
BULUT
Super Moderator
- Görüntüleme: 2K
- Cevaplar: 5
İçindekiler
Dünya'nın en eski Camii'leri
Mescid-i Haram'ın, kuzey-batı duvarı 164 m., güney-doğu duvarı 166 m., kuzey-doğu duvarı 108 m., güneybatı duvarı 109 m. dir. Mescid-i Haram'ın bu dört duvarında 19 kapı, çevresinde 92 kubbe ve 7 minare vardır. Hz. Ömer zamanına kadar ihata duvarı yoktu. Ondan sonra duvar örüldü ve tarih boyunca bir takım tamir, yenileme, genişletme çalışmaları yapıldı.
Benu Şeybe kapısının kemeri ile Kâbe arasında küçük kubbeli bir yapı vardır. Kâbe yapılırken Hz. İbrahim'in iskele olarak kullandığı taş buradadır. Taş üzerine çıkan Hz. İbrahim'ın ayak izleri görülmektedir.
Kâbe'nin kuzey-batı duvarının karşısında mermerden yapılmış yarım daire şeklinde bir duvar vardır. Hilâl'i de andıran bu duvarla çevrili alana "el-Hatim" veya "el-Hicr" denmiştir.
Tavafın yerine getirildiği mermer döşemeye "metaf" denilmektedir.
"Metaf": Tavaf edilen yer, tavaf edilirken dönülen alan demektir (bk. "Metâf" mad.).
Zemzem'in çıktığı yer, Hâceru'l-Esved'in karşısında Kâbe'nin 20 m. kadar doğusundadır. Zemzem, İbranice bir kelime olup, "dur-dur" anlamına gelir.
Mescid-i Haram terkibi Kur'an-ı Kerim'in çeşitli ayetlerinde geçer.
Bazı ayetlerde, müşriklerin, halkın Mescid-i Harama girmesini engellemelerinin büyük günah olduğu belirtilir: Allah yolundan alıkoymak, O'nu inkâr etmek, insanları Mescid-i Haram'dan menetmek ve oranın halkını yerinden çıkarmak, Allah katında daha büyük bir günahtır" (el-Bakara, 2/217); "... Sizi, Mescid-i Haram'dan menettiği için bir kavme olan kininiz, sakın sizi, onlara karşı tecavüze sevketmesin" (el-Mâide, 5/2).
İslâm'ın ilk yıllarında ibadetlerde kıble Kudüs'teki Mescid-i Aksâ iken, Hicretten sonra onaltıncı ayda, kıble Mekke'deki Mescid-i Haram'a çevrilmiştir. Kur'an-ı Kerim'de bu değişiklik şöyle açıklanır: "Her nereye çıkıp gidersen git, yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir. Bu elbette, Rabbinden gelen bir gerçektir. Allah, yaptıklarınızdan habersiz değildir" (el-Bakara, 2/149, kış. 2/150); "Yüzünü göğe çevirip durduğunu görüyoruz. Seni, sevdiğin kıbleye mutlaka çevireceğiz. Hemen yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir. Ey müminler. Siz de nerede olursanız olun, yüzünüzü onun tarafına çevirin" (el-Bakara, 2/144).
Diğer yandan saldırı olmadıkça Mescid-i Haram çevresinde savaş yapılması yasaklanmıştır. Mescid-i Haram'ın yanında onlar, sizinle savaşmadıkça siz de onlarla savaşmayın. Eğer orada sizinle savaşırlarsa onları öldürün. İşte kâfirlerin cezası böyledir" (el-Bakara, 2/191).
Mescid-i Haram, önceleri Kâbe'nin çevresinde tavaf edenlere ayrılmış bir alandan ibaretti. Asr-ı Saadette ve Ebu Bekir (r.a)'ın halifeliği döneminde mescidin çevresinde duvar yoktu. Etrafı evlerle çevrili idi. Zamanla hacıların kalabalıklaşması ve sıkışıklık meydana gelmesi üzerine kenardaki evler satın alınıp yıktırılmış ve çevresine duvar çekilmiştir. Mescid, Emevîler, Abbasîler, Osmanlılar, Suudlular zamanında çeşitli tamirler görmüş ve değişikliklere uğramıştır. Şimdiki haliyle Kâbe'ye yakın olan kısmın üzeri açık, dış kısımların üzeri kapalıdır. Kapalı bölüm sa'y mahallini de içine alacak şekilde genişletilmiştir (Kamil Miras, Tecrîd-i Sarih Tercemesi, X, 57, VI, 50).
Mescid-i Haram, yeryüzündeki mescitlerin en faziletlisidir. Burada kılınan bir namaz başka mescitlerde kılınan yüz bin namazdan daha efdaldir. Bir hadis-i şerifte; "Mescidimde kılınan bir namaz, Mescid-i Haram hariç, başka mescidlerde kılınan bin namazdan efdaldir. Mescid-i Haramda kılınan bir namaz da diğer mescidlerde kılınan yüz bin namazdan efdaldir" (İbn Mâce, H. No: 1406) buyrulmuştur. Fazilet bakımından Mescid-i Haram'dan sonra Mescid-i Nebi, ondan sonra da Mescid-i Aksa gelir. Bir başka hadis-i şerifte de şöyle buyurulur: "(Fazla sevab umarak) yalnız şu üç mescide gitmek üzere yolculuk yapılabilir. Mescid-i Haram, Mescid-i Nebi ve Mescid-i Aksâ" (Buhâri, Mescidu, Mekke, 1; bk. "Kâbe", "Mescid-i Aksâ" maddeleri).
Mescidin ilk hali kare şeklinde bir düzlüğü çevreleyen dört duvardan ibaretti. Arsa hazırlandıktan sonra temele ilk taşı bizzat Hz. Peygamber koymuş, ardından sırasıyla Hz. Ebû Bekir, Ömer, Osman ve diğerlerinin taşlarını koymalarını istemiştir (Taberânî, II, 339). Bu uygulama devlet başkanlarının ilmî, dinî ve millî nitelikli yapıların temeline ilk harcı koyma geleneğinin başlangıcı olarak görülmektedir (Abdülhay el-Kettânî, II, 301). Mescid-i Kubâ yapılırken Resûl-i Ekrem’in bir işçi gibi çalıştığı, taşıdığı ağır taşları ellerinden alıp yardımcı olmak isteyenlere bir başkasına yardım etmelerini söylediği (Taberânî, XXIV, 317-318), Abdullah b. Revâha’nın, “Mescidin inşasına katılanlar, ayakta olsun oturarak olsun Kur’an okuyanlar, geceleri uykuyla geçirmeyenler kurtuluşa erdiler” diye şiirler okuduğu, her beytin son kelimesinin Resûlullah tarafından tekrarlandığı rivayet edilmektedir (İbn Şebbe, I, 52).
Hz. Peygamber, muhtemelen kıblenin Kâbe’ye çevrilmesinden (623) sonra Kubâ Mescidi’ni yeniden inşa etmiştir (Semhûdî, II, 16). Bu sırada ön duvar ve ona paralel dizilen yedi sütun üstüne bir tavan yapılmıştır. Mescidin güneyinde Külsûm b. Hidm ile Sa‘d b. Hayseme’nin evleri bulunmakta ve Sa‘d’ın evinden mescide bir kapı açılmaktaydı. Müslümanlar Resûl-i Ekrem’in misafir kaldığı bu evleri ziyaret eder, ardından Sa‘d’ın evinin tarafında bulunan kapıdan mescide geçip “el-üstüvânetü’l-muhalleka” denilen üçüncü sütunun doğu yanında onun namaz kıldığı yerde namaz kılarlardı. Daha sonra bu kapı kapatılıp mescidin batı duvarında bir kapı açılmıştır. Mescidin Ammâr b. Yâsir tarafından tamamlandığı ve bu sebeple onun İslâm’da ilk mescidi bina eden kişi olarak anıldığı söylenir (Nûreddin el-Halebî, II, 236).
Mescid-i Kubâ, müslümanların hür ve güvenli bir ortamda yaptıkları umuma açık ilk mescid olması bakımından büyük önem taşımaktadır. Kur’an’da sözü edilen, “ilk günden takvâ üzerine kurulan mescidin” (et-Tevbe 9/108) Kubâ Mescidi olduğu kabul edilir. Ancak bu mescidin Mescid-i Nebevî olduğu da rivayet edilmektedir. Mescidde, “üssise âyeti” diye adlandırılan âyetin (et-Tevbe 9/108) nâzil olduğu mekân olarak kabul edilen yere sonradan bir mihrap yapılmıştır. Başta Buhârî ve Müslim olmak üzere hadis kaynaklarında Mescid-i Kubâ’nın faziletine dair bölümlere yer verilmiş, Hz. Peygamber’in Medine’de bulunduğu zamanlar cumartesi, bazan da pazartesi günleri ve ramazanın 17. günü Mescid-i Kubâ’ya giderek namaz kıldığına dair rivayetler zikredilmiştir. Ayrıca onun mescidde sürdürülen öğretim faaliyetine nezaret ettiği, Kubâ’da namaz kılmayı umreyle eş değerde gördüğü rivayet edilmektedir (İbn Mâce, “İḳāmet”, 197; Tirmizî, “Mevâḳītü’ṣ-ṣalât”, 125). Hz. Ömer Mescid-i Kubâ’yı ziyaret ettiğinde tozunu alır, buraya büyük hürmet gösterirdi.
BİBLİYOGRAFYA
Müsned, II, 4, 10, 57, 58, 155; III, 487; Buhârî, “Fażlü’ṣ-ṣalât fî mescidi Mekke ve’l-Medîne”, 2, “Ṣalât”, 516, “Menâḳıbü’l-enṣâr”, 45, “Aḥkâm”, 25; Müslim, “Ḥac”, 515-522; İbn Mâce, “İḳāmet”, 197; Tirmizî, “Mevâḳītü’ṣ-ṣalât”, 125, “Ṣalât”, 242; Abdürrezzâk es-San‘ânî, el-Muṣannef (nşr. Habîbürrahman el-A‘zamî), Beyrut 1403/1983, V, 133; İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, I, 235, 244, 245, 480; III, 84, 87; IV, 311; İbn Şebbe, Târîḫu’l-Medîneti’l-münevvere, I, 40, 41, 44-45, 47-50, 52, 54-55; Taberî, Câmiʿu’l-beyân, XI, 26, 27, 28, 29, 31; Taberânî, el-Muʿcemü’l-kebîr (nşr. Hamdî Abdülmecîd es-Selefî), Beyrut, ts. (Dâru ihyâi’t-türâsi’l-Arabî), II, 246, 339; XXIV, 317-318; Ahmed b. Hüseyin el-Beyhakī, es-Sünenü’l-kübrâ (nşr. Yûsuf Abdurrahman el-Mar‘aşlî), Beyrut, ts. (Dârü’l-ma‘rife), V, 249; Semhûdî, Vefâʾü’l-vefâʾ bi-aḫbâri dâri’l-Muṣṭafâ (nşr. M. Muhyiddin Abdülhamîd), Beyrut 1374/1955, I, 178 vd.; II, 16 vd.; Nûreddin el-Halebî, İnsânü’l-ʿuyûn, Beyrut, ts. (Dârü’l-ma‘rife), II, 236, 237, 238; Abdülhay el-Kettânî, et-Terâtîbü’l-idâriyye (Özel), II, 301; Hamîdullah, İslâm Peygamberi, II, 834; Köksal, İslâm Tarihi (Medine), I, 10, 11, 12; Ahmed Sezikli, Hz. Peygamber Devrinde Nifak Hareketleri, Ankara 1994, s. 159, 161; Nebi Bozkurt, “Kuba Mescidi”, Şamil İslâm Ansiklopedisi, İstanbul 1991, III, 397-398.
Ömer b. Abdülazîz’in Medine valiliği sırasında (706-712) Mescid-i Kubâ’nın duvarları yontma taş ve kireç kullanılarak yenilendi. Kurşun kaplı demir çubuklarla birbirine perçinlenmiş taşlardan oluşan sütunlar yapıldı. Üzeri değerli saç kerestesinden bir tavanla kapandı. Duvarlar kireç ve mozaiklerle süslendi. Muhtemelen Mescid-i Nebevî’nin imarı için getirilen Bizanslı ustalar burada da çalıştılar. Mescid daha sonra birçok defa imar gördü. 435’te (1044) Şerîf Ebû Ya‘lâ Ahmed b. Hasan, 555’te (1160) Zengî Veziri Cemâleddin el-İsfahânî tarafından imar edildi. 593’te (1197) mescid hakkında bilgi veren İbnü’n-Neccâr’ın kaydettiği ölçüler İbn Şebbe’ninkine yakındır. İbnü’n-Neccâr, mescidin ebadının 68 × 68 zirâ, tavan yüksekliğinin de 20 zirâ olduğunu söylemektedir. Mescidin arka ve yan revaklar dahil üstü kapalı kısmın tavanları aralarında 7’şer zirâ mesafe bulunan otuz dokuz sütun üzerine oturmaktadır. Duvarlarda sekizer pencere vardır. Kuzey duvarındaki pencerelerden sekizincisi burada yer alan minare sebebiyle kapalıdır (ed-Dürretü’s̱-s̱emîne, s. 188). Mescid-i Kubâ’nın imarına Memlükler de büyük ihtimam gösterdiler. 733’te (1333) Muhammed b. Kalavun’un yeniden inşa ettirdiği yapının tavanındaki eskiyen bölümler 840’ta (1436) el-Melikü’l-Eşref Barsbay tarafından yenilendi. 881’de (1476) Sultan Kayıtbay binada birtakım ıslah çalışmaları yaptırdı.
Medine ile ilgili müstakil bir eser telif eden Semhûdî (ö. 911/1506) Mescid-i Kubâ’nın tarihi hakkında geniş bilgi vermektedir (Vefâʾü’l-vefâʾ, I, 178 vd.; II, 16 vd.). Onun kaydettiği ölçüler de İbnü’n-Neccâr el-Bağdâdî’nin ölçülerine yakındır. Semhûdî kıble duvarını 70, kuzey duvarını 68,5 zirâ olarak verir. Ancak derinlik için yazılan 79 zirâ muhtemelen bir istinsah hatası olup bu rakam 69 olmalıdır (Sâlih Lem‘î Mustafa, s. 167).
Kanûnî Sultan Süleyman, 950’de (1543) Kubâ Mescidi’nin tavan ve minaresini yıktırıp yeniden inşa ettirdi. 1111’de (1699) mescidin eskiyen duvar ve minaresini yenileten II. Mustafa da Mebrekü’n-nâka üzerine dört direkli bir kubbe, mescidin dışına bir sebil ve abdest alma yerleri yaptırdı. Buradaki kumlukta su ihtiyacını karşılamak için derin kuyular kazdırdı. Önemli bir çalışma da 1829’da II. Mahmud zamanında gerçekleştirildi. Mescid 1985’te yenilenmek üzere tamamen yıkılmadan önce batı duvarındaki kapının cephesinde Osmanlı tuğraları, mescide işaret bulunan âyetle birlikte (et-Tevbe 9/108) II. Mahmud’un bu tamiratına dair kitâbe yer almaktaydı. Kitâbenin başlarında, “İmâmü’l-müslimîn şâh-ı cihan Sultan Mahmud Han / Hilâfet zâtına muhtas kerâmet tab‘ına mu‘tad / İşitip işbu akdes mescidin vîrâneliğin derhal / Buyurdu hüsn-i i‘mârıyla ehl-i Tayyibe’yi dilşâd ...” mısraları yer almaktaydı. Bu imar sırasında Mescid-i Kubâ’nın duvarları yenilenmiş, üstü, düz ahşap tavan yerine sütunlar üzerinde kemerlere oturan ve basık yarım küre kubbelerden oluşan bir tavanla örtülmüştür. Planda arka kısımdaki çift sıra sütunlu revak tek sıraya düşürülmüş, böylece yapı İstanbul’daki selâtin camilerinin revaklı düzenine benzetilmeye çalışılmıştır. Sultan Abdülmecid de mescidde bazı ıslahat çalışmaları yaptırmıştır. Osmanlı dönemiyle ilgili son bilgileri İbrâhim Rifat Paşa vermektedir. Onun kaydettiğine göre mescidin dış duvarı 40 × 40 m., tavan yüksekliği 6 metredir. Yıkılma tehlikesine karşı dış duvar payandalarla desteklenmektedir (Mirʾâtü’l-Ḥaremeyn, I, 397). 1968’de Suud Kralı Faysal arkadaki revaklara bir sıra ilâve etmiş, böylece kuzeybatı köşesinde yer alan minare batı duvarı içinde kalmıştır. Bu sırada kuzey duvarına kadınlar için özel bir giriş yapılmıştır.
Mescid-i Kubâ 1985’te Kral Fehd döneminde tamamen yıkılıp kısa bir sürede yeni bir planla tekrar inşa edildi. Mescidin sahası eskisine göre beş kat genişletildi ve 10.000’den fazla insanın aynı anda ibadet edebileceği şekilde büyütüldü. Yeni planda önde yer alan kapalı kısımda 12 m. çapında altı büyük kubbe yer almaktadır. Bunlar ortada araları boş bırakılmış dörder kümeden oluşan on altı, yanlarda tek tek on altı olmak üzere toplam 36 kare destek ve ön duvarı birbirine bağlayan çifte kemerler üzerine oturtulmuştur. Önde bulunan üç büyük kubbe arkadakilerden, onların ortasında bulunan diğer ikisinden daha yüksek planlanarak önden bakıldığında simetrik olarak gittikçe yükselen bir görüntü oluşturulmaya çalışılmıştır. Altı büyük kubbenin iki yanında dörderden sekiz küçük kubbe mevcuttur. Renkli mermerlerden geometrik desenlerle kaplanmış avlunun üç tarafında 6 m. çapında elli altı küçük kubbenin örttüğü revaklar yer alır. Avlunun ortasına gerektiğinde açılabilen elyaftan modern dev bir çadır yapılmış, böylece cuma namazlarında güneşin sıcağından korunan avludan da faydalanılması sağlanmıştır. Mescidin avlusuna iki yanda ikişer, kuzey duvarında bir taçkapıdan girilir. Avlu ile ana yapı arasında duvar yoktur. Ortada büyük kubbeye uygun geniş bir kemerle iki yanda daha dar birer kemerli açıklık bulunmaktadır. Dikdörtgen planlı yapının dört köşesinde 47 m. yükseklikte birer minare yapılmıştır. Kare kaideler üzerine oturan ve üçgenlerle sekizgene dönüşen minarelerin gövdesi iki şerefe arası ile silindirik petek kısımlarında gittikçe incelir. Son inşaat esnasında mescidde kullanılan mermerler Türkiye’den götürülmüştür. Yapıda yaklaşık 1400 metreyi bulan kuşak yazılarını (~ 1200 m. kûfi, ~ 200 m. kadarı celî sülüs) Hattat Hasan Çelebi yazmış, kalem işi süslümeleri de Mustafa Çelebi yapmıştır. Mescid, sosyal tesislerden oluşan müştemilâtıyla beraber bugün 13,5 dönüm kadar bir alana yayılmıştır.
BİBLİYOGRAFYA
İbn Şebbe, Târîḫu’l-Medîneti’l-münevvere, I, 57; İbnü’n-Neccâr el-Bağdâdî, ed-Dürretü’s̱-s̱emîne fî târîḫi’l-Medîne (nşr. M. Zeynühüm M. Azeb), Kahire 1416/1995, s. 187, 188; Semhûdî, Vefâʾü’l-vefâʾ bi-aḫbâri dâri’l-Muṣṭafâ, Kahire 1326, I, 178 vd.; II, 16 vd.; Mir’âtü’l-Haremeyn: Mir’ât-ı Medîne, II, 911 vd.; İbrâhim Rifat Paşa, Mirʾâtü’l-Ḥaremeyn, Kahire 1344/1925, I, 394 vd.; Hamîdullah, İslâm Peygamberi, II, 834; Köksal, İslâm Tarihi (Medine), I, 10, 11, 12; Sâlih Lem‘î Mustafa, el-Medînetü’l-münevvere, Beyrut 1981, s. 163 vd.; Abdülhay el-Kettânî, et-Terâtîbü’l-idâriyye (Özel), II, 301; M. Mâcid Abbas Hulûsî, ʿİmâretü’l-mesâcid, [baskı yeri yok] 1998, s. 321 vd.; Mihr Ali Süleyman, Kutlu Şehir Medîne-i Münevvere, İzmir 2002, s. 171 vd.; M. İlyâs Abdülganî, el-Mesâcidü’l-es̱eriyye fi’l-Medîneti’l-münevvere, Medine 2003, s. 25 vd.; Nebi Bozkurt, “Kuba Mescidi”, Şamil İslâm Ansiklopedisi, İstanbul 1991, III, 397-398.
Hicret yıllarında Kubâ küçük bir köyden ibaretti. Başlangıçta Medine'ye uzaklığı altı mil kadarken, Hicret'ten sonra yeni açılan ulaşım yolları ile gelişme göstermiş, Medine'nin de büyümesiyle aradaki mesâfe bugün kapanmıştır.
Mekke'den Medine'ye hicret eden ilk muhâcirler Kubâ'ya vardıklarında orada Amr b. Avfoğullarının hurma kurutma yerini tesviye ederek, namaz kılmaya başladılar. İçlerinde Hz. Ömer (r.a.)'in de bulunduğu bu ilk muhacirlere en güzel Kur'an okuyanları olan Ebû Huzeyfe'nin azadlısı Sâlim imamlık yapıyordu (İbn Sa'd, Tabakâtu'l-Kübrâ, Beyrut 1985, III, 87, IV, 311).
Hz. Peygamber, Kubâ'ya Rebîulevvel ayının ortalarında bir pazartesi günü ulaştı. Orada, Amr b. Avfoğullarının yurdunda onların himâyesinde bulunan Külsüm b. Hidm'in evinde bir müddet misâfir oldu. Târihi kaynaklar Rasûlüllah'ın burada kaç gün kaldığı konusunda ihtilaf etmektedirler. Buhârî'nin Hicret'le ilgili bir rivâyetine göre, on küsur gece kalmıştır (Buhârî, Menâkıb, 45). Bu, İbn Sa'd'ın on dört gün kaldığına dair rivayetine uygundur (bk. İbn Sa'd, Tabakâtü'l Kübrâ, l, 235).
Hz. Peygamber (s.a.s), ilk muhacirlerin namaz kıldığı Külsüm b. Hidm'in hurma harmanındaki sahayı genişleterek Kubâ Mescidi'ni bina etti. Mescid kare şeklindeydi ve ebadları 66x66 zira idi (yaklaşık 32X32 m). Hz. Peygamber (s.a.s), Kubâlılardan taş getirmelerini istemiş, onlardan birini alıp kıble tarafına koyarak, Hz. Ebû Bekir ve Ömer (r.anhum)'in de aynı şekilde sırayla taş koymalarını emir buyurmuştu. Hz. Osman (r.a.)'ın Kubâ'da bulunduğu ve Allah Rasûlü'nün onun da temele taş koymasını emrettiği ve bunun hilâfetin sırası olduğu rivayeti ise zayıftır. (Semhûdî, Vefâü'l-vefâ, Mısır 1326, I, 180).
Mescid'in yapımında en büyük gayreti Ammar b. Yâsir göstermiştir. Bu bakımdan kendisi için “İslâm'da ilk mescid bina edendir” denilmiştir (İbn Hişâm, es-Siretün-Nebeviyye, II, 143). Abdullah b. Revâha da hem çalışıp, hem şiir söylüyor, mü'minlerin yorgunluklarını hafifletiyordu (Sahih-i Buharı Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercemesi ve Şerhi, X, 106).
Amr b. Avfoğullarını kıskanan Ganem b. Avflar Hz. Peygamber (s.a.s)'in Tebük seferi sırasında, Kubâ'da bir mescid daha yaptılar. Ancak amaçları müslümanların arasını açmak, cemaati bölmek ve Hz. Peygamber'e bir tuzak hazırlamaktı. Liderleri olan Ebû Âmir er-Rahip, Bizans'tan yardım istemeye gitmişti.
“Zarar vermek, (hakkı) tanımamak ve mü'minlerin arasını açmak ve önceden Allah ve Rasûlü ile savaşmış olan (adamın gelmesin)i gözetmek için bir mescid yapanlar da var. ‘İyilikten başka bir niyetimiz yoktu’ diye de yemin edecekler. Halbuki Allah onların yalan söylediklerine şâhitlik eder. Orada asla namaza durma. Tâ ilk günden takvâ üzerine kurulan mescid, elbette içinde namaza durmana daha uygundur. Orada temizlenmeyi seven erkekler vardır. Allah da temizlenenleri sever” (et-Tevbe, 9/107-108).
Ayette geçen “Takva Mescidi”nin hangisi olduğu hususunda farklı rivayetler ve yorumlar vardır. Mehmed Vehbî Efendi: “Esası takva üzerine bina kılınan mescidden murad, Mescid-i Nebevî olma ihtimali var ise de âyetin evveli ve âhiri Mescid-i Kubâ olmasına delalet eder” diyor (Konyalı Mehmet Vehbi, Hulasatü'l-Beyan fi Tefsiri'l-Kur'ân, VII, 152). Âyette zikri geçen “temizliği seven erkekler” ifadesi ile Kubâ halkı kasdedilmiştir. Çünkü onlar su ile istincayı âdet haline getirmişlerdi (Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, ilgili âyetin tefsiri). Ashâb-ı Kiram'dan Ebû Eyyûb el-Ensârî ve Urve “Takva Mescidi”nin Kubâ Mescidi olduğu görüşündedirler (İbn Sa'd, Tabakâtü'l kübra, I, 244). İbn Kayyim el-Cevziyye birisinin takvâ temeli üzerine kurulmuş olduğunu söylemenin diğerini nefyetmiyeceğini, her ikisinin de takvâ temeli üzere kurulmuş olduğunu belirterek ihtilâfı çözmektedir. (Zâdü'l-Meâd, Beyrut 1986 I, 395).
Mescid-i Nebevî ve Medine'deki dokuz mescid gibi Kubâ Mescidinde de eğitim ve öğretim devam etmekte idi. Hz. Peygamber buraya her gelişlerinde buna nezâret ederdi (Muhammed Hamidullah, İslâm Peygamberi, Trc. Salih Tuğ, İstanbul 1980, II, 893; İbn Abdilber'den).
Hz. Ömer (r.a.) halifeliğinde pazartesi ve perşembe günleri burayı ziyaret eder, Kubâ çok uzak bir yerde olsaydı devesini oraya ulaşmak için yine süreceğini ifade ederdi (İbn Sa'd, I, 245).
Ashâb-ı Kiramdan Sa'd el-Kurazi buranın müezzinliğini yapmaktaydı.
Bilâl-i Habeşî'nin Hz. Peygamber'in vefatı üzerine üzüntüsünden Mescidi Nebevî'nin müezzinliğini bırakması üzerine Sa'd orada görev yapmaya başladı.
Kubâ Mescidi Hz. Osman ve Ömer b. Abdülaziz tarafından genişletildi. Daha sonra bir çok defa tamirat görüp yenilendi. 1245 (1829) yılında Sultan II. Mahmud tarafından imar edilen tek minareli ve düz tavanlı Mescid, Suudî Arabistan hükümeti tarafından yıkılıp yeni bir planla tekrar inşa edildi. Mescidin sahası eskisine göre beş kat genişletildi ve 10,000'den fazla insanın aynı anda ibadet edebileceği şekilde büyütüldü..
1- Mescid-i Haram / Mekke - Suudi Arabistan
El-Mescidü'l-Haram, Mekke'de Kâbe'nin bulunduğu alandaki camiin adıdır. Hürmet ve saygı gösterilmesi gereken mescit anlamında bu ad verilmiştir. Yeryüzünde inşa edilen ilk mescit ve müslümanların kıblesidir. Buraya Mescid-i Haram denildiği gibi, Harem-i Şerif de denir. Açık bir alan üzerinde bulunan Kâbe, Makam-ı İbrahim ve zemzem kuyusu bu mescidin birer parçasıdır:Mescid-i Haram'ın, kuzey-batı duvarı 164 m., güney-doğu duvarı 166 m., kuzey-doğu duvarı 108 m., güneybatı duvarı 109 m. dir. Mescid-i Haram'ın bu dört duvarında 19 kapı, çevresinde 92 kubbe ve 7 minare vardır. Hz. Ömer zamanına kadar ihata duvarı yoktu. Ondan sonra duvar örüldü ve tarih boyunca bir takım tamir, yenileme, genişletme çalışmaları yapıldı.
Benu Şeybe kapısının kemeri ile Kâbe arasında küçük kubbeli bir yapı vardır. Kâbe yapılırken Hz. İbrahim'in iskele olarak kullandığı taş buradadır. Taş üzerine çıkan Hz. İbrahim'ın ayak izleri görülmektedir.
Kâbe'nin kuzey-batı duvarının karşısında mermerden yapılmış yarım daire şeklinde bir duvar vardır. Hilâl'i de andıran bu duvarla çevrili alana "el-Hatim" veya "el-Hicr" denmiştir.
Tavafın yerine getirildiği mermer döşemeye "metaf" denilmektedir.
"Metaf": Tavaf edilen yer, tavaf edilirken dönülen alan demektir (bk. "Metâf" mad.).
Zemzem'in çıktığı yer, Hâceru'l-Esved'in karşısında Kâbe'nin 20 m. kadar doğusundadır. Zemzem, İbranice bir kelime olup, "dur-dur" anlamına gelir.
Mescid-i Haram terkibi Kur'an-ı Kerim'in çeşitli ayetlerinde geçer.
Bazı ayetlerde, müşriklerin, halkın Mescid-i Harama girmesini engellemelerinin büyük günah olduğu belirtilir: Allah yolundan alıkoymak, O'nu inkâr etmek, insanları Mescid-i Haram'dan menetmek ve oranın halkını yerinden çıkarmak, Allah katında daha büyük bir günahtır" (el-Bakara, 2/217); "... Sizi, Mescid-i Haram'dan menettiği için bir kavme olan kininiz, sakın sizi, onlara karşı tecavüze sevketmesin" (el-Mâide, 5/2).
İslâm'ın ilk yıllarında ibadetlerde kıble Kudüs'teki Mescid-i Aksâ iken, Hicretten sonra onaltıncı ayda, kıble Mekke'deki Mescid-i Haram'a çevrilmiştir. Kur'an-ı Kerim'de bu değişiklik şöyle açıklanır: "Her nereye çıkıp gidersen git, yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir. Bu elbette, Rabbinden gelen bir gerçektir. Allah, yaptıklarınızdan habersiz değildir" (el-Bakara, 2/149, kış. 2/150); "Yüzünü göğe çevirip durduğunu görüyoruz. Seni, sevdiğin kıbleye mutlaka çevireceğiz. Hemen yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir. Ey müminler. Siz de nerede olursanız olun, yüzünüzü onun tarafına çevirin" (el-Bakara, 2/144).
Diğer yandan saldırı olmadıkça Mescid-i Haram çevresinde savaş yapılması yasaklanmıştır. Mescid-i Haram'ın yanında onlar, sizinle savaşmadıkça siz de onlarla savaşmayın. Eğer orada sizinle savaşırlarsa onları öldürün. İşte kâfirlerin cezası böyledir" (el-Bakara, 2/191).
Mescid-i Haram, önceleri Kâbe'nin çevresinde tavaf edenlere ayrılmış bir alandan ibaretti. Asr-ı Saadette ve Ebu Bekir (r.a)'ın halifeliği döneminde mescidin çevresinde duvar yoktu. Etrafı evlerle çevrili idi. Zamanla hacıların kalabalıklaşması ve sıkışıklık meydana gelmesi üzerine kenardaki evler satın alınıp yıktırılmış ve çevresine duvar çekilmiştir. Mescid, Emevîler, Abbasîler, Osmanlılar, Suudlular zamanında çeşitli tamirler görmüş ve değişikliklere uğramıştır. Şimdiki haliyle Kâbe'ye yakın olan kısmın üzeri açık, dış kısımların üzeri kapalıdır. Kapalı bölüm sa'y mahallini de içine alacak şekilde genişletilmiştir (Kamil Miras, Tecrîd-i Sarih Tercemesi, X, 57, VI, 50).
Mescid-i Haram, yeryüzündeki mescitlerin en faziletlisidir. Burada kılınan bir namaz başka mescitlerde kılınan yüz bin namazdan daha efdaldir. Bir hadis-i şerifte; "Mescidimde kılınan bir namaz, Mescid-i Haram hariç, başka mescidlerde kılınan bin namazdan efdaldir. Mescid-i Haramda kılınan bir namaz da diğer mescidlerde kılınan yüz bin namazdan efdaldir" (İbn Mâce, H. No: 1406) buyrulmuştur. Fazilet bakımından Mescid-i Haram'dan sonra Mescid-i Nebi, ondan sonra da Mescid-i Aksa gelir. Bir başka hadis-i şerifte de şöyle buyurulur: "(Fazla sevab umarak) yalnız şu üç mescide gitmek üzere yolculuk yapılabilir. Mescid-i Haram, Mescid-i Nebi ve Mescid-i Aksâ" (Buhâri, Mescidu, Mekke, 1; bk. "Kâbe", "Mescid-i Aksâ" maddeleri).
2- Kuba Mescidi / Medine / Suudi Arabistan
İlk muhacirler, Resûl-i Ekrem daha Medine’ye gelmeden Kubâ’da Amr b. Avf oğullarına ait bir hurma kurutma yerini mescid haline getirmişlerdi. Ebû Huzeyfe’nin âzatlısı Sâlim burada bir grup muhacire Kudüs’e yönelerek namaz kıldırıyordu. Resûlullah Kubâ’ya ulaşınca burayı genişleterek Kubâ Mescidi’ni bina etti (İbn Sa‘d, III, 87; IV, 311). Sâlim’in imamlık yaptığı kişiler arasında Hz. Ebû Bekir, Ömer, Ebû Seleme el-Mahzûmî, Zeyd ve Âmir b. Rebîa’nın da sayılması (Buhârî, “Aḥkâm”, 25), Hz. Peygamber ve Ebû Bekir’in burada kaldığı süre içinde veya bir süre daha onun bu göreve devam etmiş olduğunu göstermektedir. Mescid-i Benî Amr b. Avf olarak da anılan (Müsned, II, 10; İbn Şebbe, I, 41) Mescid-i Kubâ’nın arsasının kabilenin ileri gelenlerinden Külsûm b. Hidm’e ait olduğu ve Külsûm’ün arsayı mescid yapılması için bağışladığı rivayet edilir. Diğer bir rivayete göre ise mescidin arsası Leyya adında bir kadına ait harman yeriydi. Resûl-i Ekrem’i arsaya kıble yönünde bitişik evinde misafir eden kabilenin ileri gelenlerinden Sa‘d b. Hayseme burada mescid yapılmasına öncülük etmiş olmalıdır. Çünkü rivayette mescid ona izâfe edilmektedir. Öte yandan münafıklar, “Leyya’nın merkebini bağladığı yerde mi secde edeceğiz?” diyerek bunu Dırâr Mescidi’ni yapmak için bahane saydılar (İbn Şebbe, I, 54-55). Taberânî’nin bir rivayetine göre Kubâlılar, Resûlullah’tan bir mescid yapmasını talep edince Hz. Peygamber orada bulunan sahâbeden birinin devesine binmesini istemiş, önce Hz. Ebû Bekir binmiş, deve kalkmamış, ardından Hz. Ömer binince deve yine kalkmamış, bu sırada Kubâ’ya ulaşmış olan Hz. Ali binince deve kalkıp yürümüş, Resûl-i Ekrem, Hz. Ali’ye devenin yularını serbest bırakmasını söylemiş ve mescidin onun etrafında dolaştığı arsaya yapılmasını istemiştir (el-Muʿcemü’l-kebîr, II, 246). Mescidin ortalarına isabet eden bir mekân daha sonraları “mebrekü’n-nâka” (devenin çöktüğü yer) olarak anılmıştır (Semhûdî, II, 23). Buhârî’nin (“Menâḳıbü’l-enṣâr”, 45) bir rivayetine göre Hz. Peygamber Kubâ’da on geceden fazla kalmış ve Mescid-i Kubâ bu sırada yapılmıştır. Bu rivavet, İbn Sa‘d’ın Resûlullah’ın Kubâ’da on dört gece kaldığına dair rivayetine (eṭ-Ṭabaḳāt, I, 235) uygundur. Resûl-i Ekrem’in burada dört gün gibi çok kısa bir süre kaldığına dair rivayetler de vardır.Mescidin ilk hali kare şeklinde bir düzlüğü çevreleyen dört duvardan ibaretti. Arsa hazırlandıktan sonra temele ilk taşı bizzat Hz. Peygamber koymuş, ardından sırasıyla Hz. Ebû Bekir, Ömer, Osman ve diğerlerinin taşlarını koymalarını istemiştir (Taberânî, II, 339). Bu uygulama devlet başkanlarının ilmî, dinî ve millî nitelikli yapıların temeline ilk harcı koyma geleneğinin başlangıcı olarak görülmektedir (Abdülhay el-Kettânî, II, 301). Mescid-i Kubâ yapılırken Resûl-i Ekrem’in bir işçi gibi çalıştığı, taşıdığı ağır taşları ellerinden alıp yardımcı olmak isteyenlere bir başkasına yardım etmelerini söylediği (Taberânî, XXIV, 317-318), Abdullah b. Revâha’nın, “Mescidin inşasına katılanlar, ayakta olsun oturarak olsun Kur’an okuyanlar, geceleri uykuyla geçirmeyenler kurtuluşa erdiler” diye şiirler okuduğu, her beytin son kelimesinin Resûlullah tarafından tekrarlandığı rivayet edilmektedir (İbn Şebbe, I, 52).
Hz. Peygamber, muhtemelen kıblenin Kâbe’ye çevrilmesinden (623) sonra Kubâ Mescidi’ni yeniden inşa etmiştir (Semhûdî, II, 16). Bu sırada ön duvar ve ona paralel dizilen yedi sütun üstüne bir tavan yapılmıştır. Mescidin güneyinde Külsûm b. Hidm ile Sa‘d b. Hayseme’nin evleri bulunmakta ve Sa‘d’ın evinden mescide bir kapı açılmaktaydı. Müslümanlar Resûl-i Ekrem’in misafir kaldığı bu evleri ziyaret eder, ardından Sa‘d’ın evinin tarafında bulunan kapıdan mescide geçip “el-üstüvânetü’l-muhalleka” denilen üçüncü sütunun doğu yanında onun namaz kıldığı yerde namaz kılarlardı. Daha sonra bu kapı kapatılıp mescidin batı duvarında bir kapı açılmıştır. Mescidin Ammâr b. Yâsir tarafından tamamlandığı ve bu sebeple onun İslâm’da ilk mescidi bina eden kişi olarak anıldığı söylenir (Nûreddin el-Halebî, II, 236).
Mescid-i Kubâ, müslümanların hür ve güvenli bir ortamda yaptıkları umuma açık ilk mescid olması bakımından büyük önem taşımaktadır. Kur’an’da sözü edilen, “ilk günden takvâ üzerine kurulan mescidin” (et-Tevbe 9/108) Kubâ Mescidi olduğu kabul edilir. Ancak bu mescidin Mescid-i Nebevî olduğu da rivayet edilmektedir. Mescidde, “üssise âyeti” diye adlandırılan âyetin (et-Tevbe 9/108) nâzil olduğu mekân olarak kabul edilen yere sonradan bir mihrap yapılmıştır. Başta Buhârî ve Müslim olmak üzere hadis kaynaklarında Mescid-i Kubâ’nın faziletine dair bölümlere yer verilmiş, Hz. Peygamber’in Medine’de bulunduğu zamanlar cumartesi, bazan da pazartesi günleri ve ramazanın 17. günü Mescid-i Kubâ’ya giderek namaz kıldığına dair rivayetler zikredilmiştir. Ayrıca onun mescidde sürdürülen öğretim faaliyetine nezaret ettiği, Kubâ’da namaz kılmayı umreyle eş değerde gördüğü rivayet edilmektedir (İbn Mâce, “İḳāmet”, 197; Tirmizî, “Mevâḳītü’ṣ-ṣalât”, 125). Hz. Ömer Mescid-i Kubâ’yı ziyaret ettiğinde tozunu alır, buraya büyük hürmet gösterirdi.
BİBLİYOGRAFYA
Müsned, II, 4, 10, 57, 58, 155; III, 487; Buhârî, “Fażlü’ṣ-ṣalât fî mescidi Mekke ve’l-Medîne”, 2, “Ṣalât”, 516, “Menâḳıbü’l-enṣâr”, 45, “Aḥkâm”, 25; Müslim, “Ḥac”, 515-522; İbn Mâce, “İḳāmet”, 197; Tirmizî, “Mevâḳītü’ṣ-ṣalât”, 125, “Ṣalât”, 242; Abdürrezzâk es-San‘ânî, el-Muṣannef (nşr. Habîbürrahman el-A‘zamî), Beyrut 1403/1983, V, 133; İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, I, 235, 244, 245, 480; III, 84, 87; IV, 311; İbn Şebbe, Târîḫu’l-Medîneti’l-münevvere, I, 40, 41, 44-45, 47-50, 52, 54-55; Taberî, Câmiʿu’l-beyân, XI, 26, 27, 28, 29, 31; Taberânî, el-Muʿcemü’l-kebîr (nşr. Hamdî Abdülmecîd es-Selefî), Beyrut, ts. (Dâru ihyâi’t-türâsi’l-Arabî), II, 246, 339; XXIV, 317-318; Ahmed b. Hüseyin el-Beyhakī, es-Sünenü’l-kübrâ (nşr. Yûsuf Abdurrahman el-Mar‘aşlî), Beyrut, ts. (Dârü’l-ma‘rife), V, 249; Semhûdî, Vefâʾü’l-vefâʾ bi-aḫbâri dâri’l-Muṣṭafâ (nşr. M. Muhyiddin Abdülhamîd), Beyrut 1374/1955, I, 178 vd.; II, 16 vd.; Nûreddin el-Halebî, İnsânü’l-ʿuyûn, Beyrut, ts. (Dârü’l-ma‘rife), II, 236, 237, 238; Abdülhay el-Kettânî, et-Terâtîbü’l-idâriyye (Özel), II, 301; Hamîdullah, İslâm Peygamberi, II, 834; Köksal, İslâm Tarihi (Medine), I, 10, 11, 12; Ahmed Sezikli, Hz. Peygamber Devrinde Nifak Hareketleri, Ankara 1994, s. 159, 161; Nebi Bozkurt, “Kuba Mescidi”, Şamil İslâm Ansiklopedisi, İstanbul 1991, III, 397-398.
MİMARİ.
Mescid-i Kubâ’nın ilk kuruluşundaki ölçüleri hakkında elde bilgi bulunmamaktadır. İbn Şebbe’nin verdiği ölçüler, Hz. Osman ile Velîd b. Abdülmelik zamanında gerçekleştirilen tevsî ve imar çalışmalarından sonraya aittir. Buna göre mescid kare şeklinde olup 66 × 66 zirâ ebadındadır. Abbâsîler devrinde zirâ 0,48 m. olarak kabul edildiğinde bu ölçüler yaklaşık 32 × 32 m. etmektedir. Bu dönemde mescidin kıble tarafı her birinde yedişerden toplam yirmi bir sütunun taşıdığı bir tavanla kaplıydı. Arka tarafta aynı şekilde yedişer sütunlu iki sıra, yanlarda da ikişer sütunlu birer revak bulunmaktaydı. Böylece mescidde otuz dokuz sütun yer almaktaydı. Bunların ortasında 50 × 26 zirâ (yaklaşık 24 × 12,5 m.) ebadında üstü açık bir orta sahanlık mevcuttu. Üç kapısı olan mescidin duvar yüksekliği 19 zirâ idi (yaklaşık 9 m.). Mescidin o zamanlar “savmaa” denilen, muhtemelen daha önce burada bulunan bir yüksek ev veya hisar (ütum) yerine inşa edilmiş 50 zirâ (yaklaşık 24 m.) yüksekliğinde bir minaresi 9 × 9 zirâ bir karış (yaklaşık 4,30 × 4,5 m.) ebadında bir zemine oturmaktaydı. Minarenin o dönem Emevî mimarisinin genel üslûbunu taşıdığı tahmin edilmektedir. Mescidde niteliği bilinmeyen on dört adet kandil koyma yeri vardı (Târîḫu’l-Medîneti’l-münevvere, I, 57).Ömer b. Abdülazîz’in Medine valiliği sırasında (706-712) Mescid-i Kubâ’nın duvarları yontma taş ve kireç kullanılarak yenilendi. Kurşun kaplı demir çubuklarla birbirine perçinlenmiş taşlardan oluşan sütunlar yapıldı. Üzeri değerli saç kerestesinden bir tavanla kapandı. Duvarlar kireç ve mozaiklerle süslendi. Muhtemelen Mescid-i Nebevî’nin imarı için getirilen Bizanslı ustalar burada da çalıştılar. Mescid daha sonra birçok defa imar gördü. 435’te (1044) Şerîf Ebû Ya‘lâ Ahmed b. Hasan, 555’te (1160) Zengî Veziri Cemâleddin el-İsfahânî tarafından imar edildi. 593’te (1197) mescid hakkında bilgi veren İbnü’n-Neccâr’ın kaydettiği ölçüler İbn Şebbe’ninkine yakındır. İbnü’n-Neccâr, mescidin ebadının 68 × 68 zirâ, tavan yüksekliğinin de 20 zirâ olduğunu söylemektedir. Mescidin arka ve yan revaklar dahil üstü kapalı kısmın tavanları aralarında 7’şer zirâ mesafe bulunan otuz dokuz sütun üzerine oturmaktadır. Duvarlarda sekizer pencere vardır. Kuzey duvarındaki pencerelerden sekizincisi burada yer alan minare sebebiyle kapalıdır (ed-Dürretü’s̱-s̱emîne, s. 188). Mescid-i Kubâ’nın imarına Memlükler de büyük ihtimam gösterdiler. 733’te (1333) Muhammed b. Kalavun’un yeniden inşa ettirdiği yapının tavanındaki eskiyen bölümler 840’ta (1436) el-Melikü’l-Eşref Barsbay tarafından yenilendi. 881’de (1476) Sultan Kayıtbay binada birtakım ıslah çalışmaları yaptırdı.
plan-MEDINE_KubaMescidi-.webp
Medine ile ilgili müstakil bir eser telif eden Semhûdî (ö. 911/1506) Mescid-i Kubâ’nın tarihi hakkında geniş bilgi vermektedir (Vefâʾü’l-vefâʾ, I, 178 vd.; II, 16 vd.). Onun kaydettiği ölçüler de İbnü’n-Neccâr el-Bağdâdî’nin ölçülerine yakındır. Semhûdî kıble duvarını 70, kuzey duvarını 68,5 zirâ olarak verir. Ancak derinlik için yazılan 79 zirâ muhtemelen bir istinsah hatası olup bu rakam 69 olmalıdır (Sâlih Lem‘î Mustafa, s. 167).
Kanûnî Sultan Süleyman, 950’de (1543) Kubâ Mescidi’nin tavan ve minaresini yıktırıp yeniden inşa ettirdi. 1111’de (1699) mescidin eskiyen duvar ve minaresini yenileten II. Mustafa da Mebrekü’n-nâka üzerine dört direkli bir kubbe, mescidin dışına bir sebil ve abdest alma yerleri yaptırdı. Buradaki kumlukta su ihtiyacını karşılamak için derin kuyular kazdırdı. Önemli bir çalışma da 1829’da II. Mahmud zamanında gerçekleştirildi. Mescid 1985’te yenilenmek üzere tamamen yıkılmadan önce batı duvarındaki kapının cephesinde Osmanlı tuğraları, mescide işaret bulunan âyetle birlikte (et-Tevbe 9/108) II. Mahmud’un bu tamiratına dair kitâbe yer almaktaydı. Kitâbenin başlarında, “İmâmü’l-müslimîn şâh-ı cihan Sultan Mahmud Han / Hilâfet zâtına muhtas kerâmet tab‘ına mu‘tad / İşitip işbu akdes mescidin vîrâneliğin derhal / Buyurdu hüsn-i i‘mârıyla ehl-i Tayyibe’yi dilşâd ...” mısraları yer almaktaydı. Bu imar sırasında Mescid-i Kubâ’nın duvarları yenilenmiş, üstü, düz ahşap tavan yerine sütunlar üzerinde kemerlere oturan ve basık yarım küre kubbelerden oluşan bir tavanla örtülmüştür. Planda arka kısımdaki çift sıra sütunlu revak tek sıraya düşürülmüş, böylece yapı İstanbul’daki selâtin camilerinin revaklı düzenine benzetilmeye çalışılmıştır. Sultan Abdülmecid de mescidde bazı ıslahat çalışmaları yaptırmıştır. Osmanlı dönemiyle ilgili son bilgileri İbrâhim Rifat Paşa vermektedir. Onun kaydettiğine göre mescidin dış duvarı 40 × 40 m., tavan yüksekliği 6 metredir. Yıkılma tehlikesine karşı dış duvar payandalarla desteklenmektedir (Mirʾâtü’l-Ḥaremeyn, I, 397). 1968’de Suud Kralı Faysal arkadaki revaklara bir sıra ilâve etmiş, böylece kuzeybatı köşesinde yer alan minare batı duvarı içinde kalmıştır. Bu sırada kuzey duvarına kadınlar için özel bir giriş yapılmıştır.
Mescid-i Kubâ 1985’te Kral Fehd döneminde tamamen yıkılıp kısa bir sürede yeni bir planla tekrar inşa edildi. Mescidin sahası eskisine göre beş kat genişletildi ve 10.000’den fazla insanın aynı anda ibadet edebileceği şekilde büyütüldü. Yeni planda önde yer alan kapalı kısımda 12 m. çapında altı büyük kubbe yer almaktadır. Bunlar ortada araları boş bırakılmış dörder kümeden oluşan on altı, yanlarda tek tek on altı olmak üzere toplam 36 kare destek ve ön duvarı birbirine bağlayan çifte kemerler üzerine oturtulmuştur. Önde bulunan üç büyük kubbe arkadakilerden, onların ortasında bulunan diğer ikisinden daha yüksek planlanarak önden bakıldığında simetrik olarak gittikçe yükselen bir görüntü oluşturulmaya çalışılmıştır. Altı büyük kubbenin iki yanında dörderden sekiz küçük kubbe mevcuttur. Renkli mermerlerden geometrik desenlerle kaplanmış avlunun üç tarafında 6 m. çapında elli altı küçük kubbenin örttüğü revaklar yer alır. Avlunun ortasına gerektiğinde açılabilen elyaftan modern dev bir çadır yapılmış, böylece cuma namazlarında güneşin sıcağından korunan avludan da faydalanılması sağlanmıştır. Mescidin avlusuna iki yanda ikişer, kuzey duvarında bir taçkapıdan girilir. Avlu ile ana yapı arasında duvar yoktur. Ortada büyük kubbeye uygun geniş bir kemerle iki yanda daha dar birer kemerli açıklık bulunmaktadır. Dikdörtgen planlı yapının dört köşesinde 47 m. yükseklikte birer minare yapılmıştır. Kare kaideler üzerine oturan ve üçgenlerle sekizgene dönüşen minarelerin gövdesi iki şerefe arası ile silindirik petek kısımlarında gittikçe incelir. Son inşaat esnasında mescidde kullanılan mermerler Türkiye’den götürülmüştür. Yapıda yaklaşık 1400 metreyi bulan kuşak yazılarını (~ 1200 m. kûfi, ~ 200 m. kadarı celî sülüs) Hattat Hasan Çelebi yazmış, kalem işi süslümeleri de Mustafa Çelebi yapmıştır. Mescid, sosyal tesislerden oluşan müştemilâtıyla beraber bugün 13,5 dönüm kadar bir alana yayılmıştır.
BİBLİYOGRAFYA
İbn Şebbe, Târîḫu’l-Medîneti’l-münevvere, I, 57; İbnü’n-Neccâr el-Bağdâdî, ed-Dürretü’s̱-s̱emîne fî târîḫi’l-Medîne (nşr. M. Zeynühüm M. Azeb), Kahire 1416/1995, s. 187, 188; Semhûdî, Vefâʾü’l-vefâʾ bi-aḫbâri dâri’l-Muṣṭafâ, Kahire 1326, I, 178 vd.; II, 16 vd.; Mir’âtü’l-Haremeyn: Mir’ât-ı Medîne, II, 911 vd.; İbrâhim Rifat Paşa, Mirʾâtü’l-Ḥaremeyn, Kahire 1344/1925, I, 394 vd.; Hamîdullah, İslâm Peygamberi, II, 834; Köksal, İslâm Tarihi (Medine), I, 10, 11, 12; Sâlih Lem‘î Mustafa, el-Medînetü’l-münevvere, Beyrut 1981, s. 163 vd.; Abdülhay el-Kettânî, et-Terâtîbü’l-idâriyye (Özel), II, 301; M. Mâcid Abbas Hulûsî, ʿİmâretü’l-mesâcid, [baskı yeri yok] 1998, s. 321 vd.; Mihr Ali Süleyman, Kutlu Şehir Medîne-i Münevvere, İzmir 2002, s. 171 vd.; M. İlyâs Abdülganî, el-Mesâcidü’l-es̱eriyye fi’l-Medîneti’l-münevvere, Medine 2003, s. 25 vd.; Nebi Bozkurt, “Kuba Mescidi”, Şamil İslâm Ansiklopedisi, İstanbul 1991, III, 397-398.
İslâm'da İnşa Edilen İlk Mescid
Hz. Peygamber (s.a.s.)'in Hicret esnâsında binâ ettiği ve içinde ashabıyla birlikte namaz kıldığı, İslâm'da inşa edilmiş ilk mescid. İslâm'ın yükseliş devri arefesinde ve tam anlamıyla bir dönüm noktasında bina edildiği için önemli hatıralar taşır.Hicret yıllarında Kubâ küçük bir köyden ibaretti. Başlangıçta Medine'ye uzaklığı altı mil kadarken, Hicret'ten sonra yeni açılan ulaşım yolları ile gelişme göstermiş, Medine'nin de büyümesiyle aradaki mesâfe bugün kapanmıştır.
Mekke'den Medine'ye hicret eden ilk muhâcirler Kubâ'ya vardıklarında orada Amr b. Avfoğullarının hurma kurutma yerini tesviye ederek, namaz kılmaya başladılar. İçlerinde Hz. Ömer (r.a.)'in de bulunduğu bu ilk muhacirlere en güzel Kur'an okuyanları olan Ebû Huzeyfe'nin azadlısı Sâlim imamlık yapıyordu (İbn Sa'd, Tabakâtu'l-Kübrâ, Beyrut 1985, III, 87, IV, 311).
Hz. Peygamber, Kubâ'ya Rebîulevvel ayının ortalarında bir pazartesi günü ulaştı. Orada, Amr b. Avfoğullarının yurdunda onların himâyesinde bulunan Külsüm b. Hidm'in evinde bir müddet misâfir oldu. Târihi kaynaklar Rasûlüllah'ın burada kaç gün kaldığı konusunda ihtilaf etmektedirler. Buhârî'nin Hicret'le ilgili bir rivâyetine göre, on küsur gece kalmıştır (Buhârî, Menâkıb, 45). Bu, İbn Sa'd'ın on dört gün kaldığına dair rivayetine uygundur (bk. İbn Sa'd, Tabakâtü'l Kübrâ, l, 235).
Hz. Peygamber (s.a.s), ilk muhacirlerin namaz kıldığı Külsüm b. Hidm'in hurma harmanındaki sahayı genişleterek Kubâ Mescidi'ni bina etti. Mescid kare şeklindeydi ve ebadları 66x66 zira idi (yaklaşık 32X32 m). Hz. Peygamber (s.a.s), Kubâlılardan taş getirmelerini istemiş, onlardan birini alıp kıble tarafına koyarak, Hz. Ebû Bekir ve Ömer (r.anhum)'in de aynı şekilde sırayla taş koymalarını emir buyurmuştu. Hz. Osman (r.a.)'ın Kubâ'da bulunduğu ve Allah Rasûlü'nün onun da temele taş koymasını emrettiği ve bunun hilâfetin sırası olduğu rivayeti ise zayıftır. (Semhûdî, Vefâü'l-vefâ, Mısır 1326, I, 180).
Mescid'in yapımında en büyük gayreti Ammar b. Yâsir göstermiştir. Bu bakımdan kendisi için “İslâm'da ilk mescid bina edendir” denilmiştir (İbn Hişâm, es-Siretün-Nebeviyye, II, 143). Abdullah b. Revâha da hem çalışıp, hem şiir söylüyor, mü'minlerin yorgunluklarını hafifletiyordu (Sahih-i Buharı Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercemesi ve Şerhi, X, 106).
Amr b. Avfoğullarını kıskanan Ganem b. Avflar Hz. Peygamber (s.a.s)'in Tebük seferi sırasında, Kubâ'da bir mescid daha yaptılar. Ancak amaçları müslümanların arasını açmak, cemaati bölmek ve Hz. Peygamber'e bir tuzak hazırlamaktı. Liderleri olan Ebû Âmir er-Rahip, Bizans'tan yardım istemeye gitmişti.
“... ilk günden takvâ üzerine kurulan mescid ...” (et-Tevbe 9/108)
Tebük Seferi dönüşünde Zû Evan denilen mevkide konaklayan Allah Rasûlünün yanına gelerek yaptıkları mescidde namaz kılmaya davet ettiler. Hz. Peygamber (s.a.s), dâvete icabet etmeye hazırlanırken Allah tarafından uyarıldı ve bundan vazgeçti:“Zarar vermek, (hakkı) tanımamak ve mü'minlerin arasını açmak ve önceden Allah ve Rasûlü ile savaşmış olan (adamın gelmesin)i gözetmek için bir mescid yapanlar da var. ‘İyilikten başka bir niyetimiz yoktu’ diye de yemin edecekler. Halbuki Allah onların yalan söylediklerine şâhitlik eder. Orada asla namaza durma. Tâ ilk günden takvâ üzerine kurulan mescid, elbette içinde namaza durmana daha uygundur. Orada temizlenmeyi seven erkekler vardır. Allah da temizlenenleri sever” (et-Tevbe, 9/107-108).
Ayette geçen “Takva Mescidi”nin hangisi olduğu hususunda farklı rivayetler ve yorumlar vardır. Mehmed Vehbî Efendi: “Esası takva üzerine bina kılınan mescidden murad, Mescid-i Nebevî olma ihtimali var ise de âyetin evveli ve âhiri Mescid-i Kubâ olmasına delalet eder” diyor (Konyalı Mehmet Vehbi, Hulasatü'l-Beyan fi Tefsiri'l-Kur'ân, VII, 152). Âyette zikri geçen “temizliği seven erkekler” ifadesi ile Kubâ halkı kasdedilmiştir. Çünkü onlar su ile istincayı âdet haline getirmişlerdi (Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, ilgili âyetin tefsiri). Ashâb-ı Kiram'dan Ebû Eyyûb el-Ensârî ve Urve “Takva Mescidi”nin Kubâ Mescidi olduğu görüşündedirler (İbn Sa'd, Tabakâtü'l kübra, I, 244). İbn Kayyim el-Cevziyye birisinin takvâ temeli üzerine kurulmuş olduğunu söylemenin diğerini nefyetmiyeceğini, her ikisinin de takvâ temeli üzere kurulmuş olduğunu belirterek ihtilâfı çözmektedir. (Zâdü'l-Meâd, Beyrut 1986 I, 395).
Umre Sevabı
Kubâ Mescidi Hz. Peygamber (s.a.s)'in, düzenli olarak Cumartesi günleri, zaman zaman da Pazartesi günleri ziyaret etmeyi âdet haline getirdiği bir mesciddi. Oraya bazen binekli olarak bazen yaya gider ve namaz kılardı. Bir hadîs-i şeriflerinde bunu müslümanlara da tavsiye ederek şöyle buyururlar: “Kim güzel bir şekilde abdest alır, sonra Kubâ Mescidine gelir ve orada namaz kılarsa onun için umre sevabı vardır” (ibn Mâce, ikâme, 198; Tirmîzi, Sâlat, 242).Mescid-i Nebevî ve Medine'deki dokuz mescid gibi Kubâ Mescidinde de eğitim ve öğretim devam etmekte idi. Hz. Peygamber buraya her gelişlerinde buna nezâret ederdi (Muhammed Hamidullah, İslâm Peygamberi, Trc. Salih Tuğ, İstanbul 1980, II, 893; İbn Abdilber'den).
Hz. Ömer (r.a.) halifeliğinde pazartesi ve perşembe günleri burayı ziyaret eder, Kubâ çok uzak bir yerde olsaydı devesini oraya ulaşmak için yine süreceğini ifade ederdi (İbn Sa'd, I, 245).
Ashâb-ı Kiramdan Sa'd el-Kurazi buranın müezzinliğini yapmaktaydı.
Bilâl-i Habeşî'nin Hz. Peygamber'in vefatı üzerine üzüntüsünden Mescidi Nebevî'nin müezzinliğini bırakması üzerine Sa'd orada görev yapmaya başladı.
Kubâ Mescidi Hz. Osman ve Ömer b. Abdülaziz tarafından genişletildi. Daha sonra bir çok defa tamirat görüp yenilendi. 1245 (1829) yılında Sultan II. Mahmud tarafından imar edilen tek minareli ve düz tavanlı Mescid, Suudî Arabistan hükümeti tarafından yıkılıp yeni bir planla tekrar inşa edildi. Mescidin sahası eskisine göre beş kat genişletildi ve 10,000'den fazla insanın aynı anda ibadet edebileceği şekilde büyütüldü..
- Önceki Konu
- Sonraki Konu