Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü
Birine acıyarak çok üzülmek. "Onun bu halini gördükçe içim parçalanıyor."
Endişelenecek bir durum bulunmadığını öğrenerek sıkıntıdan kurtulmak, rahatlamak. "Ne yapayım, ben anneyim, onlar sağ salim dönerlerse içim rahat...
Bir şey veya kişinin içine düştüğü durum sebebiyle üzülmek.
1. Çok üşümek.
2. Çok istek duymak.
3. Bir zarar gelecek korkusu içinde bulunmak. "Hava iyice soğudu, içim titremeye başladı, haydi içeri girelim."
1. Çok susamak.
2. Büyük bir acı sebebiyle çok fazla üzülmek. "Sanki yalnız onun içi yanıyordu."
1. Her yanını ellemek, didiklemek.
2. Bir meseleyi en ince ayrıntılarına kadar soruşturmak, incelemek. "İyice ıcığını cıcığını çıkardınız meselenin."
Birisine sezdirmeden içten içe gülmek, eğlenmek.
1. Dudaklarını kıpırdatmadan, hiç ses çıkarmadan okumak.
2. Ses çıkarmadan sövmek, beddua etmek. "Hikâyeyi şimdi de içinizden okuyacaksınız."
Sinsi, yapacağı kötülükleri sezdirmeyen."Senin gibi içten pazarlıklı adamlarla iş yapmam ben."
1. Derdini, sıkıntısını kimseye söylememek.
2. Kendisine yapılan kötülüğe karşı sesini çıkarmamakla beraber, bunu unutmamak. "O her şeyi içine...
Duygularını kimseye açmamak, çevresindeki kişilerle ilişkisini kesmek, yalnızlığa gömülmek. "Kardeşinin ölümünden sonra içine çekildi, kimseyle...
Yapmak istediği bir şeyi yapamadığı için kaygılanıp üzüntü duymak. "Hastahanedeki arkadaşımı ziyarete bir türlü gidemedim, bu da içime dert oldu."
Malum olmak, bir işin olduğunu ya da olacağını sezinlemek, tahmin etmek. "Onun bize geleceği sanki içime doğmuştu."
Duygulanmak, etkilenmek, dokunmak. "Babamın o etkili sözleri âdeta içime işlemişti sanki."
Kuşkulanmak, kendisine zarar geleceğinden şüphe etmek. "Tilkiyi civarda dolaşırken gördüğü andan itibaren içine kurt düşmüştü."
Benimsemek, iyice kabul etmek.
1. İçi rahat etmemek, yaptığı şeyden memnun olmamak.
2. İstediği gibi olmadığı için rahatlık, mutluluk duymamak, tadına varamamak. "İşi bitirdim...
Birini aşırı ölçüde, çok sevmek.
Benimsememek, kabul edememek.
Sürekli olarak bir kaygı içinde olmak.