Üst
İslam Dünyasının ilk Hastaneleri

İslam Dünyasının ilk Hastaneleri

İslam Dünyasının ilk Hastaneleri
İslam Dünyasının ilk Hastaneleri
Tarihteki ilk hastanenin bundan bin yıl önce Müslümanlar tarafından kurulduğunu biliyor muydunuz? Peki ya bu hastanelerde, tedaviden nekahete, akıl hastanesinden huzurevine kadar bir dizi tesisin bulunduğunu? Müslüman hekimler için, her kim olursa olsun hastaları iyileştirmek, bir yükümlülüktü ve bu şifahanelerde sosyoekonomik statüye bakılmaksızın herkesle ilgilenilirdi. İlmi, gelecek kuşaklara aktarmayı görev edinen hekimler, tıp eğitimi alan öğrencilere teorik ve pratik bilgiler veriyorlardı. İslam uygarlığında temelleri atılan 'ilk hastanelere' dair bilinmeyenler....

TÜM HASTALAR ÜCRETSİZ OLARAK TEDAVİ EDİLİYORDU​

Ahmed bin Tolun Hastanesi, tüm hastaları ücretsiz olarak tedavi ediyor ve ilaç sağlıyordu. Kadınlar ve erkekler için birer hamamı, zengin kütüphanesi ve akıl hastalarına özel bölümüyle fevkalade ileri bir kurumdu.

Hastaneye yatan hastalar günlük kıyafetlerini ve değerli eşyalarını hastane görevlilerine teslim ediyor; özel koğuş kıyafetlerini giydikten sonra kendilerine yatacakları yer gösteriliyordu.

TIP EĞİTİMİ VEREN İLK HASTANE​

Diğer önemli hastaneler arasında daha büyük olan Bağdadi Hastanesi, 982 yılında inşa edildi ve 24 kişilik doktor kadrosuna sahipti.

İslam Dünyasının ilk Hastahaneleri
İslam Dünyasının ilk Hastahaneleri
12'inci yüzyılda Şam'da kurulan Nureddin Hastanesi ise tüm emsallerinden daha büyüktü. Burada tıp eğitimi veriliyor; eczacılar, ortopedistler, göz doktorları ve diğer hekimler, 13'üncü yüzyılda hazırlanan kılavuzlara göre muhtesibler tarafından belirli ölçülere dayalı olarak denetleniyordu.

İNSANLIĞIN HAYRINA VAKFEDİLEN HASTANE​

Bu dönemde Kahire'de üç tane çok büyük hastane bulunuyordu; bunlardan en ünlüsü Mansurî Hastanesi'ydi. 13'üncü yüzyılda Mısır'ın Memluk Sultanı Mansur Kalavun henüz şehzade iken Suriye üzerine yaptığı seferde renal kolik belirtileri göstererek Nureddin Hastanesi'nde tedavi görmüştü.

Şam'da gördüğü bu muameleden son derece memnun kalan Sultan, tahta geçer geçmez benzer bir hastane kurma sözü vermişti. Sözüne sadık kalarak Kahire Mansurî Hastanesi'ni kuracak ve şu sözleri söyleyecekti: "İşbu fermanla bu vakıfları dengimin ve altımın, askerin ve şehzadenin, büyüğün ve küçüğün, özgürün ve kölenin, kadının ve erkeğin hayrı için bağışladım."

HASTALAR İÇİN GEREKLİ TÜM DÜZENLEMELER YAPILDI​

1284 yılında kurulan Mansurî Hastanesi, her birinin merkezinde bir havuz bulunan dört girişe sahipti. Sultan bu hastanede hastalarla ilgilenmek amacıyla her zaman yeterli sayıda hekim ve araç-gereç bulunması için gerekli düzenlemeleri yapmıştı.

Ayrı koğuşlarda tedavi gören erkek ve kadınlarla ilgilenmesi için erkek ve kadın hastabakıcılar atanmıştı.

FARKLI UZMANLIKLARA AİT ÖZEL ALANLAR BULUNUYORDU​

İslam Dünyasının ilk Hastaneleri
İslam Dünyasının ilk Hastaneleri
Yataklarda döşekler bulunmaktaydı ve farklı uzmanlıklara ait özel alanlar oluşturulmuştu. Hastanenin her yerinde musluk suyu kullanılabiliyordu.

Binanın bir bölümünde başhekime ders ve seminerler için bir oda tahsis edilmişti. Hasta kapasitesinde herhangi bir sınırlama bulunmamaktaydı ve hastane bünyesindeki eczaneden hastaların evde kullanacağı ilaçlar verilmekteydi.

MÜSLÜMAN COĞRAFYASINDAN AVRUPA’YA AKTARILDI​

Bu ilk kurumlarla başlayan hastaneler, İslam dünyasının dört bir yanına yayılarak İspanya'da Endülüs'e ve ayrıca Sicilya ve Kuzey Afrika'ya kadar ulaştı.

Bu hastanelere hayran kalan tüccarlar ve Haçlılar daha sonra, Fransızların kendi vatandaşlarını tedavi etmek için kurduğu Hospitallers'a (Hastane Savaşçıları) benzer sistemler kurdular.

Avrupa'da, Müslüman hekimler İtalya'nın güneyindeki ünlü Salerno Hastanesi de dâhil olmak üzere birçok hastanenin kurulmasına yardımcı oldular.

HASTAYA UYGUN İLAÇLAR VE YEMEKLER HAZIRLANIRDI​

İslam Dünyasının ilk Hastaneleri
İslam Dünyasının ilk Hastaneleri
Müslümanlar etkili idarecilerdi ve hastaneler oldukça iyi yönetiliyordu. Mesela, 12'inci yüzyıl gezgini İbn Cübeyr, Nureddin Hastanesi'ndeki hastaların memnuniyetine verilen önemi şu sözlerle över:

"Nureddin Hastanesi, Şam'daki iki hastaneden büyüğü ve daha çok ilgi göreni olup günlük bütçesi on beş dinar civarındadır. Bu hastanede nâzır adıyla görevlendirilen kişi her bir hastaya ait ilaç, yemek vs. masrafları ihtiva eden kayıtların tutulmasından sorumludur. Hekimler sabah erken gelerek hastaları muayene eder ve her hastaya uygun düşen faydalı ilaç ya da yemeklerin hazırlanması için talimat verirler."

İSLAM’IN ŞANININ EN GÜZEL DELİLLERİNDEN BİRİ​

Yakın Doğuya yaptığı ziyaretler sırasında uğradığı çoğu şehirde bir ya da birden fazla hastane olduğunu gören İbn Cübeyr, hislerini hastanelerin "İslam'ın şanının en güzel delillerinden biri" olduğunu söyleyerek dile getirir.

AKIL HASTALARI İÇİN AYRI KOĞUŞLAR BULUNUYORDU​

Son derece önemli faaliyetlerin yapıldığı bu hastanelerde uygulanan tedaviler fiziksel hastalıklarla sınırlı değildi. 9'uncu yüzyıl Bağdat'ında, Râzî'nin çalıştığı bir hastanede akıl hastalarına ayrılmış özel bir koğuş da bulunuyordu.

İSLAM UYGARLIĞINDA ‘TIP EĞİTİMİNE’ DAİR BİLİNMEYENLER​

İslam Dünyasının ilk Hastaneleri
İslam Dünyasının ilk Hastaneleri
Hastane koridorlarında uzman cerrahın peşi sıra yürüyen genç ve istekli doktor adayları…

Bu manzarayı yalnızca günümüzde görebileceğinizi sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Zira Müslümanların bundan 8 asır önce kurduğu üniversite hastanelerinde, öğrencilere ilk elden teorik ve pratik bilgiler veriliyor, soru cevap yöntemiyle bilgilerin pekiştirilmesi sağlanıyor ve tıp eğitimi alan öğrenciler, hekimlerle birlikte hastaları muayene ediyorlardı.

Tıp eğitimi : 12'inci asırda tıp eğitimi, hem gruplar halinde, hem de günümüzdeki gibi birebir olarak yapılıyordu.

Hastanedeki büyükçe bir salonda düzenli seminerler tertip ediliyor ve bunlar genellikle "Okuyan Hekim" adı verilen kişi tarafından tıp alanındaki bir el yazmasından bölümlerin okunmasını içeriyordu.

Baş cerrahların öğrencilere soruları : Okuma bittikten sonra başhekim ya da baş cerrah öğrencilere çeşitli sorular sorar ve öğrencilerin sorularını cevaplardı.

Tanınmış hekimlerle birlikte tıp metinlerini inceleyen çok sayıda öğrenci bulunuyordu.

El yazması eserler çoğaltılıp öğrencilere verilirdi : O dönemde, İslam dünyasında kâğıt bol olduğundan el yazmaları çoğaltılarak öğrencinin özel kullanımına veriliyordu.

Buna benzer metinler Avrupa'da nadir bulunurdu. Bunların öğrencilere tahsis edilmesi de çok seyrek rastlanılan bir durumdu.

Öğrencilerin hasta görmesi çok önemliydi : Tıp eğitimi kapsamında öğrencilerin nöbetçi hekim veya cerrah eşliğinde gruplar halinde hasta görmesi çok büyük önem teşkil etmekteydi.

İleri düzeydeki öğrenciler, ayakta tedavi bölümünde hasta öyküsü alan, hasta muayene eden ve reçete yazan hekimi dikkatle izlerdi.

Hastanelere bağışlanan kitaplar : Bu eğitim hastanelerinden bir tanesi de Şam'daki Nureddin Hastanesi'ydi. 12'inci yüzyıl hükümdarı Nureddin bin Zengi, bu hastaneyi hekim Ebulmecid el Bahili gözetiminde kurmuştu.

Kendi adını verdiği hastaneyi hastalara yemek ve sağlık hizmeti verilebilecek şekilde donatmış, ayrıca hastaneye çok sayıda tıp kitabı bağışlamıştı. Bu kitaplar özel bir salonda saklanmaktaydı.

Tıpta uzmanlaşmanın temelleri : Burada çalışan hekimlerin çok iyi uzmanlaşma imkânları bulunuyordu. 13'üncü yüzyılın başlarında Nureddin Hastanesi'nde düşük bir ücretle çalışmaya başlayan Dehver adlı hekim, zamanla mesleğinde tanındıkça hastaneden daha yüksek maaş almaya başlamıştı.

Özel muayenehanesi sayesinde gelirini daha da artıran Dehver, sonradan kendi tıp okulunu kuracaktı. Bu kariyer yolu bugünkü birçok hekime tanıdık gelecektir.

İslam Dünyasının ilk Hastaneleri
İslam Dünyasının ilk Hastaneleri
Abdulmecid'in 3 saatlik konuşması : Tıp okulunda birçok tanınmış hekim ders vermekte olup, pratisyenler bazı günlerde Sultan Nureddin'in huzurunda toplanarak tıbbi konularda tartışmalar yapıyordu.

Kimi zamanlarda ise hastane yöneticisi Ebulmecid'in öğrencilerine yaptığı üç saatlik konuşmayı dinlerlerdi.

Tıp okullarından mezun olan Müslüman Alimler : Bu tıp okulundan mezun olan tanınmış Müslüman hekimler arasında 13'üncü yüzyıl tıp tarihçisi İbn Ebi Useybiya ve yine 13'üncü yüzyılda küçük kan dolaşımını keşfederek insan fizyolojisinin anlaşılmasında yeni bir adım atılmasını sağlayan İbnü'n Nefîs yer alıyordu.
 
Geri
Üst