Ansiklopedi Müslümanların Bilim ve Medeniyete Katkıları Nedir? Tarihte Müslüman Bilim Adamları

Tarihe ve dünyaya damgasını vuran bilim adamlarının arasında nedense aklımıza hep batıdaki bilim adamları gelmektedir. Fakat doğu tarafında yani İslam coğrafyasında baktığımızda batıdaki bilim adamlarının çalışmalarına zemin hazırlamış oldukça fazla bilim adamı yetişmiştir. Bu bilim adamları sadece yetişmekle kalmayıp bütün dünyaya yüzlerce eserlerini bırakmışlardır.

_musluman-billim-adamlari-jpg_848247934_1442490904.jpg

Müslümanların, İslam medeniyetinin bilim ve medeniyete yapmış olduğu katkılar nelerdir? İslamiyetin bilim ve medeniyete katkıları olan Bilim Adamlarımız.

Müslümanlar İslam’ın da vermiş olduğu öneme binaen bilim ve medeniyetin gelişmesi için büyük çaba harcamışlardır. 9. yüzyıldan itibaren sürekli gelişmeye başlayan İslam Medeniyeti 10-14. yüzyılın ortalarına kadar altın çağını yaşamıştır. Bu 4-5 asırlık devrede, Müslüman bilim adamları bir yandan eski medeniyetlerden tercüme ederek, bir yandan da kendilerine ait eserler kaleme alarak bilim ve medeniyete dair en güzel ürünleri ortaya koymuşlardır.

Müslümanlar; bir taraftan tefsir, hadis, fıkıh, kelâm, siyer gibi kendine özgü ilim dalları meydana getirirken, öbür taraftan da matematik, astronomi, haritacılık, coğrafya, fizik, kimya, tıp, jeoloji, mineraloji, zooloji, veterinerlik, botanik ve biyoloji gibi her çeşit bilim dalında en ileri düzeye kadar yükselmişlerdir.

Matematikte kullanılan “0” (sıfır) rakamını ilk defa Müslümanlar kullanmışlardır. Yine “ondalık” denilen sistem de Müslüman matematikçilerin icadıdır. Cebir ilminin kurucusu “el-Cebr ve’l- Mukabele” adlı eserinin yazarı Havârizmi ’dir. Karekök, Lineer ve Kuadratik denklemlerde el-Kerhi ’nin, İntegral’de et-Tûsî ’nin, cebirsel sembollerde İbnü’l-Benna ’nın, Geometri’de İbnü’l-Heysem, Ömer Hayyam ve İbn Türk’ün büyük katkıları olmuştur. Trigonometrinin kurucularının en büyüğü ise el-Battânî’dir.

Modern astronominin kurucusu olarak Bitrûcî kabul edilir. Pusula’dan ilk bahseden el-Avfî’dir. İbn Havkal ve Bîrûnî’nin dünya haritası vardır. Piri Reis, Amerika ve Antartika kıtasını haritasında göstermiştir.
  • Fizik’te izafiyet (rölativite) teorisini ilk kez el-Kindi ortaya koymuştur.
  • Optik ilminin en önemli isimlerinden birisi İbn Heysem’dir.
  • Kimya biliminde ilk yoğunluk ölçme aletini (piknometre) Bîrûnî yapmıştır.
  • Petrol ve damıtılmasından ilk bahsedenlerden birisi de Zekeriyya Râzî’dir.
  • Biyoloji ilminde, tekâmül nazariyesinin temeli en-Nazzâm tarafından atılmıştır. Câhız ise bu teoriyi geliştirmiştir.
  • Tıp biliminde, kan dolaşımını ilk keşfeden İbnü’n-Nefis’tir.
  • İlk anesteziyi (narkoz), 9. yüzyılda Sâbit ibn Kurrâ kullanmıştır.
  • Mikrobu, Pastör (Pasteur)’den 400 yıl önce “tohum” adıyla Akşemsettin keşfetmiştir.
  • İbn-i Sîna’nın Tıbbın Kuralları (el-Kanun fi’t-Tıb) adlı eseri dört asır Batı üniversitelerinde temel tıp kitabı olarak okutulmuştur.
Ortaçağ boyunca dünyaya hükmedin İslam medeniyeti, 15. yüzyıldan itibaren duraklama devrine girmişlerdir.
“Ortaçağ karanlığı” tabiri Hristiyanların bu çağdaki bağnazlık ve cahilliğini ifade etmek için kullanılmaktadır. Müslümanlar ise görüldüğü gibi bu çağda en muhteşem dönemlerini geçirmişlerdir. Ancak yanlış bir bilgi olarak tüm ortaçağ karanlık bir dönem olarak görülmektedir. Bu sebeple “ortaçağ” olarak olumsuz bir şekilde kullanılan ibare aslında Müslümanları değil, Hristiyanları kapsamaktadır.

El Harezmi (Havarizmi)
Katip Çelebi
Hezarfen Ahmed Çelebi
El-Kindi
Farabi
İbn-i Sina
Ömer Hayyam
Kaşgarlı Mahmut
Piri Reis
El Battani
Sabit bin Kurra
Ebu’l Vefa
Ebul Kasım El Macriti
Ebu Nasır El Farabi
İbn-i Yunus
El Nesevi
İbn-i Heysem
El – Biruni
El Zerkali
Gıyaseddin Cemşid
İbn-i el Nefis
İbn-i Firnas
Cabir Bin Hayyan
İbn Bacce
Ali Kuşçu
 

Gıyaseddin Cemşid​

İsmi: Cemşid bin Mes’ud bin Mahmud et-Tabib el Kaşi
Lâkabı: Gıyaseddin
Doğum: 1380, Kaşan/İran
Vefatı: 22Haziran 1437,Semerkand

Gıyaseddin Cemşid ( 1380-1437)Avrupalı ilim tarihçileri, yıldızların ve gezegenlerin yörüngelerinin daire şeklinde olmayıp, Elips şeklinde olduğunun keşfini Kepler’in başarılarından sayarlar. Halbuki, ondan yüz sene önce Gıyaseddin Cemşid, bu ilmi Hakikatı Nüzhet-ül Hedaik adlı eserinde izah etmiş ve ortaya koymuştur.

14. ve 15. yüzyılın son yarısında, Kaşan’ da doğmuş Matematikçi ve Gökbilim adamıdır. Babası, zamanın önde gelen din ve fen alimlerindendi. Önce sarf, nahiv ve fıkıh ilmini öğrendi. Fıkıh ilminde söz sahibi oldu. Mantık, matematik ve astronomi ilimlerini tam manasıyla tahsil etti. 1416 senesinde Karakoyunlu Sultanı İskender’in hizmetinde bulundu. Uluğ Bey tarafından Semerkand’a davet edildi. Gıyaseddin Cemşid, önce Nasirüddin Tusi’nin eserlerini inceledi. Kutbüddin Şirazi’nin eserlerini tetkik ederek. Meragâ da yapılan rasathanede çalışarak, astronomi cetvellerini (zicleri) yeniden düzenleyip ortaya koydu. Böylece astronomide yeni ufukların açılmasını sağladı.

Avrupalı ilim tarihçileri, yıldızların ve gezegenlerin yörüngelerinin daire şeklinde olmayıp, Elips şeklinde olduğunun keşfini Kepler’in başarılarından sayarlar. Halbuki, ondan yüz sene önce Gıyaseddin Cemşid, bu ilmi Hakikatı Nüzhet-ül Hedaik adlı eserinde izah etmiş ve ortaya koymuştur.

1406, 1407 ve 1408 seneleri için ay tutulmasının hesaplamalarını yaptı. Ayın ve Utarid’in yörüngelerinin eliptik düzlemde olduğunu açıkça ispat etti. Böylece, Keplerin bunu kendine mal etme iddiası geçersiz ve asılsız kaldı.

GİYASEDDİN CEMŞİD VE MATEMATİK

Dilimizde “değersizliğin ifadesi” olan “solda sıfır deyimi”, ondalık kesirlerde virgülün solunda kalan sıfır için kullanılır. Gıyaseddin Cemşid, astronominin yanında, ilmi çalışmalarını daha çok matematik alanında yoğunlaştırdı. İlim tarihinde, aritmetikte ondalık kesir sisteminde virgülü ilk defa kullanma şerefi, Gıyaseddin Cemşid’e aittir. Ondalık kesir kuralını ilk defa o kullanmış, bunlar üzerinde toplama, çıkarma, çarpma ve bölmeler yapmıştır.

Halbuki, ondalık kesirlerin keşfi, Simon Stefan’a atfediliyordu. 1948 senesinde Alman bilim tarihçisi Pouluckey, yaptığı araştırmalar sonucu, ondalık kesirlerin asıl Cemşid’in bulduğunu ispatladı ve ilim alemine kabul ettirdi. Cemşid, Simon Stefan’dan yüz altmış sene önce yaşamıştır. O, ondalık sayılar üzerinde dört işlemi uyguladı. Avrupâ da ise, bu sistem ancak 16. asırdan sonra kullanılabildi.

ESERLERİ

1-Risalet-ül Muhitiyye: Ondalık sayılarla ilgili kurallara ve Pi sayısının değerine bu eserde yer verdi. Arapça yazılan eser, İstanbul ve dünyanın birçok kütüphanesinde mevcuttur. Çeşitli yabancı dillere tercüme edilmiştir.

2-Kitabu Miftah-il-Hisab (Hesap Anahtarı): Bir mukaddime ile beş bölümden meydana gelen eserin, birinci bölümünde tam sayılarla hesaplama, ikinci bölümünde kesirli sayılarla hesaplar, üçüncü bölümünde astronomide kullanılan hesaplar, dördüncü bölümünde topografik alan hesapları, beşinci bölümünde ise bilinmeyenli hesaplar anlatılmaktadır.

3-Risalet-ül-Kemaliye veya Süllen-üs-Sem’a (göğün dereceleri): Gök cisimlerinin dünyadan uzaklığı, büyüklükleri ve boyutlarından bahseden bu eser, Mustafa Zeki tarafından Türkçe’ye tercüme edilmiştir. Yazma nüshaları İstanbul ve Avrupa kütüphanelerinde bulunmaktadır.

4-Kitabu-Ziye-il-Hakani fi Tekmili ziye-il-İlhani: Nasirüddin Tusi’nin yazdığı Ziyei’l-İlhani adlı eserde incelenen yıldızların koordinatlarını kendi rasatlarına göre düzenlemiş ve tamamlamıştır.

5-Nüzhet-ül-Hadaik: Kendi bulduğu Takabül-Menatık adlı bir rasat aletinden bahseder.
 

İbn-i el Nefis​

Asıl Adı:İbn-i el Nefis
Doğumu:1210
Vefatı: 1288

İbn Nefis ( 1210 - 1288 )İbn Nefis hekim, anatomi uzmanı, fizyolog, cerrah, oftalmolog (göz hekimi), psikolog, astronom, kozmolog ve jeolog idi. Bunların yanı sıra sosyal ve beşeri bilimlerde de birçok çalışmaları olan İbn Nefis, hafız, muhaddis, Şafii (mezhebi) hukukçusu, Sünni teolog, İslam filozofu, mantıkçı, sosyolog, romancı, bilim kurgu yazarı, gramerci, dilbilimci ve tarihçidir...

Arap İslam bilgini, bilim adamı olan İbn Nefis Şam'da doğmuştur. Şam'da Nureddin Zengî Hastanesi'nde ve daha sonra Kahire'de Kalavun Hastanesi'nde doktor olarak çalışmıştır. 18 Aralık 1288 tarihinde Kahire 'de vefat etmiştir.

İbn Nefis pulmoner dolaşım ile birlikte kılcal damar ve koroner dolaşımları da ilk keşfeden kişi olmasıyla tanınmıştır. Zira bunlar dolaşım sisteminin temelini oluşturmaktadır; nitekim kendisi bu keşifleri sebebiyle dolaşımsal fizyolojinin babasıve "Orta Çağın en büyük fizyoloğu" olarak görülmüştür.

Pulmoner dolaşım, oksijen yoksunu kanı kalpten akciğerlere taşıyan ve buradan da oksijenlenmiş kanı geri kalbe taşıyan dolaşım sistemi bölümüdür.
Koroner dolaşım, kalbi besleyen damarlarda kanın dolaşımıdır.

İbn Nefis ayrıca deneysel tıbbın, postmortem otopsinin ve insan diseksiyonunun önemli savunucularındandır. Metabolizma kavramını ilk tanımlayan kişi olan İbn Nefis, ek olarak İbn-i Sina ve Galenos‘un anatomik ve tıbbî sistemlerinden ayrılan yeni fizyoloji, anatomi, psikoloji ve nabız sistemleri geliştirmiş.

Galenos'un kan dolaşımına ilişkin görüşlerine itiraz etmiştir. Galenos, kalbin sağ ve sol karıncığı arasındaki duvarda deliklerin bulunduğunu ve kanın bu deliklerden kalbin sağ tarafından sol tarafına geçtiğini düşünüyordu.

İbn Nefis el yazmasıİbn Nefis yapmış olduğu incelemeler sonucunda, kalbin sağ ve sol karıncığı arasındaki duvarda her hangi bir deliğin bulunmadığını belirlemiştir; öyleyse kalbin sağ tarafına gelen kanın akciğerlere gidip temizlendikten sonra, kalbin sol karıncığına geldiğini keşfetmiştir ki bugün buna küçük kan dolaşımı adını veriyoruz.

İbn-i Nefis, hayatının büyük bir kısmını tıbbî araştırmalarla geçirdi. Teorik ve pratik olarak bu ilmi ilerletmeye çalıştı.

Özellikle o dönemde tıp sahasında bir benzeri yoktu. İlâçlar huşusunda İbn-i Sînâ’yı çok geride bıraktı. Göz hastalıklarını da inceleyen İbn-i Nefis, iltihaplanmaların tedavi usullerini ve ilâçlarını bildirmiştir. İlâç olarak kimyevî maddeler yerine daha çok taze ve faydalı gıdaları kullanıyordu.

Tıp bilimine yaptığı katkıların yanı sıra İslam dini ilimlerini konu alan eserler de kaleme almıştır; özellikle hadis ilmine dair kaleme aldığı Muhtasar fî İlm-ı Usûl el-Hadîs ("Hadis Usûlünün Kısa Bir Açıklaması") eseri önem arz eder ki bu eserinde hadis ilimi için daha akılcı ve mantıksal bir sınıflandırma ortaya atmıştır.

Ayrıca Arapça edebî eserler de vermiş, kurgusal edebiyata katkıda bulunmuştur. Bunlardan en kayda değeri er-Risaletü'l-Kâmiliyye fi's-sîreti'n-nebeviyye isimli eserdir. Hikâyede ıssız bir adada kalan bir çocuğun ergenliğe giriş süreci ele alınır; İbn Nefis bu hikâye temelini kullanarak çeşitli dinî, felsefî ve bilimsel temaları ve görüşlerini ortaya koymuştur.

İbn-i Nefis’ in en önemli eseri El-Mûciz’dir. Dört ana bölümden meydana gelen eser, İbn-i Sina'nın Kanun'unun bir çeşit özetidir:

Birinci bölüm; tıp ilminin, ilmî ve amelî, yâni teorik-pratik esasları hakkındadır.
İkinci bölüm, ilâçlar ile gıda maddelerinin tarif ve tıbbi tasnifiyle ilgilidir.
Üçüncü bölüm, insan bedeninde görülebilen hastalıkların teşhis ve tedavileri;
Dördüncü bölüm ise belli uzuvlara mahsus olmayan hastalıklar ile bunların teşhis ve tedavileri hakkındadır
Eser ilk defa 1828 senesinde Kalküta’da basılmıştır. Yazma nüshaları, dünyanın hemen her büyük kütüphanesinde mevcuttur.
(Kalküta Hindistan'ın Batı Bengal Eyaleti'nin başkentidir.)

Galenos, kalbin sağ ve sol karıncığı arasındaki duvarda deliklerin bulunduğunu ve kanın bu deliklerden kalbin sağ tarafından sol tarafına geçtiğini düşünüyordu.  İbn Nefis yapmış olduğu incelemeler sonucunda, kalbin sağ ve sol karıncığı arasındaki duvarda her hangi bir deliğin bulunmadığını belirlemiştir; öyleyse kalbin sağ tarafına gelen kanın akciğerlere gidip temizlendikten sonra, kalbin sol karıncığına geldiğini keşfetmiştir ki bugün buna küçük kan dolaşımı adını veriyoruz. ESERLERİ

- Eş-Şâmil fit-Tıb: İbn-ün-Nefis’ in yazdığı en büyük tıp kitabıdır. Üç yüz cilt hâlinde yazmayı plânladığı bu eserin ancak seksen cildini tamamlayabilmiştir. Bu eser günümüze kadar ulaşmamıştır.
- Kitâb-ül-Mühezzeb fil-Kuhl: Göz hastalıklarıyla ilgilidir.
- Şerh-ut-Tenbîh liş-Şîrâzî fi fürû-il-Fıkh-ış-Şâfiî: Şîrâzî’nin yazdığı Tenbih adlı eserin açıklamasıdır.
- El-Muhtâr fil-Egdiye.
- Şerhu Fusûli Hippokrat: Hippokrates’in Fusûl’üne yazdığı şerhtir.
- Şerh-ut-Takaddüm li Mâ’rifeti Hippokrat: Hippokrates’in bulaşıcı hastalıklarla ilgili eserinin açıklamasıdır.
- Şerh-ul-Hidâye fit-Tıb li-İbn-i Sînâ.
- Şerhu Tasrîh-ul-Kânûn (Anatomi).
- Şerhu Kânûnî İbn-i Sina.
- Tefsîr-ul-İlel ve Esbâb-ul-Emrâz: Hastalıkların teşhisi ve metotları hakkındadır.
- El-Verakât fil-Mantık.
- El-Muhtas fî İlm-il-Usûl-il-Hadîs: Hadis ilminin prensiplerini anlatan bir eserdir.
- Kitâbun fir-Remed: Göz hastalıklarıyla ilgilidir.
- Kitâbun fit-Ta’lîk alâ Kitâb-il-Evbieti li Hippokrat.
- Tarîk-ul-Fesâhati,
- Buğyet-üt-Tâlibîn vel-Huccet-ül-Müteabbibîn,
- Şerh-ul-Külliyât.
- Er-Risâlet-ül-Kâmiliyye fis-Sîretin Nebeviyye: Peygamber efendimizin hayâtını anlatan bir eserdir. Bir nüshası Kahire Kütüphanesi'nde mevcuttur.
- Kitâbun fit-Tevhîd: Akâit ve kelâm ilmiyle ilgilidir.
 

İbn-i Firnas​

Asıl Adı: Abban bin Firnas Ebü'l-Abbas
Doğumu: ?
Vefatı: 887

İbn-i Firnas ( ? - 887 )Dokuzuncu yüzyılda yetişen ve ilk uçağı yapıp uçmayı başaran Müslüman astronomi alimidir. Tarihî kaynaklar İslâm bilgini Endülüslü İbn-i Firnas'ın uzun çalışmalar sonunda bir keşifte bulunup cihaz yaptığını, üzerine kumaş geçirip kanat yerine büyük kuş kanatları taktığını ve bu âleti çalıştırarak havalanıp uçtuğunu kaydeder...

Üstelik havada uzun süre kuşlar gibi süzüldüğünü, daha sonra da yavaşça yere indiğini naklederler.

875'te ibn Firnas bir planör inşa etti ve kendini kuleden roket gibi fırlattı. Uçuş büyük oranda başarılı idi ve kalabalık bir insan grubu tarafından izlendi. Ancak, inişi biraz sert oldu, sırtını incitti. Planörün kuyruk kısmında yeterli önlem almadığı söylendi, manevra için kuyruğu yeterli tasarlamamıştı.
İbn-i Firnas'ın bu başarısı Batı'da uçak yapıp uçmayı başaran Wright Kardeşler'den 1023 yıl öncesine rastlamaktadır.

İbn Firnas, birçok alanda çalıştı, kimya, fizik, astronomi okudu.

Sülfirik nitrik, nitro hidrolorik asitleri keşfetmiş, ayrıca birçok kimyevi maddeyi de ortaya çıkarmıştır.

Astronomi tabloları hazırladı, şiir yazdı, el-Makata adlı saati tasarladı.

Kumdan cam imalatını icat etti ve ayrıca kaya kristallerini kesme yöntemini geliştirdi. O zamana kadar sadece Mısırlılar kristal kesmeyi biliyordu. Bundan sonra, İspanya Mısır'dan kuartz ihracını bıraktı.

Ünlü bilgin ayrıca kendisine has metodlarla bir kısım taşlardan mükemmel cam imal etme usûlünü keşfetmiş, cam sanayiinin de öncüsü olmuştu.

Ayrıca düzeltme kabiliyeti olan camı keşfederek gözlüğün mucidi olduğu kabul edilir.Bilgin İbn-i Firnas'ın aynı zamanda İslâm musıkîsinin İspanya'da topluma mal edilmesini sağlamıştır.

Güneş ve gezegenleri hareket halinde gösteren bir Plenatarium da yapmıştı. Bilgin bu cihazla yıldızlarla birlikte bulutu ve şimşekleri de inceliyordu.

ibn-i Firnas çizimiGÖRÜŞLER

- Prof. Dr. Philip Hitti 'Arap Tarihi' adlı eserinde şöyle der: İbn Firnas insanlık tarihinde ilk defa bilimsel uçma girişiminde bulunan kişidir.

-Prof. Dr. P. K. Hitti, bu konuya yer verdiği "Siyasî ve Kültürel İslâm Tarihi" adlı eserinin 3. cildinin 951. sahifesinde şu itirafta bulunur: "İbn-i Firnas, insanın uçması konusunda ilk ilmî ve pratik teşebbüsü yapan kimse olarak bilinmektedir."

- Prof. Dr. Osman Turan da İbn-i Firnas'ın İslâm medeniyetinde modern havacılığın öncüsü olduğunu dile getirdikten sonra şöyle bir tesbiti de ilâve etmektedir: Daha doğrusu şu dünya tarihinde ilk defa uçmayı gerçekleştiren, uçak yapan bir Müslümandır.

- Alman bilim tarihi araştırıcısı Sigrid Hunke, İbn- i Firnas'ın yaptığı bu uçakla İkaros'un rüyasını gerçekleştirdiğini dile getirmektedir.

Libya'da onun onuruna posta pulu basıldı.Irak'ta Bağdat Uluslararası Havaalanı'nda onun anısına bir heykel dikildi.Bağdat'ın kuzeyinde İbn Firnas Havaalanı'na onun adı verildi.Ay üzerinde güneybatıda King ve Ostwald Kraterlerine yakın bir yerde 89 km çapındaki bir kraterin adı Abbas Ibn Firnas Krateri diye isimlendirildi.
 

Cabir Bin Hayyan​

Cabir Bin Hayyan (721,722 - 808,815)Asıl Adı: Ebu Musa Câbir bin Hayyân
Avrupa’da: Geber ya da Geberus
İslam’da: Sufi
Künyesi: Ebu Abdullah
Doğum: 721 ya da 722-Horasan(Erzurum)
Ölüm: 808 ya da 815-Kufe(Irak)

Cabir Bin Hayyan... Tarihin Gördüğü Gelmiş Geçmiş En Büyük Bilim Adamı..


Başta Kimya olmak üzere;Tıp, Eczacılık, Metalurji, Astronomi, Felsefe, Mantık, Fizik, Mekanik Üzerine Çok büyük buluşlar Yapmıştır. Genetik fikrini ve Atomun parçalanabileceğini ilk öne süren bilim adamı, İlk laboratuarın kurucusu, Optik kanunlarının kaşifi ve merceği icat eden üstat, ve daha bilime olan katkısı saymakla bitmez, gelin bu inanılmaz bilim adamını beraber tanıyalım...

Eğitimi

Kufe'de eczacı bir babanın çocuğu olarak doğmuştur. Abbâsi Halifesi Harun Reşid ' in sarayında yaşamış ve Vezir Yahya bin Halid el-Bermeki 'den himaye görmüştür. Emevi Veliahtı Halit Bin Yezid ve Cafer–i Sadık’tan dersler almış ve bütün müspet ilimleri öğrenmiştir.

Başarısı

Kısa zamanda büyük başarılar gösterince Abbasi Halifesi Harun Reşid onu Harran Üniversitesinin Fizik–Kimya profesörlüğüne atamıştır. Çok kısa bir süre sonunda da üniversitenin rektörlüğüne getirilmiştir.

Maddelerin altına dönüştürülmesi (transmutasyon) için metotlar geliştirmeyi hedefleyen simya ilminin babası olarak bilinen Câbir bin Hayyân, geliştirdiği element anlayışı, denge teorisi yaklaşımı, tatbikatları, icat ettiği alet ve düzeneklerlekimyanın babası kabul edilmektedir.

İslam aleminde;

Ebu Bekir Razi, İbn-i Sina, Mesleme el-Macriti, Farabi ve daha birçok bilgin onun eserlerinin gölgesinde yetişmiştir.

Hizmet alanları;

Başta Kimya olmak üzere; Tıp, Eczacılık, Metalurji, Astronomi, Felsefe, Mantık, Fizik, Mekanik

Genetik ilmindeki fikri

"Allah bize fiziki kanunlar vermiştir. Bunlarla bitki, hayvan hatta insanın benzerini yapabiliriz. Allah beşere öyle kabiliyetler bahşetmiştir ki; beşer, kâinattaki bütün sır perdelerini bununla çözmeye muktedirdir."

İlk laboratuar;

En önemli vasfı deneycilik olan Câbir bin Hayyân , kimya ilminin hem teorik hem de tatbiki alanda gelişmesine yardımcı olmuştur. Dünyada ilk kimya laboratuarını kuran âlim olarak tarihe geçmiştir. Kendi kurduğu laboratuarda ilk sunî hücreyi yapmıştır.

Teknikler; Oksidasyon, Redüksiyon, Buharlaştırma, Süblimleştirme, Eritme, Süzme, Damıtma, Kristalleştirme gibi kimyevi teknikleri kimya ilmine kazandırmıştır. Günümüzde damıtma labarotuarlarında hala kullanılan Damıtıcı İmbiğini 8.yüzyılda ilk kez keşfeden Câbir bin Hayyân ‘dır.

Çalışmaları;

Tabiattaki maddelerin saf olmadığını belirtmiş ve bunları saflaştırarak saf elementler elde etmeye çalışmıştır;

Zehir ve zehirli maddelerin yapılarını incelemiştir.Bu konuda Kitâb-üs-Sümum adlı eseri yazmıştır.
Bitkilerden elde edilen boya ile derilerin nasıl boyanacağını ortaya koymuştur.
Ateşte yanmayan kağıt imalatını gerçekleştirmiştir.
Madenlerin o zamana kadar bilinen basit eritilme metotları yerine, bizzat ürettiği nitrik asit, sülfürik asit ve altın
eritme suyunun yardımıyla eritme metotlarını geliştirmiştir.
Suyu tekrar tekrar damıtarak saflaştırmıştır. Kükürt ile cıvanın karıştırılması sonucu zencefrenin (kırmızı taş)
meydana geldiğini açıklamıştır.

İlk defa elde ettiği kimyevî bileşik ve maddeler;

Saf kükürt tuzları, Amonyak, Gümüş nitrat, Sodyum karbonat, Potasyum, Cıva oksit (Sülügen), Arsenik,
Şap, Hidroklorik asit, Nişadır tuzu, Nitrik asit (Kezzap), Sülfürik asit (Zaç yağı ), Sirke asidi.

Optik kanunların keşfi ve mercekler teorisi;

İçbükey aynalar vasıtasıyla güneş ışınlarını bir yere toplayıp uzak mesafelerden ağaçları tutuşturmuş ve bir kaptaki suyu kaynatmayı başarmıştır. Bununla birlikte Güneş enerjisinden istifade etme yöntemini dünya medeniyetine kazandırmıştır.
cabir_bin_hayyan_3.jpg

Atomun bölünebilirliği konusundaki fikri;

Atom alanında ilk çalışmaları John Dalton‘un yaptığı, uranyumun çekirdeğinin parçalanabileceği fikrini de ilk olarak Otto Hahn’ın ortaya attığı söylense de, kimya alanında ilk laboratuar kurup çalışmalar yapan bu Türk insanı şu sözleri bin yıl önce belirtmiştir:

“Maddenin en küçük parçası olan cüz-ü la yetecezza (atom)da yoğun bir enerji vardır. Yunan bilginlerinin iddia ettiği gibi, bunun parçalanamayacağı söylenemez. O da parçalanabilir. Parçalanınca da öyle bir güç meydana gelir ki Bağdat’ın altını üstüne getirebilir. Bu Allah-u Teala’nın kudretinin bir nişanıdır.”

Razi ve İbn-i Sina gibi büyük bilginler onun için “Üstadlar üstadı” diye söz etmişlerdir. Galileo, Francis Bacon , Newton ve başka birçok bilgin onun eserlerinden faydalanmışlardır.

ESERLERİ

Câbir bin Hayyân ' ın eserlerinin sayısını kaynaklar 500-1000 arasında kaydetmektedir.Bu eserlerin;

- 112'si uygulamalı fizik ve kimya,
- 70'i teorik kimya,
- 144'ü fizik ve kimya ile izah edilemeyen güçlere aittir.

Kimya ile ilgili eserleri;

- Kitab-ül es-Seb'ûn
- Kitab-ül Ahcar
- Kitab-ı Müktesap fi Sinaat-iz Zehep
- Kitab-ül-Kiman-il-Meadin Kitab-ül-Kamer
- Kitab-ül-Hikmet
- Kitab-ül-Usûl
- Kitab-üs-Sümum
 

İbn Bacce Kimdir?​

ibn-bacce İbn Bacce (ابن باجة) tam adı Ebû Bekr Muhammed bin Yahya bin es-Saig (أبو بكر محمد بن يحيى بن الصايغ) olan Endülüs'lü, Arap filozof ve bilim adamı. Batıda Avempace olarak da anılır.

Doğum tarihi tam olarak bilinmeyen İbn Bacce'nin Endülüs'teki Zaragoza (Saragosta) kentinde doğduğu bilinmektedir. Asıl adı Ebû Bekr Muhammed b. es-Saig`dir. 1138 yılında Fas'ta vefat etmiştir. Hayatının ilk dönemlerine dair pek bir bilgi yoktur fakat sonraki dönemlerde yazdığı eserler sayesinde düşüncesi ve bilimsel araştırmaları bilinmektedir.

Akılcı (rasyonalist) bir filozof olan İbn Bacce, Meşşailik takımının önemli ismi Farâbî'den fazlasıyla etkilenmiştir. Felsefe dışında astronomi, matematik ve musikî ile ilgilenmiştir. Bunların dışında tıpta döneminin uzmanlarından olmuştur. Metafizik ve felsefedeki çeşitli düşünceleri nedeniyle gelenekçi dini otoriteler tarafından dinsizlikle suçlanmıştır.

Gazzali ve Eş'ariliğin düşüncelerini benimsememeyişinden Batı'ya göç eden İslam felsefesi Meşaiyye Endülüs Arapları arasında özellikle İbni Bacce taraflarından sürdürülmüştür.Diğer filozoflarla karşılaştırıldığında kendi düşüncesini anlatan pek az eser kaleme almıştır. Kaleme aldığı eserlerin çoğunluğu kendinden önceki Batılı ve Doğulu filozofların sistemlerine şerhdir. Özellikle Aristo'nun felsefi sistemine dair şerh niteliğinde birçok eseri vardır.

İbn Bacce düşüncesinde varlıkları sayılar olarak nitelemiştir. Sayılar da ikiye ayrılır: buut (boyut) sahibi olanlar ve buut sahibi olmayanlar. İbn Bacce düşüncesinde hareketler de ikiye ayrılır: canlıların belirli olaylarla alakalı belirli hareketleri (insanın yürümesi gibi) ve mutlak hareketler (yıldızların dönüşü gibi). İbn Bacce'ye göre mutlak hareketler ezelidir ve ikiye ayrılırlar; dairevi olanlar ve düz olanlar.

İbn Bacce'nin Tanrı düşüncesi tasavvufi bir görüştür. Ayrıca ilahi bilgiye akıl ile ulaşabileceğini savunarak Gazzali düşüncesine karşı çıkmıştır. İbn Bacce'ye göre ilim elde etmenin tek aracı akıldır. Deney ile elde edilen bilginin, ilmin bir değeri yoktur. Bunlardan da anlaşılabileceği gibi filozof akla büyük önem verir ve felsefesi fazlasıyla akılcı bir karaktere sahiptir.

İbn Bacce'nin akılcı düşüncesi kendisinden sonra gelen iki büyük Endülüs'lü filozofu, İbn Tufeyl ve İbn Rüşd'ü, büyük oranda etkilemiştir.

İbn Bacce siyasi felsefe ile de ilgilenmiş, siyasi felsefeye sisteminde yer vermiştir. Siyasi düşüncesindeki ütopya bir seçkinler topluluğudur. Ütopik toplumunda her fert sağlıklı bir yaşam sürmekte etrafındakilere güçlü sevgi bağlarıyla bağlanmıştır. Bu noktadan yola çıkarak İbn Bacce düşündüğü bu toplumda hekimlere ve hakimlere ihtiyaç olmayacağını belirtmiştir.
 

Ali Kuşçu Kimdir?​

Ali Kuşçu İslam dünyasına yön veren kişilerin tanıtımında bu seferki konuğumuz Ali Kuşçu. Bir astronom, matematikçi ve dil bilimci. Matematik ve astronomi bakımından Osmanlı Türklerinin oldukça parlak çağını yaşatan isim.

Astronom, matematikçi ve kelâm âlimi olan Ali Kuşçu, 1403'te Semerkant'ta doğdu. Babası Muhammed, Timur İmparatorluğu Sultanı ve astronomu Uluğ Bey'in kuşçusu olduğu için ailesi "Kuşçu" lakabıyla meşhur olmuştur.

Ali Kuşçu, Kadızâde- i Rûmî ve Uluğ Bey gibi dönemin meşhur bilginlerinden matematik ve astronomi tahsil etmiş ve aklî ilimlerin yanında naklî ilimleri de öğrenmiştir.

Öğrenmeye karşı olan azmini bir türlü tatmin edemeyen Ali Kuşçu, gerek Uluğ Bey'den ve gerek Kadızâde-i Rûmî'den izin alamayacağım korkusu ile veya bizim sana öğrettiklerimiz yetmedi mi hissini uyandırmamak azmiyle habersizce Kirman'a gitmiştir.

Prof. Dr. Ahmet Kankal bu gidişin naklî ilimlerdeki bilgisini genişletmek için olabileceğini yazar. Çünkü o devirde Kirman'da ne rasathane ne de astronomi ilmi üzerine çalışan ünlü bir âlim vardır.

Ali Kuşçu Kirman'da iken bir müddet kendisinden haber alınmaz ve bu kayboluşu biraz endişe uyandırır.

Nihayet kaldığı müddeti yeterli görerek tekrar Semerkant'a döner. Doğruca hocası Uluğ Bey'in huzuruna çıkar ve bunca zaman kendisinden uzak kaldığından ötürü özür diler.

  • Uluğ Bey özrünü kabul eder. Lâkin:
  • -Bana Kirman'dan ne hediye getirdin diye sorar.
  • Ali Kuşçu:
  • -Bir risale getirdim ve onda kamerin şekillerini hallettim dediğinde
  • Uluğ Bey:
  • -Getir göreyim, hangi noktaları hallettiğini söyleyeyim emrini verir, bunun üzerine Ali Kuşçu ayağa kalkarak eserini baştan sona kadar okur
  • Okuduğunu dikkatle takip eden Uluğ Bey, Ali Kuşçu'ya karşı duyduğu takdir hissini söylemekten çekinmemiştir.

Uluğ Bey Ali Kuşçu'yu rasadhâne müdürliğüne getirir.

Doğuda büyük bir devlet kuran Uzun Hasan memleketinde ilim ve fennin yayılmasına çok önem verdiği için her tarafa medrese ve imarethane yaptırmıştır. Tebriz ve diğer şehirleri ihya etmekte Irak, İran, Mâverâünnehr ve Türkistan'ın âlim, şair ve ediplerini davet ile etrafında toplamaktaydı. Bu sırada 1449'da Uluğ Bey ,oğlu tarafından öldürülünce Ali Kuşçu Semerkant'tan ayrılmış Tebriz'e yerleşmiştir. Uzun Hasan Ali Kuşçu'ya elçilik teklif eder. Bunu kabul eden Ali Kuşçu İstanbul'a hareket eder.

Fâtih Sultan Mehmed, Ali Kuşçu'nun bilgisine hayran olur. Ona çok ikramda bulunarak İstanbul'da kalmasını rica eder. Ali Kuşçu, doğu ve batının ünlü âlim ve sanatkârlarını yanında toplamayı arzu eden Fatih'in bu ricasını kabul eder. Ancak Fatih'in bu ricasını elçilik vazifesini tamamladıktan sonra yerine getirilebileceğini ifade eder. Ali Kuşçu elçilik vazifesini yerine getirdikten sonra her yerde hürmetle karşılanarak Tebriz'e döner. Uzun Hasan'dan izin isteyerek İstanbul'a döneceğini söyler. Kabulü üzerine de İstanbul'a hareket eder.

Ali Kuşçu ikinci ve son defa İstanbul'a gelişinde Fatih'e hediye olarak, daha önceden Farsça kaleme almış olduğu eseri daha da genişletip bazı notlar ilâve ederek Arapça 'ya çevirmiş ve Muhammediye adıyla sunmuştur. Bu eser Ayasofya Kütüphanesi'nde 3733 numarada kayıtlıdır.

Ali Kuşçu, Fatih'in 878 (1473)'de Uzun Hasan üzerine açtığı meşhur ve zaferle sona eren sefere bazı âlimlerle beraber davet edilmiştir. Yolda ve boş kaldığı zamanlarda ilmî sohbetlerde Fatih'in yanında bulunmuştur. Bu seferde Fatih'e ithaf olunmak üzere Arapça bir eser kaleme almış, bitimi tam Uzun Hasan'a zaferin kazanıldığı güne rastladığından Fethiye adını vermiştir. Ali Kuşçu'nun kendi el yazısı ile olan bu eseri Fâtih, Muhammediye adlı eserle birlikte ciltlenip kendi kütüphanesine koymuştur.

Fâtih, Uzun Hasan seferinden dönüşte Ali Kuşçu'yu gündeliği iki yüz akça ile Ayasofya Medresesi'ne müderris tayin etmiş ve Irak-ı Acem'den yanında getirdiği yakınlarının her birine de memuriyetler vermiştir. Ali Kuşçu'nun Ayasofya Medresesi'nde astronomi ve matematiğe ait dersleri İstanbul uleması arasında oldukça rağbet bulur.

A.A. Adıvar eserinde "Matematik ve astronomi bakımından Osmanlı Türklerinin oldukça parlak çağı, Fâtih zamanında Türkistan'dan İstanbul'a gelen Alaeddin Ali bin Muhammed Kuşçu (Ali Kuşçu) ile başlar" demektedir.

Ali Kuşçu'nun astronomi ve matematik üzerine yazmış olduğu eserleri medreselerde ders kitabı olarak da okutulmuştur. Yalnız astronomi ve matematik üzerine eser yazmakla kalmayan Ali Kuşçu, kelâm ve felsefe alanında da eserler vermiştir.

Ali Kuşçu bütün bu çalışmaları yanında şiirle de uğraşmıştır. Kendisinin Farsça yazdığı bir beyitti elimize geçmiştir. Bu beyitte zamanının şairleri gibi kendi sahasında bir incelik göstererek bir teşbih yapmıştır.
  • erazi elinde olan bakkalın suretine hayran oldum
  • Ey müşteri beri gel de Kameri mizan burcunda gör
Ali Kuşçu 7 Şaban 879 (16 Aralık 1474) Cumartesi günü vefat etmiştir. Ayvansaraylı Hüseyin Efendi eserinde : "Eyüp Sultan Türbesi hareminde gömülüdür. 1230-1235 senelerine gelinceye dek bâkî idi, sonra kayboldu" dediğine göre 1815-1819 senelerine gelinceye kadar kabri muhafaza olunmuş fakat daha sonra yerine bir başkası defnolmuştur. Buna göre kabri 173-177 senedir kayıp bulunmaktadır.

Ali Kuşçu Eserleri

• Risale-i fi’l Hey’e (astronomi)
• Şerh-i Tici Uluğ Bey (astronomi)
• Risale-i fi’l Fethiye (astronomi, Risale-i fi’l Hey’e adlı eserinin Arapçasıdır)
• Risale fi’l Muhammediye (matematik, cebir ve hesap)
 
Geri