Altı Gün Savaşı
Altı Gün Savaşı (Arapça:حرب الأيام الستة, Ḥarb'el‑eyyam'es‑Sitte veya Arapçaحرب 1967, Ḥarb 1967; İbranice מלחמת ששת הימים, Milhemet Sheshet Ha‑Yamim), diğer adlarıyla 1967 Arap-
İsrail Savaşı, Üçüncü Arap-
İsrail Savaşı, Altı Günün Savaşı veya Haziran Savaşı, 5 Haziran 1967 Pazartesi, İsrail ile Arap komşuları
Mısır,
Ürdün ve Suriye arasında başlayan ve 6 gün süren savaşa verilen addır. Arap İttifakı'na
Irak,
Suudi Arabistan,
Sudan,
Tunus,
Fas ve
Cezayir de asker ve silah yardımıyla katılmışlardır.
İsrail'in kesin üstünlüğü ile bitmiştir. Bu savaştaki önemli olaylardan biri de savaşı gözlemlemek üzere gönderilen USS Liberty adlı bir Amerikan gemisinin İsrail tarafından saldırıya uğramasıdır. Şimdiki birçok sorunun temelini oluşturur. Savaşın sonunda
Mısır'dan Sina Yarımadası'nı, Suriye'den Golan Tepeleri'ni ve
Filistin'in Gazze Şeridi ile Batı Şeria topraklarını alan İsrail topraklarını dört katına çıkarmıştır. Savaş sonrasında Sina Yarımadası'ndan Mısır lehine çekilen İsrail ilerleyen dönemlerde diğer toprakları ilhak ettiğini açıklamıştır. Bu kararları tanınmadığı gibi, İsrail'in BM Kararlarını da uygulamaması sonraki dönemde bölgede birçok sorunun kaynağını oluşturmuştur. Savaş sonrasında toplanan BM Güvenlik Konseyi'nde
Türkiye arabulucu olarak davet edilmiş ve konseyde İsrail'i destekleyen bir tutum sergilemiştir. Ayrıca
Türkiye,
Fas'ta toplanan
İslam Konferansı Örgütü'nde alınan İsrail ile diplomatik ilişkilerin kesilmesi kararını veto etmiştir.
Süveyş Krizi sonrası
1956 Süveyş Krizi, Mısır açısından askeri bir yenilgi, ancak politik bir zafer olmuştur.
ABD ve
Sovyetler Birliği'nden gelen ağır siyasi baskılar, İsrail'in kuvvetlerini Sina Yarımadası'ndan çekmesine yol açmıştır. 1956 savaşından sonra, Mısır sınır bölgesinin askerden arındırılması ve gerillaların sınırı geçip İsrail'e girmesini engellemek amaçlı bir Birleşmiş Milletler Barış Gücü'nün, Birleşmiş Milletler Acil Durum Kuvveti'nin yerleştirilmesine razı olmuştur. Mısır aynı zamanda önceki Süveyş Krizi'nde İsrail gemilerine kapatıp, krizin tırmanmasına sebep olan Tiran Boğazı'nı tekrar açmayı kabul etti. Sonuç olarak İsrail-Mısır sınırı bir süre sakin kaldı.
1956 krizi sonrasında bölgede sürdürülmesi mümkün olmayan bir denge oluştu. Bu dönemde hiçbir Arap ülkesi İsrail'i diplomatik olarak tanımamıştı. Suriye ise Sovyet Bloğu'ndan aldığı destekle 1960'ların başında İsrail'e karşı gerilla saldırılarına destek veriyordu.
İsrail Ulusal Su Yolu
1964 yılında İsrail, ulusal su yolu projesi için
Ürdün Nehri'nden su almaya başladı. Ertesi yıl ise Arap devletleri, Ürdün Nehri'nden gelen suyun İsrail'e akmamasına yol açacak planlarını devreye soktular. Bu plan İsrail'in ulusal su yolu kaynaklarını %35, ülkenin toplam su kaynağını ise %11 azaltacaktı. İsrail Savunma Kuvvetleri (IDF) Suriye'de inşa halinde olan baraj tesislerine Mart, Mayıs ve Ağustos 1965'te saldırılarda bulundu. Bu saldırılar Suriye - İsrail arasında savaşa dek süren uzun sınır çatışmalarına yol açtı.
İsrail ve Ürdün: Samu Olayı
12 Kasım 1966'da bir İsrail sınır devriyesi aracının mayına çarpması sonucu üç asker öldü, altısı yaralandı. İsrailliler mayının Batı Şeria'daki El Samu'dan teröristlerce düzenlendiğine inanıyorlardı. 13 Kasım sabahı son üç yılda barış için Abba Eban ve Golda Meir ile gizli görüşmeler yapan Ürdün kralı Hüseyin, İsrail'deki bağlantılarından İsrail'in Ürdün'e karşı bir saldırı planı olmadığı bilgisini aldı. Ancak sabah 05.30'da "
Filistin Kurtuluş Örgütü'nün terörist aktiviteleri sebebiyle" İsrail kuvvetleri Ürdün kontrolü altındaki Batı Şeria'da tümü Filistinli mültecilerden oluşan 4,000 nüfuslu bir köy olan Es Samu'ya saldırdı.
"Shredder Operasyonu" adı verilen bu saldırı, İsrail'in 1956'dan beri yaptığı en büyük askeri harekattı. Tanklar ve uçaklarla desteklenen 3,000-4,000 kişilik bir kuvvet, bir rezerv ve iki saldırı gücüne ayrıldı. Rezerv kuvvet sınırın İsrail yakasında kalırken, iki hücum grubu Ürdün kontrolündeki Batı Şeria'ya girdi. Sekiz Centurion tankı, 40 üstü açık kamyonda 400 paraşütçü ve on açık kamyonda yer alan 60 istihkamcı Samu'ya doğru yol alırken üç tank ve 100 paraşütçüden oluşan daha küçük bir kuvvet daha küçük iki köye, Kirbet El-Markas ve Kirbet Jimba'ya yönlendi. Bu olay hakkında birbiriyle çelişen raporlar mevcuttur. Terrence Prittie'nin Eshkol: The Man and the Nation kitabına göre 50 ev havaya uçurulmuş, ancak içlerinde yaşayanlar saatler önce tahliye edilmiştir. Ürdün'ün 48. Piyade Taburu, Binbaşı Esad Ghanma komutasında İsrail kuvvetlerine kuzeybatıdan saldırdı. Kuzeydoğudan yaklaşan diğer iki bölük İsrailliler tarafından karşılandı, bu sırada bir Ürdün müfrezesi iki 106 mm geri tepmesiz topuyla Samu'ya girmeyi başardı. Çatışmada üç Ürdünlü sivil, onbeş Ürdünlü asker öldü; kırkbeş asker ve doksanaltı sivil yaralandı. İsrail paraşütçü taburunun komutanı Albay Yoav Shaham İsrail tarafının kaybıydı. Ayrıca on İsrail askeri de yaralandı. İsrail hükümetine göre elli Ürdünlü ölmüştü, ancak bu rakam moral bozukluğuna sebep vermemek ve Kral Hüseyin'e olan güveni yüksek tutmak amacıyla Ürdün'ce asla doğrulanmadı.
İki gün sonra
ABD başkanı Johnson'a özel asistanı Walt Rostow tarafından ulaştırılan bir notta "geri çekilme bu noktada bir seçenek değildir. Tanklar ve uçaklarla desteklenmiş 3,000 kişilik bir saldırı provokasyon sınırları dışındadır ve yanlış hedefe yöneltilmiştir." yazmakta, ABD ve İsrail çıkarlarına verilen hasar anlatılmaktaydı: "Hüseyin ve İsrail arasındaki karşılıklı dengeyi yok ettiler... Hüseyin'i güçten düşürdüler. 500 milyon dolar harcayıp İsrail'in en uzun sınırına, hem İsrail hem de Suriye ile
Irak'a karşı denge faktörü olarak Hüseyin'i yerleştirdik. İsrail'in saldırısı Hüseyin üzerinde sadece daha radikal Arap devletlerinin değil, Ürdün'deki Filistinlilerin ve Ürdün ordusunun da karşı saldırı talepleriyle yüz yüze kalacak. Araplarla yapılan uzun süreli birikimi yok ettiler... Suriyeliler, İsrail'in Sovyet destekli Suriye'ye değil de ABD destekli Ürdün'e saldırmasından cesaret alabilirler."
Ürdünlüler, Filistinliler ve Arap komşularından Samu'yu korumadaki başarısızlığı sebebiyle yoğun eleştirilere maruz kalan Hüseyin, 20 Kasım'da ülke çapında seferberlik ilan etti.
25 Kasım'da Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, 228 numaralı kararında "İsrail Hükümeti'nin 13 Kasım 1966'daki harekatı sebebiyle oluşan can kaybı ve ağır hasar" sebebiyle "İsrail'in büyük çaplı askeri harekatı BM Hukuku'na ve genel ateşkes anlaşmasına karşı gelmek" anlamında değerlendirilmiştir. "İsrail'in devam edecek askeri harekatları göz ardı edilmeyecek ve bu tipte bir olay tekrarlanırsa BM gerekli karşı önlemleri alacaktır."
İsrail ve Suriye
Kral Hüseyin’in hayallerini boşa çıkaran ve çoğunlukla Ürdün üzerinden İsrail’e karşı yapılan destek saldırılarına ek olarak Suriye, silahsız bölgeler olarak anlaşılmış yerlerden, Golan Tepelerinden Galilee’ye giden İsrailli sivil mültecilere de bombardıman yapmaya başladı.
1966 yılında, Mısır ve Suriye, İsrail’e aynı yönden saldırmak amacıyla aralarında askeri bir antlaşma imzaladı. Mısır Dışişleri Bakanı Mahmud Riyad’a göre, Mısır,
Sovyetler Birliği'nin "müşterek savunma kanadına" girmeye ikna olmuştu. Sovyet bakış açısının iki önemli unsuru vardı:
- İsrail’in Suriye’ye yapacağı cezalandırıcı saldırıları azaltmak,
- Suriyelilerin, ılımlı etkileri ile gündemde olan Cemal Abdünnasır’ın Mısır başkanı olması yönünde düşünmelerini sağlamak.
Şubat 1967’de Londra’ya yapılan bir ziyaret sırasında İsrail Dışilişkileri Bakanı Abba Eban, gazetecilere, her ne kadar Araplar bu bildiriyi Suriye’ye karşı etkin bir cepheleşme hareketı olarak görse de, İsrail’in “ümitlerini ve endişelerini” anlatmak amacıyla bir bildiride bulundu. Yıllar sonra İsrail Savunma Bakanı Moşe Dayan savaş sebeplerinden farklı bir açıklamada bulundu: “Suriye sınırı boyunca ne bir tarla ne de bir mülteci kampı vardı. Sadece Suriye Ordusu vardı... Kibbutzim iyi tarımsal alanları gördü... ve Suriye bu alanları elde etmeyi düşledi... Bu topraklar için olan açgözlülüklerini gizlemeyi bile teşebbüs etmediler... Biz bu silahsızlandırılmış bölgede, toprağı sürmenin olanaksız olduğu bazı alanlara bile bir traktör gönderdik. Suriyelilerin bu şartlar altında bize karşı saldırı başlatacağını biliyorduk. Eğer saldırmasalardı, Suriyelilerin öfkesi ve saldırısı bitene kadar ileri seviye traktörümüzü söylecektik. Ve sonra topçu desteğimizi kullandık. Daha sonra da hava gücümüzü... Suriye, savaşın dördüncü günü bizi tehdit bile edemedi.”
7 Nisan 1967’de sınırda, Golan Tepeleri'ne gerçekleştirilen önemsiz bir hava saldırısı olayı savaşı tekrar kızıştırdı ve İsrail Hava Kuvvetleri'ne bağlı Dassault Mirage III savaş uçakları tarafından altı Suriye MiG-21'in düşürülmesine sebep oldu. Tanklar, ağır havan topları ve topçu birlikleri, Tiberias Gölünün güneydoğu kısmında kalan silahsızlandırılmış bölgedeki toprağı işleme hakkının tartışıldığı alandaki sınırın 76 km’lik uzantısında çeşitli bölgelerde kullanıldı. Haftanın başında, Suriye, o alanda çalışan bir İsrail traktörüne iki kere saldırdı ve 7 Nisan sabahı geri döndüklerinde Suriye traktöre saldırmaya devam etti. İsraillilerin cevabı bölgede zırhlandırılmış traktörler ile toprağı işlemek oldu ve sonuç olarak saldırının uzun bir süre değişmesine sebep oldu. İsrail, Suriye’ye karşı yaptığı hava saldırılarında 250 ve 500 kg’lık bombalar kullandı. Suriye’nin cevabı ise İsrail sınırlarındaki yerli halkı ağır topçu atışına tutmak oldu. İsrail buna misilleme olarak Sqoufiye köyündeki 40 evi hava saldırısı ile yok etti. 15:19’da Suriye topçuları Kibbutz Gadot’a top yağmuruna başladı ve 40 dakika içinde 300 top mermisi kibbutza düştü. UNTSO (Birleşmiş Milletler Ateşkes Denetim Örgütü) bir ateşkes yapılması yönünde girişimde bulundu; fakat Suriye, İsrail’in silahsız bölgedeki tarımsal faaliyetlerini durdurmayacağı sürece bu antlaşmayı kabul etmeyeceğini açıkladı.
11 Mayıs’ta İsrail’in Dışişleri Bakanı Levi Eshkol, Kudüs’de Mapai parti mitinginde, 7 Nisan’da sınırlarda devam eden terörizme cevap olarak hava gücünü kullanmakta tereddüt etmedikleri şeklinde beyanda bulundu. Aynı gün İsrail delegesi Gideon Rafael, “meşru müdaafa hakları”nı belirten bir mektubu Güvenlik Kurulu Başkanı’na sundu. 12 Mayıs Tel Aviv’deki yapılan yazılı bir açıklamada James Feron, bazı İsrailli liderlerin “sınırlı bir alanda Suriye’ye karşı acilen güç kullanılmasını gerektiren” bir karara vardıklarını rapor etti. Mayıs’ın başlarında İsrail kabinesi Suriye’ye karşı sınırlı bir hava saldırısına yeşil ışık yaktı; fakat Rabin’nin büyük ölçekli ve sınırsız bir hava saldırısı ya da Ba’ath rejimini devirmek için öne sürdüğü yeni isteği Eskhol tarafından reddedildi. Bowen’in raporuna göre:
12 Mayıs’da Uluslararası Basın'ın (UPI), haber ajanslarına gönderdiği rapor:’Yüksek bir İsrail kaynağının söylediğine göre eğer Suriyeli teröristler bugün, İsrail’in içine yaptıkları sabotaj saldırılarına devam ederse İsrail’in Damascus ordu rejimini devirmek için sınırlı bir askeri harekat düzenleme yönünde anlaştıklarını belirtti. Askeri gözlemciler böyle bir saldırının Suriye hükûmetini karıştıracağını ve savaşın kısa bir sürede biteceği yönündeydi. Arap dünyası kadar Batı da böyle bir varsayımı öne süren isimsiz kaynağın Rabin olduğu yönünde hemfikirdi ve Rabin bu konuda ciddiydi. Aslında, ordu istihbaratın müsteşarı olan Orgeneral Aharon Yariv’di ve bu hikâye tekrar yazılmıştı. Yariv “Suriye’nin tüm istila hareketlerinin dışında ve Şam’ın fethi”nden söz etmiş olmasına rağmen bu yöndeki iddiaların en gerçekçi açıklaması buydu. Fakat olumsuz durumlar peş peşe geldi. Birçok insanın tansiyonu yükseldi ve sadece Araplar değil, İsrailliler de Suriye’ye karşı düzenlenmesi plânlanan böyle bir saldırının alışılmıştan daha büyük sonuçlara sebep olacağını düşünüyordu.
Sınır olayları hat safhaya geldi ve hem siyasi hem de askeri alandaki bir numaralı Arap liderleri, İsrail’e misillemelerini durdurması yönünde çağrıda bulundu. Nasır hegemonyasındaki Mısır, daha sonraları Arap dünyasının merkezini elde etme yönünde girişimlerde bulundu. Sina’yı tekrar silahlandırma plânları ile birlikte Arap deklarasyonları tek bir birlik oldu. Suriye her ne kadar ani bir saldırı için hazırlık yapmasa da bu görüşlerini Arap dünyası ile paylaştı. Sovyetler Birliği etkin bir şekilde Arap devletlerinin askeri gereksinimlerini karşıladı. 13 Mayıs’ta bir Sovyet istihbarat raporu Sovyetler Birliği Başkanı Nikolai Podgomy’ye ulaştı; ama bu istihbarat biraz gecikmişti. Rapora göre Mısır Yardımcı Bakanı Anwar Sedat, İsrail birliklerinin Suriye sınırı boyunca hareketlendikleri yönündeki istihbaratın yanlış olduğu yönünde bir açıklamada bulunuyordu. Mayıs 1967’de, Suriye Dışişleri Bakanı Hafız Esat: “Bizim kuvvetlerimiz böyle bir saldırıyı sadece geri püskürtmek için tamamen hazır değildir; ayrıca özgürlük hareketimizi başlatmak ve Arap yurdundaki Sionist varlığı da tamamen yok etmek için hazırdır... Suriye Ordusu’nun parmakları tetiktedir. Ben, askeri bir adam olarak savaşı bitirecek bir çatışmaya girme zamanımızın geldiğine inanıyorum.” şeklinde bir söylemde bulundu.
BM Acil Müdahale Kuvveti’nin geri çekilmesi
16 Mayıs akşamı saat 10’da, UNEF komutanı General Indar Jit Rikhye,
Birleşik Arap Emirlikleri’nin Savunma Bakanlığı’nda çalışan General Mohammed Fawzy’den bir mektup aldı. Mektupta şunlar yazıyordu: “Bilginize sunulur, tüm B.A.E. zırhlı birliklerine İsrail’e karşı yapılacak bir harekâta hazır olmaları için emir verdim. Her an herhangi bir Arap ülkesine karşı saldırı hareketi patlak verebilir. Bu talimatlardan dolayı birliklerimiz Sina’da doğu sınırlarımızda zaten hazır. Sınırlarımız boyunca gözlem noktaları kuran tüm BM güvenliği adına, senin acilen tüm birliklerini geri çekme emri çıkartmanı rica ediyorum.” Rikhye, Genel Sekreter'e talimatlar için rapor vereceğini söyledi.
BM Genel Sekreteri U Thant Mısır hükûmeti ile görüşmeyi kabul edeceğini ekledi; fakat 18 Mayıs günü Mısır Dışişleri Bakanı BM Acil Müdahale Kuvveti’nin içindeki birlikleri ile ulusları, Mısır ve Gazze şeridi’nin sınırlandırıldığını ve onların acilen orayı terk etmesi gerektiğini söyledi. Mısır kuvvetleri UNEF(United Nations Emergency Force) birliklerinin kendi sınırlarına girmesini engelledi. Hint ve Yugoslav hükûmetleri U Thant’ın kararını önemsemeden UNEF’ten kendi birliklerini çekme kararı aldı. Bu olaylar meydana gelirken, U thant UNEF’in İsrail sınırlarına yeniden konuşlanmasını önerdi; fakat İsrail bunu reddetti. UNEF askerleri ile Mısır’ın ilk saldırısını durdurmak istemesi yüzünden tartıştı. Mısır’ın muvazzaf milletvekili bu olaylardan sonra U Thant’ı UNEF’in Sina ve Gazze Şeridi’nde hazır bulunuşunu sınırlandıracağı kararını verdiğini söyleyerek bilgilendirdi. Ve geri çekilmenin mümkün olduğunca gerçekleşmesini istedi. 19 Mayıs’ta UNEF komutanı geri çekilmek için emir aldı. Daha sonra Mısır başkanı Cemal Abdünnasır Sina’ya tekrar askeri birliklerini konuşlandırdı ve İsrail sınırındaki tanklar ve birlikler ile ilgilenmeye başladı.
Tiran Boğazı
22 Mayıs’ta Mısır, Tiran Boğazını “tüm gemilerin İsrail’e stratejik malzemeler” götürmeleri nedeniyle kapatacağını duyurdu ve 23 Mayıs’ta boğazı tüm gemilere kapattı. Mısır Arap Cumhuriyeti, 18 Ocak 1951 yılında kabul edilen ve 17 Şubat 1958’de son şeklini alan BM Deniz Konvansiyonu Kanunu’nun üçüncü maddesindeki koşulda belirtilen yasaya uygun olarak 12 deniz mili genişliğindeki deniz sahasına el koydu. Konvansiyonun 23 maddesi bu tür durumlarda gemilerin denetlenmesini emretmesi sebebiyle bu deniz sahasına doğru yol almakta olan masum yolcuların haklarının denetlenmesi ve birtakım belgeler ile ön tedbirlerin böyle gemiler için ulusal antlaşmalara uygun olarak yapılabilmesi şart koşuyordu. Mısır Arap Cumhuriyeti, sözü geçen gemilerin denetlenebilme yetkesine sahip olduklarını ilân etti ve böyle uluslararası kararların sonuca ulaşana kadar Mısır o gemilerin ve gemidekilerin denetçisi olmaya başladı.
Birleşmiş Arap Cumhuriyetlerinin konumu boğazda sadece 5 km genişliğindeki bir alanda gemileri denetleme hakkına sahipti. Bu durum boğazın büyük bir kısmını çevreleyen Mısır’ın gemileri denetleyebilmesi ve körfeze geçişlerin kontrolünü elinde tutması sebebiyle uzun süre tartışıldı. Nasır, “Bu durum altında biz Akabe Körfezine geçişler için İsrail flamalı gemilere izin verebilir miyiz?” şeklinde bir yakınmada bulundu. İsrail, Akdeniz’den yaptığı ticaretlerde en çok bu yolu kullanıyordu ve John Quigley’e göre İsrail bandıralı olmayan gemilerin Eliat limanında Haziran 1967’den önce iki yıldır kullanılıyor olması, Eliat’taki bu tür petrol gemilerinin önemli bir ihracat kaynağı olduğunu gösteriyordu. Belirsizlik devam ediyordu ve buna rağmen bazı İsrail bandıralı olmayan petrol gemileri bu yolu kullandı. Bu durum uluslararası bir dava haline dönüştü ve İsrail geçişlerin yasal olmadığını öne sürdü. Bundan önce 1957 yılında İsrail Sina ve Gazze’den geri çekilirken de casus belli ilan etmişti.
Arap devletleri İsrail’in boğazdan geçiş haklarını kontrol etmesi yüzünden anlaşmazlığa düşmüştü. İsrail’e bu hakları sağlayan Karasuları ve Karasularına Yakın Bölgeler Konvansiyonu’nun 16ıncı maddesinin 4. fıkrasını görmezden geldiler. Bununla birlikte, karasularına geçişte tüm devletlerin gemilerdeki masum yolcuların haklarını düzenleyen yasanın uygulanması çok uzun bir süreçti. Mısır tutarlı bir şekilde bu yasalar altında yolcuların haklarını garanti altında tutacağını söylüyordu. Dahası, 1950’de Mısır, Sanafir ve Tiran’daki Suudi adalarını işgal ettiği zaman serbest geçiş yapan Amerikan yolcularını engellediği için ABD’nin “uluslararası hukuka uygun olarak” askeri yığınak yapabilmesine sebep olmuştu. 1949’da Uluslararası Adalet Mahkemesi Arnavut Kralı, Korfu Nehri Davası’nda göz altına alınmıştı.
Mısır ve Ürdün
İsrail hükümeti Mayıs ve Haziran ayları boyunca Ürdün’ü savaşın dışında tutmak için çalıştı. İsrail, çok yönlü saldırıdan endişeleniyordu ve Batı Şeria’daki Filistin halkı ile uğraşmak zorunda kalmak istemiyordu. Her nasılsa, Ürdün Kralı Hüseyin İsrail milliyetçiliği içindeki dalgayı savaştan önce ortadan kaldırdı. Ve böylece 30 Mayıs’ta Filistin ile karşılıklı bir savunma antlaşması imzaladı. Bu sebeple de Mısır ve Suriye arasında bulunan askeri birliklere katıldı. Başkan Nasır, ki birkaç gün önce Kral Hüseyin “emperyalist uşağı” olarak çağrılıyordu, “Bizim temel görevimiz İsrail’in yıkımını gerçekleştirmek. Arap halkı savaşmak istiyor.” şeklinde bir beyannâmede bulundu. Mayıs 1967’in sonunda, Ürdün kuvvetleri Mısır Generali Abdul Munim Riad’ın komutasına verildi. Aynı gün, Nasır “Mısır, Ürdün, Suriye ve
Lübnan ordularının İsrail sınırlarında konuşlanmalı. Mücadelenin onuru için Irak,
Cezayir,
Kuveyt,
Sudan ve tüm Arap halkı hazırda bekliyor. Bu hareket tüm dünyayı şoke edecek. Bugün onlar Arap halkının savaşa hazır olduğunu bilecek. Kritik saat yaklaştı. Ciddi bir atak için belli bir seviyeye ulaştık; daha fazla bildiri için değil.” şeklinde bir beyanda bulundu. İsrail, Ürdün’ü savaşa girmemesi için defalarca uyardı. Mutawi’ye göre, Hüseyin bir küstahlığın ikileminin boynuzları üzerinde enselendi: Ürdün’ü savaşın içine çekmek için izin verdi ve İsrail’in cevabını sert bir şekilde yüzüne çarptı. Savunma Bakanı General Sharif Zaid Ben Shaker bir basın toplantısında “Eğer Ürdün savaşa katılmazsa, Ürdün’de bir sivil savaş patlak verecek.” şeklinde uyarıda bulundu.
İsrail’in kaygılı düşünceleri Ürdün’ün kendi geleceğini başlatması ile birlikte Batı Şeria’ın Ürdün kontrolüne geçeceği yönündeydi. Bunun sonucunda Arap Kuvvetleri İsrail karasularından sadece 17 kilometre yakınına konuşlandı. Bu noktadan yapılacak iyi koordine edilmiş bir tank saldırısı İsrail’i bir buçuk saat içinde ikiye bölebilirdi. Buna rağmen Ürdün ordularının büyük olması Ürdün’ün yapacağı manevraların muhtemelen yeteneksizce gerçekleşeceği anlamındaydı. Ülkenin diğer Arap milletleri tarafından İsrail’e karşı yapılacak saldırılarda bir toplanma alanı olarak kullanılmasının tarihi hemen fark edildi. Batı Şeria’dan yapılacak bir atak İsrail liderliğine bir tehdit olarak göründü hep. Aynı zamanda birkaç diğer Arap devleti İsrail sınırlarına konuşlanmıyor, Irak, Sudan,
Kuveyt ve Cezayir’e zırhlı mekanize ordularını ekliyordu.
Savaşa giden yol
27 Mayıs 1967'de Arap ticaret birliğine olan konuşmasında Nasır "Eğer İsrail, Suriye veya Mısır'a saldırırsa bu bir genel savaştır ve Suriye ile Mısır sınırlarındaki noktalardan ibaret bir savaş olmayacaktır. Savaş bir genel savaşa dönüşecektir ve en büyük görevimiz İsrail'i yok etmektir." demiştir.
İsrail Dışişleri Bakanı Abba Eban otobiyografisinde "Nasır silahlı bir savaşa girmeyeceğini düşünmüştü. Onun amacı savaşsız bir galibiyet kazanmaktı." yazmıştır. James Reston, 4 Haziran 1967 tarihli New York Times'ta yayınlanan yazısında "Kahire savaş istemiyor ve savaşa hazır değildir. Lakin çoktan savaş çıkma olasılığını kabullenmiş, olayın kontrolünü tamamen kaybetmiştir." demiştir.
Gazeteci Mike Shuster 2002 tarihli Amerikan Ulusal Devlet Radyosu'ndaki yazısında; savaştan önce bile İsrail'in kendisini yok etmek isteyen Arap ülkeleriyle çevrili olduğu gerçeğinin açık olduğunu dile getirmiştir. Shuster bunu "Mısır; milliyetçi ve Arap Orta Doğu'nun en güçlü ordusuna sahip Nasır tarafından yönetiliyordu. Suriye ise İsrail'i denize itmeye çalışan radikal Baas Partisi tarafından yönetiliyordu." diyerek açıklamıştır. İsrail'in provoke edici olarak gördüklerini ise kanalların İsrail'e kapatılması ve silahsızlaştırılması uygun görülen Sina Yarımadası'a asker çıkarılması olarak göstermiştir.
Diplomasi ve istihbarat
Savaşan ordular
Savaşın başında Mısır, 160,000 askerinden 100,000'ini Sina Yarımadası'na yerleştirmişti. Bu 100,000 asker; Mısır'ın tüm kolorduları olan dört piyade, iki zırhlı ve bir mekanize kolordusundan oluşuyordu. Ayrıca dört bağımsız piyade ve dört bağımsız mekanize tabur da bölgedeydi. Bu askerlerin üçte birinden fazlası
Yemen iç Savaşı'nda da savaşmış tecrübeli askerler, diğer üçte biriyse rezerv kuvvetlerdi. Kuvvetler 950 tank, 1,100 ZPT ve 1,000'den fazla topa sahipti. Aynı zamanda 15,000 - 20,000 arası Mısır askeri de
Yemen'de savaşmaktaydı. Nasır'ın hedefleri konusundaki kararsızlığı, ordunun aldığı emirlere de yansımıştı. Genelkurmay Mayıs 1967'de operasyon planlarını dört kez değiştirmiş, her değişiklik askerler ve araçlar üzerine yeni yük bindiren bir yer değiştirmeye sebep olmuştu. Mayıs sonuna doğru Nasır, genelkurmayı ikna ederek Kahir ("Zafer") adlı planı devreye soktu. Plana göre hafif piyadelerle ön cephede oluşturulacak bir erken İsrail ilerlemesini zayıflatacak, arka hatlarda tutulacak büyük kuvvetler ise İsrail hücumu tanımlandığında karşı saldırıda kullanılacaktı. Ayrıca bu birlikler Sina'nın ileri defans hattını oluşturacaktı. Bu sırada, Nasır Mısır, Suriye ve Ürdün'deki seferberliğin seviyesinin arttırılması ve İsrail'de baskıda bulunulması için de çalışmaktaydı.
Ürdün ordusunun toplam 55,000, Suriye ordusunun ise 75,000 askeri vardı.
İsrail ordusunun toplam asker sayısı, rezervler dahil olmak üzere 264,000 askerdi. Ancak bu rakam, rezervlerin sivil yaşam için hayati mevkilerde bulunmaları sebebiyle erişilmesi çok zordu. James Reston, New York Times'da 23 Mayıs 1967 yazısında, "Disiplin, eğitim, moral, ekipman ve genel güç bakımından (Nasır'ın) ordusu ve diğer Arap kuvvetleri, Sovyet yardımı olmadan İsrail'e denk değiller. (Nasır) Yemen'de 50,000 asker, en iyi generaller ve hava desteğine sahipken bu küçük ve geri kalmış ülkede başarı sağlayamadı, hatta Kongo asilerine yardım çabaları bile sonuçsuz kaldı."
1 Haziran akşamı, İsrail Savunma Bakanı Moşe Dayan, İzhak Rabin ve Genel Kumandanlık, Güney Tugay Komutanlığı Generali Yeshayahu Gavish'i çağırarak Mısır'a karşı planını sundu.
Rabin, Güney Komutanlığı'nın Gazze Şeridi'ne dek savaşarak ilerlediği, sonra bölgeyi ve halkını Mısır'a karşı Tiran Düzlükleri açılana dek rehine olarak tutacağı bir plan sundu. Gavish ise Mısır kuvvetlerinin Sina'da yok edilmesi için daha geniş bir plana sahipti. Rabin, Gavish'in planının tarafını tuttu, daha sonra Dayan da aynı anda Suriye ile çatışmaya girilmemesi şartıyla bu plana destek verdi.
Savaş
Önleyici hava saldırısı
İsrail'in ilk ve en önemli hamlesi, Mısır Hava Kuvvetleri'ne karşı başlatılan önleyici hava saldırısıdır. Mısır Hava Kuvvetleri, Arap ülkelerinin hava kuvvetleri arasında açık ara ile liderdi. Tümü Sovyet yapımı ve görece yeni olan 450 savaş uçağı ve asker sayısı ile en büyük hava kuvvetiydi.
İsraillilerin ana hedefleri, İsrail ordu ve sivil merkezlerine ağır hasar verme kapasitesine sahip olan Mısır'a ait 30 Tu-16 “Badger” orta bombardıman uçağıydı. 5 Haziran'da İsrail saatiyle 07:45'te tüm İsrail'de sirenler çalıştı ve İsrail Hava Kuvvetleri (İHK) Odak (Moked) Operasyonu'nu başlattı. Yaklaşık 200 operasyonel jetinden 12 tanesi hariç hepsi İsrail'den havalanarak Mısır havaalanlarına saldırılarına başladıar. Mısır'ın hava savunma sistemleri aşırı derecede zayıftı ve havaalanlarından hiçbirinde henüz bir saldırı karşısında Mısır savaş uçaklarını koruyacak zırhlı hangarlar yoktu.
İsrail savaş uçakları Mısır'a yönelmeden önce Akdeniz'e doğru yol aldılar. Bu sırada Mısırlılar, mevcut hava savunma sistemlerini de kapatarak tamamen saldırıya açık hale geldiler, endişelendikleri nokta asi Mısırlı kuvvetlerin, Mareşal Amer ve Korgeneral Sidqi Mahmoud'un al Maza'dan bindikleri, Sina'nın merkezindeki Bir Tamada'ya yol alan uçağı vurmasıydı. Bu olay aslında bu saldırının sonucunu pek etkilememiştir, çünkü İsrail pilotları Mısır radar örtüsünün altında, gayet alçaktan uçmuşlardı, bu irtifa Mısır'ın SA-2 karadan havaya füzelerinin bir uçağı düşürebileceği irtifadan daha düşüktü.
İsrailliler karma bir saldırı stratejisi uyguladılar, bombardıman ve otomatik top atışlarıyla uçakları vururken asfalt parçalayan bombalarla da sağlam kalmış uçakların havalanmasını engelleyerek daha sonraki israil dalgaları için kolay hedefler olmalarını sağladılar. Saldırı beklenilenden de başarılı oldu. Mısırlılar tam bir sürprizle karşı karşıya kalmışlardı. Bu saldırıda neredeyse tüm Mısır Hava Kuvvetleri yok olmuş, İsrail Hava Kuvvetleri ise yalnızca görece küçük kayıplar vermiştir. 300'den fazla Mısır uçağı yok edilmiş, 100'den fazla Mısırlı pilot ölmüştür. İsrailliler 19 uçak kaybetmişler, bu uçaklar da genellikle mekanik arızalar veya kazalar sonucunda düşmüşlerdir. Saldırı israil'e savaş sonuna dek hava üstünlüğü sağlamıştır.
Savaştan önce İsrail pilotları ve yer teknisyenleri, sortilerden dönen uçakların hızlı bir biçimde yeniden yüklenmesi için çalışmalar yapmışlar, bir uçakla günde dört sorti yapılmasını mümkün kılmışlardır. Arap hava kuvvetlerinde bu rakam günde bir veya iki sortidir. Bu çalışmalar İHK'nın Mısır'a birçok saldırı dalgası yollamasını mümkün kılmış, Mısır Hava Kuvvetleri'nin üzerinde büyük bir üstünlük sağlamıştır. Ayrıca bu durum, Arap ülkelerinde yaygın bir biçimde İsrail'e ABD ve
İngiltere'nin destek verdiği izlenimi doğurmuştur (Aşağıya bakınız). Arap hava kuvvetleri ise
Pakistan Hava Kuvvetleri pilotlarınca desteklenmiştir.
Mısır'ın önemli havaalanlarına yapılan ilk saldırı dalgalarının başarısının ardından İsrailliler Mısır'ın ikincil havaalanlarına ve Ürdün, Suriye ile Irak hava kuvvetlerine de benzer saldırılarda bulunmuşlardır. Savaş boyunca İsrail Hava Kuvvetleri, tekrar kullanılır hale gelmelerini engellemek için havaalanlarına saldırılarda bulunmayı sürdürmüştür.
Gazze Şeridi ve Sina Yarımadası
Batı Şeria
Ürdün savaşa girmeye isteksizdi. Bazı kaynaklar Cemal Abdünnasır'ın savaş ortamındaki belirsizliği kullanarak Kral Hüseyin'i galip durumda olduğuna ikna ettiğini, Ürdün'ün de bu sebeple savaşa girdiğini belirtir. İddiaya göre Nasır, Mısır hava üslerine saldırılarından geri dönen İsrail uçaklarının radar görüntülerinin, İsrail'e doğru yol alan Mısır uçaklarına ait olduğu söyleyerek Hüseyin'i ikna etmiştir. Batı şeria'da konuşlanmış Ürdün tugaylarından biri Mısırlılarla bağlantı kurmak amacıyla Hebron'a gönderilmişti. Hüseyin saldırmaya karar verdi.
Savaş öncesi Ürdün ordusu, 300 modern Batı tankına sahip, 11 tümen halinde örgütlenmiş 55.000 askerden oluşmaktaydı. Bunlardan seçkin 40. Zırhlı Tümeni'ni de içeren 9 tümen (45.000 asker, 270 tank, 200 parça topçu) Batı Şeria'da, kalan iki tümense Ürdün Vadisi'de konuşlanmıştı.
Arap lejyonu uzun süreli görev yapan profesyonel askerlerden oluşan, iyi ekipmanlı ve iyi eğitimli bir orduydu. Ayrıca savaş sonrası İsrail brifinglerinde de Ürdün'lü üst düzey subayların profesyonelce hareket ettikleri, ancak İsrail hareketleri karşısında her zaman "yarım adım geride" oldukları söylendi. Küçük Ürdün Kraliyet Hava Kuvvetleri sadece İngiliz yapımı 24 adet Hawker Hunter avcı uçağından oluşuyordu. İsraillilere göre bu uçaklar, İHK'nın en iyi uçakları olan Fransız yapımı Dassault Mirage III'lere denkti.
Ürdün'ün Batı Şeria'daki kuvveterine karşı İsrail yaklaşık 40.000 asker ve 200 tankı (8 tümen) savaşa sürdü. İsrail Merkezi Komuta güçleri beş tümenden oluşuyordu. İlk ikisi Kudüs yakınlarında kalıcı olarak yerleşmiş ve Kudüs Tümeni ile Harel Tümeni olarak adlandırılmışlardı. Mordechai Gur'un 55. paraşütçü tümeni Sina Cephesi'nden çağırılmıştı. Bir zırhlı tümen Genelkurmay rezervi olarak ayırılmış ve Latrun bölgesine getirilmişti. 10. Zırhlı Tümen Batı Şeria Bölgesi'nin kuzeyinde konuşlanmıştı. İsrail Kuzey Komutanlığı, Korgeneral Elad Peled komutasında 3 tümenden oluşan bir grubu Batı Şeria'nın kuzeyindeki Jezreel Vadisi'ne yerleştirmişti.
İSK'nın stratejik planı, Ürdün cephesinde savunmada kalarak Mısır'a yapılacak harekata odaklanmaktı. Ancak 5 Haziran sabahı Ürdün kuvvetleri Kudüs bölgesine akınlarda bulunarak BM gözlemcilerinin bulunduğu Hükümet Konağı'nı ele geçirdiler ve şehrin İsrail kontrolündeki batı kısmını bombalamaya başladılar. Qalqiliya'daki askeri birimler Tel-Aviv yönünde ateş açtılar. Ürdün Kraliyet Hava Kuvvetleri ise İsrail havaalanlarına saldırdı. Hava ve topçu saldırıları küçük çapta hasara sebep oldu. İsrail kuvvetleri bu hafif ölçekte zarar veren saldırılar karşısında ilk önce Ürdün'e karşı savaş açmak istememesine rağmen Kral Hüseyin'in "Bu noktadan sonra dönüş olmaz" sözlerinden sonra Batı şeria'da karşı saldırıya geçti. Aynı gün öğleden sonra, İsrail Hava Kuvvetleri (İHK) saldırıları Ürdün Kraliyet Hava Kuvvetleri'ni yok etti. Aynı günün akşamında ise, Kudüs piyade tümeni Kudüs'ün güneyine yol alırken, mekanize Harel ve Gur'un paraşütçüleri şehri güneyden çevirdi.
6 Haziran'da İsrail birlikleri saldırıya geçti. Rezerv paraşütçü tümeni Kudüs kuşatmasını kanlı Mühimmat Tepesi Çatışması (Battle of the Ammunition Hill) ile tamamladı. Piyade tümeni Latrun'daki kaleye saldırdı ve gündoğumu ile ele geçirerek Beit Horon'dan Ramallah'a doğru ilerledi. Harel tümeni kuzeybatı Kudüs'teki dağlık aranda ilerlemeyi sürdürerek İbrani Üniversitesi Scopus Dağı kampüsünü Kudüs şehrine bağladı. Aynı akşam tümen Ramallah'a vardı. İSK, Jericho'dan Kudüs'e destek amaçlı olarak yol alan Ürdün 60. Tümeni'ni bularak yok etti.
Kuzeyde Peled'in kuvvetlerinden bir tabur, Ürdün Vadisi'ndeki Ürdün savunmasını kontrol etmek için gönderildi. Peled'in birliklerinden biri Batı Şeria'nın batı kısmını, biri Cenin'i ele geçirdi. Fransız yapımı hafif AMX-13 tanklarına sahip üçüncü bir kuvvet ise Ürdün'ün M48 Patton ana savaş tanklarıyla doğuda çatışmaya girdi.
7 Haziran'da ağır çatışmalar oldu. Gur'un paraşütçüleri Aslan Kapısı'ndan Kudüs'ün Eski Şehri'ne girdiler, Batı Duvarı'nı ve Tapınak Dağı'nı ele geçirdiler. Daha sonra Kudüs Tugayı'ndan aldıkları destekle güneye ilerlediler ve Judea, Gush Etzion ile Hebron'u ele geçirdiler. Harel tugayı doğuya doğru devam ederek Ürdün Nehri'ne ilerledi. Batı Şeria'da, Peled'in tugaylarından biri Nablus'u ele geçirdi; daha sonra Merkez Komuta'nın zırhlı tugaylarıyla birleşerek kendileriyle eşit sayıda ama ekipman olarak daha üstün olan Ürdün kuvvetleriyle çatışmaya girti.
Daha önce olduğu gibi, İsrail'in hava üstünlüğü Arap ordularının hareketlerini kısıtladı. peled'in tugaylarından biri Ramallah'tan gelen Merkezi Komuta tugaylarına katıldı, kalan ikisi ise Merkezi Komuta'nın 10. tugayıyla beraber Ürdün Nehri'ni geçişlere karşı bloke etti. 10. Tugay nehri geçerek İsrail'in savaş mühendislerine köprüleri havaya uçurabilmeleri için koruma sağlamış, daha sonra geri çekilmiştir.