Aktif Üye
- Görüntüleme: 16K
- Cevaplar: 3
UNUTULAN iSTANBUL GELENEKLERi
Eski İstanbul sakinlerinin ritüelleri, şehrin gizem dolu bir yanını daha ele veriyor. Kenti tanımak ve geçmişiyle yüzleşmek isteyenler için hazırlanan ‘İstanbul’un 100 Adeti’ kitabı, İBB Kültür A.Ş. tarafından hazırlandı. Kitaptan seçtiğimiz gelenekler, şehrin sosyal hayatına ışık tutuyor
MEKTEP SEYİRLERİ VE KAPAMA
Eski İstanbul’da ilkbahar geldiğinde öğrencileri mesire yerlerine götürmeye, “mektep seyri ve kapama” denirdi. Genelde Çırpıcı ve Veliefendi çayırlarında yapılan bu eğlencelerde, çocuklara etli pilav, bademli-sütlü helvalar yedirilir, çevredekilere de ikram edilirdi. Mesireye çıkma günü geldiğinde öküz arabalarının üzeri tenteyle örtülür, yastık ve pamuk şiltelerin etrafı defne yapraklarıyla süslenirdi. Mektep seyri alayına genelde veliler de eşlik ederdi. Arabaların önünde bugünün palyaçoları olarak adlandırılabilecek, yüzleri boyalı soytarılar geçer, çocukları eğlendirirdi. Mektep seyri alayının geçtiğini öğrenen halk sokağa çıkarak eğlencelere eşlik edip çocukları yolculardı. Bu adetin bir adının da “kapama” olmasının sebebi ise, okulun kapanma döneminde taş mekteplere verilen kapama paralarıydı. Mektep seyirlerinin masrafı bu paradan sağlanır, okul kapandığında bu paralarla alınan ayakkabı ve giysiler fakir öğrencilere dağıtılırdı.
BEYAZIT DUTLUĞU
İstanbul halkı, Bayezid Camii’nden ötürü meydandaki ağaçların ve meyvelerinin şifalı olduğuna inanırdı. Eski İstanbullular konuşmayan, kekeme olan veya dili tutulan çocuklarını bu dutluğa getirir, dilleri düzelsin diye şifa niyetine dut yedirirlerdi.
18’inci yüzyılın sonlarına kadar Beyazıt Meydanı’nda 40 kadar dut ağacı vardı. Haziran ve temmuz aylarındaki “dut zamanı” boyunca, İstanbul halkı şifalı dutlardan yemek için meydana gider, Beyazıt bu dönemde en hareketli zamanlarını yaşardı. İstanbul halkı, buradaki ağaç ve meyvelerinin şifalı olduğuna inanırdı. Eski İstanbullular konuşma bozukluğu yaşayan çocuklarını buraya getirir, şifa niyetine dut yedirirlerdi. Bunun yanında kulunç rahatsızlığı çeken İstanbullular da cuma sabahları Bayezid Hamamı’na gelir, ayaklarını dut dallarına basmış çocuk hafızlar bu hastaların sırtlarını çiğnerlerdi. Beyazıt’taki ağaçların gövdesine de saygı gösterilirdi. Herkes bu ağaçlara çıkıp dut toplayamazdı. Bu işi yapmak için 40 kişi seçilirdi. Bu gençler dut zamanı boyunca abdest aldıktan sonra namaz kılar, ilahiler eşliğinde meydanı dolaştıktan sonra dutları silkelerdi. Sonra da gümüş kepçelerle “Sultan Bayezid-i Veli ruhuna” diye bağırarak dağıtırlardı.
ATEŞ GECESİ
İstanbul Rumlarının 24 Haziran’da meydan ve açıklıklarda büyük ateşler yakarak kutladığı “ateş gecesi”, Ayios Yuannis adına düzenlenirdi. Rumlar bu gecede dans edip şarkılar söyleyerek ateşin üzerinden atlar, bunu uğur sayarlardı. Yahudiler arasında da ateş gecesine benzer bir adet vardı. Kamış bayramının son günü, büyükçe bir ateş yakılırdı. Hahamların eski elbise ve kuşaklarından yapılan meşaleleri Yahudiler yakar ve dualar, ilahiler eşliğinde dolaşırlardı.
BÜLBÜL DİNLEME ADETİ
Eski İstanbul’da bülbülleriyle ünlü birçok yer vardı. İstanbul halkı, biri Üsküdar, diğeri Eyüp’te bulunan ve Bülbülderesi adıyla anılan iki mesire yerine giderek bülbülleri dinlemeyi adet edinmişti. Bunun dışında bazı mehtap seyri davetleri, bülbül dinlemek üzere ertesi güne sarkıtılır, ayrıca bülbül yatağı olan bağ, bahçe ve korulara yakın oturanlar, uzak semtlerdeki yakınlarını sırf bülbül dinlemeye davet ederlerdi. İstanbul’da bülbülleriyle ünlü yerlerin başında Çubuklu, Göksu, Alemdağ, İstinye, Emirgan, Eyüp, Üsküdar ve Kanlıca’daki bahçe ve korular geliyordu.
MÜJDECİ
İstanbul’da I. Dünya Savaşı’na kadar süren, hacca gidenlerin yolda soygun, salgın gibi felaketlere uğrayıp uğramadıklarını, başlarına iş gelip gelmediğini, hac görevlerini tamamlayıp sağ salim Şam’a varıp varmadıklarını öğrenmek üzere müjdeci gönderme adeti vardı. Surre alayıyla beraber İstanbul’dan yola çıkan müjdecibaşı, ikinci müjdeci ve diğer müjdecilerin İstanbul’a dönüşü sevinçle karşılanır, hacca gidenlerin durumları hakkındaki bilgiler bu insanlardan alınırdı.
SEYR-İ BAHAR
İstanbulluların ilkbaharda kırlara çıkma adetine “seyr-i bahar” denirdi. Bu adet, özellikle Lale Devri’nde bir tutku halini almıştı. Seyr-i bahar için tercih edilen yerler, Kağıthane Mesiresi, Boğaz köyleri, tepeler, Küçüksu ve Göksu Vadileri, Sultaniye ve Baltalimanı Çayırı’ydı. İnsanlar gruplar halinde şarkılar, türküler söyler, şairler yeni yazdıkları kasideleri, bahariyeleri okurlardı.
Seyr-i bahar için Kağıthane Mesiresi’ne gidenler önce Eyüp Sultan’ı ziyaret eder, çarşıdaki aşçı dükkanlarında Eyüp kebabı, üzerine de Eyüp kaymağı yedikten sonra yanlarına da nevale alarak, Karaağaç ve Bahariye’de dolaşmaya çıkarlardı.
Eski İstanbul sakinlerinin ritüelleri, şehrin gizem dolu bir yanını daha ele veriyor. Kenti tanımak ve geçmişiyle yüzleşmek isteyenler için hazırlanan ‘İstanbul’un 100 Adeti’ kitabı, İBB Kültür A.Ş. tarafından hazırlandı. Kitaptan seçtiğimiz gelenekler, şehrin sosyal hayatına ışık tutuyor
MEKTEP SEYİRLERİ VE KAPAMA
Eski İstanbul’da ilkbahar geldiğinde öğrencileri mesire yerlerine götürmeye, “mektep seyri ve kapama” denirdi. Genelde Çırpıcı ve Veliefendi çayırlarında yapılan bu eğlencelerde, çocuklara etli pilav, bademli-sütlü helvalar yedirilir, çevredekilere de ikram edilirdi. Mesireye çıkma günü geldiğinde öküz arabalarının üzeri tenteyle örtülür, yastık ve pamuk şiltelerin etrafı defne yapraklarıyla süslenirdi. Mektep seyri alayına genelde veliler de eşlik ederdi. Arabaların önünde bugünün palyaçoları olarak adlandırılabilecek, yüzleri boyalı soytarılar geçer, çocukları eğlendirirdi. Mektep seyri alayının geçtiğini öğrenen halk sokağa çıkarak eğlencelere eşlik edip çocukları yolculardı. Bu adetin bir adının da “kapama” olmasının sebebi ise, okulun kapanma döneminde taş mekteplere verilen kapama paralarıydı. Mektep seyirlerinin masrafı bu paradan sağlanır, okul kapandığında bu paralarla alınan ayakkabı ve giysiler fakir öğrencilere dağıtılırdı.
BEYAZIT DUTLUĞU
İstanbul halkı, Bayezid Camii’nden ötürü meydandaki ağaçların ve meyvelerinin şifalı olduğuna inanırdı. Eski İstanbullular konuşmayan, kekeme olan veya dili tutulan çocuklarını bu dutluğa getirir, dilleri düzelsin diye şifa niyetine dut yedirirlerdi.
18’inci yüzyılın sonlarına kadar Beyazıt Meydanı’nda 40 kadar dut ağacı vardı. Haziran ve temmuz aylarındaki “dut zamanı” boyunca, İstanbul halkı şifalı dutlardan yemek için meydana gider, Beyazıt bu dönemde en hareketli zamanlarını yaşardı. İstanbul halkı, buradaki ağaç ve meyvelerinin şifalı olduğuna inanırdı. Eski İstanbullular konuşma bozukluğu yaşayan çocuklarını buraya getirir, şifa niyetine dut yedirirlerdi. Bunun yanında kulunç rahatsızlığı çeken İstanbullular da cuma sabahları Bayezid Hamamı’na gelir, ayaklarını dut dallarına basmış çocuk hafızlar bu hastaların sırtlarını çiğnerlerdi. Beyazıt’taki ağaçların gövdesine de saygı gösterilirdi. Herkes bu ağaçlara çıkıp dut toplayamazdı. Bu işi yapmak için 40 kişi seçilirdi. Bu gençler dut zamanı boyunca abdest aldıktan sonra namaz kılar, ilahiler eşliğinde meydanı dolaştıktan sonra dutları silkelerdi. Sonra da gümüş kepçelerle “Sultan Bayezid-i Veli ruhuna” diye bağırarak dağıtırlardı.
ATEŞ GECESİ
İstanbul Rumlarının 24 Haziran’da meydan ve açıklıklarda büyük ateşler yakarak kutladığı “ateş gecesi”, Ayios Yuannis adına düzenlenirdi. Rumlar bu gecede dans edip şarkılar söyleyerek ateşin üzerinden atlar, bunu uğur sayarlardı. Yahudiler arasında da ateş gecesine benzer bir adet vardı. Kamış bayramının son günü, büyükçe bir ateş yakılırdı. Hahamların eski elbise ve kuşaklarından yapılan meşaleleri Yahudiler yakar ve dualar, ilahiler eşliğinde dolaşırlardı.
BÜLBÜL DİNLEME ADETİ
Eski İstanbul’da bülbülleriyle ünlü birçok yer vardı. İstanbul halkı, biri Üsküdar, diğeri Eyüp’te bulunan ve Bülbülderesi adıyla anılan iki mesire yerine giderek bülbülleri dinlemeyi adet edinmişti. Bunun dışında bazı mehtap seyri davetleri, bülbül dinlemek üzere ertesi güne sarkıtılır, ayrıca bülbül yatağı olan bağ, bahçe ve korulara yakın oturanlar, uzak semtlerdeki yakınlarını sırf bülbül dinlemeye davet ederlerdi. İstanbul’da bülbülleriyle ünlü yerlerin başında Çubuklu, Göksu, Alemdağ, İstinye, Emirgan, Eyüp, Üsküdar ve Kanlıca’daki bahçe ve korular geliyordu.
MÜJDECİ
İstanbul’da I. Dünya Savaşı’na kadar süren, hacca gidenlerin yolda soygun, salgın gibi felaketlere uğrayıp uğramadıklarını, başlarına iş gelip gelmediğini, hac görevlerini tamamlayıp sağ salim Şam’a varıp varmadıklarını öğrenmek üzere müjdeci gönderme adeti vardı. Surre alayıyla beraber İstanbul’dan yola çıkan müjdecibaşı, ikinci müjdeci ve diğer müjdecilerin İstanbul’a dönüşü sevinçle karşılanır, hacca gidenlerin durumları hakkındaki bilgiler bu insanlardan alınırdı.
SEYR-İ BAHAR
İstanbulluların ilkbaharda kırlara çıkma adetine “seyr-i bahar” denirdi. Bu adet, özellikle Lale Devri’nde bir tutku halini almıştı. Seyr-i bahar için tercih edilen yerler, Kağıthane Mesiresi, Boğaz köyleri, tepeler, Küçüksu ve Göksu Vadileri, Sultaniye ve Baltalimanı Çayırı’ydı. İnsanlar gruplar halinde şarkılar, türküler söyler, şairler yeni yazdıkları kasideleri, bahariyeleri okurlardı.
Seyr-i bahar için Kağıthane Mesiresi’ne gidenler önce Eyüp Sultan’ı ziyaret eder, çarşıdaki aşçı dükkanlarında Eyüp kebabı, üzerine de Eyüp kaymağı yedikten sonra yanlarına da nevale alarak, Karaağaç ve Bahariye’de dolaşmaya çıkarlardı.