
BULUT
Super Moderator
- Görüntüleme: 2K
- Cevaplar: 1
İçindekiler
İNTİKAM SAVAŞI : UHUD
O (mü’min)ler ki, yaralı oldukları hâlde Allah’ın ve Resulünün çağrısına uydular; onlardan iyilik edenler ve (şirkten/günahtan) korunanlar için pek büyük mükafat vardır. Onlar ki, halk kendilerine: (Düşmanınız olan) insanlar size karşı ordu toplamışlar, onlardan korkun!’ deyince, (bu söz) onların imanını artırdı ve ‘Allah bize yeter, O, ne güzel vekildir’ dediler. Bundan dolayı Allah’tan bir nimet ve bollukla geri döndüler, kendilerine hiçbir kötülük dokunmadı. Allah’ın rızasına uydular. Allah büyük kerem sahibidir. [232]Allah’ın Resulü Uhud günü beni Sâ’d b. Rabi’yi aramaya gönderdi. Ölüler arasında dolaşmaya başladım. Sâ’d’ı bulduğumda son nefesini vermek üzereydi. Vücudunda yetmiş kadar darbe izi vardı. Vücudunun her yanı mızrak, kılıç ve okların açtığı yaralarla doluydu. Kendisine ‘Ey Sâ’d! Allah’ın Resulü sana selâm söyledi. Kendini nasıl bulduğunu öğrenmek istiyor’ dedim. Allah’ın Resulüne selâmımı ilet. O’na cennetin kokusunu aldığımı söyle. Kavmim Ensar’a da, müşriklerin Allah’ın Resulüne yaklaşmalarına ve zarar vermelerine izin verirseniz Allah’ın huzurunda mazeretiniz olmaz dediğimi söyle’ dedi ve ruhunu teslim etti. [233]
Uhud savaşı, risâlet sürecine damgasını vuran önemli olaylardan birisini teşkil etmiştir. Mekke’nin şirk ordusunun, Medine’ye 5 km mesafedeki Uhud dağı eteklerine kadar gelip, savaşmak için Müslümanları beklemeye başlaması, savaşın görünür nedenini oluşturmuştur. Müslümanlar, bu meydan okuyuş ve tehdit karşısında, kendilerini savunmak için savaşa katılmak zorunda kaldılar. Mekke müşriklerinin müttefikleri olan Adel, Kare, Dîş, Ehâbiş gibi bazı kabilelerin de desteğini alarak Medine’ye kadar gelip Müslümanları savaşa davet etmelerinin iki ana nedeni vardı. Bunlardan birisi, Uhud savaşına kadar geçen on üç yıllık risâlet sürecinde ayrıntılı bir şekilde kendini açığa vuran tevhid-küfür farklılığıyla ilgiliydi. İnançtan hayat tarzına, bireysel farklılıktan toplumsal farklılaşmaya uzanan tevhid-küfür ayrışmasının hicret sonrasındaki aşamasında savaşlar da görülmeye başlamıştı. Bunların en önemlisi ise Bedir’di. Bedir’le belli olmuştu ki, artık tevhid ve küfür varoluş mücadelesinde birbirlerine karşı fiziksel güçleriyle cevap verecekler ve farklılıklarının getirdiği gerilim ve çatışmalar savaşla sonuçlanan girişimlere neden olacak. Ayrıca savaş sadece meydanlarda silahlarla yürütülmüyor, ekonomik ve siyasal alanda da yürütülüyordu. Daha doğrusu Müslümanlar çoğunlukla ekonomik ve siyasî savaşları tercih ediyorlar, bu yolla küfrün direncini kırmaya çalışıyorlardı.
Resûlüllah’ın hicret sonrasında Mekke’yi ekonomik ablukaya alma stratejisi takip etmesi veya bölgedeki bazı kabilelerle dostluk görüşmeleri yapması, ekonomik ve siyasî mücadelenin gerekleri olarak anlam kazanmaktaydı. Bunların içerisinde özellikle de ekonomik alanda verilen mücadeleler ve girişimler, etkisini Mekke şehir devletinde en kısa sürede ve en şiddetli şekilde gösteren girişimler oldu. Mekkelilerin, ticaret yolları kesildiği için ticaret yapamaz hale getirilmeleri ve ileri düzeyde ekonomik sıkıntı yaşamaya başlamaları, ekonomik ablukayı kırma amacıyla bir harekâta girişmelerine yol açtı. Karede harekâtı bu girişimin oluşmasını sağlayan son olaydı. Mekkelilerin Şam’la ticaretlerini yürütmek için, hiç kimsenin kullanmadığı ve hatta çok az kimsenin bildiği en tehlikeli ve zorluklarla dolu bir yolu, son bir umutla denemek zorunda kalmaları, ekonomik ambargonun etkisini göstermesi açısından önemlidir. O yolun da kapandığını fark edince, ablukayı kırmanın tek çözüm olduğunu, geçici arayışların bir anlamı kalmadığını fark ettiler. Problemin geçici olarak değil de, kökten çözüme kavuşturulması gerektiğiyle ilgili bir kararın verildiği ve bunun tavizsiz şekilde uygulamaya konulduğu ise, Uhud için yapılan harcamaların boyutundan ve hazırlıklar konusunda yürütülen titiz çalışmalardan anlaşılmaktadır. Savaş için yarım milyon dirhem gibi büyük bir mali kaynak ayrıldı. Ordunun bir kısmı ücretleri peşin ödenmiş paralı askerlerden oluşuyordu. Hedef Müslümanları yok etmek ve problemden tamamen kurtulmaktı.
Uhud’un müşrikler açısından ikinci nedeni ise Bedir savaşıyla ilgilidir. Bedir savaşında aralarında eşrafın da bulunduğu birçok yakınlarını kaybeden Mekke müşrikleri, intikam duygusunun ağırlaşan baskısı altında günleri geçiremez olmuşlardı.Yakmlarını öldürenleri katledecekleri günün hayali ile yaşıyorlardı. Gerçekleşecek savaş bir intikam savaşı olacaktı. Bu ise, savaşın ne kadar kanlı ve hatta acımasız gerçekleşeceğini işaret ediyordu.
Bedir’in intikamını alma arzu ve düşüncelerinin savaş hazırlıklarını başlatması, hemen Bedir sonrasına rastgelmektedir. Bedir savaşı sırasında Şam’dan gelen ticaret kervanı bir zarar görmeden Mekke’ye ulaşmıştı. Bedir’de Mekke eşrafının büyük çoğunluğunun ölmesi üzerine Mekke lideri olan Ebû Süfyan’m girişimleriyle, bu ticaret kervanın elde ettiği büyük kârın Müslümanlara yönelik bir intikam savaşının hazırlıkları için harcanmasına karar verildi. Ayrıca Mekke’de ekonomik bir seferberlik ilan edildi. Herkes az veya çok Mekke ordusunun hazırlıklarına ekonomik destek verdi. Hazırlıklar bir yıl içinde tamamlandı. Bir yılın sonunda her yönüyle savaşa hazır bir ordu oluşturuldu. Bu, savaşçıları cesaretlendirmek, onları savaşa teşvik etmek için bazı kadınların da görev aldıkları bir orduydu. Hazırlıkların tamamlanmasıyla, Ebû Süfyan komutasındaki şirk ordusu Medine’ye doğru yola çıktı.
Mekke ordusu yola çıktığı zaman Abbas b. Abdülmuttalib, gelişmeleri ve Mekke ordusunun durumu hakkındaki bilgileri bir mektup aracılığıyla gizlice Resûlüllah’a bildirdi. Abbas tarafından görevlendirilen şahıs, Mekke ile Medine arasındaki 500 km’Hk mesafeyi üç günde aşarak, son derece hızlı bir şekilde mektubu Resûlüllah’a ulaştırdı. Abbas’m, Mekke ordusuyla ilgili haberleri Resûlüllah’a bildirmekte bu kadar geç kalma nedenini bilmiyoruz. Fakat, hızla Medine’ye ulaşan haber sayesinde, savaşa hazırlık açısından Müslümanlar 3-5 gün gibi bir sûreye sahip oldular. Abbas’ın mektubu kendilerine ulaşana kadar herhangi bir şeyden haberleri yoktu.
Resûlüllah, amcası Abbas’m mektubu sayesinde, müşrik ordusunun üç bin kişiden oluştuğunu, bunların iki yüzünün atlı ve yedi yüzünün de zırhlı olduğunu öğrendi. Resûlüllah hiç vakit kaybetmeden hazırlıklara başladı. Müslümanların savaşa hazırlanmalarına yönelik gerekli talimatları verdi. Bu arada hem mektuptaki bilgilerin doğruluğunu kontrol etmek ve hem de daha ayrıntılı bilgilere ulaşmak için Hubab b. Münzir’i yola çıkardı ve Mekke ordusunu gözlemekle görevlendirdi. Süre çok azdı; hiç vakit kaybetmeden en sağlıklı ve ayrıntılı bilgilere ulaşmak ve gerekli hazırlıkları en uygun ve olanca hızlı şekilde tamamlamak gerekiyordu. Hubab’ın getirdiği bilgiler Abbas’ın mektubundakileri doğruluyordu. Mekke ordusu yola çıkmış, kadınların şarkıları ve oyunları eşliğinde Medine’ye doğru geliyordu.
Mekke ordusu Medine yakınındaki Uhud dağına kadar geldi ve ordugâhı kurup beklemeye başladı. Medine’ye saldırmayı düşünmediler. Müslümanlarla açık arazide savaşmayı arzuluyorlardı. Zira, savaş tecrübesine sahip bazı şahısların tavsiyesi Medine’ye saldırının önemli kayıplara yol açacağı ve hatta savaşı aleyhlerine çevireceği biçimindeydi. Medine evlerinin birbirlerine çok yakın olması nedeniyle şehre girişin zor olacağını, Müslümanların avantajlı olacaklarını biliyorlardı.
Müslümanlar hazırlıklarını mümkün olduğunca süratli bir şekilde tamamladılar. Savaşa hazır bir ordunun teşkili için gerekli düzenlemeler yapıldı. Mekke ordusunun nerede karşılanacağına ise istişareler sonunda karar verildi. Bu amaçla mescitte bir istişare toplantısı düzenlendi. Resûlüllah başta olmak üzere savaş tecrübesine sahip birçok Müslüman, Mekke ordusunun saldırıya geçinceye kadar beklenmesinin ve Medine’de karşılanmasının daha doğru olacağını ifade ettiler. Evlerin birbirlerine çok yakın olması nedeniyle şehir merkezine girişin kolaylıkla kontrol altına alınabileceğini ve hatta kadınlar ve çocuklardan da yararlanılabileceğini; onların damlara çıkarak müşriklere taş atabileceklerini söylediler. Karar bu yönde alınmak üzereyken, arka sıralarda oturan bazı gençlerin muhalif sesleri duyuldu. Bu bazı gençler, Medine’de yürütülecek bir savunma savaşının korkaklık işareti olacağını, bunun düşmanları cesaretlendireceğini, Araplar arasındaki itibarlarını kaybedeceklerini dile getirdiler. Gençlerin sözcüsü olarak îyas b. Evs yalvaran bir sesle ‘Ey Allah’ın Resulü’ dedi; ‘Kureyş müşriklerinin kavimlerine dönüp ‘Muhammed’i ve adamlarım Medine’de kıstırdık’ demelerinden çekmiyorum. Medine’ye kapanmamız Kureyş’in cesaretini artırır. Bütün hurmalıklarımızı keser, bütün ekinlerimizi çiğnerler. Ey Allah’ın Resulü! Biz müşrikken Araplar üzerimize gelirlerdi de, o zaman dahi Medine’ye sığınmazdık. Kılıçlarımızı sıyırır, üzerlerine hücum eder, aşağılanmış bir hâlde onları çevremizden kovardık. Bugün düşmanımızı savaş alanında karşılamaya ve defetmeye daha layık ve elverişli durumdayız. Senin sayende Allah’ın bizi destekleyeceğini bilip dururken bizi evlerimize kapatma.[234]
Çoğunluğu Ensar’ın gençlerinden oluşan kalabalık bir kitle İyas’ın görüşüne katıldıklarını söz ve tavırlarıyla belli ettiler. Bazıları lyas’m konuşmasını desteklemek için ‘Medine’ye kapanmanın onur kırıcılığını’ kabul edemeyeceklerini dile getirdiler. Resûlüllah’ın ıBen mağlup olmanızdan korkuyorum’ demesine rağmen, gençlerin bu tamamıyla duygusal nedenlere dayanan düşünceleri genel bir eğilim niteliği kazandı. Birkaç kişi hariç, mescitteki bütün Müslümanlar ‘düşmanın üzerine gidelim, açık arazide savaşalım’ görüşünde birleşince, Resûlüllah, aslında istemediği halde, istişare sonucunda ulaşılan karar olduğu için, Mekke ordusunu açık arazide karşılama düşüncesini onayladı ve gerekli hazırlıkları buna göre yürütmeye başladı.
Mekke ordusu Çarşamba günü gelip Uhud’ın eteklerine yerleştiği zaman (27 Mart 625) Müslümanlar hâlâ hazırlıklarını bitirememişlerdi. İki gün sonra, Cuma günü, Resûlüllah savaş ve sabır üzerine bir konuşma yaptı. Müslümanları dirençli olmaya davet edip, zorluklan sabırla göğüslerlerse başarılı olacaklarını bildirdi. Mücahitler ikindi sonrasında mescidin önünde toplandılar. Artık Medine’den hareket saati gelmişti. Resûlüllah, savaş için kişisel hazırlığını yapmak amacıyla, yanında Ebü Bekir ve Ömer olduğu hâlde odasına girdi.
Resûlüllah hazırlık için odasına girince, bazı Müslümanlar düşmanın karşılanacağı yer konusundaki istişare sırasında Resûlüllah’ın görüşüne uymamalarının bir yanlışlık olduğunu dile getirdiler. Bunlardan Sâ’d b. Muaz, ‘Ey Müslümanlar! Resûlüllah Medine’den çıkmak istemediği, savaşın Medine’de olması gerektiğini ifade ettiği halde, Medine’den çıkma konusunda ısrar edip durdunuz. Bu yanlış oldu. Halbuki Resûlüllah’a emir gökten geliyor. O’nun hakkında ‘O kendiliğinden bir şey söylemez [235] buynılduğunu bilmiyor musunuz? Siz bu işi O’na bırakın; O’nun emrettiğini yapın’ diyerek Müslümanları uyardı. Müslümanlar, Sâ’d’ın sözleri üzerine yanlışlıklarını fark ettiler, istişare toplantısında yanlış davrandıklarını düşünmeye başladılar. Düşünceler değişti ve alman kararda etkili olanlar pişman ve mahcup bir şekilde birbirlerine bakakaldılar. O sırada Resûlüllah zırhını giymiş bir hâlde kapının önünde gözüktü. Kısa sürede gerçekleşen karar değişikliği, bazıları tarafından mahcup bir tavırla ve pişmanlık ifade eden bir sesle Resûlüllah’a bildirildi: ‘Ey Allah’ın Resulü! Biz yanlış yaptık. Senin istemediğin şeyi bizim istememiz doğru olmaz. Eğer Medine’de kalmak istiyorsan Medine’de kal. Sen ne istiyorsan onu yap. Biz her konuda tamamıyla sana itaat ederiz Resûlüllah bu karar değişikliğini onaylamadı; ‘Bir peygamber düşmanla savaşmadan ve Allah onunla düşmanı hakkındaki hükmünü vermeden zırhını çıkarmaz. Ben size ne emrediyorsam onu yapın. Haydi, Allah’ın ismini anarak yola çıkın. Sabır ve sebat ederseniz Allah’ın yardımı sizinle olacaktır [236] dedi.
Resûlüllah bu tavrıyla Müslümanlara önemli bir ders veriyordu; onları Islâmî eğitimin gereği olarak bir konuda daha bilgilendiriyordu. Bu, istişarenin önemine dikkat çeken ve alman karara uyma konusunda sahip olunması gereken kararlılığı ifade eden bir dersti. Bireysel olarak beğenilsin veya beğenilmesin, istişarede alman karara uyulması gerektiğini, karşılıklı konuşup tartışarak bir kez karar alındıktan sonra Allah’a güvenerek verilen karara uyulması gerektiğim bizzat kendi uygulamasıyla gösteriyordu. Gerekçesi ne olursa olsun karar konusundaki tereddütlerin daha büyük zararlara yol açacağım, gücü kırıp, orduyu zayıf kılacağını ifade ediyordu. Resûlüllah kararlı adımlarla ilerleyip atma bindi, yayım omzuna astı, mızrağını eîine aldı ve bir yanında Sâ’d b. Ubâde, diğer yanında Sâ’d b. Muaz olmak üzere ordunun önüne geçti, islâm ordusu Uhud’a doğru hareket etti (29 Mart 625). İslâm ordusu yaklaşık bin kişiden oluşuyordu; 100 kadarı zıhlıydı, ayrica iki tane de at vardı. Atlardan birisine Resulüllah, diğerine ise Ebû Bûrde biniyordu.
Uhud’a Yolculuk
Yaklaşık bin kişiden oluşan İslâm ordusu Medine’den çıkarken uzaklarda bekleyen bir okçu birliği görüldü. Sayıları 600 civarındaydı. Resulüllah onların kimler olduğunu sordu. O kimselerin, İslâm ordusunda yer alan Abdullah b. Ubeyy’in Yahudi müttefikleri olduğu, Müslümanlara yardım için geldikleri, orduya katılmak istedikleri bildirildi. Resulüllah hiç tereddüt etmeden kararını bildirdi: ‘Müşriklere karşı gerçekleşecek bu savaşta, müşriklerden yardım alınmayacak’. Çünkü bu savaş tevhid-küfür savaşı olacaktı. Öyle de oldu.Müslümanlar savaşa katılma konusunda son derece istekliydiler. Allah için şirkin ordusuyla savaşılacak olmasının yanı sıra, en olumsuz şartlarda yürütülmüş olmasına rağmen Bedir’de elde edilen zaferin de etkisiyle moralleri son derece yüksekti. Hamza müşriklere karşı yapılacak savaşın sevinciyle, müşriklerle savaşıncaya kadar bir şey yemeyeceğini söyleyip oruca başlamıştı. Şehadet Müslümanlardan çoğunun ortak arzusuydu. Hatta, Numan b. Malik şehitliğini garantilemek için Resûlüllah’tan şehit olması için dua etmesini rica etti. Abdullah b. Cahş ise sıklıkla Allahım! Sana yeminle söz veriyorum; şu müşriklerle beni karşılaştır, öldürecek ve öleceğim. Öldüğüm zaman vücuduma işkence yapmalarına; cesedimi parçalamalarına izin ver. Çünkü, huzuruna o hâlde çıkmak ve ‘Ya Rabbi! senin rızan için, Senin dininin galibiyeti için bu hale geldim’ demek istiyorum [237] diye dua ediyordu. Aşırı derecede topal olan Amr b. Cemuh savaşa katılmama konusunda mazereti bulunduğu halde, savaşa katılma isteğini bildirmiş ve ‘Topal ayağımla cennette gezinmek istiyorum. Allahım! Bana şehadet nasip et. Beni şehitlikten mahrum kılıp evime döndürme [238] diyerek dua etmişti.
Ordu akşam üzeri Medine ile Uhud arasındaki Şeyheyn denilen yere geldi ve durdu. Medine’den birkaç kilometre uzaklaşılmıştı. Resulüllah orduyu teftiş etti. Savaşa katılamayacak kadar yaşı küçük olanları ayırdı. Bunlardan Râfi b. Hadic’in iyi bir okçu olduğu, savaş sırasında işe yarayacağı söylenip bu konuda yakınları tarafından ısrar edilince, onun orduya katılmasına izin verdi. Rafi’nin bir hilesinin de Resûlüllah’ın bu kararında işe yaradığı sonradan anlaşıldı. Rafi anlatıyor: ‘Resulüllah orduyu teftiş ederken ayak parmaklarımın ucuna yükselerek boyumu uzun gösterdim. Resülüllah’da beni büyük gördüğü için orduya katılmama izin verdi. [239] Çocuk yaşta olanlardan Semüre’nin babası ise oğlunun Râfi’den daha güçlü olduğunu, bu nedenle oğluna da savaşa katılma izninin verilmesini istedi. Israrını eğer güreşmelerine müsaade edilirse oğlunun Râfi’yi yeneceğini bildirerek sürdürdü. Güreşmeleri istendi. Güreştiler ve Semüre galip geldi. Bunun üzerine onun da orduya katılmasını izin verildi. Yaşlan civarında olan diğer çocuklar ise Medine’ye gönderildiler. Onlardan Medine’deki kadınlara ve çocuklara yardımcı olmaları istendi.
Seyheyn’de durulduğu sırada orduda bir bölünme yaşandı. Medine’de kalarak savunma savaşı verme konusunda ısrarcı olan Abdullah b. Ubeyy yan çizmeye başladı. Kendisi gibi tecrübeli ve yaşlı birisinin düşüncesinin dikkate alınmadığını gençlerin görüşlerinin dikkate alındığını, bunun çok yanlış olduğunu söyleyip, kendisine uyanları da yanma alarak ordudan ayrıldı. Yaklaşık 300 kişinin ayrılışıyla İslâm ordusu 700 kişiye düştü. Bu durum, Müslümanlar için son derece moral bozucu, güç kaybettirici bir gelişmeydi. Ayrıca, Abdullah b. Ubeyy ve taraftarlarının düşünceleri çeldirici, zihinleri bulandırıcı propagandaları bazı Müslümanları etkiledi. İslâm ordusu arasında kulaktan kulağa, fısıltı halinde savaşta yanlış bir strateji izlendiği, savaşılmayıp Medine’ye çekilmenin daha akıllıca olacağı düşünceleri yayılmaya başladı. Bu bir kangren gibi orduyu içten çürütüp çökertecek, savaşa girmeden yenilgiyi kabullenmeye yol açacak olumsuz bir gelişmeydi. Olumsuz propagandanın etkisi kısa sürede görüldü. Harise ve Selime boylarına mensup Müslümanlar ‘ellerini yanlarına düşürüp” şaşkın bir şekilde kala kaldılar. Hatta bazıları ayrılan münafıklarla birlikte Medine’ye dönme girişiminde bulundu. Fakat Allah, Müslümanların kalplerini sağlamlaştırdı ve bu sayede durumlarını çabucak düzelttiler. ‘Ölüm gelmeden ölümü görmüş’ gibi korkan bu bazı Müslümanlar, Allah’ın yardımıyla yerlerinde kalıp, imanı tercih ettiler. Bu Müslümanların o zamanki durumunu dile getiren bir ayet şöyledir: ‘O zaman içinizden iki bölük bozulmaya yüz tutmuştu. Halbuki Allah onların yardımcısı idi. Müminler, yalnız Allah’a güvenip dayansınlar. (Allah müminlere yardım eder). Nitekim Allah size Bedir’de de yardım etmişti. Siz o zaman zayıftınız. O hâlde Allah’tan korkun ki şükredesiniz.[240]
Ordu geceyi Şeyheyn’de geçirdi. Gecenin sonuna doğru harekete geçildi ve karanlıkta Uhud’a gidildi. Savaş için düşünülen yer Mekke ordusunun karşısında yer alan taşlık bir düzlüktü. Düzlük, Uhud dağının eteklerindeydi ve büyükçe bir girintiden oluşuyordu. Ayrıca bu girinti küçük bir boğazla dağın içindeki ikinci düzlüğe bağlanıyordu. Resulüllah, ordusunu, arkası içerideki ikinci boşluğa dönük olmak üzere dışarıdaki büyük düzlüğe yerleştirdi. Artık müşrik Mekke ordusuyla karşı karşıyaydılar. Sabah namazı vaktiydi. Resulüllah, Bilâlden ezan okumasını istedi. Ezandan sonra üzerinde zırhıyla ordunun önüne geçip, müşriklerin şaşkın bakışları altında namaz kıldırdı.
Resulüllah orduyu savaş düzenine göre yerleştirdi. Düşman süvari birliğinin kendilerini arkadan vurmasını önlemek için 50 kişiden oluşan bir okçu birliğini sol taraflarında bulunan Ayneyn tepesine yerleştirdi. Bu tepenin stratejik önemi nedeniyle okçu birliğini ısrarlı bir şekilde uyardı: ‘Göreviniz bize yönelecek düşman süvari birliğini engellemek, onları oka tutarak püskürtmekten ibarettir. Yerlerinizde sağlamca durun ve bizi arkamızdan koruyun. Düşmanı yenip ganimet toplamaya başladığımızı veya yenilip darmadağın olduğumuzu görseniz bile benden emir almadıkça yerlerinizi terk etmeyin. Eğer sizler görevinizi yerine getirmezseniz bizler galip gelemeyiz [241] dedi.
Birlikleri kontrol eden ve Veri gel, geri çekil’ talimatlarıyla oldukça düzenli bir şekilde hepsini saflar halinde sıraya sokan Resulüllah, her birliğin başına bir komutan tayin ederek gerekli hazırlıkları tamamladı; ordusunu savaşa hazır hâle getirdi. Bu sırada Ebû Süfyan komutasındaki Mekke ordusu da gerekli hazırlıkları tamamladı. Ebü Süfyan, Halid b. Velid’in komutasındaki yüz kişilik süvari birliğini sağ kanada, yine yüz kişilik diğer süvari birliğini ise İkrime b. Ebû Cehil’in komutasında sol kanada yerleştirdi. Ordusunun moralini yükseltmek ve intikam ateşini alevlendirmek isteyen Ebû Süfyan kabileleri kahramanlık yarışında birbirlerine karşı teşvik etmeyi de ihmal etmedi. Sancağı teslim ettiği Abdüddâr oğullarına ‘Eğer bu işi yapamayacaksamz bırakın sancağı başkalarına vereyim’ diyerek görevleri konusunda kararlı olmalarını istedi. Kadınlar ise, şiirleri ve konuşmalarıyla askerleri savaşa motive ediyor; ‘kadınlar’ gibi davranmamaları konusunda uyarıyorlardı.
Savaş
Her iki taraf da gerekli hazırlıkları tamamlayıp, birbirlerinin karşısında savaş düzeni aldılar. Ebû Süfyan, hem sayı olarak ve hem de donanım olarak İslâm ordusundan çok güçlü olduklarını görüp duruyordu. Ancak buna rağmen islâm ordusunun gücünü daha da azaltmak için öne çıktı ve Medineli Müslümanlara seslendi: Yesribliler! Bizim sizlerle bir hesabımız yok. Bu bizimle yanınıza gelmiş olan akabalarımız arasında bir savaştır. Bizleri akrabalarımızla baş başa bırakın. Eğer aradan çekilirseniz, size dokunmaz, işimizi bitirdikten sonra çeker gideriz.[242] Fakat bu oyunu işe yaramadı. Medineli Müslümanların sert tepkisiyle karşılaştı. Medineli Müslümanlar, Ebû Süfyan’ın teklifini bağırarak veya taş atarak reddettiler.Savaş başlamadan önce Ebû Amir el-Easık da islâm ordusunu parçalamak amacıyla bir girişimde bulundu. Eskiden ‘Rahib’ diye anılan ancak Resûlüllah’ın “Fasih” diye isimlendirmesiyle bu isimle anılmaya başlanan Ebû Amir, İslâm öncesinde Evs’in eşrafındandı. Hicret gerçekleşip de Müslümanlar Medine’ye gelince Müslümanların karşısına geçmiş ve İslâm’a düşman olmuştu. Medine’de barınamayacağmı anlayınca da Mekke’ye gitmişti. Mekke’de kaldığı süre içerisinde Mekke müşrikleriyle omuz omuza verip İslâm düşmanlığını onlarla birlikte yürütmüştü. Uhud’a da Mekke ordusuyla birlikte gelmişti. Evslilerin kendisine hâlâ sevgi ve saygı duyduklarını, bu nedenle savaş başlamadan kendisinin Mekke ordusunda olduğunun bilinmesinin Evslileri Mekke ordusunun safına çekeceğini düşünüyordu. Bu düşünceler içerisinde savaş başlamadan Öne çıkarak Evslilere seslendi. Kendisinin Mekke ordusunda yer aldığını gösterip, eski arkadaşlarının kendi safına geçmelerini istedi. Ancak Evsli Müslümanlar sert tepki verdiler; Ey fasık! Allah senin gözünü kör etsin’ diyerek onu aşağıladılar. Bu duruma şaşıran Ebû Amir, ‘Benden sonra kavmim büyük kötülüğe uğramiş [243] diyerek geri çekilip, Mekke ordusunun saflarına karıştı.
Savaş, Arap geleneğinde olduğu gibi, meydana çıkan bir kişinin kendisine rakip istemesiyle başladı. Kureyş’in sancaktarlığını yapan Ebû Talha’nın meydana çıkıp Müslümanlardan kendisine rakip istemesi üzerine Ali çıktı ve kısa sürede Ebû Talha’nın işini bitirdi. Kureyş’in sancağını bir başkası alıp meydana çıktı. O da öldürüldü. Sancağı bir başkası alıp meydana çıktı, fakat o da öldürüldü. Bu durum peş peşe yedi kez tekrarlandı ve müşriklerden savaşmak için öne çıkan herkes Müslümanlar tarafından öldürüldü. Ali, Hamza, Sâ’d b. Ebî Vakkas, Asım b. Sabit gibi yiğitler kendilerine rakip isteyen her müşriki hiç zorlanmadan öldürdüler. Her müşrik sancaktarın öldürülmesi Müslümanlar safında ‘Allah’u Ehbef bağrıltılarıyla karşılığını bulurken, müşrik ordusu şoka girdi. Müşriklerden hiç kimse sancağa yaklaşamaz, sancağı yerden alıp kaldıramaz oldu. Ancak şirk ordusunun bir kısmını teşkil eden Ehabişlerden Amra isminde bir kadmm sancağı almasıyla, müşrik erkekler Amra’nm yaptığını gururlarına yediremeyip, kölelerinden birisine itekleyip öne çıkararak sancağı almasını sağladılar. Müslüman şair Hassan b. Sabit müşriklerin savaşın başındaki bu yenilgilerinden, daha sonraları, bir hiciv konusu olarak bahsedecek ve ‘Hârîsilerin kızı orada olmasaydı, siz köleler gibi çarşıda satılığa çıkarılırdınız’ diyecektir. Savaşın bu ilk anlarında, aynen Bedir’de olduğu gibi, gücüne çok güvenen Abdurrahman b. Ebû Bekir bireysel bir kahraman-hk gösterisi yaparak meydana çıktı. Gidişatı değiştirmek arzusundaydı. Kendisine rakip istedi. O zamana kadar Resûlüllah’m yanında müşrik sancaktarların öldürülmesini seyretmekle yetinen Ebû Bekir yerinden fırladı, fakat Resûlüllah kolundan yakalayıp, aynen Bedir’de olduğu gibi, ‘Sen bize lazımsın. Kılıcım kınına sok diyerek Ebû Bekir’in oğluna karşı çıkmasını önledi. Abdurrahman, sonraki yıllarda, Müslüman olduğu zaman ‘Eğer sen çıkmış olsaydın sana karşı savaşmaz geri çekilirdim’ dediğinde, Ebû Bekir ‘Vallahi karşına çıkıp seninle çarpışmayı arzulamıştım [244] cevabını vererek iman-küfür ayrılığının akrabalık bağından daha önemli olduğunu ifade etmiştir.
Meydanda teke tek çarpışmaların gerçekleştiği sırada Halid b. Velid komutasındaki süvari birliği birkaç kez Ayneyn tepesinin çevresini dolaşarak Müslümanların arkasına sarkmaya kalkıştı. Fakat tepedeki okçuların ok yağmuru altında geri çekilmek zorunda kaldılar. Uygun bir fırsat için beklemeye başladılar.
Bireysel çarpışmaları takiben savaş başladı. İki taraf birbirine girdi. Daha ilk anda peş peşe sancaktarlarını kaybetmiş olmaları müşrik ordusunda moral çöküntüsüne yol açmış, genel bir korku oluşmuştu. ‘Bedir ikinci kez mi yaşanacak?’ sorusu zihinlere saplanıp kalmıştı. Bedir’de de güçlüydüler, ama kaybetmişlerdi. Fakat bu sefer Bedir’e göre önemli bir avantaja sahip olduklarını düşünüyorlardı. Bu, intikam ateşiyle yanıyor olmalarıydı. Biliyorlardı ki, intikam ateşi sahip olunan gücü kat kat artıran bir duygudur.
Savaşın ilk anından itibaren çatışmaların en yoğun ve kızgın noktalan belli oldu. Hamza, Ali, Zübeyr b. Avvam, Mikdad b. Esved, Ebû Dücane, Sâ’d b. Ebî Vak-kas gibi yiğitler müşrik ordusuna fırtına gibi daldılar. Her biri etraflarındaki müşrik topluluğu darmadağın ederek ilerliyordu. Hamza iki elinde iki kılıç; ‘Ben Allah’ın aslanıyım, ben Resulûllah’ın aslanıyım’ diye savaşırken, her kılıç darbesi müşriklerden birisinin feryadıyla noktalanıyordu. ‘Kılıcımın hakkını kim verecek?’diye soran ve ‘kılıcın hakkını’ ‘Eğilip bükülünceye kadar düşmanla savaşmak’ olarak açıklayan Resûlüllah’ın kılıcını ‘Ey Allah’ın Resulü o kılıcın hakkım ben vereceğim [245] diyerek alan Ebû Dücane de elindeki kılıcın ‘hakkını verecek’ şekilde müşrik saflarının birisinden diğerine koşuşturup, müşrikleri darmadağın ediyordu. Diğerlerinin de bu yiğitlerden geri kalır tarafları yoktu. Zübeyr b. Avvam bir yanda Mikdad b. Esved bir başka yanda müşrik süvarilerine doğru hücum ediyorlardı. Ali ise müşrik ordusunun arasında fırtına gibi esmekteydi.
Herkesin birbirine girip, savaşın yoğun şekilde devam ettiği sırada bir grup Müslüman Ebû Süfyan’ı ele geçirme arzusuyla müşrik komuta merkezini gözlüyordu. Önceki gün evlendiği için Resûlüllah’m izniyle evinde kalıp orduya katılmamış, fakat sabah erkenden yola çıkıp savaşa katılmaya karar vermiş olan Hanzala b. Ebî Amr da Ebû Süfyan’ı gözleyenlerin arasındaydı. Onlar, müşrik lideri ele geçirerek sonucu çabuk alman ve kanın az aktığı bir savaşa vesile olmak arzusundaydılar. Hanzala kısa sürede beklediği fırsatı yakaladı ve Ebû Sûfyan’m karşısına Hikildi. Olanca gücüyle saldırıp, atının üzerinde savaşan Ebû Süfyan’ı yere serdi. Ebû Süfyan için son belliydi artık. Ölüm hemen yanı başındaydı. Son bir gayretle bağırmaya başladı; ‘Kureyşliler! Ben Ebû Süfyan’ım. Beni öldürecekler. Yardım edin; kurtarın beni. Yeni başlamış olan savaşın sonu çok çabuk belli olmuş, müşrik saflar darmadağın bir hâlde herkes kendi canının derdine düşüp kaçışmaya başlamıştı Askerlerini cesaretlendirmek için orduya katılan kadınlar da eteklerini yukarı toplayarak kaçıyorlar, bir yandan da kaçan askerlere ‘Kaçmayın, geri dönün, Bedir’in intikamını almaktan vaz mı geçtiniz?’ diye bağırıyorlardı. O kargaşa içinde Ebû Sûfyan’ın bagırtısını bir kişi duydu. Şeddad b. Esved, Ebû Süfyan’ı öldürmek üzere olan Hanzala’yı fark etti ve haince arkadan attığı mızrakla Hanzala’yı yere yıktı. Ebû Süfyan can havli ile yerden kalkıp arkasına bakmadan kaçarken; Şeddad, Hanzala’ya ikinci darbesini indirdi. Böylelikle Müslümanlar Uhud’daki ilk şehitlerini verdiler. Resulûllah’ın haber verdiğine göre melekler tarafından yıkanan şehit Hanzala, savaş alanından ahiretin esenliğine yükselen ilk Müslüman oldu. Eşinden başka kimsenin bilmediği bir durumu, Resûlüllah; ‘Meleklerin yerle gök arasında, gümüş bir kap içerisinde Hanzala’yı yağmur suyu ile yıkadıklarını gördüm [246] diyerek açıkladı. Çünkü O, gerdek gecesinin sabahı abdest alamadan yola çıkıp orduya katılmıştı. Uhud’dan sonra da Evslilerin gurur kaynağı oldu. Evsliler, her zaman, ‘Meleklerin yıkadığı Hanzala’mn yakınları’ olmakla övündüler.
Zafer kısa sürede Müslümanların oldu. Müşrikler hezimete uğradılar. Arkalarında birçok ölü ve yaralı bırakarak kaçmaya başladılar. Bedir ikinci kez yaşanıyordu, Bedir’in gülenleri tekrar gülmek; Bedir’in kahrolanları tekrar kahrolmak üzereydi. Müşrikler öylesine bir kaçışla savaş alanını terk ediyorlardı ki, müşrikler Abdullah b. Ebî Umeyye arkasına bakmadan kaçıp, ölmekten veya ağır yaralanmaktan kurtulan bütün dindaşlarının da arkasından geldiğini zannederek Taife kadar gitti. Taife gidince de Mekke ordusunun yenilip, perişan olduğu haberini verdi.
Değişen Gidişat
Müşriklerin kaçtığı, Müslümanların kovaladığı; Müslümanlardan bazılarının ise müşrik ordusunun ordugâhına girip ganimetleri toplamaya, ganimet eşyalarını istiflemeye başladığı anda gidişatı değiştirecek bir şey yaşandı. Ayneyn tepesine yerleştirilen okçular savaşın bittiğini görüp; zaferin Müslümanlara ait olduğundan emin bir halde yerlerini terk etmeye, ganimet toplayanların arasına katılmaya başladılar. Okçuların komutanı Abdullah b. Cübeyr direndi; yerlerini terk eden askerlerine Resûlüllah’ın talimatını hatırlattı. Onları durdurmaya çalıştı. Abdullah’ın ‘Yerinizi terk etmeyin! Durun! Siz Resulûllah’ın ‘Yensek de, yenilsek de benden bir haber gelmedikçe yerinizi terk etmeyin’ emrini bilmiyor musunuz? Resulûllah’ın emirlerini hatırlayın; komutanınıza itaat edin’ sözlerine, ‘Müşrikler perişan oldu, Resûlüllah yerimizde sağlam duralım diye öyle söylemişti. Artık savaş bittiğine göre burada beklemek gereksiz [247] karşılığını verdiler. Abdullah b. Cübeyr dahil olmak üzere tepede sadece on kişi kaldı, diğerleri yerlerini terk ettiler.Müşriklerin korkudan akılları başlarından gitmiş bir hâlde kaçıştıkları ve tepedeki Müslüman okçuların büyük çoğunluğunun görev yerlerini terk ettiği anda, müşriklerden Dırar b. Hattab okçuların boşalttığı tepeyi fark etti. Sesini duyurabileceği kadar uzaklıkta olan Halid b. Velid’e bağırdı: ‘Arkana bak, tepeye bak’. Savaşın başından beri hep bir fırsat kollayan Halid b. Velid beklediği ve beklemesine fazlasıyla değecek fırsatı bulduğundan emin bir hâlde komutasındaki süvarilerle birlikte tepeye doğru hücuma geçti. Tepede, Resûlüllah’ın emrine uyma noktasında en ufak gevşeklik göstermeyen on mücahitle, Halid b. Velid’in yüz kişilik süvari birliği arasında kısa süreli, ama yoğun bir çatışma yaşandı. Müslümanlar önce oklarıyla, okları bitince kılıçlarıyla süvari birliğini durdurmaya çalıştılar. Fakat hepsi de kısa sürede şehit oldular; vücutları aldıkları kılıç, mızrak darbelerinden tanınmayacak şekilde parçalandı. Müşrik süvari birliği adeta Bedir’in ve biraz önce yaşadıkları hezimetin intikamını tepedeki bu on Müslümandan aldı.
Bir kısmı müşrikleri kovalayan, bir kısmı ise müşriklerin bıraktıkları mallan toplamakla meşgul olan ve tepede olup bitenden habersiz bulunan Müslümanlar bir anda arkadan kuşatıldıklarını fark ettiler. Neye uğradıklarım şaşırdılar. Hiç beklenmeyen bir şekilde arkalarında buldukları düşman süvarileri karşısında şaşırıp kaldılar. Kendilerine gelip, silahlarına sarıhncaya, karşılık vermeye karar verinceye kadar olan oldu ve Müslüman gruplar arasındaki irtibat kesildi. Bu sırada kaçmakta olan müşrikler de geri döndüler ve saldırıya geçtiler. Müslümanlar artık iki ateş arasındaydılar. Her taraflarından sarılmışlardı. Üzerlerine yağan ok yağmurunun altında, kendilerine uzanmış kılıç ve mızrakların karşısında, üzerlerine yıldırım gibi gelen atların arasında darmadağın oldular. Her biri kendi canını kurtarmanın derdine düştü. Yaşanan panik öylesine büyüktü ki, bir kısmı kaçıyor, bir kısmı o panik içerisinde müşrik zannederek hemen yanındaki Müslümana saldırıyordu. Ebû Bürde b. Niyat, Üseyd b. Hudayr’ı; Ebû Zâ’ne ise Ebû Bür-de b. Niyat’ı; Cebbar b. Sahr, Hubab b. Münzir’i bu şekilde yaralarken; Utbe b. Mes’ud ise Huseyl b. Cabir’i yine aynı şekilde yanlışlıkla öldürdü. Daha birkaç dakika önce müşriklerin yaşadığı panik ve karışıklık, bu sefer aynıyla Müslümanlara geçmişti. Yine daha birkaç dakika önce müşrikler kaçıp canlarını kurtarmanın çabasını yürütürlerken, bu sefer Müslümanlar aynı duruma düşmüşlerdi.
Müslümanlardan hemen herkesin kaçıştığı sırada, yerinden hiç kıpırdamayan ve bir adım dahi geri gitmeyen sadece bir kişi vardı. O da Resûlüllah’tı. Müslümanlar Halid b. Velid komutasındaki süvari birliğinin ani saldırısına uğradığında Resulüllah savaşı izlemekte, ordusunu sevk ve idare etmekteydi. Ancak bir anda Müslümanların darmadağın olmasıyla yanında sadece dokuz Müslüman kalmış; ordusuyla bağlantısı kopmuştu. Önünde iki seçenek vardı; ya kuşatma altındaki ordusunu terk edip kendi canını kurtarmak için dağa çıkıp saklanacak, ya da ordusunu tekrar kendi etrafında toplamanın bir yolunu bulacak. Birinci tercih kendisi ve yanındaki dokuz Müslüman için en kolay ve güvenilir olandı. Ancak bu durumda diğer Müslümanların mahvolacağı kesindi. İkinci yol ise kendisi açısından çok riskli, ama orduyu kurtarmanın tek yoluydu. Tereddüt etmeden ikincisini tercih etti. Müslümanlardan önce müşriklerin duyacağını ve Müslümanlardan önce müşriklerin kendisine ulaşacağını bilmesine rağmen, Müslümanlara seslenmeye, onları yanma çağırmaya başladı: ‘Müslüman!ar.’ Buraya gelin! Yanıma gelin! Ben Allah’ın Resulüyüm. [248] Ancak Müslümanlardan O’nun bu seslenişini çok az kişi duydu. Çoğu kaçışmakta, bir an önce dağa tırmanarak, dağın taşları arasında siperlenmenin; saklanmanın çabasını gütmekteydi. Bazıları ise o kaçışla Medine’ye kadar gitmişti. Medine’ye kadar kaçanların ilki Sâ’d b. Osman’dı. Savaş alanını terk ettiği sırada duyduğu Resûlüllah’ın öldürüldüğü haberini Medine’ye ulaştırmıştı. Medine’deki kadınlar savaştan kaçanları aşağılayıp, azarlarlarken; Resûlüllah’ın vekil olarak Medine’de bıraktığı Ibn Ümm-ü Mektûm ise iki gözü de görmez bir hâlde Medine sokaklarına çıkmış ‘Beni Uhud’a götürün! Beni Uhud’a yöneltin [249] diye yalvarıyordu.
Zırhın içinde olduğu için daha önce tanıyamadıkları Resûlüllah’ı Müslümanlara seslenişiyle tanıyan müşrikler, Resûlüllah’a yöneldiler. Resûlüllah’ın üzerine hücum etmeye başladılar. Bu sırada kendi aralarında özel plan yapanlar da vardı. Müşriklerden Abdullah b. Şihab, Utbe b. Ebî Vakkas, Abdullah b. Kanıia ve Ubeyy b. Halef aralarında konuşup, birbirleriyle yardımlaşarak Resûlüllah’ı öldürme konusunda anlaşmışlardı. Kararlarını uygulamaya koymak için de hemen harekete geçtiler. Resûlüllah’ın sesinin geldiği taraftaki küçük gruba doğru saldırıya geçtiler.
Savaşın gidişatı değişip, mevcut durum Müslümanların aleyhine dönünce, sayıları savaşın ilerleyen dakikalarında sürekli değişen bir grup Müslüman Resûlüllah’ı aralarına aldılar. Sayıları genellikle on civarında olan bu Müslümanlar, Resûlüllah’a yönelik saldırıları canları pahasına durdurmaya çalışıyorlardı. Müşriklerin ok yağmuruna, kılıç ve kalkan saldırılarına vücutlarını siper ederek sevgili peyerlerini korumanın çabasını yürütüyorlardı, tik saldırılar sırasında Resûlüllah’ın yanındaki Müslümanlardan yedisi Resûlüllah’ı korumak amacıyla vücutlarını siper ettikleri için şehit oldular. O zamanlar müşrik saflarında bulunan Ebû Nemr-i Kinanî o anın bir tanığı olarak şunları anlatmıştır: ‘öldürmek amacıyla Resûlüllah’a bakıyordum. Müslümanlar O’nu aralarına almış korumaya çalışıyorlardı. Ok atmayahaşladık. Ben de elli civarında ok atmış Resûlüllah’ı korumaya çalışan birçok Müslümana isabet ettirmiştim. Aralarında Resulüllah olmak üzere o Müslümanlar ok yağmuru altında birbirlerine kenetlenmişlerdi, üzerlerine her taraftan ok yağıyordu. [250]
Ok yağmurunun altındaki Müslümanlar bir yandan vücutlarını siper ettikleri Resûlüllah’ı korumaya çalışırlarken, bir yandan da müşrik saldırılarını durdurmanın çabasını yürütüyorlardı. Bazıları elindeki kılıçla ilerleyip en yakınındaki müş-riği püskürtmeye çalışırken, oku ve yayı olanlar ise attığı oklarla müşriklerin ok sağanağına karşılık vermeye çalışıyordu. Sehl b. Huneyn ok atan Müslümanlardandı. Ustaca attığı oklarla müşriklere zor anlar yaşatıyor, Resulullah’a yaklaşmalarını önlüyordu. Sâd b. Ebî Vakkas da ok atan Müslümanlardan bir diğeriydi. O da ustaca attığı oklarıyla Resûlüllah’ı korumaya, O’na yönelen müşrikleri geri püskürtmeye çalışıyordu. Savaşın o en kızgın anlarını kendisi şöyle anlatmıştır: ‘Uhud günü Müslümanlar Resûlüllah’ın yanından uzaklaşıp kaçışmaya başladıkları zaman ben de bir kenara çekildim. Kendimden ne şehitlik arzusunu ne de kurtulma arzusunu uzaklaştırabiliyordum. Bir ara Mikdad’ın ‘Resûlüllah seni çağırıyor’ diye bana seslendiğini du’ydum.’Nerede’ diye sordum. Resûlüllah’ın bulunduğu yeri gösterdi. Hemen kalkıp yanına vardım. Yanına vardığım zurnan hiç korkum kalmamıştı. Resûlüllah bana ‘Ey Sâ’d neredeydin?’ diye sordu. Ben de ‘Ey Allah’ın Resulü! Savaş alanındayım dedim. Daha sonra Resûlüllah’ın önüne oturup ok atmaya başladım. Her atışta: ‘Allahım bu senin okundur! Onunla düşmanı vur’ diyordum. Resûlüllah da ‘Allahım! Sâ’d’ın duasını kabul et. Sâ’d’ın atışını, okunu doğrult. Devam et Sâ’d! Anam, babam sana feda olsun!’ diyordu. O, her ok atışımda aynı duayı yapıyordu. Ok çantam boşalınca, Resûlüllah kendi çantasınâaki oklan da birer birer yayına yerleştirip bana verdi. O, oklan yaya yerleştirmekte herkesten daha çabuk ve gayretli idi. [251]
- Önceki Konu
- Sonraki Konu