İçindekiler
Hüseyin Cahit Tarancı (4 Ekim 1910, Diyarbakır - 12 Ekim 1956, Viyana) veya bilinen adıyla Cahit Sıtkı Tarancı; Kürt kökenli Türk şair, yazar ve çevirmendir. Cumhuriyet dönemi Türk şiirinin önde gelen şairlerinden biridir. Ömrümde Sükût (1933), Otuz Beş Yaş (1946), Düşten Güzel (1952) ve ölümünden sonra yayımlanan Sonrası (1957) ile Bütün Şiirleri (1983) adlı şiir kitaplarının yanı sıra çeşitli hikâyeler yazmış ve bu hikâyeler Tarancı'nın ölümünün 50. yılında Gün Eksilmesin Penceremden (2006) adıyla yayımlanmıştır. Ayrıca Fransız edebiyatından yaptığı şiir tercümeleriyle bilinmektedir. "Otuz Beş Yaş" şiiriyle özdeşleşen Tarancı, "sanat için sanat" anlayışına bağlı kalmıştır. Şiirlerinde en çok yaşama sevinci ve ölüm temalarına yer vermiştir. Ayrıca yitik aşklar, mutlu sevdalar, yalnızlık, yaşadığı bohem hayatın buruklukları, çocukluk özlemi de şiirlerine konu olmuştur. Bunların dışında Tarancı'nın aile fertlerine, arkadaşlarına ve yakın dostlarına yazmış olduğu mektupların çoğu Ziya'ya Mektuplar (1957) ve Evime ve Nihal'e Mektuplar (1989) adlarıyla yayımlanmıştır.
Diyarbakır'da dünyaya gelen Tarancı, şehrin soylu ailelerinden olan Pirinçcizadeler'dendir. İlk tahsilini Diyarbakır'da tamamlamış ve İstanbul'a giderek Kadıköy'deki Fransız Saint-Joseph Fransız Lisesi ile Galatasaray Lisesinde orta öğrenimini tamamlamıştır. 1944 yılından başlayarak Ankara'da Anadolu Ajansı, Toprak Mahsulleri Ofisi ve Çalışma Bakanlığında çevirmen olarak çalışmıştır. 1954'te geçirdiği felç sonucu Viyana'ya götürülmüş ve buradaki bir hastanede tedavi gördüğü sırada 12 Ekim 1956'da zatülcenpten ötürü ölmüştür.
Tarancı'nın doğup büyüdüğü ev, 1973 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından satın alınarak restore edildikten sonra, cumhuriyetin 50. yılında 29 Ekim 1973 tarihinde Tarancı'nın anısını yaşatmak ve ismini ebedîleştirmek amacı ile müze olarak hizmete açılmıştır. Ayrıca şairin birçok şiiri, farklı bestekârlar tarafından çeşitli makam ve farklı usûllerde bestelenmiştir.
1934'te Soyadı Kanunu'nun çıkmasıyla Arif Efendi'nin soyundan gelenler "Pirinççioğlu" soyadını alırken "o sene pirinç ziraatinden zarar eden ve kızgınlıkla 'Pirinççioğlu' soyadını almayan" Bekir Sıtkı Bey, "çiftçi" anlamına gelen "Tarancı" soyadını almıştır.
Çocukluğunu Diyarbakır'da ailesinin yanında geçiren Tarancı, söylenenlere göre çocukluğunda "kısa boylu, nazik yapılı, göğsü oldukça dar yapılıydı. Keskin yüz çizgilere ve koyu kahve saçlara sahipti."
Cahit Sıtkı, derslere karşı ilgisizliği ve çirkinliği dolayısıyla kendini içkiye vermesi, birtakım gönül maceraları yaşaması yüzünden dört yıl sonunda mülkiye tahsilini tamamlayamayıp İstanbul'daki Yüksek Ticaret Okulunda öğrenim görmeye başlamıştır. Cumhuriyet gazetesi sahipleri Nadir Nadi ile Doğan Nadi'nin desteği ile üniversite yüksek öğrenimini tamamlamak üzere Paris'e gitmiştir. 1938-40 yıllarında Paris'te Sciences Politiques'te öğrenimine devam etmiştir. Bu dönemde geçimini sağlamak için Paris Radyosu'nun Türkçe yayınlar servisinde spikerlik yapmış, bir yandan da gazeteye öyküler göndermeye devam etmiştir. Paris'teki öğrenciliği sırasında Oktay Rifat ile tanışmıştır. Paris yıllarında "Sıla", "Kuşlar", "Bir Hatıram Vardı Benim", "İmkânsız Dostluk", "Sulh Bir Hatıra Oldu", "Nü", "Bugün Hava Güzel", "Desem Ki" şiirlerini yazmıştır. II. Dünya Savaşı sırasında Nazi Almanyası uçakları 1940 yılında Paris'i bombalamaya başlayınca öğrenimini tamamlayamamış; 13 Haziran 1940'ta bisiklet ile kaçarak önce Lyon'a sonra Cenevre'ye geçmiştir. Burada kısa bir süre kaldıktan sonra Türkiye'ye geri dönmüştür. Cahit Sıtkı, hiçbir yüksekokul bitiremeden Diyarbakır'a dönmüştür.
Cahit Sıtkı, aile çevresinin edebi faaliyetlere ilgi duyması yönü ile küçük yaşlarda edebiyat dünyasına ilgi duymaya başlamıştır. Saint-Joseph Lisesi'ne giderken Namık Kemal, Tevfik Fikret, Mehmet Emin Yurdakul ile Pierre Corneille, Jean Racine, Molière, Alphonse de Lamartine gibi sanatçıları da okuma fırsatı bulmuştur. Galatasaray Lisesi'ndeyken şiire olan eğilimi giderek artmış ve 2. sınıftayken Ziya Osman'ın yönlendirmesiyle Fransız şair Charles Baudelaire'i okumaya başlamıştır. Bu konuda şunları dile getirmiştir:
Cahit Sıtkı, şair olmak istemesine rağmen babası tarafından Mülkiye Mektebi'ne gönderilmiştir. Okula bazı günler uğramış ama zamanının çoğunu da okula yakın bir kahvede geçirmiştir. Bu yüzden babasıyla çok tartışmış, babası ona diploması olmayan şairleri örnek göstererek kendisinin haklı olduğunu dile getirmeye çalışmıştır. Cahit Sıtkı da "Bu yaldızlı kâğıt üzerinde ne diye bu kadar duruyorsun, bak Hüseyin Cahit'in de diploması yok?" cevabını vermiştir. Sigara içmeye lisedeyken başlayan şair, bu dönemde içkiye başlamış ve kendi sözüyle "hayatı daha kesif yapmak için" hep şiir adına ve uğruna içtiğine işaret etmiştir. Edebiyat dünyasında tanınmasında Peyami Safa'nın 1932 yılında Cumhuriyet gazetesinde şiiri üzerine yazdığı üç yazının büyük etkisi olmuştur.
Dante gibi ortasındayız ömrün.
Delikanlı çağımızdaki cevher,
Yalvarmak, yakarmak nafile bugün,
Gözünün yaşına bakmadan gider.
Şakaklarıma kar mı yağdı ne var?
Benim mi Allahım bu çizgili yüz?
Ya gözler altındaki mor halkalar?
Neden böyle düşman görünürsünüz,
Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?
Zamanla nasıl değişiyor insan!
Hangi resmime baksam ben değilim.
Nerde o günler, o şevk, o heyecan?
Bu güler yüzlü adam ben değilim;
Yalandır kaygısız olduğum yalan.
Hayal meyal şeylerden ilk aşkımız;
Hatırası bile yabancı gelir.
Hayata beraber başladığımız,
Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir;
Gittikçe artıyor yalnızlığımız.
Gökyüzünün başka rengi de varmış!
Geç farkettim taşın sert olduğunu.
Su insanı boğar, ateş yakarmış!
Her doğan günün bir dert olduğunu,
İnsan bu yaşa gelince anlarmış.
Ayva sarı nar kırmızı sonbahar!
Her yıl biraz daha benimsediğim.
Ne dönüp duruyor havada kuşlar?
Nerden çıktı bu cenaze? ölen kim?
Bu kaçıncı bahçe gördüm tarumar?
Neylersin ölüm herkesin başında.
Uyudun uyanamadın olacak.
Kimbilir nerde, nasıl, kaç yaşında?
Bir namazlık saltanatın olacak,
Taht misali o musalla taşında.
Cahit Sıktı Tarancı
Diyarbakır'da dünyaya gelen Tarancı, şehrin soylu ailelerinden olan Pirinçcizadeler'dendir. İlk tahsilini Diyarbakır'da tamamlamış ve İstanbul'a giderek Kadıköy'deki Fransız Saint-Joseph Fransız Lisesi ile Galatasaray Lisesinde orta öğrenimini tamamlamıştır. 1944 yılından başlayarak Ankara'da Anadolu Ajansı, Toprak Mahsulleri Ofisi ve Çalışma Bakanlığında çevirmen olarak çalışmıştır. 1954'te geçirdiği felç sonucu Viyana'ya götürülmüş ve buradaki bir hastanede tedavi gördüğü sırada 12 Ekim 1956'da zatülcenpten ötürü ölmüştür.
Tarancı'nın doğup büyüdüğü ev, 1973 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından satın alınarak restore edildikten sonra, cumhuriyetin 50. yılında 29 Ekim 1973 tarihinde Tarancı'nın anısını yaşatmak ve ismini ebedîleştirmek amacı ile müze olarak hizmete açılmıştır. Ayrıca şairin birçok şiiri, farklı bestekârlar tarafından çeşitli makam ve farklı usûllerde bestelenmiştir.
Hayatı
Ailesi ve çocukluğu
Cahit Sıtkı Tarancı, 4 Ekim 1910 tarihinde Diyarbakır'ın Cami Kebir Mahallesi'nde günümüzde müze olarak kullanılan evde dünyaya gelmiştir. Doğduğunda kendisine büyükbabasının adı olan Hüseyin Cahit adı verilmiştir. Tarancı, pirinç ziraati ve ticaretle uğraştıkları için "Pirinççizadeler" diye bilinen Diyarbakır'ın köklü ve soylu ailelerinden birine mensuptur. Büyük dedesi Hacı Ali Efendi'nin iki oğlundan biri olan Arif Efendi, Diyarbakır'da belediye reisliği yapmış ve I. Meşrutiyet'in ilanından sonra Diyarbakır'dan vekil olarak seçilmiştir. Arif Efendi'nin oğlu Feyzi Bey de cumhuriyetin ilk yıllarında Diyarbakır mebusu olarak meclise girmiş ve Fethi Okyar kabinesinde görev almıştır. Fevzi Bey'in oğlu Vefik Pirinççioğlu da vekil seçildikten sonra 27 ve 28. Türkiye Hükûmeti'nde sırasıyla içişleri ve devlet bakanlığı görevlerinde bulunmuştur. Hacı Ali Efendi'nin diğer oğlu Hüseyin Efendi, tarım ve ticaretle uğraşmıştır. Hayriye Hanım ile olan evliliğinden Bekir Sıtkı (1888) dünyaya gelmiştir. Ziraat ve ticaretle uğraşan Bekir Sıtkı Bey, amcası Arif Efendi'nin kızı Arife Hanım ile evlenmiş ve bu evlilikten üç kız ve üç erkek çocuk dünyaya gelmiştir. Tarancı, ailenin en büyük çocuğudur. Mehmet Halit, Sabiha Nihal (Erkmenoğlu), Yıldız (Köksal), Atiye Hilâl (Arda), Yılmaz Cihangir, Tarancı'nın kardeşleridir.1934'te Soyadı Kanunu'nun çıkmasıyla Arif Efendi'nin soyundan gelenler "Pirinççioğlu" soyadını alırken "o sene pirinç ziraatinden zarar eden ve kızgınlıkla 'Pirinççioğlu' soyadını almayan" Bekir Sıtkı Bey, "çiftçi" anlamına gelen "Tarancı" soyadını almıştır.
Çocukluğunu Diyarbakır'da ailesinin yanında geçiren Tarancı, söylenenlere göre çocukluğunda "kısa boylu, nazik yapılı, göğsü oldukça dar yapılıydı. Keskin yüz çizgilere ve koyu kahve saçlara sahipti."
Eğitimi
Tarancı öğrenim hayatına 1917'de Diyarbakır Nümune-i Terakkî-i Hamidî Mekteb-i İptidâî'sinde başlamıştır. Sonraki yıl Mekteb-i Sultani'nin iptidai kısmına gönderilmiştir. Burayı "üstün başarı" ile bitirmiştir. İlkokuldan sonra okuyup vali olmasını ve ailesinin adını yüceltmesini arzu eden babası tarafından eğitimine devam etmesi için İstanbul'a yollanmıştır. Tarancı, Kadıköy'deki Saint-Joseph Fransız Lisesinde belli bir müddet okuduktan sonra 1927-28 eğitim-öğretim döneminde ortaokul son sınıf öğrencisi olarak Galatasaray Lisesine girmiştir. Burada Ziya Osman Saba ile tanışmıştır. Bir sonraki eğitim-öğretim yılında ise aynı okulda lise öğrenimine başlamıştır. Şiir yazma girişimlerine lisedeyken başlamıştır. Haftasonu tatillerinde dayısı Nafia Vekili Feyzi Bey'in evinde geçirirken yaz tatillerini memleketi Diyarbakır'da geçirmiştir. 1931'de buradan mezun olduktan sonra Yıldız'daki Mülkiye Mektebi'ne yatılı olarak başlamıştır. Bu dönemde yazmış olduğu "Uzak Bir İklimde", "Gece Bir Neticedir" ve "Güneşe Âşık Çocuk" gibi şiirler Tarancı'nın ilk şöhretini sağlamıştır. Peyami Safa da 1932'de Cumhuriyet gazetesindeki üç yazısıyla onu kamuoyuna tanıtmıştır.Cahit Sıtkı, derslere karşı ilgisizliği ve çirkinliği dolayısıyla kendini içkiye vermesi, birtakım gönül maceraları yaşaması yüzünden dört yıl sonunda mülkiye tahsilini tamamlayamayıp İstanbul'daki Yüksek Ticaret Okulunda öğrenim görmeye başlamıştır. Cumhuriyet gazetesi sahipleri Nadir Nadi ile Doğan Nadi'nin desteği ile üniversite yüksek öğrenimini tamamlamak üzere Paris'e gitmiştir. 1938-40 yıllarında Paris'te Sciences Politiques'te öğrenimine devam etmiştir. Bu dönemde geçimini sağlamak için Paris Radyosu'nun Türkçe yayınlar servisinde spikerlik yapmış, bir yandan da gazeteye öyküler göndermeye devam etmiştir. Paris'teki öğrenciliği sırasında Oktay Rifat ile tanışmıştır. Paris yıllarında "Sıla", "Kuşlar", "Bir Hatıram Vardı Benim", "İmkânsız Dostluk", "Sulh Bir Hatıra Oldu", "Nü", "Bugün Hava Güzel", "Desem Ki" şiirlerini yazmıştır. II. Dünya Savaşı sırasında Nazi Almanyası uçakları 1940 yılında Paris'i bombalamaya başlayınca öğrenimini tamamlayamamış; 13 Haziran 1940'ta bisiklet ile kaçarak önce Lyon'a sonra Cenevre'ye geçmiştir. Burada kısa bir süre kaldıktan sonra Türkiye'ye geri dönmüştür. Cahit Sıtkı, hiçbir yüksekokul bitiremeden Diyarbakır'a dönmüştür.
Mesleği
İstanbul'daki Yüksek Ticaret Okulu'nda öğrenim görmekte olan Tarancı, babasının pirinç ziraatinden zarar görmesi ve maddi durumunun bozulmasıyla babasından kendisine eskisi kadar para gönderilmemesi üzerine 1936 yılının sonlarına doğru Sümerbank'ın açtığı bir imtihanı kazanarak memuriyete başlamıştır ve bu dönemde Cumhuriyet'e hikâyeler yazmaya devam etmiştir. Görevinin Karabük'teki bir fabrikaya nakledilmesiyle istifa ederek bu memuriyeti yalnızca bir yıl devam ettirmiştir. Ekim 1943'te terhis olduktan sonra Eminönü, Yemiş semtindeki bir yazıhanede ticaret işlerini sürdürmekte olan babasının yanında çalışmaya başlamıştır. Burada babasının ticari defterlerini tutmuştur. 1944 yılı sonlarına doğru Ankara'ya giderek Anadolu Ajansı'nda mütercimlik yapmıştır. Buradan ayrılarak Toprak Mahsulleri Ofisi'nde ardından Çalışma Bakanlığı bünyesindeki bir mütercimlik kadrosuna geçmiştir.Evliliği ve ilişkileri
Ziya Osman Saba'ya göre Cahit Sıtkı, "kendisinden yaş yaş küçük kızların peşinde" olmuştur. Saba, şairin kendini "hiçbir kızın beğenmeyeceği kadar çirkin" gördüğünü ve tecrübeli olduklarından dolayı yetişkin kızların kendisini beğenmeyeceklerini ve bundan ötürü "küçük yaştaki toy kızları elde edebileceğini" belirtmiştir. Mülkiye'de okuduğu sırada on dört yaşındaki "Beşiktaşlı" denen kişiyle ilişkisi olmuştur. 12 Mart 1941'de askerliğini yapmak için hazırlık kıtasına katılmış, nisan ayı sonlarına doğru Ankara Yedek Subay Okulu'nda altı aylık döneminin ardından 10 Kasım 1941'de piyade asteğmeni olarak Burhaniye II. Tabur 5. Kıta Bölük Komutanlığı emrinde kıta hizmetine başlamıştır. Burada askerliğini yaparken yine genç yaşta olan "komşusu Boşnak kızı" ile on yedi yaşlarında olan "esmer güzeli yar" ile ilişkisi olmuştur. Ziya Osman Saba, Cahit Sıtkı'nın sevgilileri hakkında şunları söylemiştir:Tarancı, bir mektubunda askerliğinin son dönemlerini geçirdiği Ilıca'dayken babasının kendisini Diyarbakırlı bir kızla evlendirmek istediğini belirtmiştir. Daha önceden tanıdığı memleketlisi Melek Tiğrel ile de mektuplaşması, onunla evliliği gündeme getirmiştir. Cahit'in yakın çevresi bu evliliğe sıcak bakmasına rağmen zamanla bundan da vazgeçmişlerdir. Tarancı, Çalışma Bakanlığı'nda çalışırken görüp aşık olduğu Cavidan Tınaz'a bir mektup yazarak evlilik teklifinde bulunmuştur. Cavidan Hanım, Cahit Sıtkı'nın kendisine mektup verişini şöyle anlatmıştır:"Cahit'i âşık eden kızların hiçbirini görmem kısmet olmadı. Onları ya kendi ağzından dinledim ya mektuplarıyla, şiirlerinden öğrendim. Onlar hep küçük kızlar oldular. Hatta bazıları kara, okul göğüslüklerini olsun çıkarmamışlardı... Cahit, kendisinin çirkin, hiçbir kızın beğenmeyeceği kadar çirkin olduğuna inanmıştı. Bence erkekte güzelliğin veya çirkinliğin hiçbir önemi olmadığı halde o, bu konuda aşırı bir duyarlılık gösteriyor, bunu kara bir talih sayıyordu."
Cavidan Hanım, bu mektuba şairin içkiye olan bağımlılığından ötürü olumsuz yanıt vermiştir. Bunun farkında varan Cahit Sıtkı, "Affet beni Cavidan'ım, gözümde dünyanın en paha biçilmez mücevheri olan o güzel başın için yemin ediyorum, mezara gireceğim güne kadar ağzıma alkol namına tek damla bir mayi koymayacağım." diyerek Cavidan Hanım'ı evliliğe razı etmiştir. Çift, 4 Temmuz 1951 Çarşamba günü Ankara Halkevi'nde nikâhlanmıştır."Bir gün telaşlı, mahçup bir tarzda ve acele ile elime bir mektup sıkıştırdı. Doğrusu böyle bir şeyi tahmin edebiliyordum. Mektubu heyecanla alıp eve götürdüm, kendini tanıtıyor ve benimle evlenmek istediğini belirtiyordu... Çok iyi bir insandı."
Ölümü
Tarancı, 1954 yılının ocak ayının ikinci yarısında sağ tarafına gelen felçle Ankara Numune Hastanesi'ne kaldırılmıştır. Sağ tarafından felç olan Cahit Sıtkı, konuşma yetisini kaybetmiştir. Üç ay hastanede kaldıktan sonra taburcu edilen şair, tıbbî imkânların daha iyi olacağı düşüncesiyle İstanbul'a götürülmüştür. Doktorların, şairin iyileşme ümidi olmadığı ve baba evine gitmesinin uygun olacağını belirtmesiyle bir yıl kalacağı Diyarbakır'a ve 7 Ekim 1955'te tedavi amaçlı yeniden Ankara'ya götürülmüştür. Ankara'daki tıp fakültesinde on bir ay boyunca tedavi görmüştür. Ayrıca kendisine şiirleri okunmuş, hafızasına tekrar işlerlik kazandırılmaya çalışılmıştır. Söylenenleri anlamaya başlayan şair 15-20 kadar kelimeyi de söyleyebilir hâle gelmiştir. Felçli olan sağ ayağını oynatmaya ve bükülü kalan kolunu kıpırdatmaya hatta yavaş yavaş yürümeye bile başlamıştır. Dönemin bakanı Samet Ağaoğlu'nun yardımıyla 6 Eylül 1956'da kardeşi Halit Tarancı refakatinde Viyana'da gönderilmiştir. Viyana'daki bir hastanede tedavi gördüğü sırada 12 Ekim 1956'da zatülcenpten ötürü ölmüştür. 26 Ekim Cuma günü Ankara'ya getirilen naaşı, Ankara'da Cebeci Asri Mezarlığı'na defnedilmiştir.Sanat hayatı
Tarancı'nın doğduğu evde yer alan heykeli. Heykelde Tarancı'nın "Gün Eksilmesin Penceremden" adlı şiirinin ikinci ve son dörtlüğündeki "Pervam yok verdiğin elemden; / Her mihnet kabulüm, yeter ki / Gün eksilmesin penceremden!" dizeleri yer almaktadır.Cahit Sıtkı, aile çevresinin edebi faaliyetlere ilgi duyması yönü ile küçük yaşlarda edebiyat dünyasına ilgi duymaya başlamıştır. Saint-Joseph Lisesi'ne giderken Namık Kemal, Tevfik Fikret, Mehmet Emin Yurdakul ile Pierre Corneille, Jean Racine, Molière, Alphonse de Lamartine gibi sanatçıları da okuma fırsatı bulmuştur. Galatasaray Lisesi'ndeyken şiire olan eğilimi giderek artmış ve 2. sınıftayken Ziya Osman'ın yönlendirmesiyle Fransız şair Charles Baudelaire'i okumaya başlamıştır. Bu konuda şunları dile getirmiştir:
Hafta sonu tatillerini bürokrat dayısı Fevzi Bey'in evinde geçiren Cahit Sıtkı'yı aile çevresinden sadece o, şiire teşvik etmiş, onu yüreklendirmiştir. Cahit Sıtkı şiire ağırlık verdikçe derslerindeki düşüş ailesi tarafından şiddetle eleştirilmeye başlanmıştır. Lise son sınıftayken ilk şiirlerini Servet-i Fünun ve Muhit dergilerinde yayımlamıştır. Aynı dönemde Servet-i Fünun ile Galatasaray Lisesi'nin Akademi ve Galatasaray adlı dergisinde de şiirleri yayımlanmaya başlamıştır. Dayısı, şiirlerini Abdullah Cevdet'e göstermesi konusunda Cahit Sıtkı'yı yüreklendirmiştir. Abdullah Cevdet, Cahit Sıtkı'nın bütün şiirlerini dikkatle okumuş, kusurlarını ona nezaketle göstermiş, beğendiği mısraların altını çizmş ve ona yetenekli olduğunu söyledikten sonra; bu şiirleri yayımlamaktan vazgeçmesini ve daha çok kitap okuyarak yazmasını tavsiye etmiştir."Bendeki Lamartine muhabbeti Galatasaray onuncu sınıfa kadar devam etti. Orada Baudelaire'i okuduktan sonra düşünüşüm, duyuşum, görüşüm değişti. Daha doğrusu Baudelaire elinde tuttuğu canlı meşale ile bana tutacağım, tutmam gereken yolu gösterdi. Baudelaire bana suyun dibine inmeyi öğretti, içimle dışım arasındaki farkı Les Fleurs du Mal'i (Kötülük Çiçekleri) okuduktan sonra idrak ettim."
Cahit Sıtkı, şair olmak istemesine rağmen babası tarafından Mülkiye Mektebi'ne gönderilmiştir. Okula bazı günler uğramış ama zamanının çoğunu da okula yakın bir kahvede geçirmiştir. Bu yüzden babasıyla çok tartışmış, babası ona diploması olmayan şairleri örnek göstererek kendisinin haklı olduğunu dile getirmeye çalışmıştır. Cahit Sıtkı da "Bu yaldızlı kâğıt üzerinde ne diye bu kadar duruyorsun, bak Hüseyin Cahit'in de diploması yok?" cevabını vermiştir. Sigara içmeye lisedeyken başlayan şair, bu dönemde içkiye başlamış ve kendi sözüyle "hayatı daha kesif yapmak için" hep şiir adına ve uğruna içtiğine işaret etmiştir. Edebiyat dünyasında tanınmasında Peyami Safa'nın 1932 yılında Cumhuriyet gazetesinde şiiri üzerine yazdığı üç yazının büyük etkisi olmuştur.
Sanat anlayışı
"Sanat için sanat" anlayışına bağlı kalan Tarancı'ya göre şiir, kelimelerle güzel şekiller kurma sanatıdır. Vezin ve kafiyeden kopmamış ama ölçülü veya serbest, her türlü şiirin güzel olabileceği inancını taşımıştır. Şiirlerinde en çok yaşama sevinci ve ölüm temalarına yer vermiştir. Ayrıca yitik aşklar, mutlu sevdalar, yalnızlık, yaşadığı bohem hayatın buruklukları, çocukluk özlemi de şiirlerine konu olmuştur. Cahit Sıtkı'ya göre sanat eseri/şiir, her şeyden önce bir "anlatım"dır. O, bu "anlatım"ı bir estetikçi veya felsefeci gibi ontolojik olarak değil, ilgilendiği ve üzerinde çalışmaktan zevk duyduğu bir nesne olarak ele almış ve kendisine göre başarılı bulduğu güzel şiirlerin özelliklerini anlatmıştır. Bu özellikler, aynı zamanda şairin şiir anlayışını ortaya koymaktadır. Ayrıca Cahit Sıtkı'ya göre samimiyet, estetik bir değerdir, şiirde anlatılan duygu, düşünce, inanç ve daha başka duyguların samimi olması bir şiire, sanat eseri olma kıymeti kazandıran unsurlardan biridir.Şiir kitapları
Yirmi bir şiirden oluşan Ömrümde Sükût, Cahit Sıtkı'nın 1933'te yayımlanan ilk şiir kitabıdır. Necip Fazıl Kısakürek tesiri altındaki bu şiirlerde, Fransız şiirinin tür ve biçim etkisi görülmekte ve Tarancı'nın çocukluk anıları, özlemleri, içinde yaşadığı zamanın kişisel bunalımları ele alınmıştır. Şairin lise yıllarında yazdığı ve Akademi, Muhit ve Galatasaray dergilerinde neşrettiği bazı şiirleri de içinde barındıran kitap, yedi bölüm halinde 21 şiiri ihtiva etmektedir. 1946'da Otuz Beş Yaş adlı şiir kitabı, Ülkü Basımevi tarafından basılmıştır. 1933-1946 döneminde yazılan şiirleri kapsayan bu eser, sonraki yıllarda en çok basılan şiir kitapları arasında yer almıştır. Kitaptaki şiirlerin büyük bir kısmı Varlık başta olmak üzere Kültür Haftası, Ağaç, Yücel, Gündüz, İnkılapçı Gençlik, Ülkü gibi dergilerde yayımlanmıştır. Eser, Ağustos 1946'da Varlık Yayınları'nın ilk kitabı olarak basılmış ve yüz sekiz şiir içermektedir. Çalışma Bakanlığı'nda çevirmenlik yapmaya başladığı dönemde yazmaya başladığı ve kitaba adını veren "Otuz Beş Yaş" şiiriyle Cumhuriyet Halk Partisi'nin kuruluş yıldönümü ile ilgili açtığı yarışmada birinciliği elde etmiştir. İlk baskısı 1952'de Varlık Yayınları tarafından yapılan Düşten Güzel, 1946-1952 arasında yazılan 35 şiiri içermektedir. Önceki kitapta yer alan ölüm, ölüm korkusu, yaşama sevinci; artık bu kitapta yerini sevgi ve evlilikten kaynaklanan mutluluk duygusuna bırakmıştır. Tarancı bu kitabında ayrıca Atatürk ve Kurtuluş Savaşı ile ilgili bazı konulara, ülke ve ülke insanlarına değinen bazı deyişlere yer vermiştir. Varlık Yayınları tarafından 1957'da çıkan Sonrası, şairin ölümünden sonra yayımlanmıştır. Bu kitabın ilk 28 sayfasında 1933-1954 yazıp sağlığında yayımladığı, 1952'den sonra yazıldığı halde çeşitli dergilerde yayımlandığı halde kitaplarında yer almayan 73 şiiri ile birlikte bazı çeviri şiirleri yer almaktadır. Asım Bezirci tarafından derlenen Tarancı'nın bütün şiirleri 1983'te Bütün Şiirleri adıyla Can Yayınları'ndan çıkmıştır. Kitap altı bölümden oluşmaktadır.Hikâyeleri
Cahit Sıtkı, şairliğiyle tanınmak istemiş ve ömrünün büyük bölümünü şiirle iştigal ederek geçirmiş bir sanatçı olmasının yanında hikâyeler de kaleme almıştır. Hikâyelerini gerek Fransa'ya gitmeden önceki yıllarda gerekse Cumhuriyet gazetesinde çalışıp yüksek öğrenimini tamamlamaya çalıştığı yıllarda yazmış ve aynı gazetede yayımlatmıştır. Daha çok maddî sıkıntılardan dolayı (dostu Baki Süha Edipoğlu'nun aktardığına göre sigara ve içki parasını çıkarmak için) 1935-1947 yılları arasında yazmıştır. Bunlar kısa hacimli, günlük yaşamın içinden bazı gözlemlere dayalı hikâyelerdir. Toplam seksen hikâye yazan Tarancı, hikâyelerinde aile özlemi, güzellik-çirkinlik karşıtlığı, aşk, karşılıksız aşk, kadınlar tarafında sevilme arzusu, yaşama sevinci-ölüm korkusu karşıtlığı, içkiye sığınış, memuriyeti ve işi sevmeme ve baba korkusu gibi konuları ele almıştır. Cahit Sıtkı'nın hikâyeleri konusundaki ilk çalışma, Selahattin Önerli tarafından 1976 yılında Ankara-Akran matbaasında basılan bir kitapta yayımlanmıştır. 2006'da ise Can Yayınları, Gün Eksilmesin Penceremden adıyla Tarancı'nın 43 hikâyesini içeren bir kitabı Tarancı'nın ölümünün 50. yılında yayımlamıştır.Mektupları
Tarancı'nın aile fertlerine, arkadaşlarına ve yakın dostlarına yazmış olduğu mektupların çoğu yayımlanmıştır. Ziya'ya Mektuplar, Tarancı'nın 1930-46 yılları arasında yakın dostu Ziya Osman Saba'ya yolladığı mektuplardan elli yedisini içermektedir. Nisan 1957'de Varlık Yayınları tarafından basılmıştır. İnci Enginün tarafından hazırlanan ve Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu tarafından basılan Evime ve Nihal'e Mektuplar, Cahit Sıtkı Tarancı Müzesi'ndeki mektupların bir araya getirilmiş hâlidir. Kitaptaki mektuplardan on biri şairin annesine, beşi babasına, iksi anne ve babasına, kırkı Nihal'e, ikisi Yıldız'a, biri Yıldız, Nihal ve Yılmaz'a hitaben yazılmıştır. Yaşar Nabi Nayır da Dost Mektuplar adlı eserinde Tarancı'nın on iki mektubuna yer vermiştir.Mirası
Cahit Sıtkı'nın Diyarbakır'da doğduğu ev günümüzde müze olarak kullanılmaktadır. Şehir merkezinde, Camii Kebir Mahallesi, Cahit Sıtkı Tarancı Sokak No:3'te bulunan ev, 1733 tarihinde inşa edilmiştir. Diyarbakır'ın geleneksel konut mimarisinin tüm özelliklerini taşıyan ev, merkezi bir avlu etrafında sıralanmış dört kanattan oluşmuş ve zemin artı bir katlı olarak tamamen bazalt taş kullanılarak inşa edilmiştir. Binada büyüklü küçüklü toplam on dört oda, mutfak, kiler ve tuvalet bulunmaktadır. 1973 tarihinde Kültür Bakanlığı tarafından satın alınıp restore edildikten sonra, cumhuriyetin 50. yılında 29 Ekim 1973 tarihinde Tarancı'nın anısını yaşatmak ve ismini ebedileştirmek amacı ile müze olarak hizmete açılmıştır. Müzede Tarancı'nın şahsî eşyaları, el yazısı ile yazılmış mektupları, aile fotoğrafları ve kitaplarından oluşan bir koleksiyon sergilenmektedir. Müze, 1 Mayıs 2011 tarihinde başlanan onarım ve teşhir tanzim çalışmaları 1 Ağustos 2012 tarihinde tamamlanmış ve 18 Mayıs Müzeler Günü'nde tekrar açılmıştır.Eserleri
Şiir
- Ömrümde Sükût (1933)
- Otuz Beş Yaş (1946)
- Düşten Güzel (1952)
- Sonrası (1957)
- Bütün Şiirleri (1983)
Mektup
- Ziya'ya Mektuplar (1957)
- Evime ve Nihal'e Mektuplar (1989)
Hikâye
- Gün Eksilmesin Penceremden (2006)
Biyografi
- Peyami Safa: Hayatı ve Eserleri (1940)
Otuz Beş Yaş (Şiir)
Yaş otuz beş! yolun yarısı eder.Dante gibi ortasındayız ömrün.
Delikanlı çağımızdaki cevher,
Yalvarmak, yakarmak nafile bugün,
Gözünün yaşına bakmadan gider.
Şakaklarıma kar mı yağdı ne var?
Benim mi Allahım bu çizgili yüz?
Ya gözler altındaki mor halkalar?
Neden böyle düşman görünürsünüz,
Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?
Zamanla nasıl değişiyor insan!
Hangi resmime baksam ben değilim.
Nerde o günler, o şevk, o heyecan?
Bu güler yüzlü adam ben değilim;
Yalandır kaygısız olduğum yalan.
Hayal meyal şeylerden ilk aşkımız;
Hatırası bile yabancı gelir.
Hayata beraber başladığımız,
Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir;
Gittikçe artıyor yalnızlığımız.
Gökyüzünün başka rengi de varmış!
Geç farkettim taşın sert olduğunu.
Su insanı boğar, ateş yakarmış!
Her doğan günün bir dert olduğunu,
İnsan bu yaşa gelince anlarmış.
Ayva sarı nar kırmızı sonbahar!
Her yıl biraz daha benimsediğim.
Ne dönüp duruyor havada kuşlar?
Nerden çıktı bu cenaze? ölen kim?
Bu kaçıncı bahçe gördüm tarumar?
Neylersin ölüm herkesin başında.
Uyudun uyanamadın olacak.
Kimbilir nerde, nasıl, kaç yaşında?
Bir namazlık saltanatın olacak,
Taht misali o musalla taşında.
Cahit Sıktı Tarancı
Son düzenleme: