul oldu.

İstanbul'un Fethi'nde II. Mehmed, donanmadan yararlandı. Karadeniz'de ve Akdeniz'de etkisi artan Osmanlı donanması, Mısır Seferi'nde Osmanlı kuvvetlerine lojistik destek sağladı. 1538 yılında Preveze Deniz Muharebesi kazanıldı. Bundan sonra Cerbe Deniz Muharebesi de kazanıldı, Malta kuşatıldı ancak bir şey elde edilemedi. Osmanlı donanmasını büyütmek için birçok tersane kuruldu, ihtiyaç duyulan malzemeler Kocaeli'den, Biga'dan, Samsun'dan, Kastamonu'ndan ve Aydın'dan getiriliyordu. Kaptan-ı Deryalara gelenek olarak Cezayir beylerbeyliği verilirdi. Tersane-i Amire'nin bulunduğu Kasımpaşa'nın inzibat sorumlusu donanma idi. Gelibolu, Akdeniz adaları ve İzmir'in bazı yerleri Osmanlı kaptanlarına dirlik olarak verilirdi.

16. yüzyılda Hint Okyanusu'nda Portekiz Krallığı'na karşı Hadım Süleyman Paşa ve Pîrî Reis komutasında seferler düzenlendiyse de, Portekiz donanması üstün geldi ve Pîrî Reis idam edildi. İnebahtı Muharebesi'nden sonra ağır kayıplar veren Osmanlı donanması, kayıplarını telafi etmeyi başardı. Osmanlı Devleti, duraklama döneminden itibaren deniz ticaretinde Avrupalı devletlerden geri kaldı. XVIII. yüzyılda Mezamorta Hüseyin Paşa'nın girişimleri ile donanmada reform yapıldı. Fakat denizlerde ciddi bir üstünlük sağlanamadı. 1773 yılında Cezayirli Gazi Hasan Paşa'nın Kaptan-ı derya olmasıyla Bahriye Mektebi açıldı, burada modern eğitim verilmeye başlandı ve 1776 yılında Tersane-i Amire'nin yakınlarında ikinci Bahriye Mektebi olarak Hendesehane-i Bahri açıldı. 19. yüzyılda Osmanlı Devleti, Fransa'nın Mısır Seferi'nde Birleşik Krallık donanmasından yardım aldı. Bundan sonra III. Selim'in reformlarını devam ettiren II. Mahmud devrinde donanma, 1827 yılında Navarin'de imha edildi. II. Mahmud döneminde Amerikalı mühendislerin yardımlarıyla reformlar devam etti, Osmanlı tersanelerine modern deniz sanayi girdi ve dönemin en büyük savaş gemisi unvanını elinde tutan Mahmudiye de o dönemde denize indirildi. II. Mahmud'un ölümünden sonra bu mühendisler İstanbul'u terk etmek zorunda bırakıldı, tahta çıkan Abdülmecid döneminde, 1840 yılında Bahriye meclisi kuruldu ve modern donanma çalışmaları devam etti. İlk denizcilik şirketi Şirket-i Hayriye de bu dönemde kurulmuştu. Abdülaziz döneminde ise, 1867 yılında Bahriye Nazırlığı kuruldu. Abdülaziz döneminde devam eden reformlar ile yabancı ülkelerden çok sayıda modern savaş gemisi satın alındı. 1878'den itibaren II. Abdülhamid'in güvensizliği sonucu donanma, Haliç'te terk edildi ve denize açılmadı. 1897 Osmanlı-Yunan Savaşı'nda Osmanlı donanması kendini gösteremedi, 1909 yılında Donanma Cemiyeti'nin çabaları ile modern donanma çalışmaları halkın bağışlarıyla devam etti. Bu cemiyetin çabaları ile çok sayıda modern savaş gemisi satın alındı, Alman subaylardan oluşan bir heyet ile reform çalışmaları canlandı. Trablusgarp Savaşı'nda ve Balkan Savaşları'nda Osmanlı donanması etkinlik gösterdi, fakat I. Dünya Savaşı'nda Ege Denizi'nde sınırlı faaliyet göstermek zorunda kalan donanma, Çanakkale Deniz Savaşları'nda başarılı oldu. I. Dünya Savaşı'nın ardından donanma, Marmara Denizi'nde İtilaf kuvvetlerinin kontrolü altına girdi.

Osmanlı öncesi dönem​

Anadolu Selçuklu Devleti sonrası Anadolu Beylikleri Anadolu Selçuklu Devleti sonrası Anadolu Beylikleri
1071 yılında yapılan Malazgirt Muharebesi'nden beri Anadolu'ya yerleşmekte olan Selçuklu Devleti, 1081 yılında Ege'ye ve Marmara'ya ulaşmıştı Bizanslılar'dan ve Cenevizliler'den öğrenilen tekniklerle ilk donanma çalışmalarına başlandı. Çaka Bey, İstanbul'da esir olduğu süreçte bu teknikleri öğrendi, III. Nikiforos'un ölümü üzerine tahta çıkan yeni Bizans imparatoru I. Aleksios, Çaka Bey'i serbest bıraktı ya da Çaka Bey kaçtı. Bunun üzerine İzmir'de Çaka Beyliği kuruldu. Burada bilinen ilk Türk donanması kuruldu, 1089'da Midilli ve 1090'da Sakız ele geçirildi. İznik'te Ebülkasım, yeni bir donanma inşasına başladıysa da Bizans'ın müdahalesi ile gemiler yakıldı. Anadolu Selçuklu Devleti döneminde ticaret güvenliğini sağlamak için denizciliğe ağırlık verildi, 1207 yılında liman kenti olan Antalya ele geçirildi. Sinop'ta tersane kuruldu. I. İzzeddin Keykavus, 1214'te Kıbrıs Krallığı ve 1216'da Venedik ile ticaret anlaşması imzaladı. Mısır ile deniz ticareti vardı, bu döneme denk gelen Haçlı Seferleri Selçuklu ticaretini olumsuz etkiliyordu. Antalya kaybedilince Selçuklular 1216'da şehri geri aldı. 1220'de tahta çıkan I. Alaeddin Keykubad, o dönemde Kalonoros olarak bilinen Alanya'yı fethetti ve Alaiye adını verdi. Alanya'da tersane kuruldu, bu tersane ilk organize tersane olarak görülmektedir. 1225 yılına kadar Alanya ile Silifke arasındaki birçok kıyı kalesi ele geçirildi. Ayrıca Keykubad, 1224 yılında Hüsameddin Çoban komutasında bir Karadeniz donanması hazırlattı ve sefere çıkıldı, Kırım'ın Sudak kenti ele geçirildi.

Sudak'taki Selçuklu hakimiyetinin ne kadar sürdüğü bilinmemekle beraber, 1239'da Moğol istilaları'na kadar Selçuklu hakimiyetinde kaldığı tahmin ediliyor.Keykubad'ın ölümünden sonra tahta çıkan II. Gıyaseddin Keyhüsrev döneminde Moğol istilaları başladı ve Kösedağ Muharebesi ile devlet zayıfladı, aralarında Sinop'un da bulunduğu birçok Karadeniz bölgesi Trabzon İmparatorluğu tarafından ele geçirildi ancak 1266'da Sinop geri alındı. Kösedağ Muharebesi'nden itibaren Anadolu Selçuklu Devleti, Moğollara bağlı hale geldi.


Özellikle Batı Anadolu'da birçok uç beyliği kuruldu, bu beyliklerden bazıları denizcilikle ilgilendi. Denizci beyliklerden bazıları Karesioğulları, Aydınoğulları, Menteşeoğulları ve Saruhanoğulları idi. Bu beyliklere ait deniz kuvvetleri, Ege'de akınlar yaptı. Karesioğulları Beyliği, kurduğu tersanede gemiler inşa etmekte idi. Aydınoğlu Gazi Umur Bey, Ege Denizi'nde birçok başarı elde etti ve Çanakkale Boğazı ile Rodos arasında kesin bir hakimiyet kurdu. XIV. yüzyılda Osmanlı Beyliği genişlemeye başladı, zamanla bu beylikler hakimiyet altına alındı ve Osmanlı donanmasının temelleri atıldı.

Kuruluş dönemi​

Tarihçi David Nicolle'e göre İmralı Adası'nın ele geçirilişi (1308) Osmanlıların ilk denizaşırı teşebbüsü kabul edilebilir. 1323 yılında Marmara Denizi'ne ulaşan Osmanlı Devleti, 1324 yılında Karesioğulları Beyliği'nin 24 gemiden oluşan yardımını aldı. Bu yardım kuvvetinin başında Karamürsel Bey bulunuyordu. Bu donanma ilk olarak Marmara Denizi'nde güvenliği sağlıyordu. 1327 yılında Karamürsel'de ilk tersane kuruldu ve ilk Osmanlı gemileri inşa edildi.Osmanlı donanması hiyerarşik düzene geçmişti, 1324 ilâ 1390 yılları arasındaki donanma komutanlarına Derya Beyi denmekte idi. 1337 yılında İzmit'in ele geçirilmesinden sonra Marmara Denizi'ndeki Osmanlı hakimiyeti kuvvetlendi, 1353 yılında Rumeli'ye geçiş kolaylaştı.

XIV. yüzyılda, Karamürsel'in yanı sıra Edincik'te, Gelibolu'da ve İzmit'te tersaneler kuruldu. Bunlardan en büyüğü 1401 yılında I. Bayezid tarafından kurulmuş olan Gelibolu tersanesi idi. Kuruluş döneminde Osmanlı donanması, Çanakkale Boğazı'nı elde tutmak ve Marmara'nın güvenliğini sağlamak ile görevlendirilmişti. 1390 yılından itibaren donanma komutanlarına Kaptan-ı Derya (Kaptan Paşa) denmeye başlandı. Bayezid, İstanbul'u kuşattığında donanmadan yararlandı ama Haçlıların gelmesi sebebiyle kuşatmayı kaldırdı. Ankara Muharebesi'nden sonra başlayan Fetret Devri'nde Osmanlı donanmasının durumuna dair bilgi bulunamamaktadır. Fakat bundan sonra tahta çıkan I. Mehmed döneminde, 1416 yılında Venedik ile deniz savaşı yapıldı ve savaşı Osmanlılar kaybetti, barış anlaşması yapıldı. II. Murad döneminde ise, Osmanlı donanması Venedik'e üstünlük sağladı. 1430'da Selanik kuşatma altında iken Venedik donanması Çanakkale önlerine geldi, yapılan deniz muharebesini Osmanlı donanması kazandı ve bundan sonra Selanik ele geçirildi.

1451 yılında tahta geçen II. Mehmed, İstanbul'un Fethi için hazırlıklara başladı. Bu hazırlıklarda Osmanlı donanması güçlendirildi. Yüz elli parçadan oluşan (Bazı Rum tarihçilere göre dört yüzden fazla) bir Osmanlı donanması hazırlanmıştı.

Fatih, kuşatmada donanmadan yararlandı. 21 Nisan'ı 22 Nisan'a bağlayan gece, birkaç Osmanlı gemisi karadan yürütülerek Haliç'e indirildi. İstanbul fethedildikten sonra II. Mehmed, 1455 yılında Tersane-i Amire'yi kurdu ve Osmanlı donanmasının yeni merkezi İstanbul oldu.

Yükselme dönemi​

Yükselme dönemine girildiğinde Osmanlı Devleti'nin birden fazla tersanesi bulunuyordu. II. Mehmed döneminde denizlerde birçok sefer yapıldı, Trabzon, Amasra alındı, 1463'te 16 yıl sürecek Osmanlı-Venedik Savaşı başladı. Gelibolu'da yapılan gemiler ile Ege'de birkaç bölge ve Gedik Ahmet Paşa komutasında Karadeniz'in kuzeyi kontrol altına alındı. 1479'da Osmanlı donanması, İyonya Denizi'ndeki birçok adayı ele geçirdi. 1480 yılında Otranto, Gedik Ahmet Paşa komutasındaki donanma tarafından zaptedildi, bu adanın zaptedilmesindeki amacın Venedik'i Adriyatik'e hapsetmek olduğu tahmin edilmektedir. Fakat Cem Sultan sorunu sebebiyle Otranto unutuldu.

II. Bayezid döneminde Osmanlı donanması gelişimini sürdürdü, Endülüs'teki Müslümanlara verilen destek için Kemal Reis komutasındaki Osmanlı donanması Akdeniz'in batısına açıldı ve İspanyol donanmasına üstünlük sağladı. 1499 yılında Venedik ile başlayan savaş, Osmanlı üstünlüğü ile sona erdi. 1512 yılında Osmanlı tahtına I. Selim geçti, Memluk Devleti ile olan savaşlarında donanmadan lojistik destek aldı. Mısır'ın fethi ile Baharat yolu'nun Akdeniz çıkış noktası tam kontrol altına alındı. 1513 yılında Pîrî Reis, çizdiği dünya haritasını padişaha sundu. I. Selim, Mısır'ın ve Suriye'nin fethinden sonra eldeki tersanelerin yetersiz olduğunu düşünerek Tersane-i Amire'yi büyüttü, aynı anda 130 adet gemi yapabilecek bir kapasiteye erişti. Ardından Süveyş'te, Rusçuk'ta, Birecik'te tersaneler kuruldu, nehirler üzerinde kurulan tersaneler ince donanma inşa etmekte idi. Bu arada Barbaros Hayreddin Paşa, Osmanlı idaresine katılmıştı ve bu da Osmanlı denizciliğini olumlu etkiledi. 1520 yılında I. Selim öldü ve tahta I. Süleyman geçti, Belgrad'ın ele geçirilmesi için kara ordusunda hazırlıklar yapılırken, Tuna Nehri'nde ince donanma toplanmakta idi. Sonuç olarak şehir ele geçirildi. Aynı yıl Pîrî Reis, Kitâb-ı Bahriye adındaki kitabı hazırlamıştı. Kitapta Akdeniz'in birçok detaylı haritası bulunmaktadır. 1522 yılında Rodos adası kuşatıldı, kuşatmaya Kurdoğlu Muslihiddin Reis komutasındaki 400 gemiden oluşan Osmanlı donanması destek verdi, ada ele geçirildi. 1528 yılında Pîrî Reis, çizdiği ikinci dünya haritasını padişaha verdi.

1533/34 yılında Barbaros Hayreddin Paşa, İstanbul'a geldi ve kaptan-ı derya ilan edildi, Osmanlı donanması daha da güçlendirildi. 1538 yılında Barbaros, Andrea Doria komutasındaki sayıca çok üstün haçlı donanması ile Preveze açıklarına karşılaştı ve haçlı donanmasını yendi, hiç gemi kaybı olmayan Osmanlı donanması, çok sayıda haçlı savaş gemisini batırdı.. Osmanlı donanmasının bu büyük zaferinden sonra Osmanlı Devleti, Akdeniz'in hakim gücü olarak görülmeye başlandı.

1543 yılında Fransa'nın yardım talebi üzerine Barbaros Hayreddin komutasında 100 ilâ 160 arasında savaş gemisinden oluştuğu tahmin edilen donanma sefere çıktı. Osmanlı askerleri Fransızlar tarafından törenle karşılandı ve 20 Ağustos 1543 tarihinde Nice ele geçirildi. Fransız - Osmanlı askeri iş birliğinde Barbaros, Fransız donanmasının eksiklerinden çok defa sitem ediyordu, barut fıçıları zannettiği fıçılar aslında şarapla dolu idi. Toulon limanı geçici süreliğine Barbaros'un emrine verildi; bölgedeki kiliseler camiye çevrildi, Osmanlı parası geçerli kılındı ve Osmanlı askerlerinin ikâmeti sağlandı. 1544 yılında I. François, V. Karl ile barış yaptı ve Osmanlı deniz desteğine ihtiyaç kalmadı, 1546 yılında Barbaros Hayreddin öldü. Barbaros'un ölümünden sonra Fransız - Osmanlı yardımlaşması devam etti. Fas ile Mostaganem Muharebesi'ne kadar devam edecek çatışmalar başladı, Cezayir'de Fas saldırıları püskürtüldü.

Barbaros sonrası dönemde Turgut Reis ile Piyale Paşa, Balear Adaları'na saldırılarda bulundu ve Korsika ile beraber Trablusgarp kıyıları ele geçirildi. 1560 yılında Kuzey Afrika'da Habsburg hakimiyetini pekiştirmek için, çok sayıda savaş gemisinden oluşan bir haçlı donanması oluşturuldu. Haçlı donanması Cerbe Adası'nı ablukaya aldı ve kale ele geçirildi, fakat Piyale Paşa beklenenden oldukça erken geldi ve 9 Mayıs 1560 tarihinde muharebe başladı.Muharebede Haçlı donanması hisar ile Osmanlı donanması arasında düzen almıştı, Osmanlı donanmasının düzeni ise yarım ay şeklinde idi.Osmanlı donanması Haçlı savaş düzenini parçalamayı başardı, deniz muharebesi sürerken Haçlı donanması komutanı Giovanni Andrea Doria kaçtı; Osmanlı donanması galip geldi ve Temmuz ayında Cerbe kalesi de ele geçirildi. Kalenin fethinden sonra İspanyol komutan Don Alvaro de Sande esir alındı.26 veya 27 Eylül 1560 tarihinde Osmanlı donanması İstanbul'a geldi ve sevinç gösterileriyle karşılandı.

I. Süleyman saltanatının son zamanlarında, 1565 yılında Malta'ya Osmanlı deniz taarruzu başladı. 29 Mart 1565'te yaklaşık 180 parçadan oluşan Osmanlı donanması cephane yüklemelerini tamamladı ve denize açıldı.. Osmanlı donanması Malta'ya ulaştığında adada Avrupa'nın farklı yerlerinden gelmiş askerler ve şövalyeler bulunuyordu. Karaya asker çıkarıldı ve kuşatma başladı, fakat bir şarapnel parçası Turgut Reis'i başından yaraladı ve Turgut Reis öldü.] Saint Elmo kalesi ele geçirildiyse de diğer büyük kaleler ele geçirilemedi (St. Michaeld ve St. Anj kaleleri), bu arada Sicilya Krallığı - Napoli Krallığı ve Papalık Devleti bir donanma oluşturup yardıma yollamıştı, Eylül ayında Osmanlı donanması askerlerini toplayarak geri çekildi ve kuşatma böylece başarısızlıkla sonuçlandı. Osmanlılar 30.000 kadar asker kaybederken, Malta ve müttefikleri ise yaklaşık 7.000 kayıp vermişti. Malta yenilgisinin ardından 1566 yılında Ceneviz kontrolündeki Sakız Adası, Piyale Paşa tarafından kan dökülmeden zaptedildi ve böylece Ege Denizi'ndeki Ceneviz varlığı sona erdi. Yeni padişah II. Selim, önceki padişahlara nazaran zayıf ve silik bir padişah idi. Venediklilerin korsanlık yapması üzerine 1570 yılında Osmanlı donanması hazırlıklarını tamamlayarak Kıbrıs'ı ele geçirdi. Kıbrıs'tan sonra Osmanlı donanması hezimete uğradı, İnebahtı Deniz Muharebesi'nde Osmanlı donanması ile Haçlı donanması karşı karşıya geldi ve çok sayıda kayıp verildi. Muharebeyi hangi tarafın kazandığı hakkında şüpheler vardır. Osmanlı Devleti, bu kayıpları telafi edebildi ve Osmanlı donanması yeniden denizlere açıldı, fakat İnebahtı'daki asker kayıpları ciddi bir eksiklik teşkil etti. 1574 yılında Tunus, Kaptan-ı Derya Kılıç Ali Paşa tarafından ele geçirildi ve Akdeniz'deki Osmanlı kontrolü güçlendi.

Hint ve Kızıldeniz Seferleri​

Hint seferinde Osmanlı donanması Hint seferinde Osmanlı donanması
1515 yılında Portekiz Krallığı, Hürmüz Adası'nı ele geçirdi ve Müslümanların ticaret gemilerine karşı korsanlık yapmaya başladı. Portekizliler, Hicaz'ı tehdit etmekteydi; 1517 yılında Selman Reis komutasında Cidde kenti savunuldu. Hadım Süleyman Paşa, Aden'in ve Yemen'in ilhak edilerek Portekiz tehlikesinin savuşturulabileceğini bildirdi ve kuvvetli bir donanmanın hazırlanması için I. Süleyman'dan izin aldı. Bölgenin önceki hakimi Memluk Devleti, ormanların yokluğu sebebiyle kuvvetli bir donanma kuramamıştı. Ancak Osmanlı Devleti'nin özellikle Anadolu'da geniş ormanları vardı, buradan getirilecek kereste ile Süveyş'te bir donanmanın kurulması emredildi. 1525 yılında Süveyş'te bir deniz üssü kuruldu ve 1530 - 31 arasında 60 adet geminin getirdiği malzemeler ile yaklaşık 80 gemiden oluşan bir donanma oluşturuldu. Bu arada Hadım Süleyman Paşa, Safevi Devleti'ne karşı savaşmak üzere doğuya gitmişti. 1536 yılında Gucerat Sultanlığı'ndan üç gemilik bir elçi filosu geldi, değerli eşyalar getiren elçiler, Portekiz'e karşı Osmanlı Devleti'nden yardım istedi. Yeni gemiler inşa edildi ve donanmanın eksikleri giderildi; donanmada 800 Hristiyan asker mevcut idi. 13 Haziran 1538 tarihinde 20.000 asker ile sefere çıkıldı. Süleyman Paşa'nın donanması 85 adet gemiden oluşuyordu. Bu arada Portekizlilerin istihbarat için gönderdiği iki gemi ele geçirilmişti. Yine de Portekiz Krallığı, Osmanlı donanmasının planını öğrenmişti ve Hint Okyanusu'nda önlemler almışlardı. Hadım Süleyman Paşa, 3 Ağustos'ta Aden önlerine geldi ve kent zaptedildi.Selman Reis'in eski kölesi Hoca Sefer artık bir vali idi, Hoca Sefer, Hindistan'da müttefikler buldu ve Diu kalesi kuşatıldı. Fakat Hoca Sefer yaralandı, bu arada Osmanlı donanması savaş düzeninde yaklaşmakta idi ve durumu Portekizliler öğrendi. 4 Eylül 1538 tarihinde donanma, Diu önlerine demirledi. 4 Eylül'e kadar birçok gemi fırtınalar sebebiyle kaybolmuş ve donanma güç kaybetmişti. Süleyman Paşa, kaleyi 700 askerin savunduğunu öğrendi; bunun üzerine herhangi bir deniz savaşı yapılmadan kaleye taarruz edilmesi kararlaştırıldı. Bir Portekiz gemisi limandan ayrıldı, Osmanlı gemileri yetişemedi ve gemi Goa'ya giderek Osmanlı donanmasının geldiğini haber verdi. Diu kıyılarına 700 yeniçeri çıkarıldı, yeniçerilerin bölge halkına olan disiplinsiz davranışları neticesinde Hint müttefikler Osmanlı kuvvetlerinin yanından ayrıldı. Olayın tanıklarına göre yeniçeriler, kendilerini sevinçle karşılayan Hintlerin evlerini yağmalamış ve kadınlara tecavüz etmişti; Hint müttefik ordusunun komutanı Ali Can, askerlerin gözü önünde sakalları çekilerek küçük düşürülmüştü. Ali Can, tüm Hint ordularını Osmanlı ordusunun yanından geri çekti ve Osmanlı ordusuna yiyecek yardımı kesildi. Diğer Hint hükümdarlıkları da yardım etmedi. Bölgede yalnız kalan Osmanlı ordusu, 10 Eylül'de taarruza geçti. Hoca Sefer, iki gemiyi birbirine sabitleyerek üzerine bir kule inşa ettirdi. Kulenin içi barut doluydu, plana göre gemiler kıyıya yanaşacak ve bu kule ile Portekiz kalesi tahrip olacaktı. Fakat Portekizliler bu kuleyi gece karanlığında yaktı. Yapılan taarruzlara rağmen kale düşmedi, 2 Kasım'da askerler gemilere geri döndü ve yaralılar karada terk edildi; kuşatma sona erdi. Hoca Sefer'in birlikleri de bundan dört gün sonra geri çekildi ve savaş fiilen sona erdi. Görüş ayrılıkları sebebiyle Portekiz donanması taarruz etmedi ve bir deniz savaşı yaşanmadı. Dönüş yolunda beş Osmanlı gemisi battı, Portekizli esirler öldürüldü. 1547 yılında Süveyş donanmasının başına Pîrî Reis atandı, Aden, Ali bin Süleyman el Tavlaki adındaki Arap şeyhin isyanı sonucu elden çıkmıştı. 29 Ekim 1547 tarihinde Pîrî Reis, donanması ile Aden'de kontrolü sağlamak üzere denize açıldı; kale denizden donanma ile, karadan da sancakbeyi Kasım tarafından kuşatıldı. Yakınlarda bulunan Portekiz gemileri kaçtı, kuşatma sonucunda kale ele geçirildi. I. Süleyman, Pîrî Reis'in Portekizliler farketmeden Basra'ya geçmesini, orada donanmasına asker ve gemi takviyesi yaparak Hürmüz adasını fethetmesini emretti. Fakat Pîrî Reis harekâtın gizli kalmasını başaramadığı gibi yeterince takviye de almadı, 1552 yılında yapılan kuşatma başarısız oldu ve Pîrî Reis idam edildi. İdamı hakkında çeşitli iddialar vardır, Portekizlilerden rüşvet aldığı için idam edildiği bu iddialar arasındadır. 1554 yılında Seydi Ali Reis komutasındaki Osmanlı donanması, Portekiz donanmasını yendi. Fakat gelen yeni Portekiz saldırıları karşısında donanma yıprandı, Ali Reis elinde kalan birkaç gemi ile Gucerat Sultanlığı'na sığındı ve 1556'da İstanbul'a döndü. Bu seferlerin ardından Sumatra'daki Açe Sultanlığı, Osmanlı Devleti'nden yardım istedi. Açe sultanı Alâeddin'in mektubu İstanbul'a ulaştığında I. Süleyman ölmüştü, yerine geçen yeni padişah II. Selim bu isteği olumlu cevapladı ve Osmanlı denizcileri, Sumatralıları eğitmeye başladı. Osmanlı donanması Hint Okyanusu'nda kesin hakimiyet kuramadı ancak Müslümanların Portekizlilere karşı direnmesine olanak sağladı.

Duraklama dönemi​

Duraklama döneminden itibaren Osmanlı donanmasına verilen önem azaldı. Bu dönemde Osmanlı Devleti'nin kara ve deniz gücü zayıflamaya başladı. Sokollu Mehmed Paşa'nın çabalarına rağmen Don-Volga Kanal Projesi başarısız oldu, bu da Osmanlı donanmasının Rusya içlerine kadar müdahale edebilmesini engelledi. Kaptan-ı Derya Kılıç Ali Paşa'nın 1587'deki ölümüne kadar Akdeniz'deki Osmanlı kontrolü güçlükle de olsa devam edebildi. Bu arada dünya deniz ticareti okyanuslarda ağırlık kazandı ve Osmanlı bütçesi açık verdi. Rus Çarlığı, Hazar Gölü'ne kadar gelmişti ve bu sebeple orada da Osmanlı donanması kuruldu. Osmanlı donanması ağırlıklı olarak kadırgalardan oluşuyordu ancak yüz yıldan uzun zaman sonra Mezamorta Hüseyin Paşa döneminde kalyonlara gereken önem verilebildi. 1580 yılında İspanyol İmparatorluğu'nun Portekiz'i işgal etmesi üzerine Hint Okyanusu'nda seferler yapıldı, 1585 yılında Emir Ali Bey komutasındaki Osmanlı donanması Mombasa'ya kadar ilerledi. 1589'da Osmanlılar tekrar sefere çıktı, fakat Kenya'daki bazı kabilelerin Portekiz'i desteklemesi ve Portekiz donanmasının geri dönmesi üzerine başarısız olundu.

1593-1606 Osmanlı-Avusturya Savaşı'nda Osmanlı donanmasının faaliyetleri hakkında kaynak bulunamamaktadır ancak Osmanlı ordusunun Tuna Nehri'ni geçerken ince donanmadan yararlandığı biliniyor. 1609 yılında donanma Akdeniz'e açıldı, Malta - Floransa birleşik donanmasının Mısır'ın deniz yolunu abluka altına alması üzerine Kıbrıs'a yönelen Osmanlı donanması, burada Malta - Floransa donanmasını takibe aldı ve muharebe başladı, birleşik donanmada Türklerin Kara Cehennem dediği büyük bir kalyon da bulunuyordu. Muharebede Kara Cehennem ve birkaç kalyon kontrol altına alındı, yaklaşık 160 adet top ve 2000 kadar tüfek ele geçirilmiş, 500 denizci de esir edilmişti. Kabe'nin onarılması için İstanbul'dan gönderilen malzemeler deniz yoluyla Mısır'a gitmekte idi, bu gemiler Osmanlı donanması tarafından korundu. 1613 yılında Osmanlı donanması, İspanyol donanmasına karşı yenildi ve yedi kadırga kaybedildi, Floransa donanması Silifke'yi vurdu. 6 Temmuz 1614 tarihinde Osmanlı donanması, Malta önlerine geldi ve çıkarma yapıldı. Osmanlı askerleri, üzerlerine gelen süvari ve piyade kuvvetlerini yendi, Malta başarıyla yağmalandı ve ganimetler yüklenerek geri dönüldü. Aynı yıl, Kazaklar, Karadeniz'de bir Osmanlı liman kenti olan Sinop'a baskın yaptı ve şehir yağmalandı, baskın yapan Kazakların çoğu dönüş yolunda yakalandı ve öldürüldü. Osmanlı Devleti'ne karşı yapılan bu savaşlara Venedik katılmamıştı, bundan dolayı Venedik ile ilişkiler olumlu gelişme gösterdi ve 1614'te bir ticaret antlaşması imzalandı. 1616 yılında, Karadeniz'de dolaşan Kazak gemileri üzerine sefer yapıldı ama sonuç alınamadı. I. Ahmet döneminde Akdeniz'deki Osmanlı deniz ticareti korunmaya çalışıldı, Fransa ve Venedik ile ticari ilişkiler gelişti ve Kuzey Afrika'daki Osmanlı otoritesi güçlendirildi. IV. Murad devrinde, Bağdat Seferi'ne çıkılınca Venedik savaş açtı. Venedikliler Dalmaçya'yı işgal etti, Venedik donanması ile Osmanlı donanması karşı karşıya gelmedi ve sonunda barış yapıldı, Dalmaçya iade edildi. Sultan İbrahim döneminde Venedik ile tekrar savaş başladı, Girit'e Osmanlı donanması sefer yaptı ancak Kandiye ele geçirilemedi, Venedik'in adaya olan lojistik desteği engellenemedi. Kaptan-ı Derya Kara Musa Paşa bu savaşta öldü. Girit Seferi'nde Osmanlı donanması, Haçlı donanmasına karşı da mücadele etmek zorunda kaldı. Fakat Otuz Yıl Savaşı sebebiyle güçlü bir Haçlı donanması oluşturulmadı, bu da Osmanlı donanması lehine bir gelişme idi. Girit, Fransızlar tarafından ciddi düzeyde desteklendi ve savaş uzadı, bu arada 1654 yılında Venedik donanması Çanakkale Boğazı'nı ablukaya aldı. Kara Mehmed Paşa komutasındaki Osmanlı donanması saldırıya geçti, Venedik donanması 6 gemi ve çok sayıda kayıp vererek mağlup edildi.Girit ile deniz bağlantısı tekrar sağlandı, fakat Venedik donanması tekrar Çanakkale önlerine geldi. Sarı Kenan Paşa komutasındaki Osmanlı donanması ablukayı kırmak istedi, fakat ağır bir yenilgi alındı; yaklaşık 100 gemisi batan ve çok sayıda kayıp veren Osmanlı donanması dağıldı ve Limni ile Bozcaada düştü. Venedik donanmasının Marmara'ya girmesinden endişe duyulurken Köprülü Mehmed Paşa sadrazam oldu, Osmanlı donanması toparlandı ve 1657'de Topal Mehmed Paşa komutasında saldırıya geçildi; Venedik donanması dağıldı ve amirali Lazzaro Mocenigo öldü, Limni ile Bozcaada geri alındı. 27 Eylül 1669 tarihinde çok ağır kayıplar neticesinde Kandiye düştü ve Girit, Osmanlı kontrolüne geçti.

II. Viyana Kuşatması'nın ardından bir haçlı birliği oluşturuldu ve Osmanlı-Kutsal İttifak Savaşları başladı. Papalık, Cenova ve Venedik Osmanlı ile deniz savaşları yaptı. 13 Temmuz 1690 tarihinde Osmanlı ordusu Edirne'den yola çıktı, orduyu desteklemek için Mezamorta Hüseyin Paşa komutasındaki 34 gemilik ince donanma da Tuna Nehri'nde ilerliyordu. Bu ince donanma ile Belgrad'ı basan Mezomorto Paşa, Vidin'de de Osmanlı ordusunu destekledi. II. Ahmet devrinde Venedik donanması sık sık Ege Denizi'ne baskınlar yaptı ve Girit saldırıya uğradı. Eylül 1694'te Venedik donanması Sakız Adası'na saldırdı, ada halkının da Venedik'i desteklemesi ile ada Venedik kontrolüne geçti] Bu arada II. Ahmet öldü ve yerine II. Mustafa geçti; Mezamorta Hüseyin Paşa adayı geri almak üzere denize açıldı. 9 Şubat 1695 tarihinde yapılan Koyun Adaları Muharebesi kesin Osmanlı zaferi ile sonuçlandı, Sakız adasının bu sayede lojistik desteği kesildi ve 21/22 Şubat 1695 tarihinde ada geri alındı. Sakız'ın geri alınması için Mezomorto Paşa donanmayı uzun süre hazırladı. Belgrad, İzmir, Selanik, Kocaeli ve Malatya illerinden ham madde desteği ile üretim yapıldı, işe yaramayan toplar eritilerek el bombaları ve güherçile temin edildi. Ayrıca 60 adet fırkateyn denize indirildi ve donanmaya katıldı, Osmanlı donanmasında kalyonlara ağırlık verilmeye başlanmıştı. Koyun Adaları Muharebesinden sonra Mezamorta Hüseyin Paşa, kaptan-ı derya oldu ve Venedik'e karşı deniz seferlerini sürdürdü. 1699 yılında Karlofça Antlaşması yapıldı ve bu sayede Venedik ile deniz savaşları sona erdi, Mezamorta Hüseyin Paşa donanmaya birçok yenilik getirdi ve kalyon sınıfını güçlendirdi.

Gerileme ve dağılma dönemi​

Mahmudiye kalyonu Mahmudiye kalyonu
Kaptan-ı Derya Mezamorta Hüseyin Paşa'nın ölümünden sonra Çorlulu Ali Paşa'nın sadrazamlığında donanmada iyileştirmeler yapıldı, yeni gemiler donanmaya katıldı. 1711 yılında Rusya ile Prut Muharebesi yapıldı ve Azak Kalesi geri alındı, Azak Denizi yeniden Osmanlı kontrolüne geçti. Ancak bu savaş esnasında Osmanlı donanmasının faaliyette bulunup bulunmadığı bilinmiyor. 1715 yılında Avusturya-Venedik ikilisi ile Osmanlı arasında savaş başladı, Silahdar Damat Ali Paşa karadan taarruza geçerken, Canım Hoca Mehmed Paşa donanması ile denize açıldı. Mehmed Paşa, Mora'nın çevresindeki adaları ele geçirdi, karadan ilerleyen ordunun da taarruzu ile Mora tamamen kontrol altına alındı. 1717 yılında Kaptan-ı Derya Kel Hoca İbrahim Paşa komutasındaki Osmanlı donanması; Portekiz, Malta, Papalık ve Venedik dörtlüsünün donanmasını ağır kayıplar neticesinde mağlup etti. 1718 yılında barış yapıldı, Mora'daki Osmanlı hakimiyeti tanındı. 1730 yılında çıkan Patrona Halil İsyanı sonucunda Kaptan-ı Derya Kaymak Mustafa Paşa öldürüldü. 1735 yılında Rusya-Avusturya ikilisi ile Osmanlı arasında savaş başladı, bu savaşta Ruslar Azak Kalesini ele geçirdi ve Azak Denizine indi. Savaşın ardından 1739'da imzalanan Belgrad Antlaşması ile Azak Kalesi yıkıldı, Rusların Karadeniz'deki ticaret haklarına kurallar getirildi ve Karadeniz'de küçük bir Osmanlı donanması kuruldu.

1768 yılında başlayan Rus-Osmanlı Savaşı'nda Osmanlı Donanması yakıldı, baskına uğrayan Osmanlı Donanmasının çok sayıda savaş gemisi battı. 1774 yılında yaklaşık 30 savaş gemisinden oluşan bir filo, Kerç Boğazı'nda Rus Donanmasına baskın yaptı, bu muharebenin kesin sonucu bilinmemektedir. Rus Çarlığı ile olan savaş bitince, Kaptan-ı Derya Cezayirli Gazi Hasan Paşa donanmanın yetersizliğini fark etti ve III. Mustafa'nın da iznini alarak yabancı ülkelerden askeri uzmanlar getirdi, donanmanın modernleşmesi için çalışmalar başlattı. 1773'te, Fransız subay Baron de Tott'un da girişimleri ile Mühendishane-i Bahrî-i Hümâyûn kuruldu. Bu okul modern donanma eğitiminin verildiği bir kuruluş özelliğine sahipti.Fransa'dan gelen ve 1770-1784 yılları arasında inceleme yapan Bonneval, donanmanın modernleşmesi üzerine bilgiler verdi. 1784'te Fransa ile teknoloji alışverişi için çalışmalar yapıldı ve aynı yıl, Fransa'dan gelen bir mimar ekibi modern kalyonların inşasına başladı. Bu ekibin mevcudu zamanla 23'e kadar ulaştı. Fransız uzman Le Bruns'un çalışmaları ve 12 kişilik İsveçli bir ekibin de desteği ile Osmanlı Devleti'ndeki bilinen ilk kuru havuz kuruldu. 1798 yılında Napolyon ile başlayan savaş üzerine bu uzmanların çoğu İstanbul'dan ayrılmak zorunda kaldı. Ahmed Hoca, Molla Mustafa, Dimitri Kalfa, Nikola Kalfa, Nevsim Kalfa ve İsmail Kalfa isimli mimarlar, bu yabancı heyetlerden öğrendikleri ile gemi yapımlarında çalıştı.

III. Selim döneminde donanma için Tıphane ve Cerrahhane de açıldı. 1804 yılında Umûr-ı Bahriye Nezareti (Denizcilik Bakanlığı) kuruldu. II. Mahmud döneminde yenileşme hareketleri hız kazandı. Bu arada 1807 yılında Britanya İmparatorluğu ile bir savaş çıktı ve 1809'da sona erdi. Kale-i Sultaniye Antlaşması ile Britanya'nın kapitülasyon hakları devam etti ve boğazlardan başka devletlerin askeri gemilerinin geçişine dair yasak devam etti. Yunan isyanı'nda Kavalalı Mehmed Ali Paşa, donanması ve kara ordusu ile Osmanlı Devleti'ni destekledi. 1827 yılında Mısır ve Osmanlı donanmaları, Birleşik Krallık, Fransa ve Rusya donanmaları tarafından savaş ilanı olmaksızın Navarin'de yakıldı.Navarin'de 58 savaş gemisi battı, çok sayıda tecrübeli Osmanlı denizcisi öldü. Navarin'deki saldırının ardından II. Mahmud, modernleşme çalışmalarında Avrupalılardan uzaklaştı ve Amerika Birleşik Devletleri'ne yanaştı. 1830'da ABD ile ticaret antlaşması imzalandı. Bu arada, 31 Aralık 1828'de Mehmed Efendi ve Mehmed Kalfa isimli mimarların inşa ettiği Mahmudiye denize indirildi. İstanbul'a gelen Sir Adolphus Slade tarafından da en büyük kalyon olarak nitelendirilen Mahmudiye, 1874 yılında memur maaşlarının ödenmesi için söküldü ve parçaları satıldı. 1831 yılında Henry Eckford, bir Amerikan muhribi ile İstanbul'a geldi ve Osmanlı donanmasına dair rapor sundu. Amerikan savaş gemileri tarzında gemi yapımına başlandı ancak Eckford uyum sağlayamayarak İstanbul'dan ayrıldı. Eckford'un ardından gelen Forster Rhodes, gemi yapım çalışmalarını sürdürdü ve 1835 yılında Nusretiye kalyonu denize indirildi. İstanbul'da ilk buharlı gemiler de Rhodes'in girişimleri ile denize indirildi. 1839 yılında II. Mahmud öldü. Bunun üzerine Amerikalı uzmanlar istifaya zorlandı; yeniden Avrupa ile ortak çalışmalar başladı. Ancak Amerikalı uzmanlar sayesinde Osmanlı tersanelerine modern denizcilik sanayisine girdi. Abdülmecid döneminde, 1840 yılında Bahriye Meclisi kuruldu. Bu meclis, Tersane-i Amire'nin her türlü işleriyle ilgileniyordu. Abdülmecid döneminde yelkenli gemilerin yerini buharlı gemiler almaya başladı. 1848 yılında Osmanlı Donanması 74 gemiden oluşuyordu.

Kırım Savaşı başlayınca, Balkanlar'da ilerleyen Osmanlı kuvvetleri deniz yoluyla desteklendi. Karadeniz filosu ikiye ayrıldı. İkinci filo Patrona Osman Paşa komutasında idi ve personeli tecrübesizdi. Bu filo Sinop'ta demirledi. 30 Kasım 1853 tarihinde, donanma personeli Cuma namazı için izinli iken Rus donanması baskın yaptı. Donanma ve şehir ateşe verildi, kıyıdan açılan Osmanlı topçu ateşi etki edemedi; Osmanlı donanmasının 11 adet gemisi battı ve 2700 asker kaybedildi. Kırım Savaşı'nda Birleşik Krallık, Fransa ve Osmanlı birleşik donanması kuruldu. Yeni kurulan donanma, 9'u Osmanlı olmak üzere 34 savaş gemisinden oluşuyordu. Bu yeni donanma Sivastopol Muharebesine denizden destek verdi ve karaya çıkarma yapıldı. Bu savaş ile donanma, askeri ve teknik konularda tecrübe kazandı. Britanya ve Fransa savaş gemileri, onarım için İstanbul tersanelerine geldi ve buradaki tersanelerde onların girişimleri ile yenilikler yapıldı. 1856 yılında imzalanan Paris Antlaşması ile savaş sona erdi ve Karadeniz'de Rus ve Osmanlı savaş gemilerinin bulunması yasaklandı. Abdülaziz döneminde mali sıkıntılara rağmen modernleşme çalışmaları hız kazandı. Tersane-i Amire'de, İzmit ve Gölcük tersanelerinde yenilikler yapıldı. Abdülaziz döneminde tersanelerin iyileştirilmesine rağmen yerli üretim tercih edilmedi, Birleşik Krallık'tan ve Fransa'dan savaş gemileri satın alındı. Bu satın alınma işlemleri dış borçlarla karşılanıyordu ve Osmanlı maliyesi zor duruma giriyordu.Abdülaziz tahttan indirildiğinde, Osmanlı donanması en güçlü donanmalar arasında görülmekte idi. Fakat, Osmanlı donanması sayıca güçlü olsa da nitelik bakımından zayıftı.

II. Abdülhamid döneminin ilk yılında Rusya ile savaş başladı. Bu savaşta Osmanlı donanmasının faaliyetleri hakkında bulunabilen tek bilgi, Mirliva Hasan Paşa'nın Kafkasya kıyılarını ablukaya almakla görevlendirildiğidir. Savaşın ardından, Kafkasya'dan göç edenlerin bir kısmı deniz yoluyla taşındı. II. Abdülhamid, savaşın ardından donanmayı Haliç'e hapsetti. 1882'de Mısır'ın Birleşik Krallık tarafından işgal edilmesi üzerine iki adet torpidobot ve buharlı deniz taşıtı (İstimbot) satın alındı. II. Mahmud döneminde olduğu gibi, bu dönemde de Amerikalı uzmanlar getirildi ve yenileme çalışmaları devam etti. Bu dönemde ABD'nin denizcilik teknolojisi takip edildi. 3 Nisan 1890'da Deniz Astsubayı Sınıfı kuruldu. 1892 yılında Abdül Kadir zırhlısı kızağa kondu; fakat teknik yetersizlikler ve mali sıkıntılar ile bu proje yıllarca sürdü ve 1914 yılında da iptal edildi. Bu arada, 1897 yılında başlayan savaş üzerine Osmanlı donanması, gövde gösterisi amacıyla denize açıldı; savaşın ardından donanma tekrar atıl kaldı. ABD'den gemi satın alınması ve gemilerin onarılması konusunda da çalışmalar yapıldı. 1899 yılında ABD'nin William Cramp Gemi Yapımı Şirketi'nden bir adet kruvazör sipariş edildi, Eylül 1901'de anlaşma imzalandı. Üç taksit halinde ödeme yapıldı, padişaha düzenli olarak gemi hakkında raporlar verildi ve Mecidiye kruvazörü, Nisan 1904'te fiilen donanmaya katıldı. 1901 yılında, Britanya'nın Armstrong Şirketi'ne bir adet kruvazör sipariş edildi ve Kasım 1902'de kruvazörün inşasına başlandı, bazı Türk subayları Britanya'ya gönderildi ve çalışmalar takip edildi. Taksitler ödendi, Nisan 1904'te Hamidiye kruvazörü, donanmaya katıldı. Aynı zamanda, Birleşik Krallık'tan iki adet vapur satın alındı. II. Abdülhamid için bir yat ve istimbot, Hamidiye ile beraber inşa edilip donanmaya katılmıştı. Kasım 1904'te Hamidiye, Mesudiye ve Mecidiye kruvazörleri incelendi, deneme atışları yapıldı. 1900 yılında Almanya'dan iki adet torpidobot sipariş edildi, donanmadaki bazı gemiler için araç gereç ve torpido satın alındı. Asar-ı Tevfik fırkateyni Almanya'da modernize edildi ve Eylül 1905'te çalışmalar bitti. Berk-i Satvet ve Peyk-i Şevket gemileri de dönemin son model Alman kazanları ile donatıldı.

Bununla beraber bazı Osmanlı savaş gemileri İtalya'da modernize edildi. 1904'te bir İtalyan firması olan Ansaldo-Armstrong ile Osmanlı hükûmeti, Tersane-i Amire'de kruvazör inşası için anlaştı. Tersane-i Amire'de üç adet korvetin tamir çalışmaları başladı. Eylül 1907'de Hamidiye'nin benzerinin inşa edilmesi için İtalyan şirketi ile anlaşma imzalandı, sipariş edilen savaş gemilerinin çalışmaları takip edildi ve bazen kontroller yapıldı. Geçmişte Britanya donanmasında hizmet etmiş Hasan Rami Paşa 1907 yılında donanmanın başına getirildi ve bu dönemde Amerikan ve Britanyalı uzmanların modernleşme çalışmalarındaki faaliyetleri arttı. 1907 yılında Osmanlı donanmasının savaş gemileri şöyleydi:

Gemi adıTonajıGemi adıTonajıGemi adıTonajıGemi adıTonajıGemi adıTonajıGemi adları
Zırhlı fırkateynKüçük zıhlı kruvazörİkinci sınıf toplu kruvazörTorpidobotDestroyerBirinci sınıf torpidobotlar
Mesudiye8972 tonFeth-i Bülend2761 tonAbdülhamid3830 tonPeyk-i Şevket775 tonTayyar270 tonAnkara, Urfa, Antalya, Kütahya, Sivas, Tokat, Musrur, Akhisar, Alpagot, Hamidiye, Yunus, Hamidabad, Sultan Hisar, Demir Hisar, Sivri Hisar
Avnillâh2362 tonAbdülmecid3250 tonBerk-i Satvet775 tonBursa290 ton
Muin-i Zafer2362 tonPeleng-i Derya850 tonSamsun290 ton
Asâr-ı Tevfik4613 ton

Bu arada yaklaşık 800 tonluk Drama isimli savaş gemisi, İtalya'dan sipariş edilmişti. 1904-1907 arasında Mesudiye, Asâr-ı Tevfik, Muin-i Zafer, Avnillah ve Feth-i Bülend isimli zırhlı savaş gemilerinde bakım çalışmaları yapıldı. Bu dönemde bazı torpido botlar ve gambotlar Tersane-i Amire'de inşa edildi. Torpido botların ve muhriplerin büyük kısmı yabancı ülkelerden sipariş edilmişti. 1910 yılına kadar sipariş edilen gemilerin tamamına yakını donanmaya katıldı. 1909'da, uzun süredir Haliç'te atıl durumda bekleyen Osmanlı donanması denize açıldı. Aynı yıl, 31 Mart Olayı ile II. Abdülhamid tahttan indirildi ve yerine V. Mehmed geldi. Donanma Cemiyeti kuruldu. Bu cemiyet, halkın bağışları ile donanmaya destek veriyordu. Yunan donanması ise torpido ve kruvazör yönünden güçlenmekte idi, bu donanma ile rekabet halinde olan Osmanlı donanmasının güçlendirilme çalışmaları devam etti. Osmanlı denizci subayları, donanmanın gelişmesi için iki aylık maaşlarından vazgeçti. Bir Britanya subayı olan Amiral Sir Douglas Gamble, Osmanlı donanmasının modernleşmesi için faaliyetlere başladı. Gamble, donanmadan yaşlı subayların çıkartılıp yerlerine eğitimli Britanya subaylarının getirilmesini gerekli gördü. Gamble, donanmanın ancak talim yapabilecek düzeyde olduğunu padişaha bildirdi. 1910 yılında Gamble'nin karşı çıkmasına rağmen Halil İbrahim Paşa, Bahriye Nazırı oldu ve donanmada Almanların etkisi artmaya başladı. Bunun üzerine Gamble istifa etti. Gamble'nin ardından Britanya subayı Sir H. P. Williams geldi. Osmanlı yönetimi, Almanlardan eski bir destroyer almaya karar verdi ve bu da tepki aldı; yine de Alman askeri ataşesi von Strempel, Osmanlı donanmasında Birleşik Krallık nüfuzunun tekrar artmasından endişeleniyordu. Harbiye nazırı Mahmud Şevket Paşa, Almanya'dan gemi alımını desteklemekte idi ancak Britanya siyasi ilişkilerin olumsuz etkilenmesinden kaygılanıyordu. Britanya ve Almanya firmaları arasında rekabet başladı. Bu arada Yunanistan donanmasına Averof kruvazörü katıldı. Alman donanmasından iki adet eski savaş gemisi 1.250.000 mark karşılığında satın alındı. Von Strempel'e göre Birleşik Krallık ile olan nüfuz yarışını Almanlar kazanmıştı. Brandenburg sınıfı SMS Kurfürst Friedrich Wilhelm ve SMS Weißenburg zırhlıları, isimleri Barbaros Hayreddin ve Turgut Reis yapılarak Osmanlı donanmasına katıldı. Bazı Fransa ve Britanya gazeteleri, Osmanlı'nın kandırıldığını ve gemilerin çok eski olduğunu belirten haberler yazdı. Bu gemilerin satın alınmasından sonra Mahmud Muhtar Paşa, Bahriye Nazırı oldu ve von Strempel ile yaptığı görüşmede Barbaros Hayreddin ile Turgut Reis zırhlılarının ücretsiz yenilenmesi gerektiğini söyledi. Ancak von Strempel gemilerin gayet iyi durumda olduğunu belirterek reddetti. Barbaros Hayreddin zırhlısının onarım çalışmaları başladı. von Strempel, Almanya'ya gönderdiği raporda Gazi Mahmud Paşa'ya söylediğinin aksine gemilerin eski olduğunu ve silah bakımından yetersiz olduğunu yazdı. Buna rağmen Gazi Mahmud Paşa, donanmadaki Birleşik Krallık nüfuzunun azaltılacağına dair von Strempel'e güvence verdi. Donanma Cemiyeti, Almanya'dan dört adet torpido bot satın aldı ve bu torpido botlar Gayret-i Vataniyye, Numune-i Hamiyyet, Yadigar-i Millet ve Muavenet-i Milliye isimleri ile Ağustos 1910'da Osmanlı donanmasına katıldı. Eylül 1911'de Barbaros Hayreddin ve Hamidiye savaş gemilerinin onarım çalışmaları sona erdi. Maliye Nazırının itirazlarına rağmen Birleşik Krallık'tan iki adet dretnot sipariş edildi, tüm taksitleri ödendi. Ancak Ağustos 1914'te Sultan Osman ve Reşadiye isimli bu dretnotlar hazır durumda iken Birleşik Krallık Deniz Kuvvetleri Bakanı Winston Churchill'in emri ile gemilere el konulacaktı.

Trablusgarp ve Balkan Savaşları​

İmroz Deniz Muharebesi İmroz Deniz Muharebesi
1911 yılında Trablusgarp Savaşı başladı ve İtalya, parasını aldığı halde Drama kruvazörüne el koydu. 1912 yılında İtalyan donanması, Beyrut limanına taarruz etti. Osmanlı donanması yenildi; İtalyanlar kayıp vermezken, Osmanlı donanmasının iki adet savaş gemisi battı. İtalyan donanması, Osmanlı Devleti'ni barışa zorlamak için Çanakkale Boğazı'na da saldırdı, fakat Osmanlı yönetiminde aksi yönde etki yaratınca Oniki Ada ve Rodos işgal edildi. Bu arada Osmanlı donanması, Anadolu ve Balkan kıyılarının saldırıya uğramaması için Selanik ile İzmir limanlarının önlerini mayınladı. Fakat bu bir deniz faciasına yol açtı; 29 Nisan 1912 tarihinde İzmir'den Selanik'e doğru yol alan Teksas adlı Amerikan gemisi mayına çarptı ve battı. Osmanlı donanması, Ege'de adalar işgal edilirken İtalyan donanması ile çatışmaya girmedi. Uşi Antlaşması ile savaş sona erdi. Savaş sırasında, 1911 yılında donanma komutanlığına Albay Tahir Bey getirilmişti. Bu dönemde tatbikatlar yapıldı.

1912 yılında, İtalya ile savaş sürerken Balkan Savaşları başladı. Balkan Birliği orduları, Osmanlı ordularına göre sayı ve deneyim bakımından güçsüzdü. Savaş başladığında Osmanlı Donanmasının envanterinde altı zırhlı gemi, iki zırhlı kruvazör, on bir muhrip, otuz torpido bot ve dokuz adet yardımcı gemi bulunuyordu. Bununla beraber, İstanbul'da iki adet denizaltı yapılmakta idi.Hamidiye ve Mecidiye savaş gemileri, donanmanın modern gemileri idi ve Averof kruvazörüne karşı koyabilirlerdi. 1897 yılındaki savaşta, Osmanlı donanması etkin bir şekilde savaşta yer almamıştı ve bu da Yunan donanmasına cesaret vermekte idi. Yunan Donanması, Fransız ve Britanya subayların yardımları ile personelini eğitti. Bununla beraber, Avrupalı şirketler ile anlaşarak savaş gemileri satın alınıyordu. Bulgaristan Krallığı ise, savunmaya dayalı küçük bir donanmaya sahipti ve kıyılarını mayınlamakla yetindi. Trablusgarp Savaşı devam ettiği için, Osmanlı Donanması herhangi bir yerde üslenmedi. Fakat Balkan Savaşları için bazı noktalarda kuvvetler hazır bulundu:

YerZırhlılarKruvazörlerKorvetlerMuhriplerTorpido botlarGambot
Çanakkale BoğazıBarbaros Hayreddin, Turgut Reis, Mesudiye, Asar-ı TevfikMecidiye-Basra, Samsun, YarhisarDemirhisar, Kütahya, Hamidabat, Akhisar-
İstanbul Boğazı-Hamidiye, Berk-i SatvetZuhafYadigar-ı Millet, Taşoz, Muavenet-i Milliye, Nümune-i HamiyyetSultanhisar, SivrihisarNevşehir
İzmir--Muini ZaferİzzettinTimsah, Yunus-
Selanik--Fethi Bülent, Necm-i ŞevketFuat--
Preveze----Antalya, TokatHamidiye, Alpagut
Süveyş Kanalı-Peyk-i Şevket--Beyrut, Malatya, Yozgat, Taşköprü-
Onarımda olanlar---Gayret-i VataniyyeBerkefşan, Pelengidarya, Draç-

16 Ekim 1912 tarihinde, verilen bir emir ile Karadeniz Harekâtı başladı. Varna - Burgaz arası deniz yolunun kesilmesi, rastlanan Bulgar gemilerinin tahrip edilmesi ve Bulgar limanlarının bombalanması emredildi. Bulgar limanlarının ablukaya alınacağı Osmanlı Devleti tarafından ilan edildi. Ancak bazı Avrupa devletleri, ticarete zarar vereceği için bunu protesto etti. 17 Ekim 1912 tarihinde, Albay Tahir Bey komutasında Barbaros Hayreddin, Turgut Reis zırhlı savaş gemileri ile Muavenet-i Milliye ve Taşoz muhripleri yola çıktı. Fakat çıkan bir fırtına sebebiyle saldırı gecikti. Bu gecikmenin sonucunda Bulgar donanması, Türk taarruzunu önceden öğrendi. Türk filosu, Varna limanına vardığında iki Bulgar torpido botu beklemekte idi. Osmanlı muhriplerinin taarruzu ile bu torpido botlar limana geri çekildi, ardından Turgut Reis ile Barbaros Hayreddin zırhlılarının bombardımanı başladı. Fakat kıyıların mayınlı olmasından endişelenen Albay Tahir Bey, zırhlıları kıyılara fazla yanaştırmadı. Türk filosu, bir gün boyunca liman önlerinde bekledi. 20 Ekim günü Muavenet-i Milliye, kömür ikmali için İstanbul'a gönderildi. Albay Tahir Bey komutasındaki filo, Burgaz'a kadar uzanan kıyıları gözetledi. Bu sırada Hamidiye kruvazörü personeli, bir Bulgar gemisinin personelini sorgulamış ve Burgaz kıyılarının 18 Ekim gününe kadar mayınsız olduğunu öğrenmişti. Osmanlı filosu bu fırsatı kaçırmış, gecikmişti. Sonuç olarak, Bulgar kıyı savunma mevzilerinin yerini bilmeyen Osmanlı filosu, kıyılara yaklaşarak etkili bir bombardıman yapamadı. Bulgar kıyıları önündeki Osmanlı ablukası devam etti. Varna limanındaki Bulgar topları, hiçbir atış yapmıyor ve yerini belli etmiyordu. 24 Ekim günü Mecidiye kruvazörüne top atışı yapıldı. Bunun sonucunda karşılıklı bombardıman başladı.

20 Kasım 1912 tarihinde, Rauf Bey komutasındaki bir filo denize açıldı. Alınan istihbarata göre, Bulgar torpido botları Türk nakliye gemilerine saldırmak için harekete geçmişti. Osmanlı filosu, Hamidiye kruvazörü ile Berkefşan ve Yarhisar muhriplerinden oluşuyordu. Filo, Türk nakliye gemilerinin geçeceği yolun üzerinde dağınık vaziyette beklemeye başladı, Bulgar gemisini gören kırmızı fişek atarak diğerlerine haber verecekti. 21 Kasım gecesi saat 00.40'ta Bulgar gemilerini gören Hamidiye kruvazörü, kırmızı fişek attı ve Bulgar gemileri durumu anladı, savaş başladı. Türk gemileri isabetli atış yapamadı ancak Bulgar gemilerinin saldırısı sonucunda Hamidiye'nin burun kısmı hasar gördü ve su almaya başladı. Osmanlı muhripleri taarruza geçince Bulgar torpido botları geri çekildi, ağır hasar alan Hamidiye İstanbul'a onarım için gönderildi. Bulgar torpido botlarını yakalaması için Mecidiye kruvazörü yola çıktı. Fakat bir şey elde edilemedi.

Bu arada, Osmanlı kara orduları geri çekilmeye başladı. Osmanlı ordusunun Çatalca'ya kadar çekilmesi öngörülüyordu, bu çekilme harekâtı kapsamında Osmanlı donanmasının kıyıdan destek vermesi emredildi. Donanma, başarılı bir şekilde kıyıdan Bulgar birliklerini topa tuttu ve geri çekilen birliklere zaman kazandırdı. Bahriye Nazırlığı, donanmanın Çatalca'daki savaşa denizden destek vermesi yerine Ege'ye açılıp Yunan birliklerinin Trakya'daki ilerleyişini yavaşlatmasına karar verdi. Bulgar ordusu, Çatalca yönünde taarruz etti. Aralarında Barbaros Hayreddin zırhlısının da olduğu bazı savaş gemileri, Büyükçekmece önünde toplandı ve denizden destek başladı. Silivri'de bazı Bulgar birlikleri, savaş gemilerinin bombardımanı sonucunda zayiat verdi. 15 Kasım 1912 tarihinde, denizden ve karadan açılan ateşle Bulgar topçu birlikleri dağıldı. 16 Kasım günü Barbaros Hayreddin ile Turgut Reis, Bulgar birliklerine ateş açtı ve ardından karaya asker çıkararak kara ordusuna destek oldu. 20 Kasım 1912 tarihinde, Çanakkale Boğazı'nın savunulması için donanma yola çıktı. Yunan donanması, Çanakkale Boğazı yakınlarındaki Limni Adası'na asker çıkarmış ve 30 Ekim 1912 tarihinde adayı kontrol altına almıştı. Bunun ertesi günü, Selanik önlerinde Fethi Bülent korveti torpillenerek batırıldı. Birkaç Ege adası daha ele geçirilmiş ve Yunan donanması, Çanakkale önlerinde bir askeri üs kurmuştu. 20 Kasım 1912 tarihinde, aralarında Averof kruvazörünün de bulunduğu bir Yunan filosu, Midilli'ye saldırdı ve adadaki Osmanlı taburu 20 Aralık'a kadar direndi. Sakız Adasına da saldırıldı, fakat Osmanlı donanmasının Çanakkale Boğazı'na gelmesi üzerine ara verdiler. Yine de adaya uzun süre denizden yardım gelmedi; Ocak 1913'te Yunan birlikleri adayı ele geçirdi. Bu arada, Bulgar orduları İstanbul'a yaklaşmıştı. Harbiye Nazırı Enver Paşa, Şarköy'e çıkarma yapılmasını ve Çatalca ile Gelibolu yönlerinden de taarruz edilerek Bulgar ordusunun çembere alınmasını emretti. Berk-i Satvet, Mecidiye, Turgut Reis ve Barbaros Hayreddin savaş gemilerinden oluşan bir filo eşliğinde 9 Şubat 1913 tarihinde çıkarma yapıldı. Savaş gemilerinin destek ateşi ile kasaba ele geçirildi; 15 ölü ve 31 yaralı kayıp verildi. Bulgarlar kuzeye çekildi, buna rağmen Şarköy'deki iskele henüz düşmemişti. Osmanlı kuvvetleri kasabadan biraz daha ilerledi, Bulgar ordusu temkinli davranarak bazı birlikleri kuzey-doğu tarafından harekete geçirdi. Fakat çıkarma için geç kalınmıştı, Osmanlı birlikleri arasındaki koordinasyon problemi sebebiyle sonuç alınamadı ve iki nakliye gemisi battı. Osmanlı orduları geri çekildi; Edirne düştü. Ege Denizi'nde ise savunmasız Sisam Adası, 16 Mart 1913 tarihinde Yunanların kontrolüne girdi.

Gemi onarım çalışmaları sebebiyle donanma Ege'ye çıkmak için beklemekte idi, fakat bu sırada birçok Ege adası kaybedildi. Yunan donanması, Mondros'u üs haline getirdi ve Çanakkale Boğazı'nı ablukaya aldı. Onarım çalışmaları bitmeden Ege'ye açılmayı reddeden Albay Tahir Bey, görevinden alındı ve yerine Komodor Ramiz Numan Bey getirildi. Rauf Bey'in emrine Hamidiye, Muavenet-i Milliye, Yadigar-ı Millet, Taşoz ve Basra savaş gemileri verildi. Bu filoya da torpido filosu denildi. 14 Aralık 1912 tarihinde, sabah saatlerinde Sultanhisar torpido botu boğazda ilerlerken üç Yunan torpido botunun saldırısına uğradı, Numune-i Hamiyet ve Mecidiye yardıma geldi. Gökçeada yönüne hızlı bir şekilde ilerleyen Mecidiye, beş Yunan muhribiyle karşılaştı ve kısa sürede Yunan filosu yenildi. 16 Aralık günü Osmanlı donanması, Yunan donanmasını imha etmek için Ramiz Bey komutasında dört zırhlı, iki kruvazör ve üç torpido bot savaş gemisi ile taarruza geçti. Osmanlı planı, gemilerin İmroz yönünde ilerlemesi ve Mecidiye kruvazörünün arkada kalarak torpido salvolarına karşı donanmayı koruması idi. Saat 09.30'da donanma boğazdan çıktı ve 09.39'da açılan topçu ateşi ile savaş başladı. Kısa sürede Mecidiye kruvazörünün motorları arızalandı, düzen bozuldu. Fakat top atışları devam etti, bunun üzerine Averof zırhlısı sürat yaparak ilerlemeye başladı. Osmanlı gemileri, topçu ateşini Averof'a çevirdi ve Averof, ağır hasar aldı. Ramiz Bey, donanmanın ilerleyişinde manevra yaptı ve Averof, bundan yararlanarak kaçmayı başardı. 10.50'de ateş kesildi ve Osmanlı donanması geri dönmek zorunda kaldı.Amirallik gemisi Barbaros Hayreddin, ağır hasar aldı ve onarılmak üzere geri gönderildi.

22 Aralık sabahı Mecidiye, Berk-i Satvet, Muavenet-i Milliye, Gayreti Vataniyye, Numune-i Hamiyet, Yarhisar, Basra ve Taşoz savaş gemilerinden oluşan bir keşif birliği boğazdan çıktı. Burada, Yunan donanmasının iki muhribi ve dört torpido botu ile çatışma yaşandı; Yunan gemileri geri çekildi. Osmanlı filosu, Bozcaada'ya ilerlemeye başladı, orada görülen Yunan Delfin denizaltısını batırmakla görevlendirilmişlerdi. Yunan denizaltısı, Osmanlı gemilerini görünce dibe batarak görüş alanından çıktı. Fakat denizdeki olumsuz sebeplerden dolayı tekrar su üstüne çıkmak zorunda kaldı. Bunun üzerine Muavenet-i Milliye muhribi taarruza geçti, Delfin tekrar suya battı. Bu denizaltının batıp batmadığı günümüzde de bilinmemektedir, Yunan donanması herhangi bir açıklama yapmadı fakat denizaltının kaybolduğu yerde Yunan gemileri arama - kurtarma çalışmaları yaptı. 4 Ocak 1913 tarihinde, Bozcaada'yı kurtarmak üzere Osmanlı filosu denize açıldı. Filo, 22 Aralık'ta sefere çıkan gemilerden ve Hamidiye ile Mecidiye savaş gemilerinden oluşuyordu. İmroz önlerine kadar arama yapan filo, ciddi bir çatışmaya girmedi.10 - 11 Ocak günleri de bu seferler devam etti. Asar-ı Tevfik, bu sırada saldırıya uğradı ve Yunan gemileri, diğer Osmanlı gemileri gelince geri çekildi. Bundan itibaren donanmada onarım çalışmaları yapıldı ve 18 Ocak 1913 tarihinde boğazdan çıkıldı (Saat 08.30). Bazı torpido botlar ile Asar-ı Tevfik, boğazı koruması için geride bırakıldı. Osmanlı planı, Mondros önlerine kadar giderek Yunan donanmasıyla savaşa girmek ve Yunan donanmasını imha etmek üzerine kurulu idi. Barbaros Hayreddin yine amirallik gemisi idi ve Mecidiye, filonun daha ilerisinde seyrediyordu. 08.50'de iki Yunan savaş gemisini gören Mecidiye taarruza geçti, Yunanlar geri çekildi. 10.30'da, Mecidiye kruvazörü aniden geri çekilmeye başladı ve işaret verdi, Yunan donanması Mondros limanından çıkıyordu. Yunan donanmasına Averof, Hydra, Speçya ve Pisara zırhlı savaş gemileri de dahildi. Yunan donanmasının istikameti Midilli'ye doğru idi. Osmanlı donanması dümen kırdı ve Yunan donanmasının yolunu kesecek vaziyette ilerlemeye başladı. Aradaki mesafe azaldı ve topçu ateşi başladı. Averof kruvazöründen atılan bir top mermisi ile amiral gemisi Barbaros Hayreddin vuruldu. Osmanlı gemilerinin neredeyse tamamı Averof kruvazörünü hedefledi. Fakat Osmanlı gemileri, diğer Yunan gemilerinden ağır hasar almaya başladı. Barbaros Hayreddinde yangın başladı. Osmanlı savaş gemileri ise ciddi bir isabet kaydedemiyordu. Ramiz Bey, donanmanın rotasını değiştirdi ve ateş gücü bakımından güçsüz Mecidiye, düşmanın en ön safına geldi. Turgut Reis, onlarca isabet almış ve yanmakta olan amirallik gemisinin önüne geçerek Barbaros Hayreddin'i batmaktan kurtardı. Averof, bu sefer de Turgut Reis zırhlısını topçu ateşi altına aldı ve Turgut Reis ağır hasar gördü. İsabet alan Osmanlı gemilerinin hızı giderek düşüyordu. Savaşın son aşamalarında, Averof kruvazörünün kaliteli mermileri tükendi, Osmanlı gemileri tarafından her an batırılabilirdi. Fakat Osmanlı gemileri de ağır zayiat vermişti. Saat 14.50'de, iki taraf ateşi kesti ve savaş kesin Yunan zaferiyle sona erdi. Barbaros Hayreddin 31, Turgut Reis 25 isabet almıştı; onarılmaları gerekiyordu. Personel kaybı ise toplamda 41 ölü ve 98 yaralı asker idi. Buna karşılık Yunan personel kaybı 1 yaralı idi.


"Osmanlı Devleti anılan dönemde yaklaşık on bin mil uzunluğunda deniz kıyısına sahiptir. Donanma öncelikle bu kıyıların etkin savunabilmesi için gereklidir. Siyasi ve diplomatik olarak da Doğu Akdeniz'deki çıkarları, Osmanlı ile örtüşen herhangi bir devletle ittifak ilişkisine girmek için de donanma önem taşımaktadır. Bu nedenle en azından iki tümenlik bir harp filosuna sahip olunması öngörülmüştür. Bu filonun vurucu gücünü dretnotlar oluşturacaktı. Bu dretnotların her biri için dört adet refakat muhribine gerek duyulacaktı. Dolayısıyla altı dretnot için toplam 24 muhrip ihtiyacı söz konusuydu. Dört muhrip daha önce sipariş edildiğinden programa 20 muhrip konmuştur. Bunlara ek olarak müstakilen keşif hizmeti yapacak, muhrip filosunun saldırı görevlerini destekleyecek ve onlara rehberlik vazifesi icra edecek dört adet skaut de öngörülmüştür. Program kapsamındaki son muharip unsurlar altı adet denizaltıydı. Bunlar da komşu devletlerin bu silahtan edinme yönündeki gayretlerine karşılık temelde moral etkileri bakımından sipariş edilmeliydiler."
-Afif Büyüktuğrul


Hamidiye Zırhlısı Hamidiye Zırhlısı
Osmanlı donanması, Averof kruvazörünün ateş gücü ve hız bakımından oldukça üstün olduğunu bilmekte idi. Averof kruvazörünü başka bir yerde oyalayarak Yunan donanmasını ezmeye dayanan bir plan hazırlandı. Bu plan uyarınca Rauf Bey komutasındaki Hamidiye, Akın Harekâtı'nı 24 Ocak 1913 tarihinde başlattı. Hamidiye, Averof kruvazörünü üzerine çekecekti ve Averof kruvazörünün yokluğundan faydalanan Osmanlı donanması da taarruz edecekti. Ayrıca Hamidiye, Balkan devletlerinin deniz ulaşımını durdurmakla görevlendirildi. Gece karanlığından faydalanan Hamidiye, sorunsuz bir şekilde denize açıldı. 25 Ocak günü saat 12.30'da Hamidiye, bir Yunan askeri üssüne taarruz etti. Bölgedeki barut fabrikası ağır hasar aldı, ardından kıyıda demirli vaziyette bulunan Makedonya isimli gemi batırıldı. Hamidiye, beklenmeyen bir hareketle Adriyatik Denizi'ne yöneldi. Ardından kömür ikmali için Doğu Akdeniz'e geçti ve 28 Ocak'ta Beyrut limanında demir attı. Gerekenden çok az kömür alındı ve yola devam edildi. İstanbul ile güçlükle iletişim kuran Rauf Bey, Arnavutluk üzerine harekât için emir aldı. 6 Şubat'ta yola çıkan Hamidiye, 14 Şubat günü Malta'dan kömür ikmali yaptı ve Akdeniz'e açıldı. Arnavutluk'taki Osmanlı birliklerine yardım için 6 Mart günü Tartus yakınlarındaki Ervad adasından cephane yüklendi.

Arnavutluk'a doğru yol alan Hamidiye, denizde Leros isimli bir Yunan ticaret gemisine rastladı. Geminin mürettebatı esir alındı ve gemi batırıldı. Bu mürettebatlar sorgulandı ve Yunan donanmasının konumu öğrenildi. Kuzey Arnavutluk'taki Şingin Limanı'na gelen Hamidiye, cephane yardımı yapan altı Yunan gemisini yakaladı ve hepsini tahrip etti. Bundan sonra Hamidiye kruvazörü, Doğu Akdeniz'e hareket etti ve Hayfa'da kömür ikmali yaptı. Taşınamayan cephaneler ve paralar Beyrut'ta bırakıldı, oradan kara yolu ile gönderilecekti. Hamidiye, İstanbul'la iletişim kurmak için Alanya'ya hareket etti ve 28 Mart 1913 tarihinde Alanya'ya başarıyla ulaştı. Bu arada, üç Yunan muhribi yola çıktı ama yetişemedi; 17 Nisan'da Mihali isimli Yunan yardımcı kruvazörü batırıldı. Alanya'dan cephane alındı. Doğu Akdeniz'e Yunan gemileri gelince, Hamidiye Süveyş Kanalı yolu ile Kızıldeniz'e geçmek zorunda kaldı. Burada onarım çalışmalarından geçti, 18 Temmuz 1913 tarihinde Balkan Savaşları sona erdi ve Rauf Bey'e geri dönmesi için emir verildi. 7 Eylül 1913 tarihinde Hamidiye, Yeşilköy kıyılarına geldi ve sevinç gösterileriyle karşılandı. Ardından Dolmabahçe Sarayı önüne gelinerek top atışları ile padişah selamlandı.

Birleşik Krallık'ın sipariş edilen dretnotlara el koyması​

Osmanlı Devleti, 1909 yılında bir donanma programı başlattı ve program uyarınca Birleşik Krallık'a bir adet dretnot sipariş edildi. Bu dretnotun Reşadiye ismiyle donanmaya katılması beklenmekte idi. Bu arada Brezilya, Birleşik Krallık'a Rio de Janeiro isimli bir savaş gemisi sipariş etmiş ancak daha sonra vazgeçmişti. Osmanlı Devleti, böyle büyük bir geminin Yunanistan'ın eline geçmesinden endişe duyarak söz konusu geminin siparişini devraldı, Sultan Osman ismiyle donanmaya katılması kararlaştırıldı. Trablusgarp Savaşı ve Balkan Savaşları, taksitlerin ödenmesini olumsuz etkilediyse de iki dretnot 1913 yılında denize indirildi. Osmanlı Devleti, tüm taksitleri ödedi. Gemilerin Temmuz 1914'te teslimi beklenmekte idi, Osmanlı basınında bu büyük savaş gemilerinin sık sık fotoğrafları yer almakta idi. Taksitlerin ödenmesinde büyük pay sahibi olan Donanma Cemiyeti, gemilerin Osmanlı Devleti'ne satılmasını olanaklı kılan yabancı kişilerin madalya ile ödüllendirilmesine karar verdi. Osmanlı Devleti'nin bu dretnotları satın alması, Yunanistan'da tepkilere sebep oldu ve Başbakan Venizelos eleştirildi. Rusya da bu dretnotların Osmanlı Devleti'ne satılmasından rahatsız oldu. 29 Nisan 1914 tarihinde Osmanlı Devleti, Fatih isimli bir zırhlı savaş gemisi, 3.550 tonluk iki adet kruvazör, 1.000 tonluk dört adet muhrip ve iki adet denizaltıyı Armstrong-Vickers Şirketine sipariş etti. Bu siparişin toplam bedeli 3.972.000 sterlin idi. Aynı zamanda, Fransa'ya altı adet muhrip ve iki adet denizaltı sipariş edildi, bunun toplam bedeli ise 4.760.00 Fransız frangı idi. Birleşik Krallık ve Fransa, gemilerin teslimine dair hukuki güvence verdi. Gemilerin yapımı, gönderilen Osmanlı heyetleri tarafından incelenmekte idi ve raporlar gönderiliyordu. Fakat Reşadiye ile Sultan Osman dretnotlarının teslimatı gecikti. Buna rağmen gemilerin teslim edileceği açıklandı ve Osmanlı Donanması, dretnotlara herhangi bir Yunan saldırısı olmasın diye Ege'ye açılarak beklemeye koyuldu.

3 - 4 Ağustos 1914 tarihlerinde Fransa ve Birleşik Krallık, Almanya'ya karşı savaşa girdi. Britanya, 20. yüzyılda güçsüz bir devlet haline gelmiş Osmanlı Devleti ile askeri ortaklık kurmadı. 2 Ağustos günü, Almanya'nın Birleşik Krallık ve Fransa ikilisiyle savaş başlatmasına bir gün kala, Osmanlı - Almanya askeri ittifakı kuruldu, bu askeri ittifak gizli tutuldu. Sultan Osman ve Reşadiye dretnotlarının Osmanlı Devleti'ne devredilme vakti gelmişti, 1 Ağustos 1914 tarihinde dretnotlara Osmanlı bayrağının çekileceği belirtildi. Fakat bundan iki gün önce, 30 Temmuz 1914 tarihinde dönemin Birleşik Krallık Bahriye Bakanı Winston Churchill, bu dretnotların Osmanlı Donanmasına katılmasından duyduğu şüphe sonucunda gemilere el koyma kararı almıştı. 27 Temmuz günü Reşit Paşa vapuru ile gemileri teslim almak üzere yola çıkan Osmanlı bahriyelileri, 1 Ağustos'ta geminin son taksini ödedi ve aynı gün saat 14.30'da gemilere fiilen el konuldu. Londra Büyükelçisi Tevfik Paşa, Britanyalı yetkililerle görüştü ve geminin teslimini istedi. Britanyalı yetkililer, gemilere geçici olarak el konulduğunu ve paranın da güvende olduğunu söyledi. Fakat gemilerin ne zamana kadar Kraliyet Donanması'nda kalacağına dair bilgi verilmedi. Bu olay Osmanlı hükûmeti tarafından şiddetle protesto edildi. Gemilerin teslimi için alternatifler sunuldu, Birleşik Krallık hepsini de reddetti. Dretnotlara el konulması Osmanlı basınında geniş yer buldu ve bazı Osmanlı gazeteleri, Britanya'yı korsanlıkla suçladı. New York'ta Müslümanların oluşturduğu bir kalabalık, Britanya'yı protesto etti ve gemilerin teslimi için çağrı yaptı. İstanbul Birleşik Krallık Maslahatgüzarı Beaumont, Osmanlı halkında kuvvetlenen Britanya düşmanlığından endişe duydu, gemilerin savaş bitince teslim edileceğine dair Birleşik Krallık'tan bir tebligat istedi. Bu arada Alman Goeben ve Breslau zırhlıları Osmanlı Devleti'ne sığındı. Eğer Osmanlı Devleti tarafsız ise bu gemileri deniz hukuku gereğince kara sularından bir gün içinde çıkarmalıydı. Rusya, Osmanlı Devleti'nin tarafsız tutumunu sürdürmesini istiyordu ve bu tutumun devam etmesi için bir garanti belgesinin verilmesini diğer müttefiklerine teklif etti. Churchill, bir torpidobot filosu ile İstanbul'a baskın yapılarak iki Alman zırhlısının batırılmasını teklif ettiyse de Horatio Herbert Kitchener bunu reddetti. Osmanlı Hükûmeti, deniz hukukuna uymak niyetinde idi ancak gemileri de Britanya'ya teslim etmek ve Almanya ile dostluğunu bitirmek istemiyordu. Sonuç olarak, iki Alman zırhlısının subayları ile anlaşıldı ve subaylar, Osmanlı donanmasına katılmayı kabul etti. Osmanlı Devleti, iki zırhlıyı 80 milyon mark karşılığında satın aldığını duyurdu; gemilerin isimleri Yavuz ve Midilli olarak değiştirildi, personeline Osmanlı üniformaları giydirildi. Gemiler hiç para verilmeden Osmanlı Donanmasına geçmişti ancak deniz hukukuna uymak için satın alındığı söylenmişti. Osmanlı halkı, Britanya'nın el koyduğu iki dretnot karşılığında bu iki yeni savaş gemisinin gelmesini sevinçle karşıladı ve Almanlara duyulan sempati büyüdü. Mart 1914'te İstanbul'a çıkarma yaparak işgal planları hazırlayan Rusya, Yavuz ve Midilli savaş gemileri sebebiyle bu planından vazgeçti. 6 Eylül 1914 tarihinde, donanmada ıslahat için görev yapan Britanyalı subaylar Osmanlı Devleti'ni terk etti.

I. Dünya Savaşı'nda Osmanlı donanması​

Yavuz ile Midilli savaş gemilerinin faaliyetleri​

[I]Yavuz[/I] muharebe kruvazörü [I]Yavuz[/I] muharebe kruvazörü
18 Ağustos 1914 tarihinde Yavuz ile Midilli savaş gemilerinin komutası Amiral Souchon'a verildi. Donanmanın ıslahatından sorumlu Alman heyetin başında olan Amiral Souchon, donanmadaki birçok makama Alman subayları getirdi, gereksiz personeli donanma dışı bıraktı, donanmada talim başladı. Souchon, Osmanlı savaş gemilerindeki geri kalmışlığı gördü ve Britanya ıslahat heyetinin bu durumu kasten devam ettirdiğini beyan etti. Donanmadaki filoları düzenleyen Souchon, teknik problemleri olan Mesudiye savaş gemisini su üstü bir savunma platformu olarak Çanakkale Boğazı'nda görevlendirdi.

Almanya'dan subay, askeri teçhizat ve mayın getirtti. Boğaz savunma sistemlerinin komutanlıklarına da Alman subaylar yerleşti. Aynı zamanda tersanelerde çalışmalar yapılarak tüm Osmanlı savaş gemilerini onarabilecek sistemler kuruldu, tersanelere de Alman askerler yerleştirildi. Alman heyeti, gemilerdeki birçok silahın kasten Britanya heyeti tarafından gizlice kullanılamaz hale getirildiğini gördü. Souchon, süratle gemilerin bakımını yaptırdı ve Osmanlı personeli eğitildi. Padişah V. Mehmed'in huzurunda 17 Eylül günü donanma geçit töreni yaptı, Souchon donanmanın savaş için hazır olduğunu düşünüyordu. Yavuz ve Midilli zırhlılarının Alman personeli, memleketlerinden ilk mektuplarını da bu zamanda aldı. Alman personel, savaşa girmek istiyordu. 12 Ekim 1914 tarihinde Souchon, personelin deniz şartlarında talimini uygun görerek bir Osmanlı filosu ile Karadeniz'e açıldı. Fakat Bahriye Nazırlığı'nda izin almadan denize açıldığı için filonun geri dönmesi emredildi, Souchon birçok savaş gemisini geri gönderdi ama Yavuz ile Midilli savaş gemilerinin bulunduğu diğer kısım denizde talimlere devam etti. 22 Ekim günü Harbiye Nazırı Enver Paşa, Amiral Souchon'a Rus donanmasının imha edilmesini gizlice emretti. Ortada herhangi bir savaş ilanı yoktu. Rusya, Enver Paşa'nın savaş niyetlisi olduğuna dair bilgi edindi. Enver Paşa, karada yapılacak taarruzlara ve askeri hareketlere dair bir emir yazısını da hazırlamıştı. Souchon, Enver Paşa'nın emrettiği gibi kapsamlı bir taarruz yerine savunmada kalıp gözdağı verme amaçlı taarruzlarda bulunmayı uygun buldu; zira Alman zırhlılarının kaybından ve Karadeniz'de kesin Rus hakimiyeti kurulmasından endişe ediyordu. Yavuz, Karadeniz'deki tüm Rus savaş gemilerinden sürat ve ateş gücü bakımından üstündü. Midilli'nin ise ateş gücü bakımından zayıflığı vardı. 28 Ekim 1914 tarihinde Osmanlı filosu, emre uyarak Karadeniz'deki Odesa ve Sivastopol limanlarını topa tuttu.

6 Kasım 1914 tarihinde Berk-i Satvet ile yola çıkan Yavuz zırhlı savaş gemisi, Zonguldak'ın Rus donanması tarafından topa tutulması üzerine bölgeye geldi ve İstanbul açıklarında demirledi. İstanbul'un bir deniz saldırısına uğramasından endişe ediliyordu. Üç Osmanlı birliği, deniz yoluyla Trabzon'a götürüldü ve Midilli'nin de aralarında bulunduğu birlik bu gemileri korudu. Birlikler başarıyla Trabzon'a ulaştıktan sonra Midilli, 9 Kasım'da Poti'yi bombaladı ve Hamidiye ile İstanbul'a geri döndü. Rus Karadeniz Donanması, beş zırhlı, iki kruvazör ve on iki torpidobot ile 17 Kasım'da Trabzon limanına taarruz etti. Yavuz ve Midilli, Rus donanmasını yakalamak üzere aynı gün Karadeniz'e açıldı. Ertesi gün, Balaklava açıklarında Rus donanmasına yetişildi. Sisli bir havada muharebe başladı, beş Rus gemisi Yavuz kruvazörünü hedef aldı ve Yavuz ağır hasar alarak çatışmadan geri çekildi. Fakat Rus amirallik gemisi Evstafi de ağır hasar aldı; 33 ölü ve 35 kayıp verdi. Amiral Souchon, Hamidiye kruvazörüne Batum'un bombalanmasını emretti ve emir yerine getirildi. 5 Aralık'ta Rize'ye takviye birlik ve teçhizat götüren dört nakliye gemisini korumak üzere Midilli görevlendirildi. Yavuz, Berk-i Satvet ve Peyk-i Şevket savaş gemileri ise uzaktan takip etmekte idi, Enver Paşa da Yavuz muharebe kruvazöründe bulunuyordu. Birlikler Rize'ye ulaştırıldıktan sonra, 10 Aralık'ta Batum bombalandı. Bu bombardıman, daha çok bir gövde gösterisi niteliğindeydi. 26 Aralık'ta İstanbul boğazı önlerinde iki mayına çarpan Yavuz, ağır hasar aldı. Gemi 2000 ton su aldı, su çekimi bir metre arttı ancak yüzmeye devam edebildi. Onarım için gerekli personel ve teçhizat Osmanlı Devleti'nde bulunmuyordu, Almanya'dan getirtilen deneyimli personel ve teçhizat ile süratli çalışmalar yapıldı, onarım çalışmaları 1 Mayıs 1915 tarihinde bitirilebildi. Bu süreçte, Osmanlı Devleti'nin Karadeniz ulaşımı güvenliği sarsıldı. Yavuz muharebe kruvazörünün yara aldığına dair söylentiler çıktı, bu söylentilerin asılsız olduğunu göstermek üzere 13 Ocak'ta Yavuz Karadeniz'e açıldı ve nakliye gemilerinin güvenliğini sağladı. Bu görevde Rus gemileri ile çatışmaya girmedi, 16 Ocak 1915 tarihinde geri döndü. Osmanlı orduları, Kafkas cephesinde yenilgiye uğradı. Başkomutanlık, deniz yolu ile takviye istedi, fakat Yavuz'un onarımda olması sebebiyle deniz ulaşımı oldukça tehlikeli idi, Amiral Souchon bu durumu belirtti ve deniz yolu ile takviyeden vazgeçildi. 27 Ocak'ta iki Rus savaş gemisi, Hamidiye kruvazörünü takibe aldı. Onarımı henüz bitmemiş Yavuz, yeniden denize açıldı ve Hamidiye olası bir saldırıdan kurtuldu. 7 Şubat'ta Yavuz tekrar Karadeniz'e açıldı. Osmanlı istihbaratı, Odessa'da yirmiye yakın nakliye-ticaret gemisinin bulunduğunu bildirdi. Başkomutanlık, bu gemileri imha etmek üzere Hamidiye ile Mecidiye kruvazörlerini ve dört diğer muhribi görevlendirdi. Yavuz ve Midilli ise Sivastopol'a taarruz edecekti. 1 Nisan 1915 tarihinde filo denize açıldı. 3 Nisan günü saat 06.40'ta Odessa önlerine gelen Mecidiye, bir mayına çarptı ve denize oturdu. Rusların eline geçmemesi için gemi tahrip edildi, saldırı iptal edildi. 26 personelini kaybeden filo, İstanbul'a geri dönmek zorunda kaldı. Aynı gün, geri dönüş yolunda Rus Vostochnaia ve Swesta ticaret gemileri batırıldı. Ardından, saat 11.10'da Yavuz ile Midilli, bir kruvazörlük ve sekiz muhriplik bir Rus filosu ile karşılaştı. Kısa süreli muharebe yaşandı, Osmanlı tarafı herhangi bir isabet almadı ama bir Rus muhribi üç isabet alarak safdışı bırakıldı. Ardından iki taraf ateşi kesti ve muharebe sona erdi, 4 Nisan'da tüm Osmanlı gemileri İstanbul'a geri döndü. 2 Mayıs'ta Rus filosunun İstanbul önlerinde olduğu tespit edildi, 6 Mayıs'ta Yavuz, Midilli ve Hamidiye sefere çıktı ancak Rus gemileri bulunamadı, 8 Mayıs'ta geri dönüldü. 9 Mayıs'ta Rus donanması, Karadeniz Ereğli'sine taarruz etti ve çıkarma girişiminde bulundu. Yavuz alarma geçti ve bölgeye yetişti, Rus donanmasını uzaklaştırdı. Bir gün boyunca bölgede nöbet bekleyen Yavuz, envanterinde muhriplerin ve mayın tarama gemilerinin bulunduğu bir Rus filosunun İstanbul Boğazına yol aldığını öğrendi. 10 Mayıs'ta yapılan muharebe sonucunda Yavuz'un bir adet 150 mm'lik topu ve bir adet torpidosu ağır hasara uğradı, burun kısmına iki adet güçsüz darbe aldı. Evstafi, üç isabet ile ağır hasar aldı. Muharebenin ardından Yavuz, saat 13.25'te İstanbul'a geri döndü.

18 Temmuz 1915 tarihinde Midilli, mayına çarptı. Karadeniz ulaşımının güvenliği için ilk önce Hamidiye görevlendirildi, fakat Rus donanmasına karşı zayıf kaldığından dolayı bu göreve Yavuz getirildi. Bu görevde Yavuz, 1915 yılının sonuna kadar sekiz defa Karadeniz'e çıktı. Fakat Rus donanması, özellikle kömür nakliyatını engellemekte idi. Osmanlı Devleti, bu sebeple çok sayıda kömür taşıyan gemisini kaybetti. 6 Eylül 1915 tarihinde Bulgaristan Krallığı, İttifak Devletleri yanında savaşa girdi. Rus donanmasının Varna'ya çıkarma yapmasını önlemek üzere 13 Ekim'de Köstence ile Varna önlerinde Yavuz muharebe kruvazörü görev yaptı. 1916 yılında İmperatritsa Mariya, denize indirildi ve Rus donanmasına katıldı. İstanbul Boğazını herhangi bir deniz saldırısına karşı korumak için boğaz tahkimatları güçlendirildi. Rus donanması, Karadeniz nakliyatını durdurmak için 28 Ağustos'ta mayınlama çalışmalarına başladı ve 30 Eylül'e kadar 1656 adet mayın bırakıldı. Osmanlı Donanması, bu mayınların çeyreği kadarını etkisiz hale getirmeyi başardı. 7 Ocak'ta kömür taşıyan Karmen isimli gemi, Rus donanması tarafından batırıldı. Harekete geçen Yavuz, 8 Ocak saat 08.23'te Rusların iki muhribi ve İmperatritsa Mariya zırhlı savaş gemisi ile karşılaştı. Saat 09.40'ta muharebe başladı; Yavuz geri çekildi. Bundan sonra aylarca limanda bekleyen Yavuz, 3 Temmuz 1916 tarihinde tekrar denize açıldı ve 4 Temmuz günü Tuapse'yi topa tuttu. Limana ve petrol tesislerine zarar verildi, iki adet nakliye gemisiyle beraber birçok küçük gemi batırıldı. 1917 yılında, Rusya'da devrim oldu ve 17 Aralık 1917 tarihinde ateşkes imzalandı. Böylece Karadeniz'de Rus donanması ile olan savaş sona erdi, mayınların temizlenmesine başlandı.

9 - 10 Ağustos 1917 tarihlerinde İmroz'dan kalkan Britanya uçakları, İstinye önlerinde olan Yavuz'a taarruz etti. Yavuz, herhangi bir hasar almadı fakat Yadigar-ı Millet muhribi battı. Bundan sonra İstinye'ye uçaksavar topları yerleştirildi ve muhabere imkânı geliştirildi, Çanakkale'den gelen ihbar ile artık İstanbul her an hava saldırılarına karşı hazırlanabiliyordu. Amiral Souchon, Alman Açık Deniz Donanmasının 4. Kruvazör Filosu komutanlığına getirildi ve 4 Eylül günü görevini Rebeur von Paschwitz'e devretti. 15 Ekim'de Alman İmparatoru II. Wilhelm, Yavuz zırhlısı ile İstanbul'a gelerek Osmanlı Devleti'ni ziyaret etti. 1918 yılına gelindiğinde, Karadeniz'deki savaş sona ermişti ve Yavuz ile Midilli savaş gemileri limanda beklemekte idi. Bu arada, Çanakkale Savaşı'nda yenilmiş İtilaf kuvvetleri, İmroz adasını bir üs olarak kullanmakta idi ve Paschwitz, adaya taarruz ederek İtilaf gemilerini batırmayı planladı. Paschwitz, Cemal Paşa ile Enver Paşa'ya açıkladığı planında hedeflerinin İtilaf kuvvetlerini ağır bir yenilgiye uğratmak, ablukayı hafifletmek, Filistin Cephesine denizden yardım götürebilmek ve Osmanlı halkının moralini yükseltmek olduğunu söyledi. Cemal Paşa boğazdaki mayınlardan söz edince de mayınların nerede olduğunu bildiğini ve bu sebeple de herhangi bir tehlike teşkil etmediğini söyledi. Planın diğer safhası ise, bir Alman denizaltısının Mondros Limanı önlerinde gizlice beklemesi idi, İmroz'a taarruz yapılınca Mondros'tan çıkıp yardıma gelen İtilaf gemileri bu denizaltı tarafından vurulacaktı. Plan onaylandı, Paschwitz, denizden taarruz yapılırken Çanakkale'den de hava desteği alınmasına karar verdi. Taarruza Yavuz, Midilli, Muavenet-i Milliye, Numune-i Hamiyet, Samsun ve Basra savaş gemileri katılacaktı.Bu arada Liman von Sanders, ele geçirilmiş bir Britanya haritasını Paschwitz'e ulaştırdı. Haritada, Britanya mayınlarının yerleri gösterilmekte idi. Paschwitz, planını bu haritaya göre düzenledi, fakat harita su çekimi düşük gemiler için çizilmişti. 20 Ocak 1918 tarihinde, Yavuz ile Midilli boğazdan çıktı. Saat 05.55'te ilk mayın infilakını yaşayan Yavuz, Paschwitz'e hasarın tehlikesiz olduğunu bildirdi ve harekâta devam etti. Saat 07.00'de iki gemi birbirinden ayrıldı, Yavuz Kefalo limanına; Midilli ise Kuzu limanına taarruz etti. İki taarruz da başarılı oldu; Yavuz limandaki telsiz istasyonunu etkisiz hale getirdi ve çok sayıda nakliye gemisini imha etti, Midilli ise HMS M28 ile HMS Lord Raglan muhriplerini batırdı ve limandaki yapılara hasar verdi. HMS Tigress ve HMS Lizard muhripleri, uzaktan izlemekle yetindi. Britanya Osmanlı taarruzunu tüm gemilere bildirdi. Midilli kendisine yönelen topçu ateşini başarıyla püskürttü.

Paschwitz, harekâtın başarılı olduğunu öğrendi ve gemilerin Mondros'a yönelmesini emretti. Yavuz ile Midilli emre uydu, fakat tam mayın tarlasının sınırına geldiler. İki Britanya muhribi ve iki Britanya uçağı, gemileri takip etmeye başladı. Midilli'nin uçaksavar sistemleri yoktu, bu sebeple Paschwitz, Midilli'nin Yavuz'un pruvasına geçmesini emretti. Emre uyan Midilli, Yavuz'un pruvasına geçerken mayına çarptı. Patlamanın etkisiyle Midilli'nin çalışabilir halde tek motoru kaldı. Britanya muhripleri ve uçakları ile muharebe devam ederken, Osmanlı personeli suya baktıklarında etraflarının mayınlarla çevrili olduğunu gördü. Midilli'ye yardım için yönelen Yavuz mayına çarptı; bu çarpılan ikinci mayın idi ve geminin cayrosu tamamen bozuldu. Midilli, art arda mayınlara çarptı, şiddetli patlamalar sonucunda hareket kabiliyetini tamamen kaybetti. Albay von Hippel, geminin terk edilmesini emretti ve saat 09.07'de Midilli kıç üzerine dik vaziyette battı. Bu arada boğazdan yardım için gelen Osmanlı muhripleri zor durumda kaldı; Basra'nın kıç tarafına iki adet mermi isabet etti ve Muavenet-i Milliye de yoğun topçu ateşi altında geri çekildi. Midilli'nin sağ kalan personelinden bir kısmı Britanyalılar tarafından kurtarıldı, diğer kısmı ise 8 derece suda donarak öldü. Paschwitz, Midilli personelini kurtarmak istediyse de çok riskli olduğundan vazgeçti. Geri çekilen Yavuz, üçüncü defa mayına çarptı. Bütün bunlara rağmen Yavuz batmadı ve Nara'da kıyıya vurdu. Fakat Britanya uçakları, muharebenin yapıldığı 20 Ocak gününden 26 Ocak'a kadar sürekli olarak Yavuz'u bombaladı. Bu süreçte Britanya uçakları 180 adet bomba attı ancak sadece ikisi isabet etti. Turgut Reis'in yardımıyla kurtulan Yavuz, 27 Ocak'ta Dolmabahçe önlerinde demirledi. İmroz Deniz Muharebesi sonucunda Osmanlı donanması Midilli kruvazörünü kaybetmiş, Basra muhribi de ağır hasar almıştı. Çok sayıda personel kaybedildi, Almanların 5 subayı ve 167 eri esir düştü. Yavuz'un onarılabileceği herhangi bir havuz Osmanlı Devleti'nde bulunmuyordu. 3 Mart 1918 tarihinde imzalanan Brest Litovsk Barış Antlaşması ile Karadeniz'deki Rus donanmasına el konulması kabul edildi. Rus gemilerine Alman bayrağı çekildi. 2 Haziran 1918 tarihinde Sivastopol'a Hamidiye ile gelen hasarlı Yavuz, şehirdeki havuzda geçici bir onarımdan geçti. 12 Temmuz 1918 tarihinde İstanbul'a geri döndü.

Denizaltı harekâtları ve denizden nakliye​

HMS B11 denizaltısının Mesudiye'yi batırması ile sonuçlanacak harekat planı HMS B11 denizaltısının Mesudiye'yi batırması ile sonuçlanacak harekat planı
13 Aralık 1914 tarihinde Mesudiye, denizaltı saldırısı sonucu battı. Bundan itibaren Osmanlı donanması, denizaltı saldırılarına karşı önlemler almaya başladı. Boğaz savunma tahkimatlarında denizaltı karakolları kuruldu. Bu karakollar, denizaltının periskopunu görünce topçu ateşine başlıyor ve denizaltıları uzaklaştırmaya çalışıyordu. İtilaf kuvvetlerinin denizaltıları, Osmanlı donanmasının bıraktığı mayınları atlatmayı başarıyordu. Mesudiye'yi batıran HMS B11 denizaltısı, bu mayın engellerini atlatan denizaltılardan biri idi. Bunun üzerine mayın hatları farklı derinliklerde kademeli olarak bırakılmaya başlandı. Denizaltıların boğazı geçmesini önlemek için Haziran 1915'te 2.000 metre genişliğinde bir ağın kurulması kararlaştırıldı. İlk önce 35 - 40 metre kadar derine ulaşabilen ağ, daha sonra 70 metre derine ulaşabildi. Fakat denizaltı ağı etkili olamadı, Çanakkale Savaşı boyunca ağdan 27 defa İtilaf denizaltıları girip çıktı. Bunun üzerine Ekim 1915'te ikinci ağ kuruldu. Ağları korumak üzere bazı topçu bataryalar ve gambotlar görevlendirildi, ağa herhangi bir denizaltı geldiğinde sualtı cihazları tarafından tespit edilebiliyordu. 8 Aralık 1915 tarihinde İtilaf uçakları, ağın tahribi için yüzebilen bombalar attı ancak etkili olamadı. İstanbul'un güvenliği için Galata Köprüsü'ne de benzer ağlar kurulmuştu. Osmanlı donanmasının denizaltılara karşı bir diğer savunma taktiği de, nakliye gemilerinin yanlarına sac levhalarla donatılmış mavnalar getirmek oldu. Bu sayede, denizaltıdan atılan torpidolar korunaklı mavnalara geliyor ve gemi hasar almıyordu. Marmara Denizi'nde, denizaltılara karşı nakliye gemilerinin korunması için önlemler alındı. Osmanlı Bahriye Nazırlığı su çekimi az olan gemilere torpidolar ıskalayacağı için, Şirket-i Hayriye'nin gemileri ve römorkörler tarafından çekilen mavnalar aracılığı ile nakliye işlerinin yürütülmesini emretti. Nakliye konvoylarının korunması için Çanakkale Boğazı'nın içinde Draç sınıfı torpido botlar, Gelibolu - Mürefte arasında Taşoz sınıfı muhripler ve İstanbul - Gelibolu arasında da Yadigar sınıfı muhripler görev yapmaya başladı. I. Dünya Savaşı esnasında denizaltılara karşı gelişmiş silahlar henüz icat olmadığı için, diğer donanmaların yaptığı gibi görülen denizaltılara topçu ateşi açılıyordu. Marmara adaları, denizaltılara karşı karakol görevi yürüten gözetleme istasyonları olarak kullanılıyordu, herhangi bir periskop veya denizaltının tamamı görüldüğünde derhal haber veriliyor, Osmanlı savaş gemileri de bölgeye gelerek denizaltılara müdahele ediyordu. Bununla beraber, Osmanlı savaş uçakları da denizaltı-savar timlerde görev yapmakta idi. Sığ sularda dalmış vaziyette olan denizaltıları görebilen uçaklar, denizaltılara hasar veremiyordu.

Şirket-i Hayriye, Haliç Şirketi ve Seyrüsefain Dairesi, askeri nakliye işlemleri için birçok gemiyi ordunun emrine vermişti. 27 Nisan 1915 tarihinde Çanakkale Boğazı'nı geçmeyi başaran Birleşik Krallık denizaltısı E14, Nurulbahir gambotunu batırdı. Gemideki 3 subay ve 30 er öldü. Zuhaf gambotu, denizaltıyı takibe aldı, E14 tekrar torpil saldırısı yaptı ancak isabet kaydedemedi; E14 takipten kurtulmayı başardı. Buna misilleme olarak 30 Nisan'da Sultanhisar torpido botu Avustralyalı denizaltı AE2'yi batırdı. 10 Mayıs günü E14, İmralı Adası açıklarında ilerlemekte olan Patnos ve Gülcemal nakliye gemilerine rastladı. Konvoyu Gayret-i Vataniye savaş gemisi korumakta idi. Saat 20.30'da Patnos'a torpil atıldı, torpil geminin baş kısmına isabet etti fakat ciddi hasar olmadı. Gülcemal'e atılan torpil de isabet etti ve hasar verdi, yine de gemi İstanbul'a ulaşarak batmaktan kurtuldu. 23 Mayıs 1915 tarihinde, boğazı geçmeyi başaran başka bir Britanya denizaltısı olan E11, Peleng-i Derya'yı torpilleyerek batırdı. Ertesi gün Tekirdağ önlerinde cephane yüklü Hünkar İskelesi vapuru torpillendi. 25 Mayıs günü E11, İstanbul Boğazına geldi ve Galata Rıhtımındaki nakliye gemilerini torpilledi. Gemiler acilen tahliye edilerek denizden nakliye emri iptal edildi. Çanakkale Savaşı esnasında 3., 4. ve 12. tümenler deniz yoluyla takviye edilmiştir. Enver Paşa, ikmal konusundaki bu problem için sahil müfettişliğinin kurulmasını önerdi ve sahil müfettişliği kuruldu. 30 Ekim'de Fransız denizaltısı Turguoise boğazı geçti ancak karaya oturdu. Müstecip Onbaşı'nın topçu ateşi isabetli oldu ve denizaltı İstanbul'a götürüldü. Denizaltıdaki evraklarda E20 denizaltısının yeri gösterilmekte idi, bu bilgiler doğrultusunda E20 batırıldı. 6 Ağustos'ta binbaşı Cevat Bey'in komutasındaki Peyki Şevket savaş gemisi, E14 denizaltısı tarafından torpillendi ve ağır hasar aldı. Bundan sonra 3 Aralık 1915 tarihinde Yarhisar muhribi, E11 tarafından Marmara'da batırıldı. Aralarında Almanların da bulunduğu 7 subay ve 33 er ölmüştü.

Demirhisar'ın ve Muavenet-i Milliye'nin münferit harekatları​

7 Mart 1915 tarihinde Demirhisar torpidobotu, saat 17.00'de harekete geçti. Karanlıktan yararlanarak Seddülbahir önlerindeki Birleşik Krallık - Fransa birleşik donanmasının arasından geçmeyi başardı. İlk önce İmroz yönünde ilerledi, bir gemi tarafından takip edildiyse de takip sona erdi ve Demirhisar, rotasını değiştirdi. Bozcaada'ya taarruz etme kararı verildi ama bundan vazgeçildi. Ege Denizi'nde birkaç defa yer değiştiren Demirhisar, İzmir Körfezi'nde bir savaş gemisine rastladı. 300 metre mesafeden atılan torpido isabet kaydedemeyince Demirhisar bölgeden ayrıldı. Yakıtı ve makine yağı oldukça azalan Demirhisar torpidobotu, Çeşme'den ikmal yaptı. 11 Mart günü saat 02.45'te bir kruvazör ile uçak gemisine rastlayan Demirhisar, kalan tek torpidosunu attı ve torpido, uçak gemisinin pruva direği gerisinde patlayarak hasar verdi. Saat 05.00'te İzmir'e geri dönüldü. 22 Mart'a kadar bekleyen Demirhisar, İstanbul'dan gelen kömür ve yağ ile takviye edildi. Fakat kömür kalitesizdi, bu sebeple seferden geri dönmek zorunda kalan geminin pervanesi denizin dibine temas ederek zarar gördü. 15 Nisan 1915 tarihinde onarım çalışmaları sona erdi ve Demirhisar denize açıldı. Ertesi gün, İskiri'nin güneyinde yaklaşan iki gemi gören Demirhisar, gemilerden birinin ticaret, diğerinin ise savaş gemisi olduğunu tespit etti. Ticaret gemisinin derhal tahliye edilmesi için uyarı yapan Demirhisar torpidobotu, geminin yanındaki İngiliz muhribinin yaklaşmaya devam etmesi üzerine üç adet torpido attı. Torpidolar arızalı idi, hiçbiri isabet etmedi. Bu arada uzaktan da başka gemilerin gelmekte olduğu görüldü. Demirhisar, geri çekildi ve hızla uzaklaşmaya başladı. Torpidoların isabet etmediği Manitu isimli ticaret gemisinde batırılma korkusuyla kargaşa oluştu ve 100 kadar personel boğuldu. Bölgeden uzaklaşan Demirhisar, Sakız Adası yakınlarında teknik arıza sebebiyle 12 mil hızda ilerlemek zorunda kaldı. Güneyden de bir İngiliz muhribinin gelmesi üzerine, tarafsız konumdaki Sakız Adası'nın limanına sığınılması için Demirhisar rota değiştirdi. Fakat bu sırada İngiliz savaş gemileri topçu ateşine başladı. Ümidi kalmayan Demirhisar'ın personeli gemiyi tahrip ederek karaya çıktı ve İngiliz taarruzu sona erdi.

Mesudiye'nin batırılmasına misilleme yapmak için 13 Mayıs 1915 tarihinde saat 00.30'da Muavenet-i Milliye muhribi harekete geçti. Muavenet-i Milliye, gecenin karanlığından da yararlanarak oldukça yavaş bir hızda Rumeli kıyısı boyunca ilerledi. 600 ilâ 800 metre mesafeden bir İtilaf muhrip filosu görüldü, fakat İtilaf gemileri Muavenet-i Milliye'yi farketmedi. Bu arada HMS Goliath zırhlısı, Muavenet-i Milliye'yi gördü ve ışıldakları ile işaret verdi; Goliath, geminin Osmanlı muhribi olduğunu anlamamıştı. Zırhlının 300 metre yakınına gelen Muavenet-i Milliye, saat 01.15'te art arda üç adet torpido attı. Üçü de zırhlıya isabet etti ve Goliath 570 denizciyle beraber battı.

Çanakkale Savaşı​

SMS Goeben ile SMS Breslau Ağustos 1914'te Osmanlı Devleti'ne sığınınca, 13 ve 14 Ağustos 1914 tarihlerinden itibaren İngiliz savaş gemileri Çanakkale Boğazı önlerinde görüldü. Bölgedeki savaş riski bildirildi ve Mayın Müfreze Komutanlığının hazır olması emredildi. Bununla beraber, olası bir İngiliz saldırısı karşısında diğer birliklerin karşılık vermesi de emredildi. Boğazda kara birlikleri ve donanma ile beraber torpillerle ve mayınlarla savunma yapılması da kararlaştırıldı. Savaş öncesinde Osmanlı ordusunda görev yapan İngiliz subay Halifaks, boğazda olası bir savaş için mayın hatlarına dair plan hazırlamıştı, bu subayın planı uyarınca mayınlar bırakıldı. Mayınların denize bırakılması ve torpil savunması için Giresun vapuru ile İntibah ve Selanik römorkörleri, hazırlıklarını tamamladı. Sivil gemilerin geçebilmesi için Gelibolu önlerinde temiz bir saha bırakılacak şekilde 4 Ağustos 1914 tarihinde Selanik, 40 dakikada 22 adet mayını deniz yüzeyinin 4.5 metre aşağısında bıraktı. Mayınlar birbirine halatlar ile bağlı idi. Goeben ile Breslau, 9 Ağustos'ta Osmanlı Devletine sığınınca İngiliz filosunun boğazı geçmesini önlemek için mayın hatlarının zayıf olduğu düşünüldü. 47 adet mayın daha getirildi, Halifaks planında üçüncü hatta dair bilgi yoktu. Osmanlı komutanları, bu hattı kendileri belirledi; İntibah römorkörü ile üçüncü mayın hattına 40 adet mayın bırakıldı. 17-19 Ağustos günlerinde 8; 1 Ekim'de de 9 mayın bırakıldı ve temiz sahalar tamamen kapatılmış oldu. Üçüncü hatta ise 24 Ağustos'ta 3, 27 Eylül'de 4 mayın takviye edildi.Giresun, İstanbul'dan 26 mayın takviye getirdi. Bu sayede toplam 30 mayın rezerv edilmiş oldu. Bu arada iki mayın, halatların teması sebebiyle patladı. Osmanlı gemileri, şaşırtma amacıyla da şamandıralar bıraktı. 3 Eylül 1914 tarihinde Nusret römorkörü geldi. Ertesi gün Nilüfer mayın vapuru, 32 mayın daha getirdi. Rezerv edilmiş mayın sayısı 80'e yükseltildi. 24 Eylül'de İntibah, üçüncü hattın güneyinde dördüncü hat olması için 29 adet mayın bıraktı. 1 Ekim'de aynı römorkör, beşinci hat olarak 29 mayın daha bıraktı. Bu mayınlar arasında 46 metre vardı ve derinlikleri 2.5 metre idi. 6 Kasım'da Mersin isimli vapur, akıntının ve rüzgarin etkisi ile mayın hatlarına girdi; kıç tarafına mayın çarptı ve gemi battı. Bu süreçte mayın hatlarında 9 mayın patlamış, 8 mayın ise halatlarından koparak sürüklenmişti. 9 Kasım 1914'te İntibah, üçüncü hattın kuzeyinde altıncı hat olmak üzere 16 mayın daha bıraktı. Bu esnada bir mayın patladı. Altıncı hatta mayınlar arası mesafe 45 ve derinlikleri de 4 metre idi. 17 Aralık'ta Nusret 50 mayın bıraktı, bunlardan yedi tanesi patladı; aynı gün Samsun, 28 mayın bıraktı. 30 Aralık'ta Nusret, 39 mayın daha bıraktı ve mayın hattı sayısı dokuza yükseldi. 19 Şubat 1915 tarihinde İtilaf kuvvetlerinin deniz saldırısı gerçekleşti. Savaşın ardından 26 Şubat'ta onuncu hat olarak 53 mayın İntibah tarafından bırakıldı. Bu hattın derinliği 4 ve mayınlar arası mesafe de 40 metre idi. 7 Mart sabahı mayın bırakmak için denize açılan bir tekne, taşıdığı 6 mayından 4'ünü bıraktı fakat geriye kalan 2 mayın patladı, gemi hasar alarak geri dönmek zorunda kaldı. Bu arada İngiliz - Fransız müttefik filosu, mayın tarama girişimlerinde bulunuyor ve uçaklarla mayın hatlarını tespit ediyordu. 8 Mart günü Yüzbaşı Hafız Nazmi komutasında Nusret gemisi, gece karanlığında 26 adet mayını kıyılara göre eğri vaziyette denize bıraktı; müttefik donanması bunu göremedi. Müttefik donanmasının mayın tarama gemileri, Osmanlı ateşi karşısında yine boğazdan geri çekilmek zorunda kaldı. 18 Mart saldırısına kadar toplam 403 adet mayın boğaza bırakılmıştır ve bu mayınlardan bir kısmı ya patlamış ya da halatlarından koparak sürüklenmiştir.


"Düşman kesin saldırısının birkaç gün içinde yapılacağı belli oluyordu. Deniz işlerine bakan ve izleyen tecrübeli, sevimli, uysal bir ihtiyar olan Alman Amiral Merten Paşa'nın teklifine uyularak geride kalan yedek mayınların ki bunlar Goeben ile Breslau gemilerini takiben boğazdan geçen General Yardımcı Kruvazörü'nden alınmışlardı, atılmasına karar verilmiş ve 30 kadar mayın Nusrat Gemisinde hazırlanmıştı."
-Selahattin Adil


3 Kasım 1914 tarihinde müttefik filosunun altı kruvazörü, Çanakkale tahkimatlarını bombaladı. 25 Kasım'da savaş kurulu toplandı ve 28 Ocak 1915 tarihinde Churchill'in planı kabul edildi. Plan, giriş ve orta tahkimatların imhası; mayınların temizlenmesi ve Marmara'ya girilmesi idi, 19 Şubat 1915 tarihinde müttefik filosunun harekâtı başladı. Mayın tarama gemileri mayınları temizlerken, savaş gemileri ile de kıyı tahkimatlarını topa tuttular. 19 - 25 Şubat ve 26 Şubat - 17 Mart günleri arasında yapılan mayın tarama çalışmalarında herhangi bir sonuç alınamadı. Osmanlı topçuları, gemilerin dikkatini dağıtmayı başarmış ve mayınların etkisiz hale getirilmesini engelleyebilmişti. 9 Mart'ı 10'a bağlayan gece iki mayın tarama gemisi tekrar çalışmalara başladı ancak bir gemi denizaltılara karşı koyulmuş ağa takıldı ve Osmanlı topçu ateşi sebebiyle geri çekilmek zorunda kalındı. 10 Mart gecesi iki savaş gemisi, bir kruvazör ile dört muhribin korumasında sekiz adet mayın tarama gemisi geldi. O gece, üç mayın imha edildi ancak bir mayın tarama gemisi battı. Patlamalar duyuldu ve Osmanlı topları tekrar ateşlendi. Ertesi gece bir hafif kruvazör ve muhriplerin korumasında profesyonel Fransız askerlerin mayın tarama gemileri geldi. Fakat kıyı projektörleri bir tekneyi gördü, Osmanlı topçu ateşi başlayınca Fransız filotillası geri dönmek zorunda kaldı. 12 Mart gecesi Üsteğmen Blanc komutasında Fransız filotillası tekrar geldi. Bu sefer bir mayın yakalandı ancak Osmanlı kıyılarından tekrar topçu ateşi başladı; geri dönüldü. 13 Mart gecesi savaş gemilerinin korumasında yedi adet mayın tarama gemisi boğaza geldi ve mayın tarama çalışmaları başladı. Fakat beklenenden daha güçlü bir topçu ateşiyle karşılaştılar ve yine geri çekildiler. 15 Mart gecesi yedi adet mayın imha edildi, ertesi gün yapılan çalışmalar ise başarısız oldu. 18 Mart taarruzuna az kalmıştı, uçaklarla ve gemilerle mayın hatlarının yerlerini tek tek tespit etmeye çalışan müttefik filosu, Nusret'in 26 mayınlık hattını göremedi. Son olarak 17 Mart gecesi mayın tarama çalışmaları yapıldı ve temiz sahalar rapor edildi. İngiliz pilotları, denizdeki mayınları çok iyi bir şekilde görebiliyordu; Bozcaada'da yapılan denemeler ile tecrübelerini pekiştirmişlerdi. Müttefik filosunun amacı, fazla hasar almadan kıyı tahkimatlarını susturmak, ardından boğazdaki mayınları temizleyip 800 metre genişliğinde bir geçit oluşturabilmek idi. 18 Mart sonrası süreçte, Çanakkale Boğazı önlerine müttefik filosu tarafından 1.267 adet mayın denize bırakıldı. Bu sayede Osmanlı donanmasının olası bir çıkışı engellenmiş oldu. Aralık 1916'da müttefik filosu, İzmir Körfezine 105 adet mayın bıraktı.

Boğazı korumak için kıyılarda çok sayıda top bataryası bulunmakta idi. Toplam top sayısı 230 idi fakat sadece 82'si 18 Mart saldırısında etkin olarak kullanıldı. 18 Mart günü havada sis yoktu. Saat 10.30'da HMS Agamemnon rehberliğinde İngiliz 1. tümeni boğaza girdi. İlk hattaki savaş gemilerinin sıralanışı batıdan doğuya HMS Queen Elizabeth, Agamemnon, Lord Nelson ve Inflexible idi. Bu savaş gemilerine kıyıdaki farklı tahkimatlar hedef olarak gösterilmişti. Saat 11.00'de Osmanlı topçu ateşi başladı. Müttefik filosu emre uydu ve 11.30'da karşılık vermeye başladı. Müttefik filosu, muharebenin daha ilk safhalarında isabet kaydetmeye başlamıştı. Osmanlı tabyalarından etkisiz bir şekilde karşılık verilmekte idi. Müttefik filosu komutanı John de Robeck, Fransız savaş gemilerinin en ön safa geçmesini emretti. Fransız gemileri, en ön safa geçerken Osmanlı tabyalarından gelen etkisiz topçu saldırısı şiddetlendi ve güçlü bir bombardımana dönüştü. Gizlenmiş Osmanlı bataryaları da ateşe başladı. Saat 13.10 olduğunda Agamemnon 12 isabet almıştı; Agamemnon yeni isabetler almamak için 360 derece dönerek atış yapıyordu. De Robeck, Osmanlı topçu ateşinin etkisiz olduğuna kanaat getirdi ve saat 13.45'te boğazdaki mayınların temizlenmesini emretti. Fakat Osmanlı tabyaları gemilere hasar vermeye başladı. Kısa sürede 3 mayın tarama gemisi ve 1 muhrip battı. Mayın tarama emri ertelendi, Inflexible muharebe kruvazöründe yangın çıktı ve Inflexible geri çekilmek zorunda kaldı. Saat 14.00'te Fransız savaş gemisi Bouvet, Nusret'in bıraktığı mayınlardan birine çarptı; gemi dumanlar içinde kalarak 602 Fransız denizciyle beraber üç dakikada battı. Saat 15.00'i geçerken Rumeli tabyalarında Vengeance'nin bombardımanı ile yangın başladı, Rumeli ve Anadolu tabyaları topçu ateşlerini Irresistible'nin üzerinde topladı. Irresistible'nin bacası parçalandı, su kesiminin altından isabet aldı ve ardından mayına çarptı; gemi yan yatmaya başladı. Wear muhribi, gemiyi kurtarmak için geldi fakat çaresiz geri dönmek zorunda kaldı. Saat 17.50'de Irresistible, karanlık basınca kurtarılmak üzere terk edildi. Amiral de Robeck, filonun geri çekilmesi için emir verdi. Yoğun topçu ateşi altında geri çekilen Ocean, Seyit Onbaşı tarafından vuruldu. Ocean, manevra kabiliyetini kaybetti ve saat 18.05'te Irresistible'nin yakınlarında mayına çarparak dengesini yitirdi. Diğer gemilerden yardım istendi ve Ocean'ın mürettebatı tahliye edildi. Muharebenin ardından Irresistible ile Ocean kurtarılamadı, saat 19.30'da Irresistible, 22.30'da da Ocean battı. 18 Mart muharebesinde müttefik filosunun 3 savaş gemisi batmış, 4'ü de ağır hasar almıştı; bu muharebede Osmanlı donanmasının etkinliğine dair kaynak bulunamamaktadır.


"Gelibolu Muharebeleri'nin cereyan tarzını açıklamak için şunu belirtmeliyim ki, bütün çarpışmalar 5. Ordu birlikleri tarafından yapıldı ve Türk - Alman Donanması'nın bu çarpışmalara katılımı son derece sınırlı kaldı."
"...Mayıs ayında Türk - Alman Donanması, düşman gemilerine karşı taarruza geçtiğinde ağır yükümüz bir dereceye kadar hafifledi."
-Otto Liman von Sanders


Çanakkale Savaşı sürecinde bazı gemilerden sökülen toplar Osmanlı müstahkem mevkilerine yerleştirildi ve boğaz savunması desteklendi. 4 Mart 1915 tarihinde boğaza destek için gelen Barbaros Hayreddin, 5 ve 6 Mart günleri Queen Elizabeth dretnotunu topa tuttu. 21 adet 280 mm'lik mermi atılmıştı, Queen Elizabeth geri çekilmek zorunda kaldı. Bölgede Turgut Reis savaş gemisi de görev yapmakta idi, Ceyhun ve Üsküdar isimli vapurlar herhangi bir torpido saldırısına karşın savaş gemilerini koruyordu. Barbaros Hayreddin, İstanbul'a geri döndü ve Turgut Reis görevini tek başına sürdürmeye devam etti. 12 Nisan'da Turgut Reis, kıyıları bombalamakta olan Lord Nelson'a ve HMS Majestic'e topçu ateşi açtı. 24 Nisan'da Eceabat önlerinde topçu ateşi açan Turgut Reis, ertesi gün Anzak kuvvetleri çıkarma yapınca da topçu ateşi açtı. HMS Triumph savaş gemisinin karşılık vermesi üzerine Turgut Reis geri çekildi. Bu bombardımanda İtilaf kuvvetlerinin dört nakliye gemisi vuruldu, atılan son mermi de HMS Triumph'a isabet etti. 26 Nisan'da Barbaros Hayreddin de geldi, iki gemi birlikte Arıburnu'nu bombalamaya başladı ve Osmanlı kara birliklerine zaman kazandırıldı. 27 Nisan'da Queen Elizabeth topçu ateşine başladı, gelen bir mermi ile Üsküdar vapuru battı. Saros Körfezi'ni bombalamakta olan Barbaros Hayreddin'de kaza oldu; orta tarette namlu parçalandı ve 15 kişi yaralandı. Aynı gün, Avustralyalı denizaltı HMAS AE2 taarruz etti. Bunun üzerine Turgut Reis geri döndü, Barbaros Hayreddin görevine devam etti. 1 - 3 Mayıs günleri arasında toplam 63 mermi atan Barbaros Hayreddin, HMS Swiftsure'yi vurdu. 6 Mayıs'ta Barbaros Hayreddin İstanbul'a döndü, görevi Turgut Reis devam ettirdi. 15 - 18 Mayıs günlerinde Barbaros Hayreddin tekrar destek atışlarına devam etmek üzere Çanakkale Boğazı'nda bulundu. 20 - 24 Mayıs günlerinde Turgut Reis, bombardımana devam etti ve görevi Barbaros Hayreddin devraldı. Bundan sonra 5 Temmuz 1915 tarihinde Turgut Reis'in baş taretinde namlu parçalandı; 4 er öldü ve 31 er yaralandı. 5 Ağustos 1915 tarihinde İngiliz denizaltısı HMS E11, Barbaros Hayreddin'i batırdı, bundan sonra Turgut Reis'in boğazdaki destek faaliyetlerine dair kaynak bulunamamaktadır.

Mondros Ateşkes Anlaşması ve Osmanlı donanması​

Karadeniz​

30 Ekim 1918 tarihinde Mondros'ta ateşkes anlaşması imzalandı. Osmanlı Devleti ve müttefikleri, savaşı mağlup olarak bitirmişti. Anlaşma uyarınca boğazlar İngiliz, Fransız, Yunan, Amerikan ve İtalyan gemilerine açıldı. Boğazlardaki kıyı istihkamları müttefiklerin kontrolüne geçti ve mevcut toplar tahrip edildi. Anlaşmanın 6. maddesi uyarınca Osmanlı donanmasının tüm gemileri müttefiklerin kontrolüne geçti, savaş gemilerinin teçhizatı söküldü ve personeli terhis edildi. Buna rağmen bazı gemiler kaçırıldı ve Kurtuluş Savaşı için nakliye görevi icra edildi. Müttefik devletleri, Kurtuluş Savaşı için herhangi bir nakliye işini engellemek için kapsamlı bir abluka başlattı. Fakat müttefik devletleri arasında olan çıkar çatışmalarından yararlanılıyor ve zor da olsa nakliye işi yapılıyordu. Zonguldak, Amasra, Ereğli, Samsun, Sinop gibi yerlerde gözetleme istasyonları kuruldu. 1920 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi kuruldu ve 24 Ağustos'ta Rusya ile askeri yardım anlaşması imzalandı. Rusya'dan bu yardımları getirmek üzere Millî Savunma Bakanlığı'na bağlı olarak Umur-ı Bahriye Müdürlüğü kuruldu. Bu müdürlüğün elinde az sayıda küçük gemi ve personel bulunuyordu. Fakat müttefik gemileri Karadeniz'i ciddi anlamda kontrol ediyor, yakaladıkları gemileri uyarmadan batırıyor ve kıyıları bombalıyordu.Karadeniz'deki nakliye için Samsun'da, Akdeniz'deki nakliye için de Antalya'da liman reislikleri kuruldu. Haliç'te müttefikler tarafından tutulmakta olan Aydınreis ve Preveze gambotları, TBMM'nin donanmasına katıldı. Bunun ardından Rüsumat adlı bir vapur da TBMM'nin donanmasına kendi rızasıyla katıldı. Kasım ayında 1300 tonluk bir şilebe el konularak donanmanın taşıma gücü arttı ve şilebe Şahin adı verildi. Donanma, Sovyet Rusya'dan silah getirmekte idi. Gazal römorkörü, Tuapse'den yüklediği 564 Alman mavzeri, 494 sandık cephane ve 586 kasaturayı 20 Ekim 1920 tarihinde Trabzon'a getirdi. 4 Kasım'da Rüsumat vapuru Trabzon'a ulaştı ve 632 mavzer, 1180 sandık cephane, 615 kasatura getirildi. Rüsumat 1 Aralık'ta Tuapse'den 438 tüfek, 412 sandık cephane ve 378 kasatura daha getirdi. İngilizler bu nakliyeyi engellemek istiyordu ancak TBMM kuvvetleri önlem almıştı. Aralık 1920'ye kadar Tuapse'den toplamda 3387 tüfek, 3590 kasatura ve 3624 sandık cephane getirilmiştir. Trabzon'a getirilen bu silahlar, İnebolu'ya taşınıyor ve oradan da TBMM ordusuna geçiyordu. 1921 yılında, nakliyenin doğrudan İnebolu'ya yapılması kararlaştırıldı. Trabzon'daki İngiliz kuvvetleri ve İngiliz yandaşları, nakliye işini oldukça tehlikeli bir hale getirmişti. Bu arada Ruslar Şahin silebine el koydu ve gemi ancak Nisan 1921'de geri alınabildi. İstanbul'a ilerleyen Petros adındaki 180 tonluk Yunan vapuru, teknik arızalar sebebiyle Trabzon'a geldi ve 13 Mart 1921 tarihinde gemiye el konularak Batum adı verildi. Batum vapuru, Umur-ı Bahriye Müdürlüğü'ne bağlı olarak nakliye filosuna katıldı.

Trabzon'daki nakliye komutanlığı önce binbaşı Nazmi Bey tarafından yönetilmekte idi, yerine binbaşı Fahri Aczi Bey atandı. Gözetleme istasyonlarının raporları, reisliklerin sağladığı koordinasyon bilgileri sayesinde Karadeniz'deki nakliyat ciddi bir zayiat verilmeden yürütülmekte idi. Alemdar römorkörü Ocak 1921'de İstanbul'dan kaçmayı başardı ve nakliye filosuna katıldı. Bu gemi sebebiyle Fransa ile TBMM arasında bir anlaşma yapıldı ve böylece TBMM, Fransa tarafından tanınmış oldu. 29 Ekim'de Alemdar, Trabzon Nakliyat-ı Bahriye Komutanlığı envanterine katıldı ve Umur-ı Bahriye Müdürlüğü daha da güçlenmiş oldu. Müttefik devletlerin Karadeniz'deki limanları kapsamlı bir şekilde ablukaya alması ve keşif harekâtları yapmasına rağmen Sovyet Rusya'dan askeri teçhizat getirilmeye devam edildi. Cephanelerin müttefik kuvvetlerin eline geçişini önlemek için, gemilerin olası bir saldırıda müttefiklere teslim olmak yerine batırılması da emredildi. Birinci İnönü Muharebesi kesin Yunan yenilgisi ile sonuçlanınca müttefik devletler, Karadeniz'deki lojistik desteğin tamamen çökertilmesi için Yunanistan Krallığı'na olan yardımlarını arttırdı. Bir İngiliz muhribi, Gazal römorkörünü batırmak için yanaşırken mayına çarptı. Bundan itibaren İngiliz - Fransız savaş gemileri, Karadeniz'deki ablukayı hafifletti ve kıyılara fazla yaklaşmamayı tercih etti. 26 Mart 1921 tarihinde Yunanistan kapsamlı bir abluka başlattı; Karadeniz'de askeri teçhizat taşıyan tüm gemilerin korsan muamelesi göreceği ilan edildi. Averof ile Elli savaş gemileri, sekiz muhrip ve iki yardımcı gemi bu ablukaya katıldı. Yunan ablukası, Kurtuluş Savaşı bitene kadar devam etmiştir. Buna rağmen başarılı bir şekilde nakliye işleri devam etti, Karadeniz nakliyesi sayesinde takviye edilen 3. Kafkas tümeni batı cephesine kaydırıldı. Gemiler fırtınalı, sisli havaları genellikle tercih ediyor ve böylece Yunan gemilerine yakalanmıyordu. 9 Haziran 1921 tarihinde birkaç Yunan savaş gemisi, İnebolu'yu topa tuttu. Bunu 20 Temmuz'da Sinop ile Trabzon, 22 Temmuz'da tekrar Sinop ve 30 Temmuz'da da tekrar İnebolu izledi. Yine de Yunan donanması etkili bir saldırı yapamamıştı. Karadeniz nakliyatı, Deniz Yolları Kurumuna (Seyr-ü Sefain Dairesi) ve ticari kuruluşlara ait gemilerle, şahsi küçük teknelerle de yapılmakta idi. Tekâlif-i Milliye Emirleri doğrultusunda, 8 Ağustos 1921'de verilen emir ile sivil tekneler 100 millik mesafede orduya destek için mal taşımakla görevlendirildi. Sakarya Meydan Muharebesi öncesinde Rusya'dan 32 adet top getirildi ve muharebede bu toplar kullanıldı. TBMM resmi makamları, bu denizcilere teşekkür ettiğini yazılı belgeler ile bildirmiştir. 1922 yılında, Büyük Taarruz için hazırlıklar başladı ve Rusya'dan iki adet gambot satın alındı. Marmara'da, Ege'de ve Akdeniz'de daha aktif olunması kararlaştırıldı.

1922 yılı başında 11 ton barut, 51.2 ton mermi, 11 ton mühimmat, 80.5 ton bomba, 200 mayın, 6 adet top, 166 ton topçu mühimmati getirildi; bu nakliye işlemleri Şahin, Mebruke, Aydınreis, Alemdar ve Gazal isimli gemilerle yapıldı. Mart 1922'den itibaren Samsun'a 363.5 ton, Trabzon'a da 11.5 ton askeri teçhizat getirildi. Nisan ayında Şahin vapuru ile Novorossiysk'ten 1 adet gemi topu, 150 adet mayın getirildi. Batum'dan getirilen 1001.7 ton askeri teçhizatın 944.6 tonu Batı Cephesi'ne aktarıldı. Rusya'dan getirilen mayınlar, İzmir ve İzmit Körfezi'ne dökülmek üzere biriktirilmekte idi. Ayyıldız isimli bir gemi çalışmalardan geçti ve mayın dökme kabiliyeti kazandırıldı. 100 tonluk iki Beyaz Rus gemiye el konuldu ve Amasra ile Ereğli adları verildi. Amasra mayın dökmek için hizmet etmeye başladı, Ereğli ise Haziran ayında karaya oturdu. Ayrıca 26 Nisan 1922 tarihinde Sinop'ta bir Yunan yelkenlisine el konuldu ve Şile adı verildi. Aynı gün, Enosis adlı 950 tonluk Yunan şilebi zaptedildi ve donanmaya Trabzon ismiyle katıldı. 7 Haziran'da Yunan donanması Samsun'u topa tuttu ve sivil yerleşimlerle beraber ABD'nin, Rusya'nın, Hollanda'nın tesisleri de vuruldu. Uluslararası ortamda Yunanistan protesto edildi ve Rusya, kara sularına giren Yunan gemilerini zaptetmeye başladı. Bu arada Almanya'dan satın alınan 29 adet uçak Novorossiysk'e getirildi ve 22'si Şahin vapuruna yüklenerek 21 Temmuz'da Trabzon'a getirildi. Kalan 7 uçak ise ancak 13 Eylül'de getirilebildi. Büyük Taarruz'dan sonra, Ekim 1922'de Gazal römorkörü tarafından 2200 tonluk Yunan Urania gemisi ele geçirildi ve gemi Samsun adıyla donanmaya katıldı. Donanmanın nakliye seferberliği 1923 yılı ortalarına kadar devam etti. 24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanan Lozan Anlaşması ile nakliye seferberliği sona erdi. Mart 1922'deki bazı nakliye çalışmaları ayrıntılarıyla şöyledir:

Alemdar
6 Mart
Mebruke
22 Mart
Aydınreis
26 Mart
Sivil vasıtalar
26 Mart

  • 40 ton el bombası
  • 45 ton Japon malı barut kesesi
  • 6.6 ton barut
  • 2 adet telgraf-telsiz malzemesi
  • 4 adet telsiz-telgraf nakliye aracı
  • 307 adet eyer

  • 50.6 ton fişek (7265 sandık)

  • 726 adet tüfek
  • 161.04 ton fişek (4026 sandık)

  • 3.27 ton topçu mermisi (737 sandık)

Marmara​

Marmara Denizi'nde TBMM'ye askeri teçhizat sağlamak için Muavenet-i Bahriye Grubu ile beraber birçok subay, er ve gönüllü sivil çalıştı. 17 Ağustos 1919 tarihinde bir taka ile 1000 kasatura ve 14 sandık cephane kaçırıldı. Haliç'te kilit altında tutulan teçhizatın kaçırılması için Muavenet-i Bahriye Grubu tarafından plan yapıldı; plan uyarınca depoların komutanı üsteğmen Nazmi Bey'in yardımları ile iki takaya cephane ve gönüllü askerler yüklendi. Müttefik gemilerine rağmen 17 Ekim 1920'de Karamürsel'e ulaşıldı. Müttefik gemilerinin atlatılması için sahte erzak taşıma belgeleri yapıldı, bu belgeler gösteriliyor ve müttefik kontrolü kolayca atlatılıyordu. Bununla beraber yabancı gemiler de kullanılıyor ve müttefik kontrolü geçiliyordu. Cephanelerin boşaltılması ve TBMM kuvvetlerine götürülmesi işlerinde bölge halkı çalışıyordu. 4 Haziran 1921 tarihinde 15 adet mayın getirildi. Umur-ı Bahriye Müdürlüğü'nden gelen bir subay Karamürsel'i inceledi ve mayınları dökebilecek bir gemiye sahip olunmadığı belirtildi; Karamürsel'i mayınlayarak müttefik gemilerini uzak tutma planından vazgeçildi. Bölgeye torpido mevzilerinin kurulması uygun görüldü ancak kaçak yollarla getirilen torpidolar İngilizlerin eline geçti ve bu plan geçerliliğini kaybetti. Haziran 1921'de Zeytinburnu'nda 160 adet tabanca, 500 kasatura, 500 adet mavzer ve 600 sandık mavzer mermisi Yarımcalı Muharrem kontrolündeki Selamet adlı tekneye yüklendi ve sahte erzak taşıma belgesi ile müttefik kontrolü atlatıldı; bu teçhizatın tamamı Sakarya Meydan Muharebesi'nde kullanılmıştır. 28 Haziran 1921 tarihinde İzmit Yunan işgalinden kurtarıldı ve 6 Temmuz'da Kocaeli Komutanlığı Bahriye Müşavirliği tesis edilerek komutasına güverte binbaşı Celal Bey atandı. 20 Temmuz'da Karamürsel Limanı komutanlığına güverte binbaşı Hulusi Bey getirildi; Karamürsel, savaş esnasında kullanılan en aktif Marmara limanıdır. Yunanlar bir tekneyi yakaladı ve tekneye el koydu, bazen deniz nakliye kolları Yunan gemileri tarafından ateş altına alındı ancak çalışmalar devam etti. Karamürsel'den Batı Cephesi'ne yaklaşık 100 bin adet fişek götürüldü. Yunan donanmasının saldırılarına cevap vermek için, Haliç'te tutulan Peyk-i Şevket'in bir topu söküldü ve körfeze getirildi. Aynı zamanda Yavuz'un da 88 mm'lik iki topu söküldü ve Samsun Limanı'nın güvenliği için kullanıldı. 7 Kasım'da iki adet Fransız uçağın tüm parçaları ve Burak reis savaş gemisinin iki adet 47 mm'lik topu götürüldü. Teğmen İbrahim Bey'in çalışmaları ile 141 mavzer, 110 kasatura ve 515 piyade tüfeği de gizlice nakledildi. TBMM'nin emri doğrultusunda İzmit - Geyve arasındaki hasarlı demiryolları onarıldı. Onarım çalışmaları 6 ay sürdü ve gerekli malzemeler de İstanbul'dan gizlice nakledilen teçhizat ile karşılandı. Bu arada, silah taşıyan Yunan Kleopatra gemisi fark edildi; geminin personeli içkiliydi ve bundan yararlanılarak gemi ele geçirildi. Mudanya Ateşkes Anlaşması imzalandıktan sonra, Lozan müzakerelerinde herhangi bir sonuç alınamayınca İzmit Körfezi'nin güvenliği için önlem alınması emredildi. İntibah römorkörü bölgeye geldi, gizlice getirilen ve depoda bekleyen mayın sayısı toplamda 157 idi. Peyk-i Şevket ve Saloz savaş gemilerinden toplar söküldü ve körfezin güvenliği için bu toplar kullanıldı. Yunanların terk ettiği limanlardaki denizcilik malzemeleri de İzmit'e götürüldü. 7 Şubat 1923 tarihinde Tavşancıl İskelesi ile Hersek Burnu arasına denizaltı ağı gerildi, birçok deniz sahasına da mayınlar döküldü. 19 Ekim'de kılavuz kullanmayan bir İtalyan şilebi mayına çarptı ve 8 mürettebatı öldü. TBMM kuvvetlerinin eline geçen askeri teçhizatın %25'i Marmara'dan getirilmiştir.

Ege ve Akdeniz​

osmanlida-cavuslar_f33f64e79a263438.jpg osmanlida-cavuslar_f33f64e79a263438.jpg
İtalyanların bölgeden çekilmesinden sonra nakliye faaliyetleri arttı ve buna paralel olarak Yunan gemilerinin karakol faaliyetleri de arttı. Ege ve Akdeniz kıyılarının savunulması için 16 Mart 1921 tarihinde binbaşı Necip Bey komutasında Bahri İzci Grubu kuruldu. Bu örgüt, Yunan gemilerini gözlüyor ve kıyıların güvenliğini sağlıyordu. 21 Ocak 1922'de Fethiye yakınlarında Ardemiyüs adlı bir Yunan yelkenlisi fark edildi, gemiyi zaptetmek için harekete geçildi ancak fırtına çıktı ve örgüt üyeleri geri çekilmek zorunda kaldı, bir asker öldü. 21 Nisan'da Yunan donanması Sisam Adasını ele geçirdi. Başka yerlerin de işgal edilmesini önlemek için örgüt üyeleri Muavenet-i Bahriye Grubu ile bağlantı kurdu; iki adet 57 mm'lik, bir adet 37 mm'lik top ve 5 adet uçak motoru bir İtalyan gemisiyle 25 Nisan'da Mersin'e getirildi. 16 Haziran'da Söke'ye 50 kadar Yunan askeri çıktı. Silahlı direniş gösterildi ve Yunanlar geri çekilmek zorunda kaldı. Yunan gemilerinin kıyılara yanaşmasını önlemek üzere İzmir yelkenlisi makine tüfek, Bodrum ile Sakarya gemileri 57 ve 37 mm'lik toplarla donatıldı. Karada ise 3 adet top ve 120 tüfek bulunuyordu. 23 Temmuz 1922 tarihinde, bu silahlı kuvvetleri imha etmek üzere 2600 tonluk Elli kruvazörü taarruza geçti. Elli, silahlı kuvvetlerin hazır olmadığını gördü ve hafif silahlarla ateş etmeyi planladı. Ancak kıyı ile arasındaki mesafe 2500 metre olunca sahil bataryaları ateşe başladı. Yapılan 20 dakikalık muharebede 9 isabet alan Elli geri çekildi. Elli'nin ikinci komutanı ve sekiz mürettebatı yaralanmıştı. Bu muharebeden sonra herhangi bir Yunan deniz saldırısı gerçekleşmemiştir. İzmir kurtarılınca şehre 105 tüfek ve 3 makineli tüfek ile 9 subay ve 141 er götürüldü. İzmir kıyılarının savunulması için önlemler alındı; 120 adet mayın, üç adet top getirildi. Birinci Lozan müzakerelerinden sonuç alınamayınca, herhangi bir saldırıyı önlemek üzere İzmir önlerine mayın döküldü ve sahil bataryaları dört adet top ile takviye edildi. Lozan Anlaşması imzalanınca İntibah römorkörü burada görevlendirildi.

Osmanlı Donanmasında sınıflar rütbeler ve üniformaları​

Osmanlı Donanması'nın ilk zamanlarında denizci askerlerin kıyafetlerine dair yeterli bilgi bulunamamaktadır. Donanmada üst rütbeli subaylar cübbe giyebilimekte idi, askerlerin giysileri ile rütbeleri anlaşılıyordu. Yıldırım Bayezid döneminde kurulan Gelibolu tersanesinde bazı azab askerleri donanmaya alındı, bu askerler ilk deniz askeri sınıfı olarak kabul edilmektedir. Fakat donanmadaki üniforma disiplini II. Mahmud'a değin tam olarak sağlanamadı. 1811 yılında II. Mahmud'un emri ile denizcilerin giyimlerine bazı kısıtlamalar getirildi. Donanmadaki modernleşme çalışmaları çerçevesinde denizcilerin üniformaları da değiştirildi, batılı devletlerinki gibi denizciler ceket ile pantolona geçti. 30 Ekim 1918'de Limni Adası'nda imzalanan Mondros Ateşkes Antlaşması'ndan sonra yapılan tek değişiklik; başlıklara "Cemaliye" adı yerine "Serpuş" adının verilmesi oldu. Bu dönemde, bayramlık ve selâmlık üniformaları da giyilmedi. Donanmadaki hiyerarşik sistem, çeşitli dönemlere ayrılmaktadır.

II. Mahmud dönemine kadarki sınıf rütbe ve üniformalar​

II. Mahmud öncesi donanmada hiyerarşik sistem şöyle idi:

  • Kaptan-ı Derya - Donanmanın ilk zamanlarında bu rütbe "Derya Beyi" idi. "Kaptan-ı Derya" ve "Kaptan Paşa" gibi farklı isimlerle anılmaktadır. Donanmanın en büyük amiridir, günümüz Deniz Kuvvetleri Komutanına denktir. Özel günlerde sağ tarafı sırma şerit ile süslü "Kallavi" adlı başlık, ucu kalkık sarı deriden "Yemeni" adlı ayakkabı, samur kürkü kaplı yeşil atlas kaftan giyerlerdi.
  • Kadırga Kaptanı veya Reis - Üstsubaylar sınıfına denk gelen Donanma Ümerası'nın en yüksek rütbeli askerleri idi. Etrafı ve kol altları sırma şeritli "Fermane" isimli bir üst giysi, onun üstüne de uzun kollu bir yelek giyilirdi. Kırmızı sarıklarının uçları sırmalı idi.
  • Kapudâne - 1682 yılından itibaren kullanılan bir ifade idi, günümüz Oramiral rütbesine denk. Önü samur kürkü ile kaplı yeşil bir kaftan, beyaz renkli bir başlık ve ayaklarına sarı deriden yemeni giyerlerdi. Ellerinde bir asa bulunurdu.
  • Patrona - İtalyanca asıllı bir rütbe. Günümüz Koramiral rütbesine denktir. Kalyonların ikinci kaptanlığını yürütmekle ve tersanelerin asayişini sağlamakla görevli idi. Kapudânelerinkine benzer kıyafetler giyen Patronaların ellerinde mavi renkli bir asa bulunurdu.
  • Tersane Kethüdası - Tersane halkının (Tersane çalışanlarına verilen genel ad) yönetiminden sorumlu Tersane Ricali sınıfının en yüksek rütbeli askeridir. Tersanelerde Kaptan-ı Derya'dan sonraki en yetkili subay idi. Günümüz Tümamiral rütbesine denk olan Tersane Kethüdası, önü ve yakası samur kürkü ile kaplı açık yeşil renkli bir kaftan, beyaz bir gömlek ve yeşil bir şalvar giyerdi. Elinde mavi renkli bir asa bulunurdu, beline ise kırmızı renkli bir kuşak sarılı olurdu. Sarı sırma püsküllü ve beyaz sargı kaplı kırmızı bir başlık giyerdi.
  • Rîyale - İspanyolca asıllı bir rütbe. Patrona'dan sonra gelen bu rütbe, günümüz Tuğamiral rütbesine denktir. Kalyonların üçüncü kaptanlığı görevini üstlenmişlerdi, kullandıkları gemiye "Riyâle-i Hümâyun" denirdi. 1855 yılında bu rütbenin adı "Liva Amiral" olarak değiştirilmiştir. Rîyaleler önü samur kürkü ile kaplı mavi bir kaftan, içine kahverengi bir giysi ve Kapudânelerinki gibi beyaz bir başlık giyerlerdi. Ayaklarında sarı deriden yemeni, ellerinde de mavi renkli bir asa bulunurdu.
  • Tersane Başçavuşu - Tersane-i Amire'de asayişten sorumlu Tersane Çavuşları sınıfının en yüksek rütbeli subayı idi. Diğer denizcilerden oldukça farklı bir giysi giyerlerdi. Başlarına bir külah üzerine fes, onun etrafına da saçaklı bir sargı sararak bu başlığı giyerlerdi. Omuzlarına da bir çeşit yağmurluk olan "Bornoz" adlı örtüyü alırlardı. Sırma işlemeli bir üst giysi, dizden başlayan sırma işlemeli bir şalvar ve kırmızı renkli deriden yemeni giyerlerdi.
  • Tersane Çavuşu - Tersane halkına komut veren ve asayişten sorumlu askerler idi. Emir subaylığı görevini yürüten Kaptan Paşa Çavuşu, askerî inzibat görevini yürüten Tersane Tezkereci Çavuşu gibi farklı türleri mevcut idi.
  • Azaplar - Osmanlı Donanması, "Harp Sınıfı" ve "Tersane Sınıfı" olarak ikiye ayrılmıştır. 1390 yılında bazı eyaletlerden azab askerleri, Gelibolu tersanesinde çalışmak üzere getirtildi ve donanmanın ilk sınıfı, Azaplar kurulmuş oldu. Azap Odabaşıları (Azap Subayları), sarı sırmalı şaldan beyaz bir sarık, uzun kollu sırma işlemeli ceket ve dizden başlayan mavi bir şalvar giyerlerdi. Ayaklarına ise sarı deriden yemeni giyerlerdi. Savaş zamanında Acemi Ocağı'ndan da askerler alınırdı, bunlar da Azaplar sınıfına dâhil sayılır. Acemi Oğlanları sarı sırma saçaklı beyaz bir sarık, yakasız uzun bir cübbe ve koyu mavi renkli şalvar giyerlerdi.
  • Levendler - 18. yüzyıla kadar görevde kalan bu askerî sınıf, donanmanın ana personeli olarak kabul edilmektedir. Deniz savaşlarında tüfekçi, kara savaşlarında süvari olarak görev yapan Levend sınıfı, I. Abdülhamid döneminde kaldırıldı. Karadeniz'den ve Arnavutluk'tan alınan Rum askerlerine "Levend-i Rumi" denirdi. Levendler, "Barata" adı verilen ponponlu kırmızı bir başlık, kırmızı bir üst giysi ve onun altına da beyaz renkli bir gömlek giyerlerdi. Diz kapağının altından başlayan mavi renkli bir şalvar ve bıçakları tutması için koyu sarı bir kuşak giyerlerdi.
  • Kayıkçıbaşı - Levendlerin bir koludur. Mavi ponponlu kırmızı bir başlık, kolsuz kapalı renkte bir üst giysi, onun altına pembeye kaçan beyaz bir gömlek, mavi renkli uzun bir şalvar ile ayaklarına kırmızı deriden bir yemeni giyerlerdi.
  • Topçu Levendi - Gemilerde Topçu Ocağı vazifesi gören Topçu Levendleri, uzun beyaz bir sarık giyerlerdi. Diğer giysileri, Levendlerinkinden farksızdı. Barut çantaları bulunurdu.
  • Levend-i Rumi - Müslüman Levendlerden ayırt edilmeleri için tamamen farklı giyinirlerdi. Sarı işlemeli kolsuz mavi renkli bir gömlek, kirli beyaz renkli bir şalvar ve mavi renkli bir başlık giyerlerdi. Ayakkabıları yoktu, başlıklı uzun bir yağmurlukları olurdu.
  • Kalyoncular Sınıfı - 1682 yılında Kalyoncular sınıfı kuruldu ve Osmanlı Donanması, kalyonlara geçti. Kalyoncular sınıfı daima maaş almazdı, sadece göreve çağrıldıklarına maaş verilirdi. 1783 yılında Cezayirli Gazi Hasan Paşa'nın emri ile Kasımpaşa'da Kalyoncular Kışlası kuruldu. 1826 yılında, II. Mahmud'un emri ile Kalyoncu sınıfı kaldırıldı. Kalyoncular, tıpkı Levendler gibi tüfekçi, topçu, kayıkçı gibi işleri yürütmekte idi.
  • Kalyoncu Çavuşu - Kalyoncuların amiri idi, Tersane-i Amire bölgesinin (Kasımpaşa, Galata ve Beyoğlu) inzibatından sorumlu idi. III. Selim döneminde Kalyoncular, üzeri beyaz bir örtü ile sarılmış sarı ponponlu kırmızı bir başlık, yaka ve omuzları sırma işlemeli üst giysi, onun altına sarı renkli bir gömlek, mavi renkli uzun bir şalvar ve kırmızı deriden ucu kalkık olmayan ayakkabı (Mes) giyerlerdi.
  • Kalyoncu - Kalyoncular sınıfının ana personelidir. "Mukaddem" adı verilen kırmızı bir külah fesi sağ ucu aşağıya sarkacak şekilde ipekten hafif bir sarık ile sarıp bu başlığı giyerlerdi. Üst giysilerinde ve şalvarlarında mavi renk hakimdir. Üst giysinin altına oldukça bol bir beyaz gömlek, başlarındaki hafif sarığa benzer bir kuşak, kenarları kırmızı ipekle işlenmiş yağmurluk ve "Kalyoncu biçimi" veya "Galata biçimi" adlı açık ayakkabıyı da giyerlerdi. Yanlarında çeşitli silahlar ve sırma işlemeli bir tabanca bulunurdu.
  • Çıplak Çavuşu - III. Selim döneminde yabancı heyetlerin de yardımıyla "Çıplaklar Sınıfı" kuruldu. Hafif kıyafetler giydikleri ve kolları ile bacaklarının bir kısmı çıplak olduğu için bu isimle anılmışlardır. Çıplak Çavuşu, bu sınıfın amiri idi. Hafif bir örtüyle sarılmış külah şeklinde kırmızı bir fes, sırma işlemeli kırmızı bir üst giysi ve altlarına da dize kadar uzanan kırmızı bir şalvar giyerlerdi. Gömlek giymezlerdi. Omuzlarını kaplayan ve bacaklarına kadar uzayan bir bornoz (Yağmurluk) olurdu. Ayaklarına ise kırmızı deriden bir yemeni giyerlerdi.
  • Çıplak Eri - Kırmızı küçük bir üst giysi ve onun altına da göğsü tamamen açık vaziyette olan kısa kollu beyaz bir gömlek ile paçaları beyaz işlemeli dizden boğumlu mavi bir şalvar giyerlerdi. Başlıkları kırmızı renkte küçük bir fes idi. Ayakkabıları kırmızı deriden yemeni idi.

II. Mahmud dönemindeki sınıf rütbe ve üniforma değişiklikleri​

II. Mahmud döneminde, 1826 yılında Yeniçeri Ocağı kaldırıldı ve ordu büyük bir değişim geçirdi. Osmanlı Donanması da bundan oldukça etkilendi. 1833 yılına gelindiğinde donanmada sarık, şalvar, cübbe, kaftan ve fermane gibi giysiler tamamen terk edildi. Yerine batılı devletlerinki gibi pantolon ve ceket geldi. Rütbe isimleri de büyük ölçüde değişti. II. Mahmud dönemi bahriyelileri şöyle idi:
  • Kaptan-ı Derya - Rütbe ismi değiştirilmeyen en büyük donanma amiri. Bu dönemde mavi püsküllü fes ve lacivert çuhadan uzun bir ceket giyerlerdi. Ceketin önü sırma işlemeli idi, ceketin yaka bölümü altın sırmadan defne yaprağı şekilleri ile süslenmişti. Omuzlarda püsküllü apoletler bulunurdu. Altın sırmalı bir kemer takarlardı.
  • Patrona - İsmi değiştirilmeyen bir diğer rütbe idi. Ceketinin önünde iki sıra halinde düğmeler bulunurdu, ceketin yakalarında alt alta iki adet çıpa ve apoletlerinde de ikişer yıldız bulunurdu. Yakalarındaki çıpaların etrafı akasya yaprağı süslemeleri ile sarılı olurdu.
  • Bahriye Subayı - Deve tüyü renginde çuhadan bir ceket ve aynı renkte pantolon giyerlerdi. Ceketlerindeki düğmeler iki sıra halinde olurdu. Ceketteki düğmeler padişah tuğrası taşırdı. Mavi püsküllü ve kürklü bir fes giyerlerdi, buna "Tunus Fesi" veya "Mahmudî Kalıp Fes" denmekte idi.
  • Bahriye Silâhendaz Subayı - Günümüzdeki anlamı ile deniz piyadeleri idi. 1833 yılında teşkil olunan bu sınıf, Silâhendaz erlerinin başında durur ve emir verirdi. Bele kadar uzanan kırmızı renkli çuhadan bir ceket, mavi renkli bir pantolon ve mavi kürk geçirilmiş bir fes giyerlerdi. Ceketlerinin önü iki sıra halinde düğmeli idi, apoletleri altın sırma saçaklı idi. Rütbeyi belli etmesi üzere yakaya bir nişan bağlanırdı.
  • Bahriye Mektebi Öğrencisi - Mavi püsküllü bir fes, gri renkte ceket ve pantolon giyerlerdi. Ceket yakaları kırmızı olurdu, kemerleri siyah deriden idi ve bununla kılıç taşırlardı.
  • Bahriye Silâhendaz Neferi - Silah taşıyan ve harp yapan ana personel sınıfıdır. Harp zamanı donanmaya dahil olurlardı, kırmızı renkte kısa bir ceket ve pantolon giyerlerdi. Omuzlarında "Kaşık" adı verilen püskülsüz apoletler bulunurdu, ceketlerinin üstünden iki adet beyaz deri çapraz şekilde geçerdi.
  • Bahriye Sanayi Neferi - Denizcilik endüstrisinin geliştirilmesi üzerine çalışmalar yapıldı ve yerli teknisyenlerin yetişmesi için bu sınıf kuruldu. Feslerinde mavi bir püskül olurdu, lacivert renkte ceket ve pantolon giyerlerdi. Herhangi bir sırma işleme ve apolet yoktu. Ceketlerinde tek sıra halinde düğmeler mevcut idi.

Abdülmecid döneminde, Tanzimat Fermanı'nın ve Kırım Savaşı'nın etkisiyle donanma personelinde ciddi değişimler oldu. II. Mahmud döneminden kalma Tunus fesleri terk edildi ve altı daha enli, daha az püsküllü feslere geçildi. Bir diğer yenilik, ceketin kollarına sırma şeritler getirilmesi idi. Donanma personelinin yazın beyaz pantolon giymesi de bu dönemde başladı.Subay ceketlerinde, II. Mahmud döneminde olduğu gibi çift sıra düğme uygulaması devam etti. Rütbe isimleri de değişti. Kapudane, Reis Paşa; Patrona, Ferik Paşa; Riyale, Liva Paşa; Paşa Gemisi Süvarisi, Üç Ambarlı Süvarisi (Komodor) Kapak Süvarisi, Miralay (Albay); Fırkateyn Süvarisi, Kaymakam (Yarbay); Korvet Süvarisi, Binbaşı ve Küçük Gemi Süvarisi, Buyrultulu Kaptan (Yüzbaşı) olmak üzere değiştirildi.
  • Üç Ambarlı Süvarisi veya Komodor - Filo komutanlarına kurmay subaylık görevini icra eden ve paşa gemilerine komuta eden subaylar idi. Kol kapaklarında, yakalarında ve omuzlarında yer yer sırma şeritler bulunan, kapalı renkte bir ceket ve aynı renkte pantolon giyerlerdi. Kollara takılan rütbe işaretlerinde, sırmadan bir ay ve onun içinde çıpa ile yıldız işlenmişti.
  • Buyrultulu Kaptan - Kaptan Paşanın özel emri ile tüm geminin komutasını ele alabilen subaylar idi, günümüzdeki rütbe karşılığı Yüzbaşıdır. Buyrultulu Kaptanlar, deneyimli denizcilerden seçilirdi. Mavi püsküllü fes, barut rengi ceket ve pantolon giyerler, sarı sırma bir kemer takarlardı. Omuzlarındaki apoletler sırma saçaklı idi.
  • Bahriye Topçu Subayı - Mavi püsküllü bir fes, kol ağızları kırmızı çuha kumaş ile kaplanmış barut rengi bir ceket giyerlerdi. Yakalarında sarı renkte topçu işareti bulunurdu. Apoletleri sırma saçaklı idi ve sağ omuzlarından uzanan çapraz vaziyette beyaz bir şerit (Kılıç kayışı) bulunurdu. Kayışın göğüs hizasında sarı bir maden bulunur ve üzerinde top minyatürleri olurdu.
  • Bahriye Mektebi Öğrencisi - Tek sıra düğmeleri olan lacivert bir ceket ve aynı renkte olan, dış kenarlarında sarı sırma şerit bulunan bir pantolon giyerlerdi. Yakaları açık mavi renkte idi ve birer beyaz çıpa işareti bulunurdu. Özel günlerde üzerinde çıpa olan sarı tokalı bir kemer takar, kılıç taşırlardı.
  • Bahriye Eri - Açık mavi renkli püskülü olan fes giyerlerdi. Üniformaları yazın ve kışın ayrı idi. Yazın beyaz pantolon ve lacivert renkli kısa bir ceket; kışın ise lacivert renkli pantolon ve ceket giyerlerdi. Ceketleri ortadan bir düğme ile bağlıydı, altında kırmızı bir iç çamaşırı mevcut idi. Bu iç çamaşırı sayesinde askerin göğsü ve göbeği görünmezdi.
  • Bahriye Silâhendaz Eri - Kara askerlerine benzer bir üniformaları vardı. Kışın lacivert çuha ve yazın beyaz keten olmak üzere pantolon giyerlerdi. Ceketleri lacivert renkte idi ve tek sıra düğmeli idi. Ceketlerinin üzerinden omuzlardan başlayan çapraz vaziyette beyaz şeritler uzanıyordu. Kol ağızları, kenarlarında beyaz çizgi olan kırmızı bir kumaş ile kaplanmıştı.

Sayı bakımından en büyük donanmalar arasına Osmanlı donanmasının girdiği zamanda, Abdülaziz döneminde birçok değişiklik yapıldı. Mavi püsküllü fes ve yakadaki rütbe işaretleri terk edildi, yerine siyah püsküllü fes ile kollarda rütbe işaretleri geldi. Bu dönemde, üniformalardaki barut rengi çuha tercihi devam etti. Günümüzdeki rütbe karşılığı Binbaşı olan Korvet Kaptanı ve ondan yüksek rütbeli subayların ceketlerinde çift sıra düğme, Sağ Kolağası (Yüzbaşı) ve ondan düşük rütbeli subaylarda da tek sıra düğme uygulaması başladı. Abdülaziz döneminde Kaptan-ı Derya'lık terk edildi, Bahriye Nazırlığı'na geçildi. Bundan başka, Dört Köşe Fesli Bahriye Neferi ve Şeşhane Neferi gibi yeni tip personel donanmaya katıldı. Üst düzey subayların omuzlarındaki apoletlerde bulunan yıldız sayısına göre rütbeler anlaşılıyordu. Liva Paşa tek, Ferik Paşa iki ve Reis Paşalarda üç yıldız bulunuyordu.
  • Bahriye Nazırı - 1867 yılında Kaptan-ı Derya'lık terk edildi ve Bahriye Nazırlığı kuruldu. Bahriye Nazırı paşaların üniformaları İngiliz ve Fransız subaylardan esinlenerek oluşturuldu. Barut rengi ceketin düğmeleri çift sıra idi ve üzerinde çıpa motifleri vardı. Yakalarda, omuzlarda ve kol ağızlarında sırma şeritler bulunuyordu.
  • Üç Ambarlı Süvarisi - Abdülaziz döneminde bu subaylar, açık yakalı barut rengi bir ceket ve aynı renkte bir pantolon giyerdi. Ceket altında beyaz bir gömlek olurdu, papyon şeklinde bir boyunbağını da bu gömleğin yakasına bağlarlardı. Ceketlerindeki düğmeler çift sıra idi, yakaların kenarlarında birer çıpa bulunuyordu. Üzerinde çıpa bulunan sarı sırma bir kemer takarlardı, bu kemer ile kılıç taşınırdı.
  • Bahriye Neferi - Abdülmecid döneminden kalma üniformaları değiştirildi. Lacivert ketenden bir ceket ile ketenden bir pantolon giyerlerdi. Bu pantolon, yazın beyaz, kışın lacivert olurdu. Ceketlerinin kol ağızlarında ve yakalarında kırmızı işlemeler bulunuyordu. Yakalarında sarkan bir boyunbağı bulunuyordu, bu bağ kırmızı renkte idi. Bellerine kırmızı bir kemer takıyorlardı.
  • Şeşhane Neferi - Diğer personelden farklı bir üniformaları vardı. Galata, Kasımpaşa ve Şişhane bölgesinde inzibat görevini yürütüyorlardı, lacivert bir ceket ile şalvar giyiyorlardı. Ceketin göğsünde, kol ağızlarında ve yakalarında kırmızı işlemeler mevcut idi. Şalvarın ise önünde ince bir kırmızı şerit uzanmakta idi.
  • Dört Köşe Fesli Bahriye Neferi - Abdülmecid dönemindeki Silâhendaz neferlerinin vazifesini yürütüyorlardı, kalçaya kadar uzanan lacivert bir ceket ve beyaz bir pantolon giyerlerdi. Ceketin devrik yakaları vardı, ceket iki düğme ile birleşiyordu. Ceketin her bir tarafında aynı zamanda üçer düğme bulunuyordu, bu askerler beyaz eldiven de giymekte idi. Fesleri lacivert püsküllü idi.

II. Abdülhamid dönemindeki rütbe ve üniforma değişiklikleri​

II. Abdülhamid döneminde, 1 Haziran 1876 tarihinde personeldeki ilk değişiklik yapıldı. Bu değişiklik ile bazı rütbe isimleri de değişti. Reis Paşa, Müşir (Büyük Amiral); Ferik Paşa, Ferik; Liva Paşa, Mirliva; Üç Ambarlı Süvarisi, Komodor olmak üzere değişti. 24 Haziran 1878 tarihinde, Osmanlı bahriyelilerinin yabancı nişanlar ve madalyalar takmasına dair düzenleme yapıldı. 1898 yılında, günümüzde Oramiral rütbesine denk olan "Birinci Ferik" rütbesi de eklendi. Bu dönemde subay meslekleri güverte, makine, sıhhiye, inşâ, levâzım ve kâtip gibi kollara ayrıldı. 1890 yılında Bozcaadalı Hasan Hüsnü Paşa tarafından Astsubay sınıfı (Gedikli subay) kuruldu. Bundan itibaren donanmaya sivillerin alınmaması ve astsubayların da İstanbul'dan seçilmesi başladı. Bu döneme ait bazı rütbeler ve üniformaları şöyle idi:
  • Müşir veya Büyük Amiral - Günümüzde de Büyük Amiral rütbesine denk olan Müşir, kapalı yakalı, çift sıra düğmeli, saçaklı apoletleri olan ceket giyerdi. Ceketin kol ağızları sırma şeritler ile işlenmişti, yakaları da sırma şeritler ile çerçevelenmişti. Rütbe işaretleri kol ağzında mevcut idi, sırma şeritlerin çevresini sardığı sırma işleme ay ve çıpa bulunuyordu. Ceketin sağ omuzundan çapraz vaziyette uzanan kırmızı bir şerit vardı, bununla beraber yine sağ omuzunda yaver kordonu bulunuyordu. Bu kordon ile subayın padişahın fahri yaveri olduğu gösterilmişti.
  • Harp Sınıfı Kaymakamı veya Güverte Yarbay - Siyah püsküllü bir fes, siyah veya barut rengi açık yakalı ve çift sıra düğmeli bir ceket ile aynı renk pantolon giyerlerdi. Ceketin altında beyaz gömlek olurdu ve yakasına boyunbağı bağlanırdı. Apoletler saçaklı idi, kol ağızlarında sırma şeritler mevcut idi.
  • Silâhendaz Subayı - Siyah püsküllü bir fes, siyah veya barut rengi kapalı yakalı çift sıra düğmeli bir ceket ile aynı renkte pantolon giyerlerdi. Apoletler vardı ancak saçaklı değildi. Kol ağızlarında, en üstteki kroslu olacak şekilde sırma şeritler mevcut idi.
  • Bahriye Mektebi Öğrencisi - Siyah püsküllü fes ve barut rengi açık yakalı çift sıra düğmeli bir ceket giyerlerdi. Ceket altına beyaz bir gömlek giyerlerdi, boyunbağı bağlarlardı. Kışlık ve yazlık üniformalarında, yakalarının kenarlarında birer çıpa işareti mevcut idi. Kol ağızlarında şerit mevcut idi, bu şerit, öğrencinin sınıfına göre değişiklik gösteriyordu. Yazın beyaz pantolon giyiyorlardı.
  • Haddehâne Öğrencisi - Donanma için makine subaylarının (Çarkçı subayları) yetiştirildiği Haddehâne Mektebi'nin öğrencisi idi. Siyah püsküllü fes, barut rengi açık yakalı çift sıra düğmeli bir ceket ve aynı renk pantolon giyiyorlardı. Bahriye Mektebi Öğrencilerinde olduğu gibi, bu öğrenciler de yakalarına birer çıpa işareti takıyordu. Ceket altına giydikleri beyaz gömleğe papyon bağlıyorlardı.
  • Bahriye Neferi - Siyah püsküllü bir fes giyiyorlardı. Üniforma, yazın ve kışın ayrı idi. Kışın, barut rengi pantolon ile gömlek; yazın, beyaz renkte pantolon ile gömlek giyilmekte idi. Gömleğin kol ağızları mavi kumaş ile kaplanmıştı, bu kumaşın kenarlarında birer kırmızı şerit vardı. Gömlek yakaları, diğer personele göre farklı idi.
  • Bahriye Silâhendaz Neferi - Siyah püsküllü fesle beraber siyah veya barut renginde açık yakalı bir ceket, keten pantolon giyerlerdi. Pantolon, kışın ceketle aynı renk iken, yazın beyaz renkte idi. Ceket, bir düğme ile kapanıyordu ve kenarlarında dörder düğme sıralı idi. Bellerinde siyah deriden bir palaska kayışı mevcut idi. Tüfeklerine süngü takılıydı. Siyah deriden çizme giyiyorlardı.

II. Meşrutiyet dönemindeki sınıf rütbe ve üniforma değişiklikleri​

II. Meşrutiyet döneminde, 1909 yılında İngilizlerden esinlenerek rütbe isimleri tekrar değiştirildi. Müşir, Müşir Amiral Paşa; Birinci Ferik Paşa, Amiral Paşa; Ferik Paşa, Vice Amiral Paşa; Mirliva, Liva Amiral Paşa; Miralay, Kalyon Kaptanı (Albay); Kaymakam, Fırkateyn Kaptanı (Yarbay); Binbaşı, Korvet Kaptanı; Kolağası, Birinci Sınıf Yüzbaşı olmak üzere değiştirildi. Donanma personelinin üniformalarına dair ilk tüzük, 22 Haziran 1909 tarihinde "Bahriye-i Şahane Zabitanının Elbise-i Resmiyesi Hakkında Nizamname" (Padişah Deniz Kuvvetlerinin Subay Resmi Elbiselerine İlişkin Tüzük) adı ile çıktı. Bu tüzükte, yazın ve kışın ile özel günlerde giyilecek üniformalar belirlendi. Rütbe işaretlerinde değişiklikler yapıldı. Korvet Kaptanı üç kalın sırma şerit, Fırkateyn Kaptanı biri ince dört sırma şerit, Kalyon Kaptanı dört kalın sırma şerit ile gösterilmeye başladı. Kol ağızlarındaki şeritlerin arasındaki renk ile personel sınıfı anlaşılıyordu. Bu renkler şöyle idi: Güverte sınıfı siyah, makine sınıfı kırmızı, inşa koyu mavi, eczacılar yeşil, katipler beyaz ve sıhhiye vişne çürüğü renkte idi. Yine bu dönemde, çıkarılan tüzük ile subayların beş çeşit üniforması oldu; bayramlık, selâmlık, setre takımı, günlük siyah ve günlük beyaz üniformalar. Bu üniformaların özellikleri şöyle idi:
  • Bayramlık Üniforma - Diğer adı Büyük Üniformadır. Binbaşı ve daha yüksek rütbeli subaylar için özel bir üniforma idi. Çift düğme sıralı barut rengi ceket ve aynı renkte, kenarları sarı sırma işlemeli pantolondan oluşuyordu. Omuzlardaki apoletler saçaklı idi, ceketin yakaları dik idi. Kılıcın asılı durduğu sarı sırma bir kılıç kayışı mevcut idi. Bununla beraber siyah püsküllü fes ve beyaz eldiven giyilmekte idi. Padişahın tahta çıkış ve doğum yıldönümlerinde, yurt içinde veya dışında yapılan balolar, ziyafetler ve kabul törenleri için giyilirdi.
  • Selâmlık Üniforma - Binbaşının astı subayların giydiği bir üniformadır. Bayramlık üniformadan farklı olarak açık yakalı idi. Çift sıra düğmeli barut rengi ceket ve aynı renkte pantolondan oluşuyordu. Omuzlardaki apoletler saçaksızdı. Bayramlık üniformada olduğu gibi kılıç kayışı mevcuttu. Siyah püsküllü fes ve beyaz eldiven de beraberinde giyilmekte idi. Cuma selâmlığında, yabancı hükümdar ailelerinin veya padişah ailesinin huzurunda, cenaze törenlerinde, yabancı savaş gemilerine resmi ziyaretlerde, resmi ziyafetlerde, balolarda ve kabul törenlerinde giyilirdi.
  • Setre Takımı - Selâmlık üniformasından birkaç farkı var, apoletler mevcut değildir. Yalnızca apolet köprüleri var idi, Selâmlık üniformadaki gibi kravat değil boyunbağı bağlanıyordu. Sınavlarda, yıllık teftişlerde ve Cuma sabahı divan taburlarında giyilirdi.
  • Günlük Siyah Üniforma - Cuma günü hariç diğer günlerde giyilen günlük bir üniformadır. Çift sıra düğmeli siyah renkte ceket ve aynı renkte pantolon ile siyah püsküllü festen oluşuyordu. Ceket açık yakalı idi, altına beyaz gömlek giyilirdi ve kravat bağlanırdı.
  • Günlük Beyaz Üniforma - 1909 tüzüğü ile ilk defa yazlık bir üniforma, resmi olarak kabul edildi. Tek sıra düğmeli beyaz renkte ceket ve aynı renkte pantolon ile beyaz bir başlık giyilmekte idi. Diğer tüm üniformalardan farklı olarak, ilk defa bu üniforma ile beyaz ayakkabı giyilmeye başlandı. Omuzlarında rütbeyi belirten işaretler mevcut idi. Bu yazlık kıyafetin bayramlık ve selâmlık üniformaları yapılmadı. Bundan dolayı özel günlerde bayramlık veya selâmlık üniformalar giyilir ama alta da yazlık beyaz pantolon giyilirdi.
  • Gedikli Zabit - Hasan Hüsnü Paşa'nın 1890 yılında kurduğu Gedikli Sınıfının üstü olarak 1915 yılında Gedikli Zabitler Sınıfı kuruldu. Bu askerler, kıdemlerine göre birinci, ikinci veya üçüncü olmak üzere ayrılıyordu. Zabitler, diğer subaylar gibi kışın siyah, yazın beyaz üniforma giymekte idi. Rütbe işaretleri, omuz ile dirsek arasındaki yerde olurdu. Ceket, çift sıra düğmeli ve açık yakalı idi. Altına da beyaz gömlek giyilir, kravat bağlanırdı. Cep kapakları yoktu. Ceketin arkasında yırtmaçlar vardı, fes siyah püsküllü idi.
  • Çırak Okulu - Gedikli adaylarını eğitmek üzere 14 Temmuz 1913 tarihinde Çırak Okulu açıldı. Heybeliada önündeki iki gemi güverte çırak okulu ve makine çırak okulu olmak üzere eğitim veriyordu. Öğrenciler, beş yıl boyunca eğitim alıyordu. Ardından, her biri üç yıl sürecek şekilde sırasıyla Gedikli Onbaşı, Gedikli Çavuş ve Gedikli Başçavuş rütbeleri ile görev yapıyorlardı. Bunların ardından Gedikli Zabit olabiliyorlardı. Gedikli öğrencileri, onbaşıları, çavuşları ve başçavuşları baştan geçirilen gömlek giyerdi. Üniforma siyah ve beyaz renkte idi. Gömleğin yakasında mavi palet bulunurdu, paletin kenarlarında da beyaz şeritler mevcut idi. Gömleğin içine beyaz bir iç çamaşır giyilirdi.
  • Deniz Eri - Gedikli erlerine benzer bir üniforma giyiyorlardı. Baştan geçirilen bir gömlek, ve aynı renkte pantolon giyerlerdi. Üniforma kışın siyah, yazın beyaz renkte idi. Gömleğin yakalarında palet mevcut idi ve kenarlarında beyaz şeritler bulunuyordu.

16 Kasım 1915 tarihinde, Alman Donanması'nın da etkisiyle değişiklikler yapıldı. Osmanlı bahriyelileri, bu tarihte çıkarılan tüzükten sonra meç taşımaya başladı. Aynı zamanda bahriyelilerin başlıklarında değişiklikler yapıldı, Barbaros Hayreddin Paşa'nın kavuğundan esinlenerek yapılmış bir başlık giyilecekti. 1916 yılında Alman subay Souchon'un tavsiyesi ile rütbe isimleri değişti. Müşir Amiral Paşa, Müşir Amiral; Amiral Paşa, Birinci Ferik Amiral; Vice Amiral Paşa, Ferik Amiral (Koramiral); Liva Amiral Paşa, Liva Amiral; Birinci Sınıf Yüzbaşı, Kıdemli Yüzbaşı olmak üzere değiştirildi. 17 Şubat 1916 tarihinde yeni bir uygulama ile rütbeler ispalet şeklinde omuzlarda taşınmaya başladı. Müşir Amiraller ispaletlerinde beyaz sırmadan ay yıldız, Birinci Ferik Amiraller üç yıldız, Ferik Amiraller iki yıldız ve Liva Amiraller tek yıldız taşımaya başladı.Güverte subaylarının ispaletlerinde sarı sırma şeritler mevcut idi, mesleklerine göre şeritler arasındaki renk değişiyordu. 13 Mayıs 1916 tarihinde, Osmanlı ordusunda fes kullanımı terkedildi ve "Cemaliye" ile "Enveriye" adı verilen başlıklara geçildi. Bu başlık isimleri, Enver Paşa ile Cemal Paşa'dan gelmektedir. Donanma personeli cemaliye giymekte idi. Subayların cemaliyesinde ay yıldız ve çıpa işaretleri bulunuyordu.

Mondros Ateşkes Antlaşması'ndan sonra herhangi bir üniforma değişikliği yapılmadı. Yapılan tek değişiklik, "Cemaliye" isminin kaldırılarak başlıklara "Serpuş" adının verilmesi idi. Bu dönemde, bayramlık ve selâmlık üniformaları giyilmedi.
 
Bunlar da ilginizi çekebilir...
Balkanlarda ki Osmanlı eserleri - Camiiler
  • MURATS44
  • MURATS44,
  • Foto Galeri
  • 0    3K
Osmanlı’da Futbol
  • Ugur
  • Ugur,
  • Tarih
  • 0    242
Osmanlı İmparatorluğu'ndan Günümüze Olimpiyatlar
  • MURATS44
  • MURATS44,
  • Ansiklopedi
  • 0    3K
Geri