Super Moderator
Âyet-i kerîmelerde buyrulur:
“Hani kendisine bir zaman, akşamüstü iyi cins ve çalımlı koşu atları sunulmuştu. «Doğrusu ben bu iyi malları, Rabbimi anmaktan ötürü sevdim.» dedi. Nihâyet atlar, perdenin arkasına gizlendi. «Geri getirin onları bana!» dedi ve artık onların bacaklarını, boyunlarını sıvazlamaya başladı.” (Sâd, 31-33)
“−Ben atları, Rabbimin zikrinden dolayı sevdim!” dedi.
Yâni namazını veya virdini aksatmadı. Nihâyet o atlar, perdenin ardına gizlendi. Ahırlara çekildi, yahut koşuda gözden kayboldu, o zaman namazını bitirdi. Ardından:
“−Geri getirin onları bana!” dedi.
Artık bacaklarını, boyunlarını sıvazlamaya başladı. Okşadı, tımarlarına îtinâ gösterdi.
Fahreddîn Râzî’nin beyânına göre, İslâm’da olduğu gibi Hazret-i Süleymân’ın şerîatinde de savaş için at besleyip yetiştirmek müstehab idi. Birgün Hazret-i Süleymân, atları teftiş etmişti. Üç ayağını basıp bir ayağının tırnağını yere değdirmiş vaziyette duran dizi dizi atları görünce:
“Ben sırf Rabbimin adını anmak için, yâni O’nun rızâsını kazanmak ve O’nun adını yaymak için dünyâ malını sevdim; nefsim için istemedim!” demişti.
Sonra seyislere, atları koşturmalarını emretmiş, hızla koşan atlar gözden kayboluncaya dek onları seyretmiş ve ardından at bakıcılarına: “Onları bana getirin!” diye emrederek getirilen atları sevip okşamıştı. Böylece Rabbin kudret ve sanatının güzel bir tecellîsini müşâhede etmişti.
Âyet-i kerîmeden anlaşılıyor ki atlar, duruştaki ve gidişteki güzellikleri ile ilâhî bir kudret tecellîsini sergilerler.
At; târih boyunca cengâverlerin kahramanlık, zafer, fetih ve asâlet müjdecisiydi.
At; Allâh Teâlâ’nın Kur’ân-ı Kerîm’de kendisine yemîn ettiği müstesnâ yaratıklardandır:
“And olsun Allâh yolunda koştukça koşanlara. And olsun kıvılcım saçanlara. Sabah sabah akına çıkanlara ve tozu dumana katanlara. Hep birden düşman topluluğunun içine dalanlara.” (el-Âdiyât, 1-5)
Resûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- atlar hakkında şöyle buyurmuştur:
“Kıyâmet gününe kadar atların alınlarına hayır, yâni ecir ve ganimet düğümlenmiştir.” (Buhârî, Cihâd, 43; Müslim, İmâre, 96-99)
“Kim Allâh’a gerçekten inanarak ve va’dine gönülden bağlanarak O’nun yolunda cihâd etmek için at beslerse, o atın yediği, içtiği, gübresi ve bevli kıyâmet gününde o kimsenin sevapları arasında olacaktır.” (Buhârî, Cihâd, 45; Nesâî, Hayl, 11)
Atlar, rûhî bakımdan insanlara en yakın mahlûklardır. Harbe girecek süvârî, atını kendi hissiyâtına uygun olarak seçer. Çünkü atlar, düşman karşısında, üstündeki süvârîsiyle beraber aynı heyecânı yaşarlar. At, aynı zamanda bir kudret tecellîsidir. Vücûdu da, ayrı bir tenâsüb ve zarâfet içindedir.
“Hani kendisine bir zaman, akşamüstü iyi cins ve çalımlı koşu atları sunulmuştu. «Doğrusu ben bu iyi malları, Rabbimi anmaktan ötürü sevdim.» dedi. Nihâyet atlar, perdenin arkasına gizlendi. «Geri getirin onları bana!» dedi ve artık onların bacaklarını, boyunlarını sıvazlamaya başladı.” (Sâd, 31-33)
HZ. SÜLEYMAN (A.S.) ATLARI NEDEN SEVERDİ?
Bir kısım müfessirlere göre, Hazret-i Süleymân -aleyhisselâm-:“−Ben atları, Rabbimin zikrinden dolayı sevdim!” dedi.
Yâni namazını veya virdini aksatmadı. Nihâyet o atlar, perdenin ardına gizlendi. Ahırlara çekildi, yahut koşuda gözden kayboldu, o zaman namazını bitirdi. Ardından:
“−Geri getirin onları bana!” dedi.
Artık bacaklarını, boyunlarını sıvazlamaya başladı. Okşadı, tımarlarına îtinâ gösterdi.
Fahreddîn Râzî’nin beyânına göre, İslâm’da olduğu gibi Hazret-i Süleymân’ın şerîatinde de savaş için at besleyip yetiştirmek müstehab idi. Birgün Hazret-i Süleymân, atları teftiş etmişti. Üç ayağını basıp bir ayağının tırnağını yere değdirmiş vaziyette duran dizi dizi atları görünce:
“Ben sırf Rabbimin adını anmak için, yâni O’nun rızâsını kazanmak ve O’nun adını yaymak için dünyâ malını sevdim; nefsim için istemedim!” demişti.
Sonra seyislere, atları koşturmalarını emretmiş, hızla koşan atlar gözden kayboluncaya dek onları seyretmiş ve ardından at bakıcılarına: “Onları bana getirin!” diye emrederek getirilen atları sevip okşamıştı. Böylece Rabbin kudret ve sanatının güzel bir tecellîsini müşâhede etmişti.
Âyet-i kerîmeden anlaşılıyor ki atlar, duruştaki ve gidişteki güzellikleri ile ilâhî bir kudret tecellîsini sergilerler.
At; târih boyunca cengâverlerin kahramanlık, zafer, fetih ve asâlet müjdecisiydi.
At; Allâh Teâlâ’nın Kur’ân-ı Kerîm’de kendisine yemîn ettiği müstesnâ yaratıklardandır:
“And olsun Allâh yolunda koştukça koşanlara. And olsun kıvılcım saçanlara. Sabah sabah akına çıkanlara ve tozu dumana katanlara. Hep birden düşman topluluğunun içine dalanlara.” (el-Âdiyât, 1-5)
Resûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- atlar hakkında şöyle buyurmuştur:
“Kıyâmet gününe kadar atların alınlarına hayır, yâni ecir ve ganimet düğümlenmiştir.” (Buhârî, Cihâd, 43; Müslim, İmâre, 96-99)
“Kim Allâh’a gerçekten inanarak ve va’dine gönülden bağlanarak O’nun yolunda cihâd etmek için at beslerse, o atın yediği, içtiği, gübresi ve bevli kıyâmet gününde o kimsenin sevapları arasında olacaktır.” (Buhârî, Cihâd, 45; Nesâî, Hayl, 11)
Atlar, rûhî bakımdan insanlara en yakın mahlûklardır. Harbe girecek süvârî, atını kendi hissiyâtına uygun olarak seçer. Çünkü atlar, düşman karşısında, üstündeki süvârîsiyle beraber aynı heyecânı yaşarlar. At, aynı zamanda bir kudret tecellîsidir. Vücûdu da, ayrı bir tenâsüb ve zarâfet içindedir.