
BULUT
Super Moderator
- Görüntüleme: 1K
- Cevaplar: 2
TOPYEKUN KUŞATILMA : HENDEK SAVAŞI
Ey Allah’ın Resulü! Müşriklerle anlaşma girişimini bizlerin canını kurtarmak düşüncesiyle yapıyorsan, yapma. Biz de bir zamanlar bu topluluk gibi Allah’a şirk koşar, putlara tapardık. Allah’a ibadet etmeyip putlara yönelirken dahi bunlara boyun eğmezdik. Satın almaları dışında malımızdan bir tek hurma yemeyi dahi akıllarından geçiremezlerdi. Şimdi Allah bizi islâm’la şereflendirdi, islâm’la doğru yol bulmuş ve onunla kuvvetlenmişken ve sen de aramızda iken mallarımızı onlara haraç olarak mı vereceğiz? Olmaz! Buna gerek yok. Vallahi bizler Allah bizlerle onlar arasındaki hükmünü verinceye kadar savaşmaya hazırız. Onlara verecek tek şeyimiz kılıçlarımızdır. [201]Ey iman edenler! Allah’ın size olan nimetini hatırlayın; hani size ordular saldırmıştı da, biz onlara karşı bir rüzgâr ve sizin görmediğiniz ordular göndermiştik. Allah ne yaptığınızı çok iyi görmektedir… Allah, o inkar edenleri hiçbir fayda elde edemeden öfkeleri ile geri çevirdi. Allah(m yardımı) savaşta müminlere yetti. Allah güçlüdür, mutlak galiptir. [202]
Dûmet’ul Cendel, Hicaz-Suriye ticaret yolu üzerinde yer alan eski bir ticaret merkeziydi. Medine’ye 15 günlük mesafede bulunan Dûmet’ul Cendel’de büyük bir panayır kurulur, uzak bölgelerden gelen tüccarlar bu panayırda alış-veriş yaparlardı. Bir ara, Kudâ’a ve Gassân kabilelerine mensup bir eşkıya grubunun bölgedeki tüccarların mallarını yağmaladıkları ve güçlenince Müslümanlara saldırmayı planladıkları haberleri Medine’ye ulaştı. Eşkıya grubunun ticaret yolunun güvenliğini yok etmesi, Medine’ye olan erzak akışına zarar veriyordu. Hz. Peygamber hem ticaret yolunun güvenliğini temin etmek ve hem de Müslümanlara yönelik potansiyel bir düşman topluluğunu dağıtmak için Dûmet’ul Cendel’e yönelik bir askerî harekâta karar verdi. Resulüllah’ın komutasındaki bin kişilik islâm ordusu Medine’den ayrıldı (25 Ağustos 626) ve gündüzleri dinlenerek, geceleri yolculuk yaparak düşman topluluğunun hiç beklemediği bir anda Dûmet’ul Cendel’e vardı. Müslümanlar Dûmet’ul Cendel’e varınca karşılarında düzenli bir birlik ve hatta topluluk dahi bulamadılar. Anlaşıldı ki, Medine’ye saldırmak düşüncesine sahip olanlar dağınık şekilde hareket eden bir serseri grubundan başkası değilmiş. Bu grup, Müslümanların üzerlerine geldiğinden haberdar olunca dağılmıştı. İslâm ordusu birkaç gün Dûmet’ul Cendel’de kaldı ve sonra Medine’ye döndü.
Dûmet’ul Cendel harekâtı, Müslümanların, bütün dost ve düşmanlara, kendilerine yönelik en küçük düşmanca girişime bile sessiz kalmayacaklarının mesajını vermiş olması açısından önemli bir harekâttı. Bu aynı zamanda Müslümanların gittikçe genişleyen bir hakimiyet bölgesinde herhangi bir kanunsuzluğa, yağmacılığa izin vermeyeceklerinin; bölgenin hakim topluluğu olduklarının mesajını da veren bir harekâttı. Müslümanlar kendilerine 15 günlük mesafede yer alan uzak bir bölgedeki mal ve can güvenliğini yok eden küçük bir oluşuma müdahale etmişlerdi. Bu nedenlerle bölgenin başına buyruk kabileleri Müslümanların müdahalesinden çok rahatsız oldular. Artık istedikleri gibi hareket etme serbestliğinin yok olduğunu, yanlış işlerinde hesap soran birilerinin bulunduğunu bizzat yaşayarak öğrenmiş oldular. Bu, büyük oranda gelenekselleşmiş bir özelliği; bir boyunduruğa girmeden, herhangi bir sorumluluk hissetmeden istedikleri zaman istedikleri gibi davranma özelliklerini yok eden bir durumdu.
Müslümanların egemenlik alanlarım genişletmeleri yeni düşmanlar edinmelerine yol açıyordu. Dûmet’ul Cendel harekâtıyla olan da bu idi. Ve daha da önemlisi Dûmet’ul Cendel harekâtı özellikle bir topluluğu çok rahatsız etmişti. Bunlar Hayber’de yaşayan Yahudilerdi. Hayber Yahudileri için Dûmet’ul Cendel’in önemi büyüktü. Bu ticaret merkezinde istedikleri gibi davranıyor, istedikleri kurallara göre hareket edebiliyor ve ticarî oyunlarla bölgenin profesyonel olmayan tüccarlarını istedikleri gibi aldatabiliyorlardı. Müslümanlar Dûmet’ul Cendel’deki kanunsuzluğa müdahale edince, Hayber Yahudileri bunu kendi egemenlik alanlarına müdahale olarak algıladılar.
Ayrıca Medine’den kovulmuş Nadirlerin önemli bir kısmı Hayber’deki dindaşlarının yanma yerleşmişlerdi. Kalpleri Müslümanlara karşı kin ve düşmanlıkla doluydu. Yurtlarını, evlerini Müslümanlar nedeniyle terk etmek zorunda kalmalarının acısını yaşıyorlardı. Müslümanların, Dûmet’ul Cendel harekâtı ile dolaylı bir şekilde de olsa, kendilerinin ticarî faaliyetlerine de müdahale etmeye başladıklarını gördüler. Müslümanları yok etmeden, İslâm’ı Medine’den kazıyıp silmeden rahat edemeyeceklerini daha da yoğun bir şekilde düşünmeye başladılar. Yapılacak şey, Müslümanlara yönelik rahatsızlıklarını açıkça ifade eden veya çeşitli nedenlerden dolayı düşmanlığını açığa vurmaktan çekinen Arap kabilelerini bir organizasyonla birleştirip, Müslümanların üzerine salmaktan geçiyordu. Neredeyse tüm Arapların dini lideri konumunda bulunan ve yine tüm Arapların yanında itibar sahibi olan Kureyş’i harekete geçirmek ve onun liderliğinde bir geniş cephe oluşturmak ise problemi çözerdi.
İntikam Savaşının Hazırlıkları
627 yılının Mart ayında gerçekleşen ve Kur’an’da ‘Hizipler (müttefik düşman grupları) Savaşı’ veya Medine’yi savunmak amacıyla kazılan hendek nedeniyle ‘Hendek savaşı’ olarak isimlendirilen ve daha çok da bu ikinci isimle tanınan savaş, Kureyş’in liderliğinde toplanan Arap topluluklarının Müslümanları tamamen imha etmek arzusuyla gerçekleştirdikleri bir girişimin sonucudur. Müslümanları yok etmek amacı taşıyan bu savaşın bütün finansmanı Yahudiler tarafından karşılanmış ve böylelikle putperest Arapları da aşan, oldukça geniş bir müşrik cephenin islâm karşıtı girişimi olarak anlam kazanmıştır. Savaş kararının alınması ve hazırlıkları şu şekilde gerçekleşmiştir:Medine’den kovulan Nadir Yahudilerinden Hayber’e yerleşenler, Hayber Yahudilerinin de teşvik ve destekleriyle, Müslümanları yok etmek için bir savaş organize etmeye karar verdiler. Böyle bir savaşı fiilen kendilerinin gerçekleştirmesi mümkün değildi; hem Müslümanları yok etmelerini sağlayacak bir ordu teşkil edecek kadar kalabalık değillerdi ve hem de bir ucunda ölümün olduğu savaşa fiilen katılmak işlerine gelmiyordu. Amaçlarına müşrik Arapları aracılığıyla ulaşabileceklerini düşündüler. Yapılması gereken tek şey, Arapları harekete geçirecek bir organizasyonu gerçekleştirmekten ibaretti. Arapların, masrafları karşılanmış bir savaşa ‘hayır’ demeyeceklerini biliyorlardı. Bu iş için Kureyş iyi bir başlangıçtı. Planlarını ve yapılacak işleri kendi aralarında ayrıntılı şekilde görüştükten sonra bir heyeti Mekke’ye gönderdiler. Yahudi heyeti Mekke eşrafıyla görüşüp, Müslümanlara yönelik bir savaş için teşvik ettiler. Bu konuda ellerinden gelen her türlü desteği vereceklerini söylediler. Kureyş eşrafı biraz kuşkuluydu.
Yahudi heyetine ‘Siz Muhammed’e karşı bize yardım edeceğinizi söylüyorsunuz, ama siz de kitap ehlisiniz. Muhammed’e bizden daha yakınsınız- Sonuna kadar bize destek vereceğiniz konusundan kuşkularımız var. Eğer yardımlarınızda samimi iseniz bizim dinîmize mensup olun; putlarımıza itaat edin [203] teklifinde bulundular.
Yahudi heyeti, maddî menfaatlerini her şeyin önüne koymuş bir topluluğun temsilcileri olarak, Mekke eşrafının isteğini yerine getirmekten, putperestliği övmekten geri durmadı. Putlar için olumlu ve güzel şeyler söylediler. Hatta daha da ileri gidip, putperestliğin İslâm’dan daha doğru olduğunu, bu nedenle İslâm’ın muhakkak yok edilmesi gerektiğini dile getirdiler. Kendileri kitap ehli olmalarına rağmen, putperestliği vahye dayanan bir dine üstün tutmaları olabilecek şey değildi. Ama menfaatleri nedeniyle bunu yapmaktan geri durmadılar. Onların bu rezil durumları bir grup ayete konu oldu. Söz konusu ayetler şöyledir: ‘Kendilerine Kitap’tan nasip verilenleri görmedin mi? Onlar putlara ve tağuta inanıyorlar ve diğer kâfirler için: ‘Bunlar, Allah’a iman edenlerden daha doğru yoldadır’ diyorlar! Bunlar, Allah’ın kendilerine lanet ettiği kimselerdir. Allah kime lanet ederse, artık ona, gerçek bir yardımcı bulamazsın. Yoksa onların mülkten (hükümranlıktan) bir hisseleri mi var? Eğer öyle olsaydı insanlara çekirdek kadar bir şey bile vermezlerdi. Yoksa onlar, Allah’ın lütfundan insanlara verdiği şeylere karşı haset mi ediyorlar? Oysa İbrahim soyuna Kitab’ı ve hikmeti verdik ve onlara büyük bir hükümranlık bahşettik. Onlardan bir kısmı ibrahim’e inandı, kimi de ondan yüz çevirdi; (onlara) kavurucu bir ateş olarak cehennem yeter.[204]
Mekke’nin liderleri Yahudilerin sözlerinden hoşlandılar. Onların teşvik ve destekleriyle, aslında o an için pek de istekli olmadıkları bir savaş için tekrar heveslendiler. Ancak bazı sıkıntıları vardı. O zamanlar Mekke’nin en önemli sıkıntısı, Müslümanların engellemesi nedeniyle ticaret yapamamalarıydı. Haram aylarda Mekke’ye gelen tüccarlarla gerçekleştirdikleri küçük ticarî faaliyetlerle geçimlerini sağlamaya çalışıyorlardı. Hicretten sonra Mekke ekonomisi büyük zarar görmüş, artık büyükçe bir ordunun masrafını karşılayamayacak hale gelmişti. Ayrıca bir yıldır süren kuraklık nedeniyle kendilerini ve hayvanlarım doyuracak yiyecekten de mahrumdular. Bu kurak mevsimde ordunun ihtiyacını karşılamak için yiyecek ve su taşıyacak daha fazla deveye ihtiyaçları vardı. Mekke eşrafı, Yahudi heyetine, tekliflerini beğendiklerini, Müslümanların bir an önce imha edilmesi gerektiği konusunda hemfikir olduklarını bildirdikten sonra, çok istedikleri bir savaştan kendilerini alıkoyan ekonomik engellerini sıraladılar. Yahudiler bunu bekliyorlardı. Böylesi bir duruma hazırlıklıydılar. Ekonomik konuları düşünmemelerini, ellerinden gelen yardımı vereceklerini bildirdiler. Bunda samimi olduklarını, desteklerini sonuna kadar sürdürmeye kararlı olduklarını belirtmeyi de ihmal etmediler. Çok zengin olan Yahudilerin yardım vaatleri karşısında Mekke eşrafı için problem çözülmüştü; memnuniyetle ‘O zaman iş tamam’ dediler.
Madem ki Müslümanlara karşı yapılacak savaş topyekün imha savaşı olacaktı, bu durumda bölge kabilelerinin de desteğini almak gerekiyordu. Böylesi bir savaş sadece Kureyş ile gerçekleştirilemezdi. Zira, Kureyş’in çıkarabileceği savaşçı sayısı iki binden fazla değildi. îki bin kişilik bir ordu ise Müslümanları yok etmek amacında olan bir girişim için zayıf kalırdı. Bu nedenle diğer Arap kabilelerin de desteğini almak gerekiyordu. Ancak diğer Arap topluluklarının da desteklediği ve fiilen içinde yer aldıkları bir savaşla Müslümanları yok etmek mümkün olabilirdi. Mekke eşrafı Müslümanlara yönelik bir savaş için hazır olduklarını bildirdikten sonra, diğer kabilelerin de desteğinin sağlanması gerektiğini söylediler. Yahudi heyeti, bu konuyu dert etmemelerini, diğer kabile temsilcileriyle görüşüp onların yardımlarını sağlamak için ellerinden geleni yapacaklarım söylediler.
Yahudi heyeti Mekke eşrafına çok cömert davrandı. Eşrafın dile getirdiği her problemi çözecek bir teklif sundular. Mekke eşrafı, nihayet Müslümanları imha edecekleri bir savaşın gerçekleşeceği düşüncesiyle sevinip, sonucun kendilerinin zaferiyle sonuçlanacağına emin bir halde, savaşın tarihini de konuşmayı teklif ettiler. İstiyorlardı ki her şey bir anda olup bitsin. Fakat Safvan b. Umeyye, arkadaşlarının heyecanlı tavırlarından uzak kalmayı başarmış birisiydi. Arkadaşlarıyla Yahudilerin heyecanlı ve sevinçli bir şekilde savaşın tarihini ve hazırlıklarını konuşmaya başladıkları bir anda devreye girerek ‘Yapmayın!’ dedi; ‘Daha Önce Muhammed’i tehdit edip savaşa davet ettik. O sözünde durdu biz duramadık. Sonunda o yüceldi, biz rezil olduk. En iyisi gerekli hazırlıklara başlayalım. Acele edip şimdiden savaşın tarihini belirlemeydim. Ne olacağı belli olmaz’.
Yahudi heyeti, Mekke eşrafıyla görüşüp anlaştıktan sonra, savaşta yer almalarını sağlamak için diğer Arap kabilelerine gittiler. Görüştükleri topluluk temsilcilerine, Müslümanlarla savaşmanın zorunlu olduğunu ikna edici bir dille anlatıp, Kureyş’in böylesi bir savaşa hasırlandığını ve onların muhakkak desteklenmesi gerektiğini söylediler. Kabilelerden bazıları ekonomik gerekçeler ileri sürüp, savaşa pek istekli davranmadılar. Fakat, Yahudiler maddî konularla ilgili bu gerekçeleri çözmede cömert davranıp, kabile reislerini ikna ettiler. Kabileler içerisinde Müslümanlarla savaşmaya en isteksiz görünenler Gatafanlardı. Müslümanlara yönelik savaşların büyük kayıplara neden olduğunu söylüyorlardı. Ancak Yahudi heyet onları da ikna etmekte zorlanmadı. Onlara karşı daha da fazla cömert davranıp Hayber’in bir yıllık hurma ürününü vaadettiler. Bu iyi bir teklifti. Gatafan temsilcileri söz konusu teklifi anında kabul ettiler. Böylelikle bölgedeki büyük Arap kabilelerinin büyük çoğunluğu Müslümanlara yönelik bir savaş için hazırlıklara başladılar. Yahudi heyeti görevini gerektiği gibi yapmış olmanın keyfi ile Hayber’e döndü. Yahudiler, planlanan savaşa insan gücü ile katılmayacaklar, ama savaşın masraflarını karşılayacaklardı.
Savaş hazırlıkları, Müslümanlara hissettirmeden gizlice sürdürüldü. Uzun sayılmayacak bir süre içerisinde de tamamlandı. Plan gereği her kabile belirli bir tarihte yola çıkacak, aynı yönden gelenler yolda birleşecek, farklı yönlerden gelenlerle ise Medine önünde buluşulacaktı. İttifak ordusunun liderliğini Kureyş yapacaktı. Başkomutan Ebû Süfyan olacaktı. Yaklaşık bin beş yüz kişiden oluşan Mekke ordusu, Müslümanları yok etmeyi amaçladıkları savaş için Şubat ayının ikinci yarısında [205] yola çıktı. Ordudaki hemen herkesin bineği vardı. Ordu üç yüz at ve bin beş yüz deveye sahipti. Bu da Yahudilerin maddî desteklerinde ne kadar cömert davrandıklarını göstermesi açısından önemlidir. Mekke’nin şirk ordusu, yolda diğer kabilelere mensup savaşçıların katılımıyla katlanarak büyüdü. Medine önlerine gelindiği zaman büyükçe bir ordu teşkil etti. Güney taraflardaki kabile savaşçılarının da gelmesiyle ordunun mevcudu on bine ulaştı. Ordunun, sayıca en büyük gücünü bedevi Ehabişler oluşturuyordu. Ehabişler dört bin adamla şirk ordusuna katıldılar. Fezâre kabilesi bin, Mürre kabilesi dört yüz, Eşca kabilesi dört yüz, Kinane, Sakif ve Esed kabileleri ise ‘çok sayıda’ savaşçı ile müşrik cephenin ordusunda yer aldılar.
Savunma Hazırlıkları
Müşrik cephenin savaş hazırlıklarını mümkün olduğunca gizli ve hızlı gerçekleştirmesi nedeniyle, Müslümanlar, kendilerine yönelik büyük bir ordunun hazırlığından son ana kadar haberdar olmadılar. Uhud savaşında olduğu gibi, şirk ordusunun üzerine geldiğinden, ancak Mekke’den hareket ettikleri zaman haberdar oldular. Huzâa kabilesinden bir kişi Medine’ye gelerek Resulüllah’a büyük bir ordunun üzerlerine geldiğinin haberini verdi. Müslümanlar için rahat şekilde savaş hazırlıkları yapacakları bir zaman yoktu. Resulüllah vakit kaybetmeden Müslümanların ileri gelenlerini topladı. Onları durumdan haberdar etti. Önlerinde engelleyemeyecekleri bir savaş vardı. Ne yapılabileceğini, nerede savaşmanın daha uygun olacağını sordu. Yaşanan Uhud tecrübesinden hareketle Medine’de kalmanın, savunma savaşının tercih edilmesinin uygun olacağı dile getirildi. Bu, Resulüllah’ın da desteklediği bir görüştü. Fakat bu sefer üzerlerine gelen ordu çok büyüktü. Evlerin ve sık ağaçların oluşturduğu engeller düşmanı durdurmaya yetmezdi. Başka tedbirlerin de alınması gerekiyordu. Ne yapılabileceği ayrıntılı bir şekilde düşünüldü. Savunmayı kuvvetlendirecek değişik teklifler dile getirildi. Tekliflerin hepsi de pek işe yarar görünmüyordu. Selman-ı Farisi, o zamanlar için Araplar arasında hiç bilinmeyen bir savunma taktiğini teklif etti. Tecrübesinden hareketle ‘Fars ülkesinde savunma savaşı yapılacağı zaman hendek kazılarak düşmana karşı bir savunma hattı oluşturulur. Biz de aynısını yapabiliriz. Düşman bu hendeği aşamaz [206] dedi. Bu ilginç ve işe yarayacak görünen bir teklifti. Medine şartlarına uyuyordu. Medine’nin üç tarafı dağlarla, geçişe izin vermeyecek sık hurmalıklarla ve yan yana sıralanmış evlerle çevriliydi. Düşmanın bu üç yönden saldırması zayıf ihtimaldi. Saldırsa bile durdurmak zor değildi. Bu durumda düşmanın saldırabilecei sadece bir taraf kalıyordu; şehrin kuzey tarafı. Buraya düşmanın geçişini engelleyecek bir hendek kazılırsa Medine iyi bir savunma alanı haline dönüşebilirdi. Teklif itirazsız kabul edildi. Vakit çok dardı. Hemen işe başlamak gerekiyordu. Resulüllah, toplantının hemen sonrasında atma binerek, bir grup Müslümanla birlikte araziye çıktı. Aynı gün hendek kazılacak yer ayrıntılı şekilde belirlendi. Hendek bölgesi ölçüldü, her bir kişiye ne kadar yer düştüğü hesaplandı. Hendek yaklaşık 9 metre genişliğinde, 4,5 metre derinliğinde ve 5,5 kilometre uzunluğunda olacaktı.[207] Hendekle ilgili planlar hazırlandıktan sonra, kazı işinde kullanılacak araç-gereçlerin teminine geçildi. Mevcut kazma ve kürekler yeterli değildi. Kuray-zalardan yardım istenmesi kararlaştırıldı. O sıralarda Kurayza Yahudileriyle bir problem yaşanmadığı ve hicretten sonra yapılan anlaşmaya göre Medine’ye yönelik düşman saldırılarında Müslümanlara destek vermeleri gerektiğinden, kazıda kullanılacak araç-gereçler için Kurayzalardan yardımcı olmaları istendi. Onlar da bu isteği geri çevirmediler ve anlaşma gereği Müslümanlara bol miktarda kazma, kürek gibi araç-gereç yardımında bulundular. Resulüllah işleri bizzat organize etti. Müslüman yetişkin erkekleri onar kişilik gruplara ayırdı. Her gruba, kazmaları için yaklaşık yirmi metrelik yer gösterdi. Hemen kazı işine başlandı.Kazılan toprak hendeğin Medine tarafına yığılarak bir set oluşturuluyordu. Ayrıca Sal dağından toplanan taşlar hendeğin yanma getirilip, toprak setin arkasına yığınlar halinde istifleniyordu. Bu taşlar birer silah olarak kullanılacak ve düşmana atılarak hendeğe yaklaşmaları önlenecekti. Kazı işi sabahın erken saatinde başlıyor ve akşamın geç saatlerine kadar devam ediyordu. Geceleri herkes evine gidiyordu. Bunun istisnası Resulüllah’dı. Resulüllah akşamları evine gitmiyor, hendeğin yakınma kurdurduğu çadırda kalıyordu.
Kazı işi son derece yorucuydu. Fakat hiç kimse işini ağırdan almıyor, herkes bir an önce kendisine ayrılmış işini tamamlamak için çabalıyordu. Hatta gruplar arasında güzel bir rekabet de vardı. Her grup daha hızlı çalışıp, işini daha erken bitirmenin çabası içerisindeydi. Resulüllah da fiilen çalışıyordu. Aralarında Hz. Ebû Bekir, Ömer ve Ali’nin bulunduğu on kişilik bir grubun mensubu olarak kazma ve kürekle toprak kazıyor, toprak ve taş taşıyordu. İşine, sadece kazı işinin seyrini kontrol için ara veriyor ve kontrolü gerçekleştirince tekrar hendeğe girip kazıya devam ediyordu. Bir ara şöyle dua ettiği duyuldu: ‘Allahım! Sen bize hidayet vermemiş, bize doğruyu göstermemiş, bize rahmet etmemiş olsaydın biz şaşırırdık. Bize saldıran kâfirler, bizim çekindiğimiz fitne ve fesadı, bizim aramıza sokmak İstediklerinde bizim gönlümüze sabır ve sebat ihsan et ve onlarla yüz yüze geldiğimizde ayaklarımızı yerlerinde sabitle, bizi dağıtma ya Rabbi! [208]
Resulüllah 58 yaşındaydı, fakat herhangi bir gençten farksız çalışıyor, yorulduğunu kimseye hissettirmiyor, ağrı ve sıkıntılarını dile getirmiyordu. Sıklıkla, “Vallahi, eğer Allah hidayet etmeseydi biz kendiliğimizden doğru yolu bulamazdık’ diye başlayan Abdullah b. Revâha’nın bir şiirini okuyor, yanındaki kazı arkadaşları da kendisine eşlik ediyorlardı. Her grubun çalışırken tercih edip söylediği şiir farklıydı. Herkes, çalışma temposunu artıracak bir şey okuyordu. En çok okunan şiir ise ‘Biz hayatta kaldığımız sürece söz vermişiz Muhammed’e, islâm üzere sebat edeceğimize’ diye başlayan bir şiirdi.
Çalışmalar oldukça yorucuydu. Düşman yolda olduğu için dinlenecek zaman yoktu. Herkes yorgundu. Resulüllah ise hem yorgun ve hem de geceleri hendek bölgesinde kalıp nöbet tuttuğu veya nöbet tutanlara eşlik ettiği için uykusuzdu. Her ne kadar yorgunluğunu ve uykusuzluğunu belli etmemeye çalışıyorsa da O’nun da bir dayanma gücü vardı ve bir ara dinlenmek için oturunca uyuyakaldı. Herhangi bir münafığın zarar vermesini önlemek için Ebû Bekir ve Ömer hemen yanına gelip nöbet tuttular. Ayrıca, yakın bölgede çalışanlardan sessiz olmaları istendi. Ancak üç bin kişinin çalıştığı alanda yükselen sesleri tamamen kesmek zordu. Resulüllah çok geçmeden uyandı. Uyanınca eline kazmasını alıp hemen hendeğe indi ve çalışmaya başladı.
Hendek kazımı sırasında bazen gülünecek şeyler de yaşanıyor, Müslümanlar arasında gerçekleşen bazı ufak şakalara şahit olunuyordu. Bunlardan birisi Zeyd b. Sabit’le ilgiliydi. Henüz çocuk denebilecek yaşta olan Zeyd, kazı işinde canla başla çalışanlardan birisiydi. Bir ara, bir toprak yığının yanında uyuyakaldı. Zeyd’in uyuduğunu gören Umaret b. Hazm şaka yapmaya karar verdi ve sessizce yaklaşarak Zeyd’in elindeki kazı aletlerini aldı. Zeyd bir süre sonra uyandı. Kazı aletlerini aradı, fakat bulamadı. Bu sırada durumdan haberdar olan Resulüllah, Zeyd’i yanına çağırarak ‘Gel bakalım uykucu} Demek uykuya daldın ve araçlarını kaybettin ha!’ dedi. Zeyd mahcuptu; ne diyeceğini bilemiyordu. Onun bu mahcup ve telaşlı haline Resulüllah da dahil olmak üzere herkes güldü. Zeyd o zaman anladı ki bu bir şakaydı. Kendisi de gülmeye başladı. Sonra kendisine verilen aletlerle tekrar işinin başına döndü.
Daha önceden gerekli hazırlıklar yapılıp erzak depo etme imkânı olmadığı ve mevcut erzakın da savaş nedeniyle idareli kullanılması gerektiğinden, hendek kazımı sırasında açlık sıkıntısı baş gösterdi. Herkes yarı aç, yarı tok bir vaziyette çalışıyordu. Kimseye fazla yiyecek verilemezdi. Yiyeceği kontrollü kullanmamak, ne kadar süreceği bilinmeyen kuşatma sırasında daha büyük sıkıntılara yol açabilirdi. Bu nedenle herkes mümkün olduğunca en az yiyecekle idare etmeye çalışıyordu. Açlık duygularını bastırmak için karınlarına taş bağlayanlar vardı. Bir ara, kazı işi için hendeğe inerken elbisesi toplanan Resulüllah’ın karnında iki taş bağlı olduğu görüldü. O da.açtı, ama hiç yakınmıyor ve durumunu kimseye belli etmiyordu.
Herkes aç ve yorgundu. Ancak hiç kimse itiraz etmiyor, hiç kimse yakınmıyordu. Herkes bir başkasından daha çok çalışmanın, işini en hızlı ve en iyi şekilde tamamlamanın çabasını yürütüyordu. Hiç kimse, geçerli mazereti olmadan ve Resu-lüllah’tan izin almadan görev alanını kesinlikle terk etmiyordu. Mazereti nedeniyle izin alanlar da işini halledince hemen hendeğe dönüyor ve kazı işine devam ediyordu. İşinden kaytaran hiç kimse yoktu. Müslümanların bu durumları her türlü takdirin üstündeydi. Onların bu durumu ilâhî katta da övgüye layık bulundu. Ayet şöyleydi: ‘Mü’minler ancak Allah’a ve Resulüne gönülden inanmış kimselerdir. Onlar, o peygamber ile ortak bir iş üzerindeyken ondan İzin almadan işten ayrılıp gitmezler. (Resulüm!) şu senden izin İsteyenler, hakikaten Allah’a ve Resulüne iman etmiş kimselerdir. Öyle ise, bazı işleri için senden izin istediklerinde, sen de onlardan dilediğine izin ver; onlar için Allah’tan bağış dile. Allah mağfiret edicidir, merhametlidir.[209]
Fakat buna rağmen bazı istisnalar vardı. Sayıları az da olsa işten kaytaranlar oluyordu. Onlar münafıklardı. Münafıklar, Müslüman görünmek ihtiyacı hissettikleri için çalışmak zorunda kalmışlardı. Bu nedenle de isteksiz şekilde çalışıyor, işi savsaklıyor, kimseye haber vermeden sık sık gözden uzak bir yerlere veya evlerine sıvışıp kayboluyorlardı. Onların bu durumları Müslümanların dikkatinden kaçmıyordu. Kendileri çalışırken onların bu kaytarmalarına canları sıkılıyordu. Vahyolunan bir grup ayet ise bu kimselerden bahsederek, onları yerip aşağıladı. Ayette münafıkların durumlarının ilâhî katta bilindiği ve münafıklıklarının hesabının sorulacağı bildiriliyordu. Ayet şöyleydi: ‘içinizden birini siper edinerek sıvışıp gidenleri muhakkak ki Allah bilmektedir. Bu sebeple, onun emrine aykırı davrananlar, başlarına bir bela gelmesinden veya kendilerine çok elemli bir azap isabet etmesinden sakınsınlar. Bümiş olun ki, göklerde ve yerde ne varsa Allah’ındır. O, sizin ne yotâa olduğunuzu iyi bilir, insanlar O’nun huzuruna döndükleri gün yapmış olduklarını onlara hemen bildirir. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir.[210]
Munafıklar, kişiliklerinin gereğine göre davranmaktan hendek kazımı sırasında geri kalmadılar. İşten kaytarmakla kalmayıp, kazı işleri sırasında yaşanan olayı dillerine dolayarak, gizli düşmanlıklarının gereğini yerine getirdiler. Yasanan olayı, Resulüllah’la ve Resulüllah’a inanıp güvendikleri için Müslümanlarla alay etmenin malzemesi olarak kullandılar. Alaylarına konu olan şey şu idi: Gruplardan birisi kazı işi sırasında büyük bir kayaya rastladı. Ne kadar uğraştılarsa kayayı bir türlü parçalayamadılar.
Hendeğin yönünde küçük bir değişiklik yapmanın uygun olacağını düşündüler. Grubun üyelerinden Selman-ı Farisi Resulüllah’ın yanına gelerek kazma ve küreklerinin kırıldığını, fakat buna rağmen kayayı kıramadıklarını, izni olursa hendeğin güzergahında değişiklik yapmayı düşündüklerini bildirdi. Şu kayayı bir de ben göreyim’ diyen Resulüllah, kayanın bulunduğu yere gitti ve hendeğe girerek kendisine bir balyoz verilmesini istedi. Balyozu alınca ‘Bismillah’ deyip oldukça sert bir şekilde kayaya vurdu.
Kayadan bir parça koptu. Resulüllah ‘AHahu ekber! Bana Şam’ın anahtarları verildi. Buradan Şam’ın kızıl köşklerini görüyorum’ dedi. Balyosu ikinci kez vurup kayadan bir parça daha kopardı ve bu sefer de LAllahu ekber} Bana Fars’ın anahtarları verildi. Buradan Medain’i ve onun beyaz köşklerini görüyorum’ dedi. Balyozu üçüncü kez vurdu ve kayadan bir parça daha koptu. Bu sefer de ‘Allahu ekber! Bana Yemen’in anahtarları verildi. Buradan San’a’mn kapılarını görüyorum’ dedi. Sonunda kayayı tamamen parçaladı ve Resulüllah hendekten çıkarken ‘Ey Müslümanlar! Sevinin! Sizler yardım ve zafere sahip olacaksınız!’ dedi. [211] Müslümanlar sevindiler. Çalışma şevkleri bir kat daha arttı. Bütün yorgunluklarına rağmen daha büyük bir gayretle işlerine döndüler. Ancak, Resulüllah’m kayayı parçalarken ve hendekten çıkarken söylediği sözler münafıklar için dedikodularında kullanacakları bir malzeme oldu. Kendi aralarındaki konuşmalarında veya fırsatını buldukça Müslümanlara ‘Canımızı kurtarmak için hendekler kazıyoruz. O ise bize Fars’ı, Rum’u vaad ediyor’, ‘Bugün tuvalet ihtiyacımızı karşılamak için giderken dahi sağ dönüp dönmeyeceğimizi bilmiyoruz. Korku her yanımızı sarmış. 0 ise ancak vaatlerde bulunuyor’ veya Muhammed herkesi aldatıyor, Bütün vaatleri sadece yalan’ demeye başladılar. Bazı Müslümanlar da bu dedikodulardan etkilenmeye başladılar. Ama çoğunun bu dedikodudan haberi yoktu. Vahyolunan bir ayet bu dedikoduya açığa çıkarıp, hem Müslümanları uyardı ve hem de münafıkların iç yüzünü bir kez daha ortaya çıkardı: ‘O zaman, münafıklar ile kalplerinde hastalık bulunanlar: ‘Meğer Allah ve Resulü bize sadece kuru vaatlerde bulunmuşlar!’ diyorlardı.[212] Münafıklar bilmiyorlardı ki, Resulüllah’ın söyledikleri kendi aklının ürettiği şeyler veya sırf çalışanların şevkini artırmak için söylenmiş sözler değildi. O, o an .için imkânsız görünen bir ilâhî müjdeye aracı olmuş ve onu seslendirmişti. Dediği gibi de oldu. Hatta o kazı işinde çalışanlardan bir çoğu bu en zor zamanlarında kendilerine verilen müjdenin gerçekleştiğini bizzat gördüler. Selman-ı Farisî bunlardan birisiydi. O demiştir ki; ‘Vallahi ben Resulüllah’m söylediklerinin tamamen gerçekleştiğini yaşayarak gördüm.[213]
Münafıklar, hendek kazıldığı günlerde, Müslümanların moralini bozmak, dirençlerini kırmak için ellerinden geleni yaptılar. Yürütülen çalışmaların boşuna olduğunu, düşmanın çok büyük bir orduyla geldiğini, önlerinde durabilmenin, onlara direnebilmenin mümkün olmadığını söylüyorlardı. Resulüllah’m peşine takılmakla hata ettiklerini, O’nun bütün vaatlerinin bu sefer boşa çıkacağını ifade ediyorlardı. Ancak Allah onların bu oyunlarına karşı Müslümanlara yardım etti; kalplerini sağlamlaştırdı, ayaklarını sabitledi, dirençlerini artırdı. Böyle olduğu içindir ki kendilerinden üç kat daha fazla mevcuda sahip şirk ordusunu gördüklerinde telaşlanmadılar, korkmadılar. Sadece zafere ulaşacakları inancıyla, ne geekiyorsa onu yaptılar. Onların bu durumu bir ayetin konusu oldu ve övüldüler. Müslümanların kalabalık müşrik ordusunu gördükleri andaki durumlarını tasvir eden ayet şöyledir: Müminler düşman birliklerini gördüklerinde: ‘îşte Allah ve Resûlü’nün bize vâdettiği! Allah ve Resulü doğru söylemiştir’ dediler. Bu (orduların gelişi), onların ancak imanlarım ve Allah’a bağlılıklarını artırdı.[214]
Hendek kazımı altı gün sürdü ve iş bitmek üzereyken şirk ordusu gözüktü. Hendek kazısı sadece bir yerde tamamlanamamıştı. Orası güçlü bir atın atlayıp geçebileceği darlıkta kalmıştı. Ancak buna rağmen kazı işine son verildi. Hemen savaş hazırlıklarına geçildi. Resulüllah, hendeğin gerektiği gibi kazilamayan kısmı için özel nöbetçiler tayin etti. Kendisi de kuşatma süresince sıklıkla o bölgede nöbet tuttu veya nöbetçileri teftiş etti.
Müşrikler Medine önlerine geldikleri zaman daha önce hiç görmedikleri bir savunma tekniğiyle karşılaştılar. Hendeğe şaşkın bir hâlde bakakaldılar. Böylesi bir şeyi beklemiyorlardı. Onların amacı, eğer yapabilirlerse, Müslümanları açık alana çekmek, bunu başaramazlarsa Medine’ye saldırıp, bütün Müslümanları katletmekti. Hendeği görünce hem Müslümanları açık alana çekemeyeceklerini, hem de istedikleri gibi Medine’ye saldıramayacaklarım anladılar. Yapabilecekleri tek şey bir geçiş bölgesi oluşturup, hendekten içeriye girmekti. Bu ise son derece riskliydi. Derin ve geniş hendeği geçmek hiç kolay değildi. Karşıdaki bir kişi bir koca birliği durdurabilirdi. O şartlarda hendeğin dışında uygun bir bölgeye yerleşip, diğer kabile savaşçılarının da gelmesini beklemekten başka yapabilecekleri bir şey yoktu. Rûme kuyusu çevresine hendeğin hemen ilerisine ordugâhlarını kurdular. Müşrik ordusu ordugâhını kurarken, Müslümanlar ise hendek kazmaktan yaralanmış tozlu, topraklı, çamurlu ellerine silahlarını alıp, Sal dağı eteğindeki ordugâha ve hendek boyuna yerleştiler. Komuta merkezi olarak Sal dağının yamacına bir çadır kurulmuştu. Resulüllah bazı Müslümanlarla birlikte ordugâha gidip, savaşın seyri ile ilgili planları tekrar gözden geçirdi. Bu arada bütün kadınlar ve çocuklar sağlam kale ve hisarlara yerleştirildiler. Müslüman savaşçıların mevcudu uç bin civarındaydı ve bunların sadece otuz altısı süvariydi. Süvariler, sürekli hendek bölgesinde gezinmekle, durumu kontrol edip, zor durumda kalanlara destek olmakla görevlendirildiler.
- Sonraki Konu