Üst
Müslümanların Bilim ve Medeniyete Katkıları Nedir? Tarihte Müslüman  Bilim  Adamları

Müslümanların Bilim ve Medeniyete Katkıları Nedir? Tarihte Müslüman Bilim Adamları

Tarihe ve dünyaya damgasını vuran bilim adamlarının arasında nedense aklımıza hep batıdaki bilim adamları gelmektedir. Fakat doğu tarafında yani İslam coğrafyasında baktığımızda batıdaki bilim adamlarının çalışmalarına zemin hazırlamış oldukça fazla bilim adamı yetişmiştir. Bu bilim adamları sadece yetişmekle kalmayıp bütün dünyaya yüzlerce eserlerini bırakmışlardır.

_musluman-billim-adamlari-jpg_848247934_1442490904.webp
_musluman-billim-adamlari-jpg_848247934_1442490904.webp

Müslümanların, İslam medeniyetinin bilim ve medeniyete yapmış olduğu katkılar nelerdir? İslamiyetin bilim ve medeniyete katkıları olan Bilim Adamlarımız.

Müslümanlar İslam’ın da vermiş olduğu öneme binaen bilim ve medeniyetin gelişmesi için büyük çaba harcamışlardır. 9. yüzyıldan itibaren sürekli gelişmeye başlayan İslam Medeniyeti 10-14. yüzyılın ortalarına kadar altın çağını yaşamıştır. Bu 4-5 asırlık devrede, Müslüman bilim adamları bir yandan eski medeniyetlerden tercüme ederek, bir yandan da kendilerine ait eserler kaleme alarak bilim ve medeniyete dair en güzel ürünleri ortaya koymuşlardır.

Müslümanlar; bir taraftan tefsir, hadis, fıkıh, kelâm, siyer gibi kendine özgü ilim dalları meydana getirirken, öbür taraftan da matematik, astronomi, haritacılık, coğrafya, fizik, kimya, tıp, jeoloji, mineraloji, zooloji, veterinerlik, botanik ve biyoloji gibi her çeşit bilim dalında en ileri düzeye kadar yükselmişlerdir.

Matematikte kullanılan “0” (sıfır) rakamını ilk defa Müslümanlar kullanmışlardır. Yine “ondalık” denilen sistem de Müslüman matematikçilerin icadıdır. Cebir ilminin kurucusu “el-Cebr ve’l- Mukabele” adlı eserinin yazarı Havârizmi ’dir. Karekök, Lineer ve Kuadratik denklemlerde el-Kerhi ’nin, İntegral’de et-Tûsî ’nin, cebirsel sembollerde İbnü’l-Benna ’nın, Geometri’de İbnü’l-Heysem, Ömer Hayyam ve İbn Türk’ün büyük katkıları olmuştur. Trigonometrinin kurucularının en büyüğü ise el-Battânî’dir.

Modern astronominin kurucusu olarak Bitrûcî kabul edilir. Pusula’dan ilk bahseden el-Avfî’dir. İbn Havkal ve Bîrûnî’nin dünya haritası vardır. Piri Reis, Amerika ve Antartika kıtasını haritasında göstermiştir.
  • Fizik’te izafiyet (rölativite) teorisini ilk kez el-Kindi ortaya koymuştur.
  • Optik ilminin en önemli isimlerinden birisi İbn Heysem’dir.
  • Kimya biliminde ilk yoğunluk ölçme aletini (piknometre) Bîrûnî yapmıştır.
  • Petrol ve damıtılmasından ilk bahsedenlerden birisi de Zekeriyya Râzî’dir.
  • Biyoloji ilminde, tekâmül nazariyesinin temeli en-Nazzâm tarafından atılmıştır. Câhız ise bu teoriyi geliştirmiştir.
  • Tıp biliminde, kan dolaşımını ilk keşfeden İbnü’n-Nefis’tir.
  • İlk anesteziyi (narkoz), 9. yüzyılda Sâbit ibn Kurrâ kullanmıştır.
  • Mikrobu, Pastör (Pasteur)’den 400 yıl önce “tohum” adıyla Akşemsettin keşfetmiştir.
  • İbn-i Sîna’nın Tıbbın Kuralları (el-Kanun fi’t-Tıb) adlı eseri dört asır Batı üniversitelerinde temel tıp kitabı olarak okutulmuştur.
Ortaçağ boyunca dünyaya hükmedin İslam medeniyeti, 15. yüzyıldan itibaren duraklama devrine girmişlerdir.
“Ortaçağ karanlığı” tabiri Hristiyanların bu çağdaki bağnazlık ve cahilliğini ifade etmek için kullanılmaktadır. Müslümanlar ise görüldüğü gibi bu çağda en muhteşem dönemlerini geçirmişlerdir. Ancak yanlış bir bilgi olarak tüm ortaçağ karanlık bir dönem olarak görülmektedir. Bu sebeple “ortaçağ” olarak olumsuz bir şekilde kullanılan ibare aslında Müslümanları değil, Hristiyanları kapsamaktadır.

El Harezmi (Havarizmi)
Katip Çelebi
Hezarfen Ahmed Çelebi
El-Kindi
Farabi
İbn-i Sina
Ömer Hayyam
Kaşgarlı Mahmut
Piri Reis
El Battani
Sabit bin Kurra
Ebu’l Vefa
Ebul Kasım El Macriti
Ebu Nasır El Farabi
İbn-i Yunus
El Nesevi
İbn-i Heysem
El – Biruni
El Zerkali
Gıyaseddin Cemşid
İbn-i el Nefis
İbn-i Firnas
Cabir Bin Hayyan
İbn Bacce
Ali Kuşçu
 

El Harezmi (Havarizmi)​

El Harezmi (Havarizmi)
El Harezmi (Havarizmi)
Cebir biliminin kurucusu olan Harezmi, aynı zamanda astronomi ve coğrafya alanlarında da çalışmış, yaptığı katkılarla bu bilim dallarının gelişiminde önemli rol oynamıştır.

Hayatı hakkındaki çok sınırlı bilgilere göre, halife el-Memûn döneminde şimdilerin Bilimler Akademisi görevini gören ve dönemin birçok ünlü bilgininin toplandığı, zengin bir kütüphanesi ve gelişmiş bir gözlemevi de bulunan Bilgelik Evi’nin yöneticiliğini yapmış ve saray astronomu olarak çeşitli gözlemler gerçekleştirmiştir.

Ebû Muhammed İbn Musa el-Harezmi’nin doğum ve ölüm tarihleri tam olarak bilinmiyor, ancak çeşitli Orta Çağ tarih kaynaklarında yer alan ifadelere dayanarak 780 yılı civarında Horasan bölgesindeki Harezm şehrinde doğduğu ve 850 yılında Bağdat’ta öldüğü kabul ediliyor.

Hârezmî’nin asıl ünü matematikle ilgili çalışmalarından gelir, özellikle cebir alanında yaptığı çalışmalar bu bilim dalının sonraki gelişimini doğrudan belirleyen bir nitelik taşır.

Ünlü bilim tarihçisi ve felsefecisi George Sarton (1884 – 1956) üç ciltlik Bilim Tarihine Giriş adlı eserinde IX. yüzyılın birinci yarısını Hârezmî Dönemi diye adlandırarak Hârezmî’nin bu yönüne dikkat çeker.

Harezmî’nin eserlerinin sayısı konusunda bir uzlaşma olmamakla birlikte, aşağıdaki çalışmaların ona ait olduğu kabul ediliyor.

1. Cebir ve Mukâbele Hesabı Üzerine Özet Kitap (Kitâb el-Muhtasar fî Hisâb el-Cebr ve’l Mukâbele)
2. Hint Hesabı Üzerine (Kitâb el-Hisâb el-Hindî)
3. Yer’in Biçimi Üzerine (Kitâbu Suret el-Ard)
4. Sindhind Zîci (Zîc el-Sindhind)
5. Usturlap Yapımı Üzerine (Kitâb al-Amal bil-Usturlâb)
6. Toplama ve Çıkarma Üzerine (Kitâb elCem‘ ve el-Tefrîk)

Günümüze tam metin olarak ulaşan bu eserlerden, Hârezmî’nin aritmetik, cebir, geometri, astronomi ve coğrafya alanlarında çalıştığı anlaşılıyor.
 

Katip Çelebi (1609 - 1657)​

Türk - Osmanlı biim adamı Katip Çelebi tarih, coğrafya, bibliyografya ve biyografya ile ilgili çalışmalarıyla tanınır. Keşfü'z-Zünûn an Esâmi'l-Kütüb vel-Fünûn adlı çalışması Arapça dilinde olup, çok kıymetli bir eserdir. Yaklaşık olarak on beş bine yakın kitap ve on bine yakın içerik tanıtan büyük bir bibliyografya ansiklopedisi çalışmasına eşdeğerdir. Bu eserin basıldığı ülkeler ise Mısır, Almanya ve İstanbul'dur, eser aynı zamanda Latinceye de çevrilmiştir. Cihannümâ çalışması Çelebi'nin tarihimizdeki en eski coğrafya kitabımız sayılmaktadır ve eserde anlatımlarda harita kullanmış İbrahim Müteferrika basımevinde çoğaltılmıştır. Bir çok Avrupa dillerine çevrilmiş bu eser, bundan sonra yazılacak coğrafya kitaplarımıza kaynak olmuştur.

Katip Çelebi (1609 - 1657) Tıp - Tarih - Coğrafya - Astronomi
Katip Çelebi (1609 - 1657) Tıp - Tarih - Coğrafya - Astronomi
İsim Soyisim: Mustafa bin Abdullah
Adresi:Unkapanı, İstanbul, Türkiye
Doğum Tarihi:1609
Doğum Yeri:İstanbul, Türkiye
Ölüm Tarihi:6 Ekim 1657
Ölüm Yeri:İstanbul, Türkiye

Medrese Eğitimi : Katip Çelebi'nin babası Abdullah Bey, Enderun Mektebinde yetişen bir silahtardır. Bu nedenle oğlunun eğitimine oldukça önem vermiş zamanın koşullarına göre de oğlunun 6 yaşından itibaren dini eğitimler almasına çaba göstermiştir. Çelebi, İmam İsa Halife el Kırımi'den tevcid dersleri, Zekeriya Ali İbrahim Efendi ve Nefeszade'den de yine özel dini dersler almıştır. ( İstanbul (1615 - 1623 )

Özel Eğitim : Katip Çelebi, medrese eğitimleri ile birlikte on dört yaşına kadar özel bir eğitim görmüştür. Bu eğitimlerin içinde dini ve pozitif bilim eğitimleri, İlyas Hoca'dan Arapça dersleri, Böğrü Ahmet Çelebi'den hat dersleri almıştır. ( İstanbul (1615 - 1623 )

Özel Eğitim : Çelebi, gitmiş olduğu doğu seferinin dönüşünde hemen Kadızadenin eğitimlerine devam etmiştir. Kendisi, Ayasofya dersiamı Kürt Abdullah ve Süleymaniye Dersiamı Keçi Mehmet Efendi'nin derslerini dinlemiştir. Vaiz Veli Efendi'den, Ermenek müftüsü Molla Veliyüddin'den eğitim görmüştür. Ayrıca kendisini tarih, tıp, coğrafya ve bibliyografya alanında da oldukça fazla geliştirmiştir. Çelebi'nin Arapça, Farsça ve Lâtinceyi de usta bir şekilde öğrendiği ve bunları eserlerinde kullandığı görülmüştür. ( İstanbul (1635 - 1645)

MESLEK HAYATI

Çırak Katip :
Aslında Mustafa olan adının, tarihte bilinen adı "Katip Çelebi" olarak anılması tam olarak buradaki çalışmalarından sonra olmuştur. On dört yaşına geldikten sonra babasının aylık 14 dirhem bağladığı harçlığıyla birlikte Anadolu Muhasebesi kaleminde çırak katip olarak başlamıştır. Çelebi kısa sürede "Erkam" adı verilen yazışma kurallarını ve dönemin devlet belgelerinde kullanılan "Siyakat" yazısını öğrenmiş kendisine bunları öğreten memuru da geride bırakacak yetenek göstermiştir. ( Anadolu Muhasebesi Kalemi, Osmanlı Devleti (1623 - 1624)

Katip : Çelebi, çıraklık sürecinden sonra babasıyla birlikte IV. Murad'ın doğu seferine katılmış ve bu seferde katiplik yapmıştır. (IV. Murad Dönemi, Doğu Seferi, Osmanlı Devleti (1624 - 1635)

Yazar : Katip Çelebi, çocukluğundan itibaren katiplik yaptığı zamanlarda bile ilim ve bilime ayrı bir merak salmıştır. Doğu seferi sırasında bile kendini geliştirmeye çalıştırmış çatışma olmadığı zamanlar Halep'te kütüphaneleri gezmiş, sahafları dolaşmış bol bol kitaplar toplamış ve okumuştur. Çelebi seferden sonrada İstanbul'a dönmüş katiplik makamından çıkarak kendini ilime - bilime vermiş ve bütün tecrübelerini bilgilerini eserlerine aktarmayı amaçlamıştır. Kendisi henüz 48 yaşındayken vefat etmiş eserleri ise nesilden nesile ulamış tüm dünyada paylaşılmıştır. ( Osmanlı Devleti (1624 - 1627)

ÇALIŞMALARI :

Keşfü'z-Zünûn an Esâmi'l-Kütüb vel-Fünûn :
Çelebi'nin bu çalışması Arapça dilinde olup, çok kıymetli bir eserdir. Yaklaşık olarak on beş bine yakın kitap ve on bine yakın içerik tanıtan büyük bir bibliyografya ansiklopedisi çalışmasına eşdeğerdir. Bu eserin basıldığı ülkeler ise Mısır, Almanya ve İstanbul'dur, eser aynı zamanda Latinceye de çevrilmiştir.

Cihannümâ :Çelebi'nin bu çalışması tarihimizdeki en eski coğrafya kitabımız sayılmaktadır ve eserde anlatımlarda harita kullanmış İbrahim Müteferrika basımevinde çoğaltılmıştır. Bir çok Avrupa dillerine çevrilmiş bu eser, bundan sonra yazılacak coğrafya kitaplarımıza kaynak olmuştur.

Tuhfet-ül Kibâr fî Esfâr-il Bihâr : Çelebi'nin bu eseri Osmanlı Devleti zamanındaki deniz savaşlarını ele almış ve Denizcilik tarihi bakımından önemli bir eser olmuştur.

Takvîm-üt-Tevârîh : Çelebi bu çalışmasında da 1648 yılına kadar yaşanmış olayların kronolojik sırayla açıklamasını içermektedir, eser Arapça ve Farsça dillerinde çoğaltılmıştır.

Fezleket-üt-Tevârîh : Bu çalışması bir mukaddime, üç usul ve bir son sözden ibarettir. Çelebi'nin varlıkların başlangıcı, peygamberlerin ve hükümdarların tarihi diye tanımlanabilecek hem ilmi hem de tarihi bir çalışmasıdır.

Fezleke : Bu çalışma da Fezleket-üt-Tevârih’in devamı niteliğinde olan bir eser olmuştur.

Keşfü'z-Zünûn an Esâmi'l-Kütüb vel-Fünûn : Çelebi'nin bu çalışması Arapça dilinde olup, çok kıymetli bir eserdir. Yaklaşık olarak on beş bine yakın kitap ve on bine yakın içerik tanıtan büyük bir bibliyografya ansiklopedisi çalışmasına eşdeğerdir. Bu eserin basıldığı ülkeler ise Mısır, Almanya ve İstanbul'dur, eser aynı zamanda Latinceye de çevrilmiştir.


Eserin Adı Eserin Türü Arapça FezlekeTarih KitabıTürkçe FezlekeTarih KitabıTuhfet’ül-kibâr fi esfâri’l-bihârTarih KitabıTakvîmü't-tevârihTarih KitabıTarîh-i Frengi tercümesiTarih KitabıTarîh-i Kostantaniyye ve Keyasire (Revnaku’s-saltana)Tarih KitabıDüstûrü'l-amel fi ıslâhı'l-halelTarih Kitabıİrşadü’l-Hıyâfâ ila Tarihi’l-yunun ve’r-Rûm ve’n-NasârâTarih KitabıCihannümaCoğrafya KitabıLevâmiu’n-nur fi zulmeti Atlas MinurCoğrafya KitabıKitab-ı BahriyeCoğrafya KitabıKeşfü'z-zunûn anil-esâmi ve'l-fünunBibliyografi KitabıSüllemü’l-vusûl ilâ tabakati’l-fûhûlBibliyografi KitabıCâmi-ul-Mütûn min Cüll-il-FünûnBibliyografi KitabıMîzânü'l-Hakk fi ihtiyâri'l-ahakkDin Kİtabıİlhâmü'l-mukaddes min feyzi'l-akdesDin KİtabıTuhfetü’l-ahyâr fi’l-hıkem ve’l-eş’ârKültürel ve Halk Bilimi KitaplarıDürer-i münteşire ve gurer-i münteşire Kültürel ve Halk Bilimi KitaplarıRecmü’r-râcim bi’s-sîn ve’l-Cim Kültürel ve Halk Bilimi KitaplarıBeyzâvi Tefsirinin şerhi Kültürel ve Halk Bilimi KitaplarıMuhammediyye şerh Kültürel ve Halk Bilimi KitaplarıKanunnâmel Kültürel ve Halk Bilimi KitaplarıTütün Risalesi Kültürel ve Halk Bilimi Kitapları
 

Hezarfen Ahmed Çelebi​

Hezarfen Ahmet Çelebi, Osmanlı Devleti topraklarında yaşamış olan, Müslüman bir Türk bilginidir.

Hezarfen Ahmet Çelebi, 1609 yılında doğdu. Osmanlı Devleti topraklarında yaşamış olan, Müslüman bir Türk bilginidir. Hezarfen ilk uçma denemelerine kalkışırken, 10. yüzyılda yaşamış olan Müslüman-Türk bilginlerinden İsmail Cevheri’den ilham almıştır. Cevheri’nin ortaya koyduklarını, bulgularını ve araştırmalarını inceleyen Hezarfen, kuşların da uçuşlarını gözlemlemiştir.

Hezarfen Ahmed Çelebi (1609 - 1640)
Hezarfen Ahmed Çelebi (1609 - 1640)
Daha sonra yapay kanatlarının dayanıklılık derecesini görebilmek için, İstanbul’daki Okmeydanı’nda çeşitli deneyler yapmıştır. Bu anlamda, Hezarfen Ahmed Çelebi’nin etkilendiği İsmail Cevheri’nin, Leonardo da Vinci’nin uçma çalışmalarında da kaynak ve etki unsuru olduğu sanılmaktadır.

Hezarfen Ahmed Çelebi, 1632 yılında, lodos rüzgarının olduğu bir havada, yapay kuş kanatlarına benzer bir aracı kendisine takarak, Galata Kulesi’nden boşluğa kendini bırakmıştır.

Bu şekilde uçarak, İstanbul Boğazı’nı da geçmek suretiyle, 3358 metrelik mesafeyi katedip, Üsküdar’daki Doğancılar'a indi. Hezarfen bu yönüyle, Türk havacılık tarihinin en önemli kişilerinden birisi olmuştur.

Öte yandan anlatılan bu olaylar yalnızca Evliya Çelebi’nin Seyahatname’sinde geçmektedir.

İnsanın uçma deneyiminin başlangıcı olan bu olay, Osmanlı ve Avrupa genelinde geniş yankı uyandırmıştır. Dönemin padişahı IV. Murat da, uçuş eylemini oldukça beğenmiş ve takdir etmiştir. Evliya Çelebi’nin Seyahatname’sinde yazdığına göre, padişah tarafından bir kese altın ile ödüllendirilen Hezarfen Ahmed Çelebi, daha sonra Cezayir’e sürgün edilmiştir. Hezarfen Ahmet Çelebi, 1640 yılında burada hayatını kaybetti.


Evliya Çelebi, eserinde, Hezarfen Ahmed Çelebi’nin uçuşu ile ilgili, şu ifadeleri yazmıştır:

''İptida Okmeydan’ın minberi üzere, rüzgar şiddetinden kartal kanatları ile sekiz, dokuz kere havada pervaz ederek talim etmiştir. Badehu Sultan Murad Han Sarayburnu’nda Sinan Paşa Köşkü’nden temaşa ederken, Galata Kulesi’nin taa zirve-i belasından lodos rüzgarı ile uçarak, Üsküdar’da Doğancılar meydanına inmiştir. Sonra Murad Han, kendisine bir kese altın ihsan ederek:

“Bu adam pek havf edilecek (korkulacak) bir ademdir. Her ne murad ederse, elinden geliyor. Böyle kimselerin bekası caiz değil, ” diye Gazir’e (Cezayir) nefyeylemiştir (sürmüştür). Orada merhum oldu.''
,,
 

El-Kindi​

İslam toplumunda kelâm hareketinin yanı sıra bir de felsefe hareketi başlattığı için “ilk İslam filozofu” unvanını alan Ebû Yûsuf Ya’kub b. İshak b. Sabbah el-Kindî, soylu bir ailenin çocuğu olarak Irak’ın Kûfe şehrinde doğdu. İsim zincirinde yer alan Ya’kub filozofun adı olup İshak babası, Sabbah dedesi, Ebû Yûsuf künyesi, el-Kindî ise nisbesidir.

El-Kindi (El Kindî)801? - 866?
El-Kindi (El Kindî)801? - 866?
Filozofun ataları aslen Güney Arabistan’ın Kinde bölgesinden oldukları ve İslam öncesi dönemde uzun süre bu bölgenin yönetimini ellerinde bulundurdukları için Kindî nisbesiyle anılırlar. Bu aile İslam öncesinde olduğu gibi İslam sonrasında Emevî ve Abbâsî dönemlerinde önemli devlet görevleri üstlenmiş, babası İshak yıllarca Kûfe valiliği yapmıştır. Doğum tarihi kesin olarak bilinmiyorsa da yapılan araştırmalar Kindî’nin dokuzuncu yüzyılın başlarında doğ- muş olabileceğini göstermektedir.

Küçük yaşta babasını kaybeden Kindî’nin çocukluk ve ilk gençlik yılları Kûfe ve Basra’da geçti. Geleneksel eğitimini sürdürdüğü sırada dil ve edebiyatla yoğun bir şekilde ilgilediği bilinmektedir. Kelâm hareketinin Mu’tezile elinde bağımsız bir ilim olarak şekillendiği dönemde yaşayan Kindî’nin zihin ve diyalektik yeteneğinin gelişiminde bu ekolün Basra kolundan büyük ölçüde yararlandığı anlaşılmaktadır. Daha sonra Bağdat’a yerleşen filozof ölünceye kadar bu şehirde yaşamıştır. Kısa zamanda halife Me’mun’un takdirini kazanıp saraya kabul edilmesi, kendisine sarayda düzenlenen dinî, edebî, ilmî ve felsefi toplantı ve tartışmalara katılma, böylece çok sayıda seçkin insanı yakından tanıma imkânını sağladı. Önceki ünitede değinildiği üzere Beytülhikme kadrosuyla da yakın ilişkileri bulunan filozof, Bağdat’ta “Kindî Kütüphanesi” adıyla anılan ve daha çok akli ilimler alanında telif ve tercüme eserlerin yer aldığı bir özel kütüphane kurmuştu.

Kindî felsefe tarihi bakımından olduğu kadar ilim tarihi bakımından da öncü bir isimdir. Sözgelimi; yazdığı bir risalede ilk ve ortaçağda demir ve bakır gibi madenleri iksirler yoluyla altına ve gümüşe çevirmeyi amaçlayan ve asırlarca süren istismarlara yol açan simyanın, bir aldatmaca ve sözde ilim olduğunu ortaya koşmuş olması önemlidir. Ayrıca ışığın yayılma ve yansımasıyla yanan/yakan aynaların yapımına dair eserleriyle de optik alanında öncü olmuştur.

Abbasi halifelerinden yakın ilgi ve destek gören filozof, astronom ve astrolog olarak sarayda müneccimlik görevini de yürüttü. Ayrıca halife Mu’tasım’ın oğlu Ahmed’in eğitimini üstlenen Kindî, eserlerinin önemli bir kısmını aralarında hoca-talebe ilişkisinin ötesinde dostluğa dayanan bir yakınlık bulunan bu veliahdın isteği üzerine kaleme almış ve ona ithaf etmiştir.

Kindî’nin doğum tarihi gibi ölüm tarihi konusunda da kesin bilgiye sahip değiliz. Filozofun vefat ettiği yıl olarak 860, 869, 870 ve 873 gibi farklı tarihler veriliyorsa da Mustafa Abdurrâzık bazı gerekçeler göstererek filozofun 866 tarihinde ölmüş olabileceğini belirtmekte; ayrıca kimi kaynaklarda ölümüne kronik romatizmal hastalıkların yol açtığı söylenmektedir (Kaya, 2002: 3-6).

Tıp, matematik, astronomi, metafizik, siyaset, psikoloji, diyalektik, astroloji, kehânet vb. modern dönem öncesi felsefenin kapsamında yer alan gerek teorik gerekse pratik bilgi dallarının hemen hepsiyle ilgilenen Kindî, bütün alanlarda sayı- ları 277’yi bulan eserler kaleme almıştır. Çoğu birkaç sayfalık kitapçık yahut makale (risâle) niteliğindeki eserlerin giriş kısmındaki hitap ve dua cümleleri, filozofun bazı risâlelerini dost ve öğrencilerinin isteği üzerine yazdığını gösterir.

Kindî’nin eserleri, içerikleri bakımından çeşitli sınışandırmalara tabi tutulmuş ve buna göre çeşitli listeler oluşturularak 224 ile 281 arasında değişen sayıda kitap ve risale adına yer verilmiştir. Bu çerçevede Kindî’nin kitapları hakkında en kapsamlı çalışmayı et-Tesânîfü’l-mensûbe ilâ feylesûfi’l-Arab (Bağdat 1382/1962) isimli bibliyografik eseriyle Richard J. McCarthy gerçekleştirmiş; George N. Atiyeh ise Al-Kindi: The Philosopher of the Arabs (Rawalpindi 1966) adlı eserinin sonunda (s. 148-207) klasik kaynakların yanı sıra McCarthy’ye dayanarak sayısını 270 olarak tespit ettiği külliyatın tanıtımını yapmıştır.

McCarthy’nin tespitlerine göre Kindî’nin eserlerinden 17’si Latince’ye, 4’ü İbrânice’ye, modern dönemde ise 5’i Almanca’ya, 4’ü İtalyanca’ya, ikişer tanesi de İngilizce ve Fransızca’ya tercüme edilmiş; böylece Kindî hem ortaçağ hem de modern dönem Avrupa’sında tanınmış ve etkili olmuştur.

Abdülhâdî Ebû Rîde, Süleymaniye Kütüphanesi’ndeki bir mecmuada (Ayasofya, nr. 4832) yer alan felsefeyle ilgili eserlerden on dördünü Resâilü’l-Kindî el-felsefiyye I (Kahire 1369/1950) başlığı altında birinci cilt olarak; üç yıl sonra da tabiat ilimleri alanına giren on bir risaleyi ikinci cilt olarak (Kahire 1372/1953) yayımlamı ştır. Mahmut Kaya bu çalışmanın ilk cildinde yer alan on dört risaleyi Türkçeye çevirerek Felsefi Risaleler başlığıyla neşretmiş (İstanbul 1994); daha sonra bunlara iki risale ve filozofun hikemiyyatını içeren üç kısım daha eklenerek Kindî-Felsefi Risâleler adıyla yeni baskılarını gerçekleştirilmiştir (İstanbul 2002, 2006). Bu kitapta yer alan risâlelerin adları şöyledir: İlk Felsefe Üzerine, Tarişer Üzerine, Gerçek ve Mecâzî Etkin Üzerine, Âlemin Sonluluğu Üzerine, Sonsuzluk Üzerine, Allah’ın Birliğ i ve Âlemin Sonluluğu Üzerine, Oluş ve Bozuluşun Yakın Etkin Sebebi Üzerine, Göklerin Allah’a Secde ve İtaat Edişi Üzerine, Cisimsiz Cevherler Üzerine, Nefis Üzerine, Nefis Üzerine Kısa Birkaç Söz, Uyku ve Rüyanın Mahiyeti Üzerine, Akıl Üzerine, Aristoteles’in Kitaplarının Sayısı Üzerine, Beş Terim Üzerine, Üzüntüyü Yenmenin Çareleri.


Kindi veya tam adıyla Ebu Yusuf Yakub ibn IshÄk el-Kindi. (801?-866?). Ortaçağ Avrupası'nda "Alchindus" adıyla tanınan, ilk İslam ilozofudur. Felsefesinde, Platon, Aristoteles ve Plotinus'un görüşlerinin bir sentezini yapmıştır. Felsefenin yönteminin kanıtlama, kanıtlamanın hedefinin maddeye biçim kazandıran özleri bilmek, felsefenin amacının ise Tanrı'ya erişmek olduğunu öne süren El-Kindi'ye göre, felsefi bilginin ilk basamağı akıl yürütmedir. İnsanın akılyürütme yoluyla adım adım basitten bileşiğe ve en yetkin olana doğru yükseldiğini öne süren filozof, varlığa akılcı bir açıdan yaklaştığı için, Tanrı'nın özüne ait sıfatları inkar etmiştir. Tanrı'nın sıfatlarının ancak olumsuz bir biçimde bilinebileceğini savunan El-Kindi'ye göre, Tanrı mutlak Bir'dir. Mutlak varlık olması nedeniyle, Mutlak Bir'in şekli, niteliği, niceliği, maddesi yoktur ve O göreli bir varlık değildir.

Soylu bir ailenin çocuğu olarak Kûfe'de doğdu. Dedesi Eş'as, Güney Arabistan'ın en büyük kabilelerinden biri olan Kinde'nin hükümdarıydı. Müslüman olduktan sonra kabilesinin ileri gelenleriyle Kûfe'ye yerleşmişti. Babası İshak b. es-Sabbah yıllarca Kûfe valiliği yaptı.

Küçük yaşta babasını yitirdi. Çocukluk ve ilk gençlik yılları Kûfe ve Basra'da geçen Kindî, geleneksel temel eğitimden sonra dil ve edebiyat alanında eğitim gördü. Halife Me'mun'un 830'da kurduğu Beytü'l-hikme'deki bilginler topluluğu arasında yer aldı. Mutezili devlet yöneticilerinden destek gören Kindi Ehl-i Sünnet yanlısı Mütevekkil-Alellah'ın iktidarında saraydan uzak kaldı.
,,
 

Farabi​

Fars asıllı olduğu tahmin edilen İslam felsefecisidir (Maveraünnehir).

Farabi; 873 (H.259) senesinde Türkistan’ın Farab şehrinde doğdu. İlk tahsilini Farab’da gördü. Arapça, Farsça, Grekçe ve Latince’yi çok iyi öğrenerek, Aristo ve Eflatun’un eserlerini defalarca okudu. Ebu Bekr Serrac’dan gramer ve mantık okudu.

Farabi - (d. 870 Farab - ö. 950 Şam)
Farabi - (d. 870 Farab - ö. 950 Şam)
Daha sonra kendini tamamen felsefeye verdi ve Yuhanna bin Haylan’la birlikte çalıştı. Vaktini felsefi düşüncelerini kaleme almakla geçirdi. Kitaplarını Arapça yazdı. Bir musiki üstadıydı. Kanun adındaki çalığı aletini o buldu. Ayrıca rübab denilen çağlıyı da o geliştirip, bu günkü şekle soktu. Bir çok bestesi vardır. Matematikle de uğraştı. Farabai, ilimleri sınıflandırdı. Ona gelinceye kadar ilimler trivium (üçüzlü) ve huatrivium (dördüzlü) diye iki kısımda toplanıyordu.

Nahiv, mantık, beyan üçüzlü ilimlere; matematik, geometri, musiki ve astronomi ise dördüzlü ilimler kısmına dahildi. Farabi ise, ilimleri; fizik, matematik ve metafizik ilimler diye üçe ayırdı. Onun bu metodu, Avrupalı bilginler tarafından ancak on üçüncü asırda kabul edildi. Hava titreşimlerinden ibaret olan ses olayının ilk mantıki izahını Farabi yaptı. O, titreşimlerin dalga uzunluğuna göre azalıp çoğaldığını, deneyler yaparak tespit etti. Bu keşfiyle musiki aletlerinin yapımında gerekli olan kaideleri de buldu. Aynı zamanda tıp alanında çalışmalar yapan Farabi, bu konuda çeşitli ilaçlarla ilgili eser yazdı. Aristo’dan sonra gelen bir felsefeci olarak kabul edildi. Eskiyi yeni felsefeye ustalıkla aktardı. Montesgieu, Spinoza gibi batılı filozoflar, Farabi’nin eserlerinin tesirinde kaldılar.

Asıl adı "Muhammed bin Tahran bin Uzlug" olan ve Batı kaynaklarında "Alpharabius" adıyla anılan Farabi (Türkistan'ın Farab Otrar kentinde doğduğu için Farabi Farablı diye anılır) ilköğrenimini Farab'da, medrese öğrenimini Rey ve Bağdat'ta gördükten sonra, Harran'da felsefe araştırmaları yaptığı yıllarda tanıştığı Yuhanna bin Haylan'la birlikte Aristoteles'in yapıtlarını okuyarak gezimciler okulunun ilkelerini öğrendi.

Halep'te Hemedani hükümdarı Seyfüddevle'nin konuğu oldu. Arap ülkelerinde yaşamış, Türk kimliğini ve Türk törelerini ölünceye kadar bırakmamış olan Farabi'yi anlatan kitaplar, İslam aleminde Ebul Hasan el-Beyhaki, İbn-el-Kıfti, İbn Ebu Useybiye, İbn el-Hallikan adlı yazarlar tarafından Farabi'nin ölümünden birkaç yüzyıl sonra gerçekleştirildi. Ama bu yapıtlar, birer araştırma olmaktan çok, Farabi'yle ilgili söylenceleri derliyor,bir felsefeciyle değil, bir ermişi açıklıyordu.

Aristotales'in ortaya attığı madde ve suret kavramını hiçbir değişiklik yapmadan benimseyen, eşyanın oluşumunda, yani yaradılışta madde ve sureti iki temel ilke olarak gören Farabi'nin fiziği de, metafiziğe bağlıdır. Buna göre, evrenin ve eşyanın özünü oluşturan dört öğe (toprak, hava, ateş, su) ilk madde olan el-aklül-faalden çıkmıştır Söz konusu dört öğe, birbirleriyle belli ölçülerde kaynaşır, ayrışır ve içinde bulunduğumuz evreni (el-alem) oluştururlar.

Farabi, ilimleri sınıflandırdı. Ona gelinceye kadar ilimler trivium (üçüzlü) ve quadrivium (dördüzlü) diye iki kısımda toplanıyordu. Nahiv, mantık, beyan üçüzlü ilimlere; matematik, geometri, musiki ve astronomi ise dördüzlü ilimler kısmına dahildi. Farabi ilimleri; fizik, matematik, metafizik ilimler diye üçe ayırdı. Onun bu metodu, Avrupalı bilginler tarafından kabul edildi.

Hava titreşimlerinden ibaret olan ses olayının ilk mantıklı izahını Farabi yaptı. O, titreşimlerin dalga uzunluğuna göre azalıp çoğaldığını deneyler yaparak tespit etti.Bu keşfiyle musiki aletlerinin yapımında gerekli olan kaideleri buldu. Aynı zamanda tıp alanında çalışmalar yapan Farabi, bu konuda çeşitli ilaçlarla ilgili bir eser yazdı.

Farabi insanı tanımlarken "alem büyük insandır; insan küçük alemdir." Diyerek bu iki kavramı birleştirmiştir. İnsan ahlakının temeli, ona göre bilgidir; akıl iyiyi kötüden ancak bilgiyle ayırır. İnsan için en yüksek en yüksek erdem olan bilgi, insan beyninin çalışması sonucu elde edilemez; çünkü tanrısaldır, doğuştandır (Vehbi). Bilimin ise üç kaynağı vardır: Duyu; akıl; nazar. Bilimler ikiye ayrılırlar: Kuramsal (nazari) bilimler; uygulamalı (ameli) bilimler. Ahlak, siyaset, müzik, matematik uygulamalı bilimlere girer. Toplumlarda öz bakımından ikiye ayrılırlar: Erdemli toplumlar ve erdemsiz toplumlar. Bu toplumları yöneltecek en kusursuz devletse, bütün insanlığı kapsayan dünya devletidir.
 

İbn-i Sina​

İbn-i Sina'nın tam adı Ebu Ali el-Hüseyin ibni Abdullah ibn-i Sina el-Belhi'dir. Samanoğulları sarayı maliye kâtiplerinden ve saygın bir bilim adamı Abdullah Bin Sina'nın oğlu olan İbn-i Sina, Batı'da "Avicenna" adıyla tanınır.

980 yılında günümüz Özbekistanında yer alan Buhara yakınlarındaki Afşana kentinde doğdu. Yalnız doğuda değil, ortaçağ Avrupa'sında da en büyük tıp bilgini sayılan İranlı Müslüman bir bilgin ve düşünürdür. Olağanüstü bir zekâ sahibi olduğu için daha 10 yaşındayken Kur'an-ı Kerim'i ezberledi.

İbni Sina (980 - 1037)
İbni Sina (980 - 1037)
İbn-i Sina, Kuşyar isimli bir hekimin yanında tıp eğitimi aldı. Buhara'da babasından ve döneminin ünlü bilginlerinden özel ders ve iyi bir eğitim aldı. Olağanüstü hafızası ve zekası da bu konuda ona çok yardımcı oldu. 14 yaşına geldiğinde öğretmenlerini geçmeye başlamıştı. Felsefe, edebiyat, matematik, tıp gibi çeşitli alanlarda engin bir bilgi birikimine ulaştı.

16 yaşında tıbba döndü ve bu konudaki bilgileri öğrenmekle kalmayıp yeni tedaviler de geliştirdi. 19 yaşında doktor ünvanı elde etti ve ücret almaksızın hastaları tedaviye başladı. Samani Hükümdarı Nuh bin Mansur'un hastalığını iyileştirmesi üzerine, Buhara'daki olağanüstü zengin kitaplıktan dilediği gibi yararlanmasına izin verildi. Burada bulup okuduğu kitaplar, bilgisinin daha da derinleşmesine ve düşüncelerinin gelişmesine büyük katkıda bu¬lundu. 21 yaşına geldiğinde dönemin en bü¬yük hekimlerinden biri sayılıyordu.

Gazneli Mahmud'un Samani hanedanına son vermesi üzerine Buhara'dan Harzem'e gitti. Düzensiz yaşayışıyla Gazneli Mahmud'u kızdırınca Harzem'den ayrılarak Irak-ı Acem (İran'ın güneydoğu Azerbaycan bölgesi), Gürgenç ve Rey'de dolaştı. Bu gezgin yıllarında zaman zaman hekimlik yaptı. Bir süre Hemedan'da Büveyhi Emiri Şemsü'd-Devle'nin vezirliğin¬de bulundu. Siyasal nedenlerle hapsedildi. Hapisten sonra düşmanlarının kötülüğünden kurtulmak için kentten kente göç etti. Sonun¬da İsfahan'da, Kâkûyi Hükümdarı Alaü'd-Devle'nin sarayına girdi. Hükümdarla çıktığı bir sefer sırasında 10 Temmuz 1036 tarihinde mide rahatsızlığından Hemedan'da öldü.

İbni Sina'nın en büyük yapıtlarından biri Kitabu'ş-Şifa'dır ("Sağlık Kitabı"). İnsanlık tarihinde tek bir kişi tarafından yazılan en kapsamlı yapıt olan Kitabu'ş-Şifa mantık, fizik, geometri, astronomi, matematik, müzik ve metafizik konularında dönemin tüm bilgi¬lerini bir araya getiren bir ansiklopedidir. İbni Sina'nın belki de en ünlü yapıtı olan el-Kanun fi't-Tıb ("Hekimlik Yasası"), Yunan hekimlerinin bulgularına olduğu kadar kendi gözlem ve deneylerine de dayanan bir tıp ansiklopedisidir.

İbn Sina yaşamının son yıllarında, Kita-bu'ş-Şifa'y Kitabu'n-Necat ("Kurtuluş Kita¬bı") adıyla özetledi. Bunun da özeti olan İşarât ve't-Tenbihât ("Belirtiler ve Uyarılar"), kendi felsefe sistemini en özlü biçimde dile getirdiği yapıtıdır.

Felsefe, matematik, astronomi, fizik, kimya, tıp ve müzik gibi bilgi ve becerinin muhtelif alanlarında seçkinleşmiş olan, İbn Sînâ matematik alanında matematiksel terimlerin tanımları ve astronomi alanında ise duyarlı gözlemlerin yapılması konularıyla ilgilenmiştir. İbni Sînâ, her şeyden önce bir hekimdir ve bu alandaki çalışmalarıyla tanınmıştır. Tıpla ilgili birçok eser kaleme almıştır; bunlar arasında özellikle kalp-damar sistemi ile ilgili olanlar dikkat çekmektedir.

İbni Sînâ dendiğinde, onun adıyla özdeşleşmiş ve Batı ülkelerinde 16. yüzyılın ve Doğu ülkelerinde ise 19. yüzyılın başlarına kadar okunmuş ve kullanılmış olan el-Kânûn fî't-Tıb (Tıp Kanunu) adlı eseri akla gelir. Beş kitaptan oluşan bu ansiklopedik eserin Birinci Kitab'ı, anatomi ve koruyucu hekimlik, İkinci Kitab'ı basit ilaçlar, Üçüncü Kitab'ı patoloji, Dördüncü Kitab'ı ilaçlarla ve cerrâhî yöntemlerle tedavi ve Beşinci Kitab'ı ise çeşitli ilaç terkipleriyle ilgili ayrıntılı bilgiler vermektedir.

İbni Sînâ, çoğu fizik, astronomi ve felsefeyle ilgili olarak 150 civarında eser yazdı. Farsça olan birkaçı dışında bunların hepsi Arapça'dır. Bilhassa tıp ilmine dair araştırmaları son derece orijinal ve doğrudur. Bu yüzden doğu ve batı hekimliğine kelimenin tam anlamıyla, 600 yıl, hükmetmiştir. İbni Sînâ, tıp araştırmaları yaparken bazı hastalıkların bulaşmasında göze görünmeyen birtakım yaratıkların etkisi olduğunu, yani mikropların varlığını sezmiş ve bu bilinmeyen mahluklardan eserlerinde sık sık bahsetmiştir. Mikroskobun henüz bilinmediği bir devirde böyle bir yargıya varmak çok ilginçtir.

O çağın Fransa'sının en meşhur tıp fakülteleri olan "Montpellier" ve "Lauvain" Üniversiteleri'nin temel kitabı İbni Sînâ'nın yazdığı "el-Kanun fi't-Tıb" oldu. Durum XVII. yüzyılın ortalarına kadar böyle devam etti ve İbn-i Sina, 700 yıl Avrupa'nın tıp hocası oldu. Altı yüzyıl önce Paris Tıp Fakültesi'nin kütüphanesinde bulunan 9 ana kitabın en başında İbn-i Sina'nın Kanûn'u yer almıştır.

Bugün hala Paris Üniversitesi'nin tıp fakültesi öğrencileri St. Germain Bulvarı yanındaki büyük konferans salonunda toplandıklarında iki kişinin duvara asılı büyük boy portresiyle karşılaşırlar. Bu iki portre, İbn-i Sina ve er-Razi'ye aittir.

Başlıca eserleri:

el-Kanun fi't-Tıb, ("Hekimlik Yasası"); Kitabü'l-Necat, ("Kurtuluş Kitabı"); Risale fi-İlmü'l-Ahlak, ("Ahlak Konusunda Kitapçık"); İşarat ve'l-Tembihat, , ("Belirtiler ve Uyarılar"); Kitabü'ş-Şifa, ("Sağlık Kitabı").
 

Ömer Hayyam​

İranlı astronom, bilim adamı, şair, bilgin ve filozoftur. Asıl adı Giyaseddin Ebu'l Feth Bin İbrahim El Hayyam' dır. Ömer Hayyam, İran ve doğu edebiyatında rubai türünün kurucusudur. Batı ülkelerinde adına birçok dernek kurulmuş, rubaileri bütün batı dillerine çevrilmiştir. Matematik, fizik, astronomi ve tıp alanlarında birçok icadı ve önemli eseri bulunmaktadır. İbn-i Sina'dan sonra Doğu'nun yetiştirdiği en büyük bilgin olarak kabul edilmiştir.

Ömer Hayyam ( 1048 - 1131 )
Ömer Hayyam ( 1048 - 1131 )
18 Mayıs 1048'de İran'ın Nişabur kentinde doğdu. Ömer Hayyam, bir çadırcının oğluydu. Bu yüzden acem dilinde çadırcı anlamına gelen soyadını babasının mesleğinden aldı. Ömer Hayyam, yaşadığı dönemde daha çok bilgin olarak ün kazandı.Matematik ,fizik, astronomi ve tıp gibi rasyonel ilimler dışında müzik ve şiirle de yakından ilgilendi. İran'ın, Selçuklular yönetiminde olduğu dönemde yaşayan Hayyam, Horasan ülkesindeki büyük şehirleri, Belh, Buhara ve Merv gibi bilim merkezlerini gezdi, Bağdat'a da gitti. Zamanının hükümdarlarından, özellikle Selçuklu Sultanı Melikşah ve Karahanlı Şemsülmülk'ten büyük yakınlık gördü. Saraylarına ve meclislerine sık sık konuk oldu. Residüddin'in "Cami-üt-Tevarih" adlı eserinde anlattığına göre Nizamülmülk ve Hasan Sabbah, Ömer Hayyam ile okul arkadaşları ve yakın dosttular. Nizamülmülk, bilgisine çok güvendiği için devlet yönetimi konusunda kendisine yardımcı olması için Hayyam'dan yardım istedi, ancak o, saray entrikalarından hayatının sonuna kadar uzak kalmayı yeğlediği için bu teklifi geri çevirdi.

Gerek kendi yaşadığı dönemde, gerekse sonraki çağlarda yazılan tüm kaynaklarda, Ömer Hayyam'ın çağının bütün bilgilerini edindiği, o alanlarda derin tartışmalara girdiği, fıkıh, ilahiyat, edebiyat, tarih, fizik ve astronomi okuttuğu yazılıdır.

Hayyam, fizik, metafizik, matematik, astronomi ve şiir alanlarında değişik eserler yazdı. Yazdığı bilimsel içerikli kitaplar arasında İbni Sina'nın Temcid (Yücelme) adlı eserinin yorum ve tercümesi, Cebir ve Geometri Üzerine, Fiziksel Bilimler Alanında Bir Özet, Varlıkla İlgili Bilgi Özeti, Oluş ve Görüşler, Bilgelikler Ölçüsü, Akıllar Bahçesi yer aldı. En büyük eseri Cebir Risalesi'ydi. Matematik bilgisi ve yeteneği zamanın çok ötesinde olan Ömer Hayyam denklemlerle ilgili başarılı çalışmalar yaptı. Bunun yanısıra, binom açılımını ve bu açılımdaki katsayıları da bulan ilk kişiydi.

Ömer Hayyam'ın edebiyat tarihindeki yerini belirleyen, sonraki yüzyıllarda da İslam dünyasının en büyük şairlerinden biri olarak anılmasına neden olan, yazdığı rubailerdi. Ömer Hayyam, İran ve doğu edebiyatında rubai türünün kurucusuydu. O günlerden bugüne dilden dile dolaşarak gelen sayısının ikiyüz kadar olduğu tahmin edilen rubaileri, sonraki çağlara da damgasını vuran eserler oldu.

Hayyam, rubailerini yazarken oldukça kolay anlaşılan, akıcı ve açık bir dil kullandı. Şiirlerinde gerçekçiydi. Yaşadıklarını ve gözlemlediklerini olduğu gibi dile getirdi. Ona göre, en şaşmaz ölçü akıl ve sağduyuydu. İnsanoğlu, gerçeğe ancak akıl yolu ile ulaşabilirdi.

Şiirlerinde zamanının haksızlıklarını ve saçmalıklarını ince ve alaycı bir dille yerdi. Dörtlüklerinin konusunu aşk, şarap, dünya, insan hayatı ve yaşama sevinci gibi temalardan seçti. İnsan hayatının ana dokularına felsefi bir gözle baktı.

Büyük şaire göre gerçek olan, yaşanandır;dünyanın ötesinde ikinci bir dünya yoktur; insan, yaşadığı sürece gerçektir;en şaşmaz ölçü, iman değil, akıl ve sağduyudur; insan, aklıyla vardır; dolaysıyla da en iyi ölçü, en şaşmaz kılavuz akıldır ve gerçeğe ancak akıl yolu ile varılabilir.

Hayyam'ın şiirinde çağının haksızlıkları,madrabazlıkları ve saçmalıkları ince, alaycı, iğneleyici bir dille yerilir. Dörtlüklerinin konusu; aşk, şarap, dünya, insan hayatı, yaşama sevinci, içinde bulunduğumuz geçici dünyanın tadını çıkarma gibi insanla sıkı bağlantılı olan gerçek eylem ve davranışlardır.

Hayyam kendisinden sonra gelen pek çok şairi etkilemiş, rubai alanında tek örnek olarak benimsenmiştir. Batı ülkelerinde adına bir çok dernek kurulmuş, rubaileri bütün bati dillerine, bu arada birçok defa Türkçeye Rubaiyat-i Hayyam, Hayyam'ın Rubaileri, Ömer Hayyam ve Rubaileri, Dörtlükler adı altında tercüme edilmiştir.

"Horasan'ın yıldızı; İran'ın ve Irak'ın dahisi, feylesofların prensi Ömer" şeklinde anıldı.

4 Aralık 1131'de doğduğu yer olan Nişabur'da hayatı 83 yaşında sona erdi.

Hayyam, yaptığı çalışmaların çoğunu kaleme almamıştır, ancak kendisi birçok teori ve icadın isimsiz kahramanıdır. 21 Mart 1079 yılında tamamladığı, "Celali Takvimi" olarak bilinen takvim için büyük çaba sarf etmiştir. Güneş yılına göre düzenlenen bu takvim 5000 yılda bir gün hata verirken, bugün kullandığımız "Gregoryen Takvimi" 3330 yılda bir gün hata vermektedir.

Çeşitli bilim dallarında birçok eser yazan Ömer Hayyam'ın eserlerinden 18 tanesinin adı bilinmektedir.

Eserleri :

1.Ziyc-i Melikşahi. (Astronomi ve takvime dair, Melikşah'a ithaf edilmiştir)
2.Kitabün fi'l Burhan ül Sıhhat-ı Turuk ül Hind. (Geometriye dair)
3.Risaletün fi Berahin İl Cebr ve Mukabele. (Cebir ve denklemlere dair)
4.Müşkilat'ül Hisab. (Aritmetiğe dair)
5.İlm-i Külliyat (Genel prensiplere dair)
6.Newruzname (Takvim ve yılbaşı tespitine dair)
7.Risaletün fil İhtiyal li Marifet. (Altın ve gümüşten yapılmış bir cisimde altın ve gümüş miktarının bilinmesine dair. Almanya Gotha kütüphanesinde bir nüshası mevcuttur.)
8.Risaletün fi Şerhi ma Eşkele min Musaderat(Öklid'in bir probleminin çözülmesi metoduna dair, Hollanda Leiden kütüphanesinde bir nüshası vardır. F. Woepcke fransızcaya çevirmiştir.)
9.Risaletün fi Vücud (Felsefede ontoloji bahsine dair. Britanya kütüphanesinde bir nüshası mevcuttur.)
10.Muhtasarun fi't Tabiiyat (Fizik İlmine dair)
11.Risaletün fi'l Kevn vet Teklif (Felsefeye dair)
12.Levazim'ül Emkine (Meskûn yerlerin iklimi ve hava değişikliklerine dair)
13.Fil Cevab Selaseti Mesâil ve fi Keşfil Hicab (Üç meseleye cevap ve alemde zıtlığın zorunlu olduğuna dair)
14.Mizan'ül Hikem (Pırlantalı eşyaların taşlarını çıkarmadan kıymetini bulmanın yöntemine dair)
15.Abdurrahman'el Neseviye Cevab (Hak Teâlâ'nın alemleri yaratmasının ve insanları ibadetle yükümlü kılmasının hikmetine dair)
16.Nizamülmülk (Arkadaşı olan vezirin biyografisi)
17.Eş'arı bil Arabiyye (Arabça rûbaileri)
18.Fil Mutayat (İlim prensipleri)
 

Kaşgarlı Mahmut​

XI. yüzyılda yaşayan Türk dil bilginidir. Divân-ı Lügati't-Türk adlı eseriyle ünlüdür. Karahanlılar soyundandır. 1072 yılında yazmaya başladığı eserini 1074'te tamamlayarak Bağdat'ta Abbasî halifesi El-Muktedî Billah'a sunmuştu. Eserin el yazması tek kopyası Fatih Millet Kütüphanesi'nde 1910 yılında bulundu. 1915-1917 yıllarında öğretmen Kilisli Rifat Efendi'nin çevirisi üç, Besim Atalay'ın çevirisi ise beş cilt olarak basıldı.Karahanlılar döneminde yetişen ve ilk Türk dil bilgini olan Kaşgarlı Mahmut'un doğum tarihi, kesin olmamakla birlikte 1025 olarak biliniyor. Babası Barsaganlı bir bey idi. 1071-1077 arasında Bağdat'ta bulunan Mahmut, Türk kültürünün Araplara tanıtılmasında büyük rol oynadı.

Kaşgarlı Mahmut( 1008 - 1105 )
Kaşgarlı Mahmut( 1008 - 1105 )
İbn-i Fadlan, Gerdizi, Tahir Mervezî, Muhammed Avfî ve Beyhakî gibi kendi döneminin Türk hayat ve cemiyetleri üzerine eğilen ünlü alimleriyle birlikte Türk illerini adım adım dolaşan Kaşgarlı Mahmut, çalışmalarında Türkçe'yi resmi dil olarak kabul eden Karahanlı Devleti'nden de büyük destek gördü.Türkçe'nin serpilip gelişmeye başladığı o dönemde, Mahmut'la birlikte Balasagunlu Yusuf Has Hacib de Türk diline büyük hizmet etti. Bu iki Türk alimi, ortaya koydukları eserlerle, Türk dil birliğinin sağlanmasına önemli katkılarda bulundular.Aynı zamanda filolog, etnograf ve ilk Türk haritacısı olan Kaşgarlı Mahmut, Divân-ı Lügati't-Türk adlı eserinde; yaşadığı devirdeki Türk illerinin ve boylarının kullandığı ağızları canlı olarak tespit etti.

Oğuz Türklerinin 24 boyu ile ilgili şemayı da verdiği eserinde, Türkçe'nin zenginliğini ve Arapça ile Farsça yanındaki değerini ispata çalışan Mahmut, ayrıca Türkçe'yi Araplara öğretmek gayesiyle Kitâbu Cevâhirü'n-Nahvi Lügâti't-Türk adlı gramer kitabını yazdı.

Divân'ında Türk dilinin grameri yanında, Türk yer adları, Türk damgaları ve Türk topluluklarını da etraflı şekilde anlatan Kaşgarlı Mahmut, ömrünün sonlarına doğru tekrar memleketi Kaşgar'a dönerek, tahminen 1090'da burada vefat etti. Doğu Türkistan'da bulunan Kaşgar şehrine 35 kilometre uzaklıktaki Azak köyünde olan kabri, 1983 yılı Temmuz ayında bulundu. Türk illerini, obalarını ve bozkırlarını birer birer dolaşan ve Türk dili ve kültürüne ait topladığı malzemeyi titizlikle inceleyerek eserlerine alan Kaşgarlı Mahmut; Türk, Türkmen, Oğuz, Çiğil, Yağma ve Kırgız boylarının ağız ve lehçelerini karşılaştırmalı olarak işledi. Ona göre; Türk lehçelerinin en kolayı Oğuz lehçesi, en dürüst ve kullanışlısı Yağma ve Tuhsi şivesi, en edebisi ise Kaşgar Türkçesidir.

Divân-ı Lügati't-Türk, bir önsözle sözlük kısmından meydana gelmiştir. Önsözde yazar Türk dilinin tarifini, lehçelerinin özelliklerini sayar ve dilbilgisi kurallarını, Arapça'dakilere kıyasla gösterip tespit eder. Ana dilinin Arapça'dan çok üstün olduğunu söyler ve örnekler verir. Bu arada, o bilgileri nasıl elde ettiğini, nasıl bütün memleketleri gezip dolaştığını da anlatır. İkinci, yani sözlük bölümü, Türkçe kelimelerin Arapça izahlarını kapsar. Bu nedenle, eser, Arapça yazılmış bir Türkçe sözlüktür. Ya da Türkçe'den Arapça'ya sözlüktür. Arapça dilbilgisindeki şekillerine göre sıralanmış 7500'den fazla kelime hakkında açıklama yapılmıştır.

Büyük bilgin bu açıklamaları yaparken kelimelerin nerelerde ve hangi anlamlarda kullanıldığını göstermiştir. Bu esere ve onu izleyen başka eserlere kadar yazılı edebiyat örneklerimiz bilinmediği için, daha önceki yüzyıllara ait sözlü edebiyat örneklerini Kaşgarî'nin kitabından öğrenmekteyiz. Sagu denilen ağıtlar, koşuk dediği koşmalar, sav dediği atasözleri ve nazım şekillerinden başka verdiği dersten örneklerine bakarak meselâ Alp Ertunga adındaki destanlaşmış kahramanın varlığını da yine Divân-ı Lügati't-Türk'ten öğrenmiş bulunuyoruz. Bu sebeplerden dolayı Kaşgarlı Mahmut'un Divân-ı Lügati't-Türk'ü hem dil, hem edebiyat, hem toplum ve sosyoloji tarihimiz bakımından çok önemli belgeleri toplayan bir kaynaktır.

Ancak bu kaynak eser 1910 yılına kadar bilinmiyordu. Gerçi Kâtip Çelebi'nin Keşfüzzünûn adlı bibliyografyasında Kaşgarlı Mahmut'tan da söz edilmiştir. Ama bu bilgi çok sınırlıdır. Vanizade Nazif Paşa'nın yakınlarından bir hanım, 1910 yılında İstanbul'daki Sahaflar Çarşısı'nda dolaşırken bu dev eseri tozlu raflarda bulmuş, satın almak istemiştir. Elindeki ganimetin kadrini ancak o zaman anlayan kitapçı, kitabın fiyatını 25 altına kadar yükseltmiş, hanım da kitabı alamamıştır. Ancak işi Maarif Nezareti'ne duyurmuştur. "Ne olduğu belirsiz bir kitaba avuç dolusu altın verilemeyeceği" gerekçesiyle Maarif Nezareti, eseri satın almayı reddetmiştir.

Haber, kitap delisi merhum Ali Emiri Efendi'ye intikal etmiştir. Kitaplarını millete hediye ederek Fatih Millet Kütüphanesi'ni kurmuş ve ilk müdürlüğünü yapmış olan Ali Emirî Efendi, kitapçıyı getirtmiş, eseri inceledikten sonra adamı kütüphaneye kilitleyerek para tedarikine çıkmıştır. İşte böyle borç harç satın alınan Divân-ı Lügati't-Türk, uzun zaman Ali Emiri Efendi'nin kıskanç titizliğiyle kütüphanede saklanmıştır. Ali Emirî Efendi, eserin basımına ancak Sadrazam Talat Paşa'nın ricası üzerine razı olmuştu. Eldeki yazma, Kaşgarlı Mahmut'un el yazısı olmamakla beraber ondan 192 yıl sonra Şam'lı Mehmet adında usta bir hattat tarafından yazılmış yer yüzündeki tek nüshadır. Kaşgarlı, eserini Araplara kabul ettirmek için iki yerde; Peygamberin iki hadisini zikreder ki, şunlardır:

"Yüce Tanrı: Benim bir ordum vardır ki onlara Türk adını verdim. Onları doğuda birleştirdim. Bir millete kızarsam cezalandırmak görevini onlara veririm..." buyurmuştur. "Yüce Tanrı: Türkçe öğreniniz, çünkü Türkçe'nin uzun bir saltanatı vardır..." diye buyurur.

Divanü Lügati't-Türk dünyanın her yanında, Türkoloji ilmiyle uğraşan pek çok bilgin için paha biçilmez bir kaynak olmuştur. Üzerinde şimdiye kadar yerli, yabancı, uzmanlar çok çeşitli incelemeler yapmışlardır.

Divanü Lügati't-Türk (Türk Dilleri Sözlüğü):

Kaşgarlı Mahmud tarafından Bağdat'ta 1072 - 1074 yılları arasında yazılan Türkçe - Arapça bir sözlüktür. Türkçenin bilinen en eski sözlüğü olup, batı Asya yazı Türkçesiyle ilgili var olan en kapsamlı ve önemli dil yapıtıdır.

Kökleşik Arap sözlük bilgisi ilkelerine göre hazırlanmış olan sözlük, Kaşgarlı Mahmud'un Türk boylarıyla ilgili ayrıntılı bilgisinin yanı sıra, Arap dil bilimi konusunda da esaslı bir eğitim görmüş olduğunu gösterir.

Divanü Lügati't-Türk'ün Genel Özellikleri

- 11. yüzyılda yazılmıştır.
- Türkçenin ilk sözlüğü, antolojisi, ansiklopedisi ve dil bilgisi kitabıdır.
- Araplara Türkçe öğretmek, Türkçenin yaygınlığını göstermek için yazılmıştır.
- Kaşgarlı Mahmud tarafından yazılmıştır.
- Yazarı, birçok Türk boyunu gezerek derlemeler yapmıştır.
- Sözcükleri güzel örnekleyen atasözleri ve şiirler kullanmıştır. (Bu özelliği, onun, kendinden sonraki Türk yazını için çok önemli bir kaynak olmasını sağlamıştır.)
- Toplam 7500 Türkçe sözcük içerir.
- Dönemin özelliklerini yansıtan kelimeleri barındırır.
- Karahanlı Türkçesi ile yazılmıştır.
 

Piri Reis​

Asıl adı Muhiddin Piri olan Piri Reis, 1465 yılında Gelibolu’da doğdu. Birtakım kaynaklar ise aslen Konyalı olduğunu söylemektedir. Osmanlı denizcilerinden Gelibolulu Kemal Reis‘in yeğenidir. Amcasının onun hayatında önemli bir yeri vardır. Denize ilk amcasıyla birlikte açıldı.

Piri  Reis ( 1465-70, Gelibolu – 1554 kahire )
Piri Reis ( 1465-70, Gelibolu – 1554 kahire )
1487 ile 1493 yılları arasında Akdeniz’de yapılan akınlara katıldı. 1486’da Osmanlı Devleti’nin görevlendirmesi üzerine, amcası ile birlikte İspanya’da katliama uğrayan Müslümanlar’ın yardımına gitti. 1494 yılında ise Osmanlı donanmasının resmi olarak hizmetine girdi. 1500 yılında yapılanMora Seferi‘nde gösterdiği üstün başarıyla ön plana çıktı. Bu sefer sırasında Osmanlı Kaptan-ı Deryası’nın hayatını kurtarmıştı.

Amcası Kemal Reis, 1511’de ölünce bir süre Gelibolu’ya yerleşti. Burada “Kitab-ı Bahriye” adlı kitabı üzerinde çalıştı. 1513 yılında gerçeğe en yakın ilk dünya haritasını çizdi. 1516’da yapılan Mısır Seferi‘ne ve 1522’de yapılan Rodos Seferi‘ne katıldı.1525 yılında hazırladığı çalışması Kitab-ı Bahriye‘yi, Kanuni Sultan Süleyman’a sundu. Portekizlilerin ele geçirdiği Aden’i 1548 yılında geri aldı. 1554 yılında idam edildi.

Piri Reis, (doğumu. 1465-70, Gelibolu – ölümü. 1554, Kahire), Osmanlı denizcisidir.Amerika’yı gösteren Dünya haritaları ve Kitab-ı Bahriye adlı denizcilik kitabıyla tanınmıştır.Piri Reis eşsiz bir kartograf ve deniz bilimleri üstadı olmasının yanı sıra, Osmanlı deniz tarihinde izler bırakmış bir kaptandır.

Piri Reis’in babası Karamanlı Hacı Mehmet, amcası ise ünlü denizci Kemal Reis’tir. Piri denizciliğe amcası Kemal Reis’in yanında başladı; 1487-1493 yılları arasında birlikte Akdeniz’de korsanlık yaptılar; Sicilya, Korsika, Sardunya ve Fransa kıyılarına yapılan akınlara katıldılar.

Piri  Reis ( 1465-70, Gelibolu – 1554 kahire )
Piri Reis ( 1465-70, Gelibolu – 1554 kahire )
1486’da Endülüs’te Müslümanların hakimiyetindeki son şehir olan Gırnata’da katliama uğrayan Müslümanlar Osmanlı Devleti’nden yardım isteyince o yıllarda deniz aşırı sefere çıkacak donanması bulunmayan Osmanlı Devleti, Kemal Reis’i Osmanlı Bayrağı altında İspanya’ya gönderdi.

Bu sefere katılan Piri Reis, amcası ile birlikte müslümanları İspanya’dan Kuzey Afrika’ya taşıdı. Venedik üzerine sefer hazırlığına girişen II. Beyazid’in Akdeniz’de korsanlık yapan denizcileri Osmanlı donanmasına katılmaya çağırması üzerine 1494’te amcası ile birlikte İstanbul’da padişahın huzuruna çıktı ve birlikte donanmanın resmi hizmetine girdiler. Piri Reis, Osmanlı Donanması’nın Venedik Donanması’na karşı sağlamaya çalıştığı deniz kontrolü mücadelesinde Osmanlı donanmasında gemi komutanı olarak yer aldı, böylece ilk kez savaş kaptanı oldu. Yaptığı başarılı savaşların sonucunda Venedikliler barış istediler ve iki devlet arasında bir barış anlşması yapıldı.

Piri Reis, 1495-1510 yıllarında İnebahtı, Moton, Koron, Navarin, Midilli, Rodos gibi deniz seferlerinde görev aldı. Akdeniz’de yaptığı seyirler sırasında gördüğü yerleri ve yaşadığı olayları, daha sonra Kitab-ı Bahriye adıyla dünya denizciliğinin de ilk kılavuz kitabı olma özelliğini taşıyacak olan kitabının taslağı olarak kaydetti.

Piri Resin Ölümü;

Mısır Kaptanı Piri Reis 1552’de Umman ve Basra üzerine 30 gemiyle çıktığı seferde, Hürmüz Kalesi’ni kuşatmıştı. Portekizlilerden aldığı haraç karşılığı kuşatmayı kaldırdı ve donanmasıyla Basra’ya döndü. Tamire muhtaç donanmayı orada bırakıp ganimet yüklü üç gemi ile Mısır’a döndü, gemilerden birisi yolda battı. Donanmayı Basra’da bırakması kusur sayıldığı için Mısır’da hapsedildi.

Basra valisi Kubat Paşa’ya ganimetten istediği haracı vermemesi, Mısır Beylerbeyi Mehmet Paşa’nın politik hırsı yüzünden hakkında padişaha olumsuz rapor verildi ve dönemin padişahı Kanuni Sultan Süleyman’ın fermanı üzerine 1554’te boynu vurularak idam edildi. İdam edildiğinde 80 yaşının üzerinde olan Piri Reis’in terekesine devletçe el konuldu.
 
Geri
Üst