Golan Tepeleri
Golan tepelerindeki çatışmalar
İsrail ordusuna karşı zafer elde edildiğine dair hatalı raporlar ve yakında Tel Aviv’e girecek olan
Mısır topçularının durumları Suriye’nin gönülsüzce savaşa girmesine etki etti. Suriye’nin liderliği, hernasılsa çok dikkatli ve sakıngan ilerlemesi ile gelişti ve Kuzey
İsrail’i ele geçirmeye başladı. İsrail Hava Kuvvetleri,
Mısır’daki görevini tamamladığı zaman sürpriz bir şekilde Suriye Hava Kuvvetlerini yok etmek için geri döndü. Suriye, İsrail kuvvetlerinin Mısır’ı neredeyse tamamen yok etmekte olduğunu anladı. 5 Haziran gecesi, İsrail hava saldırıları Suriye Hava Kuvvetleri’nin üçte ikisini yok etti ve İsrail Hava Kuvvetleri, Suriye’nin geriye kalan kuvvetlerini daha savaşamadan uzaktaki hava üslerine doğru çekilmeye zorladı. Küçük bir Suriye gücü Tel Dan’daki su kaynağını ele geçirmeye çalıştı. Birkaç Suriye tankının
Ürdün Nehrinde battığı rapor edildi. Her durumda, Suriye komutasının bir kara atağı ümitleri yok oldu ve bunun yerine Hula Vadisindeki İsrail kasabalarını savunmayı tercih etti.
7 ve 8 Haziran bu şekilde geçti. Bu arada İsrail’de Golan Tepelerinin işgâl edilmesi yönünde bir tartışma sürüyordu. Askeri öneriler yüksek tepelerde kuvvetlice konuşlanmış olan düşmanı püskürtmenin yüksek maliyetli olacağı yönündeydi. Golan Tepelerinin batı tarafı Galilee Denizinden 500 metre yüksekte bulunan bir dik kayalıktan oluşuyordu ve
Ürdün Nehri birazcık bataklığımsı bir plato oluşturuyordu. Moshe Dayan böyle bir harekâtın 30,000’in üzerinde bir kayıpla sonuçlanacağına inanıyordu ve bu fikri şiddetlice reddetti. Diğer taraftan Levi Eshkol, Golan Tepelerinin Kuzey Komutanlığı olabilmesi yönünde harekâta olumlu bakıyordu. David Elazar’ın operasyon için zalimce içtenliği vardı ve harekâtın Dayan’ın isteksizliğini yok edeceğinden emindi. Sonunda Güney ve Merkez kuvvetlerdeki tehditler bu olaylar sırasında tamamen temizlendi. Moshe Dayan bu fikir için daha da istekli olmaya başladı ve otoritesini harekât için kullandı.
Suriye Ordusu, 9 tugayda 75,000 askerden oluşuyordu ve yeterli bir topçu ve zırhlı birliği tarafından destekleniyordu. İsrail kuvvetleri iki köprüyü savaş sırasında merkezde kullandı. Golan Tepelerinin tek savaşa uygun yeri doğudan batıya doğru uzanan birkaç kilometrede bir kesişen dağlık bayırlardı ve yolların eksikliği içinde general hem doğu – batı yönünde ilerleyen kuvvetlerini hem de kanat desteğinden mahrum birimlerini sınırlamak için alan içinde kanal açtı. Böylece İsrailliler Golan sırtlarındaki üslerine kuzey ve güney hattı boyunca hareket edebildi. İsrail’in bir avantajı da Mossad casusu Eli Cohen sayesinde Suriye savaş konumları hakkında mükemmel ve zekice istihbarat bilgileri toplamasıydı.
Suriye topçu birliklerine dört gün boyunca aralıksız saldıran İsrail Hava Kuvvetleri tüm kuvvetleri ile birlikte Suriye konumlarına saldırı emri aldı. İyi korunmuş toplar çoğunlukla hasar almadı ve Suriye 9 tümeninden 6’sı ile Golan Platosunda kalarak yeteneksizce bir savunma için hazırlanmaya başladı. 9 Haziran akşamına kadar dört İsrail tugayı platoya doğru ilerledi. Orada bu dört tugay yeniden konuşlanabilir ve destek alabilirdi.
Ertesi gün 10 Haziran’da merkez ve kuzey birlikleri platoda bir kıskaç hareketi içine katıldı; fakat bu onları Suriye kuvvetlerince terk edilen boş bir araziye sürükledi. Elad Peled tarafından birleştirilen birkaç birlik güneyden Golan’a tırmandı ve sadece neredeyse tamamen terk edilmiş Suriye birlikleri buldular. Gün boyunca, İsrail birlikleri kendi konumları ve batıya doğru uzanan volkanik tepelerde bir hat arasında manevra yapabilecek bölümler elde ettikten sonra durdular. Doğuya doğru uzanan arazi sade bir şekilde bataklığımsıydı. Bu konum daha sonra Mor Hat olarak bilinen Son-Ateş Hattı’nın başlangıcı olmaya başladı.
Hava savaşları
Altı Gün Savaşı sırasında, İsrail Hava Kuvvetleri, özellikle çöl meydanındaki modern hava savaşları ile hava üstünlüğünün önemini ispatladı. İsrail Hava Kuvvetleri’nin ilk hava saldırılarını takiben, gün doğumu ile birlikte (güneşi arkaya almak önemli bir taktik hava saldırı imkânı tanımaktadır) yapılan hava saldırıları Arap hava kuvvetlerininin saldırılarını engelleyebilir ve aralıksız yapılan saldırılar ile Arap hava kuvvetlerine rahat vermeyebilirdi. Ayrıca kendi hava üstünlüklerinin tüm cephelerin üstünde olduğunu kabul ettirebilirdi. Bu daha sonra taktik destek harekâtlarını desteklemek amacıyla yapılan ilk atağınının stratejik etkisini kabul ettiriyordu. Bu konu Jericho yakınında bulunan Ürdün 60ıncı zırhlı tugayının ve Ürdün’den İsrail’e saldırması için gönderilen
Irak zırhlı tugayının sonu anlamındaydı.
Bu tezatlık içinde Arap hava kuvvetleri hiçbir zaman etkili bir saldırı gerçekleştirmeyi beceremedi. Ürdün avcı uçakları ve Mısır Tu-16 bombaardıman uçaklarından oluşan saldırılar savaşın ilk iki günü içinde İsrail saldırıları ile birlikte gerçekleşti ve Mısır bombardıman uçakları İsrail uçakları tarafından düşürüldü. Ayrıca Ürdün avcı uçakları daha havalanamadan yerde imha edildi.
İsrail’in hava zaferine katkıda bulunan diğer önemli bir etken ise daha önce İsrail Hava Kuvvetleri’nin kazandığı zaferlerin Arap pilotlar için bir moral bozukluğu yaratmasıydı. Bu yüzden birçok Arap pilotu İsrail’e sığındı. Ayrıca İsrail pilotlarının sığınmacılarla birlikte elegeçirdiği MiG’ler ile yaptığı test uçuşları düşmanları karşısında büyük bir avantaj sağladı. Dikkate değer Arap sığınmaları şunlardı:
- Iraklı Yzb. Münir Redfa’ın hatası, 3 MiG-21 ve en az 8 MiG-17F Cezayir pilotunun İsrail el-Arish Hava Üssü'e yanlışlıkla uçakları ile birlikte indikten sonra İsrail tarafından ele geçirilmesiydi. Ele geçirilen bir Cezayir pilotu geri kalan pilotlar evlerine geri gönderilirken batıda politik sığınmayı teklif etti.
- 19 Haziran 1964 günü, Mısırlı pilot Mahmud Abbas Hilmi Yakovlev Yak-11 eğitim uçağı ile el-Arish Hava Üssü’nden İsrail’deki Hatzor’a kaçtı.
- 1966’da, Iraklı Yzb. Münir Redfa Mig-21’i ile İsrail’e uçtu. İki yıl sonra İsrail bir MiG-21 ve iki MiG-17F’yi, MiG-21’ler için “Have Donut” ve MiG-17’ler için “Have Drill” olan kod adlarıyla değerlendirilmesi için Amerika Birleşik Devletleri’ne verdi.
- Yzb. Münir Redfa’nın ilticası devam ederken, en az iki Irak pilotu MiG-21’leri ile Ürdün’e sığınmıştı. Ürdün bu pilotlara politik sığınma teklif etmesine rağmen Irak’taki hava üslerine geri döndüler.
- 1965 yılında bir Suriyeli pilot MiG-17F’si ile birlikte İsrail’e sığındı.
6 Haziran’da, savaşın ikinci gününde, Kral Hüseyin ve Nasır Amerikan ve İngiliz uçaklarının İsrail saldırılarına katıldığını duyurdu. Bu her ne kadar Batı’da ciddiye alınmasa da suçlamalar, “Büyük Yalan” olarak gizli bir şekilde hükûmet yetkililerine gönderildi. Ayrıca duyurular
Sovyetler Birliği tarafından bir medya patlamasına sebep oldu ve Arap dünyasında Amerikan karşıtlığını körükledi. 8 Haziran’da İsrail, Nasır ve Hüseyin arasında geçen ve uydurma Amerikan – İngiliz saldırı duyurularını yayınlama kararını içeren telefon görüşmesinin iddia edildiği bir ses kaydı yayınladı. Haziran ayında Kral Hüseyin daha sonra bu saldırı iddialarını yalanlamasına karşın o gün Arap dünyasındaki haberciler, İsrail zaferine Amerikan askeri katılımın var olduğu yönündeki savunmalarını sürdürdüler.
Deniz Savaşları
Denizdeki savaş epey kısıtlıydı. İki tarafın da deniz harekatlarını birbirlerinin gözlerini korkutmak için yaptıkları biliniyordu. Ama iki taraf da denizde sıcak savaşa girmekten kaçındı. Sonuç getiren iki deniz harekatı ise altı İsrail gemisinin
İskenderiye limanına saldırması(bir mayın gemisi batırıp ele geçirildiler) ve hafif İsrail savaş gemilerinin 7 Haziran'da güney Sina Yarımadası'nda bir yerleşim birimini ele geçirmesiydi.
8 Haziran'da, İsrail hava ve deniz kuvvetleri Mısır deniz sularının 13 mil dışında bulunan USS Liberty gemisine saldırıp gemiyi batırarak ağır hasara sebep oldular. Olayın gerçek boyutu hala tartışılıyor ama
ABD özürü kabul etmiş durumda.
Çatışmanın sonucu ve savaş sonrası durum
İsrail'in Golan tepelerinde elde ettiği nihai zaferin ertesinde ateşkes imzalandı. Bu antlaşmada İsrail; Doğu Kudüs, Golan Tepeleri, Gazze Şeridi ve Sina Çölü'nü ele geçirdi. 68 bin 300 kilometrekarelik bir alanı, Ürdün, Suriye ve Mısır topraklarını işgal eden İsrail sınırlarını altı günde iki buçuk kat genişletmiş oldu. Birleşmiş Milletler kararlarına rağmen de İsrail bu toprakları elinde tutmaya devam ediyor. Kudüs, hiçbir devlet tanımasa da sonsuza kadar ve bölünmez başkent ilan edildi.
İsrail bölgede gücünü ispatlarken bölgedeki günümüz Amerikan hegemonyası da şekillenmeye başladı. Pan Arabizm çöküşü başladı. Bu savaştan sonra Arap politikası da tamamıyla değişti. Artık İsrail’i yok edemeyeceğini anlayan Arap ülkeleri Pan Arabizmi terk etti. Her ülke İsrail’e kaptırdıkları toprakları geri almanın ayrı ayrı peşine düştü.
İSK'nın Mısır'lı savaş esirlerini öldürdüğü iddiaları
Savaştan sonra İsrail'de silahsız Mısırlıların öldürüldüğüne dair ulusal bir tartışma başladı. Bazı askerler silahsız mahkûmların infaz edildiğine tanık olduklarını belirttiler. Yedioth Ahronoth gazetesinden Gabby Bron beş Mısırlı mahkûmun öldürüldüğüne şahit olduğunu söyledi. Michael Bar-Zohar üç Mısırlı savaş esirinin bir aşçı tarafından öldürüldüğünü söyledi, ve Meir Pa'il, askerlerin savaş esirlerini veya Arap sivillerini öldürdüğüne dair birçok olaydan haberdar olduğunu belirtti. Askeri tarihçi Uri Milstein'ın iddiasina göre teslim olmak için ellerini kaldırmış Mısır askerlerinin İsrail bölüklerince öldürüldüğüne dair birçok olay olmuştur. Milstein, "Bu resmi bir politika değildi, fakat atmosfer gereği bunu yapmak kabul edilebilir bir hareketti" dedi. "Bazı komutanlar bunu yapmayı tercih etti, bazılarıysa etmedi. Ama bu herkesce biliniyordu." Çöle kaçan Mısırlı askerlerin vurulduğuyla ilgili iddialar ise savaş sonu raporlarında tasdiklendi. İsrailli tarihçi ve gazeteci Tom Segev'in "1967" isimli kitabında bir askerin "bizim askerlerimiz kaçanları bulup ateş etmek için gönderildi. Bu bir emirdi, onlar kaçmaya çalışırken bunlar yapıldı" dediği görülür.
New York Times'ın 21 Eylül 1995 tarihli nüshasına göre, Mısır hükümeti Sina'daki El Ariş'te içinde 1967'de İsrailli askerlerce öldürülmüş 30 ila 60 Mısırlı askerin bulunduğu sığ bir toplu mezar buldu. İsrail bu konuyu Mısırla konuşmak için Dışişleri Bakanı Yardımcısı Eli Dayan'ı görevlendirdi. Dayan, Mısır ziyaretinde, ölen askerlerin ailesine tazminat ödemeyi teklif etti fakat bu işin sorumlularının "20 yıllık zaman aşımı" kuralı gereği bulunamayacağını bildirdi. Mısır'ın Al Shaab gazetesinin iddialarina göre İsrail'in Kahire elçisi David Sultan bu savaşta 100 Mısırlı mahkûmu öldürmüştü, bu sebeple görevi bırakması davetinde bulunmuştu; İsrail Elçiliği ve Dışişleri bakanı Sultan'ın bu savaşta yer aldığına dair kesin bir belgenin bile bulunmadığını dile getirdi.
Savaş sırasında UNEF tarafından leyazon sorumlusu olarak bölgeye gönderilen birliklerde bulunan Yugoslav Yüzbaşları Milovan Zorc ve Miobor Stosic, İsrail'in savaş esirlerini öldürdüğüne dair şüpheleri olduğunu söylediler. Onlara göre, eğer El-Ariş'te İsrail 250 Mısırlı savaş esirini öldürdüyse bundan haberleri olurdu.
İSK'den çıkan 11 Haziran 1967 tarihli belgeye göre, esirlerin durumuyla ilgili yeni emirler çıkarılması gerekliliği duyuldu: "Hazırdaki emirler çelişkili olduğu için yeni bağlayıcı talimatlar: a)Teslim olan asker ve sivillere hiçbir şekilde zarar verilmemelidir. b)Silah taşıyan ve teslim olmayan her akser ve sivil öldürülecektir... Bu emirlere uymayan askerler ciddi şekilde cezalandırılacaktır. Bu emirler tüm İSK askerlerine ulaşmalıdır."
İsrailli kaynaklara göre 4338 Mısır askeri esir alınırken 11 İsrail askeri Mısır'a esir düşmüştür. Esirlerin değiş tokuşu 23 Ocak 1968'de tamamlanmıştır.
ABD ve İngiliz çatışma yardımı iddiaları
George Lenczowski'ye göre, en erken 23 Mayıs'ta, Ortadoğu'ya silah ambargosu uygulanmasına rağmen Başkan Johnson gizlice İsrail'e çeşitli silah yardımları yapılması için onay vermiştir.
Stephen Green ise kitabında ABD'nin, geceleyin Mısır kara kuvvetlerinin yerini belirleyip sabahına İsrail uçaklarının onları vurmasıyla avantaj sağlaması için bölgeye istikşaf uçakları gönderdiğini yazmıştır. Richard Parker bunu inkar edip sadece bir kişinin şahitliğini yaptığı uydurma bir haber olduğunu belirtti.
Savaşın ikinci gününde Arap medyası Amerikan ve İngiliz bölüklerinin İsrail'in yanında savaştığını belirten haberler sundu. Kahire Radyosu ve hükümetin gazetesi Al-Ahram çeşitli iddialarda bulundu. İddialardan bazıları şunlardır: Uçak gemilerinden kalkan ABD ve İngiliz uçakları Mısır'a karşı sortiler düzenledi;
Libya'daki Amerikan Wheelus Hava Üssü'nden kalkan uçaklar Mısır'ı vurdu; Amerikan casus uyduları İsrail'e görüntüler sundu. Nasır döneminde "Al-Ahram"ın yöneticiliğini yapan Mohamed Hassanein Heikal da El Cezire kanalında benzer iddialarda bulundu. Muammer Kaddafi'nin
Libya hükümeti de bu iddiaları onayladı. ABD ve
İngiltere bu iddiaları ne kabul etmek ne de inkar etmek için pek çaba sarfetmedi. Benzer iddialar Şam ve Amman Radyolarından da yapıldı. Mısır medyası Kral Hüseyin'in İngiliz uçaklarını radarda kendi gözleriyle gördüğünü söyledi.
Arap dünyası dışında ABD ve
İngiltere'nin savaşa karışma ihtimali pek ciddiye alınmadı. İngiltere, ABD ve İsrail suçlamaları yalanladı. İsrail, Mısır ve Ürdün telefon hatlarına girmeyi başardı. Bundan iki gün sonra gerçekleşen Nasır ve Ürdün Kralı Hüseyin arasında geçen telefon konuşması 8 Haziran'da İsrail tarafından ortaya çıkarılınca Mısır'ın prestiji daha da azaldı.
« Nasır: ...ABD'yi de ekleyelim mi? Bundan haberiniz var mı, ABD'nin İsrail ile işbirliği yaptığını bildirelim mi?
Hüseyin: Alo. Duymuyorum, bağlantı berbat - Sizin ile Kral'ın konuştuğu Kraliyet Sarayı hattı kötü.
Nasır: Alo, ABD ve İngiltere mi diyeceğiz yoksa sadece ABD mi?
Hüseyin: ABD ve İngiltere
Nasır: İngiltere'nin uçak gemileri var mı?
Hüseyin: (Cevap anlaşılmıyor).
Nasır: İyi. Kral Hüseyin anons yapacak ve ben anons yapacağım. Teşekkür ederim... Majesteleri Amerikan ve İngiliz mevcudiyetiyle ilgili anons yapacak mı?
Hüseyin: (Cevap anlaşılmıyor).
Nasır: İnşallah, diyorum ki Amerikan ve İngiliz uçak gemilerindeki uçaklar bize karşı yer aldığına dair ben anons yapacağım ve siz anons yapacaksınız ve Suriye'nin de anons yaptığını göreceğiz. Anonsu yayınlayacağız, bunun üzerinde vurgu yapıp amacımıza ulaşacağız. »
Savaşın hemen ardından Arap ordularının yenilgisinin büyüklüğü ortaya çıkmaya başlayınca İsrail zaferinin arkasındaki Amerikan ordularının desteği konusunda Arap liderleri arasında farklılıklar belirdi. 9 Haziran 1967'de Nasır'in (kabul edilmeyen) istifa konuşmasında şunları söylemiştir:
« Düşman sahillerinde, düşmanın savaş çabalarına yardım eden Amerikan ve İngiliz uçak gemilerinin varlığı müspettir. Ayrıca, İngiliz uçakları, gün ışığında Suriye ve Mısır cephelerine saldırdı, bunun yanı sıra Amerikan keşif uçakları pozisyonumuzu ifşa etti... Abartmadan diyebiliriz ki, düşmanımız hava kuvvetlerinin normal gücünün üç katı büyüklüğünde hareket etti. »
Fakat, Kral Hüseyin, sonradan Amerikan ordu desteğinin varlığını inkar etti. 30 Haziran'da New York'ta, savaşta "Amerikan ve de İngiliz uçaklarının yer almadığı" konusunda "tamamen ikna olduğunu" belirtmiştir. Eylül ayında The New York Times'da çıkan habere göre
Sudan'da Hartum Çözümü konusunda bir araya gelen Arap liderlere özel olarak görüşen Nasır önceden sunduğu iddiaların asılsız olduğunu belirtmiştir.
Yalnız İsrail ile savaşmaktan ziyade Arapların Amerikan ve İngiliz ordularıyla da savaşıyor olma iddiası Arap dünyasında itibar kazandı. Konuyla ilgili Cidde'deki İngiliz temsilci şunları söyledi:
« Başkan Abdünnasır'ın iddiaları... radyo dinleyen veya basını takip eden Arap nüfusu tarafından kuvvetle inanıldı... Bunu inkar ettiğimiz yayınlarımız az kişi tarafından duyuldu ve inanılmadı. Basın ve yayın kuruluşları inkarlarımıza yer vermedi. Bize karşı dostane davranan yüksek eğitim almış kişiler dahi bu iddiaların doğruluğuna ikna oldu. Kıdemli dış işleri yetkilileri, sunduğumuz resmi yazılı ve sözlü yalanlamalarımıza inandıklarını söyledilerse de şüpheyle yaklaştılar. Bence bu durum Arap dünyasındaki prestijimizi ciddi bir şekilde sarstı, gelecekte de devam etmek üzere bize karşı şüphe duymaya başladılar... Araplar küçük düşürülerek yenildiği için doğal olarak konuyla ilgili hassaslar, bundan sonra yapacağımız yalanlamalar onların inancını kırmayacağı gibi bunu daha da alevlendirecektir. »
Savaştan çok sonra dahi Mısır hükümeti ve gazeteleri İsrail,
Birleşik Krallık ve Birleşmiş Devletler ile gizli anlaşmalar içinde olduğu iddialarını sürdürdü. Bu durum Al-Ahram gazetesinde ve Kahire Radyosu'ndan yayın yapan Mohamed Heikal'ın programlarında eş zamanlı olarak devam etti. Heikal savaşın "sırlarını" ifşa etmeye çalıştı. Yayınlarında kaynak, belge ve fikirlerini sundu. Heikal'in düşüncesi açıktı: gizli ABD - İsrail birliği Suriye ve Mısır'a karşı kurulmuştu.
İsrail'li tarihçi Elie Podeh'in anlattıklarına göre: "Tüm 1967 sonrası [Mısır] tarih kitaplarında İsrail'in İngiltere ve ABD'nin desteğiyle savaş açtığı iddiasını tekrarladı. Anlatılarda 1967 savaşıyla Arap dünyasını kontrol etmeye çalışan eski emperyalist çabalar arasında bağ kurulup İsrail emperyalist olarak resmedildi. Bu mükerrer uydurma hikâye, bazı küçük farklılıklarla, okul tarih kitaplarında yer alıp gizli işbirliği konusu Mısır öğrencilerinin beyinlerine işlendi."
Sıradaki örnek
Abdallah Ahmad Hamid al-Qusi, Al-Wisam fi at-Ta'rikh kitabından alıntıdır:
« Birleşik Devletlerin rolü: İsrail savaşta tek başına değildi. Yüzlerce gönüllü, pilot, Mısır üslerinin resmini çeken, savunma ekipmanlarını tıkayan, Mısır emirlerini dinleyip bu bilgileri İsrail'e sunan casus ekipmanlı askeri görevliler vardı. »
Six Days of War yazarı tarihçi Michael Oren'in iddiasına göre Arap liderlerin yalan iddiaları yaymasının sebebi Sovyet desteğini garantiye almaktı.[58] Savaş sonunda İsrail zaferinin büyüklüğü ortaya çıkmaya başlayınca, önce de yapılan bu iddialar sayesinde Nasır ve diğer Arap liderler suçlanmaktan kurtuldu. Bu iddialar doğrultusunda petrol üreten Arap ülkeleri İngiltere ve ABD'ye ambargo uygulamaya karar verdi.
Altı Arap ülkesi ABD ile diplomatik bağlarını kesti ve
Lübnan elçisini geri çağırdı. Genel açıdan, Altı Gün Savaşı Ortadoğu'da Amerika'ya karşı radikalliği, solcu ve dinci hareketleri ve terör sürecini hızlandırdı. Hatta, bu durum Arap dünyasının ötesine geçip
İran,
Pakistan ve diğer üçüncü
dünya ülkelerinin Amerikan karşıtı tavırlarını belirledi.
ABD ve İngiliz çatışma dışı yardımları
1993 yılındaki bir röportaj, Johnson Başkanlık Kütüphanesi tarih arşivlerinde bulunan Birleşmiş Devletler Savunma Sekreteri Robert McNamara tarafından bir savaş gemisi grubunu açığa çıkardı. Cebelitarık yakınlarında eğitimde olan 6. Filo, Doğu Akdeniz'de İsrail’i savunmak için yeniden konuşlanıyordu. Bakanlar Kurulu şunu düşündü: İsrail'de durum o kadar gergin ki, belki Suriyeliler, İsrail'in onlara saldıracağından korkuyorlardı ve Rusların desteklediği Suriyeliler güç dengesini yeniden oluşturmak isteyip İsrail'e saldırabilirdi. Sovyetler bu konuşlanmayı çok geçmeden öğrendiler ve doğal olarak saldırı konumuna geçtiler. Sovyet
Başbakanı Alexei Kosygin Amerika’yı "kırmızı telefon"dan arayarak bu tür olayların iki ülke arasında savaşa sebep olacağını söyleyerek tehdit etti.
1983 yılında “Boston Globe” ile yapılan bir röportaj “McNamara: ‘Biz lanet olası bir savaşa yakınız.’ şeklinde bir iddiada bulundu.” yönündeydi. O, Kosygin’in Akdeniz’deki bir savaş gemisini geri göndermek zorunda kalması yüzünden sinirli olduğunu söyledi. McNamara bu krizin nasıl çözüldüğünü açıklamadı.
“Altı Gün” adlı kitabında seçkin BBC habercisi Jeremy Bowen, 4 Haziran 1967’de İsrail gemisi Miryam’ın makineli tüfekler, 105 mm’lik tank mermileri ve zırhlı araçlar ile birlikte Felixstowe’dan ayrıldığını iddia ediyordu. Ayrıca kriz başladığından beri birçok sevkiyat ile birlikte İngiliz ve Amerikan envanterlerinin gizlice gönderildiğini iddia ediyordu. Bununla birlikte İsrail lojistik uçakları Lincolnshire’da ve RAF Waddington’un dışında mekik dokuyordu. Bowen, Harold Wilson’un Eshkol’a yazdığı yazılarda çok uzak yerlerden gelen gizli yardımların sürmesinden memnun olduğunu iddia ediyordu.
İsrail'in Zulümle gaspettiği Golan Tepeleri
Golan Tepeleri'nin haritada konumu
Golan Tepeleri (Arapça; هضبة الجولان, Hadbetü'l-Cevlān, Osmanlıca; جولان تپهلری Cevlân Tepeleri, İbranice; רמת הגולן, Ramat HaGolan), Suriye'nin güneybatı, İsrail'in kuzeydoğu ucundaki tepelik bölge. Golan Platosu olarak da bilinen bölge ayrıca,
Lübnan ve Ürdün ile komşudur. Büyük bölümü Kuneytire Valiliği'nin, kimi bölümleri de Dara Valiliği'nin sınırları içinde kalır.
Bölgede çok eski zamanlardan beri yerleşimler bulunmakta olup, Amoriler, Aramiler ve Yahudiler gibi Kuzeybatı Sami halkları ilk hüküm sürmüş gruplar arasındadır. Golan'da Asur ve
Babil, Ahameniş, Roma ve sonrasında Bizans egemenliğinin ardından 7. yüzyıl ortalarında İslami devletlerin hakimiyeti başlamıştır. Emeviler, Abbasiler, Büyük Selçuklular ve 16. yüzyıldan 20. yüzyıla kadar
Osmanlı İmparatorluğu kontrolündeki bölge
I. Dünya Savaşı'ndan sonra Fransız mandası haline getirilmiştir.
II. Dünya Savaşı sonrasında Suriye'ye katılan bölge 1967'de, Altı Gün Savaşı sırasında İsrail'in askeri işgali altına girmiştir. 1981'de İsrail, Golan'ın ele geçirdiği bölümlerini tek yanlı olarak ilhak etmiştir.
Yükseltili yapısından ötürü çevresindeki bölgelerden farklı iklim özellikleri gösteren Golan Tepeleri zengin su kaynakları ile tanınır. İsrail'in su ihtiyacının %15'i bu bölgede bulunan akarsulardan karşılanmaktadır. Bölgede yer alan en yüksek zirve 2,236 metre olup Hermon Dağı'nda yer almaktadır.
Golan Tepeleri'nin coğrafî sınırları
Batıdan Taberiye Gölü ve Marj Al-Hula ovası, doğudan Er-Rakkad Vadisi, Kuzeyden Saar Vadisi ve Harmun dağı, Güneyden ise Yarmuk nehri Golan Tepeleri'nin doğal sınırlarını oluşturmaktadır. Toplam yüzölçümü 1860 km2 olarak tahmin edilen Golan Tepeleri’nin idarî merkezi olan Kuneytire kenti, Suriye’nin başkenti Şam'ın 67 km batısındadır.
Etimoloji
Tanah'da Golan, Başan'da bulunan bir sığınak kent olarak belirtilmiş, Tesniye, Yeşu ve Tarihler Kitabı'nda şehre atıfta bulunulmuştur. 19. yüzyıl yazarları "Golan" kelimesini "çevrelenmiş bölge" olarak yorumladılar.
Bölgenin Grekçe adı Gaulanitis'tir (Grekçe: Γαυλανῖτις). Mişna'da ise bölge için verilen isim, Aramicede verilen isimlere benzer şekilde Gablān, Gawlāna, Guwlana ve Gublānā’dır. Bölgeye Arapçada Jawlān (Arapça: جولان) ve Djolan (Arapça: جولان) isimleri verilirken,
Osmanlı kaynaklarında Cevlân (Osmanlıca: جولان), Kenan dilleri ve İbranicede ise "Golan" (İbranice: גולן) olarak anılmıştır. Bizans dönemine ait Arap haritacıları, bölgeye bir plato olmasına rağmen Cebel (dağ) adını vermişlerdir.
Müslümanlar tarafından MS 7. yüzyılda fethedilen bölge, Yahudi Ansiklopedisi’nde Gaulonitis olarak adlandırılmaktadır. Bölgenin adı Golan Tepeleri şeklinde ise 19. yüzyıldan itibaren kullanılmaya başlandı.
Tarihçe
Eski dönemler : Tarihi boyunca birçok uygarlığa ev sahipliği yapan Golan Tepeleri, MÖ 3000'den MÖ 900 civarına kadar, Tunç ve Demir Çağı'nda Amoriler ve Aramiler gibi Kuzeybatı Sami dilleri konuşan halklar tarafından kontrol edildi. Daha sonra İbrani İncili'ne göre İsrailoğlu kontrolüne giren bölgede tarihi kayıtlara göre MÖ 900'den itibaren ilk başta birleşik monarşi altındaki İsrail Krallığı, daha sonra ise ardılı Kuzey İsrail Krallığı hüküm sürdü. Golan'ın adı Tanah’ın Tesniye ve Yeşu kitaplarında Ürdün Nehri'nin kuzeyindeki üç sığınak kentlerden biri olarak geçmektedir.
Katzrin'de bulunan Roma-Bizans döneminden sinagog kalıtısı
Daha sonra sırasıyla Asur,
Babil ve Ahameniş İmparatorluğu kontrolüne giren bölge MÖ 4. yüzyılda
Makedonya'nın lideri İskender tarafından ele geçirildi. MÖ 1. yüzyıda Roma İmparatorluğu egemenliğine, sonrasında ise ardılı Bizans egemenliğine girdi ve Sasani İmparatorluğu'nun bölgeyi 600 civarında almasına kadar elinde tuttu. Bizans ve Roma dönemlerinde
Yemen kökenli Hristiyan Araplar olan Gassanilerin "Cevlân" olarak da adlandırdıkları Golan'da hakimiyet kurmalarına izin verilmiş, bu devlet Bizans ve Roma için bir uydu ve tampon devlet görevi görmüştür.
Erken İslam dönemi : Bilad'üş-Şam'ın (
Levant) Yermük Muharebesi sonucunda ele geçirilmesinden sonra (633-640), Golan bölgesi İslami devletlerinin kontrolüne girdi. Bölge sırasıyla Râşidîn, Emevî, Abbâsî, Şii Fâtımî ve Oğuz Selçuklu Hanedanı'nın egemenliği altında yer aldı. 12. yüzyılda
Haçlı Seferleri boyunca bölgede yer alan Banias şehrine kısa süreliğine Hristiyan devletler egemen oldu, daha sonra ise
Selahaddin Eyyubi'nin kontrolü altına girdi. Golan'a 1259'da Moğollar, takriben de Memlûk Devleti hakim oldu.
Osmanlı hakimiyeti : 16. yüzyılda Osmanlıların egemeliğine giren bölgede Dürzi toplulukları ilerleyen yüzyıllarda bölgeye yerleşti, ancak göçebe yaşayan Arap Bedevi kabilelerinin yerleşim birimlerine yaptıkları istilalar ve saldırılar nedeni ile geçmişte boşalmış şehir ve kasabalara yeniden yerleşim yapılmadı. 1868 yılında bölge "neredeyse tamamen boş" olarak tanımlandı ve bu zamanda gezi rehberleri Golan'daki 127 tarihi şehirden sadece 11'inde hala yaşanıldığını kaydetti. Bölgeye 1864'te Kuzey Kafkasya’nın Çarlık
Rusya tarafından ele geçirilmesi nedeniyle Osmanlı Devleti’ne sığınan Çerkezler'in yerleştirildiği bilinmektedir. Osmanlı döenminde bölgede ilk Siyonist Yahudi yerleşim birimleri kurulmaya başlandı.
Osmanlı Devleti,
I. Dünya Savaşı'nı kaybettikten sonra Golan Tepeleri, Sykes-Picot Antlaşması uyarınca önce
Fransa Suriye Mandası daha sonra Birinci Suriye Cumhuriyeti ve Suriye Arap Cumhuriyeti topraklarının bir parçası haline geldi.
Golan Tepelerinden bir görünüm
Modern tarih : İsrail, 9 Haziran 1967'de Altı Gün Savaşı sırasında Kuneytire kenti dâhil Golan Tepelerini ele geçirdi. Ardından İsrail hükûmeti, Golan'ın kuzeydoğusundaki Dürzi köyleri hariç, Golan'ın köy ve kasabalarında kalan halkın tamamını Suriye topraklarına gönderdi. Ekim 1973'te 1973 Arap-İsrail Savaşı (Dördüncü Arap-İsrail Savaşı olarak da bilinir) sırasında Suriye tarafı, 1860 km2 olarak tahmin edilen Golan'ın toplam alanından, İsrail'in bomba saldırıları sırasında yıkılan ve hala yıkık şehir olarak bilinen Kuneytire kenti dâhil 60 km2'yi geri aldı. Aralık 1981'de İsrail parlamentosu Knesset, Golan Tepeleri'nin ele geçirilen kısmını İsrail'e tek taraflı olarak ilhak etti. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin 1981'de aldığı 497 sayılı karar ile durumun hukuki geçerliliği olmadığını belirtti.
25 Mart 2019'da ABD Başkanı Donald Trump, ülkesinin İsrail'in Golan Tepeleri üzerindeki egemenliğini tanıdığını ilan eden bir deklarasyon imzaladı. Karar üzerine Birleşmiş Milletler açıklama yaparak daha önce belirlenmiş politikasında değişiklik olmadığını ifade etti.
Rusya'dan yapılan açıklamada tanıma kararının bölgede yeni bir gerilim dalgası yaratabileceği endişesi dile getirildi.
Türkiye Dışişleri Bakanlığı "kararı esefle karşıladığını ve şiddetle kınadığını" bildirdi.
Nüfus yapısı : İsrail'in ele geçirmesinden önce Golan'da 164 köy, 146 mezraa ve Kuneytire ve Fik adında iki kent bulunmaktaydı. 1966 yılında Suriye hükümetince yapılan nüfus sayımına göre Golan'ın nüfusu, 153 bin kişi idi. Nüfusun çoğunluğu Sunni Araplardan oluşmakta, önemli azınlıklar arasında ise Dürzîler ve Alaviler yer almaktaydı. Aynı zamanda daha küçük Çerkes ve Türkmen toplulukları da mevcuttu. İsrail, 1967 Arap-İsrail Savaşı sırasında ve sonrasında yaklaşık 131 bin Golanlıyı Suriye topraklarına gönderdi. 1996’da Suriye hükümetince yapılan nüfus sayımına göre sürgündeki Golanlıların nüfusu 490 bine ulaştı.
Screenshot_1816cdfc85c68fa26.webp
1967 Arap-İsrail Savaşı sonrasında İsrail'in kontrolünde kalan bölgede Suriyelilerin sayısı yaklaşık 7 bin kişi iken, bu sayı 2000 yılında İsrail hükümetince düzenlenen nüfus sayımına göre 19 bin kişiye yükseldi. Yaklaşık olarak 17 bin Dürzi ve 2 bin Nusayri'den oluşan bu nüfusun sadece yüzde 13'ü İsrail vatandaşlığını kabul ederken nüfusun diğer bölümü ise İsrail vatandaşlığına geçme teklifini reddetti.
Golan'da İsrail ordusuna ait yaklaşık 60 karargah bulunmaktadır Bölgede 45 Yahudi yerleşim yeri bulunurken burada yaşayan nüfus sayısı yaklaşık 20 bin civarındadır.
Hidrokarbon keşfi : 1990'ların başında, İsrail hükümeti, İsrail Ulusal Petrol Şirketi'ne (INOC) Golan Tepeleri'nde hidrokarbon arama izni verdi. İki milyon varil petrolün geri kazanım potansiyelinin, o zaman 24 milyon dolara eşdeğer olduğu tahmin ediliyordu. İzak Rabin yönetimi sırasında (1992-1995), İsrail ile Suriye arasındaki barış müzakerelerinin yeniden başlatılması için çaba sarf edildikçe izinler askıya alındı. 1996 yılında Binyamin Netanyahu, Golan’da petrol arama ve sondaj yapma etkinliklerinin yeniden sürdürülmesi için INOC’a ön onay verdi.
INOC, 1997 yılında Kamu Şirketleri Direktörü (GCA) Tzipi Livni tarafından denetlenen bir özelleştirme sürecine girmeye başladı ve bu süre zarfında, INOC'nin sondaj izinlerinin devlete iade edilmesine karar verildi. 2012 yılında, Ulusal Altyapı Bakanı Uzi Landau, Golan'daki petrol ve doğalgaz sondaj çalışmalarını onayladı. Ertesi yıl, İsrail Enerji ve Su Kaynakları Bakanlığı Petrol Konseyi, Effi Eitam başkanlığındaki New Jersey merkezli Genie Energy Ltd. şirketinin yerel bir yan kuruluşuna gizlice Golan Tepeleri'nde Hidrokarbon Arama ve Çıkarma Lisansı verdi.
Uluslararası insan hakları kuruluşları ise İsrail'i sondajın işgal altındaki Golan Tepeleri bölgesinde yürütüldüğü için uluslararası hukuku ihlal etmekle suçlamaktadır.