Üst
Suriye Arap Cumhuriyeti

Suriye Arap Cumhuriyeti

Suriye
suriye.webp
suriye.webp
BaşkentŞam
Resmî dillerArapça, Kürtçe, Neo-Aramca, Türkçe
Yönetim ŞekliYarı Başkanlık Sistemi
Yüzölçümü185.180 km²
Nüfus18.284.407
Nüfus Yoğunluğu98,7/km²
Para birimiSuriye Lirası (SYP)
Zaman dilimiUTC+2 (DAZD)-UTC+3 (EEST)
Telefon kodu+963
İnternet TLD.sy
Suriye (Arapça: سوريا) ya da resmî adıyla Suriye Arap Cumhuriyeti, (Arapça: الجمهورية العربية السورية, El-Cumhuriyyetü'l-Arabiyyetü's-Suriyye) Orta Doğu'da Lübnan, İsrail, Ürdün, Irak, Türkiye ile; Akdeniz'de ise KKTC ve Kıbrıs Cumhuriyeti ile komşu bir ülkedir. Başkenti ve en büyük şehri Şam, diğer büyük şehirleri Halep, Lazkiye, Humus'tur. Ülkenin toplam nüfusu resmi verilere göre 2010'da 21 milyon 18 bin 834 kişi iken, bu sayının 2019'da 18 milyon 507 bin 587 olduğu tahmin edilmektedir. Yüzölçümü Türkiye topraklarının 1/4'ü kadardır.

Ülke 1963'ten bu yana ülke Baas Partisi tarafından, 1970'ten bu yana ise Esad ailesinin başta olduğu hükümetler tarafından yönetilmektedir. Suriye'nin şimdiki devlet başkanı, ülkeyi 1970'ten 2000'deki ölümüne kadar yöneten Hafız Esad'ın oğlu Beşşar Esad'dır.

2010 yılında Orta Doğu'da başlayan Arap Baharı'nın etkisiyle Suriye'de başlayan protesto gösterileri kısa sürede şiddet eylemlerine dönüştü ve ülkede iç savaş başladı. 2011 yılının Mart ayından bu yana aralıksız olarak süren iç savaş nedeniyle 2019 yılı itibarıyla 370 binden fazla kişi hayatını kaybederken, 5,5 milyondan fazla Suriyeli ülkeden kaçmak zorunda kaldı.

Tarih​

Suriye, tarih boyunca Kenanlılar, İbraniler, Aramiler, Asurlular, Babilliler, Persler, Yunanlar, Romalılar, Bizans, Emevîler, Abbâsîler, Eyyubiler, Selçuklular, Memlûklular, Haçlılar ve Osmanlı Devleti tarafından yönetilmiştir. Başkenti Şam Emevi İmparatorluğu'nun merkezi ve Memlûk Devleti'nin bölgesel yönetim merkeziydi. Şam, 1260 yılında Memlük Sultanlığının başkenti olmuş, 1400 yılında, Timur tarafından saldırıya uğrayıp yok edilmiştir. 1517'de Osmanlı egemenliğine girmiş ve tam 403 sene boyunca Osmanlı tarafından yönetilmiştir. I. Dünya Savaşı'nda Osmanlı yönetiminden çıkmıştır.

1920 yılında gerçekleşen Fransa-Suriye Savaşı sonucunda Suriye bağımsızlığını kaybetmiş ve 1920'den 1946'ya kadar Fransa yönetiminde kalmıştır. 1946'daki bağımsızlık ilânından sonra, 1958 Şubat'ında, Mısır ile Birleşik Arap Cumhuriyeti'ni kurmuşlardır. Ama bu birliktelik, ancak 3 yıl sürmüştür ve iki ülke 1961 yılında ayrılmışlardır. Suriye, Altı Gün Savaşı'nda Golan Tepeleri'ni kaybetmiştir. İsrail, 1981 yılında burayı, tek taraflı olarak ilhak etmiştir. Bu işgal, bugün hala iki ülke arasında sorundur.

emeviye6b62f6a2e0fea796.jpg
emeviye6b62f6a2e0fea796.jpg


Suriye bayrağı​

Suriye bayrağı; Yemen, Mısır, Sudan, Irak, Ürdün, BAE bayraklarında olduğu gibi Geleneksel Pan-Arabizm renklerinden oluşmaktadır. Kırmızı renk hanedanlığı, siyah renk Abbasileri ve Araplığı simgelemektedir. İki yeşil yıldız Suriye halkını temsil etmektedir.

Suriye arması​

Suriye'nin resmi arması. Altın kartal figürüyle (Kureyş şahini) birlikte ülke bayrağının kullanıldığı armadır.
suriye-armasi7f1e1db96f48e6e8.png
suriye-armasi7f1e1db96f48e6e8.png


Coğrafi Konum ve İklim​

Akdeniz'in doğusunda yer alan Suriye'nin batısında dağlık bir kütle yer alır. K-G yönünde uzanan Ensariye Dağları Türkiye'deki Nur Dağlarının bir uzantısı şeklinde Anti-Lübnan Dağları olarak İsrail'e kadar kıyı boyunca uzanır. 1000 metre yükseklikteki bu dağlar kıyıya paralel uzanması nedeniyle deniz etkisinin Suriye'nin iç kısımlarına sokulmasını önler. Suriye'nin iç kısımlarında çöl şartları etkilidir. Suriye'nin güneydoğusunda Suriye Çölü yer alır. Suriye'nin 2/3 si çöllerle kaplıdır. Akdeniz kıyısında Akdeniz iklimi egemendir. Tarım ve hayvancılık halkın temel uğraşıdır. Suriye'nin yeraltı kaynakları arasında petrol ve fosfat çok önemlidir.

Bitki örtüsü​

Suriye'nin iklim şartları, kuzeydeki topografik ve dağlık yapısı nedeniyle, ülkede bitki örtüsü olarak bozkır ve orman bulunur. Ülkenin kuzeyindeki dağlık bölgede kavak, Söğüt ve Meşe ağaçları bulunur. güneyinde ise genelde çöl ağaçları olan hurma ve Palmiye ağaçları vardır.

Ekonomi​

Suriye'nin ekonomisini tarım, turizm, alışveriş ve petrol ihracatı oluşturmaktadır.

Kültür​

Suriye'nin kültürü Mezopotamya kültürü, İslam dini ve geleneksel Arap kültürü etrafında biçimlenmiştir. Buna karşın, Suriye'nin çeşitlilikler içinde yüksek bir kozmopolit toplum ve canlı bir kültüre sahiptir. İslam etkisi ve ağırlıklı olarak Arap kültürünün mimari, müzik, giyim, mutfak ve yaşam tarzında görülebilmektedir.

Suriye mutfağı​

Kurutulmuş meyve, hurma, kayısı, incir, kuru erik ve kuru üzüm
Kurutulmuş meyve, hurma, kayısı, incir, kuru erik ve kuru üzüm
Suriye mutfağı, Suriye'nin ulusal mutfağıdır. Arap ve Kürt kültürünün mirasçısı olan Suriye mutfağı Orta Doğu mutfaklardan etkilenmiştir. Ayrıca Suriye mutfağı yörelere göre de farklılıklar gösterir. Güney Suriye mutfağı, Kuzey Suriye mutfağı gibi birçok yöreler kendilerine ait zengin bir yemek haznesine sahiptirler. Suriye mutfağı ya da Mezopotamya mutfağı uzun bir geçmişe sahiptir yaklaşık 10.000 yıl öncesine dayanmaktadır. Günümüzde, Suriye mutfağı Kürt ve Arap mutfaklarından etkilenmiştir. Kürt ve Arap mutfağı oldukça tutulmakta olup Suriye'nin her yerinde döner lokantalarından Suriye otellerinin lüks lokantalarına kadar her yerde bulunabilinmektedir. Hızlı yiyecekler, Arap, Kürt ve Batı mutfakları da oldukça popüler olup geniş miktarda bulunabilmektedir. Suriye mutfağı Kürtler ve Araplarla binlerce yıllık etkileşimle günümüze gelmiş gayet zengin ve farklı bir mutfaktır. Mutfağın temel malzemeleri kuzu eti, yöresel baharatlardır, pirinç ve bulgurdur. Bu nedenle ırak mutfağı ağır yemeklerden oluşur. Mutfağın temel bileşenleri Kebaplar, lahmacunlar, Etli yemekler ve hamurlu tatlılar olup dünyanın her yerinde tanınmakta ve tercih edilmektedir. Fast food tarzı Batı kültürünün de arttığı bu devirlerde, fast-food'la yarışabilir hızlı hazırlanabilen bir mutfaktır.

Geleneksel bir sofra düzeni. (Suriye)
Geleneksel bir sofra düzeni. (Suriye)
Kahvaltı : Suriyeliler genellikle zengin bir kahvaltı tercih ederler. Tipik bir Suriye kahvaltısı, tereyağı, zeytin, yumurta, domates, salatalık, reçel, bal, kaymak ve (beyaz peynir, kaşar vs.) peynir oluşur. Sucuk (yumurta ile yenebilir baharatlı sosis), pastırma, börek, simit, poğaça ve çorbalar, Irak'ta sabah yemekleri olarak yenilir. Kahvaltı için domates, yeşil biber, soğan, zeytinyağı ve yumurta ile hazırlanan menemen de yenilmektedur. çay kahvaltıda servis edilir.

Çorbalar : Çorba özellikle kış aylarında Irak mutfağının vazgeçilmez bir parçasıdır. Mercimek çorbası, ezogelin çorbası, yoğurt çorbası ve tarhana çorbası en çok tercih edilen çorbalardır. Ancak Suriye mutfağı bunların yanı sıra sayısız miktarda çorbalar içerir. Etler, sebzeler ve baklagiller genellikle çorbaların ana malzemeleridir. Et suyu, un, yoğurt ve şehriye bu malzemeleri çorba haline getirmek için kullanılır.

Et yemekleri : Suriye mutfağındaki et yemeklerinin çoğu kebaplar, köfteler, Kuru fasulye ve tencere yemekleri sınıfındaki yemeklerdir.

Kuru fasulye
Kuru fasulye
Suriye mutfağında kebap, et, lahmacun kebap yemeği anlamı içerir. Genelde kebaplar lokantalarda yenen ve ızgara yöntemiyle hazırlanan yemeklerdir. Kebaplar arasında döner kebap en sevilen kebaplar arasındadır.

Köfteler kıymanın ekmek içi, soğan ve çeşitli baharatlarla yoğrularak, şekillendirilip pişirilmesi yoluyla yapılan yemeklerdir. Izgara, fırınlama, kızartma veya sulu yemek olarak yapılabilir.

Sulu et yemekleri arasında Güveç, Kağıt Kebabı ve çeşitli Türlü ve Yahniler sayılabilir.

Sebze yemekleri : Suriye mutfağı sebze yemekleri açısından çok büyük bir çeşitliliğe sahip bir mutfaktır. Dolmalar ve sarmalar, etli sebze yemekleri, kızartma sebzeler ve zeytinyağlıların sayısız çeşitleri mevcuttur.

Dolmalar ve sarmalar etli olarak hazırlanabilirler. Etli dolmalar kıyma, pirinç, soğan,domates ve biber salçası, çeşitli baharat içerirler. Dolmalar için en çok kullanılan sebzeler biber, kabak, domates, patlıcan ve soğan gibi sebzelerdir.

Etli sebze yemekleri kıyma ve parça etin sebzelerin yanı sıra pişirilmesi yoluyla hazırlanırlar. Etli fasulye, karnıyarık, patlıcan musakka, etli kabak, etli bezelye, etli türlü, etli mercimek ve nohut, etli ıspanak, lahana ve pırasa dahil çok sayıda yemek mevcuttur.

Birçok sebze kızartılarak ve ızgara yöntemiyle pişirilebilir. Patlıcan kızartma, kabak kızartma, biber, domates, havuç ve mücver çok sevilen kızartma çeşitleri arasındadır.

Ayrıca zeytinyağlılar Suriye mutfağında kendine has bir yer kaplar. Bu yemekler bazen daha ucuz olan diğer sebze yağlarıyla da hazırlanabildikleri halde zeytinyağlılar olarak bilinirler. Zeytinyağlı taze fasulye, fasulye pilaki, zeytinyağlı dolma bu sınıfa giren yemekler arasındadır.

Suriye mutfağındaki sebzeler arasında patlıcan çok özel bir önem taşır. Patlıcan sebze olarak dünyanın birçok ülkesinde yendiği halde çeşitlilik açısından Suriye mutfağını dünyanın en çok patlıcan yemeğine sahip mutfak olarak saymak bir abartma sayılamaz. Suriye mutfağında patlıcan dolma, kızartma, musakka, pilav, salata ve ızgara dahil sayısız patlıcan yemeği mevcuttur.

Tandır ekmeği
Tandır ekmeği
Hamur işleri : Tandır ekmeği, Lahmacun, Etli ekmek, pide, mantı ve börekler Suriye mutfağının en sevilen hamur işleri arasındadır. Ayrıca pilav ve makarnalar da bu sınıfa katıldığında çok geniş bir çeşitlilik ortaya çıkar.

Lahmacun ve pideler genellikle lokantalarda fırınlama yöntemiyle hazırlanırlar. Bu yemeklerin çok sevilmesi nedeniyle bu konuda ihtisaslaşan lahmacun ve pide salonları ortaya çıkmıştır.

Börekler ise hem evde hem de lokantalarda hazırlanabilir. Çok sayıda çeşidi olan börekler Fırınlama veya kızartma yöntemleriyle hazırlanabilirler. Gene börek konusunda ihtisaslaşmış börek salonları mevcuttur. Kıyma, peynir, patates ve ıspanak en yaygın börek içleri arasındadır. Evlerde hazırlanan börek hazır yufka veya undan açılan yufka kullanılarak hazırlanır. Hazırlaması oldukça zahmetli olan Su böreği ise açılan yufkanın suda kaynatılmasından sonra kullanılmasını gerektiren bir börek türüdür.

İçecekler : Arak: Suriye, Lübnan ve Ürdün'de üretilen rakı benzeri alkollü içki.

Tatlılar : Suriye mutfağı tatlılar açısından çok zengin bir dünya mutfağıdır. Suriye tatlıları çok geniş bir çeşitlilik gösterirler. Baklava, kadayıf, lokma gibi hamurlu tatlılar, muhallebi, keşkül, kazandibi, sütlaç gibi sütlü tatlılar, hoşaf ve kompostolar, revani, helva, aşure ve Kabak Tatlısı gibi tatlılar geniş bir yelpazeye sahiptirler.

Baklava Suriye mutfağı mutfağının en tanınmış tatlıları arasındadır. Çok ince açılmış yufkanın arasına fındık, ceviz veya antep fıstığı konarak pişirilmesinden sonra bir şerbetle tatlandırılması yoluyla hazırlanır. Tel kadayıf ise çok ince teller halinde satılan hamurla hazırlanır ve baklavanın içine benzer içlerle doldurularak fırında kızartıldıktan sonra şerbetle tatlandırılır.

Giyim ve kurallar​

Suriye'de giyim bakımından bir zorlayıcılık yoktur. İnsanlar istedikleri kıyafeti giyebilmektedirler. Örneğin: yöresel kıyafetler veya batı tarzı kıyafetler. Suriye'de insanların birçoğu yöresel Arap kıyafeti olan kandura giyerler. Bu giyim biçimleri, Suriye'nin çok sıcak ve nemli veya çok soğuk olan iklimine göre değişmektedir.
 

Altı Gün Savaşı

Altı Gün Savaşı (Arapça:حرب الأيام الستة, Ḥarb'el‑eyyam'es‑Sitte veya Arapçaحرب 1967, Ḥarb 1967; İbranice מלחמת ששת הימים, Milhemet Sheshet Ha‑Yamim), diğer adlarıyla 1967 Arap-İsrail Savaşı, Üçüncü Arap-İsrail Savaşı, Altı Günün Savaşı veya Haziran Savaşı, 5 Haziran 1967 Pazartesi, İsrail ile Arap komşuları Mısır, Ürdün ve Suriye arasında başlayan ve 6 gün süren savaşa verilen addır. Arap İttifakı'na Irak, Suudi Arabistan, Sudan, Tunus, Fas ve Cezayir de asker ve silah yardımıyla katılmışlardır.

İsrail'in kesin üstünlüğü ile bitmiştir. Bu savaştaki önemli olaylardan biri de savaşı gözlemlemek üzere gönderilen USS Liberty adlı bir Amerikan gemisinin İsrail tarafından saldırıya uğramasıdır. Şimdiki birçok sorunun temelini oluşturur. Savaşın sonunda Mısır'dan Sina Yarımadası'nı, Suriye'den Golan Tepeleri'ni ve Filistin'in Gazze Şeridi ile Batı Şeria topraklarını alan İsrail topraklarını dört katına çıkarmıştır. Savaş sonrasında Sina Yarımadası'ndan Mısır lehine çekilen İsrail ilerleyen dönemlerde diğer toprakları ilhak ettiğini açıklamıştır. Bu kararları tanınmadığı gibi, İsrail'in BM Kararlarını da uygulamaması sonraki dönemde bölgede birçok sorunun kaynağını oluşturmuştur. Savaş sonrasında toplanan BM Güvenlik Konseyi'nde Türkiye arabulucu olarak davet edilmiş ve konseyde İsrail'i destekleyen bir tutum sergilemiştir. Ayrıca Türkiye, Fas'ta toplanan İslam Konferansı Örgütü'nde alınan İsrail ile diplomatik ilişkilerin kesilmesi kararını veto etmiştir.

Süveyş Krizi sonrası​

1956 Süveyş Krizi, Mısır açısından askeri bir yenilgi, ancak politik bir zafer olmuştur. ABD ve Sovyetler Birliği'nden gelen ağır siyasi baskılar, İsrail'in kuvvetlerini Sina Yarımadası'ndan çekmesine yol açmıştır. 1956 savaşından sonra, Mısır sınır bölgesinin askerden arındırılması ve gerillaların sınırı geçip İsrail'e girmesini engellemek amaçlı bir Birleşmiş Milletler Barış Gücü'nün, Birleşmiş Milletler Acil Durum Kuvveti'nin yerleştirilmesine razı olmuştur. Mısır aynı zamanda önceki Süveyş Krizi'nde İsrail gemilerine kapatıp, krizin tırmanmasına sebep olan Tiran Boğazı'nı tekrar açmayı kabul etti. Sonuç olarak İsrail-Mısır sınırı bir süre sakin kaldı.

1956 krizi sonrasında bölgede sürdürülmesi mümkün olmayan bir denge oluştu. Bu dönemde hiçbir Arap ülkesi İsrail'i diplomatik olarak tanımamıştı. Suriye ise Sovyet Bloğu'ndan aldığı destekle 1960'ların başında İsrail'e karşı gerilla saldırılarına destek veriyordu.

İsrail Ulusal Su Yolu​

1964 yılında İsrail, ulusal su yolu projesi için Ürdün Nehri'nden su almaya başladı. Ertesi yıl ise Arap devletleri, Ürdün Nehri'nden gelen suyun İsrail'e akmamasına yol açacak planlarını devreye soktular. Bu plan İsrail'in ulusal su yolu kaynaklarını %35, ülkenin toplam su kaynağını ise %11 azaltacaktı. İsrail Savunma Kuvvetleri (IDF) Suriye'de inşa halinde olan baraj tesislerine Mart, Mayıs ve Ağustos 1965'te saldırılarda bulundu. Bu saldırılar Suriye - İsrail arasında savaşa dek süren uzun sınır çatışmalarına yol açtı.

İsrail ve Ürdün: Samu Olayı​

12 Kasım 1966'da bir İsrail sınır devriyesi aracının mayına çarpması sonucu üç asker öldü, altısı yaralandı. İsrailliler mayının Batı Şeria'daki El Samu'dan teröristlerce düzenlendiğine inanıyorlardı. 13 Kasım sabahı son üç yılda barış için Abba Eban ve Golda Meir ile gizli görüşmeler yapan Ürdün kralı Hüseyin, İsrail'deki bağlantılarından İsrail'in Ürdün'e karşı bir saldırı planı olmadığı bilgisini aldı. Ancak sabah 05.30'da "Filistin Kurtuluş Örgütü'nün terörist aktiviteleri sebebiyle" İsrail kuvvetleri Ürdün kontrolü altındaki Batı Şeria'da tümü Filistinli mültecilerden oluşan 4,000 nüfuslu bir köy olan Es Samu'ya saldırdı.

"Shredder Operasyonu" adı verilen bu saldırı, İsrail'in 1956'dan beri yaptığı en büyük askeri harekattı. Tanklar ve uçaklarla desteklenen 3,000-4,000 kişilik bir kuvvet, bir rezerv ve iki saldırı gücüne ayrıldı. Rezerv kuvvet sınırın İsrail yakasında kalırken, iki hücum grubu Ürdün kontrolündeki Batı Şeria'ya girdi. Sekiz Centurion tankı, 40 üstü açık kamyonda 400 paraşütçü ve on açık kamyonda yer alan 60 istihkamcı Samu'ya doğru yol alırken üç tank ve 100 paraşütçüden oluşan daha küçük bir kuvvet daha küçük iki köye, Kirbet El-Markas ve Kirbet Jimba'ya yönlendi. Bu olay hakkında birbiriyle çelişen raporlar mevcuttur. Terrence Prittie'nin Eshkol: The Man and the Nation kitabına göre 50 ev havaya uçurulmuş, ancak içlerinde yaşayanlar saatler önce tahliye edilmiştir. Ürdün'ün 48. Piyade Taburu, Binbaşı Esad Ghanma komutasında İsrail kuvvetlerine kuzeybatıdan saldırdı. Kuzeydoğudan yaklaşan diğer iki bölük İsrailliler tarafından karşılandı, bu sırada bir Ürdün müfrezesi iki 106 mm geri tepmesiz topuyla Samu'ya girmeyi başardı. Çatışmada üç Ürdünlü sivil, onbeş Ürdünlü asker öldü; kırkbeş asker ve doksanaltı sivil yaralandı. İsrail paraşütçü taburunun komutanı Albay Yoav Shaham İsrail tarafının kaybıydı. Ayrıca on İsrail askeri de yaralandı. İsrail hükümetine göre elli Ürdünlü ölmüştü, ancak bu rakam moral bozukluğuna sebep vermemek ve Kral Hüseyin'e olan güveni yüksek tutmak amacıyla Ürdün'ce asla doğrulanmadı.

İki gün sonra ABD başkanı Johnson'a özel asistanı Walt Rostow tarafından ulaştırılan bir notta "geri çekilme bu noktada bir seçenek değildir. Tanklar ve uçaklarla desteklenmiş 3,000 kişilik bir saldırı provokasyon sınırları dışındadır ve yanlış hedefe yöneltilmiştir." yazmakta, ABD ve İsrail çıkarlarına verilen hasar anlatılmaktaydı: "Hüseyin ve İsrail arasındaki karşılıklı dengeyi yok ettiler... Hüseyin'i güçten düşürdüler. 500 milyon dolar harcayıp İsrail'in en uzun sınırına, hem İsrail hem de Suriye ile Irak'a karşı denge faktörü olarak Hüseyin'i yerleştirdik. İsrail'in saldırısı Hüseyin üzerinde sadece daha radikal Arap devletlerinin değil, Ürdün'deki Filistinlilerin ve Ürdün ordusunun da karşı saldırı talepleriyle yüz yüze kalacak. Araplarla yapılan uzun süreli birikimi yok ettiler... Suriyeliler, İsrail'in Sovyet destekli Suriye'ye değil de ABD destekli Ürdün'e saldırmasından cesaret alabilirler."

Ürdünlüler, Filistinliler ve Arap komşularından Samu'yu korumadaki başarısızlığı sebebiyle yoğun eleştirilere maruz kalan Hüseyin, 20 Kasım'da ülke çapında seferberlik ilan etti.

25 Kasım'da Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, 228 numaralı kararında "İsrail Hükümeti'nin 13 Kasım 1966'daki harekatı sebebiyle oluşan can kaybı ve ağır hasar" sebebiyle "İsrail'in büyük çaplı askeri harekatı BM Hukuku'na ve genel ateşkes anlaşmasına karşı gelmek" anlamında değerlendirilmiştir. "İsrail'in devam edecek askeri harekatları göz ardı edilmeyecek ve bu tipte bir olay tekrarlanırsa BM gerekli karşı önlemleri alacaktır."

İsrail ve Suriye​

Kral Hüseyin’in hayallerini boşa çıkaran ve çoğunlukla Ürdün üzerinden İsrail’e karşı yapılan destek saldırılarına ek olarak Suriye, silahsız bölgeler olarak anlaşılmış yerlerden, Golan Tepelerinden Galilee’ye giden İsrailli sivil mültecilere de bombardıman yapmaya başladı.

1966 yılında, Mısır ve Suriye, İsrail’e aynı yönden saldırmak amacıyla aralarında askeri bir antlaşma imzaladı. Mısır Dışişleri Bakanı Mahmud Riyad’a göre, Mısır, Sovyetler Birliği'nin "müşterek savunma kanadına" girmeye ikna olmuştu. Sovyet bakış açısının iki önemli unsuru vardı:
  • İsrail’in Suriye’ye yapacağı cezalandırıcı saldırıları azaltmak,
  • Suriyelilerin, ılımlı etkileri ile gündemde olan Cemal Abdünnasır’ın Mısır başkanı olması yönünde düşünmelerini sağlamak.
Şubat 1967’de Londra’ya yapılan bir ziyaret sırasında İsrail Dışilişkileri Bakanı Abba Eban, gazetecilere, her ne kadar Araplar bu bildiriyi Suriye’ye karşı etkin bir cepheleşme hareketı olarak görse de, İsrail’in “ümitlerini ve endişelerini” anlatmak amacıyla bir bildiride bulundu. Yıllar sonra İsrail Savunma Bakanı Moşe Dayan savaş sebeplerinden farklı bir açıklamada bulundu: “Suriye sınırı boyunca ne bir tarla ne de bir mülteci kampı vardı. Sadece Suriye Ordusu vardı... Kibbutzim iyi tarımsal alanları gördü... ve Suriye bu alanları elde etmeyi düşledi... Bu topraklar için olan açgözlülüklerini gizlemeyi bile teşebbüs etmediler... Biz bu silahsızlandırılmış bölgede, toprağı sürmenin olanaksız olduğu bazı alanlara bile bir traktör gönderdik. Suriyelilerin bu şartlar altında bize karşı saldırı başlatacağını biliyorduk. Eğer saldırmasalardı, Suriyelilerin öfkesi ve saldırısı bitene kadar ileri seviye traktörümüzü söylecektik. Ve sonra topçu desteğimizi kullandık. Daha sonra da hava gücümüzü... Suriye, savaşın dördüncü günü bizi tehdit bile edemedi.”

7 Nisan 1967’de sınırda, Golan Tepeleri'ne gerçekleştirilen önemsiz bir hava saldırısı olayı savaşı tekrar kızıştırdı ve İsrail Hava Kuvvetleri'ne bağlı Dassault Mirage III savaş uçakları tarafından altı Suriye MiG-21'in düşürülmesine sebep oldu. Tanklar, ağır havan topları ve topçu birlikleri, Tiberias Gölünün güneydoğu kısmında kalan silahsızlandırılmış bölgedeki toprağı işleme hakkının tartışıldığı alandaki sınırın 76 km’lik uzantısında çeşitli bölgelerde kullanıldı. Haftanın başında, Suriye, o alanda çalışan bir İsrail traktörüne iki kere saldırdı ve 7 Nisan sabahı geri döndüklerinde Suriye traktöre saldırmaya devam etti. İsraillilerin cevabı bölgede zırhlandırılmış traktörler ile toprağı işlemek oldu ve sonuç olarak saldırının uzun bir süre değişmesine sebep oldu. İsrail, Suriye’ye karşı yaptığı hava saldırılarında 250 ve 500 kg’lık bombalar kullandı. Suriye’nin cevabı ise İsrail sınırlarındaki yerli halkı ağır topçu atışına tutmak oldu. İsrail buna misilleme olarak Sqoufiye köyündeki 40 evi hava saldırısı ile yok etti. 15:19’da Suriye topçuları Kibbutz Gadot’a top yağmuruna başladı ve 40 dakika içinde 300 top mermisi kibbutza düştü. UNTSO (Birleşmiş Milletler Ateşkes Denetim Örgütü) bir ateşkes yapılması yönünde girişimde bulundu; fakat Suriye, İsrail’in silahsız bölgedeki tarımsal faaliyetlerini durdurmayacağı sürece bu antlaşmayı kabul etmeyeceğini açıkladı.

11 Mayıs’ta İsrail’in Dışişleri Bakanı Levi Eshkol, Kudüs’de Mapai parti mitinginde, 7 Nisan’da sınırlarda devam eden terörizme cevap olarak hava gücünü kullanmakta tereddüt etmedikleri şeklinde beyanda bulundu. Aynı gün İsrail delegesi Gideon Rafael, “meşru müdaafa hakları”nı belirten bir mektubu Güvenlik Kurulu Başkanı’na sundu. 12 Mayıs Tel Aviv’deki yapılan yazılı bir açıklamada James Feron, bazı İsrailli liderlerin “sınırlı bir alanda Suriye’ye karşı acilen güç kullanılmasını gerektiren” bir karara vardıklarını rapor etti. Mayıs’ın başlarında İsrail kabinesi Suriye’ye karşı sınırlı bir hava saldırısına yeşil ışık yaktı; fakat Rabin’nin büyük ölçekli ve sınırsız bir hava saldırısı ya da Ba’ath rejimini devirmek için öne sürdüğü yeni isteği Eskhol tarafından reddedildi. Bowen’in raporuna göre:

12 Mayıs’da Uluslararası Basın'ın (UPI), haber ajanslarına gönderdiği rapor:’Yüksek bir İsrail kaynağının söylediğine göre eğer Suriyeli teröristler bugün, İsrail’in içine yaptıkları sabotaj saldırılarına devam ederse İsrail’in Damascus ordu rejimini devirmek için sınırlı bir askeri harekat düzenleme yönünde anlaştıklarını belirtti. Askeri gözlemciler böyle bir saldırının Suriye hükûmetini karıştıracağını ve savaşın kısa bir sürede biteceği yönündeydi. Arap dünyası kadar Batı da böyle bir varsayımı öne süren isimsiz kaynağın Rabin olduğu yönünde hemfikirdi ve Rabin bu konuda ciddiydi. Aslında, ordu istihbaratın müsteşarı olan Orgeneral Aharon Yariv’di ve bu hikâye tekrar yazılmıştı. Yariv “Suriye’nin tüm istila hareketlerinin dışında ve Şam’ın fethi”nden söz etmiş olmasına rağmen bu yöndeki iddiaların en gerçekçi açıklaması buydu. Fakat olumsuz durumlar peş peşe geldi. Birçok insanın tansiyonu yükseldi ve sadece Araplar değil, İsrailliler de Suriye’ye karşı düzenlenmesi plânlanan böyle bir saldırının alışılmıştan daha büyük sonuçlara sebep olacağını düşünüyordu.

Sınır olayları hat safhaya geldi ve hem siyasi hem de askeri alandaki bir numaralı Arap liderleri, İsrail’e misillemelerini durdurması yönünde çağrıda bulundu. Nasır hegemonyasındaki Mısır, daha sonraları Arap dünyasının merkezini elde etme yönünde girişimlerde bulundu. Sina’yı tekrar silahlandırma plânları ile birlikte Arap deklarasyonları tek bir birlik oldu. Suriye her ne kadar ani bir saldırı için hazırlık yapmasa da bu görüşlerini Arap dünyası ile paylaştı. Sovyetler Birliği etkin bir şekilde Arap devletlerinin askeri gereksinimlerini karşıladı. 13 Mayıs’ta bir Sovyet istihbarat raporu Sovyetler Birliği Başkanı Nikolai Podgomy’ye ulaştı; ama bu istihbarat biraz gecikmişti. Rapora göre Mısır Yardımcı Bakanı Anwar Sedat, İsrail birliklerinin Suriye sınırı boyunca hareketlendikleri yönündeki istihbaratın yanlış olduğu yönünde bir açıklamada bulunuyordu. Mayıs 1967’de, Suriye Dışişleri Bakanı Hafız Esat: “Bizim kuvvetlerimiz böyle bir saldırıyı sadece geri püskürtmek için tamamen hazır değildir; ayrıca özgürlük hareketimizi başlatmak ve Arap yurdundaki Sionist varlığı da tamamen yok etmek için hazırdır... Suriye Ordusu’nun parmakları tetiktedir. Ben, askeri bir adam olarak savaşı bitirecek bir çatışmaya girme zamanımızın geldiğine inanıyorum.” şeklinde bir söylemde bulundu.

BM Acil Müdahale Kuvveti’nin geri çekilmesi​

16 Mayıs akşamı saat 10’da, UNEF komutanı General Indar Jit Rikhye, Birleşik Arap Emirlikleri’nin Savunma Bakanlığı’nda çalışan General Mohammed Fawzy’den bir mektup aldı. Mektupta şunlar yazıyordu: “Bilginize sunulur, tüm B.A.E. zırhlı birliklerine İsrail’e karşı yapılacak bir harekâta hazır olmaları için emir verdim. Her an herhangi bir Arap ülkesine karşı saldırı hareketi patlak verebilir. Bu talimatlardan dolayı birliklerimiz Sina’da doğu sınırlarımızda zaten hazır. Sınırlarımız boyunca gözlem noktaları kuran tüm BM güvenliği adına, senin acilen tüm birliklerini geri çekme emri çıkartmanı rica ediyorum.” Rikhye, Genel Sekreter'e talimatlar için rapor vereceğini söyledi.

BM Genel Sekreteri U Thant Mısır hükûmeti ile görüşmeyi kabul edeceğini ekledi; fakat 18 Mayıs günü Mısır Dışişleri Bakanı BM Acil Müdahale Kuvveti’nin içindeki birlikleri ile ulusları, Mısır ve Gazze şeridi’nin sınırlandırıldığını ve onların acilen orayı terk etmesi gerektiğini söyledi. Mısır kuvvetleri UNEF(United Nations Emergency Force) birliklerinin kendi sınırlarına girmesini engelledi. Hint ve Yugoslav hükûmetleri U Thant’ın kararını önemsemeden UNEF’ten kendi birliklerini çekme kararı aldı. Bu olaylar meydana gelirken, U thant UNEF’in İsrail sınırlarına yeniden konuşlanmasını önerdi; fakat İsrail bunu reddetti. UNEF askerleri ile Mısır’ın ilk saldırısını durdurmak istemesi yüzünden tartıştı. Mısır’ın muvazzaf milletvekili bu olaylardan sonra U Thant’ı UNEF’in Sina ve Gazze Şeridi’nde hazır bulunuşunu sınırlandıracağı kararını verdiğini söyleyerek bilgilendirdi. Ve geri çekilmenin mümkün olduğunca gerçekleşmesini istedi. 19 Mayıs’ta UNEF komutanı geri çekilmek için emir aldı. Daha sonra Mısır başkanı Cemal Abdünnasır Sina’ya tekrar askeri birliklerini konuşlandırdı ve İsrail sınırındaki tanklar ve birlikler ile ilgilenmeye başladı.

Tiran Boğazı​

22 Mayıs’ta Mısır, Tiran Boğazını “tüm gemilerin İsrail’e stratejik malzemeler” götürmeleri nedeniyle kapatacağını duyurdu ve 23 Mayıs’ta boğazı tüm gemilere kapattı. Mısır Arap Cumhuriyeti, 18 Ocak 1951 yılında kabul edilen ve 17 Şubat 1958’de son şeklini alan BM Deniz Konvansiyonu Kanunu’nun üçüncü maddesindeki koşulda belirtilen yasaya uygun olarak 12 deniz mili genişliğindeki deniz sahasına el koydu. Konvansiyonun 23 maddesi bu tür durumlarda gemilerin denetlenmesini emretmesi sebebiyle bu deniz sahasına doğru yol almakta olan masum yolcuların haklarının denetlenmesi ve birtakım belgeler ile ön tedbirlerin böyle gemiler için ulusal antlaşmalara uygun olarak yapılabilmesi şart koşuyordu. Mısır Arap Cumhuriyeti, sözü geçen gemilerin denetlenebilme yetkesine sahip olduklarını ilân etti ve böyle uluslararası kararların sonuca ulaşana kadar Mısır o gemilerin ve gemidekilerin denetçisi olmaya başladı.

Birleşmiş Arap Cumhuriyetlerinin konumu boğazda sadece 5 km genişliğindeki bir alanda gemileri denetleme hakkına sahipti. Bu durum boğazın büyük bir kısmını çevreleyen Mısır’ın gemileri denetleyebilmesi ve körfeze geçişlerin kontrolünü elinde tutması sebebiyle uzun süre tartışıldı. Nasır, “Bu durum altında biz Akabe Körfezine geçişler için İsrail flamalı gemilere izin verebilir miyiz?” şeklinde bir yakınmada bulundu. İsrail, Akdeniz’den yaptığı ticaretlerde en çok bu yolu kullanıyordu ve John Quigley’e göre İsrail bandıralı olmayan gemilerin Eliat limanında Haziran 1967’den önce iki yıldır kullanılıyor olması, Eliat’taki bu tür petrol gemilerinin önemli bir ihracat kaynağı olduğunu gösteriyordu. Belirsizlik devam ediyordu ve buna rağmen bazı İsrail bandıralı olmayan petrol gemileri bu yolu kullandı. Bu durum uluslararası bir dava haline dönüştü ve İsrail geçişlerin yasal olmadığını öne sürdü. Bundan önce 1957 yılında İsrail Sina ve Gazze’den geri çekilirken de casus belli ilan etmişti.

Arap devletleri İsrail’in boğazdan geçiş haklarını kontrol etmesi yüzünden anlaşmazlığa düşmüştü. İsrail’e bu hakları sağlayan Karasuları ve Karasularına Yakın Bölgeler Konvansiyonu’nun 16ıncı maddesinin 4. fıkrasını görmezden geldiler. Bununla birlikte, karasularına geçişte tüm devletlerin gemilerdeki masum yolcuların haklarını düzenleyen yasanın uygulanması çok uzun bir süreçti. Mısır tutarlı bir şekilde bu yasalar altında yolcuların haklarını garanti altında tutacağını söylüyordu. Dahası, 1950’de Mısır, Sanafir ve Tiran’daki Suudi adalarını işgal ettiği zaman serbest geçiş yapan Amerikan yolcularını engellediği için ABD’nin “uluslararası hukuka uygun olarak” askeri yığınak yapabilmesine sebep olmuştu. 1949’da Uluslararası Adalet Mahkemesi Arnavut Kralı, Korfu Nehri Davası’nda göz altına alınmıştı.

Mısır ve Ürdün​

İsrail hükümeti Mayıs ve Haziran ayları boyunca Ürdün’ü savaşın dışında tutmak için çalıştı. İsrail, çok yönlü saldırıdan endişeleniyordu ve Batı Şeria’daki Filistin halkı ile uğraşmak zorunda kalmak istemiyordu. Her nasılsa, Ürdün Kralı Hüseyin İsrail milliyetçiliği içindeki dalgayı savaştan önce ortadan kaldırdı. Ve böylece 30 Mayıs’ta Filistin ile karşılıklı bir savunma antlaşması imzaladı. Bu sebeple de Mısır ve Suriye arasında bulunan askeri birliklere katıldı. Başkan Nasır, ki birkaç gün önce Kral Hüseyin “emperyalist uşağı” olarak çağrılıyordu, “Bizim temel görevimiz İsrail’in yıkımını gerçekleştirmek. Arap halkı savaşmak istiyor.” şeklinde bir beyannâmede bulundu. Mayıs 1967’in sonunda, Ürdün kuvvetleri Mısır Generali Abdul Munim Riad’ın komutasına verildi. Aynı gün, Nasır “Mısır, Ürdün, Suriye ve Lübnan ordularının İsrail sınırlarında konuşlanmalı. Mücadelenin onuru için Irak, Cezayir, Kuveyt, Sudan ve tüm Arap halkı hazırda bekliyor. Bu hareket tüm dünyayı şoke edecek. Bugün onlar Arap halkının savaşa hazır olduğunu bilecek. Kritik saat yaklaştı. Ciddi bir atak için belli bir seviyeye ulaştık; daha fazla bildiri için değil.” şeklinde bir beyanda bulundu. İsrail, Ürdün’ü savaşa girmemesi için defalarca uyardı. Mutawi’ye göre, Hüseyin bir küstahlığın ikileminin boynuzları üzerinde enselendi: Ürdün’ü savaşın içine çekmek için izin verdi ve İsrail’in cevabını sert bir şekilde yüzüne çarptı. Savunma Bakanı General Sharif Zaid Ben Shaker bir basın toplantısında “Eğer Ürdün savaşa katılmazsa, Ürdün’de bir sivil savaş patlak verecek.” şeklinde uyarıda bulundu.

İsrail’in kaygılı düşünceleri Ürdün’ün kendi geleceğini başlatması ile birlikte Batı Şeria’ın Ürdün kontrolüne geçeceği yönündeydi. Bunun sonucunda Arap Kuvvetleri İsrail karasularından sadece 17 kilometre yakınına konuşlandı. Bu noktadan yapılacak iyi koordine edilmiş bir tank saldırısı İsrail’i bir buçuk saat içinde ikiye bölebilirdi. Buna rağmen Ürdün ordularının büyük olması Ürdün’ün yapacağı manevraların muhtemelen yeteneksizce gerçekleşeceği anlamındaydı. Ülkenin diğer Arap milletleri tarafından İsrail’e karşı yapılacak saldırılarda bir toplanma alanı olarak kullanılmasının tarihi hemen fark edildi. Batı Şeria’dan yapılacak bir atak İsrail liderliğine bir tehdit olarak göründü hep. Aynı zamanda birkaç diğer Arap devleti İsrail sınırlarına konuşlanmıyor, Irak, Sudan, Kuveyt ve Cezayir’e zırhlı mekanize ordularını ekliyordu.

Savaşa giden yol​

27 Mayıs 1967'de Arap ticaret birliğine olan konuşmasında Nasır "Eğer İsrail, Suriye veya Mısır'a saldırırsa bu bir genel savaştır ve Suriye ile Mısır sınırlarındaki noktalardan ibaret bir savaş olmayacaktır. Savaş bir genel savaşa dönüşecektir ve en büyük görevimiz İsrail'i yok etmektir." demiştir.

İsrail Dışişleri Bakanı Abba Eban otobiyografisinde "Nasır silahlı bir savaşa girmeyeceğini düşünmüştü. Onun amacı savaşsız bir galibiyet kazanmaktı." yazmıştır. James Reston, 4 Haziran 1967 tarihli New York Times'ta yayınlanan yazısında "Kahire savaş istemiyor ve savaşa hazır değildir. Lakin çoktan savaş çıkma olasılığını kabullenmiş, olayın kontrolünü tamamen kaybetmiştir." demiştir.

Gazeteci Mike Shuster 2002 tarihli Amerikan Ulusal Devlet Radyosu'ndaki yazısında; savaştan önce bile İsrail'in kendisini yok etmek isteyen Arap ülkeleriyle çevrili olduğu gerçeğinin açık olduğunu dile getirmiştir. Shuster bunu "Mısır; milliyetçi ve Arap Orta Doğu'nun en güçlü ordusuna sahip Nasır tarafından yönetiliyordu. Suriye ise İsrail'i denize itmeye çalışan radikal Baas Partisi tarafından yönetiliyordu." diyerek açıklamıştır. İsrail'in provoke edici olarak gördüklerini ise kanalların İsrail'e kapatılması ve silahsızlaştırılması uygun görülen Sina Yarımadası'a asker çıkarılması olarak göstermiştir.

Diplomasi ve istihbarat

Savaşan ordular​

Savaşın başında Mısır, 160,000 askerinden 100,000'ini Sina Yarımadası'na yerleştirmişti. Bu 100,000 asker; Mısır'ın tüm kolorduları olan dört piyade, iki zırhlı ve bir mekanize kolordusundan oluşuyordu. Ayrıca dört bağımsız piyade ve dört bağımsız mekanize tabur da bölgedeydi. Bu askerlerin üçte birinden fazlası Yemen iç Savaşı'nda da savaşmış tecrübeli askerler, diğer üçte biriyse rezerv kuvvetlerdi. Kuvvetler 950 tank, 1,100 ZPT ve 1,000'den fazla topa sahipti. Aynı zamanda 15,000 - 20,000 arası Mısır askeri de Yemen'de savaşmaktaydı. Nasır'ın hedefleri konusundaki kararsızlığı, ordunun aldığı emirlere de yansımıştı. Genelkurmay Mayıs 1967'de operasyon planlarını dört kez değiştirmiş, her değişiklik askerler ve araçlar üzerine yeni yük bindiren bir yer değiştirmeye sebep olmuştu. Mayıs sonuna doğru Nasır, genelkurmayı ikna ederek Kahir ("Zafer") adlı planı devreye soktu. Plana göre hafif piyadelerle ön cephede oluşturulacak bir erken İsrail ilerlemesini zayıflatacak, arka hatlarda tutulacak büyük kuvvetler ise İsrail hücumu tanımlandığında karşı saldırıda kullanılacaktı. Ayrıca bu birlikler Sina'nın ileri defans hattını oluşturacaktı. Bu sırada, Nasır Mısır, Suriye ve Ürdün'deki seferberliğin seviyesinin arttırılması ve İsrail'de baskıda bulunulması için de çalışmaktaydı.

Ürdün ordusunun toplam 55,000, Suriye ordusunun ise 75,000 askeri vardı.

İsrail ordusunun toplam asker sayısı, rezervler dahil olmak üzere 264,000 askerdi. Ancak bu rakam, rezervlerin sivil yaşam için hayati mevkilerde bulunmaları sebebiyle erişilmesi çok zordu. James Reston, New York Times'da 23 Mayıs 1967 yazısında, "Disiplin, eğitim, moral, ekipman ve genel güç bakımından (Nasır'ın) ordusu ve diğer Arap kuvvetleri, Sovyet yardımı olmadan İsrail'e denk değiller. (Nasır) Yemen'de 50,000 asker, en iyi generaller ve hava desteğine sahipken bu küçük ve geri kalmış ülkede başarı sağlayamadı, hatta Kongo asilerine yardım çabaları bile sonuçsuz kaldı."

1 Haziran akşamı, İsrail Savunma Bakanı Moşe Dayan, İzhak Rabin ve Genel Kumandanlık, Güney Tugay Komutanlığı Generali Yeshayahu Gavish'i çağırarak Mısır'a karşı planını sundu.

Rabin, Güney Komutanlığı'nın Gazze Şeridi'ne dek savaşarak ilerlediği, sonra bölgeyi ve halkını Mısır'a karşı Tiran Düzlükleri açılana dek rehine olarak tutacağı bir plan sundu. Gavish ise Mısır kuvvetlerinin Sina'da yok edilmesi için daha geniş bir plana sahipti. Rabin, Gavish'in planının tarafını tuttu, daha sonra Dayan da aynı anda Suriye ile çatışmaya girilmemesi şartıyla bu plana destek verdi.

Savaş

Önleyici hava saldırısı​

İsrail'in ilk ve en önemli hamlesi, Mısır Hava Kuvvetleri'ne karşı başlatılan önleyici hava saldırısıdır. Mısır Hava Kuvvetleri, Arap ülkelerinin hava kuvvetleri arasında açık ara ile liderdi. Tümü Sovyet yapımı ve görece yeni olan 450 savaş uçağı ve asker sayısı ile en büyük hava kuvvetiydi.

İsraillilerin ana hedefleri, İsrail ordu ve sivil merkezlerine ağır hasar verme kapasitesine sahip olan Mısır'a ait 30 Tu-16 “Badger” orta bombardıman uçağıydı. 5 Haziran'da İsrail saatiyle 07:45'te tüm İsrail'de sirenler çalıştı ve İsrail Hava Kuvvetleri (İHK) Odak (Moked) Operasyonu'nu başlattı. Yaklaşık 200 operasyonel jetinden 12 tanesi hariç hepsi İsrail'den havalanarak Mısır havaalanlarına saldırılarına başladıar. Mısır'ın hava savunma sistemleri aşırı derecede zayıftı ve havaalanlarından hiçbirinde henüz bir saldırı karşısında Mısır savaş uçaklarını koruyacak zırhlı hangarlar yoktu.

İsrail savaş uçakları Mısır'a yönelmeden önce Akdeniz'e doğru yol aldılar. Bu sırada Mısırlılar, mevcut hava savunma sistemlerini de kapatarak tamamen saldırıya açık hale geldiler, endişelendikleri nokta asi Mısırlı kuvvetlerin, Mareşal Amer ve Korgeneral Sidqi Mahmoud'un al Maza'dan bindikleri, Sina'nın merkezindeki Bir Tamada'ya yol alan uçağı vurmasıydı. Bu olay aslında bu saldırının sonucunu pek etkilememiştir, çünkü İsrail pilotları Mısır radar örtüsünün altında, gayet alçaktan uçmuşlardı, bu irtifa Mısır'ın SA-2 karadan havaya füzelerinin bir uçağı düşürebileceği irtifadan daha düşüktü.

İsrailliler karma bir saldırı stratejisi uyguladılar, bombardıman ve otomatik top atışlarıyla uçakları vururken asfalt parçalayan bombalarla da sağlam kalmış uçakların havalanmasını engelleyerek daha sonraki israil dalgaları için kolay hedefler olmalarını sağladılar. Saldırı beklenilenden de başarılı oldu. Mısırlılar tam bir sürprizle karşı karşıya kalmışlardı. Bu saldırıda neredeyse tüm Mısır Hava Kuvvetleri yok olmuş, İsrail Hava Kuvvetleri ise yalnızca görece küçük kayıplar vermiştir. 300'den fazla Mısır uçağı yok edilmiş, 100'den fazla Mısırlı pilot ölmüştür. İsrailliler 19 uçak kaybetmişler, bu uçaklar da genellikle mekanik arızalar veya kazalar sonucunda düşmüşlerdir. Saldırı israil'e savaş sonuna dek hava üstünlüğü sağlamıştır.

Savaştan önce İsrail pilotları ve yer teknisyenleri, sortilerden dönen uçakların hızlı bir biçimde yeniden yüklenmesi için çalışmalar yapmışlar, bir uçakla günde dört sorti yapılmasını mümkün kılmışlardır. Arap hava kuvvetlerinde bu rakam günde bir veya iki sortidir. Bu çalışmalar İHK'nın Mısır'a birçok saldırı dalgası yollamasını mümkün kılmış, Mısır Hava Kuvvetleri'nin üzerinde büyük bir üstünlük sağlamıştır. Ayrıca bu durum, Arap ülkelerinde yaygın bir biçimde İsrail'e ABD ve İngiltere'nin destek verdiği izlenimi doğurmuştur (Aşağıya bakınız). Arap hava kuvvetleri ise Pakistan Hava Kuvvetleri pilotlarınca desteklenmiştir.

Mısır'ın önemli havaalanlarına yapılan ilk saldırı dalgalarının başarısının ardından İsrailliler Mısır'ın ikincil havaalanlarına ve Ürdün, Suriye ile Irak hava kuvvetlerine de benzer saldırılarda bulunmuşlardır. Savaş boyunca İsrail Hava Kuvvetleri, tekrar kullanılır hale gelmelerini engellemek için havaalanlarına saldırılarda bulunmayı sürdürmüştür.

Gazze Şeridi ve Sina Yarımadası

Batı Şeria​

Ürdün savaşa girmeye isteksizdi. Bazı kaynaklar Cemal Abdünnasır'ın savaş ortamındaki belirsizliği kullanarak Kral Hüseyin'i galip durumda olduğuna ikna ettiğini, Ürdün'ün de bu sebeple savaşa girdiğini belirtir. İddiaya göre Nasır, Mısır hava üslerine saldırılarından geri dönen İsrail uçaklarının radar görüntülerinin, İsrail'e doğru yol alan Mısır uçaklarına ait olduğu söyleyerek Hüseyin'i ikna etmiştir. Batı şeria'da konuşlanmış Ürdün tugaylarından biri Mısırlılarla bağlantı kurmak amacıyla Hebron'a gönderilmişti. Hüseyin saldırmaya karar verdi.

Savaş öncesi Ürdün ordusu, 300 modern Batı tankına sahip, 11 tümen halinde örgütlenmiş 55.000 askerden oluşmaktaydı. Bunlardan seçkin 40. Zırhlı Tümeni'ni de içeren 9 tümen (45.000 asker, 270 tank, 200 parça topçu) Batı Şeria'da, kalan iki tümense Ürdün Vadisi'de konuşlanmıştı.

Arap lejyonu uzun süreli görev yapan profesyonel askerlerden oluşan, iyi ekipmanlı ve iyi eğitimli bir orduydu. Ayrıca savaş sonrası İsrail brifinglerinde de Ürdün'lü üst düzey subayların profesyonelce hareket ettikleri, ancak İsrail hareketleri karşısında her zaman "yarım adım geride" oldukları söylendi. Küçük Ürdün Kraliyet Hava Kuvvetleri sadece İngiliz yapımı 24 adet Hawker Hunter avcı uçağından oluşuyordu. İsraillilere göre bu uçaklar, İHK'nın en iyi uçakları olan Fransız yapımı Dassault Mirage III'lere denkti.

Ürdün'ün Batı Şeria'daki kuvveterine karşı İsrail yaklaşık 40.000 asker ve 200 tankı (8 tümen) savaşa sürdü. İsrail Merkezi Komuta güçleri beş tümenden oluşuyordu. İlk ikisi Kudüs yakınlarında kalıcı olarak yerleşmiş ve Kudüs Tümeni ile Harel Tümeni olarak adlandırılmışlardı. Mordechai Gur'un 55. paraşütçü tümeni Sina Cephesi'nden çağırılmıştı. Bir zırhlı tümen Genelkurmay rezervi olarak ayırılmış ve Latrun bölgesine getirilmişti. 10. Zırhlı Tümen Batı Şeria Bölgesi'nin kuzeyinde konuşlanmıştı. İsrail Kuzey Komutanlığı, Korgeneral Elad Peled komutasında 3 tümenden oluşan bir grubu Batı Şeria'nın kuzeyindeki Jezreel Vadisi'ne yerleştirmişti.

İSK'nın stratejik planı, Ürdün cephesinde savunmada kalarak Mısır'a yapılacak harekata odaklanmaktı. Ancak 5 Haziran sabahı Ürdün kuvvetleri Kudüs bölgesine akınlarda bulunarak BM gözlemcilerinin bulunduğu Hükümet Konağı'nı ele geçirdiler ve şehrin İsrail kontrolündeki batı kısmını bombalamaya başladılar. Qalqiliya'daki askeri birimler Tel-Aviv yönünde ateş açtılar. Ürdün Kraliyet Hava Kuvvetleri ise İsrail havaalanlarına saldırdı. Hava ve topçu saldırıları küçük çapta hasara sebep oldu. İsrail kuvvetleri bu hafif ölçekte zarar veren saldırılar karşısında ilk önce Ürdün'e karşı savaş açmak istememesine rağmen Kral Hüseyin'in "Bu noktadan sonra dönüş olmaz" sözlerinden sonra Batı şeria'da karşı saldırıya geçti. Aynı gün öğleden sonra, İsrail Hava Kuvvetleri (İHK) saldırıları Ürdün Kraliyet Hava Kuvvetleri'ni yok etti. Aynı günün akşamında ise, Kudüs piyade tümeni Kudüs'ün güneyine yol alırken, mekanize Harel ve Gur'un paraşütçüleri şehri güneyden çevirdi.

6 Haziran'da İsrail birlikleri saldırıya geçti. Rezerv paraşütçü tümeni Kudüs kuşatmasını kanlı Mühimmat Tepesi Çatışması (Battle of the Ammunition Hill) ile tamamladı. Piyade tümeni Latrun'daki kaleye saldırdı ve gündoğumu ile ele geçirerek Beit Horon'dan Ramallah'a doğru ilerledi. Harel tümeni kuzeybatı Kudüs'teki dağlık aranda ilerlemeyi sürdürerek İbrani Üniversitesi Scopus Dağı kampüsünü Kudüs şehrine bağladı. Aynı akşam tümen Ramallah'a vardı. İSK, Jericho'dan Kudüs'e destek amaçlı olarak yol alan Ürdün 60. Tümeni'ni bularak yok etti.

Kuzeyde Peled'in kuvvetlerinden bir tabur, Ürdün Vadisi'ndeki Ürdün savunmasını kontrol etmek için gönderildi. Peled'in birliklerinden biri Batı Şeria'nın batı kısmını, biri Cenin'i ele geçirdi. Fransız yapımı hafif AMX-13 tanklarına sahip üçüncü bir kuvvet ise Ürdün'ün M48 Patton ana savaş tanklarıyla doğuda çatışmaya girdi.

7 Haziran'da ağır çatışmalar oldu. Gur'un paraşütçüleri Aslan Kapısı'ndan Kudüs'ün Eski Şehri'ne girdiler, Batı Duvarı'nı ve Tapınak Dağı'nı ele geçirdiler. Daha sonra Kudüs Tugayı'ndan aldıkları destekle güneye ilerlediler ve Judea, Gush Etzion ile Hebron'u ele geçirdiler. Harel tugayı doğuya doğru devam ederek Ürdün Nehri'ne ilerledi. Batı Şeria'da, Peled'in tugaylarından biri Nablus'u ele geçirdi; daha sonra Merkez Komuta'nın zırhlı tugaylarıyla birleşerek kendileriyle eşit sayıda ama ekipman olarak daha üstün olan Ürdün kuvvetleriyle çatışmaya girti.

Daha önce olduğu gibi, İsrail'in hava üstünlüğü Arap ordularının hareketlerini kısıtladı. peled'in tugaylarından biri Ramallah'tan gelen Merkezi Komuta tugaylarına katıldı, kalan ikisi ise Merkezi Komuta'nın 10. tugayıyla beraber Ürdün Nehri'ni geçişlere karşı bloke etti. 10. Tugay nehri geçerek İsrail'in savaş mühendislerine köprüleri havaya uçurabilmeleri için koruma sağlamış, daha sonra geri çekilmiştir.
 

Golan Tepeleri​

Golan tepelerindeki çatışmalar
Golan tepelerindeki çatışmalar
İsrail ordusuna karşı zafer elde edildiğine dair hatalı raporlar ve yakında Tel Aviv’e girecek olan Mısır topçularının durumları Suriye’nin gönülsüzce savaşa girmesine etki etti. Suriye’nin liderliği, hernasılsa çok dikkatli ve sakıngan ilerlemesi ile gelişti ve Kuzey İsrail’i ele geçirmeye başladı. İsrail Hava Kuvvetleri, Mısır’daki görevini tamamladığı zaman sürpriz bir şekilde Suriye Hava Kuvvetlerini yok etmek için geri döndü. Suriye, İsrail kuvvetlerinin Mısır’ı neredeyse tamamen yok etmekte olduğunu anladı. 5 Haziran gecesi, İsrail hava saldırıları Suriye Hava Kuvvetleri’nin üçte ikisini yok etti ve İsrail Hava Kuvvetleri, Suriye’nin geriye kalan kuvvetlerini daha savaşamadan uzaktaki hava üslerine doğru çekilmeye zorladı. Küçük bir Suriye gücü Tel Dan’daki su kaynağını ele geçirmeye çalıştı. Birkaç Suriye tankının Ürdün Nehrinde battığı rapor edildi. Her durumda, Suriye komutasının bir kara atağı ümitleri yok oldu ve bunun yerine Hula Vadisindeki İsrail kasabalarını savunmayı tercih etti.

7 ve 8 Haziran bu şekilde geçti. Bu arada İsrail’de Golan Tepelerinin işgâl edilmesi yönünde bir tartışma sürüyordu. Askeri öneriler yüksek tepelerde kuvvetlice konuşlanmış olan düşmanı püskürtmenin yüksek maliyetli olacağı yönündeydi. Golan Tepelerinin batı tarafı Galilee Denizinden 500 metre yüksekte bulunan bir dik kayalıktan oluşuyordu ve Ürdün Nehri birazcık bataklığımsı bir plato oluşturuyordu. Moshe Dayan böyle bir harekâtın 30,000’in üzerinde bir kayıpla sonuçlanacağına inanıyordu ve bu fikri şiddetlice reddetti. Diğer taraftan Levi Eshkol, Golan Tepelerinin Kuzey Komutanlığı olabilmesi yönünde harekâta olumlu bakıyordu. David Elazar’ın operasyon için zalimce içtenliği vardı ve harekâtın Dayan’ın isteksizliğini yok edeceğinden emindi. Sonunda Güney ve Merkez kuvvetlerdeki tehditler bu olaylar sırasında tamamen temizlendi. Moshe Dayan bu fikir için daha da istekli olmaya başladı ve otoritesini harekât için kullandı.

Suriye Ordusu, 9 tugayda 75,000 askerden oluşuyordu ve yeterli bir topçu ve zırhlı birliği tarafından destekleniyordu. İsrail kuvvetleri iki köprüyü savaş sırasında merkezde kullandı. Golan Tepelerinin tek savaşa uygun yeri doğudan batıya doğru uzanan birkaç kilometrede bir kesişen dağlık bayırlardı ve yolların eksikliği içinde general hem doğu – batı yönünde ilerleyen kuvvetlerini hem de kanat desteğinden mahrum birimlerini sınırlamak için alan içinde kanal açtı. Böylece İsrailliler Golan sırtlarındaki üslerine kuzey ve güney hattı boyunca hareket edebildi. İsrail’in bir avantajı da Mossad casusu Eli Cohen sayesinde Suriye savaş konumları hakkında mükemmel ve zekice istihbarat bilgileri toplamasıydı.

Suriye topçu birliklerine dört gün boyunca aralıksız saldıran İsrail Hava Kuvvetleri tüm kuvvetleri ile birlikte Suriye konumlarına saldırı emri aldı. İyi korunmuş toplar çoğunlukla hasar almadı ve Suriye 9 tümeninden 6’sı ile Golan Platosunda kalarak yeteneksizce bir savunma için hazırlanmaya başladı. 9 Haziran akşamına kadar dört İsrail tugayı platoya doğru ilerledi. Orada bu dört tugay yeniden konuşlanabilir ve destek alabilirdi.

Ertesi gün 10 Haziran’da merkez ve kuzey birlikleri platoda bir kıskaç hareketi içine katıldı; fakat bu onları Suriye kuvvetlerince terk edilen boş bir araziye sürükledi. Elad Peled tarafından birleştirilen birkaç birlik güneyden Golan’a tırmandı ve sadece neredeyse tamamen terk edilmiş Suriye birlikleri buldular. Gün boyunca, İsrail birlikleri kendi konumları ve batıya doğru uzanan volkanik tepelerde bir hat arasında manevra yapabilecek bölümler elde ettikten sonra durdular. Doğuya doğru uzanan arazi sade bir şekilde bataklığımsıydı. Bu konum daha sonra Mor Hat olarak bilinen Son-Ateş Hattı’nın başlangıcı olmaya başladı.

Hava savaşları​

Altı Gün Savaşı sırasında, İsrail Hava Kuvvetleri, özellikle çöl meydanındaki modern hava savaşları ile hava üstünlüğünün önemini ispatladı. İsrail Hava Kuvvetleri’nin ilk hava saldırılarını takiben, gün doğumu ile birlikte (güneşi arkaya almak önemli bir taktik hava saldırı imkânı tanımaktadır) yapılan hava saldırıları Arap hava kuvvetlerininin saldırılarını engelleyebilir ve aralıksız yapılan saldırılar ile Arap hava kuvvetlerine rahat vermeyebilirdi. Ayrıca kendi hava üstünlüklerinin tüm cephelerin üstünde olduğunu kabul ettirebilirdi. Bu daha sonra taktik destek harekâtlarını desteklemek amacıyla yapılan ilk atağınının stratejik etkisini kabul ettiriyordu. Bu konu Jericho yakınında bulunan Ürdün 60ıncı zırhlı tugayının ve Ürdün’den İsrail’e saldırması için gönderilen Irak zırhlı tugayının sonu anlamındaydı.

Bu tezatlık içinde Arap hava kuvvetleri hiçbir zaman etkili bir saldırı gerçekleştirmeyi beceremedi. Ürdün avcı uçakları ve Mısır Tu-16 bombaardıman uçaklarından oluşan saldırılar savaşın ilk iki günü içinde İsrail saldırıları ile birlikte gerçekleşti ve Mısır bombardıman uçakları İsrail uçakları tarafından düşürüldü. Ayrıca Ürdün avcı uçakları daha havalanamadan yerde imha edildi.

İsrail’in hava zaferine katkıda bulunan diğer önemli bir etken ise daha önce İsrail Hava Kuvvetleri’nin kazandığı zaferlerin Arap pilotlar için bir moral bozukluğu yaratmasıydı. Bu yüzden birçok Arap pilotu İsrail’e sığındı. Ayrıca İsrail pilotlarının sığınmacılarla birlikte elegeçirdiği MiG’ler ile yaptığı test uçuşları düşmanları karşısında büyük bir avantaj sağladı. Dikkate değer Arap sığınmaları şunlardı:
  • Iraklı Yzb. Münir Redfa’ın hatası, 3 MiG-21 ve en az 8 MiG-17F Cezayir pilotunun İsrail el-Arish Hava Üssü'e yanlışlıkla uçakları ile birlikte indikten sonra İsrail tarafından ele geçirilmesiydi. Ele geçirilen bir Cezayir pilotu geri kalan pilotlar evlerine geri gönderilirken batıda politik sığınmayı teklif etti.
  • 19 Haziran 1964 günü, Mısırlı pilot Mahmud Abbas Hilmi Yakovlev Yak-11 eğitim uçağı ile el-Arish Hava Üssü’nden İsrail’deki Hatzor’a kaçtı.
  • 1966’da, Iraklı Yzb. Münir Redfa Mig-21’i ile İsrail’e uçtu. İki yıl sonra İsrail bir MiG-21 ve iki MiG-17F’yi, MiG-21’ler için “Have Donut” ve MiG-17’ler için “Have Drill” olan kod adlarıyla değerlendirilmesi için Amerika Birleşik Devletleri’ne verdi.
  • Yzb. Münir Redfa’nın ilticası devam ederken, en az iki Irak pilotu MiG-21’leri ile Ürdün’e sığınmıştı. Ürdün bu pilotlara politik sığınma teklif etmesine rağmen Irak’taki hava üslerine geri döndüler.
  • 1965 yılında bir Suriyeli pilot MiG-17F’si ile birlikte İsrail’e sığındı.
6 Haziran’da, savaşın ikinci gününde, Kral Hüseyin ve Nasır Amerikan ve İngiliz uçaklarının İsrail saldırılarına katıldığını duyurdu. Bu her ne kadar Batı’da ciddiye alınmasa da suçlamalar, “Büyük Yalan” olarak gizli bir şekilde hükûmet yetkililerine gönderildi. Ayrıca duyurular Sovyetler Birliği tarafından bir medya patlamasına sebep oldu ve Arap dünyasında Amerikan karşıtlığını körükledi. 8 Haziran’da İsrail, Nasır ve Hüseyin arasında geçen ve uydurma Amerikan – İngiliz saldırı duyurularını yayınlama kararını içeren telefon görüşmesinin iddia edildiği bir ses kaydı yayınladı. Haziran ayında Kral Hüseyin daha sonra bu saldırı iddialarını yalanlamasına karşın o gün Arap dünyasındaki haberciler, İsrail zaferine Amerikan askeri katılımın var olduğu yönündeki savunmalarını sürdürdüler.

Deniz Savaşları​

Denizdeki savaş epey kısıtlıydı. İki tarafın da deniz harekatlarını birbirlerinin gözlerini korkutmak için yaptıkları biliniyordu. Ama iki taraf da denizde sıcak savaşa girmekten kaçındı. Sonuç getiren iki deniz harekatı ise altı İsrail gemisinin İskenderiye limanına saldırması(bir mayın gemisi batırıp ele geçirildiler) ve hafif İsrail savaş gemilerinin 7 Haziran'da güney Sina Yarımadası'nda bir yerleşim birimini ele geçirmesiydi.

8 Haziran'da, İsrail hava ve deniz kuvvetleri Mısır deniz sularının 13 mil dışında bulunan USS Liberty gemisine saldırıp gemiyi batırarak ağır hasara sebep oldular. Olayın gerçek boyutu hala tartışılıyor ama ABD özürü kabul etmiş durumda.

Çatışmanın sonucu ve savaş sonrası durum​

İsrail'in Golan tepelerinde elde ettiği nihai zaferin ertesinde ateşkes imzalandı. Bu antlaşmada İsrail; Doğu Kudüs, Golan Tepeleri, Gazze Şeridi ve Sina Çölü'nü ele geçirdi. 68 bin 300 kilometrekarelik bir alanı, Ürdün, Suriye ve Mısır topraklarını işgal eden İsrail sınırlarını altı günde iki buçuk kat genişletmiş oldu. Birleşmiş Milletler kararlarına rağmen de İsrail bu toprakları elinde tutmaya devam ediyor. Kudüs, hiçbir devlet tanımasa da sonsuza kadar ve bölünmez başkent ilan edildi.

İsrail bölgede gücünü ispatlarken bölgedeki günümüz Amerikan hegemonyası da şekillenmeye başladı. Pan Arabizm çöküşü başladı. Bu savaştan sonra Arap politikası da tamamıyla değişti. Artık İsrail’i yok edemeyeceğini anlayan Arap ülkeleri Pan Arabizmi terk etti. Her ülke İsrail’e kaptırdıkları toprakları geri almanın ayrı ayrı peşine düştü.

İSK'nın Mısır'lı savaş esirlerini öldürdüğü iddiaları​

Savaştan sonra İsrail'de silahsız Mısırlıların öldürüldüğüne dair ulusal bir tartışma başladı. Bazı askerler silahsız mahkûmların infaz edildiğine tanık olduklarını belirttiler. Yedioth Ahronoth gazetesinden Gabby Bron beş Mısırlı mahkûmun öldürüldüğüne şahit olduğunu söyledi. Michael Bar-Zohar üç Mısırlı savaş esirinin bir aşçı tarafından öldürüldüğünü söyledi, ve Meir Pa'il, askerlerin savaş esirlerini veya Arap sivillerini öldürdüğüne dair birçok olaydan haberdar olduğunu belirtti. Askeri tarihçi Uri Milstein'ın iddiasina göre teslim olmak için ellerini kaldırmış Mısır askerlerinin İsrail bölüklerince öldürüldüğüne dair birçok olay olmuştur. Milstein, "Bu resmi bir politika değildi, fakat atmosfer gereği bunu yapmak kabul edilebilir bir hareketti" dedi. "Bazı komutanlar bunu yapmayı tercih etti, bazılarıysa etmedi. Ama bu herkesce biliniyordu." Çöle kaçan Mısırlı askerlerin vurulduğuyla ilgili iddialar ise savaş sonu raporlarında tasdiklendi. İsrailli tarihçi ve gazeteci Tom Segev'in "1967" isimli kitabında bir askerin "bizim askerlerimiz kaçanları bulup ateş etmek için gönderildi. Bu bir emirdi, onlar kaçmaya çalışırken bunlar yapıldı" dediği görülür.

New York Times'ın 21 Eylül 1995 tarihli nüshasına göre, Mısır hükümeti Sina'daki El Ariş'te içinde 1967'de İsrailli askerlerce öldürülmüş 30 ila 60 Mısırlı askerin bulunduğu sığ bir toplu mezar buldu. İsrail bu konuyu Mısırla konuşmak için Dışişleri Bakanı Yardımcısı Eli Dayan'ı görevlendirdi. Dayan, Mısır ziyaretinde, ölen askerlerin ailesine tazminat ödemeyi teklif etti fakat bu işin sorumlularının "20 yıllık zaman aşımı" kuralı gereği bulunamayacağını bildirdi. Mısır'ın Al Shaab gazetesinin iddialarina göre İsrail'in Kahire elçisi David Sultan bu savaşta 100 Mısırlı mahkûmu öldürmüştü, bu sebeple görevi bırakması davetinde bulunmuştu; İsrail Elçiliği ve Dışişleri bakanı Sultan'ın bu savaşta yer aldığına dair kesin bir belgenin bile bulunmadığını dile getirdi.

Savaş sırasında UNEF tarafından leyazon sorumlusu olarak bölgeye gönderilen birliklerde bulunan Yugoslav Yüzbaşları Milovan Zorc ve Miobor Stosic, İsrail'in savaş esirlerini öldürdüğüne dair şüpheleri olduğunu söylediler. Onlara göre, eğer El-Ariş'te İsrail 250 Mısırlı savaş esirini öldürdüyse bundan haberleri olurdu.

İSK'den çıkan 11 Haziran 1967 tarihli belgeye göre, esirlerin durumuyla ilgili yeni emirler çıkarılması gerekliliği duyuldu: "Hazırdaki emirler çelişkili olduğu için yeni bağlayıcı talimatlar: a)Teslim olan asker ve sivillere hiçbir şekilde zarar verilmemelidir. b)Silah taşıyan ve teslim olmayan her akser ve sivil öldürülecektir... Bu emirlere uymayan askerler ciddi şekilde cezalandırılacaktır. Bu emirler tüm İSK askerlerine ulaşmalıdır."

İsrailli kaynaklara göre 4338 Mısır askeri esir alınırken 11 İsrail askeri Mısır'a esir düşmüştür. Esirlerin değiş tokuşu 23 Ocak 1968'de tamamlanmıştır.

ABD ve İngiliz çatışma yardımı iddiaları​

George Lenczowski'ye göre, en erken 23 Mayıs'ta, Ortadoğu'ya silah ambargosu uygulanmasına rağmen Başkan Johnson gizlice İsrail'e çeşitli silah yardımları yapılması için onay vermiştir.

Stephen Green ise kitabında ABD'nin, geceleyin Mısır kara kuvvetlerinin yerini belirleyip sabahına İsrail uçaklarının onları vurmasıyla avantaj sağlaması için bölgeye istikşaf uçakları gönderdiğini yazmıştır. Richard Parker bunu inkar edip sadece bir kişinin şahitliğini yaptığı uydurma bir haber olduğunu belirtti.

Savaşın ikinci gününde Arap medyası Amerikan ve İngiliz bölüklerinin İsrail'in yanında savaştığını belirten haberler sundu. Kahire Radyosu ve hükümetin gazetesi Al-Ahram çeşitli iddialarda bulundu. İddialardan bazıları şunlardır: Uçak gemilerinden kalkan ABD ve İngiliz uçakları Mısır'a karşı sortiler düzenledi; Libya'daki Amerikan Wheelus Hava Üssü'nden kalkan uçaklar Mısır'ı vurdu; Amerikan casus uyduları İsrail'e görüntüler sundu. Nasır döneminde "Al-Ahram"ın yöneticiliğini yapan Mohamed Hassanein Heikal da El Cezire kanalında benzer iddialarda bulundu. Muammer Kaddafi'nin Libya hükümeti de bu iddiaları onayladı. ABD ve İngiltere bu iddiaları ne kabul etmek ne de inkar etmek için pek çaba sarfetmedi. Benzer iddialar Şam ve Amman Radyolarından da yapıldı. Mısır medyası Kral Hüseyin'in İngiliz uçaklarını radarda kendi gözleriyle gördüğünü söyledi.

Arap dünyası dışında ABD ve İngiltere'nin savaşa karışma ihtimali pek ciddiye alınmadı. İngiltere, ABD ve İsrail suçlamaları yalanladı. İsrail, Mısır ve Ürdün telefon hatlarına girmeyi başardı. Bundan iki gün sonra gerçekleşen Nasır ve Ürdün Kralı Hüseyin arasında geçen telefon konuşması 8 Haziran'da İsrail tarafından ortaya çıkarılınca Mısır'ın prestiji daha da azaldı.

« Nasır: ...ABD'yi de ekleyelim mi? Bundan haberiniz var mı, ABD'nin İsrail ile işbirliği yaptığını bildirelim mi?
Hüseyin: Alo. Duymuyorum, bağlantı berbat - Sizin ile Kral'ın konuştuğu Kraliyet Sarayı hattı kötü.
Nasır: Alo, ABD ve İngiltere mi diyeceğiz yoksa sadece ABD mi?
Hüseyin: ABD ve İngiltere
Nasır: İngiltere'nin uçak gemileri var mı?
Hüseyin: (Cevap anlaşılmıyor).
Nasır: İyi. Kral Hüseyin anons yapacak ve ben anons yapacağım. Teşekkür ederim... Majesteleri Amerikan ve İngiliz mevcudiyetiyle ilgili anons yapacak mı?
Hüseyin: (Cevap anlaşılmıyor).
Nasır: İnşallah, diyorum ki Amerikan ve İngiliz uçak gemilerindeki uçaklar bize karşı yer aldığına dair ben anons yapacağım ve siz anons yapacaksınız ve Suriye'nin de anons yaptığını göreceğiz. Anonsu yayınlayacağız, bunun üzerinde vurgu yapıp amacımıza ulaşacağız. »

Savaşın hemen ardından Arap ordularının yenilgisinin büyüklüğü ortaya çıkmaya başlayınca İsrail zaferinin arkasındaki Amerikan ordularının desteği konusunda Arap liderleri arasında farklılıklar belirdi. 9 Haziran 1967'de Nasır'in (kabul edilmeyen) istifa konuşmasında şunları söylemiştir:

« Düşman sahillerinde, düşmanın savaş çabalarına yardım eden Amerikan ve İngiliz uçak gemilerinin varlığı müspettir. Ayrıca, İngiliz uçakları, gün ışığında Suriye ve Mısır cephelerine saldırdı, bunun yanı sıra Amerikan keşif uçakları pozisyonumuzu ifşa etti... Abartmadan diyebiliriz ki, düşmanımız hava kuvvetlerinin normal gücünün üç katı büyüklüğünde hareket etti. »

Fakat, Kral Hüseyin, sonradan Amerikan ordu desteğinin varlığını inkar etti. 30 Haziran'da New York'ta, savaşta "Amerikan ve de İngiliz uçaklarının yer almadığı" konusunda "tamamen ikna olduğunu" belirtmiştir. Eylül ayında The New York Times'da çıkan habere göre Sudan'da Hartum Çözümü konusunda bir araya gelen Arap liderlere özel olarak görüşen Nasır önceden sunduğu iddiaların asılsız olduğunu belirtmiştir.

Yalnız İsrail ile savaşmaktan ziyade Arapların Amerikan ve İngiliz ordularıyla da savaşıyor olma iddiası Arap dünyasında itibar kazandı. Konuyla ilgili Cidde'deki İngiliz temsilci şunları söyledi:

« Başkan Abdünnasır'ın iddiaları... radyo dinleyen veya basını takip eden Arap nüfusu tarafından kuvvetle inanıldı... Bunu inkar ettiğimiz yayınlarımız az kişi tarafından duyuldu ve inanılmadı. Basın ve yayın kuruluşları inkarlarımıza yer vermedi. Bize karşı dostane davranan yüksek eğitim almış kişiler dahi bu iddiaların doğruluğuna ikna oldu. Kıdemli dış işleri yetkilileri, sunduğumuz resmi yazılı ve sözlü yalanlamalarımıza inandıklarını söyledilerse de şüpheyle yaklaştılar. Bence bu durum Arap dünyasındaki prestijimizi ciddi bir şekilde sarstı, gelecekte de devam etmek üzere bize karşı şüphe duymaya başladılar... Araplar küçük düşürülerek yenildiği için doğal olarak konuyla ilgili hassaslar, bundan sonra yapacağımız yalanlamalar onların inancını kırmayacağı gibi bunu daha da alevlendirecektir. »

Savaştan çok sonra dahi Mısır hükümeti ve gazeteleri İsrail, Birleşik Krallık ve Birleşmiş Devletler ile gizli anlaşmalar içinde olduğu iddialarını sürdürdü. Bu durum Al-Ahram gazetesinde ve Kahire Radyosu'ndan yayın yapan Mohamed Heikal'ın programlarında eş zamanlı olarak devam etti. Heikal savaşın "sırlarını" ifşa etmeye çalıştı. Yayınlarında kaynak, belge ve fikirlerini sundu. Heikal'in düşüncesi açıktı: gizli ABD - İsrail birliği Suriye ve Mısır'a karşı kurulmuştu.

İsrail'li tarihçi Elie Podeh'in anlattıklarına göre: "Tüm 1967 sonrası [Mısır] tarih kitaplarında İsrail'in İngiltere ve ABD'nin desteğiyle savaş açtığı iddiasını tekrarladı. Anlatılarda 1967 savaşıyla Arap dünyasını kontrol etmeye çalışan eski emperyalist çabalar arasında bağ kurulup İsrail emperyalist olarak resmedildi. Bu mükerrer uydurma hikâye, bazı küçük farklılıklarla, okul tarih kitaplarında yer alıp gizli işbirliği konusu Mısır öğrencilerinin beyinlerine işlendi."

Sıradaki örnek Abdallah Ahmad Hamid al-Qusi, Al-Wisam fi at-Ta'rikh kitabından alıntıdır:

« Birleşik Devletlerin rolü: İsrail savaşta tek başına değildi. Yüzlerce gönüllü, pilot, Mısır üslerinin resmini çeken, savunma ekipmanlarını tıkayan, Mısır emirlerini dinleyip bu bilgileri İsrail'e sunan casus ekipmanlı askeri görevliler vardı. »

Six Days of War yazarı tarihçi Michael Oren'in iddiasına göre Arap liderlerin yalan iddiaları yaymasının sebebi Sovyet desteğini garantiye almaktı.[58] Savaş sonunda İsrail zaferinin büyüklüğü ortaya çıkmaya başlayınca, önce de yapılan bu iddialar sayesinde Nasır ve diğer Arap liderler suçlanmaktan kurtuldu. Bu iddialar doğrultusunda petrol üreten Arap ülkeleri İngiltere ve ABD'ye ambargo uygulamaya karar verdi.

Altı Arap ülkesi ABD ile diplomatik bağlarını kesti ve Lübnan elçisini geri çağırdı. Genel açıdan, Altı Gün Savaşı Ortadoğu'da Amerika'ya karşı radikalliği, solcu ve dinci hareketleri ve terör sürecini hızlandırdı. Hatta, bu durum Arap dünyasının ötesine geçip İran, Pakistan ve diğer üçüncü dünya ülkelerinin Amerikan karşıtı tavırlarını belirledi.

ABD ve İngiliz çatışma dışı yardımları​

1993 yılındaki bir röportaj, Johnson Başkanlık Kütüphanesi tarih arşivlerinde bulunan Birleşmiş Devletler Savunma Sekreteri Robert McNamara tarafından bir savaş gemisi grubunu açığa çıkardı. Cebelitarık yakınlarında eğitimde olan 6. Filo, Doğu Akdeniz'de İsrail’i savunmak için yeniden konuşlanıyordu. Bakanlar Kurulu şunu düşündü: İsrail'de durum o kadar gergin ki, belki Suriyeliler, İsrail'in onlara saldıracağından korkuyorlardı ve Rusların desteklediği Suriyeliler güç dengesini yeniden oluşturmak isteyip İsrail'e saldırabilirdi. Sovyetler bu konuşlanmayı çok geçmeden öğrendiler ve doğal olarak saldırı konumuna geçtiler. Sovyet Başbakanı Alexei Kosygin Amerika’yı "kırmızı telefon"dan arayarak bu tür olayların iki ülke arasında savaşa sebep olacağını söyleyerek tehdit etti.

1983 yılında “Boston Globe” ile yapılan bir röportaj “McNamara: ‘Biz lanet olası bir savaşa yakınız.’ şeklinde bir iddiada bulundu.” yönündeydi. O, Kosygin’in Akdeniz’deki bir savaş gemisini geri göndermek zorunda kalması yüzünden sinirli olduğunu söyledi. McNamara bu krizin nasıl çözüldüğünü açıklamadı.

“Altı Gün” adlı kitabında seçkin BBC habercisi Jeremy Bowen, 4 Haziran 1967’de İsrail gemisi Miryam’ın makineli tüfekler, 105 mm’lik tank mermileri ve zırhlı araçlar ile birlikte Felixstowe’dan ayrıldığını iddia ediyordu. Ayrıca kriz başladığından beri birçok sevkiyat ile birlikte İngiliz ve Amerikan envanterlerinin gizlice gönderildiğini iddia ediyordu. Bununla birlikte İsrail lojistik uçakları Lincolnshire’da ve RAF Waddington’un dışında mekik dokuyordu. Bowen, Harold Wilson’un Eshkol’a yazdığı yazılarda çok uzak yerlerden gelen gizli yardımların sürmesinden memnun olduğunu iddia ediyordu.

İsrail'in Zulümle gaspettiği Golan Tepeleri​

Golan Tepeleri'nin haritada konumu
Golan Tepeleri'nin haritada konumu
Golan Tepeleri (Arapça; هضبة الجولان, Hadbetü'l-Cevlān, Osmanlıca; جولان تپه‌لری Cevlân Tepeleri, İbranice; רמת הגולן, Ramat HaGolan), Suriye'nin güneybatı, İsrail'in kuzeydoğu ucundaki tepelik bölge. Golan Platosu olarak da bilinen bölge ayrıca, Lübnan ve Ürdün ile komşudur. Büyük bölümü Kuneytire Valiliği'nin, kimi bölümleri de Dara Valiliği'nin sınırları içinde kalır.

Bölgede çok eski zamanlardan beri yerleşimler bulunmakta olup, Amoriler, Aramiler ve Yahudiler gibi Kuzeybatı Sami halkları ilk hüküm sürmüş gruplar arasındadır. Golan'da Asur ve Babil, Ahameniş, Roma ve sonrasında Bizans egemenliğinin ardından 7. yüzyıl ortalarında İslami devletlerin hakimiyeti başlamıştır. Emeviler, Abbasiler, Büyük Selçuklular ve 16. yüzyıldan 20. yüzyıla kadar Osmanlı İmparatorluğu kontrolündeki bölge I. Dünya Savaşı'ndan sonra Fransız mandası haline getirilmiştir. II. Dünya Savaşı sonrasında Suriye'ye katılan bölge 1967'de, Altı Gün Savaşı sırasında İsrail'in askeri işgali altına girmiştir. 1981'de İsrail, Golan'ın ele geçirdiği bölümlerini tek yanlı olarak ilhak etmiştir.

Yükseltili yapısından ötürü çevresindeki bölgelerden farklı iklim özellikleri gösteren Golan Tepeleri zengin su kaynakları ile tanınır. İsrail'in su ihtiyacının %15'i bu bölgede bulunan akarsulardan karşılanmaktadır. Bölgede yer alan en yüksek zirve 2,236 metre olup Hermon Dağı'nda yer almaktadır.

Golan Tepeleri'nin coğrafî sınırları​

Batıdan Taberiye Gölü ve Marj Al-Hula ovası, doğudan Er-Rakkad Vadisi, Kuzeyden Saar Vadisi ve Harmun dağı, Güneyden ise Yarmuk nehri Golan Tepeleri'nin doğal sınırlarını oluşturmaktadır. Toplam yüzölçümü 1860 km2 olarak tahmin edilen Golan Tepeleri’nin idarî merkezi olan Kuneytire kenti, Suriye’nin başkenti Şam'ın 67 km batısındadır.

Etimoloji​

Tanah'da Golan, Başan'da bulunan bir sığınak kent olarak belirtilmiş, Tesniye, Yeşu ve Tarihler Kitabı'nda şehre atıfta bulunulmuştur. 19. yüzyıl yazarları "Golan" kelimesini "çevrelenmiş bölge" olarak yorumladılar.

Bölgenin Grekçe adı Gaulanitis'tir (Grekçe: Γαυλανῖτις). Mişna'da ise bölge için verilen isim, Aramicede verilen isimlere benzer şekilde Gablān, Gawlāna, Guwlana ve Gublānā’dır. Bölgeye Arapçada Jawlān (Arapça: جولان) ve Djolan (Arapça: جولان) isimleri verilirken, Osmanlı kaynaklarında Cevlân (Osmanlıca: جولان), Kenan dilleri ve İbranicede ise "Golan" (İbranice: גולן‎) olarak anılmıştır. Bizans dönemine ait Arap haritacıları, bölgeye bir plato olmasına rağmen Cebel (dağ) adını vermişlerdir.

Müslümanlar tarafından MS 7. yüzyılda fethedilen bölge, Yahudi Ansiklopedisi’nde Gaulonitis olarak adlandırılmaktadır. Bölgenin adı Golan Tepeleri şeklinde ise 19. yüzyıldan itibaren kullanılmaya başlandı.

Tarihçe​

Eski dönemler : Tarihi boyunca birçok uygarlığa ev sahipliği yapan Golan Tepeleri, MÖ 3000'den MÖ 900 civarına kadar, Tunç ve Demir Çağı'nda Amoriler ve Aramiler gibi Kuzeybatı Sami dilleri konuşan halklar tarafından kontrol edildi. Daha sonra İbrani İncili'ne göre İsrailoğlu kontrolüne giren bölgede tarihi kayıtlara göre MÖ 900'den itibaren ilk başta birleşik monarşi altındaki İsrail Krallığı, daha sonra ise ardılı Kuzey İsrail Krallığı hüküm sürdü. Golan'ın adı Tanah’ın Tesniye ve Yeşu kitaplarında Ürdün Nehri'nin kuzeyindeki üç sığınak kentlerden biri olarak geçmektedir.

Katzrin'de bulunan Roma-Bizans döneminden sinagog kalıtısı
Katzrin'de bulunan Roma-Bizans döneminden sinagog kalıtısı
Daha sonra sırasıyla Asur, Babil ve Ahameniş İmparatorluğu kontrolüne giren bölge MÖ 4. yüzyılda Makedonya'nın lideri İskender tarafından ele geçirildi. MÖ 1. yüzyıda Roma İmparatorluğu egemenliğine, sonrasında ise ardılı Bizans egemenliğine girdi ve Sasani İmparatorluğu'nun bölgeyi 600 civarında almasına kadar elinde tuttu. Bizans ve Roma dönemlerinde Yemen kökenli Hristiyan Araplar olan Gassanilerin "Cevlân" olarak da adlandırdıkları Golan'da hakimiyet kurmalarına izin verilmiş, bu devlet Bizans ve Roma için bir uydu ve tampon devlet görevi görmüştür.

Erken İslam dönemi : Bilad'üş-Şam'ın (Levant) Yermük Muharebesi sonucunda ele geçirilmesinden sonra (633-640), Golan bölgesi İslami devletlerinin kontrolüne girdi. Bölge sırasıyla Râşidîn, Emevî, Abbâsî, Şii Fâtımî ve Oğuz Selçuklu Hanedanı'nın egemenliği altında yer aldı. 12. yüzyılda Haçlı Seferleri boyunca bölgede yer alan Banias şehrine kısa süreliğine Hristiyan devletler egemen oldu, daha sonra ise Selahaddin Eyyubi'nin kontrolü altına girdi. Golan'a 1259'da Moğollar, takriben de Memlûk Devleti hakim oldu.

Osmanlı hakimiyeti : 16. yüzyılda Osmanlıların egemeliğine giren bölgede Dürzi toplulukları ilerleyen yüzyıllarda bölgeye yerleşti, ancak göçebe yaşayan Arap Bedevi kabilelerinin yerleşim birimlerine yaptıkları istilalar ve saldırılar nedeni ile geçmişte boşalmış şehir ve kasabalara yeniden yerleşim yapılmadı. 1868 yılında bölge "neredeyse tamamen boş" olarak tanımlandı ve bu zamanda gezi rehberleri Golan'daki 127 tarihi şehirden sadece 11'inde hala yaşanıldığını kaydetti. Bölgeye 1864'te Kuzey Kafkasya’nın Çarlık Rusya tarafından ele geçirilmesi nedeniyle Osmanlı Devleti’ne sığınan Çerkezler'in yerleştirildiği bilinmektedir. Osmanlı döenminde bölgede ilk Siyonist Yahudi yerleşim birimleri kurulmaya başlandı.

Osmanlı Devleti, I. Dünya Savaşı'nı kaybettikten sonra Golan Tepeleri, Sykes-Picot Antlaşması uyarınca önce Fransa Suriye Mandası daha sonra Birinci Suriye Cumhuriyeti ve Suriye Arap Cumhuriyeti topraklarının bir parçası haline geldi.

Golan Tepelerinden bir görünüm
Golan Tepelerinden bir görünüm
Modern tarih : İsrail, 9 Haziran 1967'de Altı Gün Savaşı sırasında Kuneytire kenti dâhil Golan Tepelerini ele geçirdi. Ardından İsrail hükûmeti, Golan'ın kuzeydoğusundaki Dürzi köyleri hariç, Golan'ın köy ve kasabalarında kalan halkın tamamını Suriye topraklarına gönderdi. Ekim 1973'te 1973 Arap-İsrail Savaşı (Dördüncü Arap-İsrail Savaşı olarak da bilinir) sırasında Suriye tarafı, 1860 km2 olarak tahmin edilen Golan'ın toplam alanından, İsrail'in bomba saldırıları sırasında yıkılan ve hala yıkık şehir olarak bilinen Kuneytire kenti dâhil 60 km2'yi geri aldı. Aralık 1981'de İsrail parlamentosu Knesset, Golan Tepeleri'nin ele geçirilen kısmını İsrail'e tek taraflı olarak ilhak etti. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin 1981'de aldığı 497 sayılı karar ile durumun hukuki geçerliliği olmadığını belirtti.

25 Mart 2019'da ABD Başkanı Donald Trump, ülkesinin İsrail'in Golan Tepeleri üzerindeki egemenliğini tanıdığını ilan eden bir deklarasyon imzaladı. Karar üzerine Birleşmiş Milletler açıklama yaparak daha önce belirlenmiş politikasında değişiklik olmadığını ifade etti. Rusya'dan yapılan açıklamada tanıma kararının bölgede yeni bir gerilim dalgası yaratabileceği endişesi dile getirildi. Türkiye Dışişleri Bakanlığı "kararı esefle karşıladığını ve şiddetle kınadığını" bildirdi.

Nüfus yapısı : İsrail'in ele geçirmesinden önce Golan'da 164 köy, 146 mezraa ve Kuneytire ve Fik adında iki kent bulunmaktaydı. 1966 yılında Suriye hükümetince yapılan nüfus sayımına göre Golan'ın nüfusu, 153 bin kişi idi. Nüfusun çoğunluğu Sunni Araplardan oluşmakta, önemli azınlıklar arasında ise Dürzîler ve Alaviler yer almaktaydı. Aynı zamanda daha küçük Çerkes ve Türkmen toplulukları da mevcuttu. İsrail, 1967 Arap-İsrail Savaşı sırasında ve sonrasında yaklaşık 131 bin Golanlıyı Suriye topraklarına gönderdi. 1996’da Suriye hükümetince yapılan nüfus sayımına göre sürgündeki Golanlıların nüfusu 490 bine ulaştı.

Screenshot_1816cdfc85c68fa26.webp
Screenshot_1816cdfc85c68fa26.webp
1967 Arap-İsrail Savaşı sonrasında İsrail'in kontrolünde kalan bölgede Suriyelilerin sayısı yaklaşık 7 bin kişi iken, bu sayı 2000 yılında İsrail hükümetince düzenlenen nüfus sayımına göre 19 bin kişiye yükseldi. Yaklaşık olarak 17 bin Dürzi ve 2 bin Nusayri'den oluşan bu nüfusun sadece yüzde 13'ü İsrail vatandaşlığını kabul ederken nüfusun diğer bölümü ise İsrail vatandaşlığına geçme teklifini reddetti.

Golan'da İsrail ordusuna ait yaklaşık 60 karargah bulunmaktadır Bölgede 45 Yahudi yerleşim yeri bulunurken burada yaşayan nüfus sayısı yaklaşık 20 bin civarındadır.

Hidrokarbon keşfi : 1990'ların başında, İsrail hükümeti, İsrail Ulusal Petrol Şirketi'ne (INOC) Golan Tepeleri'nde hidrokarbon arama izni verdi. İki milyon varil petrolün geri kazanım potansiyelinin, o zaman 24 milyon dolara eşdeğer olduğu tahmin ediliyordu. İzak Rabin yönetimi sırasında (1992-1995), İsrail ile Suriye arasındaki barış müzakerelerinin yeniden başlatılması için çaba sarf edildikçe izinler askıya alındı. 1996 yılında Binyamin Netanyahu, Golan’da petrol arama ve sondaj yapma etkinliklerinin yeniden sürdürülmesi için INOC’a ön onay verdi.

INOC, 1997 yılında Kamu Şirketleri Direktörü (GCA) Tzipi Livni tarafından denetlenen bir özelleştirme sürecine girmeye başladı ve bu süre zarfında, INOC'nin sondaj izinlerinin devlete iade edilmesine karar verildi. 2012 yılında, Ulusal Altyapı Bakanı Uzi Landau, Golan'daki petrol ve doğalgaz sondaj çalışmalarını onayladı. Ertesi yıl, İsrail Enerji ve Su Kaynakları Bakanlığı Petrol Konseyi, Effi Eitam başkanlığındaki New Jersey merkezli Genie Energy Ltd. şirketinin yerel bir yan kuruluşuna gizlice Golan Tepeleri'nde Hidrokarbon Arama ve Çıkarma Lisansı verdi.

Uluslararası insan hakları kuruluşları ise İsrail'i sondajın işgal altındaki Golan Tepeleri bölgesinde yürütüldüğü için uluslararası hukuku ihlal etmekle suçlamaktadır.
 
Geri
Üst