Sultan II. Abdülhamid'in kızı Şadiye Osmanoğlu, hatıralarında babasının Ramazan aylarını nasıl geçirdiğine dair önemli bilgiler veriyor.
“Ben Yıldız Sarayı'nda doğdum. Babam Sultan İkinci Abdülhamid Han'dır. Saray hareminde uzun yıllar geçirdim. Çocukluk günlerimden zihnimde en ziyade yer eden iki hayalim oldu: Saray ve babam."
Bu satırlar Sultan Abdülhamid'in kızı Şadiye Osmanoğlu'na ait.
Şükür ki, Şadiye Osmanoğlu'nun Abdülhamid dönemini ve sarayını anlattığı hatıraları elimizde. Bu hatıratı okurken, o devrin Ramazanlarını çok canlı bir şekilde bize aksettiren aşağıdaki satırlarla karşılaştım.
Bilhassa Sultan Abdülhamid'in Ramazanları nasıl geçirdiğine dair önemli bilgiler ihtiva ediyor.
Şöyle anlatıyor Şadiye Osmanoğlu:
Bu, bizim için meraklı bir sürpriz idi, her hafta aynı saatlerde, gözlerim kapıda beklerdim. Bazan elbiseye pek alâka duymazdım. Bilhassa parlak garnitürlerden, fazla göz alıcı renklerden hoşlanmazdım. Sade elbiseler giymeyi tercih ederdim. Sarayda Ramazanlar çok güzel olurdu. Bir hafta evvelden hazırlık başlardı. Temizlik yapılır. Kiler-i Hümâyûn'dan bütün dâirelere büyük sürahiler içinde türlü türlü şuruplar ve birçok iftariyelikler gelirdi. Ramazanın ilk gecesi bütün dâirelerin sofalarına altın yaldızlı kafesler kurulur, seccadeler yayılır, haremağalarıyla beraber bir imam, iki güzel sesli müezzin gelirdi.
İlâhîler okunarak namazlar kılınırdı. Ramazan aylarında, her dâirede ayrı bir imam, iki müezzin ve iki haremağasının refakatıyla teravih namazı kılınırdı. Teravihden sonra imam ve müezzinlere buzlu şerbetler ikram edilirdi. Hükümdâr, teravih namazını hususî dâiresinin bitişiğindeki köşkte, ulema ve müezzinlerle beraber kılardı.
Gece kapılar açılır, sahur tablaları girer, top atılıncaya kadar herkes ayakta kalırdı. İmsak topundan sonra namaz kılınır ve yatılırdı. Öğle üzeri de her dâireye bir hoca gelir vaaz verirdi. Akşam topla beraber Zemzem-i Şerîflerle iftar edilirdi. Sultan Abdülhamîd Han Ramazan'da her gün Mâbeyn'e gider, “Huzûr-ı Hümâyûn" dersini dinlerdi. Ramazan'da, sarayda nöbet musikisi ve çalgı çalınmazdı. Mâbeyn'e gelenlere Başmâbeynci tarafından diş kiraları verilirdi. Her akşam bir tabur asker, Yıldız meydanında iftar eder, namaz kılar, Ceyb-i Hümâyûn Nâzırı tarafından diş kirası dağıtılır, üç kere “Pâdişâhım çok yaşa!" diye bağırıp giderlerdi. Erkek evlâtları ve bazen de amcalarımız, cemaatine dâhil olurlardı.
Namazdan sonra sohbet edilirdi. Babam damatları ve biraderlerimi sık sık iftara davet eder, yemekten sonra onlara da diş kirası adını taşıyan keseler verdirirdi. Babamın tahta çıkışının her yıl dönümünde, merasim ve şenlikler yapılırdı. “Cülus Merâsimi" adı verilen bu merasimlerde, dâirelerimizin önüne oyuncular getirilir, marifetleri seyrettirilirdi."
Evlerimizdeki kızlar, bu şenliklerde türlü kıyafetlere girerlerdi. Senede bir defa Ramazan ayında, hanedana mensup olanların “Hırka-i Saâdet"i ziyaret günü vardı. Peygamber Efendimiz (s.a.v.)'in şahsî eşyalarını ihtiva eden “Mukaddes Emanetler", Topkapı Sarayı'nda hususî dâirede, büyük bir ihtimamla, muhâfaza edilirdi.
Bu ziyaret mühim dînî geleneklerimizden biriydi. Erkenden kalkardık, arabalarımızla Topkapı Sarayı'na giderdik. Orada özel dâirelerinde, daha eski pâdişâhlardan kalmış, çok ihtiyar ve emektar saray kadınlarını görürdük.
Onlar Hırka-i Saâdet'in muhâfaza edildiği bu yerde ömürlerinin son günlerini ibadet ve dua ile geçirirlerdi. Bizleri bir anne şefkati ile severlerdi. Hırka-i Saâdet Dâiresi'nde, babama mahsus bir yer vardı.
Burada bir masa üzerinde sırmalı kat kat bohçalara sarılmış, Peygamberimiz'e âit asıl Mukaddes Emanet bulunurdu. Büyük hatlar ile yazılmış ayetler ile işlemeli bir örtü bu masada yarı açık dururdu.
Ziyarette evvelâ babam masanın önüne yaklaşır, ayakta durur, onu şehzâdeler başta olmak üzere, ulema, vükelâ, evli hemşirelerimin, halalarımın zevcleri, paşalar, Mâbeyn erkânı, bendegân, yâverler, askerler takib ederek, Mukaddes Emanet önünde ve babamın huzurunda aynı tazim duruşunu icra ederlerdi.
Selâmlıktaki merasim bitince, bizlerin bulunduğu harem salonunun kapısı açılırdı. O güne mahsus ağır tuvaletlerimiz, başlarımızda taçlar ve göğüslerimizde nişânlarımız olduğu halde, kıdemlerimize göre, Vâlidelerimizin yanında yürür, ziyareti icra ederdik.
Bizleri, vükelâ hanımları, sarayın hazînedârları, emektarlarımız ve sarayın genç kızları takibederdi."
sultan-abdulhamidin-ramazanlari-1466931007-8854.webp
“Ben Yıldız Sarayı'nda doğdum. Babam Sultan İkinci Abdülhamid Han'dır. Saray hareminde uzun yıllar geçirdim. Çocukluk günlerimden zihnimde en ziyade yer eden iki hayalim oldu: Saray ve babam."
Bu satırlar Sultan Abdülhamid'in kızı Şadiye Osmanoğlu'na ait.
Şükür ki, Şadiye Osmanoğlu'nun Abdülhamid dönemini ve sarayını anlattığı hatıraları elimizde. Bu hatıratı okurken, o devrin Ramazanlarını çok canlı bir şekilde bize aksettiren aşağıdaki satırlarla karşılaştım.
Bilhassa Sultan Abdülhamid'in Ramazanları nasıl geçirdiğine dair önemli bilgiler ihtiva ediyor.
Şöyle anlatıyor Şadiye Osmanoğlu:
“Padişahım çok yaşa!"
“Cuma günlerinin, yalnız biz küçüklere mahsus, başka câzip tarafları daha vardı. Bugünü, mümkün olsa, iple çekmek isterdim. Çünkü, o sabah, erkenden hazînedâr ustanın kalfaları iki büyük kutu getirirlerdi. Birisinden yeni bir elbise, diğerinden yeni bir oyuncak çıkardı.Bu, bizim için meraklı bir sürpriz idi, her hafta aynı saatlerde, gözlerim kapıda beklerdim. Bazan elbiseye pek alâka duymazdım. Bilhassa parlak garnitürlerden, fazla göz alıcı renklerden hoşlanmazdım. Sade elbiseler giymeyi tercih ederdim. Sarayda Ramazanlar çok güzel olurdu. Bir hafta evvelden hazırlık başlardı. Temizlik yapılır. Kiler-i Hümâyûn'dan bütün dâirelere büyük sürahiler içinde türlü türlü şuruplar ve birçok iftariyelikler gelirdi. Ramazanın ilk gecesi bütün dâirelerin sofalarına altın yaldızlı kafesler kurulur, seccadeler yayılır, haremağalarıyla beraber bir imam, iki güzel sesli müezzin gelirdi.
İlâhîler okunarak namazlar kılınırdı. Ramazan aylarında, her dâirede ayrı bir imam, iki müezzin ve iki haremağasının refakatıyla teravih namazı kılınırdı. Teravihden sonra imam ve müezzinlere buzlu şerbetler ikram edilirdi. Hükümdâr, teravih namazını hususî dâiresinin bitişiğindeki köşkte, ulema ve müezzinlerle beraber kılardı.
9olt3-1466931025-9987.webp
Gece kapılar açılır, sahur tablaları girer, top atılıncaya kadar herkes ayakta kalırdı. İmsak topundan sonra namaz kılınır ve yatılırdı. Öğle üzeri de her dâireye bir hoca gelir vaaz verirdi. Akşam topla beraber Zemzem-i Şerîflerle iftar edilirdi. Sultan Abdülhamîd Han Ramazan'da her gün Mâbeyn'e gider, “Huzûr-ı Hümâyûn" dersini dinlerdi. Ramazan'da, sarayda nöbet musikisi ve çalgı çalınmazdı. Mâbeyn'e gelenlere Başmâbeynci tarafından diş kiraları verilirdi. Her akşam bir tabur asker, Yıldız meydanında iftar eder, namaz kılar, Ceyb-i Hümâyûn Nâzırı tarafından diş kirası dağıtılır, üç kere “Pâdişâhım çok yaşa!" diye bağırıp giderlerdi. Erkek evlâtları ve bazen de amcalarımız, cemaatine dâhil olurlardı.
Namazdan sonra sohbet edilirdi. Babam damatları ve biraderlerimi sık sık iftara davet eder, yemekten sonra onlara da diş kirası adını taşıyan keseler verdirirdi. Babamın tahta çıkışının her yıl dönümünde, merasim ve şenlikler yapılırdı. “Cülus Merâsimi" adı verilen bu merasimlerde, dâirelerimizin önüne oyuncular getirilir, marifetleri seyrettirilirdi."
Kutsal emanetleri ziyaret
“Cülus şenlikleri, sarayın dışında, geceleyin ateş oyunları ile, yani havaya fişekler atılmak suretiyle icra edilirdi, fener alayları tertip edilirdi.Evlerimizdeki kızlar, bu şenliklerde türlü kıyafetlere girerlerdi. Senede bir defa Ramazan ayında, hanedana mensup olanların “Hırka-i Saâdet"i ziyaret günü vardı. Peygamber Efendimiz (s.a.v.)'in şahsî eşyalarını ihtiva eden “Mukaddes Emanetler", Topkapı Sarayı'nda hususî dâirede, büyük bir ihtimamla, muhâfaza edilirdi.
Bu ziyaret mühim dînî geleneklerimizden biriydi. Erkenden kalkardık, arabalarımızla Topkapı Sarayı'na giderdik. Orada özel dâirelerinde, daha eski pâdişâhlardan kalmış, çok ihtiyar ve emektar saray kadınlarını görürdük.
Onlar Hırka-i Saâdet'in muhâfaza edildiği bu yerde ömürlerinin son günlerini ibadet ve dua ile geçirirlerdi. Bizleri bir anne şefkati ile severlerdi. Hırka-i Saâdet Dâiresi'nde, babama mahsus bir yer vardı.
Burada bir masa üzerinde sırmalı kat kat bohçalara sarılmış, Peygamberimiz'e âit asıl Mukaddes Emanet bulunurdu. Büyük hatlar ile yazılmış ayetler ile işlemeli bir örtü bu masada yarı açık dururdu.
Ziyarette evvelâ babam masanın önüne yaklaşır, ayakta durur, onu şehzâdeler başta olmak üzere, ulema, vükelâ, evli hemşirelerimin, halalarımın zevcleri, paşalar, Mâbeyn erkânı, bendegân, yâverler, askerler takib ederek, Mukaddes Emanet önünde ve babamın huzurunda aynı tazim duruşunu icra ederlerdi.
Selâmlıktaki merasim bitince, bizlerin bulunduğu harem salonunun kapısı açılırdı. O güne mahsus ağır tuvaletlerimiz, başlarımızda taçlar ve göğüslerimizde nişânlarımız olduğu halde, kıdemlerimize göre, Vâlidelerimizin yanında yürür, ziyareti icra ederdik.
Bizleri, vükelâ hanımları, sarayın hazînedârları, emektarlarımız ve sarayın genç kızları takibederdi."