İçindekiler
Eskilerin çok hoş bir sözü var: Şerefü’l-insan bi’l-ilmi ve’l-edeb / Lâ bi’l-mâli ve’l-haseb… Yani demek isterler ki, “İnsanın şerefi sahip olduğu ilim ve edep sebebiyledir. Yoksa üstünlük, mal ve soy ile değildir.”
Bunun içindir ki âlime ve ilme hürmet eden toplumlar her zamanda pâyidar kalmış, bu erdemden mahrum oldukları gün ise unutulmaya yüz tutmuşlardır. Tarih boyunca nâmlı hükümdarın yanında çok vakit işlerini danıştıkları, onların fikirleriyle karar verdikleri bir bilge kişilik göze çarpar. Alexandre The Great olarak bilinen Büyük İskender,Aristo’dan; Herat bölgesi hükümdarı Hüseyin Baykara, Ali Şir Nevâyi’den; Selçuklu hükümdarı Melikşah ise şanlı vezir Nizamülmülk’ten her bakımdan istifade etmiştir. İstanbul’un fatihi II. Mehmed’in ise çok sayıda hocası vardır. Fakat bunlardan biri, henüz 20’li yaşlarda bu makama ulaşacaktır…
Bahsettiğimiz kişi Sinan Paşa’dır. Peki kimdir bu Sinan Paşa… Kendisi 1453 senesinde İstanbul alınınca bu şehre ilk hâkim olarak tayin edilen Hızır Bey’in oğludur. Asıl ismi Yusuf’tur. Fakat lakâbı Sinaneddin şekliyle bilinmiş, ardından yalnızca Sinan ismiyle şöhret bulmuştur. Öyleyse ondan bahsederken Yusuf Sinan ismini kullanmak yanlış olmayacaktır. “Âlimin oğlu da yarım âlimdir” sözü gereğince kendisinde okumaya dair muazzam bir kâbiliyet vardı. Küçük yaşta önce babasından, sonra bir çok hocadan zamanının din ve fen ilimlerini tahsil etti. Annesi, Fatih Sultan Mehmed’in bir diğer hocası olan Molla Yegan’ın kızıdır. Fâtih’in başta Akşemseddin olmak üzere Molla Hüsrev, Molla Yegan, ayrıca yabancı dil ve Avrupa tarihlerini öğrendiği Anconal Giriaco ve Giovanni Angioello gibi mürebbileri vardı. Fatih Sultan Mehmed ilme ve ilim adamına çok kıymet verdiği için ismini duyduğu âlimi nerede olsa İstanbul’a davet ederdi. Sinan Paşa ise bu halkaya daha sonraları dahil olacaktır.
Babasının çevresi sebebiyle mükemmel bir tahsil gören Yusuf Sinaneddin çok küçük yaşta kendini okumaya verir. Yirmili yaşlara ulaştığında medresede talebe okutacak seviyeye ulaşır ve bugünkü mânâda profesörlük derecesini alır. Fatih, bu gençten haberdar olmuştur. Önce onu Edirne’ye tayin eder, bir müddet geçtikten sonra İstanbul’a çağırır. Devrin en yüksek ilim akademisi olan Sahn-ı Seman’da kendisine kürsü verir. Yusuf Sinan 25 yaşına geldiğinde artık hususiyetlerini ispatlamıştır. Üstün zekâsı, çözülemeyen meseleleri ele alışı ve sürat-ı intikali ile dikkatleri üzerinde toplar. Nihayet Fatih, kendisinden yaşca küçük olan bu genci hocaları arasına dahil etmeye karar verir ve sohbetinden istifade etmek ister. Artık padişahın yakınları cümlesindendir. Ayrıca bu gence Fatih tarafından vezirlik de verilecektir.
Yusuf Sinan Efendi artık vezirdir. Buna binâen paşa ünvanı da ihsan edilmiş ve artık o Sinan Paşa olmuştur. Fakat onu bu pâyeden (rütbeden) daha çok memnun eden şey varsa, o da Hâce-i Sultânî, yani padişahın hocası ünvanını almasıdır. Bundan dolayı Sinan Paşa, hem hoca, hem de vezir olması sebebiyle daha sonraki devirlerde “Hoca Paşa” sıfatıyla da anılır. Fatih Sultan Mehmed Han’ın tedvin ettiği meşhur kanunnâmesinde, Hâce-i Sultanî ünvanına sahip olanların birçok vezirden rütbe olarak üstün olduğu ve bayram tebriklerinde padişahın, hocaları için bizzat ayağa kalkmalarının şart olduğu belirtilmektedir. Bu açıdan düşündüğümüzde yirmili yaşlarda olan böyle bir zâtın kendisinden yaşca büyük ve İstanbul’u fethederek dünyanın dikkatlerini üzerine çekmiş olan haşmetli hükümdar tarafından ne derece hürmet gördüğü anlaşılabilir. Zaten Osmanlı Devleti’ni altı asır boyunca ayakta tutan en mühim faktörlerden biri bilgiye verilen değer ve sahip olunan tevazu değil miydi?
.Sinan Paşa’nın Sahn-ı Semân’da vazife yaparken ders aralarında kaleme aldığı Tazarrunâme adında çok hoş bir eseri vardır. Türkçeyi mükemmel bir şekilde kullanarak düz yazıda şiir üslubunu yakalamıştır. Eğer fırsat bulursak bir başka zaman söz konusu eserden güzel pasajlar alıntılayarak köşemizi kıymetlendiririz…
Bunun içindir ki âlime ve ilme hürmet eden toplumlar her zamanda pâyidar kalmış, bu erdemden mahrum oldukları gün ise unutulmaya yüz tutmuşlardır. Tarih boyunca nâmlı hükümdarın yanında çok vakit işlerini danıştıkları, onların fikirleriyle karar verdikleri bir bilge kişilik göze çarpar. Alexandre The Great olarak bilinen Büyük İskender,Aristo’dan; Herat bölgesi hükümdarı Hüseyin Baykara, Ali Şir Nevâyi’den; Selçuklu hükümdarı Melikşah ise şanlı vezir Nizamülmülk’ten her bakımdan istifade etmiştir. İstanbul’un fatihi II. Mehmed’in ise çok sayıda hocası vardır. Fakat bunlardan biri, henüz 20’li yaşlarda bu makama ulaşacaktır…
Âlimin oğlu yarım âlimdir
Bahsettiğimiz kişi Sinan Paşa’dır. Peki kimdir bu Sinan Paşa… Kendisi 1453 senesinde İstanbul alınınca bu şehre ilk hâkim olarak tayin edilen Hızır Bey’in oğludur. Asıl ismi Yusuf’tur. Fakat lakâbı Sinaneddin şekliyle bilinmiş, ardından yalnızca Sinan ismiyle şöhret bulmuştur. Öyleyse ondan bahsederken Yusuf Sinan ismini kullanmak yanlış olmayacaktır. “Âlimin oğlu da yarım âlimdir” sözü gereğince kendisinde okumaya dair muazzam bir kâbiliyet vardı. Küçük yaşta önce babasından, sonra bir çok hocadan zamanının din ve fen ilimlerini tahsil etti. Annesi, Fatih Sultan Mehmed’in bir diğer hocası olan Molla Yegan’ın kızıdır. Fâtih’in başta Akşemseddin olmak üzere Molla Hüsrev, Molla Yegan, ayrıca yabancı dil ve Avrupa tarihlerini öğrendiği Anconal Giriaco ve Giovanni Angioello gibi mürebbileri vardı. Fatih Sultan Mehmed ilme ve ilim adamına çok kıymet verdiği için ismini duyduğu âlimi nerede olsa İstanbul’a davet ederdi. Sinan Paşa ise bu halkaya daha sonraları dahil olacaktır.
Sahn-ı Semân’da…
Babasının çevresi sebebiyle mükemmel bir tahsil gören Yusuf Sinaneddin çok küçük yaşta kendini okumaya verir. Yirmili yaşlara ulaştığında medresede talebe okutacak seviyeye ulaşır ve bugünkü mânâda profesörlük derecesini alır. Fatih, bu gençten haberdar olmuştur. Önce onu Edirne’ye tayin eder, bir müddet geçtikten sonra İstanbul’a çağırır. Devrin en yüksek ilim akademisi olan Sahn-ı Seman’da kendisine kürsü verir. Yusuf Sinan 25 yaşına geldiğinde artık hususiyetlerini ispatlamıştır. Üstün zekâsı, çözülemeyen meseleleri ele alışı ve sürat-ı intikali ile dikkatleri üzerinde toplar. Nihayet Fatih, kendisinden yaşca küçük olan bu genci hocaları arasına dahil etmeye karar verir ve sohbetinden istifade etmek ister. Artık padişahın yakınları cümlesindendir. Ayrıca bu gence Fatih tarafından vezirlik de verilecektir.
Hâce-i Sultânî
Yusuf Sinan Efendi artık vezirdir. Buna binâen paşa ünvanı da ihsan edilmiş ve artık o Sinan Paşa olmuştur. Fakat onu bu pâyeden (rütbeden) daha çok memnun eden şey varsa, o da Hâce-i Sultânî, yani padişahın hocası ünvanını almasıdır. Bundan dolayı Sinan Paşa, hem hoca, hem de vezir olması sebebiyle daha sonraki devirlerde “Hoca Paşa” sıfatıyla da anılır. Fatih Sultan Mehmed Han’ın tedvin ettiği meşhur kanunnâmesinde, Hâce-i Sultanî ünvanına sahip olanların birçok vezirden rütbe olarak üstün olduğu ve bayram tebriklerinde padişahın, hocaları için bizzat ayağa kalkmalarının şart olduğu belirtilmektedir. Bu açıdan düşündüğümüzde yirmili yaşlarda olan böyle bir zâtın kendisinden yaşca büyük ve İstanbul’u fethederek dünyanın dikkatlerini üzerine çekmiş olan haşmetli hükümdar tarafından ne derece hürmet gördüğü anlaşılabilir. Zaten Osmanlı Devleti’ni altı asır boyunca ayakta tutan en mühim faktörlerden biri bilgiye verilen değer ve sahip olunan tevazu değil miydi?
.Sinan Paşa’nın Sahn-ı Semân’da vazife yaparken ders aralarında kaleme aldığı Tazarrunâme adında çok hoş bir eseri vardır. Türkçeyi mükemmel bir şekilde kullanarak düz yazıda şiir üslubunu yakalamıştır. Eğer fırsat bulursak bir başka zaman söz konusu eserden güzel pasajlar alıntılayarak köşemizi kıymetlendiririz…